Zıplanacak içerik

bekir

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bekir tarafından postalanan herşey

  1. bekir şurada cevap verdi: bekir başlık Güncel Konular
    Bu yazıdan olarak, benim çarşaflım seninkini döver sonucu mu çıkar... ****, çarşaflıları dahi ayırabildik ya...Ilımlı Laikliğe evrilen CHP...CHP'ye katılanlar da ılımlı müslümanlar... Ilımlı bekir, ılımlı CHP, ılımlı Dennis, ılımlı... Ne diyordu Cihad Er-Recbi "Bukalemun yeşile dönüşse de asla bir bitki olamaz" Yahu; bırakın türbanı filan çarşaftan bahsediyoruz. Mutaassıplığın had safhasından. Ilımlı çarşaflı...Laik çarşaflı...İyice şaşaladım değil mi? Yahu Dennis; sen beni de dumura uğrattın ya...Yaşa ki görürsün demişler miydi...Demişlerdir demişlerdir. Yaşa ki daha neler görürsün. Gözünü sevdiğimin çarşaflı/başörtülü ve daha neli kadınları. Bir ülkenin en önemli meselesisiniz beah...Dursanız dert, yürüseniz dert, konuşsanız dert, sussanız dert...Sizi ne kadar seviyorum bir bilseniz. Herkesi nasıl da böyle zora sokuyorsunuz var ya...Şapka'yı 8 yıl evvel çıkarmasaydım kafamdan şimdi size bir daha çıkartırdım. Allah mağfireti ve hidayeti üzerinize olsun.
  2. Avukat dediğiniz suçlunun cezalandırılamayan ortağıdır. Ben, avukatlık yemini etmemiştim, açıkçası metnin de nasıl birşey olduğunu hatırlamıyordum. Bugün bir baktım da; "Hukuka, ahlaka,mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve vicdanım üzerine ant içerim" yemin metni buymuş. Bunu yemini ettiğimizde suçluyu savunan tüm avukatlar aslında hukuka aykırı davranmaktadırlar ve yeminlerini bozmaktadırlar. Her ne ise; bir avukat bilerek yanlış veya işe yaramayan bir savunma verdi diyelim bunu başkaları bilirse iş kötü. Kimse bilmezse o kadar mesele yok. Neyse, bugünlerde çok fazla hukuki meselelere girdik. Avukatların mesleki etiğinden hiç haz etmedim. Staj döneminde ders anlatmaya avukatlar geliyordu. Bir tanesi; sakın size davayı veren adamın suçlu olup olmadığını araştırmayın savunma yapamazsınız. Size yolu düşen herkes suçsuzdur. Savcı yanlışlıkla içeri almıştır onu kurtarmanın yollarını arayın diyordu. Pekiyi aramazsanız...Bu sorunun cevabı belli değil mi? Öteki taraftan eksik savunma yaparak şüphelinin içeri girmesine neden olduğunuzda bu dava kaybetme hanenize yazılmayacak mı? Böyle kaç tane dava kaybedeceksiniz. Böyle bir sürü dava kaybettiğinizde bu adam aldığı davaların çoğunu kaybediyor dava vermeyin denilmeyecek mi? Avukatlığın bir özelliği de serbest piyasa koşullarına göre işlemesidir. (bir takım denetim mekanizmaları filan var da ondan bahsetmiyorum). Kazandığınız dava ölçüsünde müvekkilleriniz artacak kaybettiğiniz ölçüde azalacaktır...
  3. Burada iki kanunun birbirine aykırı olmasından bahsedilmiyor. Burada iki kanun arasında kesin bir ilişkinin olmadığından bahsediliyor. Ha, bu arada iki kanunun birbirine aykırı hükümler barındırması anayasaya aykırılık sorunu doğurmaz. O farklı birşeydir. Gelelim kamu alanı meselesine. Yanlış anlaşılmasın, bir tabir vardır "oltaya gelmek" diye. Kamu alanı tabirinden ben mahsus bahsettim. Ve sokaktan da mahsus bahsettim. Devlet ile vatandaşın karşı karşıya geldiği her yeri kamu diye tarif etmişsiniz. İdare Hukukunda ve Anayasa Hukukunda kamu alanı veya kamusal alanın tarifi yok. Ancak, siz madem bir tarif getirdiniz ben de o tariften hareketle sokağın nasıl kamusal alan olduğunu belirteyim. Bizim sokağa parke döşeniyor, kim yapıyor. Yerel yönetim. Yani kim, Devlet. Aha sokakta karşılaştık. Eve su getiriliyor, getiren kim...ev dahi kamusal alan oldu. İki katlı evinizin altında mağaza var ve mağaza olması hasebiyle vergi ödemeniz gerekiyor. Evinize gelindi ve size bu "daraba" lı mağazadan dolayı ceza kesildi. Aha kamusal alandasınız. Yapmayın, böyle kamu tarifi olmaz. İşin içinden çıkamayanlar hizmet alan hizmet veren gibi bir ayrım yapmak zorunda kaldılar. O dahi bir takım sorunları beraberinde getirdi. Bir olaya şahit oldunuz mahkemede dinlenmeniz gerekiyor. Hizmet alan mısınız veren mi, veya necisiniz. Hem de kamusal alandasınız. Hastaneleri kamusal alan ilan etmişsiniz oraya türbanlılar giremeyecek mi? Bu tasarının anayasaya aykırılığı söz konusu değildir ancak CHP, Anayasa Mahkemesine giderse iptal edilebilir. Lakin, ilerde flört hayatı yaşayan biri; eşini/dostunu/arkadaşını/belki muhtemel hayat yoldaşını kaybettiği için kendisine manevi tazminat ödenmesi gerektiğinden bahisle normal hukuk yollarını tüketerek İnsan Hakları Mahkemesinin yolunu tutarsa; Mahkeme bu kişiyi haklı bulabilir. Yani ki; Anayasa Mahkemesinin binbir evhamla vereceği (muhtemellerden konuşup duruyoruz) bir kararın hukuka aykırı olduğu da böylece ortaya konabilir. İmam nikahını özendirici etkisi olacağından. Böyle, bir ileri görüşlülükle hareket edersek; kanuna konulacak her maddenin imam nikahını özendirebileceğini düşünebiliriz. Hatta Kanun önünde eşitlik'e dair madde dahi imam nikahını özendirebilir. Devlet ile vatandaş ne zaman karşı karşıya gelmez merakımı celbetmiyor mu? Sakın cevap vermeyin...
  4. Borçlar kanununda yapılacak bu değişiklikle medeni kanunda ilerde yapılacak bir değişiklik arasında kolerasyon kurulamaz. Bu hani yarın birgün şeriati getirirlerse mantığına dönüyor. Böyle bir akıl yürütme her kanunu farklı yorumlamayı sonuçlar. O sebeple her kanunun kendi gerekçeleri ve şartlarına dikkat etmek gerekir. Gelelim Anayasa Mahkemesinin verdiği karara. Evet diyorum sorunuzun cevabına. Ben, bir ironi olarak türbanla ilgili kararı konuya dahil etmiştim tartışmaya açmak gibi bir niyetim yoktu. Kamuda türban laikliğe aykırı değil mi diye sormuşsunuz.? Ben de iki soru sorayım 1- Neresi kamu(/sal alandır)dur, neresi değil. 2- Üniversite hangi kategoriye girer Devletin hizmet verdiği her yer kamusal alansa; sokakta kamunundur. Neyse konuya dönersek TCK Suçun oluşma anı; bu evlilik işleminin yapıldığı andır. Kanunda yanlış bir deyim kullanılarak evlenmenin iptalinden bahsedilmiştir. Hukuk nazarında resmi nikah olmadan yapılan evlenmeler yok hükmündedir ve mahkemelerce iptal edilmezler. İptal etme apayrı birşeydir. Böyle olunca burada ya uygulanamayacak bir norm vardır veya hiç alakası olmadığı halde geçerli bir evliliğin bozulmasından bahsedilmektedir. Geçerli bir evlilik durumunda ise resmi nikah bulunduğu için bu norm yine uygulanamayacaktır. Dolayısıyla hukukun abesle iştigal ettiği nokta burasıdır diyebiliriz. Yani ki; dini nikahlı evlilik devam ettiği sürece dava zamanışımı süresi de işleyecektir. Bu sebeple henüz dini nikahlı biri bu nikahın 3. yılında eşini kaybeder ve bundan dolayı tazminat talep ederse; hapisle yargılanacak muhtemel ki verilecek cezanın üst limiti 6 ay veya olaya göre 2 yıl olduğu için ve bu sürelerde ertelemeye tabii tutulabileceği için ertelenecektir. 8 yıldan daha uzun süreli birliktelikler durumunda ise; bu suçla yargılanmayacaktırlar. Takipsizlik kararı ertelenecek suçlar için verilemez. O apayrı birşeydir. Hakim davayı erteleyecek diye takipsizlik kararı verilmez. Soruşturma açılmaz değildir. Hatta; hukuk mahkemesinde imam nikahı dile getirildiğinde; hukuk mahkemesinin yazacağı yazı doğrultusunda savcının kamu adına davayı açmak yükümlülüğü vardır. Yani ki; suçun işlendiği kesinse davanın açılması mecburidir. (CMK 172) Ancak; avukatların hukukun dolambaçlı yollarından yürümekte mahir olduğu unutulmamalıdır. Bu sebeple; imam nikahı ile yaşadığı eşi ölen kadın bir avukata gidip de; borçlar kanununa göre kocamı haklayan adamdan manevi tazminat talep ediyorum dediğinde: avukat, ona hemen şunu söyleyecektir. Sen, onunla imam nikahlı değildin filört hayatı yaşıyordunuz. 10 yıldır aynı evi paylaşıyordunuz ama aranızda dini bir nikah filan yapılmadı. Şimdi, sen bana bir vekalet bir de dosya masrafı olarak 250 YTL ver. Bu davayı kesin kazanırız, 1.000,00YTL'de vekalet ücretimdir. Yani ki; her zaman her şeyin bir yolu vardır. Başörtüsü ile üniversiteye gitmek istisna...
