Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

restpektif

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

restpektif tarafından postalanan herşey

  1. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Gerçi Amerikalılar “Biz sizinkileri değil, sizinkiler bizi sınadı” iddiasındalar, ama olsun, Hudson türü kurumlarda yapılan senaryolu tartışmaların 'sınama' amaçlı olduğu tescil edildi ya, bu da bir kazanım. Evet, Amerikalılar sazanları senaryolu tartışma yöntemiyle sınarlar… Bildiğim en ünlü 'sınama' olayı Bülent Ecevit'in başından geçti. CIA'deki kişisel dosyası herhalde roman kalınlığındadır Ecevit'in, buna rağmen sınanmasını olağanüstü ilginç bulurum. Rahmetlinin kendisi de başından geçeni ilginç bulmuştu zaten… Yıl 1983… 12 Eylül askerî darbesi Ecevit'i de siyasetten etmişti. 1983, kısmen demokrasi kanallarının açıldığı yıldır. Birçok uluslararası kuruluş Ecevit'i dâvet etmiş, askerler de pasaport almasına izin vermişlerdir. İngiltere'de bir televizyon programına katılır… En iyisi Bülent Ecevit'in kendi anlatımına başvurmak: “12 Eylül askeri müdahale döneminde, yurtdışına çıkma yasağım kaldırıldıktan kısa bir süre sonra, İngiliz 'Grenada' televizyonundan, ilginç bir televizyon programına katılmam için bir çağrı aldım. İngiliz 'Grenada' televizyonu ile Amerikan 'CBS' televizyonunun ortaklaşa düzenledikleri ve yayımladıkları bu programda dünya gerçeklerini andıran, fakat hayal ürünü (varsayımsal durumlar), önceden, geniş bir uzman kadronun katılımıyla, ayrıntılı birer senaryo olarak hazırlanıyordu. Televizyon programına katılanlar da, aralarında tartışa tartışa, senaryoları geliştirip bazı çözümlere ulaşıyorlardı. Benim katıldığım tartışma senaryolarından biri, hayali bir ada devletiyle ilgiliydi. “Varsayımsal senaryoya göre, bu ada devleti zâlim bir diktatör tarafından yönetilmekteydi. ABD ve İngiltere, kendi çıkarlarına sadakatle hizmet ettiği için, bu diktatörü destekliyorlardı. Fakat ada devletinin halkından yükselen muhalefet ve tepki o kadar ileri ölçülere varmıştı ki, ABD ve İngiltere, sonunda, diktatörün devrilmesine razı olmuş ve bunun için gerekenleri yapmışlardı. “Yine senaryoya göre, bu diktatörün yerine, Amerikan ve İngiliz tertibiyle bir başka lider getirilmişti. Fakat o lider de, bir süre sonra, fazlasıyla Moskova yanlısı bir tutum izlemeye başlamıştı. Onun için, ABD ve İngiltere, ondan da kurtulmaya karar vermiş ve gereğini yapmışlardı. Fakat yerine kim geçecekti? İşte senaryonun bundan sonrasını geliştirme işlevi, programa katılan tartışmacılara bırakılıyordu. “Tartışmaya katılanlar arasında, ABD ve İngiltere'nin bazı öndegelen devlet adamları ve komutanları yer alıyordu. O arada, General (Alexander) Haig, eski CIA başkanlarından biri ve o sırada FBI başkanı olan şimdiki CIA başkanı (William) Webster de bulunuyordu. Almanya'dan da bir kaç öndegelen politikacı vardı. Bu üç ülkeden gelenler dışında, ayrıca bir eski İtalyan devlet adamı ile Türkiye'den ben vardım. “Hayali ada devletine yeni bir lider aramasına sıra geldiğinde, tartışmanın yöneticisi Amerikalı profesör, tartışmacılara bir kopya verdi: 'Ada devletinde, şimdilik bir köşeye çekilmiş, fakat halk arasında saygınlığı olan bir sosyal demokrat lider var, onun iktidara gelmesini düşünmez misiniz?' dedi. "Amerikalı ve İngiliz tartışmacılar bu çözüme hemen sarıldılar. Fakat köşesine çekilmiş o sosyal demokrat politikacı nasıl devletin başına gelecekti? "Amerikalılar dediler ki: 'Onun kolayı var... Eski diktatör bizim adamımız olduğuna göre, bu ada devletinin silâhlı kuvvetlerinde de bizim hatırımızı kırmayacak yakın dostlarımız var demektir. Onlara söyleriz, sosyal demokrat politikacıyı iktidara getirmenin bir yolunu bulurlar.' “İngilizler de, Almanlar da bu çözümü hemen benimsediler. Ben, o zamana kadar, tartışmaya hiç katılmamıştım. Bazıları yıllarca dünyanın kaderini etkilemiş Amerikalı ve İngiliz politikacıların, devlet adamlarının, komutanların, bir yabancı ülkeyle, bir yabancı ülkenin içişleriyle ilgili sorunlara nasıl yaklaştıklarını kendi ağızlarından dinlemek, son derece ilginç ve şaşırtıcı idi. Hele son önerilen çözüm şaşkınlığımı büsbütün arttırmıştı. “Tartışmayı yöneten Amerikalı profesör birdenbire bana döndü ve '-Mister Ecevit, diyelim ki o sosyal demokrat lider sizsiniz!.. Amerikalıların önerdiği çözümü kabul eder misiniz?', diye sordu.” Ne dersiniz? Sizin de ağzınız açık kaldı mı? Ecevit sınanmasını 1991 yılında Milliyet gazetesinde yazdı. Artık siyasetten umudunu kaybetmiş bir liderdi; 1999 seçimleri öncesinde Abdullah Öcalan'ın Amerika tarafından Türkiye'ye teslim edilerek önünün açılacağını bilmiyordu. Sınanma öyküsünü o sayede öğrendik… Acaba Amerikalılar, “Öcalan Türkiye'ye teslim edilirse bunun etkisi ne olur?” sorusuna cevap aramak için de bir sınama toplantısı yapmışlar mıdır? Taha Kivanc
  2. Onceleri klasik argumanlara karsi hayli tepkiseldim ama sanirim yavas yavas realiteyi kabullenmek durumunda kaliyorum. Merak etmissiniz sayin katakuta, soyleyeyim; kelimelere takla attirma sanati(!) Turkce askindan ileri geliyor. Ana dilini dahi dogru duzgun kullanamayan "midir mudur vatanseveri" degilim. Illa ki birisinden alinti yaparak cevap vermeye calisiyorsaniz, oncelikle belirtileni iyice anladiginizdan emin olun ve dusunceleri tartisin. On kabulleriniz varsa, buyrun bunlari istediginiz yere yazin ama on kabullerle hicbir seyi tartisamayacaginizi da iyi bilin. Ve muhatabiniza saygiyi da mutlaka ogrenmelisiniz. Duzeyli bir fikir alisverisi istiyorsaniz bunu gozonune almalisiniz. Aksi taktirde muhatap alinmayacaksiniz. Iste bakin, keske onyargilarinizi bir kenara birakip yazdiklarimi anlamaya calissaydiniz.. Halife Omer'den ornek vermisim. Kur'an'da ehli kitaptan kadinlarla evlilige izin verildigi halde Halife Omer'in bunu devlet yoneticilerine yasaklamasi ictihad degildir de nedir? Yine yazimda Kur'an'in temel ilkeleri ile sosyal hayata donuk verdigi "izin"leri ve acilimlari birbirine karistirmamak gerektigi uzerinde durdum ve orneklendirdim. Konuyu detaylandirmanin yararina ancak "saygi zemininin" olusmasi halinde inaniyorum. O yuzden bosa kurek sallamak istemem simdilik. "Islam'in ilk donemlerindeki Arabistan ortaminin sosyal ve ekonomik kosullari koleligin bir anda kaldirilmasini imkansiz kiliyordu. Koleligin kaldirilmasiyla ortaya cikacak olan sosyal ve ekonomik problemler gozonune alindiginda Kur'an'in neden tedrici metot uyguladigi anlasilabilir. Asil vurgulamaya calistigim sey de, kadinla ilgili sosyal duzenlemeler dahil, tam da bu. Olaya bir butunluk icinde bakildiginda, koleligin kaldirilmasina ortam hazirlandigini gorememek imkansiz oldugu gibi kadin icin de ayni durum sozkonusu. Benim cikarimim "degisime hazirlik" yapildigi ve uygun sosyal sartlarin yeni devrimlere hazir hale getirilmeye calisildigi yonundedir." (bir onceki yazimdan) Sonuc: Din hakkinda sahip oldugum dusuncelerim sadece beni baglar. Hicbir dusunceme "kesin dogru" gozuyle bakan bir insan degilim. Nihayetinde anlamaya calisan biri olarak, vardigim bazi noktalari paylasiyorum. Kin, nefret, onyargi ve yobazliklari bir kenara birakan uslup sahipleri ile derinlikli fikir alisverislerine her zaman varim. Dusunce yerine kisiliklere dair yorumlar almis basini gidiyor. Inanin bana, ayni seyi en ala sekilde yapabilirim. Ornegin katakuta'yi, bu cevabindan hareketle, bir karakter tahliline tabi tutabilirdim ama bu benim haddim degil. Selam ile..
