-
İçerik Sayısı
281 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
restpektif tarafından postalanan herşey
-
Yerlesik elite veya hakim sinifa karsi yapilan iktidar mucadelesinde AKP'nin yaptigi sey, ciddi anlamda rekabet edebilecegi kosullari hazirlamaktir. Bunun icin de benzer bir yol izlemis ve devlet icinde kendi elitini kurmustur. Medyaya, is alanina, istihbarata ve onemli burokratik mevkilere buyuk olcude hakim olmayi basarmistir. Cumhurbaskanligi surecinin bu derece tikanmasinin nedenini bu hakimiyet yarisinda aramali. Daha once de deginmistim; Turkiye'de, ozellikle son bir yildir, birileri AKP'nin ayagini kaydirmaya calisirken yine devlet icinden baska birileri de tezgahlanan oyunlari kurallarina gore bozmayi gorev edinmistir. Danistay saldirisi gibi olaylarin faillerinin hemen yakalanmasi, teror olaylarinin kullanilmasinda donuk tedbirler vs isin perde arkasinin tumunu olmasa da kismi olarak yansitan bir guc odaginin varligini gozler onune sermistir. Son asamada AKP cevresinde olusmus elitin hayli basarili oldugu gercegi de yadsinamaz. Yurt disindaki guc odaklari uzerinde de AKP'nin kendi temelini saglamlastirmaya dogru gittigini de goruyoruz. Son Hudson Enstitusu rezaletinin ortaya cikmasi da bu dogrultuda ele alinmali. Sonucta; evet, AK Parti yerlesik hakim elite karsi ayni enstrumanlarla mucadele ediyor. Ve gercek sudur: Turkiye'de artik yerlesik hale gelmis hakim gucun karsisinda baska bir guc olusmustur. Mucadele bu ikisi arasindadir. Disardan da destek ayagina sahip bu yeni guc odagi demokrat ve liberal aydinlar tarafindan da desteklenmektedir. Karistirilan mesele de budur. Ertugrul Ozkok'un soyledikleri ise tamamen avuntudur. Cunku bu siyasi surecte Deniz Bey mi, Devlet Bey mi, Tayyip Bey mi farketmez mantigi artik gecerligini yitirmistir. Ve cunku Ozkok'un, siyasetcileri belirledigini soyledigi guc odagi artik bir tane degildir. Halk aslinda bu iki odaktan birisini seciyor. CHP ise asker merkezli yerlesik elitin taseronlugunu yapmaktan oteye gitmeyen bir partidir. Fark sudur: AKP yeni odagin merkezidir ama CHP basit bir aractir. Selam ile..
-
Bakiniz o elitin sivil temsilcilerinden biri olan Ertugrul Ozkok ne diyor: "Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa 'silahlı kuvvetler'i de eklemek gerekir." "Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler 'iş yapacak' değil, 'denileni yapacak' kişiler arasından seçilirler." "Tayyip Bey'i, Deniz Bey'i ve Devlet Bey'i kafanızda yan yana oturtun. Kimi 'başbakan' görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum." Turkiye'de birilerinin devamli ulkenin hakimi, milletin efendisi rolunu oynadigini gormezden gelmek imkansizdir. Buna isterseniz burokratik elit diyelim, isterseniz entegrator elit diyelim, farketmez. Bu elitin kimlerden olustugunu Ozkok guzel bir sekilde siralamis. Ancak askerin rolunu daha masum gostermeye calisarak. Bir sey yanlis anlasiliyor. CHP'nin elit bir parti oldugunu, ulkenin hakimi oldugunu, perde arkasindan falan yonettigini iddia eden kimse yok. Ya nedir? CHP bu elitin sozculugune soyunarak iktidar devsirmeye calisan ve bu yonde kullanilan bir partidir. Soylenen bundan ibarettir. Selam ile..
-
Turkiye'de ozellikle bir zamanlar yapilan insanlik disi uygulamalardan, Diyarbakir cezaevinde yasanan trajedilerden, Ozel timin koylerdeki zavallilara diski yedirmedekten tutun sayisiz iskencelerinden Ve daha nice sistematik baskilardan Ataturk'un Cumhuriyet ideolojisini; PKK'nin teror eylemlerinden, Patlattiklari mayin ve bombalardan butun Kurd Halki'ni; Ardinda siyasi cikarlarin olanca agirligiyla yattigi ve dini argumanlarla beyinlerin uyusturuldugu savaslardan Hristiyanligin kendisini; Yemedikler hat kalmayan, ulkeyi kan golune cevirmekten baska niyetleri olmayan ulusalci orgutlerden ulusalciligi; Devletin mali ve kurumlarinin birer ahir haline getirilip birilerinin buralardan semizlenmesinden devletciligi; Yine devlete ait kurumlarin peskes cekilmesinden ve birilerinin bu isten kazancli cikmasinin amaclanmasindan ozellestirmenin kendisini... sorumlu tutabiliyorsaniz, buyrun Taliban'dan da Islam'i sorumlu tutun!.. Alintiladigim yaziya da tekrar donmenizi isterim. Ruanda'da herkes kendi caninin derdindeyken, kimse tehlikede olan masumlari koruyup kendisini tehlikeye atmak istemiyorken ve tersine masumlari katillere teslim ediyorken; oradaki muslumanlarin hayatlari pahasina zavalli insanlari korumalari, saklamalarinin ne gibi bir sebebi olabilir? Bunun cevabi icin de tipki Taliban genellemesindeki gibi direkt din denmesi varmak istedigim bir sonuc degil. Ama bir dini, ideolojiyi, dusunceyi vs gozlerken her acidan bakip tarafsiz yaklasmak gerekmiyor mu? Genellemeler derseniz size yukaridakine ek olarak sayisiz ornekler verebilirim. Ama bu saglikli bir yaklasim olmayacaktir. Selam ile..
-
Geçen gün, sadece üç ayda yaklaşık bir milyon insanın öldürüldüğü bir soykırımın filmini izledim. Belki de yaşananın adı "soykırım" değildir. Adının ne olduğu çok da önemli gözükmüyor doğrusu bana. Ama bu yüzyılın en büyük vahşetlerinden biriydi izlediğim. Afrika'da küçük bir ülke var. Adı Ruanda. 1900'lerin başında bir Alman sömürgesi olmuş. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Belçikalıların eline geçmiş. Almanlar ülkenin yönetimine çok fazla karışmamışlar ama Belçikalılar çok sert bir yönetim kurmuşlar. Halkı zorla tarlalarda çalıştırmışlar. Çok ağır vergiler koymuşlar. Ve bunları yapmak için, ülkedeki iki büyük kabileden biri olan Tutsilerin önde gelenlerini kullanmışlar. Diğer büyük kabile olan Hutuların birçok üyesi bu baskılardan kurtulabilmek için komşu ülkelere göçmüş. Halk da, özellikle Hutular, Tutsilerden bu yönetim nedeniyle nefret etmeye başlamış. Topluma köklü bir nefret yerleşmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler ülkenin güvenliğini üstlenmiş. 1961 yılında ise Belçikalıların desteklediği bir darbeyle Ruanda'nın başındaki kral devrilmiş. Yerine Gregoire Kyabanda geçmiş, sonra onun yerine de Juvenal Habyarimana. Bu dönemde Hutular güçlenmişler. Yönetim tümüyle Hutulara geçmiş. Özellikle Habyarimana çok kanlı bir diktatörlüğe çevirmiş ülkeyi. Bu kez Tutsiler ülkeden kaçmaya koyulmuşlar. 1990 yılında civar ülkelerdeki Tutsiler örgütlenmişler ve Ruanda Vatansever Cephesi isimli bir ordu kurarak, Uganda sınırından Ruanda'ya girmişler. Savaş başlamış. Yönetimdeki Hutular, gençleri eğitip silahlandırarak gayri resmi bir örgüt kurmuşlar. Savaş sürerken bir ara ateşkes ilan edilmiş. Ama bu ateşkes sırasında Hutular, "etnik nefreti kışkırtmak" için kendi başkentlerinde bombalar patlatıp, bunları Tutsilerin yaptığını söylemişler. 