Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

restpektif

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    281
  • Katılım

  • Son Ziyaret

restpektif tarafından postalanan herşey

  1. Bilim hicbir zaman evrensel dogruyu bulma iddiasinda olmamistir. Sadece teoriler uzerinde calisir ve teoriler uretir. Kabul edilir ki gunumuzun bilimsel teorileri gelecekte ya curutulecek ya da dogrulugu ispatlanacak. Sonuc ne olursa olsun, cagdas bilimin ulastigi sonuclar bilinmeyenleri ortaya cikarmak yolunda elde olan imkanlarin kullanilmasinin bir sonucudur ve elbette ki mitolojik ve dinsel dogmalardan bagimsiz olarak, oncelikli olarak ele alinmalidir. Bir baska ifadeyle, evrene dair cikarimlarin referansi bilim olmalidir. Buraya kadar hemfikiriz. Ancak gorunen o ki; batida her turlu elestiriye acik ve surekli gelistirilip karsi tezlerle curutulmeye calisilan teoriler geri kalmis ulkelerde yeterince sorgulanmadan ideoloji haline getiriliyor. Halbuki bilim sadece dogmalari degil ama ayni zamanda kendi varsayimlarini curutmek icin de calisir. Ozellikle dinlerin soyleyegeldigi dogmalarla celisen bilimsel hipotezlere hemen sarilmamiz ve bilimin kendi kendini curutme ilkesini bu konuya uyarlamak istemeyisimiz, elestirel yaklasmayisimiz, olaya ideolojik olarak bakmamizdan kaynaklaniyor. Sorun budur. Bilimselci arkadasim once kendim(iz)e bakmam gerektigini ogutlemis, sagolsun. Sagolsun da beni neden ve nasil boyle kolay bir sekilde kategorilerden birine hapsetmis, onu anlayamadim. Bir seyi elestirdiginiz zaman mutlaka onun karsiti baska bir seyin icinde mi olmaniz gerekiyor? Kendisine "Ferfecir" ismimle yazdigim yazilara goz atmasini oneririm. Gorecektir ki, ayni sekilde dini de elestirdim, Islam tarihinden tutun dinin nasil somurulup yozlastirildigina da degindim. Demem o ki, sayin bilimselci herseye elestirel gozle bakmanin aslinda bilimsel dusunmenin, felsefi derinligin en onemli belirleyicisi oldugunu ogrenmeli once. Bilimsel dusunmek herseye supheyle bakmakla birlikte herseye acik olmaktir da ayni zamanda. Iste bu yuzden ateizmin keskin soylevlerini bilimsel degil ideolojik buluyorum. Bilinmeyene duyulan inanc masal ise sayet, hepimiz masal dunyasinda yasiyoruz sevgili bilimselci. Yakin bir zamanda "Dini Konular" bolumunde ateist arkadaslarin hakaret olarak gormedikleri usluplarini aynen taklit ederek ateizmle ilgili bir yazi yazacagim. Usluplardan da ornekler vererek. Sanirim bunun haricinde yapilan yanlisi anlatabilmek imkansiz. Zamanim oldugunda siz de okursunuz. Bir de size Ahmet Altan gibi ateistlerin din konusundaki beyefendi usluplarini takip etmenizi oneririm. Iste senin gormedigin, oysa vurgulamaya calistigim sey tam da bu: Mistisizm ve inanclar bilimle degil felsefeyle aciklanabilir! Madem bilimin alanina girmedigini kabul ediyorsun, o halde bir bilimselci olarak neden mudahale ediyorsun? Metafizik felsefenin dusuncelerini elestiriyorum dersen, o halde bunu neden bilim kilifi icinde yapiyorsun derim. Yercekimi orneginde vurgulandigi gibi; bilim kendi gorevini yapip aciklama getirir ama bu durum felsefeyi isin icinden cikarmaz. Onun da her zaman soyleyecekleri vardir cunku. Yanlis anlasilmasin, felsefeye yine felsefe ile karsilik verilirken elbette bilimden faydalanacaksin, ki nihayetinde bilimin felsefesi de var. Ama birak digeri de kendi dusuncesini ortaya koysun. Yasam icin ideal yercekimi dusuncesi yerine "yasam ancak ideal yercekimi ortaminda olusur" bakis acisi ogretici, dusundurucu ve guzel bir yaklasim. Bunun teistler tarafindan dikkate alinmasi gerektigini ben de dusunuyorum. Ateistler tarafindan da tersinin mumkun olabilecegi ihtimali dikkate alinmali bir de. Elestirel dusunmenin geregi bunu gerektirir. Yine kategorize konusu!.. Kimseden herhangi bir seye inanmasini beklemiyorum. Hele kendim neye inanacagimi bilmiyorken. Ben ne dinsel dogmalara kor bir sekilde inanirim ne de bilimsel teorileri salt dini gorusleri curutuyorlar diye ideolojik saplanti haline getiririm. Ikisinden de uzagim, bu oncelikle bilinmeli cunku hickimsenin kimseyi herhangi bir kaliba, kategoriye, gruba vs sokmaya hakki yoktur, olmamali da. O yuzden diyorum ki; almayayim sagol! Bilinmeli ki, tartisma zemininin saglamligi karsimizdakine onyargisiz bakmakla saglanabilir. Dine yoneltilen mantikli elestiriler konusunda, "sen kafirsin, bilmiyorsun, Allah senin kalbini muhurlemis..." gibi temelsiz ve sloganik cevaplarin seviyesini asmamis bu yazi sayin bilimselci. Uzulerek gordum bunu... Alintiyi gozukmeyecek sekilde renklendirdigim gorusun tamamen onyargin ve art niyetinin bir sonucu. Ozellikle dikkatini cektigine gore saklamakta hayli basarisiz olmusum demek ki!.. Ateizmin bir gorus ve felsefe oldugu kalibi... Yukarda yazdiklarim bir bakima dusuncelerimi yansitti bu konuda. Selam ile..