  3. "Jon Turkler" adiyla unlenen, 1865'te kurulmus Yeni Osmanli Cemiyeti'ni bilirsiniz. Fransiz Ihtilalinden ve Avrupa'nin ilerleyisinden etkilenen bir grup onemli bir ekonomik destekle Avrupa'ya gonderilirler. Amac, ilerlemenin temel sebeplerini bulmak ve o dogrultuda Osmanli'yi donusturebilmektir. Avrupa'nin degisik kentlerine giden Jon Turkler, gordukleri manzara karsisinda hayretler icinde kalirlar. Kendi toplumunun kultur ve inanclarina dusman olan bu kisilerin ilk dikkatlerini ceken sey; elbette ki Avrupalinin kultur ve yasam sekli olmustur. Avrupa'dan donduklerinde, onlarin nasil giyindiklerini, yiyip ictiklerini, nasil konustuklarini... anlata anlata bitiremezler. Avrupa'daki ilerleyisin tumunu buna baglarlar. Ne teknik anlamda ne de hukuki acidan herhangi bir gozlemde bulunmamislardir. Artik Jon Turkler'e gore Avrupalinin davranislari, hayat bicimi "cagdasligin" olcusudur... Bizden daha kotu durumda olan ulkelerin bugunune bakildiginda ve durumumuzla karsilastirildiginda; sag elimizde bicak, sol elimizde catal kasigini tuttugumuz, 'tesekkur' yerine 'mersi' dedigimiz, plajlarda bikiniyle dolastigimiz, onlar gibi giyinip konustugumuz halde onlarla yarisamiyoruz... Yil 2007. Jon Turkler aramizda dolasmaya ve medeniyeti anlatmaya devam ediyorlar... Selam ile..
  4. Tarih surecinin izledigi yol; esit paylasim, insan haklari, adalet gibi temel insani kriterlerin sureklilik icinde hayattan soyutlanmalaridir. Bazi kesim veya toplumlar lehine seyreden cizginin dunyayi nihai sonuc olan demokrasiye tasidigini dusunmek cok fazla iyimser olmakla aciklanabilir ancak. Gunumuzde insan hayatinda yer bulan ilke ve kavramlar "insan kaynakli" bir temelden yoksundurlar ve tersi yonde olusturulan kokler uzerinde serpilip gelismektedirler. Dikkate alinan hususlar, belirlenen sozkonusu ilke ve kavramlarin yine belirlenmis istikametlerde ne olcude katalizor gorevi gorebilecekleri ile sekillenmektedir. Mutlu ve refah icinde yasayabilmenin temel kosulunun bir baskasinin mahvi oldugu dunyamizda iyimser bakislar sadece kutuplarin bir yonune atifta bulunabilir ve genel anlamda bir "son"u icinde barindirmayacak kadar dar beklentileri icinde barindirir. Insanlik evrensel degerler sisteminin tersi istikametinde gittigi surece, sadece herhangi bir sinif veya toplumu degil ama tum insanligi kusatici degerlerle ortada duran dinlerin toplumsal alana donuk iddialari her zaman surecektir. Zaten vicdani boyuta indirgenmis ve birer inanc sistemi olarak kabul edilen dinlerin aslinda tam da cikis noktasi budur. Bu baglamda, insan yararina iddia sahibi tum ideolojilerin de varliklarini devam ettireceklerini belirtmek gerekiyor. Fukuyama'nin iddia ettigi gibi tarihin sonuna gelmedik, henuz baslarindayiz. Gelecegin baglari dunya halklarinin ortak dertleri olacaktir. Bu ortakliga en iyi vurguyu yapan ve gercekci projelere sahip, harekete gecirme islevi goren din veya ideolojiler hic olmadiklari kadar ilgiyle karsilanacak, on plana cikacaklardir. Bu da benim gelecegimiz ve tarihle ilgili yorumum.. ... Son olarak; tek kutupluluk kisiyi farkliliklara karsi basitlestirir. Dini inanclardan tutun tum dusunce ve inanclara donuk saygi insani bir olgunluktur. Dini inanclara karsi ise gunbe gun daha da hoyratlasan saygisizliklar gozler onunde. Bu durumun bir seyi bilmekten cok bireysel psikolojik gelisimin yetersizliginden ve perspektifsizlikten kaynaklandigini dusunuyorum. Selam ile..
  5. TSK ilk kez "artik yeter" demiyor sayin Dipnot. Her on yilda bir bunu yapiyor ve her ne hikmetse, her "artik yeter"in sonunda daha fakir, daha az ozgur ve nihayetinde daha "emperyalistci" oluyoruz. Cok uzak degil yahu, zahmet edip bakin su yakin tarihinize! Turkiye'ye emperyalist eli hangi durumlarda uzanmis, ne zaman yogunlasmis gorun biraz. Siralanmis ezberlerin icinden bir alternatif gormeye calistim yazida ancak bulamadim. Nedir alternatif? CHP mi? Onlarin alternatifi nedir? Butun samimiyetimle soyluyorum; bana CHP'nin programindan AB'ye girmeyeceklerini, yabanci yatirima dur diyeceklerini, Amerika'ya rest cekeceklerini, ne AB ne ABD tam bagimsiz Turkiye sloganini yansitan kucucuk bir "soz" gosterin, inanin size hak verecegim. Soz!.. Hic mi okumazsiniz parti programlarini... Girin CHP'nin ve diger partilerin web sayfalarina, bakin neler diyorlar.. "AB'ye karsi degiliz ama AKP gibi de yapmayacagiz, ekonomik istikrar icin yabanci yatirim sart ama AKP gibi yapmayacagiz, IMF'ye elbette rest cekmeyecegiz ama AKP gibi yapmayacagiz, AB'nin istedigi demokratiklesmeyi surdurecegiz ama AKP gibi yapmayacagiz..." mealindeki insan zekasiyla dalga gecen programlarla karsilasirsiniz. Insan "haydaaa" demekten kendini alamiyor... Sayet planlanmaya calisildigi gibi AKP hukumet kuramazsa, muhtemel bir CHP-MHP hukumetinin AKP'den tek bir farklari olacak: Ekonomiyi kotu yonetecekler... Yabanci yatirim diye diye dillerde tuy bitti. Hadi bakalim kapanin ice! Ne yapacaksiniz o zaman? Icinde bulundugumuz bu bilisim caginda Turkiye'nin elinde hicbir sermayesi kalmamistir. Gelecek onyillarda bu durum kendini daha da belirgin hale getirecek. 80 milyona yaklasan nufusuyla ekonomik istihdamin tek yolu yabanci yatirimdan geciyor. Farkinda degilsiniz ama bu gercek taa on yildan beri gozler onunde. Turkiye'nin gelecegini teminat altina alabilmesi icin, insanlarini istihdam edebilmesi icin yabanci yatirima ihtiyaci var ve bunun icin de istikrarli bir ekonomi ve demokratiklesme sart. Ne sandiniz, Turkiye nicin birden bire yillardir yapamadigi degisimleri bir gecede yapabildi? AKP'nin gucu mu? Hayir arkadaslar, cunku baska alternatif yoktu ve o yuzden statukocular son ana kadar seslerini cikarmadilar. Bunu gormek lazim! Peki simdilerdeki bu gurultu neyin nesi? Ben bu olanca siddetiyle suren gurultuye ragmen yabanci yatirimcilarin rahatliklarina dikkatinizi cekmek istiyorum. Neden bu kadar rahatlar? Kim gelirse gelsin, belirlenmis politikalar oldugu gibi surecek de ondan! Endiselenecek bir sey yok, piliyi pirtiyi alip goturmenin zamani gecti artik. Anlayacaginiz mesele iktidar kavgasidir. Ne kimsenin bu ulkeye seriati getirmeye ne de baskasinin bu ulkeyi AB ve ABD'den uzaklastirmaya niyeti var! Zaten her ikisine de kimsenin gucu yetmez. Iktidar sahibi olmak bazilarina bu yeni kaymaktan daha fazla pay saglayacak, cepler daha cok dolacak ve en onemlisi "seckinci" zihniyet devam edecek. Umarim bazilari anlayabilir beni... Selam ile..
  6. restpektif şurada cevap verdi: politika başlık Güncel Konular
    Eeee burasi Turkiye! Katillerin kahraman, sair, yazar ve aydinlarin vatan haini, dindarlarin ABD ve Israil yanlisi, milliyetcilerin demokrat, ulusalcilarin solcu, muhafazakarlarin seriatci, devletcilerin evrensel, gazetecilerin kanaat onderi, yalanlarin gercek, statukocularin ozgurluk yanlisi oldugu bir yer!!! Hey guzel ulkem benim...
  7. restpektif şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Öneri ve Eleştirileriniz
    Su cehennemde yanma uzerine ben de Peygamber'in hayatindan bir ornek vereyim yeri gelmisken: Uhud Savasi sonrasinda bir "ana" cilginlar gibi yarali ve cesetlerin arasinda oglunu aramaktadir. Anne'de olusan o derin endise, korku ve meraki ancak baska bir anne anlayabilir. Bir sure etrafta delicesine kosusturduktan sonra nihayet oglunu yarali olarak bulur. Ve anne yuregiyle ogluna gozyaslari icinde, hickira hickira aglayarak sarilir. Olayi goren Peygamber, yanindakilere sunu sorar: "Bu anne oglunu atese atabilir mi?" Soru karsisinda hayret eden sahabeler "Olur mu oyle sey?.." mealinde cevaplar verirler. Ve peygamber der ki: "Iste Allah'a da bir kulunu atese atmasi bir annenin cocugunu atese atmasindan daha zordur. Allah'in merhameti butun merhametlerin uzerindedir..." Selam ile..