6 Nisan 1994'te Başkan Habyarimana'nın uçağı başkent havaalanına inerken aşağıdan atılan bir füzeyle parçalanmış. Bu füzeyi kimin attığı bugün bile bilinmiyor. Bir iddiaya göre, Belçikalı kiralık askerlerin yardımıyla Tutsiler uçağı düşürmüşler. Bir iddiaya göre de, bizzat Habyarimana'nın Muhafız Alayı, kendi başkanlarının uçağına ateş açmış. Kim düşürmüş olursa olsun, tarihin en büyük katliamlarından biri o gün başlamış. Fransızların silah ve lojistik desteğiyle Hutu ordusu ve gençlik örgütü, yüz binlerce Tutsiyi hedef alan bir ölüm kampanyasına girişmişler. Sadece Tutsileri öldürmüyorlarmış. Tutsilere "sempati" gösterdiğini düşündükleri Hutuları da öldürüyorlarmış. Benim seyrettiğim filmin kahramanı, Hutu ordusundaki bir Hutu yüzbaşısı. Yüzbaşının kardeşi de, Hutu gençliğini cinayetlere kışkırtan radyonun yöneticilerinden. Ama yüzbaşının büyük bir suçu var. Karısı bir Tutsi. Üç kızından biri bir Katolik okulunda. Yüzbaşı, Katolik okuluna saldırılmayacağını düşündüğü için onun kurtulacağına inanıyor. Karısıyla diğer çocuklarını kaçırmaya çalışıyor. Aslında araları pek de iyi olmayan kardeşine, karısıyla çocuklarını kaçırması için yalvarıyor. - Seni tanıyorlar, diyor, senin radyodaki konuşmalarını seviyorlar... Ailemi kurtar. Kardeşi de isteksizce kabul ediyor bunu. Silahlı gençlerin kurduğu barikatlardan, militanlar o radyocuyu sevdikleri için rahatça geçiyorlar. Ama askerlerin nöbet beklediği bir kontrol noktasında durduruluyorlar. Askerler, kadının ve çocukların Tutsi olduğunu anlıyorlar. Çocukları yere yatırıp makinelilerle tarıyorlar. Bu sırada, Hutuların radyosu sürekli yayın yapıyor. "O hamamböceklerini gördüğünüz yerde öldürün," diyor, "Ama bunun için mermi harcamayın... Palalarınızı kullanın." Hutu gençleri, yakaladıkları Tutsileri palalarla parçalıyorlar. Yüzbaşının kızının bulunduğu Katolik okulunu da basıyor Hutular. Okulun Katolik papazı kızları Hutulara teslim ediyor. Subaylar kızları sıraya diziyor. - Hutular bu tarafa ayrılsın, diyorlar. Ama Hutu kızları arkadaşlarını bırakmak istemedikleri için ayrılmıyorlar. Subaylar hangilerinin Hutu, hangilerinin Tutsi olduğunu anlayamıyor. Bir rahibe, subaya yalvarıyor, "Onları kızlarınız gibi düşünün, ne olur" diyor, "Onların bir suçu yok." Subay, rahibeyi dipçikleyerek yere yıkarken bağırıyor. - Benim kızlarım hamamböceği değil. Ve, bütün kızları kurşuna diziyorlar. Hutu kızlarıyla Tutsi kızları birlikte ölüyorlar. Yüzbaşının kızı da öldürülüyor. Karısı Tutsi olduğu için adı "Tutsi sempatizanına" çıkan yüzbaşı da bir arkadaşıyla Hutuların bölgesinden kaçmaya çabalıyor. Birleşmiş Milletler askerlerinin bulunduğu bir yere geliyorlar eski bir arabayla. Birleşmiş Milletler askerleri "zencileri" kurtarmayı reddediyor. Sadece beyazları kamyonlara bindirerek bölgeden ayrılıyorlar. Yüzbaşıyla arkadaşı da Birleşmiş Milletler konvoyunun arkasına takılıyor. Bir kontrol noktasında konvoy durduruluyor. Hutu milisleri, Birleşmiş Milletler konvoyuna geçmesi için izin verip yüzbaşıyla arkadaşına "Siz kimsiniz" diye soruyorlar. Yüzbaşının arkadaşı "Biz konvoydanız" diyor. Birleşmiş Milletler subayı ise, "Onlar konvoydan değil" diyerek onları bırakıp gidiyor. Silahlı milislerden biri yüzbaşının arkadaşına adını soruyor. - Adın ne? - Muzanga Mkuyoba... - Senin adını bu sabah radyoda duydum, diyor iriyarı bir milis, sen vatan hainisin. Dönüp yüzbaşıya bir pala veriyor. - Hadi bakalım göster bizden olduğunu, öldür bu haini. Yüzbaşı elinde palayla ne yapacağına karar veremeden dururken bir başka milis yerde diz çökmüş bekleyen adamı vuruyor. Bütün yollar ölü dolu zaten. Hutu gençleri yakaladıkları bütün Tutsilerle, "Tutsi sempatizanlarını" yol kenarlarında öldürüyorlar. Her gün yirmi-otuz bin insan öldürülüyor. Bütün dünya katliamı izliyor ama ne Birleşmiş Milletler, ne Avrupa ne de ABD müdahale ediyor. Büyük bir insan mezbahasına dönüyor ülke. Yüzbaşı ailesini bulabilmek için ülkenin içinde saklanarak bir yerden bir yere gidiyor. Gittiği her yerde ölülerle, cinayetlerle, kan kokusuyla vahşileşmiş milislerle, öldürmeyi bir eğlenceye çevirmiş askerlerle karşılaşıyor. Tam yüz gün sürüyor katliam. Yüz gün sonra Tutsi birlikleri Hutu ordusunu yenerek başkente giriyor. Bu sefer Hutular komşu ülkelere kaçmaya başlıyor. Tam iki milyon Hutu ülkeyi terk ediyor. Büyük katliamın sorumluları yakalanıp uluslararası bir mahkemede yargılanıyor. Kurtulan Tutsiler mahkemelerde tanıklık ediyor. Yargılananlar arasında yüzbaşının kardeşi de var. Yüzbaşı onu ziyarete gidiyor. Ve, bütün ailesinin öldürülmüş olduğunu kardeşinden öğreniyor. İki düşman gibi bakıyorlar birbirlerine. Birbirlerinden nefret ederek bakıyorlar. Ruanda bugün eski yaralarını sarmaya çalışıyor. O korkunç katliamın bütün toplumun ruhunda bıraktığı yarayı iyileştirebilmek için uğraşıyor. Ama hálá mahkemelerde tanıklık eden Tutsilerin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği söylentileri var. Bu korkunç olayın en önemli sonuçlarından biri ise bizi de ilgilendiriyor. Fransızlarla ve Belçikalıların bazen gizli bazen açık desteğiyle yaşanan bu soykırımdan sonra Ruanda'da Müslümanların sayısı neredeyse beş misli artıyor. Çünkü Katolikler ve Protestanlar, zavallı katliam kurbanlarını katillere teslim ederken Müslümanlar onlara sahip çıkıyor, çoğunu saklayarak hayatlarını kurtarıyor. Bu soylu davranışlarından dolayı Müslümanlar toplumun en saygıdeğer kesimi haline geliyor. Müslümanlık, "en insani değerlerden" biri olarak görülüyor. Bir dinin, bir inancın, bir fikrin zorbalık ve korkuyla değil, insanca davranışlarla yaygınlaştırılabileceğinin en önemli kanıtlarından biri oluyor Ruanda bu açıdan. Ahmet Altan
-
Onlara da AKP'nin burokrat elitleri diyelim sayin Cyrano. Ama Turkiye'nin burokrat elitleriyle de karistirmayalim derim. AK Parti'nin burokrat elitli parti olusu CHP'nin o hepimizin bildigi burokrat elitin temsilcisi olmasi gercegini ortadan kaldirmiyor. Ne AKP'nin demokrasi disi hareketleri CHP'den oturu, ne de CHP'nin antidemokratik yapisi AKP'den oturu temizlenmez. Birini elestirisi digerini aklamamali...
-
Bence de AKP ile MHP'nin ortak bir aday cikarmasi ihtimali AKP ile CHP'nin uzlasmasi ihtimalinden daha zayiftir. Bahceli'nin, baraji asip meclise girdigi taktirde Ilhan abisinin onca cabasini bosa cikarmayacagindan emin olabilirsiniz. MHP ve CHP koalisyon da kursalar, muhalefette de kalsalar onemli addedilen ve kasinmaya musait olmayan konularda ortak hareket edeceklerdir. Bu arada bir parantez; benim gonlum, sayet MHP baraji asarsa, CHP ile MHP'nin hukumet kurmalarindan yana. Cunku ikisinin de muhalefette kalmasi demek Turk insanindaki milliyetcilik duygularinin fasizme dogru hizla kaymasi demektir. Iktidar sorumlulugu ister istemez bazi sivri dusunce ve hareketleri ucundan kirpacaktir. Kaldi ki AKP 400 milletvekili ile meclise girse bile, bu asamadan sonra General Baykal ile Cumhurbaskanligi konusunda uzlasmak zorunda kalacaktir. Su burokrat elit yakistirmasina da hic deginmeyi bile istemem. Zira kavramin muhataplari uc bes mustesar veya danisman degildir. Selam ile..
