Zıplanacak içerik

restpektif

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

restpektif tarafından postalanan herşey

  1. İçimdeki deniz - The Sea Inside Mutlaka izlenmeli!. Tanitilmis mi diye aradim ancak bulamadim. Cok etkilendigim bu muhtesem yapitin tanitilmamis olmasina gonlum razi olmadi. Denize dalis sirasinda kafasinin bir kayaya carpmasi sonucunda boynundan asagisi tum bedeni felc olan ve sadece kafasini kipirdatabilen, tam 30 yil bu sekilde yasamis Ramón Sampedro'nun oldurulmek icin mahkemeye basvurmasi konu edinilir. Gercek hayattan alinmis bu hikayede Ramon olme hakkini kullanmak icin avukati araciligiyla kampanya duzenler. Kendi kendini olduremeyecek derecede felc oldugu icin tanidiklarindan kendisine bu konuda yardimci olmasini ister. Tek istegi; mahkum oldugu cekilmez hayattan kurtulmaktir. Sevgi dolu kisiligi ve felsefi derinligiyle iki kadini derinden etkiler ve kendisine buyuk askla baglanirlar. Kadinlardan biri avukatidir (Julia), digeri ise kendisini hayatin herseye ragmen yasamaya deger oldugunu ikna etmeye calisan cevreden kasabali bir kadindir (Rosa). Ramon her ikisini de, yillardir arzuladigi olumunde kendisine yardimci olmalari icin ikna etmeye calisir. Izlemeyenler icin filmin geri kalan kismi sakli kalsin. Film olaganustu etkileyici bir senaryoya sahip. Konusmalar son derece derinlikli. Duygusalligin sinirlarini zorlayici, izleyeni zaman zaman dusunduren, huzunlendiren hatta gozyaslarina neden olan olaylar ve diyaloglara sahip. Bir ornek vermek isterim: Ramon guleryuzlu bir insandir. Oyle ki yuzu surekli gulumser durumdadir. Julia'nin dikkatini ceker bu durum ve sorar: "Hayata bu denli guleryuzlu bakan bir insan olmeyi nicin ister? Olmek isteyecek kadar kotu bir durumda oldugun halde nasil bu kadar guleryuzlu olabiliyorsun?" Ramon'un cevabi bir kitap degerindedir: "Bana yardim ederek fedakarlik eden yakinlarimi ve cevremdekileri uzmemek, kendimi acindirmamak icin kendime bir yol buldum; Gulumseyerek aglamayi ogrendim..." Director: Alejandro Amenábar Writers: Alejandro Amenábar (screenplay) and Mateo Gil (screenplay) Release Date: 3 September 2004 (Italy) Genre: Biography / Drama Awards: Won Oscar. Another 58 wins & 29 nominations Cast: Javier Bardem ... Ramón Sampedro Belén Rueda ... Julia Lola Dueñas ... Rosa Mabel Rivera ... Manuela Celso Bugallo ... José Plot Outline: The real-life story of Spaniard Ramon Sampedro, who fought a 30 year campaign in favor of euthanasia and his own right to die.