  8. Sayin muki, iletimdeki tum ayrintilar kadinla ilgilidir ve getirilen cesitli yorumlara karsi ozet bir acilimi icermektedir. Siz konuyu hakli olarak farkli bir soruyla karsilamissiniz ve musadenizle biraz konumuzun disina cikarak gorusumu belirteyim: Allah'in hem cezalandiran hem de mukafatlandiran ozelliklerini ben sahsen celiski olarak gormuyorum. Her sistem kendi kurallarini cigneyen bireyleri cezalandirdigi gibi, ayni zamanda ovguye layik davranislari da cesitli sekillerde odullendirir. Aksini dusunmek kaosu beraberinde getirir. Bunun cok dogal oldugunu dusunuyorum. Yalniz Islam'daki cezalandirma sadece devlet bazinda kalmamis ama ote dunyayi da kapsamistir. Ote dunyayla ilgili bazi davranis sahiplerinin korkunc bir sekilde cezalandirilacaklari ifade edilir. Ancak hicbir insan herhangi birini yaptigi eylemlerden oturu cehennemlik olarak vasiflandiramaz. Islam kimseye bu hakki vermemis, adaletlilerin en adili diye nitelendirdigi Allah'a bu isi yuklemistir. Cunku Islam inancinda, iclerden geceni en iyi bilen yalnizca O'dur. Kur'an'daki diger ayetler bir inanc butunlugu icinde incelendiginde; ornegin Allah'in merhametinin gazabini astigi soylenir ve O'nun kime merhamet edecegini biz bilemeyiz. Yine de sunu soyler: "Kul hakki", yani masum insanlara yaptiginiz eziyetler haric, Allah herseyi affedicidir. Uzerinizde hakki olanlar ote tarafta sizden razi olduklarinda, bu durumda Allah hesap sormayacaktir deniyor. Allah'in merhamet ve gazabina dair oldukca genis olcekte orneklerle konuyu daha da acabiliriz ama asil konumuzdan uzaklasmamak icin kisaca belirtmek gerekirse; ogut ve uyarilardan cezalara, sosyal yasantiya kadar basitce yargilara varabilecegimiz ve her kisinin kendi mantik olculeri icinde degerlendirebilecegi bir kitap degildir Kur'an. Mantik yetersizdir demiyorum, yanlis anlasilmasin ama gorecelik kavraminin hala yururlukte bulundugunu ve evrensel dogrulara ulasma yontemlerinde hala bir konsensus olusturulamadigini goz onune almak gerekiyor. Bu yuzden beynimizde ve davranislarimizda yillar yili olusmus kaliplarin otesinde bakmak gerekiyor olaya diyorum. Bu sadece din icin degil, hersey icin gecerli. Ve ayni zamanda bu elestiriyi dindarlara da yoneltiyorum. Kalipsal dusunmeye itirazim bu yondedir. Degismez, temel ilkelere gelince.. Bir ornekle aciklamaya calisayim: Sozgelimi, bosanmanin niteliklerine, sekline ve sorumluluklarina dair getirilen kurallar temel ilkeleri temsil ederler. Ama cok evlilik sosyal sartlara mahsus bir izindir. Istedigi zaman istedigi kadini alip bosayan bir toplumu yavas yavas donusturme cabasini da icinde barindirir. Nitekim buna dair hayli zorlastirici sartlar getirilmis ve bu sartlar Peygamber'in kendi talimatlariyla surekli olarak daha da zorlastirilmistir. Kur'an'in amacladigi degisim Peygamber'in talimatlariyla da takviye edilmistir yani. Istenirse ornekler verebilirim. Tarihe ve devrimlere merakli olan her sagduyulu insan, hedefleneni cok net bir sekilde gorebilecegi gibi, Peygamber sonrasi donemde kitlelere kabul ettirilen Islam'in Muhammed'in degil Muaviye'nin Islami oldugunu gorecektir! Bu da farkli konu fakat ilgileniyorsaniz "Islam tarihini yeniden yorumlamak" baslikli yazimi http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=949 linkinden okuyabilirsiniz. Sosyal hayatla ilgili duzenlemelerin temel ilkelerden ayri olarak ele alinmalari gerektigi gorusu bazilarinca farkli algilanabilir. Fakat halifeler donemine ve ozellikle Hz. Ali donemine bakilmasi lazim. Bir ornekle yetineyin yine: Halife Omer Kur'an'da ehl-i kitaptan kadinlarla evlenilebilecegini soylendigi halde, bu durumu yoneticiler icin yasaklamistir. Sunu demek istiyorum: Islam sosyal hayatin problemlerinin cozumlerini Islami otoritelere birakmis ve temel ilkeleri vazetmistir. Her toplumun kendi sartlarini baz alarak belirtilen temel uzerinde kural konmasi gerektigi belirtilmistir. Peygamber'e "Senden sonra problemlerimizi kime goturecegiz" dendiginde de belirttigi adreslerden birisi de ummetinin alimleri olmustur. Tabii ki bu alimligi saltanat doneminin alimligiyle karistirmamak gerekiyor. Zaten saltanat rejimleri gercek anlamda Islamda derinlesmis bilginleri ya hapislerde curuttu, ya da oldurdu. Son olarak; dindar bir tanidigim basindan gecen bir olayi soyle anlatmisti: "Islam'da kadin ve erkek iliskisi ve sorumluluklari konusunu isleyen bir program izliyorum. Kadinin Islam'daki yeriyle ilgili soylenen seyleri ilk kez duyuyordum ve agzim acik izliyordum. Bu kadari olmaz dedirten cinsten seyler vardi. Derken iceri esim girdi ve ben gayr-i ihtiyari videoyu kapattim. Sonra dusundum bu istemsiz hareketim uzerine. Ve dedim ki kendime; simdi anliyorum, neden Peygamber sonrasi Arap kulturunde bu tur seylerin pek dile getirilmedigini..." Kultur, bireysel gelisim, toplumsal altyapi vs yeterince hazir olmadiginda pekcok seyi rahatlikla gozardi edebiliyorsunuz. Selam ile..
  9. Yazdiklarimdan Islam'da koleligin kaldirildigini sanmami cikarmaniz normal, cunku tam anlasilir olmamis o cumle. Kadin konusunda da tipki kolelikte oldugu gibi asamali bir karaktere dikkat cekmek istemistim. Oncelikle bunu duzelteyim. Islam'in ilk donemlerindeki Arabistan ortaminin sosyal ve ekonomik kosullari koleligin bir anda kaldirilmasini imkansiz kiliyordu. Koleligin kaldirilmasiyla ortaya cikacak olan sosyal ve ekonomik problemler gozonune alindiginda Kur'an'in neden tedrici metot uyguladigi anlasilabilir. Asil vurgulamaya calistigim sey de, kadinla ilgili sosyal duzenlemeler dahil, tam da bu. Olaya bir butunluk icinde bakildiginda, koleligin kaldirilmasina ortam hazirlandigini gorememek imkansiz oldugu gibi kadin icin de ayni durum sozkonusu. Benim cikarimim "degisime hazirlik" yapildigi ve uygun sosyal sartlarin yeni devrimlere hazir hale getirilmeye calisildigi yonundedir. Gunumuz muslumanlari cogunlukla cariyelik ve koleligin Islam'da bulunmadigini ya da kaldirilmaya calisildigini kabul ederler. Ancak mesele kadinla erkek iliskisine ve kadinin sosyal hayattaki statusune geldiginde boyle bir yaklasimi pek goremeyiz. Oysa ki cariyelik ile dort esle evlilik ayni ayette gecer. Bunun iki nedeni olduguna inaniyorum: 1. Peygamber'den sonra sosyal ve ekonomik hayatta istenilen degisimler meydana gelmis ve Islam'in kolelikle ilgili amacladigi sonuc zamanla alinmistir. Toplumsal hayatin sorunlarina donuk Islam'daki ictihad gelenegi, kolelik sorununu Islam'i dogru okumak suretiyle cozmustur. Ancak ayni sey kadin icin gecerli olamamistir. Beklenilen sosyal degisim olusamamis, tersine geriye donus baslamistir. Ayni durum gunumuz kosullari icin de gecerlidir. Ozetle; kadina dair zihinsel donusum olusmamistir ama kolelikle ilgili olusmustur. O yuzden cogu musluman gonul rahatligiyla "Islam'da kolelik yoktur" dedigi halde kadin icin benzer bir yaklasima sahip olamamistir. 2. Islam oncesi Arap gelenegi Islam kilifiyla sonradan Islamlasan toplumlara aktarilmistir. Kur'an'in sosyal hayata donuk talimatlari "her toplumun Islam'in temel ilkelerine ters olmayan dogal ozellikleri korunmalidir" prensibine uyulmamis ve Kur'an'in o toplum tarafindan yasanma modeli sablonik olarak alinmistir. Boylelikle tedrici metot Arap toplumunun degisim motoruyla sinirli birakilmistir. Yani demem o ki; Araplar, kolelikte oldugu gibi, ornegin cok esliligi de asmis olsaydi, bugun cariyelikle cok evliligi ayni ayette goren dunya muslumanlari "cariyelik yoktur ama cok eslilik vardir" gibi bir tezada dusmezlerdi. Islam tarihi uzerinde israrla ve onemle durulmayi gerektiren bir konudur. Kolelik ve kadinla ilgili islam bilginlerince yapilan yorumlari yukarida bahsettigim degisim istikametinde okumak faydali olur diye dusunuyorum. Ilk donemlerdeki acilimlara goz attiktan sonra, tarihi one aldikca, carpici noktalar yakalayabilirsiniz. Kur'an ayetlerini ve Peygamber'in yasantisini temel felsefeden ayri dusunemeyiz. Kalip olarak sergilenen kabuller peygamber sunneti icin de gecerlidir. Bir ornek vereyim: Hz. Muhammed musluman toplumun her acidan ozgun olmasi ve diger toplumlara benzemeden Islamlasmasi icin ornegin sakal konusunda bazi tavsiyelerde bulunmustur. Arap erkeklerinde sakal ve uzun sac yaygin bir kabuldu ve Peygamber de bu gelenegi icini Islamla doldurmak suretiyle yeni bir forma sokmustur. Cunku sakal birakmanin nedenleri ve sekli farkli kaynaklara dayaniyordu. Bu tur uygulamalara beseri sistemlerdeki devrim yapmis liderler de sikca basvururlar. Nedir amaclanan: Musluman birey, icinde bulundugu karma toplumlarda inancini ve kimligini muhafaza etmeli ve baskasina ozenmemeli, benzememeli. Gunmuzde bir musluman da sirf moda diye ozenti sonucu davranis kaliplarina yonelmedigi surece, kendi oz kimligini korumak suretiyle bu sunnete uymus olur. Daha iyi anlasilmasi icin kucuk bir ornek daha vereyim: Peygamber dislerin misvakla temizlenmesini tavsiye etmistir. Amaclanan agiz temizligidir. Dolayisiyla sunnetin mantigi budur, yoksa illa ki misvak degil. Ama kisi misvak kullanarak Allah'a daha cok yakinlastigini hissediyorsa bunda da bence bir sakinca yoktur, saygi duyarim. Yalniz benim uzerimde durdugum; isin mantigidir. Kur'an ve Peygamber'in sunneti yuzyillardir sablonik olarak ele alinmakta. Bu bakis tarzi, Islam'in amacladigi musluman toplumun bir turlu olusamamasina neden olmustur. Sosyal hayattan ekonomiye, politik yasama kadar bu sablonlar varligini surduruyor. Birileri de kalkip Islam'in donusturucu ozelligini yadsiyarak guya cagdas yorumlar pesinden kosturuyor ve kendince kiliflara sariliyor. Oysa ki bence Kur'an degismez ilkeleri ve toplumlara, zamana hitap felsefesiyle hala dogru okunmaya muhtac bir kitap olarak onumuzde durmaktadir. Selam ile..