  5. bekir şurada cevap verdi: bekir başlık Güncel Konular
    Dogma ne idi? TDK=Dogma:Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün sorgulanamaz, tartışılamaz gerçek olarak kabul edilmesi. 2 . felsefe Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas, inak: "Dogmaların en geçerli olduğu alan din alanıdır, burada yalnızca inanılır."- M. C. Anday. Biz, bunu geliştirebilir, yayabiliriz. Yani; aşkın dogmaları olabilir, siyasetin dogmaları olabilir, sevdiğimize karşı dogmalar geliştirebiliriz. Hasılı; sorgulanamaz, tartışılamaz, eleştirilemez (tanımda eleştiri yok ama ben koydum oldu) olanlar dogmalar değil mi? O halde sevdiğimizin yaptığı hatayı; yok canım o hata yapmaz, doğrudur dersek bir dogma oluşturmuş oluruz. Hakeza; aşık olduğumuz kadının yatak odasında muslukçuyu bulduğumuzda elbet orada da bir musluk vardır dersek; ahanda bir dogmayı daha hortlatmış oluruz... Birşey yanlışsa onu doğru yapmayacak ama doğru kabul edecek olanlar sadece bir dogmaya inanmış demektirler. Pekiyi; hem dogmalardan örülü bir ortamda hayat sürüp hem de dogmaları eleştirmek mümkün müdür? Bu soruyu geçiyoruz... Gelelim sadede; malum (ilama gerek olmayan), yerel seçimler yaklaşıyor. Herşeyin mübahlaşacağı bir zaman gelebilir. Her ne ise; Benim kafama Anayasa Mahkemesinin bir kararı takılıyor. Hani; türbanlıları, laik demokratik devleti ortadan kaldırmayı amaçlamakla itham eden kararı. Ya da tam manasıyla türbanın bu amacı kendilerine belirlemişlerin yahu ne uzatıyorum, ilgili karardan birkaç pasaj buraya alayım... CHP'nin kabul ettiği bu kızlardan bir tanesi dahi üniversiteye gitmiyor mu? Ne orjinal bir tespit değil mi Mahkemenin kırmızı ile belirginleştirdiğim düşünceleri...Ha, o düşünceler Danıştay'ın dı ama Anayasa Mahkemesi 89'daki kararında Danıştay'ın görüşünü benimsedi. Yine her ne ise diyelim; Şimdi CHP, rozet takıyor hem de göstere göstere ve hem de çarşaflılara dahi...Takiyye mi? Seçim yatırımı mı? Bunları bir nebze olsun geçelim. Bu açmazın bir anlamı var mı sorusunu gündemimize alalım. CHP, Anayasa Mahkemesine gittiğinde diğer tüm partilere bir koz verdi. Atatürk'ün kurduğu bu parti artık dins.izlerin partisi olmuştur gibi. Yani bu parti dine düşman olarak telakki edildi. Bunun tersine döndürülmesi nasıl mümkün olur? Olmazsa CHP ne kaybeder. Mesele belki budur. Ancak; öteki mesele olarak CHP'nin kabul ettiği bu insanların içerisinde bir tane dahi üniversitede başörtüsü ile okumak isteyecek olan yok mudur? İsteyip de CHP’ye oy verirseler ne olacak. İş karışık. Hem o hem bu. Yok daha neler. CHP’nin alacağı tavır ne olur? Şimdikinden farklı mı olacak. Şimdiki derken Anayasa Mahkemesine başvururken ki durumdan bahsediyorum. Madem, türbanıyla üniversitede okumak isteyen tüm kızlar laiklik düşmanı o zaman CHP, ya türbanıyla üniversitede okumak istemeyenleri kayıt altına aldı veya üniversite oku/ya/mayacak başörtülüleri kayıt ediyor. Saç.ma. CHP, *****, cüh.elaları üye yapıyor dedirtmem ben kendime… Dogma ne oldu dogma…Dogma, siyasette de geçerlidir. Benim partim ne yapıyorsa doğrudur anlayışından bahsediyorum. Eleştiremez, yargılayamaz, kötüleyemezsiniz. O zaman bir dogmaya, parti dogmasına esir olmuşsunuz demektir. Çaresi mi? Bir dünya görüşüne sahip olup, hiçbir partiye oy vermemek? Şaka şaka…Böyle bir çözüm olmaz, ülkemizde uygulanan seçim sistemiyle oy kullanmamak dahi oy kullanmak sayılır. Çaresi ne biliyor musunuz? Karşı cenahın her yaptığının yanlış olmayabileceğini, sizinkinin de yanlışlığı ortaya konana kadar doğru olduğunu düşünmek. Ebu Hanife’nin de diğer müctehidler hakkındaki görüşüydü galiba bu…İlahi Dennis, sen çok yaşa e mi? Yine yaptın yapacağını ve çıkarttın şapkadan tavşanı. Hele de çarşaflılar yok mu? Onlar da tam seçimler yaklaşırken CHP'ye gol atmış olmasınlar. Geldi 8-10.000 bin gitti anlayış, gitti savunma, gitti gülüm laiklik gitti. Çarşaf, laikliğin kalesine girdi. Kaleye truva atını sokmuş olmasın sakın AKP. veya Dennis...Ya hu ne diyeceğimi bilemiyorum. Bildiğim birşey var, her şey savunul/a/maz. Tayyip'in oğlunun gemiciğini savunamamak gibi. Selamlar...
  6. Açıkçası avukatlığın etik anlayışı yok mesabesindedir. Veya siz o etikle hareket etmeye kalktığınızda başınıza bir takım meseleler gelir. Baro tarafından görevlendirilmelerle ilgili kısma filan girmeden üstün körü bir şeyler yazayım. CMK nedeniyle ifadelerde bulunmak vardır. Genelde sanık için görev verilir. Avukatlığın ilk yılları avukatların çok fazla bir gelir elde etmeleri mümkün değildir. Tanınmışlıkları çok yoktur. Hasılı; bu gelirin büyük kısmı CMK'dan gelendir. Elinizdeki dosya toplumun büyük kesimince yankı bulan bir dosya ise çekilmeniz/savunma yapmamanız çok büyük bir mesele olmaz. Ancak; bu olaydan çok daha berbat/pi/s olaylar var ve onlar için de görevlendirileceksiniz. Birine gireyim birine girmeyeyim. Baro tarafından görevlendirilmek çocuk oyuncağı değildir. Avukatın bir görevi de kendisine verilen işi sonuçlandırmaktır. Müvekkilin azli olmadan kendinizi davadan azledemezsiniz. Avukatlığın etik anlayışı ilk birkaç yıl cüzdan vicdan denklemine sıkışmıştır. Sonra mı? Sonrası da sakat. Fakir fukaraya icra gönder dur. Ha, o ayrı bu ayrı...Avukatın zengini icracı fakiri cezacı olurmuş. Eh, 8-10 bin ytl büronun kirası, 5-6 bin ytl büronun mobilyalarının parası, çay parası, su parası, elektrik parası, her ne ise...Mesleğe başlarken avukatlık belgesi parası; 2 yıl evvel 800YTL idi. Şimdi ne kadar bilmiyorum. Hasılı işin başında 20 bin ytl içerdesiniz. Ben, şu davayı almam, bu davayı almam demek gibi bir lükse acaba gerçekten sahip misiniz? Avukatlığı yapmak istemememin bir nedeni idi. En önemli nedenlerinden biri de icra davaları...Her ne ise; avukatlığı niye yapmak istemediğime bayağı bir girdim galiba... Selamlar...
  7. Veya diyerek meseleler hakkında bir ilinti kurduğunuz anlaşılıyor. Ortaya çıkan zararın birarada yaşayan kişilerce verilmediğini belirtelim de olay biraz daha anlaşılır olsun. Yani ki; manevi veya maddi zararın nedeni üçüncü bir kişinin haksız (hukuka aykırı) fiilidir. Yani ki; aralarında flört veya nişanlılık bulunan şahısların birbirine verecekleri zarar bunlardan ayrıdır. Gelelim ölüm nedeniyle ona mirasçı olma veya ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma veya manevi tazminat meselesine. Bu tazminatı isteyecek olanlar tasarıda "ölenin yakınları" olarak belirtilmiştir. Ölenin kadın yakınları veya ölenin imam nikahlı eşi denmemiştir. Bunun anlamı da erkeklerin dahi bu tazminatı isteyebilecek olmasıdır. İmam nikahını meşrulaştırmak ancak ve ancak medeni kanuna madde koymakla olur. Veya medeni kanun nazarındaki yokluk hükmünü kaldırmakla olur. Bu yapılmadığında sadece bu kişilere bazı haklar getirildiğinde hukukun tanımadığı ancak yaygın olarak meydana gelmiş bazı hak mahrumiyetleri de önlenmiş olabilir. Şu anki hukuk tanımıyor diye imam nikahı duracak değildir. Hatta; bu nikahı resmi nikah yapmadan yapmaya kalkanlara hapis cezası dahi bulunmaktadır. Lakin; binlerce insanın da bu şekilde bir birliktelik içerisinde olduğu unutulmamalıdır. Siz imam nikahı yaptınız öyleyse hiçbir hak talep edemezsiniz dersek; zaten muhtaç durumda bulunan kadınlara bir sopada biz atmış olmaz mıyız? Bunun ayrıca düşünülmesi gerekir. Bana; kalırsa sadece manevi tazminat olarak değil hem maddi hem de manevi tazminat bunlara da ödenmelidir. Ve insanlarımızın yavaş yavaş imam nikahından vazgeçmesi (resmisi olmadan yapılanından bahsediyorum) için çalışmalar devam etmelidir. Buradaki kısmi bir yardım tamamiyle resmi olmayan evlenmenin tanındığı manasına gelmez. Bir arada yaşayanların uğradıkları zararın giderimi anlamını taşıyabilir. Böyle bir anlayış çok daha uygundur ancak özellikle böyle bir teklifi AKP'nin getiriyor olması akıllarda soru işareti bırakabilir. Bu durumda böylesi bir teklifi ve hatta daha ilerisini çıkıp da CHP'nin savunmasını ben açıkçası isterdim.
  8. bekir şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Yabancı Müzik - Dans - Gösteri Videoları
    -http://haber.mynet.com/detail_news/?type=Actuel2&id=O1227015688471&date=18Kasim2008- Burada, bu konuyla ilgili bir başlık gördüm bugün. Başka bir sitede üyeliğim de var 60'70'80 ve 90'lar vardı yanlış hatırlamıyorsam. Hayli zamandır ziyaret etmemiştim siteyi... Çirkin ve Güzel'i görünce yahu şu yarı aslan yarı insan yaratığı o zaman kim oynamıştı diye içimden geçirmeden edemedim. Meğerse Hellboy'muş...Hala aynı çirkinlikte... Arsen Lupen geldi bir de aklıma...Ben filmlere taktım kafayı galiba...Birde Cingöz Recai... Her ne ise; şu şarkıları bir bulalım bakalım neye benziyorlar...
  9. Türkiye'de şu anda çok fazla sayıda imam nikahı ile yaşayan kadın var. Veya erkek de diyebiliriz. Bunların hukuk nazarında yok sayılması veya bunların hukuk nazarında bir hakka kavuşturulması birçok problemi tetiklemektedir. Yok sayılması; binlerce kadın ve çocuğu zarara uğratacaktır. Yine hakeza; bunların hukuki bir varlıkla tanınması ise; imam nikahlı yaşamanın önünü açabilecektir. Pekiyi bu varsayım; şu anda imam nikahlı olarak yaşayan belki binlerce kadına hak verilmesine engel teşkil etmeli midir? Tasarı: Bu arada -http://www.turkhukuksitesi.com/showpost.php?p=116037&postcount=9- bu adreste enteresan bir Yargıtay Kararı var. Yargıtay aslında bu tür evliliği tanıma taraftarıdır ki; mağduriyetler ancak böyle giderilebilinir. Bunu yaparken imam nikahından bahsedilmemektedir zira evlendirme memuru önünde yapılmayan evlilikler Medeni Kanuna göre yok hükmündedir. Ancak gayri resmi evlilik adı altında bir ifade vardır. Hasılı Medeni Kanunda hala imam nikahı tanınmazken bir şekilde böyle bir birliktelik yaşayanların birbirlerine mirasçı olmaları veya ,biraz ileri bir yaklaşım oldu, sadece ölümün vukuu bulması durumunda onun gerek desteğinden yoksun kalınması ve gerekse onun bizzat kendisinden yoksun kalınması nedeniyle manevi tazminat istenilmesi daha uygun olacaktır kanaatindeyim. Bunu genelleştirerek düşünmemiz gerekir. Sadece imam nikahı değil nikahsız (imam nikahı dahi olmadan) olarak bir arada yaşayan kişilerin aynı evde 2-3 yıldır birlikte yaşadıklarını düşünün. Bu kişilerden biri başka birilerince öldürüldüğünde geride kalanın durumunu düşünün. Bu madde ile aynı zamanda onlar dahi korunmaktadır. Yani bu madde aslında çok ileri bir maddedir ancak belki AKP sadece imam nikanlıları esas almaktadır ancak bunu AKP yapıyor diye karşı çıkmak bazen doğru olmayabilir. Keşke CHP böyle bir değişikliği getirseydi diyelim... Türban hakkındaki Anayasa değişikliği de böyle kurban gitmedi mi?