-
Kuranda kötü bir uygulama yok diyenler
restpektif şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Eminim bosanmayla ilgili ayetler uzerinden uygulamalara dair ornekler veren arkadaslar da aslinda olayin boyle olmadigini biliyorlar. Ben sahsen bazilarindan daha tarafsiz yaklasmalarini beklerdim. Bir kurali elestirmek ayri, o kuralin fikhi acilimini dikkate almadan yapilan yorumlari Kur'an'a maletmek ayri bir sey cunku. En basit anayasa kurallari bile hukuki duzenlemelerle anlasilir hale getirilmistir. Degisik bend'ler eklenmek suretiyle kanunlarda gedik olusturulmasi ihtimalinin en aza indirgenmesi amaclanir. Kur'an'in bu acidan teferruat icermedigini ve bircok sosyal ve bireysel kuralin fikhi detaylarinin Peygamber tarafindan aciklandigini, yeni sartlar ortaya ciktiginda ise alimlerin gorus bildirdiklerini hepimiz biliyoruz. Bosanmayla ilgili Islam fikih geleneginde ister ehl-i sunnetten, isterse siadan olsun, hicbir muctehid imamin bu halk arasindaki uygulanisi tasvip ettigi gorulemez. Bosanma fikhinda Peygamber'den bu yana suregelmis kistaslari ozetlemek istiyorum: 1. Cift bosandiginda iddet donemi, yani kadinin adet donemi kadar bir surenin gecmesi beklenir. Ilk bosanmadan sonra ciftlerin istedikleri zaman birlesebileceklerini daha once belirtmistim. Ama bir ay beklemeleri gerekiyor. Uc kez bosama meydana geldigi zaman kadinin ancak baskasiyla evlenip bosandigi taktirde eski kocasina geri donebilecegi vurgulaniyor. Fakat bilerek ve bilmeyerek gozden kacirilan bir husus var; Her bosanma arasinda bir aylik surenin gecmesi gerekiyor. Yani toplumdaki yanlis inanisin aksine, bir ay icinde uc degil otuz kez de bosansalar bir defa bosanmis hukmu gecerli oluyor. 2. Kadinin ucuncu bosanma sonrasinda ancak bir baska erkekle evlenip bosanmasi sartiyla eski kocasina donme hukmu basit bir kural degildir. Hulle denilen yolla gecici evliligin yapilmasi Kur'an'in tasvip ettigi bir yontem degildir. Bosanmanin zorlastirilmasi ve ciftlerin oncelikle beraber olmalari icin her yolu denemeleri gerekliligi amaci gudulmustur. Son, yani ucuncu bosanma meydana gelecekse, bu durum gozonune alinarak bir degil bin kez nihai karar uzerinde dusunulmesi ve ailenin kolayca dagilmamasi amaclanmistir. Bunun icin daha iyi yollar vardir diye elestirebilirsiniz ama duz okumalar sadece carpitmalara hizmet eder. 3. Halk arasinda uygulanan ve hiley-i ser'iye olarak adlandirilan gecici evliligi, yani hulle yontemini "Islam disi" kabul etmemis tek bir mezhep imami, alim gosteremezsiniz. Islam'in ilk doneminde bu hile uygulanmaya baslanmis ve Islam alimleri bu olayi kinamislardir. Surdan burdan, kendisinden bile habersiz kah cami imamindan, kah falancanin filancanin yaptiklarindan hareketle "Kur'an boyle diyor" demek objektif olamamanin, onyargilardan oturu herseyi istedigi sekilde gormek istemenin bir sonucudur. Ama Islam'da bu denli ortak bir fikih varken neden boyle uygulandigi da tartisilabilir. Bir ekleme yapmam lazim; Peygamber doneminde hulle yontemi denenmis ve Peygamber'in kulagina gitmis. O da, gecici evlenen erkek icin "kiralik teke" ibaresini kullanarak muslumanlari bundan men etmistir. Selam ile.. -
Dua, maddi olmayan dünyanın hayali varlığına doğru, zihnin çekilmesi gibi görünüyor. Genellikle bir inilti, bir ıstırap sesi, bir yardım dileğinden ibarettir. Bazen, her şeyin değişmez ve üstün prensibinin sessiz bir izlencesi (temaşası) halini alır. Ruhun Tanri'ya doğru bir yükselişi diye de tarif edilebilir. Hayat denilen mucizeyi yaratan o varlığa karşı aşk ve tapınış ifadesi de olabilir. Gerçekten, dua, mevcut her şeyi yaratan, tam kemâl, kuvvet ve güzellik olan, hepimizin kurtarıcısı ve babası olan görülmez varlıkla birleşmek için insanın yaptığı bir gayrettir. Gerçek dua bazı formülleri yalnız ezbere okumak değil, ruhun Tanri'da eridiği mistik bir hal demektir. Bu hal akli özellik taşımaz. Öyle ki filozofa ve bilimadamına anlaşılmaz ve erişilmez olarak kalır. Dua için de, tıpkı güzellik ve aşk kavramları gibi, hiç bir kitap bilgisine gerek yoktur. Sade insanlar, güneşin ısısını veya bir çiçeğin kokusunu ne kadar doğallıkla duyarlarsa Tanri'yi da öyle algılarlar. Fakat Tanri, sevmesini bilenler için bu kadar cömert iken, tek kaygısı anlamak olanlara kendini göstermez. Onu tanımlamak gerekince fikir ve söz yetmez. Bundan dolayı dua, aklın karanlık gecesi içinden geçen bir aşk hamlesinde en yüksek ifadesini bulur. Biz Batılılara, akıl sezgiden daha üstün gelir. Aklı duygulara tercih ederiz. Bilim parlamakta, din sönmektedir. Descartes'i takip ediyor, Pascal'ı bırakıyoruz. Öyle ki, önce zekâmızı geliştirmeye bakıyoruz. Ahlâk kavramı, güzel kavramı ve özellikle kutsal kavramı gibi akli olmayan zihin faaliyetleri tamamen ihmal edilmektedir. Bu temel faaliyetlerin kesintiye uğraması modern insanı manevi açıdan kör bir varlık haline getirmektedir. Alexis Carrel
-
İran pekaka(pejak)'a vurmaya devam ediyor...
restpektif şurada cevap verdi: bozan başlık Güncel Konular
PJAK, Amerika'nin PKK icinden olusturup silahlandirdigi bir orguttur. Iran'a karsi kullanilmak uzere olusturuldu ve vuracaklari noktalara, yapacaklari eylemlere kadar hersey ABD'nin kontrolundedir. Ilk ortaya ciktiginda oldukca ses getirdi Iran sinirinda ama Iran'in zaman zaman Kuzey Irak sinirlarinin icine de tasan karsi saldirisi PJAK'i buyuk capta puskurtmustur. Iran'in bu karsi saldirisinin Turk - Iran ittifakiyla ilgisi yok. ABD'nin kendi uzerine kurdugu oyunlari bozmaya calisiyor, kendini koruyor. ABD'nin PKK'ya silah verdigi yonunde itiraf temelli bazi haberler okuduk hepimiz. Ama nedense PJAK'in PKK icinden uretilmesi uzerinde pek durulmadi, durulmuyor. Halbuki bu durum, basli basina, ABD'nin PKK ile olan yogun iliskisini kanitlamaya yeter de artar bile. Bunun uzerinden iliski turlerinin vardigi, varacagi boyutlari tahmin etmek hic zor degil. Fakat sozkonusu Iran olunca, ABD'nin Iran'i hedef almasi sonrasinda tum dunyadaki kirli haber oyunlarina istirak eden bizim medya da gercekleri gormezden gelmistir. Sozde Amerikan elestirileri ise cok daha farkli amaclara hizmet ediyor. Iran ile Turkiye teror konusunda ortak mucadele uzerine anlasmaya vardiktan sonra ABD'nin teror koordinatorlugu devreye sokulmus ve Turkiye bu ittifaktan uzaklastirilmistir. Ilk baslarda PKK'ya yonelik operasyon yapan ve onlarcasini tutuklayan Iran, Turkiye'nin tekrar ABD kuyruguna takilmasiyla birlikte sadece kendi sinirlarini korumaya yonelmis ve sadece kendisini ilgilendiren oyunlara yonelmistir. Selam ile.. -
Bir gun bir bayan arkadasimla muzik dinliyoruz. Her zamanki gibi adamin biri kadinin birine serenat yapiyordu. Dedim ki; Nerde bir siir, muzik, hikaye vs varsa hep kadin hep kadin. Bir kadinin erkek icin bu derece feryat ettigi nadir gorulmustur. Arkadasim bir kadin olarak su cevabi verdi: "Erkeklerin ****! Erkek kadina o denli ilgi gosterir ki kadin da gercekten kendini bir sey sanir. Bu **** sabirsizliktan kaynaklaniyor. Oysa erkek sabirli olmasini bilse, attigi adima karsilik beklese ve oyle hareket etse kadin da ilgisini gosterecektir, varsa ilgisi. Boylece daha saglikli iliskiler kurulur." Ama oyle yapmiyor erkekler. Kadin da her seferinde o yogun ilginin tadini cikarircasina erkegin **** faydalaniyor. Haklilar bence
-
Einstein'in evrimi olumsuzlayan bir tek sozu yoktur. Yalniz onda surekli olarak mahiyetini belirleyemedigi bir tanri inanci vardi. O yuzden de kendisini ateist olarak kabul etmemistir. Einstein'in elestirdigi sey "tesaduf"lerdir. "Tanri zar atmaz" demistir. (God does not play dice) "Ben Spinoza'nin tanrisina, kendisini varligin duzenli uyumu icinde gosteren tanriya inaniyorum. Evrenin kaderini cizen ve insanoglunun davranislariyla ugrasan degil." Bu ve benzer sozleriyle Einstein, varliklar arasindaki duzen ve uyumun bir rastlanti sonucu olusamayacagini belirtmistir. Ama ozellikle "Tanri zar atmaz" sozu evrim karsitligi olarak sunulmak istenmis. Oysa ilgisi yok.