  2. Mamak Askeri Cezaevi… Tutuklular, her öğünden önce, yemeğe hak kazanmak için Atatürkçülük imtihanından geçmek zorunda. Soruları, eline tutuşturulan kitapçığı hıfzetmiş uyanık bir onbaşı soruyor. Cevapsız kalan her soru için tutukluya sopa atılıyor. - Söyle lan, Atatürk ne yaptı? - Vatanı kurtardı komutanım. - Başka ne yaptı? - Cumhuriyet Halk Fırkası'nı kurdu komutanım. - Başka? - Padişahlığı kaldırdı komutanım. - Başka? - Cumhuriyeti kurdu komutanım. - Başka? - Halifeliği kaldırdı komutanım. - Başka? - Harf İnkılabı yaptı komutanım. - Başka? - Takvimi değiştirdi komutanım. - Başka? - Tekke ve zaviyeleri kapattı komutanım. - Başka? - Şapka İnkılabı yaptı komutanım. - Başka? - Laikliği getirdi komutanım. - Başka? - Eee… - Çabuk söyle ***! - Eee… KÜT! - Tamam, buldum komutanım, Atatürk Orman Çiftliği'ni kurdu komutanım. - Başka? - Başka… eee… KÜT! - Söylesene ***, Atatürk başka ne yaptı? - Eee… Hareket ordusuyla Selanik'ten İstanbul'a gelmişti komutanım… - Başka? - Eee… -KÜT! - Şey… eee… İzmir kurtarıldığında Yunan bayrağının çiğnenmesine müsaade etmemişti komutanım… - Başka? - Başka? KÜT! - Söyle, başka ne yaptı Atatürk? - 10 Kasım 1938'de öldü komutanım. - Başka? - Başka bir şey yok komutanım. - Nasıl yok? KÜT! - Atatürk başka bir şey yapmadı mı ***? - Eee… KÜT! - Çabuk söyle, yoksa kırarım kemiklerini. Başka ne yaptı Atatürk? - Vallahi bilmiyorum komutanım. - Yuh sana! Çocukken dayısının çiftliğinde karga kovalamadı mı ***? - Kovaladı komutanım. - Eee? Hani başka bir şey yapmamıştı? KÜT! - Öğrendin mi şimdi? - Öğrendim komutanım. - Neymiş? - Çocukken dayısının çiftliğinde karga kovalamış komutanım. - Aferin. Git şimdi al yemeğini.
  3. restpektif şurada cevap verdi: muki başlık Güncel Konular
    Amerika'da Maury Show diye bir program vardir. Amerikan toplumundaki yozlasmayi, bozulmayi oldukca carpici bir sekilde temsil eder. Degisik zamanlarda birkac erkekle yattigi icin dogurdugu cocugunun babasini arayan; kocasini kocasinin arkadasiyla ve kocasinin erkek kardesiyle aldatan; eslerine onlari aldattiklarina dair carpici itiraflarda bulunanlar; 5-6 yasina gelmis cocuklarinin kendi eslerinden mi yoksa evli iken beraber oldugu erkekten mi oldugunu sorgulayip gen testleri yapanlar; karisini ayni anda hem erkekle hem de kadinla aldatanlar... Bunlar boyle surup gider. Kisacasi sozkonusu program tam bir ibretlik. Avrupa'nin Amerika'ya oranla ahlaki cozulmede kendisini toparladigini goruyoruz. Ancak Turkiye'de buyuk kentlerde, Avrupa'nin ozgurlugu yuceltmeye baslattiklari ilk donemi aratmayacak bir cozulme baslamis durumda. Avrupali insan bu konuda olgunlasti ve aile kurumunu yeniden guclendirmeye basladi. Esler arasindaki sadakata olan inancin arttigi yapilan anketlerde ortaya cikiyor. Bilindigi gibi, Avrupa'da cinsel ozgurluk kavrami bir zamanlar revactaydi. Bu durumun bir benzeri Turkiye'de de yasanmaya basladi. Ayni durum gecikmeli olarak bizde de tecrube edilecek gibi. Turkiye'nin kirsal kesimlerinde de sikca tore cinayetleri meydana geliyor. Evlilik disi iliski kurup hamile kalanlar, cocuk sahibi olanlar, genc kizlarin kandirilmasi... Kanaatimce bu durumun uc temel nedeni var: Toplumun asiri baskici ve bagnaz tutumu, egitimsizlik ve televizyonlarin magazin teroru. Dusunun, 16 yasindaki genc bir kiz cep telefonuyla chat yaptigi 40 yasindaki iki evli ve 5 cocuk sahibi birisinin pesine takilabiliyor. Bu haber medyada yer almayan bir haberdir ve buna benzer sayisiz olay yasaniyor ulkemizde hic duymadigimiz. Cozum nitelikli bir egitimden ve bu konuya kendini adamis sivil kuruluslarin desteklenmesinden geciyor. Elbette ki evlilik disi cocuk olayina bakista toplum daha genis dusunmeli ama ahlaki cozulmenin de bir toplum icin ne kadar tehlikeli bir hastalik oldugu gozden kacirilmamali. Cagdas insan, evlenme ihtiyaci duymadan beraber yasayan ciftlere karsi hosgoruludur ve kesinlikle farkli bir bakis acisiyla bakmaz olaya. Fakat aldatma, haklari gaspedilmis evlilik disi cocuklar, bircok kisiyle iliski kurmak gibi konularda ortak ahlak anlayisi da vardir. Ahlaki cozulmeden kastim da budur. Selam ile..