  10. Resim ne kadar enteresan değil mi? Üniversitedeki bir sınıf arkadaşım da aynı dertten muzdaripti. Arada bir saçlarını boyatıyordu. Hem de kahverengiye... İnsan hep yadırgıyor farklılıkları. Kendimden biliyorum. Çocukların birbirlerinin kulağına; O yani işte o, farklı olan duymasın diye elini kapatıp da işaret etmelerini görmeyene gösterme çabalarını...Büyüklerin o yadırgamışlıklarını o iki defa tekrar tekrar bakmalarını... Nasıl da zor. Nasıl da zor, farklılık; üstelik bu farklılığı siz kendiniz istemiyor ve ondan kurtulmaya çaba sarf ediyorsunuz... Aşanlardan biri nasıl yapmış biliyor musunuz? Sonradan yakalandığı bir hastalık nedeniyle hep hatırlanan, hep işaret edilen, hep yadırganan, kendi hastalığını hep gizlemek zorunda hisseden kendini... Birgün sokakta o kadar irenclikler görmüş ki; ve sonunda dönüp yahu ben bu; ne idüğü belirsiz, bu lanetlenesice, bunlardan mi utanıyorum. Kaldırıp atmış gizlenmeye yarayan ne varsa. Ve yavaş yavaş bu farklılığının aslında kendisi için önemli bir özellik olduğunu farketmiş. Yavaş yavaş bu özelliğin belki de kendini onlardan ayıran bir güzellik olduğunu düşünmüş... "Hayır sandığınız şeyde şer, şer sandığınız şeyde hayır olabilir" Küçük kıza çok üzüldüm. İnsanların birbirlerine neler yapabilecekleri noktasında akıl daima yarı yolda kalıyor. Allah ıslah etsin. Geride kalan albinoların da yardımcısı olsun... Albino kelimesi ile Murat Menteş'in Dublörün Dilemması kitabıyla tanışmıştım. O sebepten, içimde Albinolara karşı hep gizli bir kıskançlık ve meşum bir imrenme vardır...Enteresan değil mi? Albinoluk istiyor değilim yanlış anlaşılmasın...
  11. bekir şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    İşler iyice zıvanadan çıktı değil mi? Ben, ne demiştim; Türban siyasi bir simge ise hangi partinin siyasi simgesidir demiştim değil mi? Hem de kocaman sormuştum...Bunu söyleyenler CHP'ye oy veren bir türbanlı olursa ne cevap verecekler diye düşünmüyordum açıkçası... Şimdi işler iyice karıştı. Deniz Baykal'ın sözleri daha da hoş geldi. Erzurum'un yerel kıyafetlerinden biriymiş. Ne ise; Bana kalırsa türban sorununu çözebilecek yegane parti CHP'dir. Bu arada konu türbandan başlayıp başka bir yere gidecek o yüzden türban konusuyla birleştirilmesin lütfen... Diyelim ki; CHP'ye oy veren kesimin %50'si türbanlı ve türban savunucuları (siz başörtüsünü de ekleyin) tarafından oluşmakta. Ve sizin çözüm üreteceğinizi düşünmekte. Türban ve başörtüsüne hayır diye bir kampanya yürütmeniz durumunda bu oyu kaybedeceksiniz bunu ister misiniz? İstemezsiniz. Bana kalırsa tüm türbanlılar bir defaya mahsus olmak üzere gelecek seçimlerde CHP'ye oy versinler. Hatta tüm türban savunucuları da desteklesinler. Bir sonraki seçimlerde CHP'ye dönüp sorunu ya çözeceksizin ya da biz size oy vermeyeceğiz desinler. Bakalım o zaman CHP, türban sorununu çözecek mi? Var ya süper tespit oldu...Hadi tüm "türbancılar" hep birlikte CHP'ye oy veriyorsunuz...Bana sormayın, oy kullanmayacağım...
  12. Yahu, hala bütün cevapları size verdiğimi sanıyorsunuz ya...Sayın Doğrucu Davut; o yukarda yazdığım cevaplar 2 gün boyunca yazılmış olan birçok şeye cevaptı. Konu içerisinde Demirefe'nin yazıları var; ona cevaptı ki; bu cevap da; bizi az yukarda gördüğün gibi gönlümde recm var cümlesini bile isteye yazdığım noktada düğümleniyor. Çünkü; bugünden kalkıp beni geçmiş islam yasalarının daha iyi olduğumu savunmakla itham etmişti... Sen ise; ben böyle bir ithamda bulunmadım diyorsun. İyi de ben, zaten bunu söylerken sana cevap vermedim. Tecavüz ile ilgili ilk cümlelelerim Lostsoul'un hemen yukarda kısmen alıntılayarak işaret ettiğim metinlerinde geçiyor. Lostsoul; olayı tecavüz diye değerlendirmişti ben de hayır bu tecavüz değildir dedim... Şimdi; konu içerisinde yazılanları dikkatli okumayınca böyle oluyor bunu da anlamanızı temenni ediyorum. Yine ayrıca; yıldızlı yerde bana kalırsa yıldızlanacak birşey yoktu ancak yazılarım doğrudan foruma ulaşmadığı için böyle sorunlar oluşabiliyor. Yine CMK paralelinde söylediğimi anlamamışsınız. Şu anda tutuksuz yargılanmasının tek nedeni CMK'dır. Yada CMK'nın bir maddesidir diyelim. Ha birşey daha var. Şu anda TCK'da bir değişiklik yaparsanız bu davada uygulanamaz demek için CMK'yı konuya dahil ettim. TCK değişiklikleri lehe olursa hemen aleyhe olursa o davaya uygulanmazlar. Yani; şu anda TCK'da yapılacak ağırlaştırıcı bir düzenleme Hüseyin Üzmez'in sanık olduğu davada uygulanmaz demek içindi. Adli Tıp'bın çocuk psikayatristi olmadan çocuğun ruhsal yönden bozulup bozulmadığını incelemesi mantıklı değildir. Her ne ise; 103/6 madde nasıl değiştirilebilir? Bu maddeye 50 yıl hapis cezası şartı koysanız da birşey değişmez. 15 yıl şartı az bir ceza da değildir bana kalırsa. Yani 15 yıldan az olmayacak bu ne kadar yukarı olabilir onu da düşünmek gerekiyor. Ha, bunun için cinsel istismarın tecavüzle birleşmesine de gerek yok. Diyelim ki; 60'lık sapkın bir çocuğa kuytu bir köşede elle sarkıntılık etti ve çocuğun artık sürekli korkularla (yaşlılardan dahi korkmaya) yaşamasına neden oldu. Bu durumda faile en az 15 yıl ceza verilmesini şart koşuyor 103/6. madde. Pekiyi bu madde nasıl değiştirilebilir. Bu maddenin değişmesine gerek var mıdır? Adli Tıp'bın yapısı mı değişmelidir? Adli Tıp Kurumu, içerisinde çocuk gelişim uzmanı (veya başkaca her kim olabilirse-olması gerekiyorsa) olmadan nasıl böyle bir rapor düzenleyebilir. Düzenlememesi gerekiyorken niye düzenliyor. Mesele budur? Meseleyi bir ön kabul olarak cinsel istismara uğrayan çocuğun psikolojik durumu bozulmuştur diye ele alırsak Adli Tıp'bın veya ilgili maddenin hiçbir hükmü kalmaz. Yok eğer;her olayda olayın oluş şekline (somut vakıaya) bağlı olarak çocuğun psikolojininin bozulup bozulmadığı yada uygun tabirle ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespitine bağlı olarak ceza verirsek bu daha uygun olur. Çağdaş hukuk; mağdurdan daha çok suçlunun tekrar topluma kazandırılmasını ve suçuna uygun ceza ile cezalandırılmasını esas alır. Bu sebeple çağdaş hukukta; suçluya hakettiğinden birgün fazla ceza verilmesi büyük bir hata olarak görülür. Bu nebzeden baktığınızda; Hüseyin Üzmez'e verilecek 8 yıldan fazla olan bir ceza doğru değildir. Pekiyi bu bizi neşelendirecek midir? Mağdur kız; sizin kardeşiniz olsaydı neşelendirir miydi? Neşe nereden girdi diye sormayın; her cevap size verilmiyor bazıları kendi içimden geçenler...Bana kalsaydı, benim kardeşim olsaydı; ben isterdim ki bu herif recm edilsin. Pekiyi ikisinin dışında bir noktadan bakmak mümkün mü? Yani mağdur tarafından veya suçlu tarafından olmadan... Avukatlığı yapmamamın bir nedeni de "yeri gelip de suçluları savunmak zorunda olabileceğim ihtimalidir". Bu sebeple ben mağdur tarafından bakıyor ve adamın recmini istiyorum. Yoksa maddi gücü olan gözü dönmüş her zengin böyle bir takım işlere girişebilir. Recmin gerekliliğini islam nazarından değerlendirdiğimiz gibi mağdur tarafından gördüğüm için kendimi, istiyorum. Hukukçu nazarından baktığımızda da; suçlunun; suçunun mahiyetinden fazla cezaya çarptırılmasına karşıyım. Yine; maddelerin doğru uygulandıktan sonra yeterli olacağını da düşünüyorum. Pekiyi problem nedir? Olaydaki problem iki başlıdır değil mi? 1-Adli Tıp'bın; psikolojisi bozulmamıştır raporu vermesi 2-Hakimin, tutuksuz yargılanmaya karar vermesi Pekiyi üçüncü bir mesele var mı? Üçüncü mesele de Hükümetin Adli Tıp'bın verdiği rapora karşı soruşturma açmaması...Bana kalırsa bu çok kolay değil. Böyle birşey yargının işine karışmak olur. Ama bu zamana kadar karıştılar. O, zaten apayrı hataları idi. Pekiyi şimdi ne yapılmalıdır? Ben, hakime kafayı taktım. Hakim yeni bir inceleme isteseydi; savcı yeni bir inceleme isteseydi bunların hiçbiri olmayacaktı. Hükümetin suçu da Adli Tıp'ba soruşturma açmamak olarak kalacaktı. Hasılı; açsaydı da o soruşturma o rapor doğrultusunda verilen tutukluluğun kaldırılması kararını bertaraf etmeyecekti. Yani yargılamaya açılan soruşturmanın bir yansıması 18 ay sonra belki olabilecekti...18 ay dedim diye illaki bir maddeye dayanıyorum sanılmasın. Soruşturma açılacak, soruşturma sonucunda ihmali/kastı olanların olup olmadığı belirlenecek, haklarında dava açılacak dava sonuçlanacak, hüseyin Üzmez'in davasına bakan hakim belki bekletici sorun kararı verecek belki vermeyecek bu davanın sonucunu, o konuda hüküm verilecek de ondan sonra o rapor yok sayılıp yeni rapor istenecek... Neyse; yazım 7-8 saat sonra çıkıyor zaten; ne yazdığımı da okuyamaz oldum...Bu kadar yeter... Bütün yazdıklarımı üzerinize alınmayın yeter...