  10. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Bilmiyorum, belki bu forumda daha once yayinlanmis bir yaziyi tekrarlamis olacagim ama guncelligine binaen tekrar tekrar okunmasi gerekiyor diye dusunuyorum. Gerci aradim forumda ancak bulamadim, yine de gozumden kacmis olabilir. Yaziyi ilk kez gorenlerin sonuna kadar okumalarini temenni ediyorum. "Huzursuz bir geceden sonra erkenden uyandım. Bazen ilkbahara bazen yaza benzeyen "modern" kış günlerinin aksine, benim çocukluğumdakine benzer eski usul bir kış sabahı vardı. Kül rengi bir gökyüzü, bacalardan tüten kurşuni dumanlar, biraz sonra dinmek üzere fısıltıyla yağan solgun bir yağmur. Bir sigara yakıp pencereden baktım. Beyaz bir minibüs durdu kapının önünde. Elinde ağır çantasıyla küçük bir oğlan çocuğu, pencereleri buharlanmış arabaya binerek diğer öğrencilerin arasına oturdu. Kapı kapandı, araba hareket etti. Okula gidiyorlar. Sabahları erkenden kalkmaktan nefret ederdim çocukken. Okuldan da hoşlanmazdım. Diş macunu, badana ve ıslak palto kokusunu hatırlıyorum. Uzun ve yabancı koridorları da. İlk derste hep birlikte ayağa kalkar ve sıkıcı bir ayini bir an önce bitirmek için aldırmaz bir sesle bağırırdık. "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım." Doğru değildik. Çalışkan da değildik. Birçok yalan öğrettiler bize. Türk'ten daha güçlü, daha kahraman, daha dürüst, daha akıllı kimse yoktu. Buna inandık. Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp yerine Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştuk, Atatürk her konuyu herkesten daha iyi bilen büyük önderimizdi, Abdülhamid korkunç bir diktatör, Vahdettin alçak bir haindi. Birinci Dünya Savaşı'nda bütün dünya bize karşı birleşmiş ve imparatorluğumuzu yıkmıştı. Hem Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp yerine Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmakla övünüyor, hem de Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan "yabancılara" kızıyorduk. Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmak iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi, bunu hiç anlayamadım. Bizim imparatorluğa kimse saldırmamıştı, Alman zırhlılarıyla Rusya sahillerini bombalayıp savaşa giren bizdik. Ama bizi yenen "kalleş düşmana" da çok öfkeliydik. Onlara niye bu kadar kızdığımızı da pek kavrayamadım. Bize yenilmedikleri için mi "kalleş" buluyorduk onları, Almanlarla işbirliği yaparak savaşa girdiğimizde bunu "şakacı bir jest" olarak değerlendirmedikleri için mi? Saldıran bizdik, yenilen bizdik. Suçlu "onlardı." Biz ne yaparsak yapalım "suçlu" hep başkası olacaktı, bize öğretilen buydu. Herhangi bir tartışmanın, herhangi bir çatışmanın bir yanında Türk varsa, haklı olan mutlaka Türk olandı. Osmanlı'nın başka ülkelerin topraklarını işgal etmesi övünülmesi gereken bir şeydi. Başka ülkelerin Osmanlı'nın topraklarını işgal etmesi ise alçaklıktı. Biz emperyalistlere karşı "Kurtuluş Savaşı" yaptığımızda bu kutsaldı. Yunanlılar Osmanlı'ya karşı bağımsızlık savaşına girdiğinde bu kahpelikti. Bağımsızlık savaşı iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi? Biz yaptığımızda iyiydi, bize karşı yapıldığında kötüydü. Peki, biz kimdik? Yıkmakla övündüğümüz Osmanlı "biz" miydi? Osmanlı "biz"sek, onu yıkıp Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kimdi? Osmanlı'yı yıkan Türkiye Cumhuriyeti "biz"sek, o zaman Osmanlı kimdi? "Kızıl Sultan" Abdülhamid'den ve "hain" Vahdettin'den nefret ediyorduk ama kendi öz oğlunu gözünün önünde boğduran Kanuni'ye hayrandık. Kanuni'nin başkalarının topraklarını nasıl istila ettiğini sevinerek öğreniyor ama bu savaşlar sonucunda Osmanlı maliyesinin batma noktasına geldiğini hiç bilmiyorduk. Büyük bir ihtimalle bizim öğretmenler de bilmiyordu. Kalkıp bağırıyorduk sadece. "Türk'üm doğruyum, çalışkanım." Bilmemiz gereken buydu. Rus ordularının Yeşilköy'e nasıl geldiğini, o büyük yenilginin nedenlerini, iktisadi ve askeri tahlillerini hiç okumadık. Yenilgiler kısa, zaferler uzun anlatılırdı. Balkan Savaşları çabuk geçilen konulardandı. İttihatçılar meselesine de fazla girilmezdi. Sarıkamış faciasının içyüzünü, Ermeni kıyımını okulda öğrenmiş bir tek Türk çocuğu yoktu. Hálá da yok sanırım. "Biz" kötü ve yanlış bir şey yapmazdık. Bir tek Abdülhamid'le Vahdettin kötü şeyler yapmıştı. Onlar çok kötüydü. Birinci Abdülhamid'le, Birinci Mahmud'la, İkinci Süleyman'la bir sorunumuz yoktu. Otuz üç padişahtan niye sadece ikisinden nefret ettiğimizi sormak hiç kimsenin aklına gelmezdi. "Türk'tük, doğruyduk, çalışkandık." Bütün dünyanın düşmanlık ettiği, böldüğü, parçaladığı "fakir ve gururlu" bir millettik. Başka ülkelerin neden "gurursuz ve zengin" olduğunu anlatan bir öğretmene rastlamadım. Girdiğimiz savaşlarda harcadığımız parayla fakirliğimiz arasında bir ilişki olup olmadığını sorgulayan bir öğretmen de görmedim. Farklı bir fikri olan bir öğretmenin sınıfında da bulunmadım. Okullar "farklılıktan" hoşlanan yerler değildi. Zaten farklı bir fikre de ihtiyacımız yoktu. Türk'tük, doğruyduk, çalışkandık, akıllıydık, kahramandık. Diğerleri de bize düşman alçaklardı. Hayatın özeti de buydu. "Türk olmasa tarihe yazacak ne vardı." Bizi böyle yetiştirdiler. Sırf Türk olduğumuz için iyiydik, güçlüydük, dürüsttük, ayrıca başka bir şey yapmamıza hiç gerek yoktu, Türk'tük ya, daha ne yapacaktık. Üstelik de hep haklıydık. Birbirine benzeyen iki ayrı meselede birbirinin zıddı iki ayrı davranışı benimser, ikisinde de haklı olduğumuza samimiyetle inanırdık. Bu inancı paylaşmayanı da "düşman" olarak görürdük. Bize öğretilen hep buydu. Tarihten, kahramanlıklardan, padişahlardan, savaşlardan, cesaretten bahsederlerdi ama Nazım Hikmet'ten bahsetmezlerdi. Cesur Türk milletinin Nazım'dan bahsedecek kadar cesur bir tek öğretmenine rastlamadım okul hayatım boyunca. Dünyayı "vatanı", bütün insanlığı "milleti" olarak gören Tevfik Fikret'in şiirinde ne dediğini de uzun uzadıya anlatmazlardı. İnsanlık aleminin bugün daha yeni yeni varmaya başladığı "küreselleşme" fikrini yüz yıl önce unutulmaz bir şiirle yazmış olan şairimizin bu öngörüsü övünme nedenlerimizden biri değildi nedense. Türklerin dışındaki insanları sevmesindendi belki bu ilgisizliğimiz. Belki de İttihatçıların yolsuzluklarına cesaretle karşı çıkacak kadar yiğit olmasındandı. Fikret'in lanetlendiğini, Nazım'ın hapse atıldığını, Sabahattin Ali'nin öldürüldüğünü ben okulda hiç duymadım. Türk'tük, doğruyduk, çalışkandık ve yazı yazan bazı Türkleri lanetliyor, hapse atıyor, öldürüyorduk. Bir sigara daha yakıp, içinde uykulu çocuklarla giden beyaz minibüse baktım. Onlara neler öğretiyorlardı? Tarihle ilgili ne bileceklerdi? İnsanlığın Türklerden ibaret olmadığını söyleyecek bir öğretmenleri olacak mıydı? Kimin çocukları olacaklardı onlar? İnsanlığı milleti olarak gören Fikret'in mi yoksa yazarları vurduran, insanları öldüren, yolsuzluklara bulaşan İttihatçıların mı? Birbirine benzemeyen bu iki Türk'ten hangisi bu çocuklara örnek olarak gösterilecekti? Her akşam televizyonlarda rastladığım, "ben Türk oğlu Türk'üm," diye bağıran, silaha el basan, cinayetleri benimseyen, hayata düşman tuhaf insanların "Türk" olduğuna inanacaklar mıydı? Türk dendiğinde, anadilini bile doğru düzgün konuşamayan, bir tek roman okumamış, bir şiirin tadına varmamış, kendi edebiyatına da kendi diline de yabancı bu insanları mı hatırlayacaklardı? "Ben Türk'üm" diye bağıran bu insanlar Türklüğü temsil edebilirler miydi gerçekten? Bu muydu Türklük? "Bir şey olamayanların olduğu bir