  4. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    Tanri once esegi yaratir ve buyurur: "Sana 60 yil omur veriyorum. Hayatin boyunca insanlara hizmet edecek, yuklerini tasiyacak, sabahtan aksama kadar calisacaksin. Aptal bir goruntun olacak, hic sesini cikarmadan sahibinin buyruklarini istemeye istemeye yerine getireceksin... Bunun uzerine esek tanriya soyle yakarir: "Tanrim, bana uygun gordugun hayat icin 60 yil cok fazla. Bunun 30 yilini omrumden cikar." Dilegi kabul edilir. Sonra kopegi yaratir ve der ki: "Sen ise 25 yil yasayacaksin. Evlerde bekcilik edecek, insanlarin sevdiklerini ve esyalarini koruyacak, sana ne yapilirsa yapilsin efendine sadik kalacaksin. Insanlardan geriye kalan artiklari yiyeceksin... Kopek de baslar yalvarmaya: "Tanrim boylesi bir hayat icin 25 yil cok fazla. 10 yil yeter de artar bile. omrumden 15 yili cikar." Kabul edilmis. Derken maymunu yaratir: "Sana 20 yili layik gordum. Aptal rolune girecek, ordan oraya sicrayacak, saklabanlik yapacak ve boylelikle etrafindakileri eglendireceksin. Bunun icin sana bakacaklar ve yemek verecekler. Goruntun hic hos olmayacak ama soytarilik yaparak sevimli goruneceksin. Maymun da verilen omru fazla bulur ve tanridan 10 yili cikarmasini ister. Onun da istegi kabul edilir. Ve sira insana gelir. Tanri insani en guzel sekilde yarattiktan sonra soyle buyurur: "Ey insan, sana da 20 yil omur veriyorum. Sen tum yarattiklarimin efendisi olacaksin. Sana ustun bir akil ve irade veriyorum. Bunlari kullanabildigin taktirde hersey senin emrinde olur. Goruntun ise yine yaratilanlarin en guzeli olacak... Ve insan isyan eder: "Tanrim, bana uygun gordugun omur cok az. Sen iyisi mi esegin omrunden kestigin 30 yili, kopekten kestigin 15 yili ve maymundan kestigin 10 yili benim omrume ekle." demis ve kabul edilmis. Iste o gun bugundur insanlar 20 yil insan gibi yasadiktan sonra omurlerinin 30 yilini essek gibi calisarak gecirir, 15 yil kopek gibi evine ve cocuklarina bekcilik eder, omrunun son 10 yilini da maymun gibi saklabanlik yaparak torunlarini eglendirirmis. (Bir kose yazisinda okumustum ama kaynagi hatirlayamadim) Selam ile..
  5. Azam Ali gercekten cok guclu bir ses. Iran asilli olmasi, Hindistan'da buyumesi muziklerine Hint ve Iran mistisizminin etkisini olanca guzelligiyle yansitmis. Ayrica ozellikle klasik bati ve new age muziginin de anlatim gucunu hem sesine hem de muzigine yansitmasi ortaya doyumsuz bir sentez cikariyor. Selam ile..