  13. Selamlar... Recm cezasıyla ilgili açıklamayı yukardaki mesaj nedeniyle yazmıştım. Eski ceza hukukunun şimdikinden daha uygun olduğunu söylemek için değil. Hatta; 15 yıl hapis cezasının hiç de az olmadığını da belirttim. Ve yine konu içerisinde tecavüz ile cinsel istismarın da farklı olduğunu söyledim. Şimdi; konuları okumayıp da anlamak istediği gibi anlayıp ondan sonra da; eskiyi savunmakla beni suçlayanlara çıkıyor ya... Evvela konuları okuyun ardından anlayın, ondan sonra bana cevap yazın. ******** Gelelim İslam'ı kuş haline getirme çabalarına. Kur'an'daki islam anlayışına. Bunun tek manası vardır reform sonrası hristiyanlık çabaları. Aha, bu kadar serttir söyleyeceğim şey. Bir tecditten filan bahsetmiyorum hatta dinde olmayan şeylerin atılmasından da değil. Dini sadece öte tarafa müessir kılacak; sadece kalplerde olacak ve görünür hiçbir tarafını bırakmayacak bir çabanın kendisidir İslam Kur'an dan başka birşey değildir demek. Bunu dediğinizde bizzat Kur'an da geçen ve Peygamber'in söylediklerini takip etmeyi esas alan ayetlere karşı bu kişilerin ne söyleyeceği merak edilir. İslam sadece Kur'an mıdır Sünnet ne işe yarar başlıklı konu altında buna biraz değinmiştim. Buyursun bana sadece Kur'an yeter diyenler bunların ne olduğunu açıklasın. Her ne ise; keçi bahsine girilmiş. Kur'an'ı indiren onu korumayı söz vermişse; keçiyle filan yenilemez o. Kaldı ki; aynı dönemde Kur'an iner inmez ezberleniyordu yani ki; yenmekle yok olmaz. Peygamber döneminde recm cezası uygulanmışsa, ki uygulandığı kesin olarak biliniyor, eğer doğru olmasaydı Allah; peygamberin hata yaptığını belirterek düzeltirdi. Zira bunu daha önce yapmıştır. Mütevatir hadis nedir onu da bilmek gerekiyor. Her ne ise; konu hakkında herkes belli bir firke sahip olup; onu ispata kalkıyor... Gelelim hükümetin ne yapması gerektiğine; Yeni bir yasa yapabilirler ama bu olaya uygulanamaz. Sadece CMK değişiklikleri yapılır yapılmaz uygulanabilen normlar hükmündedir ve CMK değişikliği ile Adli Tıp Kurumunun yapısal varlığı değiştirilebilir. Hakime karşı bir faaliyete girişemezler; hasılı hakimin birşeyler yapması gerekir veya savcının. Hükümetin de onlara karışma hakkı bulunmamaktadır. Ancak; Adli Tıp Kurumu'nun yanlış yaptığına inanıyorlarsa; soruşturma açabilirler ancak o da her tarafı pis bir değnektir. Bana kalırsa iktidarın bu davada yapabileceği şu anda tek birşey vardır. Biz, bunu gerçekleştiren Hüseyin Üzmez ve benzerlerinden nefret ediyoruz ve karşısında yer alıyoruz. Suçluluğu sabit olduğunda ceza vermekten imtina edecek her güç de bizi karşısında bulacaktır gibi bir açıklama yapmaktır iktidarın yapabileceği...Yani öyle çok fazla birşey beklemek mümkün değildir. İktidarsızlık meselesine gelelim. Bakın; iktidarsızlık paralelinde söylediğim şey sadece tecavüzle ilgili kısımdı. Tecavüz durumu birçok şey ile ispatlanabilir. Cinsel istismarın vücuda organ veya cisim sokulması da birçok başkaca şeyle ortaya konulabilir. Yanlış hatırlamıyorsam kız bakir di değil mi? Bu durum ise adamı nerden baksanız 7 seneden kurtarıyor. İlk ifadesinde meni geldiği söylenmişti değil mi? Konuya girmiyorum ama meni bazen; ereksiyon olmadan da gelebilir miş?Yine iktidarsızlık da tıbbi olarak ispatlanabilecek birşeydir. Ha, bu arada benim iktidarsızlıkla ne işim var. İtidarsızlıkla pek bir işim yok. İktidarsızlığı; kıza karşı tecavüz fiilinin gerçekleşmediği paralelinde söylemiştim. Tecavüzün halk arasındaki anlamına bakarak söylemiştim bunu. Ha, önemi de yok; tecavüzün veya hukuki karşılığıyla organ veya cisim sokulup sokulmadığı zaten belli. Bu durumda bu adam tecavüzden yargılanmaz dedim. Karıştırmayın dedim. Şimdi Hükümetin hangi yetkileri olduğunu ve hangilerini kullanmasını istediğinizi belirtin. Bir arkadaş yanlış yere soruşturma açmışlar demiş; iyi demiş. Sizden de diğerlerini ben bekliyorum... Benim gönlümde hala recm var...
  14. İslam şeraitine göre recmdir. Şeriat sadece Kur’an değildir. Kur’an da, senin de bahsettiğin gibi zina edene 100 değnek esası vardır. Ancak; Şeriatin ikinci kaynağı olan sünnette birkaç kişiye recm uygulaması yapılmıştır. Her ne kadar bunun bir had değil tazir cezası olduğu ve uygulamayı yapan ülkelere göre farklılıklarını olabileceği belirtilmişse de; Hz.Peygamber döneminde uygulanan recm cezası evli olanlara uygulanmıştır. Dolayısıyla evli olan birinin yaptığı zina nedeniyle recm uygulanması mümkündür ve hatta sünnette de yapıldığı kesin olarak bilindiğine göre doğru olandır. Gelelim tecavüz durumundaki meseleye; CYRANO, demişsin ki tecavüz diye bir fiilden bahsedilmiyor. Kur’an da her fiilden bahsedilmesi mümkün değildir. Birçok Kur’an da olmayan ve uygulamada ortaya çıkan durumda sünnette ve İslam uygulamasında rastlanılmaktadır. Ancak, rıza ile cinsel ilişkiye (evlilik olmadan) ceza veren bir din bundan daha ağır olan hem cinsel ilişki ve hem de başkasının vücuduna onun rızası dışında bir eylem gerçekleştiren kişiye ceza vermeyecek midir? Hatta öyle bir şey ki; bu durumda tecavüze uğrayanın tecavüzcüyü *****. Yani şöyle düşünelim. Mesela diyelim ki; Kur’an da birine tokat vurmak yasaklanmıştır. Ama yine Kur’an da adamın kafasını keserek öldürmek yasaklanmamıştır. O halde bu serbesttir denebilir mi? Biri diğeriyle hem aynı etkiyi yaratmakta hem de çok daha ağırdır. Şimdi tekrar dönüp bir kişinin evli diğerinin bekar olması durumunda uygulanması gereken cezaya. Bunun açısından kadın/erkek ayrımını İslam yapmamaktadır. Yani ki; kadına recmi uygulayıp da erkeğe tazir uygulayanlar hata etmiştirler. Hangisi evli ise onu recm hangisi de bekarsa ona da değnek vurmak daha doğru olur. Yine dediğim gibi had cezası olan 100 sopadır ancak uygulanmasının bir gereklilik olduğu düşünülüyorsa tazir de uygulanabilir ve recm cezası olarak da evlinin yaptığına karşılık bir ceza verilebilir. Böyle olunca kıza had cezası olarak 100 sopa evli olan adama tazir olarak recm uygulanması gerekir. Ancak; yine ortadaki bir mesele olarak iktidarsızlık durmaktadır. Bu durumda zinanın gerçekleşmesi maddi olarak mümkün değildir. Pekiyi bu maddi imkansızlık bu adamın her yaptığını İslam nazarında mübah kılar mı? Hukuk abesle iştigal etmez. Hoca fıkrasını anlatmamın nedeni budur. Görenler ne sanır. Ha, adam hem zina yapmamış hem de zinaya verilen ceza ile cezalandıralım diyorsun bu mu senin hukuk anlayışın. Bakın; evlinin zinasına verilen bir tazir cezasıdır. Burada tazir kavramı önem arzediyor. Ben konu da ne diyorum; Bu kişiye “ZİNADAN DOLAYI CEZA VERİLECEKTİR” diyorum. Zina ettiği için değil ama zina ayetine istinaden ceza verilecektir. Tazir kavramı önemli bir kavramdır. Verilecek cezayı zaman ve mekana göre, olayın özelliğine göre, hatta maslahata göre belirlemektir. Had’ten farklıdır. Bu sebeple; bugün bir İslam devleti olsaydı ve böylesi bir eylemi bu adam gerçekleştirseydi; ona tazir olarak recm cezası verilmesi gerekirdi veya ben kadı olsaydım recm cezasını verirdim. Bu hem cezanın amacına ve hem de yukarda söylediklerime göre maslahata daha uygun düşerdi. Burada ayrıca başka bir konu da araştırmaya esas olarak alınabilinir. Hani Tevrat’ta Allah’ın hükmü var diye geçen bir tartışmamız vardı 2 yıl kadar önce. Seninle değil CYRANO; o zaman zina paralelinde birçok şeyi araştırma gereği hissetmiştim. Hasılı; Allah’ın hükmü Tevrat’da varken Kur’an daki ayrı bir ceza vermenin manası da ne olaki gibi sorular takılmıştı aklıma. Sonra da recm ve 100 değnek farkı gözüme ilişmişti. Her ne kadar Kur’an da 100 değnek varsa da recm geçmiyordu…Bir açıklaması olmalıydı elbet… Yine başka bir tefsirde… Ayetin nüzul sebebini Elmalılı da recm değilde başka bir şey olduğunu belirtiyor. Ancak; baştaki Ebu Hureyre ve İbn’i Abbas’tan gelen rivayetler denilince zina nedeniyle olması da muhtemel geliyor. Yoksa; recm cezası uygulamanın temelini gösteren bir norm bulmak güçleşiyor. Hz.Peygamber döneminde uygulandığı da kesin olduğuna göre; acaba içerisinde Allah’ın hükmü olan Tevrat’ın ilgili zina kaidesi uygulanmış olabilir mi? Elmalı’lının tefsirinde bu konuda bir takım bilgiler mevcut. Hele bu metin bir dursun da; şu iqra’yı çalıştıracak bir bilgisayar bulabilseydim. Yani ki; İslam fıkıh ansiklopedisini bir türlü çalıştıramadım. Çalıştırdığımda (açabildiğimde biraz daha teferruata inebileceğim sanırım) inşallah bir şeyler bulabilirim. Kaynaklar konusunda birkaç siteden yararlanılmıştır. Alıntı yaptığım yerleri tek tek belirtme gereği hissetmiyorum. Saygılar…
  15. Bu metin biryere kaybolmasın, bugün cevap vermeye vaktim yok. Kısmetse yarına diyelim...Belki yarından da biraz uzayabilir. Nihayetinde ortada bir de iktidarsız olmanın zina suçuyla ilintisi problemi ayrı olarak duruyor. Bunun için biraz vakit istiyorum.