  2. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü'nde iki öğrenci grubu arasında çıkan, taş ve sopaların kullanıldığı kavgada 30'un üzerinde öğrenci yaralandı. Ankara Üniversitesinin Cebeci Kampüsünde bulunan eğitim Bilimleri Fakültesi'nin önünde Atatürk posteri ve Türk bayrağı altında stant açıp bildiri dağıtan bir grup öğrenciye okul içinden ve dışarıdan geldiği öğrenilen bazı öğrenci ve kişiler önce sözlü saldırıda bulundu. Daha sonra taş ve sopalarla söz konusu standın olduğu yere gelen kişiler ile stanttaki öğrenciler arasında arbede yaşandı. Molotof kokteylinin de atıldığı arbede sırasında birbirlerine taş atan öğrencilerden 30'u yaralandı. Olayların büyümesi ve atılan taşlarla fakülte binalarının da zarar görmesi üzerine, kampüse davet edilen çevik kuvvet polisi öğrencilere müdahale etti. Öğrenci grupları arasında set oluşturan ve grupları sırayla okul dışına çıkartan polis, Cebeci Kampüsünde geniş güvenlik önlemleri aldı. Okula gelen sağlık ekipleri taş ve sopa darbelerinden yaralanan öğrencilere okul bahçesinde müdahale etti. Yaralanan öğrenci sayısının 30'un üzerinde olduğu bildirildi. Olayların ardından Eğitim Bilimleri Fakültesi önünde açtıkları stantta tekrar toplanan öğrencilerin, Türkiye Gençlik Birliği adına yaptıkları basın açıklamasında, Atatürk posteri ve Türk bayrağını indirmeye çalışanlara karşı mücadelelerinin devam edeceği ifade edildi. Açıklamanın ardından basın mensupları okul güvenliği tarafından dışarı çıkartılırken, bir süre sonra kampüsteki fakültelerde öğrenime ara verilerek öğrenciler de kampüs dışına çıkartıldı. Star Gazetesi - 10 Mayis 2007
  3. Gordugum kadariyla forumdaki "Dini Konular" bolumune ateistlerin yogun ilgisi var. Cogu zaman hakarete varan, tartisma ortaminin sihhatini bozan usluplar hos gorulemese bile, icerigi olusturan klasik ateist argumanlar ile, gercekte "ateist aklin" ne gibi yanilgilar, yargi bozukluklari ve carpitmalara dayandigini bizlere bir kez daha gostermis oldu. Actigim baslikla ilgili yorumlarda bulunulurken konunun ozune sadik kalinmasini rica ediyorum. Tekrar tekrar 9 yasindaki kizla evlenen peygamber gibi soylemleri tartismak degil bu konunun amaci. Konuyla ilgili degerlendirmeler, sorular geldigi taktirde zamanim ve bilgim elverdikce cevaplamaya calisacagim. Ancak konuyla ilgisiz yorumlari gormezden gelecegim. Cunku amac ozelde herhangi bir dini tartismaktan cok, genel itibariyle ateizm ile din kavramlarini acmak. Zaten acilan konunun icerigi de bunu gosteriyor. Simdi gecelim konuya: Ateistlerin cogunun zihninde "insanlarin ilahi gucler atfettikleri olgularin zamanla bilim tarafindan aciklanmasi" sablonu vardir. "Mistizm ve genel olarak din, her zaman bilimin ışığının henüz ulaşmadığı kuytulara sığınır; bilimin ışığı üzerine düştüğünde de sığınacak baska bir kuytu bulur." Bu arguman Ingilizce'de "God of gaps", yani "Bosluklarin tanrisi" olarak bilinir. Argumana gore, insanlar bilim yoluyla aciklayamadiklari, yani "boslukta" kalan doga olaylari icin, "tanrinin isi" demekte, ancak bilim ilerledikce bosluklar dolmaktadir. Bilim bir gun herseyi aciklayacak, boylece hic bosluk kalmayacak, ateizm tam egemen olacaktir. Oysa bilimin bir olguyu doga olayalariyla aciklamasi aslinda o olgunun bir ilahi niteligi olmadigini gostermez. Ornegin yercekimi'ni ele alalim. "God of the gaps" argumanina gore eskiden insanlarin "tanirinin cisimleri yere cekme" diye bakmis olabilecegi bu guce bilim "yercekimi" demis, boylece boslugu doldurmustur. Yapilan sey sadece bir isim degisikligidir ve gucun bilimsel tanimidir. Boyle bir gucun neden var oldugu sorusu ise felsefenin alanina girer ve buradan hala teolojik bir yorum yapilabilir. Ayrica "Anthropic Principle" olarak bilinen bilimsel goruse gore olaya bakarsak; yercekiminin neden az veya fazla degil de mevcut siddetinde oldugu sorusu cercevesinde sadece yercekiminin degil ama ayni zamanda evrenin tum fiziksel gucleri, elementlerin kimyasal ozellikleri insan yasami icin olmasi gereken en ideal duzeydedir. Bu gorus de bilimseldir ve ateizme karsi guclu bir argumandir. Bir diger hata ise, doganin sadece isleyisinin degil, kokeninin de dogal etkenlerle aciklanabilecegine dair gorustur. Bu argumanin sahipleri evrenin ve canlilarin nasil ortaya ciktiklari sorusunun dogal etkenlerle aciklanabilecegine, ortada hicbir delil olmadigi halde, inanmaktadirlar. Eger canililar hakkindaki bilgilerimiz arttikca, onun dogal etkenlerle indirgenebilir oldugu yonundeki veriler de artsaydi, o zaman bunu inandirici bulabilirdik. Oysa son yuz yildir olan bunun tamtersidir. Canlilik hakkindaki bilgimiz arttikca, onun daha once hayal bile edemeyecegimiz kompleks bir yapiya sahip oldugunu ve bu kompleksligin dogal surecler ve rastlantilar ile olamayacagini goruyoruz. Dolayisiyla bilim canliligi inceledikce bosluklar kuculmemekte, aksine buyumektedir. Ozetle, bir Yaratici'nin varligini kabul etmenin bir "God of the gaps" argumani oldugu seklindeki klasik ateist gorus bilimsel dayanaktan mahrumdur. Bu goruse elbette inanilabilir; ama dayanagi bilim degil, bilimden bagimsiz bir dogma olarak ateizmdir. Mustafa Akyol'dan yararlanilmistir. Selam ile..