şey" miydi? Türklük, vahşilik, barbarlık, saldırganlık, yeteneksizlik, edepsizlik, edebiyatsızlık mıydı? Bugün karşılaşsalar Tevfik Fikret'e de "hain" diye saldıracak olan bu insanlar mıydı "Türklük örneği" olarak çocuklara gösterilecekler? Bu kül rengi gökyüzünün altında bir arabada okula giden çocuklar, bunlardan biri olmak için mi gidiyordu? Yoksa onlar Şeyh Galip'in Yahya Kemal'in, Necip Fazıl'ın, Nazım'ın, Peyami Sefa'nın, Halit Ziya'nın, Tanpınar'ın tadına varmayı öğrenen, onlarla övünen birileri mi olacaktı? İçim umutsuzlukla sızladı. "Bu çocuklara da şiir öğretmeyecekler" diye düşündüm. Onlara Türkçe'nin güzelliğini anlatmayacaklar. Hiçbir öğretmenleri onlara, "Türkçe'yi sevmeden Türklüğü sevemezsiniz" demeyecek. Kalkıp bağıracaklar sadece. "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım." Yalanlar öğretecekler. Gerçekleri söylemeyecekler. Yunus Emre'den, Karacaoğlan'dan, Nedim'den bize kalan o ışıklı mirasın tadına varmayacaklar, Itri'nin müziğini dinlemeyecekler, Sinan'ın camilerini dolaşmayacaklar. Sırf Türk oldukları için mükemmel ve her zaman haklı olduklarına inanacaklar. İnsanlığın onların "milleti" olduğunu belki de hiç duymayacaklar. Bütün insanlığı "yabancı" görürken dünyanın "yabancıları" mı olacak bu küçük çocuklar? "Türk olmak insan olmaktır oğlum" diyecek bir öğretmenleri çıkmayacak mı? Gökyüzüne baktım. Kül rengi bulutların arasında erguvani bir parıltı görülüyordu. Teneffüslerinde Itri'nin çaldığı, öğretmenlerin öğrencilerle şakalaştığı, gerçeklerin anlatıldığı, değişik yazarları seven çocukların edebiyat tartıştıkları bir okul hayal ettim. Türkçe'yi, edebiyatı, neşeyi, insanlığı seven çocuklar. Fikret'in çocukları. "Toprak vatanım, nev-i beşer milletim. İnsan İnsan olur ancak buna iz'anla inandım," diyen çocuklar. Türk çocukları. Bir hayalle gülümsedim. Ahmet Altan - Hurriyet
  11. Sokrates iyi ve kotu olmayi bilmek ve bilmemekle dogru orantili kabul eder. "Bilmek" elbette bir seyi herhangi bir yerinden kavramak anlaminda degil, o seyin ozune vakif olmakla iliskilendirilir. Bilmemek ise cehaletin esanlamlisidir ve cahilligin de, tipki diger insani kusurlar gibi, yonelim ve hareketinde sinirlari yoktur. Hayal gucunu asan noktalarda kendilerine zemin bulabilirler. Dolayisiyla boylesi orneklere her zaman ve mekanda rastlamak olasidir. Parcalar butune yani oze dogru gidisin temel taslaridir ve hepsi birbiriyle ilintili sekilde ele alinir. Eldeki bir parcaya, ornege veya fiiliyata oz diye sarilmak kisinin "bilmek"e gidisini en bastan imkansiz kilar. Bu durumda ortaya cikan beyin uyusmasi cogu zaman "bilmemek" durumunu aratir duruma gecer. Sonuc olarak; konu degerlendirilirken, bazi kisiler tarafindan hoyratlikla sarfedilen, anlasilmaz bir kin ve nefretin urunu olan sozler cehaletin diger yonunu, ozden uzak bilgi kirintilarini temsil ediyor. Selam ile..
  12. Kadinla erkegin gercek anlamda esit olduklari bir tarih kesidi yoktur. Aksi yonde bir ornek bulamazsiniz. Doga "guc" dengesi uzerine kurulmus; gucu elinde bulunduran her 'erk' bir digerini baski altina aldigi gibi erkek de tarih boyunca kadina baski uygulamistir. (Bakiniz "erkek" kelimesi bile dilimizde "erk"ten turetilmistir, yani erkek olmakla guc sahibi olmak ayni sey). Fiziksel gucun yerini zihinsel olana biraktigi cagimizda da degisen, her cagda oldugu gibi, gucu kullanma yontemleridir. Yontemler surekli olarak eldeki araclarin kullanim genisligi dogrultusunda farklilasir. "Kadin Haklari" sozu bile basli basina var olan bir ayrimin isbatidir. Insanin egemen oldugu bir dunyada diger canlilarin, bir ulkenin super guc oldugu yerde diger halklarin, bir sinifin veya irkin hakim oldugu toplumlarda baska kesimlerin... ve nihayet erkek egemenligindeki dunyada da kadinlarin haklarini gundeme getiririz. Zihinsel faaliyetlerin bu derece on planda oldugu gunumuzde kadin bedeninin hala buyuk bir cesitlilik icinde kullaniliyor olmasi son derece anlamlidir. Erkegin kadina bictigi misyonun oz itibariyle hemen hic degismedigini goruyoruz. Islam, ozelliklerinden oturu erkegin istismarina acik olan kadinla ilgili, icinden ciktigi toplumda yeni duzenlemeler getirmistir. Islam'da kadin'i konusanlarin Islam oncesine bakmalarini oneririm. Nereden nereye gelindigiyle ilgili onemli ipuclari yakalayabilirler. Biraz daha arastirildiginda, Islam'in kadina verdigi haklarin Peygamber sonrasi Arap gelenegine yenildigini ve tekrar bir geriye donusun basladigi da gorulebilir. Tipki kolelik ve icki kullaniminda oldugu gibi, kadinla ilgili de koklu devrimler yapilmistir. Kisisel olarak, Kur'an'i okudugumda, koleligin kaldirilmasi gibi kadinin da adalet olculeri icinde erkekle esit bir konuma getirilmeye calisildigini goruyorum. Peygamber'in kizi Fatima'nin soylev ve yasamindan Islam'da kadinla ilgili nelerin amaclandigi gorulebilir. Simdilik bu kadar, selam ile..
  13. restpektif şurada cevap verdi: editor başlık Editör
    Hangi dusunce, din, ideoloji veya rejim olursa olsun, kendilerini halka tanitmak suretiyle kitlesel bir guc kazanmayi hedeflemeleri son derece dogaldir. Sonucta hepsinin bir iddiasi var. Urunler icin de bir tanitim sozkonusu ve buna pazarlama deniyor. Dinlerin de gunumuz yayin organlari vasitasiyla daha genis halk kitlelerine etkili yontemlerle ulasmaya calistiklari bir gercek ve bu da normal. Tamamen samimi duygularla hareket edenlerin yanisira ceplerini doldurmaya calisanlarin varligi ise inkar edilemez. Ancak teknolojiyi ve yayin organlarini kullaniyorlar diye hepsini ayni kefeye koymak ve her tur propagandayi pazarlama kalibi icinde degerlendirmek yanlis. Bu forum dahi gorus, dusunce ve inanislarin dile getirildigi bir mekan olmasi hasebiyle ayni kategoriye girer. Buradaki her insana kendi dusunce veya inancini pazarliyor gozuyle bakmak ne kadar yanlissa, ayni sey dinler icin de gecerli. Hos, kendi dusuncesini alabildigine yaymaya calisan bir kisim insan kendi cabasini makul gosterebilir ve her tur farkliligi pazarlama mantigi icinde gorebilir. Bu durum, sahip oldugumuz, kabuklari celikten paradigmalarimizdan kaynaklaniyor. Turkiye'de farkli seslere tahammul edilemedigi ve demokrasi kulturunun yerlesmedigi cok dogru. Burasi dahil, Turk insaninin olusturdugu forum gibi ortamlarda farkliliklara gosterdikleri onyargisal tepkiler anlamli birer ornektir. Gercek hayatta ise daha yuksek ve asilmaz duvarlarla karsilasiyoruz. Dolayisiyla sunu gormek gerekiyor: Ulkemizdeki demokrasi kulturunun yetersizliginin herhangi bir kimlikle ilgisi yok. Cunku her kesimden benzer orneklerle karsilasiyoruz. Istisnalar da yine bir yere ait degil ama tum kesimlere ait. O zaman sorunun cozumunu daha derinlikli aramak gerekiyor. Sisteme, ozellikle egitim sistemine dikkat edilmeli, yillardir uygulanan devlet politikalariyla insanlarin hangi formlara sokulmak istendigi iyi gorulmelidir. Bir toplumun aliskanliklarindan tutun deger yargilarina kadar hicbir seyi sistemden ayri dusunemezsiniz. Sayin editor yazisinda degindigi dogrularla onceden belirlenmis bir sonuca gitmek istediginden konunun saglikli acilimi da imkansizlasmis. Ben AKP ile birlikte Turkiye muslumanlarinin demokrasi yonunde onemli donusumler gecirdiklerini dusunuyorum. Dolayisiyla bence AKP'nin din pazarligiyla ilgisini kurmaktan cok, ornegin Turk nasyonal solunun Hristiyan misyonerler karsisinda aldiklari tavirlar uzerinde durmak gerekiyor. Hakiki bir dusunusten sonra gorulecektir ki; yukarida belirttigim gibi, demokrasi bir sistem sorunudur. Selam ile..