  16. Selamlar... Her ahval ve şerait içerisinde hukukun savunulmasıysa hukukçuluk evet hukukçuyum. Bunun dışında avukatlık stajını tamamladığı halde avukatlık yapmayan hukuk fakültesi mezunu bir meczubum o kadar... Kanunun birini görüp birini bilmemek bu sonuca neden oluyor. Hakim her celsede tutuklunun tutukluluk halinin devam edip etmemesine karar verir. Yine ayrıca sanık da yeni durumların ortaya çıkması durumunda tutukluluk halinin kaldırılmasını isteyebilir. Yine alıntı yaptığınız Ceza Muhakemesi Kanunu madde 110 eski CMK'nın maddesiydi yanlış hatırlamıyorsam. Konumuza esas Yeni CMK'nın İşte esas madde budur. Burada hakime açık bir yetki verilmiştir ancak maddenin düzenleniş amacına baktığımızda çocukların cinsel istismarına ilişkin şüphe varsa hakimin tutuklama kararı vermesi gerekir. Adli Tıp Kurumunun yapısı karışıktır. Öyle Adalet Bakanlığı bünyesinde filan diyerek Adalet Bakanlığına bir gönderme yapmanın anlamı yok. Hakimin yanlı karar alması, Adli Tıp Kurumunun yanlı karar vermesini iktidarla özdeşleştirmek çok sakat bir yaklaşımdır. Bunu söylediğimiz anda hukuka aykırı olarak mahkemelerce verilmiş tüm kararların hukuka aykırı olarak Adli Tıp Kurumunca verilmiş tüm kararların sorumluluğunu hükümete atmak zorundayızdır. Adli Tıp Kurumunun objektif olarak karar vermemesi o kuruma ait bir kusurdur. Bu kusuru mahkemenin görerek yeni rapor istemesi mümkündür. Burada illaki AKP'yi veya hükümeti eleştireceksek; neden daha sağlam kanunlar yapmadığı noktasında eleştirebiliriz. Neden Adli Tıp Kurumuna böyle bir yetki verdiniz diye eleştirebiliriz. Bakın, halk arasındaki tecavüzün ne manaya geldiğini biliyoruz. Ben, bunun hukuki tanımının ne olduğunu söyledim. Vücuda organ veya sair cisim sokma. Eskiden sair cisim de yoktu maddede. Hasılı; Üzmez'in daha ağır olan, ki 15 yıla kadar hapsi gerekir öyle birşey olsaydı, bir maddeden yargılanması için cinsel istismarın bu şekilde yerine getirilmesi gerekirdi dedim. Ben, iktidarsız olduğu söylenildiği için basitçe olayı aktardım. Yok eğer iktidarsız değilse dahi 15 yıl ceza vermeniz için ya organın veya bir cismin vücuda belirli yoldan sokulması gerekir. AKP müslüman. Diğerleri değil demedim. Ama burada özel bir vurgu var. Konu nedeniyle özel bir vurgu var. İslam zaten böyle bir dindir deniyor kaç gündür. Bunun sorumlusu olarak da hem islam hem de AKP gösteriliyor. O halde buradaki vurgu önem kazanıyor. Yine tekrarlıyorum ve böylesi şereften yoksun, bir kızın hayatını zindan edecek kadar hayasız bir davranışı ika eden/yanan Hüseyin Üzmez'e müslümanları iktidarı döneminde en ağır ceza verilmelidir. Üzmez'in ne dediği beni ilgilendirmez. Eğer Akit Gazetesi arkasında dursaydı yazı yazdırmaya da devam edip; kendisini temize çıkarması için çaba sarf edebilirdi. (Böyle bir ihtimal yok o ayrı hikaye) Gelelim alıntı yaptırtmayın bana denilen haberlere. Aktif haberdeki haber Hüseyin Üzmez'in bacanağıyla yapılan bir söyleşi. Ve tarihine bakıyorum 1 mayıs. Ben ne demişim. Olaya sarahate kavuştuğunda herkes olayın karşısına geçti demişim. Hüseyin Üzmez'in karısını istisna tutuyorum. Şaka bir yana geçmeyenler hala komplo olduğuna inananlar yok mu? Olma mı? Olur da hep yaftalanan islami basın farkındaysan bu olayın karşısında. Akit gazetesi de biraz geç olmakla beraber karşısına geçti. Hocaya sormuşlar. Hocam, tuvalette sakız çiğnenir mi? Hoca cevap vermiş. Çiğnenir çiğnenir de o halde seni biri görürse ne düşünür. Fıkra çeşitli şekillerde anlatılabilir. Çok umurumda değil demişsiniz. Benim umurumda olan bir konudur bu. Güzel sorudur; İktidarsız olan birine zina cezası verilebilir mi? İslam nazarında bu konunun daha önce gündeme gelip gelmediğini bilmiyorum. Bunu ayrıca araştırma konusu yapıyorum. Ancak; bu hal üzere Hüseyin Üzmez yakalanmış olsaydı veya görülmüş olsaydı zina yaptığı/teşebbüs ettiği noktasından hareketle ceza verilmesi gerekirdi kanaatindeyim. Nihayetinde zina her ne kadar bir birleşmeyse de teşebbüs halindeyken yakalanma durumunda da verilecek ceza aynıdır. Sormasına ne gerek var diyemem. Kanuna göre sormak zorunda. Yine kanuna göre sorduğunda gelen cevaba göre (uyar veya yeniden rapor ister) de cezayı ayarlamak zorunda. Kanunun düzenlemesine göre kızın psikolojisi bozulmuşsa ceza ağırlaştırılacaktır bozulmamışsa ağırlaştırma nedeni ortadan kalkmış olmayacak ağırlaştırma nedeni yoktur diyeceğiz. Yani ağırlaştırma nedeni ancak bu rapor kızın psikolojisi bozulmuştur denildiğinde uygulanabilecektir. Yani ki; sorup sormamakta hakimin takdir yetkisi yoktur. Lakin Adli Tıp Kurumu raporu verirken doğru yapmamış olabilir. Yine hakim; adli tıptan gelen rapora hemen uyarak doğru yapmamıştır. Adli Tıp Kurumunun kokuşmuş olduğunu bilmeyen yoktur. Hakimlik mesleğinin de ne kadar ayaklar altına düştüğünü bilmemek de mümkün değildir. Şu anda Türkiye'nin hem doktor hem de hukukçu açığı had safhadadır. Bakın daha önce Yargıtay'ın doktorları nasıl da koruduklarını ve Yargıtay 2. Başkanının bir açıklama karşısında susarak evet manasında başını salladığını söylemiştim. Hastalardan alınan jilet parasına Yargıtay irtikap değildir görevi suistimaldir demiştir dedim. Bu da doktor açığı sebebiyle Yargıtay'ı böyle bir karar almaya iten bir neden midir acaba diyen Profesör Mustafa Avcı Hocamın açıklaması doğrultusunda Yargıtay 2. Başkanının tavrını belirttim. Doktorluk mesleği en yoğun olduğu yerdir hukuk nazarında kokuşmuşluğun. Ancak; bunu çözmek o kadar kolay değildir. Adli teşkilat o kadar kokuşmuştur ki aklınız almaz. Hatta o kadar ki; İcra Mahkemesi Hakimi; yahu arkadaş icra dairesinde arada bir denetim yapıyorum kasada her zaman fazladan para var diye bize yakınabilmiştir. Kasadaki fazladan para birilerinden alınan fazladan paradır. Gelelim Ameliyat etme yetkisine...Benim savunmam o değil. Ancak, böylesi bir yetki doğru değildir diyorum. BÖYLESİ...Birinin bana, yahu arkadaş (özellikle 15 yaş doğrultusunda bir sürü düzenleme var) 15 yaşından küçük kızları cinsel yönden istismar ettiğinizde psikoloji bozulmayan kızlar da var demesi mümkün müdür? Bu sorunun cevabı verildiğinde Adli Tıp Kurumunun da kararını eleştirebiliriz. Eğer bu sorunun cevabı EVET ise; Adli Tıp Kurumu'nun doğruyu yapmış olma ihtimali var mıdır? Yok HAYIR ise...Adli Tıp Kurumu yanlış yapmıştır ama o zaman da Adli Tıp Kurumuna çocukların cinsel istismarı noktasında psikolojilerinin bozulup bozulmadığını sormamızın bir anlamı yoktur zira hepsinin zaten psikolojisinin bozulacağı kesin(dir-zira bu önkabülle hareket ederek HAYIR dedik). Ha, denilen şudur. Yahu bu olaya münhasır olarak Adli Tıp Kurumu yanlış yapmıştır. Buradaki soru da kasıtlı bir yanlış mı yoksa doğruyu yaptıklarını mı düşünüyorlardı? İktidar olarak soruşturma açtığınızda bu kurum sizce bundan sonra nasıl rapor verecektir. Bütün raporlarda evet psikolojisi bozulmuştur demeyecek midir? Bakın, konu çok karmaşıktır. Zordur. Buradaki asıl iş hakime düşerdi. Hakim, elindeki dosya münderecatına göre yeni bir tetkik isteyecekti. Tutukluluk halinin devamına karar verecekti. Ve ne güzel biz bunları konuşmayacaktık. Her şeyi birbirine karıştırıyorsunuz ve bu noktada doğruyu gösterenlere böyle mi karşılık veriyorsunuz. Tecavüz ayrı cinsel istismar ayrı. Her cinsel zorlamayı anladığınız anlamda tecavüz olarak değerlendirirsek herkese 15 yıl hapis vermemiz gerekir. Bekir arkadaşınız Üzmez'e karşı bir karalama olduğunu hiç söylemedi. Lafı anlamazsanız böyle abuk subuk şeyler yazarsınız. Ben, o şerefin kırıntısına dahi sahip olmayan adam için hiç böyle birşey demedim. Konu içerisinde Karabekir adıyla yazdığım ilk mesajdan bu yana hiç bir zaman böyle demedim ama hem yasadan konuşuyorsunuz hem de yasa hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz diyerek yolu açmaya çalıştım. Bir daha yazıları doğru okuyun ondan sonra cevap yazın... ********. Burada Hüseyin Üzmez'i koruyan yok ve hatta recm edilmesini isteyen bir adam var. Ama kanunları karıştırmayın diyorum. Sadece bunu söylüyorum. İyice dikkat edin...Çok iyice... Selamlar ile...
  17. Sayın Mavi olmayan gökyüzü, da da bağlacı koyarak iki şeyi bir ve aynı olarak görmüş gibisiniz. Hem ona hem buna...Böyle olunca hukuk adına bir sorun oluşuyor. Yasama-Yürütme-Yargı üçlüsü yerine getirdikleri işlev dolayısıyla bu adı alırlar. Bunların içerikleri dolayısıyla değil. Doğal olarak yargı yerine getirdiği yargı işlevi nedeniyle yargıdır yasamada yaptığı yasal metinler nedeniyle yasamadır. Bu vecheden baktığımızda hukuk (hakkın çoğulu) bizzat yargının yerine getirebileceği birşey değildir. Yargı; hukukun ne olması gerektiğini somut olaya göre söylemeyi kendilerine ödev olarak verdiğimiz kurumdur. Ancak; yargısal olan hukuki olmayabilir. Yada hukuki olan bazen mevcut yasaların da dışındaki birşeydir. Yani ki; hukuk aşkındır. Hakkın yerine getirilmesine hukuk deriz. Dolayısıyla hukuka güvenmiyorum dediğinizde sığınılacak (metafizik olmayan) birşey kalmaz. Yargıya güvenilmeyebilinir ancak hukuk her daim güvenilmesi gerekendir. Zira hukuk ne başlı başına yasadır ne de yargılama makamının yerine getirdiği işlevdir. Ben; hakimlerimizin bir kısmına güvenmeyebilirim, ben verilen kararların yanlışlığına inanabilirim, yine bazı kararların açıkça yasaya ve hatta bazen hukuka aykırı olduğunu söyleyebilirim ama ben hukuka güvenirim. Güvenmek zorundayım. Hukuk derken idealize ettiğim bir faraziyeden bahsetmiyorum kelimenin kök hali dahi bunu belirtir. Yargının verdiği karara gelince; sizin de belirttiğiniz gibi; bu "ara karar" işgüzar bir hakimin hinliğinden başka birşey değildir. Böylesi bir davada nasıl o adamı salıverirsin. Tutuksuz yargılarsın. Mahkeme devam ediyor ancak bu tutuksuz yargılama (daha önce söylediğim bir şey de tutuksuz yargılanmamak asıl tutuklu yargılanmak istisna olması gerekirken Türkiye'de hemen her dosyada tutuklama kararları verilmektedir) sanki hüküm hakkında da bize fikirler veriyor. Hükmün de bu hakim tarafından verileceğini hatırlarsak ceza dahi almamasının muhtemel olduğunu hesap etmemiz de gerekiyor. Sırf bu davaya has olmak üzere Hüseyin Üzmez'e en ağır ceza verilmelidir. Hatta hapisten dahi çıkarılmamalıdır. Bir müslüman böylesi aşağıca birşey yaptığında tüm müslümanlara leke sürmektedir. En azından islam/müslüman düşmanları böylesi birşeyi fırsat bilip tüm müslümanlara giydirmeye çalışmaktadırlar.*****. Ve tüm herkes de müslümanlığın nasıl birşey olduğunu görmelidir. Bizden olan yaptığı hatayı en ağırıyla ödemelidir. Bizden olan (olduğunu söyleyen) yaptığı rezilliğin arkasında bir tane müslümanın dahi durmayacağını görmelidir. Mavi olmayan gökyüzü, söylediklerinize ben de aynen katılıyorum (hukuk istisna)...