-
Soguk savas doneminde Turkiye'de ortaya cikan sol dusuncenin tehlikelerini(!) bertaraf etmek icin Islami gruplar emperyalizm eliyle desteklenmistir. Sosyalizmin yayilmasina bir tedbir olarak ABD'nin etkin oldugu dunyanin her yerinde milliyetcilik ve din eksenli hareketler guclendirilmistir. Sovyetler'in dagilmasindan sonra ise desteklenen radikal orgutler kontrol altina alinmak istenmis ama yeterince basarili olunamamistir. 80 oncesi Turkiye'de Islami yapilanmalara bir de 'milliyetcilik' enjekte edilmis ve boylece din ve milli butunluge karsi bir tehdit olarak propagandasi yapilan sosyalist dusunceye karsi iki acidan da, milli ve dini bir set orulmeye calisilmistir. Gunumuzde bile hala bircok Turk muslumanin ayni zamanda milli duygularinin da ust duzeyde olusu bir rastlanti degildir. Ancak Iran Devrimi'nden itibaren Turkiye muslumanlari farkli bir anlayisla yapilanmaya baslamislardir. Temelde devrim ihracini on planda tutan, Turkiye'ye de seriat getirme arzusu tasiyan egilimlerden bahsediyoruz. Turk muslumanlar ilk kez Islam'in bu boyutuyla, ozellikle ceviri yayinlar yoluyla ust derecede tanisiyor ve fikrini buna gore olusturuyordu. Erbakan'in milli gorusuyle birlikte talepler oldugu gibi korunmus ama yontem acisindan, demokrasi ici mucadelenin benimsenmesi, zamanla kitleleri daha ilimli hale getirmistir. AKP ile birlikte muslumanlar yepyeni bir ifade ve uslubun icinde buldu kendini. Musluman halkin Islami devletten anladigi, kati seriat kurallarinin sosyal hayat icinde uygulanmasi istegi degil ama devletin ozellikle dis politika siyaseti ve politika anlayisinin dindarlasmasi talebine indirgenmis oldu. Bir baska ifadeyle, devletin Islami olusuyla Turkiye'de yillardan beridir konuslanmis seckin bir zumrenin ulkeyi goturmek istedikleri mecranin onunu kesmekle esdeger kabul edildi. AB'ye girilmesi de bu yuzden desteklendi. Cunku AB ile devlet icinde hem ekonomik hem de siyasi acilardan cikar saglayan ve Turkiye'deki karanlik oyunlarin musebbibi olarak gorulen seckinci takimin engellenebilecegine inaniliyor. Ayni zamanda bu yolla ekonomik olarak bir ferahlama yasanacagina dair inanc da cok guclu. AB icinde yer alan bir ulkenin seriata gecmesine kolay kolay musaade edilmeyecegi gozonune alindiginda bu talebin onemi ortaya cikar. Tarihi tecrubeler de, ekonomik durumu iyi olan ulkelerde insanlarin rejim degisikligine dair isteklerinin olmadigini gosterir. Kisacasi, AKP ile Turkiye muslumanlarinin icine girdigi surec "demokratiklesme" surecidir. Bu demokratiklesme hem zihinsel hem de pratik acidan gerceklesmistir. AKP karsisinda konumlanmis hareketlere ise bakildiginda, kitlelerin tersi bir surecin icine itilmek istendigini gorememek imkansizdir. Farkliliklara tahammul citasini asagilarda tutan, yapay korkularla beslenen, ulus bilincini fasizan karaktere donusturen, guvensizlikle birlikte sevgisizlik asilayan, kavramlari tahrip ederek zihinsel gelisimi sagliksiz hale getiren, otoriter devlet yapisini ve kurumlarin demokrasi disi mudahalesini mesrulastiran... bir anlayis. Korkularimizdan kurtulmak istiyorsak, daha demokratik bir devlet yapisi arzuluyorsak, her seferinde oynanan ve ne hikmetse basarili olan oyunlari bozmak gerekiyor. Boylesi korkularla bir millet bu cagda hicbir sey yapamaz! Aramiza duvarlar ormekten oteye gidemeyiz. Siaseti, secim kazanmayi bu tur etik acidan yanlis politikalar uzerinde temellendirmeye, neye mal olursa olsun iktidar olmayi amaclayanlara bir cevap verilmesi gerektigine inaniyorum. Cunku bunlardir halki bolenler, ulkeyi geriye goturenler, kin ve nefreti yayanlar... Selam ile..
-
Arka Bahçe - Bahçıvan - The Constant Gardener (2005)
restpektif şurada cevap verdi: Admin başlık Yabancı Sinema
Filmi izledim.. Admin'in oyunculuk kalitesi konusundaki elestirisine katiliyorum. Ama Rachel Weisz'in hakkini da vermek lazim. Cok iyi bir performans gostermis. Rolunun hakkini her acidan vermis. Filmin konusu ise aslinda hepimizin az cok haberdar oldugu; kuresel sermayenin sinir tanimazligi. Yalniz guclu bir kurguyla islenmis. Afrika halkinin icler acisi durumunu yeniden hatirliyorsunuz. Benim aklima nedense batinin muz politikasi gelir Afrika'nin islendigi her yapimi izledigimde. Cunku batili muzu ucuza yiyebilsin ve sermayedarlar milyarlar kazanabilsin diye Afrika'nin en verimli topraklarina, bugday bulamayan o ac insanlarin topraklarina muz agaclari dikilmistir. Batinin Afrika'ya yonelik tarim politikasini bir arastirin derim. Yani aslinda donen oyunlardan bir tanesini izliyorsunuz filmde ama bu bile isyan etmenize yetiyor. Benzer cok yapim var da, insanlar cok ilgi duymuyor. Ogrenmek, bilmek istemiyor batili insan. Kim onune gelen kuzu etinin canli bir kuzudan elde edildigini dusunmek ister ki..? Afiyetle yeriz ve gerisini dusunmeyiz. Batili, ozellikle Amerikali insan da o luks ve zerafet dolu yasamlarinin, evlerinin aslinda kan koktugunu bilmek istemeyecektir. Kac kisi o kokuyu alip "Tessa" gibi insanligini hissedebilir?.. Kanada'da dil okulundayken Afrikali bir sinif arkadasim vardi. Bir gun laf lafi acti ve kadin Afrika'da donen oyunlardan birkac ornek verdi. Ornegin insanlarin ozellikle ilac yapiminda ve bilimsel(!) arastirmalarda kobay olarak kullanildiklarini, bu yolla cok kisinin olduruldugunu soyledi. Muthis bir rahatsizlik oldu hocada ve Avrupali ogrenciler arasinda. Ertesi gun Afrikali ogrenci gelmemisti okula ve hemen herkes duydugu rahatsizligi dile getirdi. Ogrenmek istemiyorlardi ve bunu da "rahatsiz oluyoruz" diye itiraf ediyorlardi. Tabii ki onemli sayida istisnalari gozardi etmiyorum ama genel itibariyle boyle. Filmi izlediginizde eminim sizin de akliniza benzer ornekler gelecektir. Sonuc itibariyle izlenmeye deger bir film. Kesinlikle.. -
Yeryuzunde hicbir din ve ideoloji yoktur ki ilk seklini muhafaza etmis olsun. Cagin getirdikleri, yeni problemler, ekonomik durum, sosyal yapi gibi faktorler surekli olarak dinin icerigini degistirmistir. Ayrica toplumdan topluma gecisler ve suregelen geleneklerle dinin kendisinden alindigi milletlerin ananevi kimlikleri de son derece etkilidir. Dolayisiyla, bazi muslumanlarin 'din bu degil' itirazlarini bu noktadan hakli buluyorum. Icinden ciktigi toplumun kulturel degerlerini onceleyen, guncel olana cozum getiren ve cogu zaman yerel olan kural ve inanislarin muslumanlar arasinda motamot kabul gormesini gozonune aldigimda, 'hayir, din tam da budur' itirazlarini da hakli buluyorum. Din ve ideolojilerin her zaman ve mekanda gecerligini koruyabilmesi icin kendini yenilemesi sarttir. Isin mantigindan uzak sekli ve sablonik yaklasimlar toplumlari kendi zamaninin gerisinde birakir. Islam ise yenilenme ozelligini peygamberin olumunden sonra kaybetmistir. Oysa amaclanan, yeni durumlarda "oz"den uzaklasmadan cozumlerin uretilebilmesiydi. Peygamber bu sorumlulugu, "Size iki emanet birakiyorum; Kur'an ve itretim." diyerek Ali ve soyuna havale etmistir. Bunun ne sekilde "Kur'an ve Sunnet" diye formule edildigi de ayri bir konu. Kabileci yonu agir basan Arap toplumu bu kurala uymamis ve Islam'in asamali karakteri tahrip edilmistir. Halife Omer sozkonusu metoda kismen uymus ve "oz"u koruyarak yeni acilimlar yapabilmistir. Daha once de buna ornekler vermistim. Fakat geleneksel anlayis ve saltanat politikalari sonraki donemlerde daha agir basmistir. Ilgilenenler ehl-i beyt imamlarinin ehl-i sunnetce bid'at ve kufur olarak gorulen ictihadlarina bakabilirler. Bizzat Ali'nin, "Eger Peygamber'den sonra ehil bir merkez olmazsa herkes Kur'an'i istedigi gibi yorumlayacaktir," endisesi bize bir fikir verebilir. Nitekim Ali ile Muaviye arasindaki savas sirasinda, Muaviye