  4. Cumhurbaşkanlığı etrafında yaşanan ulusal hezeyanın cazibesinden bir an için kurtulup, söz konusu hezeyanın hangi ulusal niteliğimizle bağlantılı olduğunu irdelemek çok öğretici olabilir. Çünkü sırf bir AKP’li cumhurbaşkanı olmasın diye, askerin temeli olmayan bir irtica tehdidinden hareketle internet sitesinde yazı yayınlaması; bir kısım medyanın fikir birliği içinde bu klişe metni beklenen bir ‘muhtıra’ olarak heyecanla karşılaması; ve nihayet Anayasa Mahkemesi’nin hukuku muhtıra ideolojisinin uzantısı kılan iptal kararı, bireysel farklılıkları yok eden daha genel bir hassasiyeti ima ediyor. Ancak toplumsal kesimleri temsil ettiği varsayılan partilerin bu konudaki söylemleri ve nihayet Tandoğan ve Çağlayan’da sokağa dökülen halkın ortak dili, anlamaya çalıştığımız bu hassasiyetin neredeyse ‘ulusal’ nitelikte olduğunu göstermekte. Böyle bir duyarlılığı ya hissedersiniz ya da hissetmezsiniz… Ben hissetmediğime göre yapabileceğim tek şey anlamaya çalışmak olacak. ‘Muhtıra’nın ardından yazdığı Pazar yazısında Emin Çölaşan şöyle demekteydi: “Asker devreye girdi; 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanımızı rahatlattı.” Buradan anlıyoruz ki eğer asker devreye girmeseymiş, halkımız belirli bir rahatsızlık içinde kalacakmış. Yani insanlarımızı rahatsız eden bir durum var ama onlar bunu kendi başlarına ortadan kaldıramıyorlar. Asker müdahil oluyor ve rahatlama geliyor… Dolayısıyla bu yazının amacı söz konusu rahatsızlığı anlamaya dönük olmak zorunda. Öte yandan ordunun sırf halkımız rahatsız diye inanmadığı bir müdahaleyi yaptığını da düşünemeyiz. Ne de olsa silahlı kuvvetler bir siyasi parti gibi göstermelik popülizme yaslanamaz. Bu nedenle ordunun da aynı hassasiyete sahip olduğu açık. Nitekim internet sitesindeki ‘muhtıra’ niyetinde olduğu söylenen metinde “TSK… gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir” denmekte. Böylece hassasiyetin gizli tutulmayacağı ve gereğinin yapılacağı anlaşılıyor. Söz konusu hassasiyetin somut olarak ne olduğuna gelindiğinde ise şunu öğreniyoruz: Türk ordusu “laikliğin kesin savunucusudur” ve “Ne mutlu Türküm diyene’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır.” Doğrusu bu birçok kişiye rahatlatıcı bir duygu vermiş olabilir… Bir hassasiyetin 85 yıl boyunca aynen korunarak klişeleşmesi, hem Cumhuriyet’in ilelebet baki kalacağına ilişkin, hem de dünyanın aslında hiç değişmediğine dair sağlam bir kanıt gibi durmakta. Öte yandan ilk bakışta yukarıdaki iki hassasiyet arasında bir ilişki görmeyebilirsiniz… Birisi laiklik, yani dindarlıkla; ötekisi ise Türklük, yani milliyetçilikle ilgili… Ancak sön dönemin konjonktürü ışığında aralarında gizli bir bağ var: Yapılan birçok sosyolojik çalışma Türkiye’de Müslüman kimliğinin modern dünyanın gereksinimleri içinden yeniden tanımlandığını, böylece dindarlığın yeni anlamlar kazanırken farklılaşıp çeşitlendiğini; kısacası İslami kesimde alttan gelen kendiliğinden bir sekülerleşme yaşandığını ortaya koymakta. Ne var ki bu sekülerleşme dindarların dinden uzaklaştıklarını değil, aksine dindarlığı yeniden tanımladıkları ölçüde Müslüman cemaatin sınırlarını genişlettiklerini göstermekte. Kısacası bugün karşımızda dünyayla barışık, özgüveni yüksek ve –resmi ideoloji açısından en önemlisi- daha ziyade Müslüman kimliği üzerinden kendisini global bir aktör olarak tahayyül edebilen yeni bir vatandaş kategorisi var… Bunun anlamı Cumhuriyet’in harcı olarak sunulan Müslümanlık ile Türklük arasındaki bileşkenin çözülmekte olmasıdır. Bugün Türkiye Müslümanlarının resmi ideoloji tarafından belirlenen Türklük tanımına ihtiyacı artık eskisi kadar fazla değil… Dolayısıyla örneğin ‘misyoner tehdidi’ Müslümanlar arasında değil, asıl laik kesimde tutan bir söylem… Ve gene dolayısıyla TSK’nin malum yazısında laiklik karşıtlığı ile ‘Türküm’ demekten kaçınma aynı kefeye konabilmekte. CHP’nin söz konusu hassasiyete böylesine hevesle atlamasının anlamı da burada… Müslüman kesimin resmi ideoloji açısından sadece dindarlık üzerinden değil, Türklük üzerinden de ötelenmesi, bu partiyi kendi algılamalarıyla en makbul siyasi oluşum haline getiriyor. Ulusalcılık denen garabetin nedeni de böylece anlaşılıyor. AKP’yi sadece ‘yobaz’ değil, ‘emperyalist uzantısı’ olarak göstermek; bir taşla iki kuş vurmak gibi. Ne var ki bu ulusalcıların analiz düzeyi fazla derin değil: Kendi stratejilerinin Müslümanları ‘ulusal’ olandan daha da uzaklaştırdıklarını fark etmiyorlar. Ama belki de fark edip buna razı oluyorlar. Çünkü onların derdi demokrasi içinde bir çözüm zaten değil… Böylece Baykal’ın “bir erken seçimi ‘bizatihi çözüm’ olarak görmediğini” söylediğinde gerçekten ne dediği daha iyi anlaşılıyor… Onun derdi AKP’nin alaşağı edilmesi. Yöntem önemli değil. Eğer demokrasi bunu becermeye yetmiyorsa, demokrasinin de rafa kaldırılması Baykal’a göre meşru. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 367’yi şart koşmaması durumunda “Türkiye tehlikeli bir kriz ve çatışma ortamına sürüklenecektir” diyen de kendisi. Yani demokrasinin işlemesi durumunda demokrasinin dışına çıkabileceğini ima eden bir siyasi partimiz var. Üstelik de Cumhuriyet’i kuran siyasi parti bu… Dahası CHP bu tutumunda yalnız da değil. Örneğin ODTÜ’nün, yani ‘üniversite’ muamelesi yaptığımız bir kurumun rektörü “TSK’nın tahammül sınırının zorlandığını” ifade edebilmekte. Bu arka plan önünde devletçi/ulusalcı davet karşısında yüz binlerce insanın Tandoğan ve Çağlayan’a çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Bu insanların ellerinde sadece bayrak olması, Mustafa Kemal tişörtleri giymeleri de öyle… Çünkü yukarda açıklandığı üzere, bugün bayrak gibi bir milli sembolun anti-Müslüman siyasetin taşıyıcısı olarak kurgulanmasının zemini yaratılmış durumda. Toparlarsak, Müslüman kesimden gelen insanların muhtemel iktidarının engellenmesi, devletçi/ulusalcı koalisyon için demokrasiden çok daha önemli gözüküyor. Meydanları dolduran herkes için geçerli olmadığı kesin olsa da, yapılan eylemin günümüz konjonktüründeki siyasi anlamının demokrasiden uzaklaşma olduğunu görmekte yarar var. Haykırılan “Türkiye laiktir, laik kalacak” sözünün esas anlamının laiklikle ilgili olmadığının da kavranması gerek. Çünkü Türkiye zaten ‘laik’ değil; daha doğrusu otoriter/devletçi bir din karşıtlığını ‘laiklik’ sanmakta. O nedenle de “Türkiye laik kalacak” sözü “Türkiye böyle kalacak”; yani “otoriter/devletçi zihniyet devam edecek” demekten öte anlam taşımaz. Meydanları dolduran yığınlar “Ne şeriat ne darbe” derken belki hayali irtica tehlikesine gerçekten de inanıyorlardı. Ancak gerçek o ki, Türkiye’de şeriat heveslisi insan sayısı hem az hem de siyaseten güçsüz. Oysa darbe heveslileri hem sayıca çok, hem de siyaseten güçlü. Dolayısıyla “ne şeriat ne darbe” diyenler –kendileri pek farkında gözükmese de- gerçekte zımnen darbe heveslilerine destek vermekteler. Cumhuriyeti elitist bir devletçiliğin uzantısı olarak tanımlayıp, demokrasiyi de dünyaya şirin gözükmenin kılıfı olarak hayal edenler; Anadolu’dan yükselen demokratik talepler karşısında gerçek yüzlerini gösteriyorlar. Bu ülkede demokrasi/cumhuriyet ayrımı üzerinden Cumhuriyet savunuculuğu yapanlar, bu tutumlarını Mustafa Kemal ve bayrak motifiyle meşrulaştırdıklarını sananlar hiçbir zaman demokrasiye razı olmadılar. Nitekim bugün sıkıştığı marazi noktada Gündüz Aktan şöyle yazmak zorunda kalıyor: “Cumhuriyet’in kimliği değiştirilemez. Nokta!”. Cumhuriyet’in demokratik olmaması Aktan için önemli değil. Demokratik olmayan bir cumhuriyetin giderek tahakkümcü bir sürece girmesi de önemli değil… Önemli olan var olan sistemin hiçbir şey değişmeden devam etmesi ve Aktan gibileri ideolojik olarak iktidarda tutması. Evet AKP karşısında epeyce yaygın bir hassasiyet var… Ama bu yapıcı ve olumlu bir hassasiyet değil. Bu, korkuların manipüle edilerek darbe gereksiniminin ayakta tutulduğu, özgüvensiz, olgunlaşmamış bir cumhuriyet tebası olma halinin dışavurumu. Türkiye’de cumhuriyet bir demokrasi sınavından geçiyor ve sistemin tüm başarısız talebeleri sınavdan kaçmak için bin bir bahane uyduruyorlar… Acıklı ve hüzünlü bir durum… Siyasi analizden ziyade psikolojinin alanına giren bir durum… Etyen Mahcupyan
  5. Turkiye, son birkac aydir, iki kesim arasindaki mucadelenin siyasi boyutunu had safhada yasiyor. Taraflardan biri oldukca sert bir yumruk darbesi almis durumda. Yumrugun sahibi kitlesel bazda da govde gosterilerine basladi ve surdurmekte. Askerin de, kendi aciklamasiyla, taraf oldugu bu catismada bizleri nasil bir son bekledigi konusunda ortalik toz duman. Kimse ikna edici tahminlerde bulunamasa da herbiri adeta birer komplo teorisi halini alan fikirlerle karsi karsiyayiz. Ortamin bu derece karmasik oldugu bir zeminde soylenecek hersey bir kismimiza mutlaka delice gelecektir. Gelin hep birlikte bu tahminlere, ya da belki teorilere, bir goz atalim. *Ilk teoriyi daha once bu forumda yazmistim; "gizli bir el mi var?" diye, ki bu gizli elin AKP'yi tekrar tek basina hukumete tasimaya calistigini belirtmistim. *Bildiginiz gibi, taraflardan biri mitingler vasitasiyla toplumdaki karsiligini