  18. Taciz hafife alınmıyor. Taciz ile başka birşeyi birbirine karıştırmayın deniliyor. Birini kasten yaraladığınızda onu öldürmekten yargılanmak mantığa uygun mudur? Olayı hafife almakla olay hakkında hiçbir malumat sahibi olmadan yazı yazmak arasındaki farkı dahi ayırt edemeyenler kalkıp bize söz söylemeye yelteniyorlar. Olay hafife alınacak bir olay değildir ancak cinsel istismar ile cinsel istismarın vücuda organ veya doku sokma şeklinde gerçekleşmesi (halk arasında tecavüz denilen şey işte budur) arasında çok uzun yıllar hapis cezası vermek gibi bir farkı vardır. Kanun bunu böyle söylerken siz nasıl olup da bunu söyleyenler olayı hafife alıyorlar diyorsunuz. Kanun cinsel istismarın organ veya cisim sokma şeklini ayrı düzenlemiş mi. Evet düzenlemiş. Eeee, pekiyi organ veya doku sokmama şeklini düzenlemiş mi? Düzenlemiş. Şimdi; adamın iktidarsızlığı paralelinde bunun ayırt edilmesi gerekmiyor mu? Hakimin ayırt etmesi gereken ilk şeylerden biri de bu değil mi? Hakim bunu söylediğinde olayı hafife mi almış olur? Adamın iktidarsızlığı ona taciz hakkını vermez. Adamın hiçbir özelliği cinsel istismara izin vermez. Kimsenin hiçbir özelliği cinsel istismara izin vermez. İyi de bu özellik belli bir suç tipini işlemeyi imkansız hale getiriyorsa (sair cismin de olaya karışmadığını düşünürsek) o zaman o adamı belli bu suç tipinden cezalandırabilir miyiz?Örneğimiz şu olsun: Zimmet suçu; zimmet suçunu işleyebilmek için memur olmak şarttır. Yani memur olmayan birini zimmet suçuyla yargılayamayız. Yada çocuk düşürme suçu için kadının evvela gebe olması gerekir. Kadın hem hamile değil ama onu çocuk düşürme ile suçlayalım diyebilir miyiz? Bunlar suçun ön koşulları hiç şüphesiz. Bunlar olmadan o suç olmayacağı gibi kişi de o suçtan suçlanamaz. Tamam olay pis, lanetlenesice, şerefi bir kenarda bırakan bir olay. Tamam, bunu yapan adam **, kendinden bir haber, mutantlaşmış bir insan, veya müsveddesi...Ama, biz hala insanız. Biz hala hukuku söylemek zorundayız. Ve hukuk ve yürürlükteki ceza hukuku o anki olaya o anki olayın özelliğine göre uygulanır. Hal böyle olunca cinsel istismarın organ veya cisim zerki şeklinde meydana gelmeyenine organ veya cisim sokma şeklinde bir ceza verilmesi uygun değildir... Gelelim Demirefe'nin cevaplarına... 2 cümle alınarak birbiri ile çelişkili olduğu belirtilmiş. Hayır çelişkili değildir ama belki bir noktası eksiktir. cümlenin tamamı budur. Öyleyse dikkatten kaçan bir kısım var mıdır? Evet yukarda işaretli kısım dikkatten kaçmıştır. Hüseyin Üzmez'inkine tecavüz demedim. Kızın rızası olsaydı dahi ortada meşru bir evlenme yoktu dedim. Niye söylüyorum bunu; Evliliğin herkese duyurulması gerekir yani ki evliliğin bir şartı da şahitlerin huzurunda olması ve bilinmesidir. Dolayısıyla bu evlenme meşru değildir ve zinadan dolayı ceza verilecektir. Yani tecavüzden değil. Nihayetinde kendimden alıntı yaptığım yerde meşru evlilik için tek şart yaş değildir demiştim. Görevi suistimal soruşturması açsın mı? Neden dolayı. Adli Tıp Kurumunun vermiş olduğu rapordan dolayı mı? Bakın, Adli Tıp Kurumuna bu yetkiyi siz vermişsiniz. Verdiğiniz yetkiyi kendi Tıp mesleklerine giren bir konuda kendileri kullanmış. Neden dolayı soruşturma açacaksınız. O kızın psikolojik durumunun bozulmadığı noktasında niye rapor verdiniz diye mi? Bunun için soruşturma açarsanız; 1- Bu yetkiyi niye verdiniz çünkü 18 yaşından küçük herkesin psikolojik durumunun bozulmuş olduğunu varsayarak hareket ediyorsunuz derler adama 2-Bu kanunu niye yaptınız öyleyse diye sorarlar adama... Şimdi Adalet Bakanlığı yeni bir kanun tasarısı hazırlayabilir ama TCK çocuk oyuncağı değildir. Her olay üzerine yeni bir kanun yapılmaya çalışılırsa bu adaleti fena halde sarsar. Bir de TCK'da yapılan her düzenlemenin uygulanması çok büyük karışıklıkları beraberinde getirir. Bunu bir kanun maddesi olarak TCK'ya koyarsanız bazı çocukların psikolojilerinin bozulabileceğini bazıların da bozulamayacağını öngörerek yaparsınız. Hal böyle olunca da Adli Tıp Kurumu istediği raporu verebilir. Bu noktada hakime düşecek şey yeni bir rapor istemek olabilir veya konuya Sosyal Hizmetlerin müdahil olarak yeni rapor istemesi gibi bir durum gerekir. Adli Tıp'dan illaki belli bir yönde rapor vermesini istiyorsak kendilerinden rapor istenilmesinin bir manası yoktur. Hakim veya bizler oturduğumuz yerden kızın psikoloji bozulmuştur 15 yıl hapsine diyelim olsun bitsin. Psikolojinin bozulması ağırlaştırma nedenidir bozulmaması değildir denilmiş. Ben aksini söylemedim. Ancak; baştaki varsayım psikolojinin bozulmuş olması yönünde olduğu için adam sanki 15 yıl ile yargılanıyordu. Adli Tıp'dan rapor gelince 3-8 yıl arasında hapis istemiyle yargılanmaya devam ediliyor. Sanki bir hafifletici neden gibi duruyor değil mi? Kanunun sistematiğinde önce temel ceza bulunur ondan sonra ağırlatıcı nedenler eklenir. Psikolojinin bozulmuş olması ağırlatıcı nedendir o kadar... Hükümet mesela hakime ne yapabilir...Çok şeeeyyyy, de ne... Görevden alacaksınız, sürecek misiniz, kademe ilerlemesini mi durduracaksınız...Yok; o işler o kadar kolay değil...Hele de böyle herkesin gözü önünde cereyan eden bir davada daha da mesele...Ama bir savcıyı görevden almışlardı? He almışlardı değil mi? Bilmiyorum, bir iktidarın yapabileceği en büyük hata yargılamalara karışmasıdır. Birine iyi birine kötü demesidir. Hukuk kendi içerisinde işleyip gereğini yerine getirmelidir. Getirmediği davalar olmuyor mu? Aha bu dava onlardan biri ama bu mahkeme ne karar verirse versin yukarda da Yargıtay olduğunu unutmayalım. İşler karışık vesselam. Yukardaki yargıtay da aşağıdaki hakim gibi karar verirseler ya ne olacak... Olayımızdaki TUZ, yargıdır. Yargı gereğini yerine getirmek isteseydi kimse ona kolay kolay engel olamazdı. Yargı kokuyor...Şimdi karmankarışık oldu herşey işte.
  19. Yine bazı şeyler birbirine karışmış galiba. İkinci suç şikayete bağlı birincisi ise resen araştırılır. İkinci suçtan dolayı öyle uzun süreli hapis cezası yoktur. Çocuk dediğimiz kişiler TCK anlamında 18 yaşından küçüklerdir. Yani biri 18 doldurmuş biri de 17 ise ve kendi istekleri ile ilişkide bulunmuşlarsa şikayet üzerine dava açılabilecektir. Bu hapis cezasının üst sınırı da 2 yıldır. Öyle çok uzun bir süre değil. Takdiri indirim nedeni filan kullanıldığında ertelemeye tabii tutulabilir. Bir akrabamın başına gelen komik bir olayı anlatayım. Akrabam (erkek) bir kızı kaçırıyor rızayla. Kız 15 yaşı ikmal etmiş erkek ise henüz 15'i doldurmamış. Neyse kız tarafı şikayet ediyor ve savcı her iki tarafında yakalanmasını temin ediyor. Ancak kanun gereğince kıza karşı kamu davası açılmak zorunda çünkü kızın yaşı 15'i aşmış vaziyette. Artık karşı taraf bizimkilerin peşini bırakmıyor... Gelelim Üzmez meselesine. Üzmez'in davasında mağdurun şikayeti şart değildir. Dava kamu davasıdır. Beden ve ruh sağlığının bozulması veya bozulmaması tutuklu yargılanma/ması için bir neden değildir. Hakim, işgüzarlık yaparak tutuksuz yargılanmasına karar vermiştir halbu ki; 3-4 yıl hapsi gerektirecek birton suç nedeniyle bir sürü insan tutuklu yargılanmaktadır. Oysa ki; Hüseyin Üzmez halen 3-8 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanmaktadır. Gelelim dini yönden meseleye. Olay ilk vukuu bulduğunda müslümanlarda bir ne oluyor meselesi vardı. Olay sarahate kavuştuğunda herkes bu olayın karşısına geçti. Sesinizi niye çıkartmıyorsunuz diye soruluyor ama seslerin ne kadar çıktığına kimse dikkat etmiyor. Tamamen mantıktan yoksun bir soru sorup mantıklı cevap bekliyorsunuz. Ne alakası var ibadet ile tecavüzün. Bir de tecavüz deyip duruyoruz da adam iktidarsız. Yani ortada tecavüz yok cinsel istirmar var kanunun tanımıyla. İkisi farklı şeyler. Ama yine de birine tecavüz edenin cinsel yönden cezasını soruyorsanız recmdir. Hüseyin Üzmez'e de islam nazarında verilecek ceza recmdir. Haa, şimdi yahu islama göre yaş uygundur diyenler olabilir ancak islama göre meşru bir evlilik için tek şart yaş değildir. Veya şöyle söyleyeyim. Üzmez'in kendini kurtarabilmesi için bir İslam Devletinde olsaydık o kızla evli olması gerekirdi. Yani; yaptığı şey islama tamamen aykırıdır ve recmi gerekir. Adalet Bakanı birşey yapmıyor deniliyor. Ne yapsın mesela...Geç kalmış bir müdahale talebinde Sosyal Hizmetler bulundu ve raporun yenilenmesini istediler. Raporu veren kuruluş ise raporun doğru olduğunu söylüyor. Buradaki raporun tek fonksiyonu cezayı ağırlaştırıcı bir neden olması. Üzmez'in olayından önce; sürekli olarak Adli Tıp Kurumu; 18 yaşından küçük çocuklara karşı yapılan cinsel istismarda bu tipten bir ruhsal sağlık değerlendirmesi yapıyordu ancak kimsenin sesi çıkmıyordu. Bu madde ya özünde yanlıştır veya adli tıpbın raporu doğrudur. Niye; Eğer Adli Tıp Kurumuna bu yönde bir yetki verirseniz ve kanuna ruhsal sağlığın bozulması gibi bir madde sokuşturursanız; o zaman kimilerinin sağlığının bozulduğunu kimilerinin de bozulmadığını hesaplamak zorundasınız. Veya maddeyi ihdas ederken onların olduğunu varsaymak zorundasınızdır. Şimdi karşı çıktığımız nokta bu mudur? Yani böyle bir madde niye vardır da Adalet Bakanlığı devreye girip bu maddeyi değiştirmiyor...Arkadaşım bu sadece adalet bakanının olmadığı gibi Meclisin görevidir. Ama Adalet Bakanlığı belki burada araya girip bir tasarıyı taşıyabilir ancak bir kanun özellikle ceza kanunu çok dikkatli yapılmak zorundadır. Aman ha...Birine ceza verirken; evvela cezanın gerekliliğini ve benzer cezalarla oranını da hesaplamak gerekir. Yoksa cinsel istismara tecavzüden, tecavüze kasten adam öldürmekten ceza veririz ki bunun anlamı olmaz. Yani; her suça karşılık oranlı bir ceza gerekir. Yoksa her canı yanan suçluya idam ister... Çocuğun cinsel istismarı için 8 yıl az değildir. Tecavüz için bu madde vardır. Buralarda bir sürü ağırlaştırıcı madde de vardır. Ama bunların bir manası yok. Şimdi olayı getirip AKP'ye dayamanın da bir anlamı yok. Diyelim ki; bunu Üzmez değil de mesela aynı gazeteden başkası yapsaydı veya İlhan Selçuk yapsaydı biz topyekün CHP'yi mi suçlayacaktık. Veya o gazetedeki herkesi mi suçlayacaktık. Hakeza dediğim gibi ilk defa İlhan Selçuk yapsaydı ilk başta olayı bilmeyenler yok yahu İlhan Abi yapmaz öyle şey demeyecekler miydi...Ha, bu arada Akit Gazetesinin de bir açıklaması vardı konuyla ilgili. Başka şeyler belirleyici olmayabilir de; o olaydan sonra yazı yazdırılmamasına dikkat etmek gerekiyor. Ve gelelim bu partiye oy verenler Üzmez'in ceza almasını istemiyorlar gibi dumura uğramış bir cümleye...Bu nereden çıktı. Bu akıl kumkuması söylem de nedir? Yani ne demeliyim ben bu yazıya. Üzmez almalıdır hem de en ağır cezayı almalıdır ki; müslümanların iktidarındaki bir dönemde böyle birşey yapanların hakkından nasıl gelindiği görülsün ve hem de müslümanlar böyle birşey yaparsa arkalarında kimsenin olmayacağı görülsün. Hatta karşılarında olunacağı görülsün. Cezayı vermeyip salıveren hakim (bağımsız 1. kuvvet); raporu düzenleyen kısmen bağımsız adli tıp. Sorumlu AKP. Ne alaka...Hatta daha öte sorumlu ben...Kör alaka...Hakim tutuklu kalacaksın deseydi kimin gıkı çıkardı. AKP'nin mi? Ben, o hakimin yerinde olayım da bana gık diyen AKP'yi oymayayım ha böyle bir davada. Kimse de karışamaz o hakime. Kendinden başka. Hakimde yapabileceği adiliği yapmıştır o kadar. Hemen hiçbir müslüman yüzümüze çaldığı bu leke yüzünden Üzmez'i affetmezken acaba o hakim niye tutuksuz yargılanmasının yolunu açtı. Tutuklu yargılayamaz mıydı...Yargılardı...Eh, ben de kendi komplo teorimi kurayım ve o hakimin CHP'li olduğunu söyleyeyim o zaman...