taraftarlarinin Kur'an yorumlarina da bakilabilir. Kisisel olarak, benim agnostik bir durusum var. Kendimce dinleri tanimaya calisiyorum ve musluman toplumlarinda kadinin icler acisi durumunun da farkindayim. Ancak gunumuzde Islam'in 'ihya' yani yenilenme boyutunu sahiplenen musluman aydin ve alimler var. Onlarin calismalarini ilgiyle takip ediyorum. Iran eski cumhurbaskani Hatemi ve kadin yardimcisi da dinin bu boyutunun gelismesi uzerine cok calistilar. Devrimden sonra kapatilan Tahran caddelerindeki modern magazalar o donemde tekrar acildi. Kadinlarin ortunme sekilleri o donemde zenginlesti. Hatemi'nin yardimcisi, acik acik ortunme mecburiyetine karsi cikiyor ve ortunme gibi bireysel tercihlerin yine bireylere birakilmasi gerektigini savunuyordu. Eger ortunmek gerekiyorsa bunun yolu egitimdir, gerisi bireye kalmistir fikrindeydi. Bildiginiz gibi Hatemi'nin yapmaya calistiklarinin onunde bircok engel vardi ve tam olarak dusuncelerini uygulayamadi. Simdi.. Hatemi ve yardimcisi gibi dusunen bircok musluman var. Belki hepsi onlar gibi soylediklerini temellendiremiyor ama oyle ya da boyle, Islam'in tedrici metodunu sahiplenerek kendi caginin yaklasimini ortaya koyuyorlar. Bu yaklasimin icinde o cok korkulan kati seriat kurallari yok. Alternatif bir medeniyet arayisidir bu. Konuya merakli olanlarin Ali Seriati ve Muhammed Ikbal'i okumalarini tavsiye edebilirim. Dusunceler sanildigi gibi bid'at degil. Islam'in temel felsefesi icinde uretilmeye calisilan ve cagin problemlerine cozum ureten, muslumanlar icinde kok salmis, basta cehalet olmak uzere, arazlar uzerinde duran dusunceler. Bu forumda da ve cevremizde de, farkinda olsun veya olmasin, boyle dusunen cok insan var. Hangisine sorsaniz, butun samimiyetiyle genelin anladigi turden bir seriat istekleri yoktur. Onlar "insan" olmanin Islam ile olacagina inaniyorlar ve samimi bir sekilde cagin bizi getirdigi hic de insani olmayan surece muslumanca bakmaya calisiyorlar. Bu acidan muslumanlari da elestiriyorlar ve "Islam bu degil" diyorlar. Bu insanlarin korkulan turden bir girisim ve ozlemleri olmadigi halde, insani bakis acilarini ortaya koyduklari her seferinde, "Yok gozum, Kur'an boyle demiyor, sen takiyye yapiyorsun ya da Islam'i bilmiyorsun..." turunden yaklasimlari haksizca buluyorum. Bakin, bahsettigim dusunce turu Hristiyanliktakine benzer bir reformla karistirilmamali. Bu durum bizzat Islam dininin olmasini ongordugu bir surectir. Ongorulen surecin merkezi yok gerci. Hatirlarsaniz o merkezin ehl-i beyt olusu tasarlanmisti demistim. Ama ciddi ve samimi cabalar sozkonusu. Muslumanlarin bu surece dahil olusu elbette cok zaman alacaktir, belki de basaramayacaklar. Turkiye'deki muslumanlarin dini duygulari, dini yasamlarindaki israrciliklari, dindarlarin siyaseti yonetmeye baslamalari kimseyi korkutmamali. Inanin en koyu dindarlarin icinde bile seriatin o korkulan kurallarinin uygulanmasi taraftarlari onemsenmeyecek captadir. Asil endiseleri, dunya medeniyetinin kendileri ve musluman halklar uzerindeki tahakkumleridir. Yapilan arastirmalarda Turkiye muslumanlarinin dusunsel olarak sola ve demokratik olana yakinlastigi sonuclari onemsiz degildir. Amac herkesin Islam'a gore yasamasi degil, kendilerinin hayat tarzlarina dokunulmamasi ve en onemlisi de payanda olmamak, haksizliklar karsisinda onurlu bir durusa sahip olmaktir. Turkiye'de suregelen adaletsizliklerdir onlari carenin ancak islam'da oldugu sonucuna goturen. Bir zamanlar sol basarili olabilseydi, kendini yerel olarak konumlandirabilseydi ve soguk savastan oturu Islami unsurlar desteklenip sol eritilmemeye calisilsaydi, bugun belki halkin teveccuhu farkli bir sekilde kanalize olacakti. Siz kalkip toplumun alevisini, solcusunu, iscisini vs kohnemis zihniyeti temsil eden bir parti icinde eritirseniz geriye baskaca alternatif birakmazsiniz. Gercek anlamda "sol" dusunceye sahip insanlara da bir sozum var: Acin bakin Turkiye'deki solun samimi mimarlarinin yazdiklarina ve uygulamalarina. Toplumun deger yargilariyla oynamamislardir, kendilerini cogunlugu musluman olan insanlardan soyutlamamislardir. Evet, ozelestiri seklinde elestirmislerdir ama asla inancin kendisini hedef almamislardir. Sonrasinda ise ondan bundan alinan odunc kavramlarla yerel olmaktan uzak ve lumpen havasinda olusumlarla birlikte sol kendisini marjinal hale getirmistir. Sonsoz: Bugun Turk kadininin geldigi noktayi hicbir sekilde oncesiyle karsilastirmak imkansizdir. Yukarida soylediklerim gozonune alindiginda, halkin bir kesiminin musluman Turk kadinini yeterince tanimadigi gercegine ulasiriz. Eger dayak diyorsaniz, Turkiye'de karisini doven yaratiklarin daha cok universite mezunlari arasindan ciktigi soyleniyor. Yine aldatmanin 'cagdas yasam' diye nitelendirdigimiz kesim arasinda daha yaygin oldugu bir gercek. Bati ulkelerinde de kadin en cok egitim gormemis siniflarda eziliyor. Sorun sadece dinden kaynaklanmiyor. Turkiye'de cok ciddi bir egitim bozuklugu sozkonusu. Egitim sistemi kadar carpik, bozuk bir sistem yok Turkiye'de. Sayet amacimiz gercekten 'insan' olana varmak ise onyargilari bir tarafa birakip daha genis acilardan bakmaliyiz olaylara. Kimse kusura bakmasin ama ben yaklasimlarda ust duzeyde bir sevgisizlik goruyorum. Boyle ustten bakarak, kendimizin en iyi oldugu dusuncesiyle toplumu bir adim bile ileriye goturemeyiz. Brain Slapper'in yazdiklari uzerinde dusununce farkli konulara girdim ister istemez. Ama tamamen baglantili konular. Fazla uzun olmasin diye belki baska bir ileti de Musluman toplumlarin geri kalislari uzerinde de birseyler soylerim. Yaziyi okuma zahmetine katlanmissaniz eger, tesekkurler:) Selam ile..
-
Her insan bir kulturun icinden gelmistir. Az veya cok kendi toplumunun temel ozelliklerini almistir. Dusunceler de oyle. Kisi uzun sureclerin icinden gecerek birtakim fikirleri edinir. her insan kendisine yabanci gelen, deger yargilariyla ortusmeyen, ilk kez duydugu, mantiginin yatmadigi baska fikir ve hareketlere karsi mutlak surette dogal bir refleks ortaya koyacaktir. Bu dogal refleks yadirganmamali. Karsi cikacak, itiraz edecek, duygusal tepkiler verecektir. Ama hayat akip gidiyor. Hersey surekli hizlanarak geciyor gozlerimizin onunden. Tipki surekli hizini arttiran bir tren gibi. Hareket edene adim atmadigimiz surece, yerimizde durmakta israr ettigimizde gorusum alanimiz baktigimizla sinirli kalmaya mahkumdur. Bu durum sabit fikirlere neden olur. Trene atlamaktan korkmamali ve bakislarimizi zenginlestirmeliyiz. Zihni darliktan cikarip genis perspektifler kazandiran da budur iste. O zaman dusunsel reflekslerimiz dogalligini yitirmez, her an yeni seylere hazirlikli olarak kendimizi de bu hizla akan degisimin icinde konumlandirabiliriz. Insanlar arasindaki mesafenin en uzak mesafe olusu farkli dusunce ve fikirlerden, bakis acilarindan oturu degildir. Mesafeyi yaratan sey, farkliliklara karsi tahammulsuzluktur. Insan elbette belirli dusuncelere sahip olacaktir ama o trene binmeli ve aslinda hicbir seyin kendi gordugunden ibaret olmadigini, henuz goremedigi bircok sey oldugunu idrak etmelidir. Degisik olana gosterdigi tepkiyi kendisine de gostermeli. Baska dusunceleri sorguladigi gibi kendi dusuncelerini de sorgulamali. Kendini sorgulamak sabit bakislardan kurtulmakla, farkliliklara acik olmakla olur ancak. Bu durum ise aramizdaki mesafeleri anlamsiz kilacaktir. Kendimizi akisa birakmali, yaya kalmamali... Sedatsann'in paylastigi yazilar bence sabit bir baslikta kalmayi hakeden turden. Uzerinde durdugumuz zemin oncelikli olmali cunku. Nerede durdugumuzu bilmeliyiz. Uzaklasimla degil yakinlik temelinde olmali iliskiler. Saygiyla..