bulmus durumda. Forumda da sikca bahsedilen bir durum bu. Secim propagandalari yaklastikca diger tarafin da sokaklarda boy gosterecegi tahmininde bulunmak kehanet degildir. Bu secimdeki mitingler oncekilerden cok farkli gececek; iki dunya gorusunun savunuculari secim meydanlarini daha farkli hislerle dolduracak. Karsilikli bir restlesme ve guc gosterilerine donusmesi kuvvetle muhtemel. Bu durumda Turkiye halki cok keskin ve geri donulmesi zor bir ayirimin icine dusecek. Secim propagandasinda olmasi beklenen bu halin zaman zaman her iki tarafta da tansiyonu arttiracagi tahmin ediliyor. Araya provakasyonlarin girmesi de sozkonusu. Boyle bir durumda, yurdun degisik bolgelerinde yasanabilecek muhtemel asiriliklarin ve kavgalarin yurt sathina yayilabilecegi ve Turkiye'yi bir ic savasa surukleyebilecegi ongoruleri var. Hele secim sonuclarinin bir kesimi (hangisi belli degil) hayal kirikligina ugratacagi, sonrasinda her acidan daha siddetli catismalarin yasanabilecegi soyleniyor. Bu tezin sahiplerinden bazilari isin icinde buyuk devletleri gormezken, bazilari da cikabilecek olan ic savasin Ortadogu'ya verilmesi tasarlanan yeni dengelerin onemli bir boyutu olarak goruyorlar. Hatta "yeni ve daha keskin" sinirlar deyip isi daha da ileri goturenlerin oldugunu da belirteyim. Askerin yine bu yonde ABD tarafindan yonlendirildigi de bazilarinin iddiasi. *Baska bir tahmin de, yonetimin cok yakinda askerin eline gececegine dair. Bu durumda AB'nin tavri cok net. ABD cikarci olup gucluden yana durusunu muhafaza etse bile su an icinde bulundugu konjoktorden oturu, istemese bile, darbeden taraf olmayacaktir. Ordu da durumun farkindadir. Savunma sanayii ve silahlanma konusunda Avrupa ve Amerika'ya bagimli kalmis bir Turkiye hem AB'ye hem de ABD;ye ragmen nasil darbeye girisir? Ahmet Altan alternatif olarak Rusya ve Iran diyor. Yani Turkiye'de olusacak askeri yonetim Iran ve Rusya'ya yakinlasacak, bir uclu blok olusturacaklar. Pekcok ulkeyi bu bloga dahil edecekler. Bunun sonucunda Ortadogu, Avrupa, kisacasi tum dunya dengeleri yeniden degisecek, hesaplar altust olacak. Ve siki durun; "Ucuncu Dunya Savasi" bu bloktan oturu baslayacak. Evet, tez boyle. Ordunun her seferinde pragmatist tavirlar icindeki ABD'ye ve efendilige soyunan AB'ye guvenmedigi iddia ediliyor. *Secim olur, CHP ile MHP koalisyon yapar ve ortam yatisir diyenler de var. Bu gorus iyimser olmakla birlikte "Ya dusunulenin tersi olursa, yani AKP yine tek basina iktidara gelirse ne olacak?" sorusuna net cevap veremiyor. Sahi bu durumda ne olur? Tayyip Erdogan yine basbakan ve Cumhurbaskanligi Abdullah Gul'un! Olmaz demeyin, cunku Turk halki her zaman secimlerde surpriz tercihler yapar. Asker mudahale eder diyenler, Normallesmeye dogru gidilir diyenler, catismalarin sertleseceginden dem vuranlar... Acikcasi bu konuda bir ongorude bulunmak en zorlarindan. *Olayin son yillarda ekonomik ve siyasi yonden guclenen Anadolu insani ile ozellikle ekonomik ayricaligini diger kesime kaptiran seckinci zumre arasindaki hesaplasmadan ibaret oldugunu dusunenler de var. Boyle dusunenler, sonuc ne olursa olsun, hangi kesim galip gelirse gelsin, herkesin kaybedecegine inaniyorlar. Siyasal islamdan Demokrat muslumanliga adim atmaya calisan toplumun onemli bir kesimi yeniden islam'in siyasi boyutunu on plana tasiyacak, cagdaslasma taraftarlari da cozumu cagdisi (anti demokratik) yontemlerde arayarak simdiye dek sahiplendikleri modern toplumdan taviz vermis olacaklar. *Digeri ise, otoriter kapinin yeniden aralanmasi yolunda hazirliklar olarak bakiyor olaylara. Amac demokrasi disi mekanizmalarin demokrasi referansiyla mesrulastirilmasidir. Laikci ulasalciliga toplumsal hastaligin aldigi son boyut olarak bakiyorlar. Cunku Turkiye'nin zenginlesmesi, disariya acilmasi demek, Cumhuriyetin kurulusundan beri soz sahibi kurumlari guc acisindan zayiflatacak. Yani bunlara gore Turkiye'de bazi kesimler demokrasiyi ve zenginlesmeyi iste bu yuzden engellemek istiyorlar. Iktidar olmak, guc sahibi, soz sahibi olmak her zaman ve yerde bazilari icin "ne pahasina olursa olsun" olarak gorulur. Nitekim dunyadaki mevcut haksizliklar, dokulen kan vs bu erk sahibi olma sevdasinin bir sonucudur. Son derece belirsiz bir ortama dogru yol aldigimiz Turkiyemizde, neler olacak sorusuna donuk derlemelerim simdilik bu kadar. Bitirmeden once bir temennide bulunmak istiyorum. O da; umarim siyasilerimiz tansiyonu dusurmeye yonelik adimlar atmaya baslarlar ve bizler de bu ic karartan senaryolari okumak zorunda kalmayiz... Selam ile..