  20. Enternational forumlar dikkate aldığım birşey değildir dedim kaynaklar demedim. Lütfen dikkat. Kaldı ki; her kaynak başka bir ülke vatandaşı için kendi ülkenin kaynağı dışındadır. Enternationaldır yani. Hasılı Kur'an dahi bu anlamadan baktığınızda enternational bir kaynaktır. Ancak; ingilizcem iyi olmadığı için enternational kaynaklarla işim yok ve yine İslam'ı tartışıyorsak bir kavrama islam hangi adı verdiyse onu ifade etmek zorundayız. Mesela tecdit-reform problemi. Mesela müctehid-ulema-bilim adamı-hukukçu farklılıkları gibi. Bunları bir ve aynı anlamlar olarak görürseniz şaşalarsınız. Her ne ise; Hz. Peygamber'in hayatına Siyer'i Nebi deniyor müslümanların dilinde. Ben, size: İmam Suyuti'nin, M.Hamidullah'ın iki siyer kitabını ve Hz.Peygamber'in devlet yönetimi (konumuzla ilgili yerleri olduğu için belirtiyorum) alanında Kettani'nin kitabını okuduğumu belirtsem. Daha farklı kaynaklardan birçok kitap olmak üzere bunlar baştadır desem. Haa, bunları böbürlenmek babında söylemiyorum. Keşke birkaç tane daha okuyabilsem ancak bu kitaplar hacim olarak biraz fazla ve teferruat alanında inanılmaz teferruatlı kitaplardır. Okuduğunuzda anlarsınız. Gelelim yazdığınız sure ve numaralara...34/4 Sebe Suresine denk geliyor ancak bahse konu 4.cü ayetle konunun hiç alakası yok. Sanırım 4/34 olacaktı. Nisa Suresinin ilgili ayeti. O halde diğerleri de tersten yazılmış galiba. 2/24 ve 44/38... Bakara Suresinin ilgili ayetiyle kadınlara eza verilmesi arasında bir kolerasyon yoktur. Dayakla da ilgili birşey yoktu. Duhan Suresi-44.Sure/38.ayet. Bu da olmadı... Geri dönüp acaba 1. yanlış yazılmıştı 2. ve 3. doğru mu yazılmış diye kontrol ettik. Evet öyle olmuş. Nur Suresi/24/2 2. Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun. Bu sure'de özel olarak kadınlarla ilgili bir durum yok. Zina eden herkesle ilgili bir durum var. 38/44 Sad Suresi 44- (Bir de dedik ki): "Eline bir demet al da onunla (eşine) vur; yemininde durmamazlık etme." Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel kul! O hakikaten daima Allah'a yönelmektedir. Bu ayette diyanet mealinde eş kelimesi geçmemekle beraber Elmalı'da geçtiği için onu buraya alıyorum. Pekiyi bu olayın tarihsel bağlamı hakkında bir fikir var mı? Elmalı'nın açıklamasını buraya aktarırsam sanırım konu sarahate kavuşur. Burada dikkat edilirse bir kolaylık bulunuyor. Yine dikkat edilirse Eyyub Peygamber'in bir yemini olduğu görülüyor. Bu yeminin yerine getirilmesi kadını öyle bir hale sokacak ki; bu akıl almaz bir durum olacak. Allah Teala bunu kabul etmediğini bu ayetle gösteriyor. Yemini yerine getir ancak ayrı ayrı 100 deynek vuracağına 100 tane şeyi (ne olduğu belli değil bu ayete baktığımızda hafif eza verecek birşeyler olması gerekiyor) bir araya getirip bir defada vurmanın yolu açılmış oluyor. Haa, burada illaki karınızı dövün denilmiyor hatta hiç denilmiyor. Burada Allah adına verilmiş bir yeminin illaki yerine getirilmesi esası var. Ayetin bağlamı hakkında fikir sahibi olunmadığında böyle gariplikler ortaya çıkar işte Süheyla...Bu ayette kadın 100 değnekten kurtuluyor her ne kadar ortada Allah adına verilmiş/yapılmış/edilmiş bir yemin varsa da. Ve açıklamada ne deniyor. Bu artık bir ruhsat olmuştur. Yani ki izin...Neye izin; kadını dövmeye değil yeminin zorluğunu kolaylık haline getirebilecek bir yol için izin... Bu konudaki en uygun rivayet ise; Eyyup Peygamber; eşinin bir hatasından dolayı hasta iken ona 100 değnek vurmak üzere yemin ediyor ancak daha sonra eşinin hizmetleriyle bu yeminden vazgeçmek istiyor. Ancak; bu mümkün değil. Ve Allah ,ihtimal ki ekin sapı, ile vurması konusunda bir ruhsatı kendisine veriyor ve hem yemin yerine gelmiş oluyor ve hem de eşi herhangi bir eza ile karşılaşmıyor. Kaynaklarımız çok geniş. Kısıtlı değil. İslamı anlamak için şu anki diğer devletlere bakmak doğru değildir ve hatta şu an kendilerine islam devleti diyen birçok devlet bariz şekilde islama aykırıdırlar. Hasılı onlara bakmak doğruyu göstermeyeceği gibi bizi tamamen yanlış yola da sürükler. Daha önce; Hz.Peygamber'in kurmuş olduğu Medine İslam Devletini esas almayan hiçbir devlet islami değildir dedim. Yine Hz. Ömer'in kıtlık yıllarında *** yapan bir kadına recm cezasını uygulamadığını belirterek bunu esas almayan bir devlet islami değildir dedim. Kaynaklar çok geniştir. Örnek olarak şia; ehli sünnete mensup olacakların alabileceği bir örnek değildir. Bu sebeple İran'da örnek olamaz. Yani ki; şu anda islam devleti adını kendine vermiş devletler gerçekte islam devleti değildir. Ne demiştik; birileri kendilerine bir isim veriyor diye o ismin içeriğini dolduruyor değildir. Yani solcuyum diyen herkes solcu değildir muhafazakarım diyen herkes muhafazakar değildir. Kişi onun içini doldurduğunda o olur. Soru; İslam'ı nasıl anlıyorsunuz...Cevap; Nasıl anlamayayım...Ben Suudi Arabistan'a, İran'a, Afganistan'a, Pakistan'a bakmıyorum ki anlamayayım. Kur'an belli. Hadis belli...Takip ettiğimiz insanlar belli...Gerisi de kalbe kalıyor nihayetinde herkes fıtrat üzere doğuyor yeterki fıtratı bozmaya çaba sarf etmeyelim... Gelelim Sahih-i Buhari ve Müslim'e ayet hadis kitaplarına. Bu kitaplardaki bütün hadislerin sahih olduğu hakkında bir bilgi yoktur. Hatta başka bir bilgi olarak içlerinde birçok sahih olmayan hadis olduğu vardır. Bu iki hadis kitabı iyice tetkik edilmiş ve heyet tarafından içerisinde sahihliği hakkında sıralama yapılan hadislere kadar teferruatlı metinler ortaya konulmuştur. Sahihliğin de kendi içerisinde kategorileri vardır. Gelelim Safiyye bahsine. Ben, orada İbnü'l Esir'den alıntı yapmıştım. Çok da farklı birşey söylemedim ki; Safiyye evlendirildiği zevcesini sevdiğini söyleyen var mı? Safiyye belki de kurtarılmayı bekleyen acılar içindeki bir kadındı haaa...Peygamber Efendimizle evlendiğinde yüzünde koca bir morluk olduğu belirtiliyor. Şimdi gelelim diğer meseleye. Safiyye hakkında Kütubü sitte'de geçen bir hadisi kabul edip diğerlerini kabul etmemezlik doğru olmaz. Kaldı ki; Kütubü sitte'de geçen hadislere baktığımızda gerdeğin aynı gece olmadığı söyleniyor 3 gün sonra yapılmış. Yine Safiyye'nin henüz yeni evli olduğu söyleniyor. Diğer başkaca kaynaklarda bunun nedenleri ise şöyle anlatılıyor. 3 gün sonra olmasının nedeni; henüz savaş meydanından çıkılmaması nedeniyle Safiyye'nin gerdeği kabul etmediği ve Peygamber'e bir kötülük yapılabileceğinden korktuğu belirtiliyor. Yine; kocasına; gördüğü rüyayı anlatması üzerine kocasının yüzüne ilk gece tokat vurduğu ve sen Peygamber'i seviyorsun (kısaltıyorum) dediği belirtiliyor. Şimdi ortada aynı konuyu anlatan iki tane hadis var. Birbirini de teyit ediyorlar. Sadece Kütubü Sitte'de hadisin teferruatı yok o kadar... Yani ki; Safiyye gördüğü rüyayla isteğine nail olmuş ve sevmediği kocasından sevdiği adama gitmiştir. Tarihte bir zamanlar bir kıza yazdığım bir mektupda "Rüyada bile aşık olunabileceğini öğrendim" diye yazmıştım. Yani ki; rüyada da aşık olunabilir.... Öğrenmeyi bitirmişsiniz derken; buna muktedir olamam. Kimse de olamaz. Ben sadece bir konuya hasır ederek dersinizi iyi çalışmamışsınız dedim. Dersinizi yine iyi çalışmamışsınız...Kafanızın karışık olması mümkündür. Ehemmiyeti yok...Yeter ki her şeyi olumsuzluk üzerine kurmaktan vazgeçin islama bakarken... Saygılar ve sevgiler...