-
Ne güzeldi eski günler, değil mi? Dosttan öte, kardeş gibiydik. Kemalistlik ve solculuk iki ayrı kavram gibi değildi. Hatta sosyal demokrasi ile Kemalizm eşanlamlı bile kullanılırdı bazen. CHP’li olan gençlerle sol kampta biraz dalga geçilse de CHP’li “büyükler” hep saygı görürdü. CHP’li olmak dürüst olmak, onurlu olmaktı. Aralarından bir iki istisna belki çıkmıştır ama CHP’li olan insanlar her konuda güvenilir insanlardı. Güngörmüş, yurdunu, insanını seven, darbeye, işkenceye karşı, mütevazı, gösterişten hoşlanmayan, yeni bir cumhuriyet kurmanın mihnetini hep hatırlayan, emperyalizme direnen. Darbenin yumruğu solun üzerine indiğinde CHP’liler o “solun” içinde olurdu. Deniz’ler idam edildiğinde o acıyı yüreklerinde hissederlerdi. “Milliyetçilerin” hedefleri arasındaydılar. 12 Mart’ın karanlık günlerinde, babaları askeri ciplerle götürülen ailelerin yanına koşan, yardım eden, destek olan CHP’li ailelerdi. Dosttan öte, kardeş gibiydik. İlk ayrılık Turgut Özal döneminde ortaya çıktı. Özal, devletin yasakçı zihniyetini kırıyor, vatandaşa özellikle ekonomik alanda yeni özgürlük alanları açıyordu. Köprünün hisselerini satıyor, Türk lirasını konvertibiliteye geçiriyor, ithalat yasaklarını kaldırıyor, ihracatı destekliyor, televizyonu çok kanallı hale getiriyor, cep telefonuna izin veriyor, en yeni filmlerin Türkiye’de de hemen gösterime girmesini sağlayacak düzenlemeler yapıyor, dünyayla Türkiye arasındaki duvarları yıkıyordu. Siz, bunların Türk ekonomisini yıkacağını düşündünüz. Samimi bir endişeydi. Devletçiydiniz ve özel sektöre kuşkuyla bakıyordunuz. Kuşkularınızı haklı çıkartacak gelişmeler de oluyordu. Liberalizmle birlikte hayali ihracat, teşvik oyunları, yolsuzluklar da patlamıştı. Türkiye yeni bir düzene alışmakta zorlanıyor, bu da sizin endişelerinizi artırıyordu. Devletin “güçlü” olmasının, ekonominin iplerini elinde tutmasının en iyi yöntem olacağına inanıyordunuz. Büyük bir inançla savunduğunuz “devletin” aralarında CHP’lilerin de bulunduğu solculara yaptıklarıyla, işkencelerle, asla konuşulamayan Lockheed türü skandallarla sizin “devlet” kavramınız arasında bir fark vardı size göre. Ama o farkı çok berrak bir şekilde anlatamıyordunuz. Bunları “Amerikan yanlısı” askerlerin yaptığını düşünüyordunuz, bir de öyle olmayan askerler vardı. Bu ayırım kaçınılmaz olarak cuntacılığı geliştiriyordu. Devlet imajını koruyabilmek için cuntacılığı seçmek zorunda kalıyordunuz. Sonra Kürt savaşı çıktı. Siz gene devleti tuttunuz. Çocuklarına istedikleri isimleri veremeyen, kendi dillerini konuşmayan, kendi dillerinde şarkı söylemeleri bile yasaklanan insanların acısını çok anlamak istemediniz, bunu “emperyalizmin” oyunu olarak görmeyi tercih ettiniz. Kürtlere, bu yasakları Türk devletinin koyduğunu fark etmek istemediniz sanırım. Devletin “kötü” yanıydı bunları yapan. Ama bütün hataları düzeltecek olan da “devletin iyi yanı” olacaktı. O “iyi yan” pek ortaya çıkmıyordu. Ve bugünlere geldik. Şimdi şeriattan korkuyorsunuz. Bazı AKP’liler de bu korkularınızı besleyecek işler yapıyorlar. Ama CHP yönetimi, Türkiye’nin insanlarını, siyasi örgütleri devreye sokmak yerine “askeri” işbaşına çağırıyor sürekli. “Milliyetçilik” çizgisini aşan bir biçimde yabancı düşmanlığı yapıyor, 301. madde gibi yasakçı maddeleri savunuyor. Şimdi de “devletin iyi yüzünün” yeni bir askeri müdahalede ortaya çıkacağına mı inanıyorsunuz? Türkiye’nin, evrensel hukuk kriterlerine uymasını, özgürlükleri genişletmesini, insan haklarına ve demokrasiye saygılı olmasını isteyen “sol-liberallerin” gerçekten “hain” olduğuna, bu ülkenin demokrasiyi hak etmediğine inancınız tam mı? Şeriata da askeri müdahaleye de geçit vermeyecek bir Türkiye kurulamayacağını mı düşünüyorsunuz? 2007 yılındayız. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana seksen yıldan fazla geçti. Şimdi değilse ne zaman demokrasiye geçecek Türkiye? Biz yaşlandık ve gerçek demokrasiyi hiç görmedik. Çocuklarımız da mı görmesin? MHP’yi bile sağcılıkta geçen bir politika içinize siniyor mu? Biz dosttan öte, kardeş gibiydik… Bugün CHP’nin demokrasiye böylesine düşman olmasına üzülüyorsak bu biraz da geçmişin anısınadır. Sizin dürüstlüğünüz ve samimiyetinizle, bu ülkenin daha yaşanılır bir yer olacağına duyduğumuz o geçmişten kalan inançtandır. Askeri müdahaleleri kışkırtarak, milliyetçiliği “Müslüman olmayan Türk vatandaşlarını” düşman sayacak düzeye tırmandırarak gidilecek yerin faşizmden başka bir yer olmadığını görmüyor musunuz? Ya da görüyor ve aldırmıyor musunuz? CHP’nin yönetimini bir yana bırakıyorum, onların kendilerine göre kişisel hesapları var. Ama siz eski CHP’liler… Siz faşizmden yana mısınız? Sanırım, “faşizmin” bugün izlenen parti politikalarından farklı bir şey olduğunu düşünüyorsunuz. Size bir tavsiyede bulunmamı kabalık kabul etmezsiniz umarım. Bugün izlenen “sosyal demokrat” politikaları bir inceleyin, sonra da ansiklopedilerin “faşizm” maddesini açıp bir bakın. Bu ikisi birbirine çok benziyorsa gene de bugünkü politikaları destekleyecek misiniz? Yıllarca sizin tüylerinizi diken diken eden, en aşağıladığınız, en korktuğunuz şeydi faşizm. Artık faşizmden korkmuyor musunuz? Siz bundan korkmuyorsanız, bu ülkenin sizden korkması gerekecek. Sizin samimiyetle, dürüstçe sevdiğiniz bu ülkenin korkacağı tehlike olmak istiyor musunuz? Umarım istemiyorsunuzdur. CHP’nin bir siyasi parti olarak ne yapacağı, ne olacağı doğrusunu isterseniz beni ilgilendirmiyor… Ama… Kız Kulesi gibi, Bursa ovası gibi, Kızılırmak gibi, Sultanahmet Camii gibi, yeni rakı gibi, Münir Nurettin’in şarkıları gibi bu ülkeyi bu ülke yapan, hayatımıza bir renk, bir güven katan CHP’liliğin faşizmin bulanık sisleri arasında gözden kaybolmasına, başkalarını bilmem ama, benim gönlüm pek razı gelmiyor. Sizin samimiyetiniz ve dürüstlüğünüz olmadan bu ülke eksik kalır. Faşizmde ise samimiyet ve dürüstlük hiç yoktur. Belki de hiç okumayacağınız ve büyük bir ihtimalle bir daha benzerini de yazmayacağım bu yazıyı, izin verirseniz, eski günlerin anısına şöyle bitirmek istiyorum: “Bu ülkeyi faşistlere bırakmayın dostlarım.” Ahmet Altan 19 Mart 2007
-
Narkissos'un hikayesine yaklasiminiz cok guzel Tangeriin bosig. Tum evren, hersey bir ayna sonucta. Bu aynaya bakip da kendi guzelligine vurgun olmazmi kisi ya... Ne olmak istedigime gelince.. Ben zaten oldugum seyim. Henuz tam olarak ne oldugumu bile bilemeden ne olmak isteyebilirim ki?..