  6. "Laiklik" dini olmayan, herhangi bir dini referans almayan anlamina gelir ve devletin yonetim seklini tamamlayici bir unsur olarak ortaya cikmistir. Daha acik bir ifadeyle; devletin dini olmaz ama vatandaslarin olabilir, devlet ise vatandaslarinin sahip oldugu tum inanclara veya inancsizliga karsi esit mesafede durur. Dini olmamak bir devlet acisindan laisizm olarak ifadesini buluyorken, herhangi bir vatandasin hicbir dine inanmamasi ise ateizm vb gibi kavramlarla aciklanir. Ateizmi veya inancsizligi laiklik anlaminda ele aldiginizda devletin her kesime karsi tarafsizligini bozmus olursunuz. Zira, kimine gore ateizm bir inanc sekli olarak kabul edilmese de, sonucta hayat tarzini dogrudan etkiledigi icin devleti bir kesimin benimsedigi yasamin temsilcisi veya o kesimi devletin sahibi kilarsiniz ki, bu adalet ilkesine aykiridir. Insanlarin laik veya anti laik diye siniflandirilmalari bu zihniyetin sonucudur. Oysa laik olan sadece devlettir, olay inancli olmak veya olmamak degildir. Hayatini herhangi bir inanca gore kurmayan bir insan laik olamadigi gibi, herhangi bir inanc dogrultusunda yasayanlar da anti laik olmazlar. "Anti laik" ancak devletin tarafsizligina karsi olan ve kendi hayat tarzini digerlerine empoze edenler icin kullanilabilir. Bunlar inanclilar da olabilir inancsizlar da. Boylece basligimiza donup laik devletin sadece inanmayanlarin veya "cagdas(!) diye tanimlanan herhangi bir hayat tarzi sahiplerinin devleti degildir diyerek bir duzeltme yapabiliriz. Ozetle, "Laik Devlet inananiyla inanmayaniyla, nasil bir dine veya ideolojiye mensup olursa olsun, herkesin devletidir." Selam ile..
  7. CHP kurulus ilkeleri itibariyle zaten milliyetci bir goruse sahiptir. Kimine gore Ataturk milliyetciligidir (bence Ataturk'un millet felsefesiyle statukoyu temsil felsefesi arasinda ucurum vardir). Sanirim kafalari asil bulandiran sey CHP'ye sonradan eklemlenmis "solculuk" misyonudur. Evrensel anlamda sol dusunce ile Turkiye'deki sol dusunce arasinda da ucurumlar vardir. CHP sadece Ecevit doneminde solun prensiplerine yaklasmistir. Kisacasi, sayet boyle bir sey varsa, CHP'nin milliyetciligine sasirmamali, ama "halka ragmen halk icin" anlayisiyla bulandirilmis, efendi zumre milliyetciligine sasirmali diyorum ve CHP'nin yaptigi tam da budur..
  8. restpektif

    Bir Komplo Teorisi

    Gazete kulislerinin birinde dile getirilmisti "gizli bir el mi var" diye. Hemen konuya girelim; Iktidara gelen her parti mutlaka iktidar olmanin dezavantajini bir sonraki secimde yasiyor. Bunun simdiye kadar istisnasi yok. Hangi parti iktidara gelmisse diger secimde mutlaka oy kaybina ugramis. Cumhurbaskanligi krizinden once yapilan secim anketlerinde meclise dort partinin girmesi olasiligi adeta kesindi. Hele baraji zorlayan DYP'nin ANAP ile birlesmesi sonucunda bu artik ihtimal bile olmaktan cikiyordu. Tahmin edilebilecegi gibi DYP ve ANAP birlikteligini meclise tasiyacak olan potansiyel oylar onceki secimde AKP'ye verilen oylardi. AK Partinin bu konuda inkar edilemez bir oy kaybi sozkonusuydu. Ayni zamanda AK parti MHP'nin tabanini kendine cekmek istemis ama bir turlu basarili olamamisti. Oy cekemedigi gibi yine kendisinden MHP'ye dogru bir oy kaybi sozkonusuydu. Kuzey Irak politikalari da onceki secimde kendisine yonelen DTP tabanini kaybetmesine de neden olmustu. Kisacasi, cumhurbaskanini kendi istedigi yonde olaysiz sekilde secmis olsaydi bile onumuzdeki secimde ciddi bir oy kaybiyla karsi karsiyaydi AK Parti. Meclise dorduncu bir partinin girmesi demek koalisyon demekti, tek basina iktidar secenegi ortadan kalkiyordu. Kulislerdeki komplo senaryosu soyle: DYP ve ANAP oyuna getirildi! CHP ile birlikte hareket ettikleri ve sag kesimin onemli bir cogunlugunda genel kabul goren Abdullah Gul'un cumhurbaskanligini engelledikleri icin uzunca bir surecte kazandiklari tabani AK Partiye iade etmis oldular. Ayni zamanda bu surec sag kesimde AK Parti lehinde onemli olcude tepkisel oylarla sonuclanacaktir. Yani AKP'nin onumuzdeki secimde, beklenenin aksine, oyunu arttiracagi iddia ediliyor. Boylece yine tek basina iktidara gelmesi saglanmis olacak. CHP de oylarini arttiracak ancak MHP'ye kayan AKP tabaninin onemli bir kismi tepkisel oy kullanacaklar AK Parti lehine. Cunku MHP tabaninda Islami endiseleri ulusal endiselerini bastiran bir kesim var. AKP'nin tekrar kazanacagi kesim budur deniyor. Boylece CHP ile MHP'nin secim sonrasi AKP'yi dislayici muhtemel bir koalisyon hukumeti ihtimali de zayiflatilmis oluyor. Gizli bir el AKP'nin yeniden iktidara gelmesi icin mi ugrasiyor? Iste komplo teorisinin sorusu bu. NOT: Bunlar benim goruslerim degil ve dedigim gibi cok inanmadigim halde ilginc buldugumdan paylasmak istedim. Elciye zeval olmaz:)