  6. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Birkac yil once, eski MIT mustesari Mahir Kaynak ile yapilan bir roportaji okumustum. Konu "Radikal Islam" idi. Mahir Kaynak, radikal Islam tanimi yapilirken onemli bir yanlisa dusuldugunu soyluyor ve ABD ile emperyalizm nazarinda Islam'in radikal olusunun daha farkli faktorlere tabi oldugunun altini ciziyordu: Iran da seriat ile yonetiliyor, Suudi Arabistan da. Her iki devletin uygulamalarina bakildiginda Suudi Arabistan'in Iran'dan daha radikal oldugu soylenebilir. Ornegin Suud'da hirsizlik yapan birisinin kolu omuzdan itibaren hemen kesilir. Iran'da ise hirsizlik yapanin kolunun kesilmesi icin uc kez hirsizlik sucunu islemesi gerekmektedir. Ayrica hirsizlik derecelendirilir ve hafifletici sebepler de aranir. El kesme yerine ilkin hapis, kirbac gibi cezalar verilir. Eger biri hirsizligi meslek edinmisse ve uc kez bu sucu islemisse o zaman dort parmagi kesilir. Sadece bu uygulama bile bize iki ulke arasindaki radikalizmin farklarini gostermeye yeter. Ama Amerika'nin gozunde Suudi Arabistan degil Iran radikaldir. Cunku Amerika kendisine karsi olan Islam'a karsidir. Kendisine karsi olmadigi muddetce ne kadar radikal olursa olsun, radikal olarak kabul gormez. Ingiltere'nin Hindistan'a atadigi yeni vali, makamindaki ilk gununde ezan sesi duyar. Yanindakilere "Hani biz burda egemendik, bu ezan da neyin nesi" turunden yuklenir. Biri su cevabi verir: "Efendim bu ezanin devletimizin cikarlarina bir zarari yok." Vali ise soyle der: "O zaman birakin istedikleri kadar okusunlar." Mekke'de Islam oncesi cok cesitli inanc sekillerine rastlamak mumkun. Gelirleri ticaret uzerine kurulu bir sehir elbette ki degisik yerlerden gelen farkli inanclara sahip insanlara karsi hosgorulu olmak zorundadir. Kabe'de bircok inanca sahip insanlarin temsili heykellerinin bulunusu buna ornektir. Bunca farkli inanc varken neden Islam'a karsi tavir alindi? Bunun nedeni Islam'in siyasi boyutunda gizlidir. Peygamber ibadetlerden olusmus salt bir inanc sistemi getirmiyordu ama ayni zamanda mevcut sistemi sorguluyor, inanclardan baslayarak hayatin her alanina itiraz yoneltiyor ve alternatif bir sistem oneriyordu. Yerlesik kabullere alternatif getirmek suretiyle de, toplumda kendilerini ezilmis olarak goren insanlari etkiliyordu. Bu Mekke ileri gelenleri icin buyuk bir tehditti ve yeni dine karsi cephe almalari gerekiyordu. Islam'in Mekke icin en tehlikeli, radikal yonlerini soyle ozetleyebiliriz: Inanclari elestirerek ticari kazanclara sekte vurulacagindan endise ediliyordu; kolelige daha musamahakar yaklasarak toplumsal yapiyi tehdit ediyordu; kadinlara devrim niteliginde (eskisiyle kiyaslandiginda) haklar getiriyordu; Soylulugu kan bagindan ve servet sahibi olmaktan cikarip takva temeline oturtuyordu, bunun da takdirini insanlara degil Allah'a birakiyordu; fakirlere paylasima ve ekonomik adalete dair vaadler iceriyordu... Nereden bakarsaniz bakin, mevcut duzeni kokunden sarsan ve icinde koklu bir devrimi barindiran ozelliklere sahipti Islam. Kisa surede cok taraftar edinmesinin kokeninde cehaletten cok duzene icten ice isyan eden, haksizliga ugradigini dusunen insanlarin umutlarina hitap etmesi gosterilebilir. Gunumuzde de emperyalizme karsi konumlanmis, insanliga adalet vaad eden, kendisini mevcut medeniyete karsi alternatif olarak sunan bir Islam anlayisi vardir. Bu anlayistir aslinda radikal olarak kabul edilen. Emperyalizme karsi oldugu halde kendi halkini ezen dusunceleri bir tarafa birakirsak, ozunde her acidan yenilenmeyi ve cagin gerekliliklerini karsilamayi barindiran, bu sekliyle haksizliga, somuruye, katliamlara karsi cikan Islami anlayislarin onyargilardan bagimsiz olarak degerlendirilmesi gerektigini dusunuyorum. "Bunlarin inandigiyla Islam farkli seylerdir, Kur'an boyle demiyor, Islam'i istedikleri gibi yorumluyorlar..." turunden elestirilerden cok insanlik yararina haksizlik karsisindaki duruslari uzerinde durmak gerekiyor. Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani, Muhammed Ikbal, Ali Seriati, Seyyid Huseyin Nasr... gibi musluman dusunurlerin goruslerine de bu yuzden deger veriyorum. Oldukca nitelikli yaklasimlari, elestirileri, cozum onerilerini ilgiyle karsilamak gerekiyor. Buna isteyen reform der, isteyen tahrif ama yeryuzunun ezilen halklarini cikis noktasi olarak almis her dusunceye acik biri olarak bu yeni Islam anlayisini da onemsiyorum. Selam ile..