-
Cocuklugundan itibaren mukemmel bir tanri bilgisine sahipti ve henuz genc bir delikanliyken dogdugu ozgur sehrin bircok aziz ve kutsal kadinlarini verdigi derin hikmetli cevaplarla kendisine hayran birakirdi. Ve ne zamanki ailesi ona erginligin isareti olan cubbesini ve yuzugunu verdi, optu onlari, ayrildi ve insanlara tanri hakkinda konusmak icin dunyaya dogru yola cikti. O zamanlar dunyada bazilari ya tanri hakkinda hicbir sey bilmiyorlar, ya eksik bilgiye sahipler, ya da kendilerine tapinanlardan haberi bile olmayan yanlis tanrilara ibadet ibadet ediyorlardi. Ve yuzunu gunese cevirerek yol aldi, yalin ayak, azizler gibi yuruyerek, kusaginda tasidigi deri bir canta ve kilden yapilmis matarasiyla. Ve yururken uzun yolda tanriya dair mukemmel bilgisinin hazziyla doluydu ve tanriya durmaksizin medhiyeler duzuyordu, ta ki icinde bircok sehrin bulundugu yabanci bir bolgeye varana dek. Ve onbir sehrin icinden gecti. Bazi sehirler vadilere kurulmustu, bazilari nehir kenarlarina ve bazilari da tepelere. Her sehirde kendisini seven ve takip eden birer murit edindi ve buyuk miktarda insan topluluklari izledi onu. Ve tanri bilgisi tum bolgeye yayildi, bircok kanun koyucu ona uydu ve tapinaklarin rahipleri kazanclarinin yarisinin gittigini gorduler; gun ortasi davullariyla insanlari tapinaklara cagirdiklarinda cok az kisi cagriya uyup adaklarla, hediyelerle gittiler. Ki o gelmeden once bu adet bolgenin koklu adetlerindendi. Onu takip edenlerin ve havarilerinin sayisi arttikca kederi de o oranda artti. Ve bilmiyordu kederinin neden bu denli buyuk oldugunu. Oysa o tanrinin kendisine bahsettigi mukemmel bilgiyi insanlara aktarmaktan baska bir sey yapmiyordu. Ve bir aksam onbirinci sehrin icinden gecti, havarileri ve muhtesem buyuk bir topluluk da onu izledi; ve o bir dagin tepesine cikti, bir kayanin ustune oturdu. Ve havarileri de etrafinda ayakta durdular, digerleri de vadide diz coktu. Ve basini ellerinin arasina alarak aglamaya basladi, kalbine dedi ki, "Neden bu kadar kederliyim ve korkuyorum ve neden herbir havarim sanki gun ortasi ustume ustume gelen birer dusman gibi?" Ve kalbi ona cevap verdi, "Tanri seni kendi bilgisiyle donatti ve sen ise bu bilgiyi baskalarina verdin. Incinin degeri bolunmus oldu ve dikissiz kiyafet parca parca dagildi. Sahip oldugu hikmeti dagitan kisi kendi kendisini soymustur. Sahip oldugu hazineyi kendi elleriyle hirsiza vermis gibidir. Tanri senden daha hikmet sahibi degil midir? Tanrinin sana verdigi sirri baskalarina vermeni kim soyledi? Bir zamanlar zengindim ve kendimi fakirlestirdim. Tanriyi onun bilgisiyle gorebiliyordum ve simdi tanri kendini benden sakladi." Ve tekrar agladi cunku kalbinin kendisine dogruyu soyledigini biliyordu; tanri bilgisini baskalarina vermisti. Tanriya onca yakinlasmisken, kendisine inananlarin sayisinin artmasiyla kaderi terkediyordu onu artik. Ve kendisine dedi, "Artik tanri hakkinda hicbir sey konusmayacagim. Hikmeti baskalarina dagitan kendi kendisini soymustur." Ve birkac saat gectikten sonra havarileri ona yaklastilar, yere kadar egilip dediler ki, "Efendimiz, bize tanri hakkinda konus, konus ki sen hicbir insanin sahip olamayacagi mukemmel bilgiye sahipsin." Ve cevapladi onlari, "Sizinle herseyi konusurum, hem bu dunyadan hem de ahiretten ama tanri hakkinda artik konusmayacagim sizinle." Ve ofkeli bir sekilde ona dediler ki, "Seni dinleyebilelim diye bizi collere dusurdun. Simdi seni bunca zaman takip etmis bu buyuk kalabaligi cesaretleri kirilmis, ac sekilde geri mi gondereceksin?" Ve onlari cevapladi ve dedi ki, "Sizinle tanri hakkinda konusmayacagim." Ve kalabalik homurdanmaya basladi ve dediler ki ona, "Sen bizi collere dusurdun ve bizi yiyeceksiz biraktin. Bize tanri hakkinda konus. Bu bize yetecektir." Fakat o hicbir sey soylemedi. Cunku biliyordu ki eger tanri hakkinda konustugu taktirde hazinesini baskalarina vermis olacakti. Ve havarileri uzgun uzgun ayrildilar yanindan, insan kalabaligi evlerine dondu. Ve bircoklari yolda olduler. Ve yalniz kaldiginda ayaga kalkarak yuzunu aya cevirdi, yedi ay yolculuk etti, hickimseyle konusmadan, hicbir soruya cevap vermeden. Ve yedinci ay bittiginde bir cole vardi. Ve bir zamanlar icinde Santor'un kaldigi bir magara buldu, burayi kendisine ev olarak secti ve uzerinde uzanmak icin kendisine bir hasir yaparak munzevi olarak yasamaya basladi. Kendisinde hala muhafaza ettigi tanri bilgisiyle tanrinin yuceligini ovdu, medhiyeler soyledi. Bir gece Munzevi magaranin onune serdigi hasirin ustunde otururken, yuzunde seytani cirkinlikle tanrisal guzelligi bir arada musahade ettigi bir gence dikkat kesildi. Bu genc her gece elleri bos sekilde munzevinin onunden gecer ve her sabah elleri mucevherlerle dolu olarak geri donerdi. Bir hirsizdi, kervanlari ve tuccarlari soyuyordu. Ve munzevi ona merhametle bakti. Fakat hicbir sey demedi. Cunku biliyordu ki konusacagi her kelime imanini azaltacak, eksiltecekti. Ve bir sabah genc adam yine elleri mucevherlerle dolu olarak dondugunde magaranin onunde durarak kaslarini catti, ayaklarini yere sertce vurarak munzeviye dedi ki: "Buradan her gectigimde neden bana boyle bakiyorsun? Nedir senin gozlerinde gordugum sey? O sey ki simdiye kadar kimse oyle bakmamisti bana. Ve bu bakislar bana diken gibi batiyor." Ve munzevi onu cevapladi, "Gozlerimde gordugun merhametten baska bir sey degildir. Merhamettir bakislarimdan suzulen." Ve genc adam onu kucumseyerek gulmeye basladi ve munzeviye acimasiz bir sesle bagirmaya basladi ve dedi, "Benim ellerimde mucevherler var ve seninse ustunde yattigin hasirdan baska seyin yok. Ne cesit bir merhamettir bana karsi duydugun? Ve nedir bu merhametin sebebi?" "Senin icin merhamet besliyorum" dedi munzevi, "cunku sen tanrinin bilgisine sahip degilsin." "Bu tanri bilgisi kiymetli bir sey midir?" diye sordu genc adam, magaranin agzina iyice yaklasarak. "Dunyanin butun mucevherlerinden daha kiymetlidir." diye yanitladi munzevi. "Ve sen sahipsin buna oyle mi?" dedi genc hirsiz, daha da yakinlasarak. "Bir zamanlar, evet," dedi munzevi, "Tanrinin mukemmel bilgisine maliktim. Fakat aptalligimdan onu parcalara ayirdim ve digerleri arasinda bolundu. Buna ragmen bende arta kalan bilgi bile yine de tum mucevherlerden daha kiymetlidir." Ve genc hirsiz bunu duyar duymaz ellerinde tasidigi mucevherleri yere atti, keskin kilicini munzeviye dogrultarak, "Bana hemen o malik oldugun tanri bilgisini ver, yoksa seni simdi oldururum. Benimkinden daha degerli bir hazineye sahip olani oldurmemem icin hicbir sebep yok," dedi. Ve munzevi dirsegi uzerine abanarak dedi ki, "Tanrinin adil mahkemesine gidip onu orda ovmek, dunyada onun bilgisinden mahrum olarak yasamaktan daha iyi degil midir benim icin? Oldur beni eger istedigin buysa. Fakat tanriya dair bilgimi sana vermeyecegim." Ve genc hirsiz diz cokerek yalvardi fakat munzevi onunla tanri hakkinda konusmadi, hazinesini vermedi. Bunun uzerine genc hirsiz soyle dedi, "Nasil istersen oyle olsun. Ben yedi gunahlar sehrine gidecegim fakat uc gunluk bir yolculuk gerektiriyor ve elimdeki mucevherler icin orada bana hazzi ve neseyi verecekler." Ve mucevherlerini alarak cabucak uzaklasti. Ve munzevi arkasindan gitti, seslendi, yalvardi. Uc gun boyunca genc hirsizi takip etti ama ne geri donmesi icin ne de yedi gunahlar sehrine girmemesi icin ikna edebildi. Ve ara sira genc hirsiz arkasina donup munzeviye bakti ve onu cagirarak dedi ki, "Bana dunyanin tum hazinelerinden daha degerli olan bu tanri bilgisini verecek misin? Eger bunu bana verirsen o sehre girmeyecegim." Ve her seferinde munzevi ayni seyi soyledi, "Sahip oldugum herseyi veririm sana, bu haric. Cunku bunu vermek benim icin caiz degil." Ve ucuncu gunun aksami yedi gunahlar sehrinin kirmizi kapisina yaklastilar. Ve sehre yaklastikca kahkaha sesleri daha cok isitiliyordu. Ve genc hirsiz kapinin zilini aramaya koyuldu. Kapiyi calacakken munzevi kosarak onune gecti ve onu iki yakasindan yakaladi ve dedi ki: "Ellerini uzat, yaklas bana ve kulaklarini dudaklarima yakinlastir. Sana bende arta kalan tanri bilgisini verecegim." Ve genc hirsiz durdu. Ve munzevi tanri bilgisini verdikten sonra yere kapaklanip aglamaya basladi.Ve buyuk bir karanlik sehri orttu, genc hirsizin gorus alanindan cikardi. Ve munzevi yerde yatmis agliyorken, yanibasinda dikilmis olani farketti. Yanibasinda duran, omuzlari dik, yun sacli genc munzeviyi kaldirdi ve dedi ki: "Bundan once tanrinin bilgisine sahiptin. Simdi artik O'nun askina sahip oldun." Oscar Wilde - The Teacher of Wisdom Turkce'ye ceviren: restpektif
-
Sayin Taurusmutis, sanirim soruda iki onemli eksik var. Ben bu problemi bir yerlerden duymustum cunku. Sorunun eksik kalmis yanlari soyle: Bay ŞANTAJCI'nın gerçek suçunun adını taşıyan kimse Bay Katil idi ve Bay Katil öyle bir suç işlemişti ki, bu suçun adını taşıyan kimse gerçek dolandırıcıydı. Cinayetten (Katil) mahkum olan kisi ise idama mahkum edildi. O halde sorunuzu soyle tamamlayalim: "Hakim önüne getirilen 5 zanlının isimleri:Bay KATİL,bay HIRSIZ,bay DOLANDIRICI,bay ŞANTAJCI ve bay KAÇAKÇI..Bu şahısların hiçbiri adını taşıdığı suçu işlememiş. Bay ŞANTAJCI'nın gerçek suçunun adını taşıyan kimse Bay Katil idi ve Bay Katil öyle bir suç işlemişti ki, bu suçun adını taşıyan kimse gerçek dolandırıcıydı. Zanlıların hepsi yargılama sonucu suçlu bulunarak,hüküm giydiler.Örneğin bay HIRSIZ'a 7 sene hapis cezası verildi. Cinayetten (Katil) mahkum olan kisi ise idama mahkum edildi. Sorumuz şu: KİM İDAM EDİLDİ..? " Sayet soru bu sekilde ise cevabi var ama digerini bilemem. Saygilar..