  9. Laiklik, kaba anlamiyla, herkesin inancini ozgurce yasayabildigi, hicbir inancin diger inanc sahipleri uzerinde baski kuramadigi ve kendi kurallarini dayatamadigi, devlet islerinde ise herhangi bir dinin referans olarak alinamayacagi sistemin adidir. Turkiye'de bir inanc veya mezhep, "Diyanet isleri Baskanligi" vasitasiyla, devlet tarafindan kurumsallastirilmis ve boylece bu inanisin ve inananlarin diger inanclar uzerinde baski olusturmalarinin yolunu acmistir. Devlet eliyle siyasi ve ekonomik ayricaliga kavusmus bu gruba karsi dogal olarak olusan toplumun diger kesimlerindeki tepkiyi ise yine devletin bazi burokratlari yonetir olmustur. Kanaatimce bu durum cok ilginctir. Bir baba olarak hem cocuklarimin arasina ayrim sokup bazilarina uvey muamelesi yapacagim ve hem de benim verdigim ayricaligin etkisiyle palazlanmis oz evlatlarin baskisindan bunalan uvey cocuklarimin dertleriyle hemhal olup beraberce nutuk atacagim! Laiklik ile demokrasiyi bir arada goturmediginizde ortaya kendisi basli basina bir din haline donusmus 'laiklik' cikar ki, bu durum sistemi farkli inanclara sahip toplum kesimleri uzerinde bir dayatma, baski araci haline getirir. Unutmayalim, laiklik sadece dini kurallarin devlet icinde referans alinamamasi degil ama ayni zamanda tum inanclarin ozgurce yasanabilmesinin teminati olmalidir. Herhangi bir dinin inananlarina kendi ibadetlerini ve diger dini rituellerini (bu inananlari baglayan her turlu dini kurali kapsar) ozgurce icra edebilmeleri icin devlet her turlu kolayligi saglamak durumundadir ancak bunu yaparken diger inanc sahiplerinin ozgurluk alanini daraltamaz ve guvenlik anlayisiyla ters dusemez. Iste laiklik bu ozgurlukler dengesinin teminatidir. Toplumun bir kesiminin hayat tarzini "cagdas" diye nitelendirip digerlerini disladiginizda, dini ozgurluklerin ve ayni zamanda devletin dinden azade olusunun garantisi olan laikligi baski aracina donusturursunuz. Cunku devlet her turlu inanisa, hayat tarzina vs. karsi esit mesafede durmalidir. Aslolan toplumun guvenligidir ve devlet de bunu saglamakla yukumludur. Bu da demokrasi ile mumkundur. Demokrasi halkin yonetime katiliminin adidir. Bazen Cumhuriyet ile demokrasi birbirine karistirilir. Bunda da haklidirlar bir bakima. Cunku genis anlamda Cumhuriyet de sonucta bir halk idaresidir. Oysa cagdas dunyada demokrasi disi cumhuriyetler oldugu gibi devlet sekli cumhuriyet olmayan demokrasiler de vardir. Ayse Onal'dan kucuk bir alintiyla konuyu acalim biraz: "Ingiltere ve Suudi Arabistan her ikisi de monarşi ile yönetiliyorlar. Ancak iki yönetim arasında hukuk açısından uçurum var.. Güney Kore ve İran her ikisi de cumhuriyetle yönetiliyorlar. Ancak iki yönetim arasında hukuk açısından uçurum var. sveç, Norveç, Belçika monarşi ile yönetiliyorlar. Ancak dünyanın en gelişmiş demokrasilerine örnek gösteriliyorlar. Finlandiya da cumhuriyetle yönetiliyor Nijerya da. Nijerya dünyanın en yolsuz Finlandiya dünyanın en şeffaf ülkesi... Petrol zengini Nijerya’da dünyanın en yoksulları, hiçbir doğal zenginliği olmayan Finlandiya’da dünyanın en zenginleri yaşıyor..." O halde demokrasiyi ayricalikli kilan sey "hukukun ustunlugu"dur diyebiliriz. Anlam itibariyle birbirine bu derece katismis demokrasi ve cumhuriyet pratikte de birlikteligi sagladigi taktirde ortaya ideal bir devlet sekli cikar. Darbeler hep Cumhuriyet'i koruma bahanesiyle yapilir ve her yapildiginda da demokrasinin asindirildigi dillendirilir. Oysa asinan sadece demokrasi degildir ama ayni zamanda cumhuriyettir. Cunku hem hukukun ustunlugu ilkesi zedelenerek demokrasiye, hem de halkin kendi iradesiyle belirledigi yoneticilerin yok sayilmasiyla cumhuriyete zarar verilmis olur. Bir hatirlatma yapmakta fayda var; Cumhuriyeti en dar anlamiyla alan devletlerde dahi mutlaka halktan birilerinin devleti yonetmesi esasi vardir. Genis anlamda ise halkin kendi icinden birilerini yonetime getirmesidir zaten cumhuriyet. Kisacasi, askerin yonetime mudahalede bulundugu bir ortamda cumhuriyetten bahsedilemez. Asil yapilmasi gereken, hukuk icinde mucadeledir, yani demokratik mucadele. Turkiye icin bu kavramlarin yerli yerine oturabilmesi icin henuz uzunca bir surec gerekmektedir kanaatimce. Oncelikle toplum olarak demokrasiyi icsellestirmemiz gerekiyor. Korku, kaygi ve onyargilarimiz cok hakli da olabilir fakat herseye ragmen hukukun ustunlugu ilkesine bagli kalmamiz gerektigine inaniyorum. Cunku birbirlerinden farkli dusunen, inanan, giyinen, yiyip icen... insanlari bir arada, baris icinde tutabilmenin tek yolu demokrasi kulturudur. Farkli cozum arayislari mevcut farkliliklari daha da derinlestirmekten ve sonucta catismaya goturmekten baska bir ise yaramazlar. Darbeler kendilerine karsi yapildigi halde solcular nicin askerden hala medet umuyor sorusunu ise kisaca gecistirmek istiyorum cunku basli basina bu konu ayri bir tartismanin konusu olabilir. Turkiye'de solculuk adeta belli bir hayat tarziyla, giyimle es anlamli sunulagelmistir. Solculuk ve sagcilik dindar olup olmamakla anlasiliyor. Oysa sol denildiginde ilk basta akla halk gelmeli, esitlik prensibi, ezilenden yana olma, herkese aciklik gibi prensiplerdir belirleyici olan. Statukodan degil halktan yana! Demokrasiye saygili! Bu sozumle beni bir yerlere koymaya kalkanlar olacaktir ama acikca soylemek gerekirse; solculuk evrenselliktir, ulusalcilik degil! Kisacasi onceki darbelerde askerin hismina ugrayan evrensel olma iddiasindaki solcularla gunumuzun ulusal solunu(!) birbirine karistirmamak lazim. Ayni zamanda o donemdeki sol dusuncenin de ne kadar sol oldugu tartisilabilir ama sonucta temel hareket noktalarinin birbirlerinden tamamen farkli olduklarini soyleyebiliriz. Yapici elestiri ve gorusler gelmesi dilegiyle..