  14. Anadolulunun insani ozu uzunca bir suredir yogun kusatmalar altinda. Ama bu guzel degerleri artik egitimden gecmis genclerin butun yurekliligi ve kararliligiyla dusunce ve davranislarina yansitmaya basladiklarini gormek umut verici. Dunyaya bakislarindaki alcakgonulluluk, insana yaklasim tarzlarindaki ahlaki guzellik, olaylari ve dusunceleri degerlendirmelerinde gosterdikleri olgunluk, dusunsel acilimlarindaki genislik, hayat karsisindaki ferasetleri... onlari belirgin kiliyor. Hayat tarzi ve inanis sekilleri ne olursa olsun, yuzlerindeki aydinligi hemen farkediyorsunuz. Iste bu, icinden ciktigi toplumun hamuruna belirlenmis kaliplarla degil ama oz'e sadik kalarak daha guzeline donuk atilacak adimlarin mujdesidir. Iyi ve kotuyu, yanlis ve dogruyu ayirt edebilecek yetenege sahip bir kitle gercek anlamda oze donusu saglamaya adaydir. Insan olmayla ortusmeyen tum yanlislari ayiklaya ayiklaya... Evet Ali, umut gercekten de var... Selam ile..
  15. Bu tur sagduyulu aydinlik sesleri karanlikta kisacik bir an cakan kivilcimlara benzetiyorum. Barisin, sevginin, adaletin, kardesligin, hosgorunun, guzelligin kivilcimlari... Bir gun mutlaka tutusacak ve zifiri karanligin sogugu, yerini hep birlikte yaktiginiz atesin aydinlik dolu sicakligina birakacak. Cakmaya devam sevgili bozan, cakmaya devam... Saygiyla..
  16. Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle. Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı. Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lazım. Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya alışıyorum. "Vurma oğlum" dedi. Ben sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, "Ne var parmak gibi küpküçücük kuş" dedim. Analığımın cevabı:"Yavrum! Canın küçük büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah." dedi. Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar Sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım. Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor dedi. O kadar mutluydum ki, "çok mutluyum" dedim ağlayarak. Kendi kendime "Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım." Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyük küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu? Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hala bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim. Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş. Dogan Cuceloglu ile yapilan bir soylesiden alinmistir.
  17. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    ABD'de Hudson Enstitüsü, Türkiye için suikast ve katliam senaryosu yazdı. 'Tülay Tuğcu öldürülse ve PKK Beyoğlu'nda 50 kişiyi öldürse ne olur' sorularının tartışıldığı toplantıda Zeyno Baran, Türk subaylar ve Talabani'nin oğlu da vardı. Amerika'da önceki akşam gerçekleştirilen bir toplantıda Anayasa Mahkemesi'nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast, PKK'nın Beyoğlu'nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından da Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinin değerlendirildiği bir “dehşet senaryosu” konuşulduğu iddia edildi. Muhafazakâr Hudson Enstitüsü'nde gerçekleştirilen ve Türkiye'den askerî yetkililerin katıldığı bu toplantının başkanlığını Zeyno Baran'ın yaptığı da bir diğer önemli bilgi. 50 KİŞİ ÖLÜRSE Toplantıda katılımcılara daha önce yazılı olarak sunulan ve inanılması son derece güç bir bazı “dehşet senaryoları” masaya yatırıldı. Bu senaryoya göre Anayasa Mahkemesi'nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu suikastla öldürülüyor. Tülay Tuğcu'nun henüz görevindeyken, bir suikast sonucu öldürülmesiyle aynı zaman diliminde, İstanbul Beyoğlu'nda PKK'nın üstlendiği ve 50 kişinin hayatını kaybettiği bir eylem düzenleniyor. Bu iki vahim senaryo da Haziran ayının son günlerinde gerçekleşiyor ve bu olayların ardından Türkiye, 50 bin askerlik bir kuvvet ile Kuzey Irak sınırını geçerek bir askeri harekât düzenliyor. Türk diplomatlarının davet edilmediğini toplantıda ele alınan ana konu ise böyle bir senaryo karşısında Amerika'nın nasıl tepki vereceği. Türk askeri yetkililerinin hazır bulunduğu ortamda, bu senaryo tartışılırken bir de Amerika'nın PKK'nın Kuzey Irak'taki liderlerini yakalayıp teslim etmesi konusu ele alınıyor. Bu çerçevede de bir Türk uzman ve yetkilinin de aralarında bulunduğu katılımcılar, bunun siyasî sakınca doğurabileceğini ifade ediyor. Buna göre PKK liderlerinin yakalanıp teslim edilmesinin AK Parti'ye yarayacağı ve Amerika'nın Türkiye'deki bazı siyasi partileri kayırdığı izlenimi yaratacağı belirtiliyor. Bunları konuşan vatan haini Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Washington'u ziyaret eden milletvekillerinden Egemen Bağış ve Reha Denemeç de Washington'da düzenledikleri basın toplantısında toplantıyı çok sert cümleler ile eleştirdiler. Egemen Bağış, Washington'da böylesi bir toplantıda konuşulduğu ileri sürülen şeyler eğer doğruysa, bunu konuşanların, hele bu kişiler Türkler ise, vatan haini olacaklarını söyledi. Askerler toplantıya katıldı BBC'nin Türkçe servisindeki haberine göre toplantı, Çarşmaba akşamı Hudson Enstitüsü adlı muhafazakâr eğilimli fikir kuruluşunda düzenlendi. Toplantıya Türkiye'den ve Washington'dan Türk askeri yetkilileri katıldı. Katılanlar arasında Türk Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi'nin Başkanı ve bazı yetkilileri ve Türkiye'nin Washington'daki Savunma Ataşesi Tuğgeneral Bertan Logarlaroğlu da bulunuyor. Habere göre toplantıda Celal Talabani'nin oğlu Kubat da vardı. Toplantının başkanlığını ise, Türkiye'den Zeyno Baran yaptı.
  18. Aslinda Islam'da bosanma son derece zorlastirilmistir. Kadinlari istedikleri zaman bosayip alan ve bosadigi kadindan butun mallarini geri alarak onu ortada birakan Islam oncesi Arap geleneginin devrim sayilabilecek olcude kadin lehine degistirildigini kabul etmek gerekiyor. Ayetler duz bir mantikla okundugunda, Kur'an'in bu donusturme cabasinin gorulebilmesi imkansiz. Sozkonusu ayetleri biraz acalim: Islam'da seri acidan bosanma ikinci defa bosanildiginda gerceklesiyor. Ilk bosamadan sonra pisman olundugunda, herhangi bir nikaha veya dini rituele ihtiyac olmaksizin, iki tarafin da rizasiyla tekrar birlesilebiliyor. Bu birlesmeden sonra tekrar bir bosanma olayi gerceklestigi taktirde ve sayet bosayan erkek ise; kadina verdigi hicbir seyi geri alamiyor. Ziynet esyalarindan tutun, tasinamaz mallara kadar kadina verilmis hersey yine kadinda kaliyor ve resmi bosanma gerceklesmis oluyor. Sayet bosandiklari taktirde, kadinin gidebilecegi bir yer yoksa, ekonomik olarak yetersizse; kadin da istedigi taktirde bosandigi kisinin evinde "iyilikle muamele sartiyla" kalabiliyor. Ya da guzellikle saliveriliyor. Gunumuz 21. yuzyilda bile cagdas hukuk bosanmada hala kadinin ezilmemesi ilkesini on planda tutuyorsa, bu cok sey degismedigi anlamina geliyor. Cunku hala ekonomik olarak erkek kadina oranla daha avantajli bir konumda. Kur'an'da da bu ekonomik avantajin gozonune alinmasi yadirganmamali. Peki ya kadinin ekonomik olarak ustun oldugu durumda? Ve eger kadin erkekten bosanmak istiyorsa? Bu durumda da kadin sahip oldugu maldan bir kismini, anlasarak kocasina veriyor ve o sekilde bosaniyorlar. Isteyen olursa buna taa Peygamber doneminden ornek verebilirim. Zaten ayette de kadinin erkege fidye verebileceginden ve bunda bir sakinca olmadigindan bahsediliyor. Sanildigi gibi sadece erkegin degil, kadinin da erkegi bosama hakki var. Konumuza donersek, iki defa bosandiktan sonra tekrar (evlilikle birlikte ucuncu kez) bir araya gelmeye karar verdiler diyelim. Kadin mallarini alip evinden cikti ve bir sure oyle devam etti durum. Ama sonra iki taraf da birbirlerine bir sans daha vermeye karar verdiler ve yeniden nikah kiyarak birlestiler. Iste bu denemeden sonra ucuncu kez bosanma gerceklestigi taktirde kadin bir baskasiyla evlenip bosanmadikca o iki kisi bir daha biraraya gelemiyorlar. Araplarda sıkca yasanan bosanma olaylarinin onune gecmek ve bosanmayi zorlastirmak icin konulan bir kural. Bu ise o esnada cocuk psikolojisinden tutun toplumsal dokuya kadar bircok acidan bakabiliriz. Sonralari bu kural Islam toplumlarinda hile yoluyla delinmistir. Kadin bir baskasiyla gostermelik nikah kiymis ve bosanarak eski kocasina donmustur. Bu hileler her turlu kuralda uygulanabilir ancak amaclananin bu olmadigi soylenebilir. Islam'da kadina iliskin kurallarin o donemin gercekleri isiginda gorulmesi gerektigi fikrindeyim. Tarihi surece baktigimda, Islam'in getirdigi bircok kuralin lehte birer devrim olduklarini goruyorum. Hakki sahibine teslim etmek lazim. Ama sonuc itibariye; gunumuz gercekligine uyup uymadigi tartisilabilir. Bunun da Kur'an'in tedrici metodunun gozonune alinmasi suretiyle degerlendirilmesi daha saglikli olur. Yani kurallarin gidisatindan hadefleneni iyi tahlil etmek gerekiyor. Ayrica Peygamber sonrasi Arap kultur ve geleneginin Islam'a yeniden ne olcude sizdigini ve saltanat rejimlerinin carpitmalarini da arastirmak lazim. Selam ile..