-
Kadin - erkek her insanda aldatmaya donuk bir gudu vardir. Kimisinde cok belirgindir, kimisinde bastirilmistir. Buna ragmen aldatmayan insanlarda ahlaki degerlerin yerlesikligi sozkonusudur. Yoksa her insanda bir digerine karsi ilgi mutlaka vardir. Iki insanin aski karsilikli beklentilerin ortusebilme oraninin yuksekliginden ibarettir. Beklentiler karsilanmadikca askin da azaldigi gorulur. Bu durumda bir digerine karsi ilgi artik icgudusel olmaktan cikar, zamanla pratize olmaya baslar. O yuzden, birlikte yasamayi secmeden once hakiki bir tanimayi gerceklestirmek gerek. Tanisikliga dayali iliskiler cok daha saglam temele sahip olurlar. Son olarak, belki de sairin dedigi gibi: "Insan aldandigi kadar insandir..." Selam ile..
-
Kayıp Nişanlı - A Very Long Engagement (2004)
restpektif şurada cevap verdi: Admin başlık Yabancı Sinema
Yukaridaki iletim aslinda filmin tanitimi icindi ama yeterince dikkatli olmadigimdan tanitim basliginin zaten acik oldugunu farketmemisim. Bir dahaki sefere daha dikkatli olmaya calisacagim. Iletiyi uygun yere tasidigi icin de Admin'e tesekkur ederim. Bahardan midir nedir, son zamanlarda agirlikla duygusal filmleri izliyorum ve dusuncelerim de bu duygusalliktan payini aliyor. Herkes elbette ayni tadi alacak diye bir kural yok ama ben yine de bu filmin izlenmeye deger oldugunu tekrarlamak istiyorum. Bundan sonra aksiyon filmi tanitayim iyisi -
Kayıp Nişanlı - A Very Long Engagement (2004)
restpektif şurada cevap verdi: Admin başlık Yabancı Sinema
Genc bir bayanin I. Dunya Savasi'na katilip kaybolan nisanlisini arama seruveni konu edilmis. Soyleyecek o kadar cok sey var ki filmle ilgili, hangisinden baslamali bilmiyorum. Mathilde'nin masum askina, inancina, kararliligina, cocuk ruhuna, sadakatine... hayran kalacaksiniz. Savaslarin anlamsizligini yeniden idrak edecek, sevginin o dokunulmaz dogasini yeniden kesfedeceksiniz. Insan yureginin tum guzelliklerini anlamsiz hayallere cevirmis, ozlemleri masallara indirgeyecek derecede anlamsizlastirmis gunumuz dunyasina inat kendi gercekliginizi masallasmis olanda bulacaksiniz. Gorduruleni ve yasatilani asarak asil gorusum ve yasamin iki ruhun essiz guzellikteki 'sevgi' temposundan ibaret oldugunu goreceksiniz. Duygulanacak, huzunlenecek, guleceksiniz. Ve nihayet bir cift gozun icinde kaybolmanin buyusu saracak benliginizi... Ne diyeyim daha, izlemediyseniz izleyin!.. Yine Bir de, eger Amelie'yi izlemis ve sevmisseniz Audrey Tautou'nun yetenegini bu filmle de gorun derim. Oyuncular: Audrey Tautou, Gaspard Ulliel Yonetmen: Jean-Pierre Jeunet Gosterime girdigi tarih ve yer: 17 Aralik 2004, Kanada Oduller: 2 Oscar adayligi, 16 odul ve 20 adaylik. -
CYRANO oldukca mantikli ele almis konuyu. Tarihi tecrubeler ve savas stratejileri acisindan yerinde bir yorum. Ancak onemli bir hususun gozardi edildigini gordum: Daha onceki Kuzey Irak operasyonlarinin mahiyetleri cok farkliydi. Herseyden once Barzani PKK'yi bolgede istemiyordu. En azindan guclu durumda olmalarini istemiyordu. Cunku PKK Kuzey Irak'ta Barzani ile hakimiyet yarisindaydi ve yer yer pesmergelerle catisiyordu. Barzani bircok bolgeyi kontrol edemez duruma gelmisti. Cok onemli fikir ayriliklari da sozkonusuydu. Bu durumda Barzani zaman zaman Turkiye ile ittifak halinde PKK'nin bolgedeki gucunun zayiflatilmasini arzuluyordu. Yani Kuzey Irak operasyonlarinda Barzani'nin rolu kucumsenmeyecek orandaydi. Simdi ise PKK'nin hem Barzani, hem Talabani ve hem de ABD ile karsilikli cikar iliskileri var. Herseyden once PKK'nin ABD acisindan Iran'a karsi ileride kullanilacak en buyuk koz olarak dusunuldugu unutulmamali. Nitekim PJAK orgutu de yine PKK icinden olusturulup silahlandirilarak Iran'a yonelik operasyon yapmalari saglanmistir. Amerika'nin PKK'yi her acidan denetledigi, egittigi, silahlandirdigi ve teknolojik imkanlari hizmetine verdigi soylenti degil gercektir. Cunku yeni projenin icinde Kurd unsuru cok onemli bir karttir ve PKK da bu kartlardan birisidir. O yuzden Turkiye'nin olasi bir Kuzey Irak harekati eskilerinden cok farkli olacaktir. Karsisinda Barzani ve ABD'yi gormese bile bu eski iki muttefigin PKK'yi farkli yollarla destekleyecekleri asikar. Dogrudur, kaynak kurutulmadikca yurt icindeki operasyonlar cok onleyici olamayacaktir ama sozkonusu edilen sey kaynagin kurutulmasinin gerekliligi degildir. Elbette gereklidir ama olaya daha genis acidan baktigimizda, tahmin edemeyecegimiz zararlara ugrayabiliriz. Cunku Kuzey Irak artik eski Kuzey Irak degil. Degerlendirilmesi gereken budur. Ortada pekcok ihtimal var ve net olarak hangisiyle karsilasilabilecegi kestirilemiyor. Kaldi ki, ABD'nin projeleri degismedikce, kanaatimce Turkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi mumkun degildir. Bizdeki tartisma yasanagelen iktidar mucadelesinin enstrumanlarindan birisidir sadece. Cozum konusunda ise Brain Slapper'a kismen katiliyorum. Etnik milliyetciligin nereden beslendigi iyi tesbit edilmeli ve buna dair tedbirler alinmali. Bunun da yolu doguya yonelik devlet politikasinin koklu sekilde gozden gecirilmesinden geciyor. Halka dogru atilacak olumlu adimlar zamanla terorun en onemli gucunu pasifize edecektir. Kurd Halkinin talepleri ekonomik alandan siyasi alana tamamen kaydirilmis durumda. Kanaat onderleri hizla bu halka yeni bir kimlik verme, yeni bir elbise gecirme yolunda ilerliyorlar. Birkac yil sonra onu alinamaz koklu ayrismalar yasanabilir. Beri taraftan Turk etnik milliyetciligi de bazi cevreler tarafindan korukleniyor. Iste bunlarin uzerinde dusunmemiz lazim bence. "Herseyleri var, daha ne istiyorlar" mantigi sozkonus ayrisimi derinlestirmekten baska ise yaramayacaktir. CYRANO savas yoluyla elde edilmis basarilardan ornek vermis ama bazi milletler de devlet politikalarini degistirerek cozum bulmuslardir. Politikadan kasit elbette iki resmi dil gibi uc noktalar degil. Ama su bir gercektir; basit talepler karsilanmadikca taleplerin rengi ve niteligi surekli olarak devlet aleyhine degismistir. Herseyden once temel sebepleri tesbit etmek lazim. Hosumuza gitmese bile acik yureklilikle bunlari ortaya koyabilmeliyiz. Etnik milliyetciligin ahlaki yapisi yoktur. Umarim gidisat samimi adimlarla durdurulur. Selam ile..
-
Asagidaki linklerden alinti yaptim: http://www.kingwoodgreeninfo.org/envirofacts.html http://library.thinkquest.org/11353/facts.htm
-
Yahu uydurmasina uydurur da insan, bu kadar basit hikaye kurgusuyla uydurmaz. Sanki Turkiye Cumhuriyeti'nin hukumetinden degil de ikinci lig bir futbol kulubu yonetiminden bahsediliyor. Cok kizmistik da, ABD Savunma Bakani arkamizda oldugu icin de kendimizi cok guclu hissediyorduk.. Gulemiyorum bile. Iddia ederim ortaokul ogrencisine benzer bir hikaye yazdirin, o daha mantikli bir kurgu kuracaktir. Zeka duzeyi dusuk bu tur iddialara ciddi ciddi inananlar, bunlari ka'le alanlar var mi hala Turkiye'de? Ben sanmiyorum. Dogrudur diyenler de siyaseten diyorlardir, yoksa baska ihtimal goremiyorum. Selam ile..