  10. Turkiye'deki hemen her gorusun muntesipleri arasinda kendi gibi dusunmeyen yazar, aydin ve vatandaslara donuk keskin bir onyargi vardir. Ileri surulen dusuncelere yine ayni dozda karsilik vermek yerine, tersi dusunuluyorsa, sozkonusu yargilara donuk icerigi zengin cevaplar yerine kisileri karalayici ve suclayici uslubun benimsenmesi ic burkan bir yontemdir. Her insan mutlaka bir goruse, inanisa meyillidir ve bu dogaldir. Ancak farkli dusunen herkesi, gunun modasi yafta ne ise, onunla suclamak kesinlikle etik kurallarin disinda bir tepkidir. Gecmiste bircok yafta vardi; komunis, fasist vs... Gunumuzun meshur yaftasi ise "seriatci"! Hafif dindarliga meyilli her birey seriatcilik ithamiyla soyutlanirken, benimsedigi hayat tarzi ve dunya gorusu ortada olan ve bundan oturu bu yaftanin boyunlarina asilamayacagi bazi yazarlar icin de "yaraniyorlar, karanlik iliskiler icindeler..." turunden suclamalar devreye giriyor. Farkli dusunceleri seslendiren ve farkli yazar ve aydinlardan alintilar yapan forumdaki bircok uyeye maalesef bu sekilde yaklasildigina sahit oldum. Din kimsenin tekelinde olmadigi gibi Ataturkculuk ve vatanseverlik de kimsenin tekelinde degildir. Bu unutulmamali!.. Iceriginde siddete ve nefrete donuk bir davet barindirmadigi surece her dusunceye acik olmamiz cagdas ve demokratik bir anlayisin en onde gelen gereklerinden biri degil midir? Hal boyleyken birbirimizi dinlemek yerine neden bircogumuz kendi dusunce ve inanislarimizi adeta birer tabu haline getiriyoruz? Hicbir dusunce veya ideoloji yuzde yuz dogru olamaz. Hepimizin mutlaka yanlislari, eksikleri vardir. Bir tartisma ortaminda tum taraflarin surekli kendi dusuncelerini seslendirmesi ve hic muhatabina hak vermemesi inanin bana dogal degildir ve bu durum hepimize bir ozelestiri kapisini araliyor. Sayet muhatabimiza yonelik boyle bir adim atabilirsek, hayretle gorecegiz ki, pekcok ortak noktaya sahibiz. Ve bu ortakliklar beraberce her iki gorusu de sorgulayarak ortak noktaya dogru yol alir. Bu mumkundur... Selam ile..
  11. Madem bir Idir dinleyicisi cikti, sevgili admin, bu guzel muzisyen ve A Vava Inouva hakkinda konusalim biraz. Cezayir dogumlu olan Idir Fransa'da yasamaktadir. Kendine has inanilmaz sakin, akici ve huzur veren bir yoruma sahip. Dinleyicileri hareketli muzikleriyle eglendirirken dahi, bu eglenceli tinilarinda bir agirbaslilik vardir. Durusu ve tarziyla da bunu ortaya koyar. Canli veya videolardan cok konser izledim ancak Idir'in konserlerinde gozlemledigim dinleyicinin katilim seklini hicbir konserde gormedim. Bu durum oldukca dikkatimi cekti. Cunku seyirci muziklerle oyle kaynasiyor ki, insanlarin mimiklerinden sevgi ve barisi okuyabiliyorsunuz. Hani mutlaka karsilasmissinizdir, bazi insanlar tanirsiniz; iyi niyetli olurlar, halim selim kisilikleri vardir, kimsenin kotulugunu istemeyen, herkesle anlasabilen ama kendi inandiklarindan da taviz vermeyen, insanlara yaklasimlarinda onyargisiz, sevgi ve hosgoruyu on planda tutan... Iste Idir'in muzikleri boyle bir sey... A Vava Inouva'ya gelince. Hic egip bukmeden soyleyeyim, bu eser bircok muzik dergisi tarafindan yuzyilin en iyi muziklerinden birisi olarak kabul ediliyor. Ilk dinledigimde oyle duygulanmistim ki... "Kucuk adamim" anlamina geliyor vava inouva. Halen Cezayir'in bazi kesimlerinde ve Kuzey Afrika'nin bazi kabileleri arasinda konusulan bir dilde, Berberi dilinde, yazilmis sarki. Artik sozun diger kismini muzigin kendisi anlatsin size. Dinlememek kayiptir.. Selam ile..
  12. Westlife'in soyledigi "Story of Love" sarkisi olmasin?!.. Ama o sarkida "story of hate" gecmez. Soyle baslar sarki: This is the story of love Let's make it last forever You hold the words that mean so much Let's make a plan together... Sayet bahsettiginiz sarki bu degilse bir arastirayim. Ben de merak ettim cunku:)
  13. Tebdil-i nick yapmak durumunda kalmis eski bir muzik dostunuz, "Ferfecir", olarak yeni kiyafetimle sizlerle doyumsuz bir eseri paylasarak merhaba demek istiyorum. Idir - Vava Inouva Ancak dinleyen arkadaslarin yorumlarini bekliyorum.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.