  19. Kisir dongulerin icine girmeden, gorebildigim ve anlayabildigim kadariyla, bir iki konuya degineyim. Yanlissam sayet beni duzeltiniz. Kur'an Allah sozudur denmis. Bunun icin oncelikle Allah'in varliginin tartisma konusu olmasini dogal karsiliyorum. Cunku oncelikle kendisine nisbet edilenin var olup olmadigi onemlidir. Ama her iki iddiayi da temellendirmeye calismak altindan kalkilmasi zor bir is. Eger Kur'an'in kendisinin Allah'in varligina en buyuk delil oldugu savunuluyorsa (ki sanirim boyle anlasilmali), o halde su sorulari sorabiliriz: *Din tamamiyla gaybe, yani gorunmeyene bir iman degil midir? Gayb sadece gorunmeyen anlaminda degildir ama ayni zamanda aklin kavrayisinin da otesini icerir. Bu durumda, varligini asla kavrayamayacagimiz bir Yaratici icin ortaya konan deliller kisiyi ne derece "bilme"ye dogru goturebilir? *Islam Allah'in varligi uzerinde dusunulmesini tesvik etmis ve Kur'an da bu dogrultuda dusunmeye sevk eden ayetler barindirir. Ancak O'nun nitelikleri, gucunun ve bilgisinin olcusu vs gibi konulari hicbir zaman tam anlamiyla anlayamayacagimiz soylenmemis mi? Varligini kabul ettigimiz ama o varligin kunhune varamadigimiz bir yaraticinin neler yapabilecegiyle ilgili hemen hic fikrimiz olmaz, sadece faraziyelerle hareket ederiz. Sorumu biraz basitlestirmek istiyorum: Ornegin ben A sahsinin cok yetenekli bir yazar oldugunu kabul ediyorum. Benimse bu yazarligin edebi degerlendirmesini yapacak bir kapasitem yok. Ve karsimda bir metin. Zavalli ben, hangi olculerle o metnin A sahsindan ciktigini kanitlayacagim? O'nun yeteneklerinin olcusunu bilmiyorum ki!.. Hem bir de edebiyatim cok zayif oldugunda, oldukca basit bir metni de harikulade olarak degerlendirme ihtimalim cok yuksek olur. Veya tersi de sozkonusu; guzelim bir eseri elimin tersiyle itebilirim. Kur'an, insanlari ya "teslim olmaya" ya da "iman etmeye" cagirmistir. Allah'in varligini kabul edip gaybe inanin ve sonsuz bir teslimiyetle emirlere uyun. Veya aklinizin sinirlarini zorlayarak emirler uzerinde dusunmek suretiyle "hikmet"i ogrenin. Onerilen budur. Hikmeti ogrenmek felsefi bir ugrasi ister. Derinlesmeyi gerektirir. Islam felsefesinde Gazali gibiler dusunmeye sinir getirdikleri halde hicbir sinir tanimayan Islam dusunurleri de vardir. Gazali, ornegin Allah'in varligi ve nitelikleri uzerinde dusunmus ve kendi akli yetenekleri olcusunde bir noktaya vararak orayi asamamistir. Kendi aklinin yetmedigi yerden itibaren bir sinir cizerek, bundan otesini dusunmek caiz degildir demistir. Yani kendi aklinin sinirlarini Islam dusuncesinin sinirlari olarak sunmustur. Ama ote yandan Arabi, Hallac, Ibn-i Sina gibi isimler oldukca derinlere dalabilmislerdir. Illa ki Kur'an'in Allah sozu oldugu iddia edilecekse, bu dusunurlerin yazdiklarina bakmak gerekiyor diye dusunuyorum. Teslimiyetci degil de sorgulayici olmak isteniyorsa tabii. Muhammed Ikbal bilgiyi ikiye ayirir: Bilimsel bilgi ve tecrubi bilgi. Kisinin Allah ile ilgili bilgisinin tamamen tecrubi oldugunu ve bunu bir baskasina aktaramayacagini soyler. Her kisi bireysel anlamda bir taniyis yolculuguna cikmali ve kendisinden baslamali der. Cunku tecrubi bilgi, salt zihinsel faaliyetlerin devrede oldugu bir bilgi turu degildir. Kisilik yapisi, bireyin ic dunyasi, insani boyutu, ahlaki degerlerle davranislarinin ortusme derecesi gibi oldukca hassas etkenlerin de icinde bulundugu bir bilgidir tecrubi bilgi. Bu bakimdan kisiyi gercekte Kur'an'in Allah'in sozu olup olmadigina goturecek olan sey, sozkonusu bireysel bir caba olabilir ancak. Hz. Ali bir duasinda soyle der: "Allahim sen o kadar yucesin ki, hicbir akil seni hakkiyla idrak edemez." Yuceligin olcusu aklin olcusuyle kiyaslaniyor dikkat ederseniz. Yani "Sen akillarin kavrayis sinirinin otesindesin, eger seni kavrayabiliyor olsaydim sana bir sinir cizmis olacaktim ki bu yuceligini sinirlandirmis olacakti" denmek isteniyor. Bu yaklasim bazilari tarafindan kurnazca olarak degerlendirilse de, bunun onyargili bir acelecilikten kaynaklandigini dusunuyorum. Cunku oldukca mantikli bir yaklasim. Din hakkinda konusuyorsak isin icine felsefe ve mantik mutlaka girecektir. Kisacasi; Kur'an Allah'in sozu mudur, bilmiyorum. Kendince bir yere varmaya calisan ve gercege talip biri olarak elimden geldigince birseyleri anlamaya calisiyorum. Ne gozume en sacma gelen bir seyle toptan inkarci, ne de benim acimdan cok mukemmel bir sey karsisinda pesin inancli oluyorum. Her iki bakis da kisiyi objektif olmaktan uzaklastiriyor. Onyargilarin ve bilgisizligin pencesinde kisi ya herseyi guzel ya da cirkin goruveriyor. Hep bahsettigim o siyah ve beyaz misali gibi. Yaratici ve din konusu basitce kesin yargilara varabilecegimiz konular degildir. Tabii ki bu da bir ihtiyac meselesi. Ben boyle dusunuyorum. Selam ile..
  20. Ozunde halktan gelen talepleri yansitmasi ve yine halki kendi dogal haklarini elde edebilmesi icin olumlu yonde donusturmesi beklenen, 'esitlik' kavramini gerceklige cevirmeye aday olan solun yuzdelerle halkin buyuk bir kismindan kendini soyutlamasi ve kendisini elit bir tabakaya donusturmesi... Bu bana oturdugu pahali mekanlarda ickisini yudumlayip purosunu cekerken halkin durumuyla ilgili ahkam kesmek gibi geliyor. Sol ne zamandan beri kendisini "cikis noktasindan", halktan soyutlayarak elitlesmistir? Turk insaninin kavramlari da asan bir zihniyet kargasasinda oldugunu sergileyen hayli ornekle karsilasiyoruz... Selam ile..
  21. Cok aktif olamasa da elimden geldigince bu iyi niyetli girisime katkida bulunmaya calisacagim. Bunu belirtmek ve fikir sahiplerine tesekkur etmek isterim. Sahsen her dusunceden ve kesimden insanlarin degisik konularda ne dusunduklerini hep merak etmisimdir. Bir digerini dislayici yaklasimlar haric butun dusunceleri faydalanmaya donuk olarak algilamak gerektigine inanirim. Sayet bu girisim basarili olursa, eminim cok renkli bir tablo ortaya cikacaktir. Sizleri okumaktan, takip etmekten zevk alacagim. Hele beraberce sonuca gitme cabasi... Dusuncesi bile cok hos. Saygilar..