  21. Aşağıda yazılı olanlar dikkate alınarak politik bir mevzuyu tartışmaya açtığım sanılmasın. Sadece daha önce okumuş olduğum bir kitaptan altını çizdiğim bazı yerleri alıntılamak niyetindeyim. Biraz aralıklı olacak bu aktardıklarım ama Allah nasip ederse kesilmeden devam edecek... İsmet ÖZEL İrtica Elden Gidiyor... Dünyadaki bütün ülkelerde ister metropol, isterse müstemleke ülke nitelliği taşısınlar, siyasi farklılaşma gerçekte iktisadi farklılaşmanın bir yansıması şeklinde belirir. bu ülkelerde sağ ve sol ayrımlarının da böyle bir muhtevaya sahip olduğu gözlerden uzak tutulamaz. Müstemlekeler, ülke ve halk menfaatini savunanlar ile metropolün çıkarına aracılık edenler arasındaki mücadeleye sahne olurlar. Elbette bu mücadele sarih sınırlar gözetilerek yürütülemez, ama bütün savaş böyle bir ikili bölünmeye son çözümde indirgenebilir. Metropol ülkelerde de asıl efendilerle sofra artıklarından istifade edenler arasında bir ayrım vardır ABD'de görülen "zenciler giremez" levhası Türkiye'de "Müslümanlar giremez" şekline dönüşmüş olarak görülmüyorsa bunun sebebi Müslümanların o yerlere zaten girmeye talip olmayışındandır. Biz biraz mürekkep yalamış Türkler kolaylıka kendi milletimiz hakkında keyfimize uygun fikirler üretip bunların doğruluğunda ısrar hususunda; kenti milletimiz adına ahkam kesip tersi vuku bulduğu zaman halk çoğunluğunu kabahatli sayma hususunda bütün öteki milletlerin okumuşlarından epey ileriyizdir. Halk dediğimiz şekilsiz kitle kendinin veya bir yakınının bira içmesinde, toplumdaki alkol bağımlılığında tedirgin olacak bir taraf bulmaz, ama yolu üzerinde alkol komasına girmiş bir adam yatıyorsa alkole karşı nefreti kabarır ve onu hastaneye yetiştirmekten kaçarken kendine ahlaki bir mazeret bulur. Aynı halk, nikahsız insanların bir şehir içinde sarmaş dolaş yaşamalarına şaşmaz ama uygunsuz meslekten olan kadınla aynı dolmuşa binmekten tedirgin olur. Halkın kendi kendine koyup uyguladığı kuralların tuhaflığı saymakta tükenmez. Demokrasinin teminatı bizzat halkın kendisi değildir, mesela demokrasilerde halkın demokrasiyi reddetme talebinde bulunmaya hakkı olduğu söylenemiyor Anarşizm doğrudan doğruya otoritenin mevcudiyetini tartışma alanına soktuğu için son iki yüzyıldır hiç toleranstan yararlanamamıştır. Siyasi tercihleri bakımından Tolstoy da, Bakunin de mağlubiyete uğramışlar, izleyicisiz bırakılmışlardır. Zayıf olanın kuvvetliyi hoşgörmesi ya komik veya manasızdır Galiplerin mağlupları köle yaptıkları dönem geride kaldığına göre, bugün galiplerin mağlupları dolap beygiri yerine koştuklarını söylememiz mümkün. İktidarı cazip kılan onun yerinde ve isabetli kullanımı değil, onun kötüye kullanımı, kötüye kullanılabilir oluşudur... Muktedir kişinin övüneceği husus, şu kadar zaman şu makamda oturdum hiç suiistimal yapmadım değil, (bana göre olması gereken budur.Bekir) ben bu makamda oturtuğum sürece şu kadar yanlışı düzelttim, şu kadar doğruyu ihya ettim olmalıdır... Neyi başardığımız kadar neyi başarmaya niyet ettiğimiz bizim karakterimizin bir parçası olacaktır İnsanlara her istedikleri azar azar ama sürekli olarak verilmelidir. Böylece hem insanların maddi refah alanında istekleri bitmeyecek, hem de bütün ufukları maddi refah çerçevesi içinde kalabilecektir. (Ali Şeriati Kapitalizm adlı kitabında Marks'ın yanılma noktası olarak kapitalizmin akıllanması neticesinde taksitli satış olgusunu ihdas ettiğini ve insanlara her istediklerini elde edebilecekleri ancak onun için azar azar para ödemeleri gerektiğini belirtiyordu. Bu iki mesele birbirine ne kadar yakın geldi bana. Bekir) Yeter bu kadar uzunluk...
  22. bekir şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Yabancı Müzik - Dans - Gösteri Videoları
    80'ler ve 90'lar kafamda hep bir karışık duruyor. Doğum tarihi 80'in başı hatta en başı olunca kimi şarkıları 80'lerde mi dinlemiştim 90'larda mı hatırlayamıyorum. Ama kendi nostaljik geçmişime dönüp de baktığım da yabancı şarkılar olarak şunlar duruyor. CYRANO; La luna'yı yazmışsın ya... Babam, Irak'tan dandik bir radyo getirmişti. Yanılmıyorsam 7-8 yaşlarındaydım. O dandik radyo yaz sıcağında La luna ile ne anlamlar kazanıyordu Adana'nın bir yaylasında. Yaz sıcağı ve yayla ha...Ama oluyordu işte...Ne kadar yıl boyunca alaluna laluna diye saçma sapan ingilizce söylemeye çalıştım ve 2001 yılında aldığım ilk bilgisayara yüklemeyi yapan bilgisayarcı sayesinde yeniden kavuştuğumda sanki bilgisayardan o kadar kazık yememişim gibi sevindiğim şarkı... Vaya Con Dios'un Nah neh nah'ını sayende bulduğumda da çok sevinmiştim, halbuki her zamanki gibi kimin söylediğini bilmiyordum. Sting'in o Shap of my heart. Sevginin Gücü filmini seyrettiğimde ilk defa ne Jean Renau'yu tanıyordum ne de Natalia Portman'ı. Ama ne filmde be o yıllar. Ne şarkıydı o... Roling Stons'tan Paint it black... Mc.Hammer'in U Can't touch this İnterstar zamanlarında Parlament sinema kulübünün sunduğu pazar gecesi sineması reklamlardan sonra devam edecektir derken çalan All my life... bir reklamda çalan big big girl... Görevimiz tehlike filminin müziği...Theme-Mission İmposible A takımı adlı dizinin müziği... wanderful life...bohemian rapsody... Neyse sevdiğim tüm şarkıları/melodileri/soundtrackları yazacak değilim. Hele de çizgi film müziklerine ve çizgi filmlere hiç girmeyeceğim... Ve hiç sevmediğim Hakan Pekerli hey corc versene borçlu şarkılar geldi.
  23. İslam hukukundan bahseden kim. Yahu bilimselci ben sana ne diyeyim. Ben ileri gidiyor ve olması gereken hukuku söylüyorum. İdeal hukuku. Siz ise; bırakın hukuku yasal olmayan bir karara arka çıkmaya çaba sarf ediyorsunuz. Hukuk adına en nefret ettiğim şey; karar kendi düşünceleri doğrultusunda çıkanlar aha bakın hukuk böyledir demeleridir. Dediğim gibi; "AÇIKÇA HUKUKA AYKIRI GÖRDÜĞÜM TÜM KARARLARI ELEŞTİREBİLİRİM. ZİRA BURADAKİ GARABET İSLAM ŞERİATİNE AYKIRI OLMALARINDAN KAYNAKLANMAZ. HUKUKUN KENDİSİNE AYKIRILIKTAN KAYNAKLANIR" Duruşum çok nettir. Benim, bir dindar olmam; dini konularda bir takım sözler sarf etmem modern hukuk teorisi hakkında söylediğim sözlerin şeriat paralelinde olduğunu göstermez. Burada bahsini ettiğimiz bilimsel olmayan bir hukuk değildir. Hukuk biliminden bahsediyorsak hukuktan bahsediyoruzdur. Evirip çevirdiğimiz yok da bazılarının gözü görmek istediklerini görüyor veya ona göre bakıp ona göre anlıyor... Konu paralelinde iki şeyi tartıştım: 1-Türban islamda var mıdır? 2-Türbanlı bir kızın üniversiteye girişini engelleyen bir yasa var mıdır? İslam şeriatinde olması gerekenlerden filan da bahsetmedik. Hatta ileri gidip Dar'ül Harp'den dahi bahsettiğimiz oldu... Size iyi bilimler...
  24. Enternasyonal forumlar dikkate aldığım birşey değildir. Bir kelimeyi islam koymuşsa o nasıl koyduysa odur onun dışında bir kelime uydurur, bulur, başka bir dildeki karşılığını getirirseniz bu o olmaz. Kaldı ki; hijap diyenler muhtemelen sizin gibi kelimenin aslını ya dikkate almayanlar veya yanlış bilenlerdir. 1. soruya verdiğiniz cevap da Türbanın niye uydurulmuş olacağına dair gerekçe yoktur. Bahsini ettiğiniz şey yani Peygamberin kıskançlığı olsayda sadece Peygamber Efendimizin karılarına örtü farz olurdu. Nihayetinde onları diğerlerinden ayrı tutmak istiyorsanız hepsinden farklı bir giyim tarzı en belirleyici olandır. Hepsiyle aynı giyim tarzı değil. Ve konu ile alakasız metinlerin manası yoktur. Konu türban ise onun üzerinden cevap vermenizi rica ederim. Yok o kadınlar için şöyle kötüymüş böyle kötüymüşün bir anlamı yoktur. 2. soruya verdiğiniz cevap; her ne kadar konumuz Hz. Safiyye'nin durumu olmasa da; Evet, Safiyye'nin başka seçme hakkı ve tercihi vardı. Sorumu İslam'ın ilk devresine gidip cevaplanızı istememiştim. Bugün soruyorum. Kadın bu örtüyü kabul ettikten sonra hala hegemonya olarak telakki edilebilir mi? Bugün kabul eden kadınlar üzerinde bu örtü nasıl bir hegemonya sağlar. 3. sorumuza verdiğiniz cevaba gelince gelince; Herkes kendi hatasının cezasını çeker. Allah'ın sopası yok dendiğini duymadınız mı? Yani dayak yiyene dayağı atan Allah değildir. Hasılı islam hakkında spesifik kaynaklardan öğrendiğiniz çakma bilgileri bir şekilde her türban sorusunda türbana ilintilemek niyetindesiniz anlaşılan. Bu soruda da türbana bir cevap değil ama kadınları dövme konusundaki bir nassa gönderme yapıyorsunuz. Her ne ise; bahse konu ayetin yanlış anlaşıldığını sanıyorum. Kaldı ki; herhangi bir hadiste Peygamber'in herhangi bir karısını dövdüğü belirtilmemiştir. Yani ki; bir ayet var diye veya bir ayet birşeyi helal kılıyor diye herkes tutup da 5 posta karısını dövmek zorunda değildir. Yine birileri ayete uyacaksa ayet geçitli bir şekilden bahseder, karısını son kertede hacklayacak adamlar önceki yolları denemelidirler. Ben, yaptıkları herşeye İslamdan bir kılıf uyduran insanlardan haz almam. Yaptığın yanlışı islama mal etmenin tek manası yüreğinin kirli olmasındandır. Baş örtüsü Allah'ın emri diye yutturunca buna boyun eğen çok kadın var cevabının ise erkek hegemonyası sorusu karşısında bir manası yok. 4. İstisnalar çok fazla olunca istisna olmaktan çıkarlar. Her ülkenin İslamı anlaması birbirinden farklıdır. Buna yapabileceğim birşey yok. Ben, kendi ülkem içerisinden soruyorum soruyu. Bu ülkede türbanlı olarak önemli yerler işgal eden birçok kadın var. Bu tek istisna olsa, yani hem türban takacağım ve hem de makam mevkii sahibi olacağım diyen bir kadın varsa o hegemonyanın hakkından gelmiştir. O zaman da hem hegemonya sorgulanır hem de türban erkek egemenliğini sağlayan bir araçtır varsayımı yanlışlanır... Anlaşılan dersinize iyi çalışmamışsınız... Selamlar...Kendinize iyi bakın....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.