  22. Ben de ciddi ciddi merak ettim bu konuyu; gercekten haberdar edebilecek biri var midir? Gerci bosuna arayip yorulmamak gerekiyor. Hani sozde degil de ozde modasina kapildik ya, iste o soz tam da bizim sol(!)umuz icin gecerli: Ozde degil sozde sol
  23. restpektif şurada cevap verdi: bozan başlık Güncel Konular
    Gunumuz dunyasinda "taraf" olmak ve o dogrultuda tavir belirlemek hayli riskli bir istir. Oylesine kaygan bir zemin ki; dusunceniz ve tavirlarinizla gercekte neye hizmet ettiginizden emin olamiyorsunuz. Bazi korku, kaygi ve hassasiyetler uzerinden tehlikeli bir oyun oynaniyor Turkiye'de. O yuzden sloganlari sahiplenmeden once iyi dusunmek gerekiyor. bozan'in yaptigi alintilar bu yonuyle de okunmali. Bu toplum butun siyasi hesaplarin otesinde baglarla baglidir birbirine. Bu dokuyu yillardir bozmaya calisanlar var. Her kesimden kafatasci, bagnaz ve iliklerine kadar kin ve nefret dolu cevreler atesle oynamakla kalmiyorlar, insanlari da o atese dogru surukluyorlar. Boylesi zihniyetlere devletin degisik kademelerinde de rastlanabiliyor. Hassasiyetlerimiz kullanilmaya uygun oldugu surece bu gibi insanlik dusmanlari soylemlerini daha mesru(!) bir zemine getirebilecek ve cesaretleneceklerdir. Evrensel insani degerlerle ters dusen dusunceler pratige dokuldukce, tahmin bile edemeyecegimiz acilarla yuzlesebiliriz. Bu tur fikirlerin uc noktalarda nereye varabileceklerini dusunmek bile insani urpertmeye yetiyor. Yakin tarihimize bakildiginda, aslinda sadece bombalarin degil, senaryolarin butununun tanidik oldugu gorulecektir. Bizler her seferinde bu numaralari yuttugumuz icin, her yeni donemde cok da fazla degisiklige ugramadan yeniden uygulamaya sokuluyorlar. Evet, bunlarda vicdan bulunmaz! Ama halk olarak bizlerin de artik bu oyunlari bosa cikaracak bilinc duzeyine cikmamiz sart. Aksi taktirde yanibasimizda nice degerler solup gidecek... Selam ile..
  24. PKK ulke icerisinden nicin destek bulabiliyor? Uc-bes kisiden olusmus bir orgutun uzun yillar catismayi basarmasi mumkundur ama kitlesellesemeyen hicbir hareket gerilla yontemini kullanamaz. PKK'yi Dogu'daki insanlarimiz nezdinde mesru kilan nedenler nelerdir ki, teror hareketi olarak adlandirdigimiz bir orgut onbinlerce aktif ve yuzbinlerce sempatizan uyeye sahip olabiliyor? Devletin askeri onlemler haric, vatandaslarini terorden korumak amaciyla sosyal ve kulturel olarak ne tur hareketlerde veya onlemlerde bulundugunu biraz acabilir misiniz? Teror daha cok otoriter devlet yapisina karsi kendine toplumsal bir temel bulur. O yuzden sorunu salt memur atamalarina ve kimsenin orada calismamak istemesine baglamak ne derece dogrudur? Soruna dair daha temel cozumleriniz nedir? Cozumleri saglikli bir sekilde ortaya koyabilmek icin sorunu dogru teshis etmek gerekiyor. Sizce sorunun kaynagi/kaynaklari nelerdir? Askeri yoldan bu konunun cozulemeyecegi, sizin de belirttiginiz gibi, ceyrek yuzyildir sahip oldugumuz tecrubeyle asikar. Kurd kokenli vatandaslarin toplumsal taleplerinin PKK'nin hareket noktalariyla ortuserek ortaya cikmasi yerine devlet nezdinde bir karsilik bulmasi gerekiyor. Siz bu konuda ne dusunuyorsunuz? Selam ile..
  25. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Turkiye'deki solun onemli isimlerinden Ertugrul Kurkcu, 'Express' dergisine verdigi mulakatta, Cumhuriyet mitinglerinin Turkiye'yi yeniden donusturme projesinin en onemli parcasi olarak degerlendirdi. Bu donusturmenin icinde sol dusunceyi eritme isteginin de bulundugunu belirten Kurkcu'nun degerlendirmeleri soyle; "Ne sonuç doğarsa, 'demokratik' yollardan doğmuş olacak, fakat bu 'demokratik' yolların kullanılması bakımından şimdiye kadar hiç görmediğimiz araçlar devrede. Türkiye tarihinde ilk defa gördüğümüz, görebileceğimiz şeylerin tasarlandığını, düzenlendiğini, hazırlandığını, gündeme getirildiğini, bunların provalarının yapıldığını unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bunları hatırlarsak, sonra şaşırmayız. Benim açımdan ordu müdahalesinin asıl aracı, sokak." "Esas işaret iki yıl önceki 1 Mayıs'ta, Mersin'de verildi bence. Kutlamaların ardından çocuklara bayrak yırttırma provokasyonunu izleyen Genelkurmay açıklamasını, 'sözde vatandaş, özde vatandaş' ayırımını, bunun peşinden Van'dan Mersin'e, Diyarbakır'dan Çanakkale'ye onbinlerce insanın bir anda sokaklara döktürülmesini hatırlayalım. O ayrım, 'özde bağlı, sözde bağlı' olarak bugüne geldi. O dönem bütün Türkiye'yi gezen bayrak hareketi, yani Türk milletinin bayrağıyla yeniden tanıştırılması ve rejime yönelik olduğu varsayılan tehditlerin kitlesel millî davranışlarla bertaraf edilmesi yönünde bir irade, bir psikolojik harekât operasyonu ortaya kondu." "Ben ordunun müdahalesinin bu mitingler olacağını düşünüyordum. Aylar önce, yurtdışında gazetecilik yapan arkadaşlarımın 'ordunun tavrı ne olacak' sorularına, 'ordu sivil giyinip sokağa çıkacak' diye düşündüğümü söylemiştim. O da oluyor zaten. Bu yönde çok fazla psikolojik harekat düzenlendiğini, çok fazla angajman yaratıldığını, lojistik, medyatik, kurumsal, örgütsel binbir hazırlık yapıldığını biliyoruz. Bunların bir kısmı kaç yıl öncesinden basına yansıdı. O nedenle, beklediğim oldu diyebilirim." "İşçi sendikalarının Tandoğan'daki tavırlarını o açıdan çok anlamlı, esaslı buluyorum. DİSK, hatta Türk-İş ve HAK-İş de, Mühendis ve Mimar Odaları Birliği de, Türk Tabipleri Birliği de, Eczacılar Odası da, KESK de bu mitinglere gitmeyeceklerini ve üyelerinin de gitmemesi gerektiğini söylediklerinde bunu okumuşlardı. Bence çok doğru bir okumaydı. Fakat daha sonra mitinglerin dil ve söylem değiştirmesi, bu büyük direnci de kırmakla ilgiliydi. Kısmen de bunun başarıldığını söyleyebiliriz." lginç bir görüntüydü gerçekten: Sahnede solun simge şarkı ve marşlarını söyleyenler, sahnenin hemen arkasında, miting düzenleyicisi olarak, Nokta dergisinin darbe planladığı iddiasını kapak yaptığı kuvvet komutanı… Hiç bu kadar çelişkili bir durum yaşanmamıştı yakın tarihlerde. "İşte kitle hareketinin bizzat kitle hareketi olmaktan ileri gelen böyle mucizevî yanları var. Tandoğan'daki hareketle Çağlayan'daki aynı harekettir. Fakat öyle esneme kabiliyeti var ki, şöyle bir esneyerek, dilini, söylemini biraz değiştirerek işçi hareketinden gelen bu blokajı kırdı ve onların tabanını içine kattı. Bunun iki taraflı bir sonucu var: Politik düzeyde bir kaybı işaret ediyor, çünkü artık o günden beri ne sendikaların ne odaların sesi öyle kuvvetli çıkıyor. O kararlılık ve o ciddiyetle itirazlarını dile getirmiyorlar. Hatta DİSK bunlar içerisinde Çağlayan söylemine en çabuk iştirak eden oldu. Öbür taraftan, onlar işin içine karıştıkça kürsüden çıkan sesler de değişmeye başlıyor. Bakıyorum hatiplere, bütün söylemini devletin çıkarları üzerinden kuran, işçi hareketine ve sosyal muhalefete 'emperyalizmin işbirlikçisi' diye saldıran ve hiçbir aşağıdan talebi dile getirmeyen Birgül Ayman Güler, İzmir'de 'toplumsal eşitlik istiyoruz' diye bağırıyordu." "Öyle anlaşılıyor ki, medya işin başında tam olarak ayarlanmış değildi. Onlar bu plana birinci adımda dahil edilmemişlerdi. Tandoğan mitinginin tonuna, oradaki bileşime bakın, ondan sonra İstanbul'a, İzmir'e bakın. Her seferinde, hem medya desteği arttı, hem de militarist bir tondan medyanın desteklemesini mümkün kılacak daha yumuşak bir söyleme geçildi." "Jandarma komutanının başında olduğu bir miting, sırtını en sağlam duvara dayama güveni yaratır. 'Hiç sokağa çıkmayanlar çıktı' deniyor ya, biraz da bundan çıkıyor hiç sokağa çıkmayanlar. Çünkü bunda özgürleştirici bir yan var. (..) Kendilerine muazzam bir içbükey ayna tutuluyor. 300 bin kişi kendisini üç milyon görme fırsatı buluyor." Ve Kurkcu'den Turkiye soluna dair bir ozelestiri: "İşçi hareketi, sosyal mücadele ve sosyalist mücadele açısından bunun en önemli zaafı, Türkiye'de çatışan çıkarları ifade etmekten ziyade, çatışmanın bir kutbunu Türkiye sınırları dışına atmakta olması. Yani bizim karşı olduğumuz her şey yabancı, çatışmakta olduğumuz her şey yabancı. Hiçbir iç dinamiği yok bu çatışmanın. Bazı yabancı kuvvetlerle 'biz' karşı karşıyayız. O 'biz', 'satılmış' olanlar dışında herkes. Bu tamamen gerçekdışı tabloyla kurgulanan mobilizasyon, kaçınılmaz bir biçimde sınıflararası ayrımları ortadan kaldırarak, vatandaşları devlete bağlı kılmaya çalışan geleneksel milliyetçiliğin kendi tabanını son derece kuvvetlendirmesini, pekiştirmesini mümkün kılıyor."

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.