  7. restpektif şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Dinin bilim anlayisi, cevredeki olay ve olgulari gozlemlemek suretiyle Yaratici'nin kudretini gormeye cagridan ibarettir. Bilim dogruya ve gercege varmayi hedeflemez. Kendine ozgu metotlarla bilinemeyeni arastirir ve surekli olarak vardigi sonuclari sorgular, kendine karsi tezler ileri surup kendi kendini curutmeye calisir. Nihai gercek diye bir problemi yoktur bilimin. Boyle olsaydi; bir yerde tikanip kalir, sonraki adimlari atamazdi. Felsefe ile din arasinda da direkt bir baglanti kurulamaz. Din kaynagini ilahi olandan alir ve ilahi olan uzerinde dusunmeyi tesvik eder. Yani ortada bir gercegi vardir dinin ve bu gercegin kabul edilip nicin dogru ve gercek oldugu uzerinde dusunulmesini ister. Dini dusuncede inkar ve isyan kinanir, dolayisiyla on kabuller vardir. Ozetlemek gerekirse: Sayet din bir seye "A" demisse, siz o seyin zaten "A" oldugunu kabul edip onun nicin "A" oldugu konusunda dusunursunuz, o seyin "A" olamayabilecegine dair dusunsel bir acilim yapamazsiniz. Felsefede ise boyle bir kisitlama yoktur. O din gibi onceden verilen cevaplarin hikmetini degil, bizzat cevaplarin ne olabilecegi uzerinde dusunur, onu bulmaya calisir. Selam ile..
  8. Trabzon'da yerel Akça Televizyonu'nda haftada bir yayınlanan "Müzik Ziyafeti" programını hazırlayan mahalli sanatçı İsa İlhan, geçen haftaki programında Temel fıkralarını aratmayan bir sürprizle karşılaştı. Her programında olduğu gibi izleyici istekleri almaya başlayan İlhan, canlı telefon bağlantıları yapmaya başladı. Bir kaç telefondan sonra bir bağlantı daha yapan ve türkü isteği almayı bekleyen İlhan, "İsa abi, ben sizin mahalledeki tüpçü Rıfat. İstediğin tüpü eve götürdük fakat patron, 'veresiye olmaz, parasını alın' dedi. Şimdi dükkándayız. Televizyonda seni görünce bunu söylemek için aradım" sözlerini duyunca şoke oldu. Neye uğradığını şaşıran İsa İlhan programa beş dakika reklam arası verdi.
  9. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Secimler yaklastikca tarafsiz kuruluslarin yaptigi anketler ve cevremdeki farkli fikir sahibi insanlarin dusunceleri bana sunu gosterdi: AKP oylarini hizla arttiriyor. Gorebildigim birkac sebep uzerinde durmaya calisayim; 1. Kanaatimce etkenlerden biri Yasemin Congar'in Hudson Enstitusu haberi. Aylardan beri Turkiye'deki istikrarsizliga Ak parti hukumetinin neden oldugu tezi islendi. Turkiye'nin karanlik bir yere hizla goturuldugu ve Cumhuriyet kazanimlarinin tehlikede oldugu halk tarafindan da yavas yavas benimsenmeye, hak verilmeye baslandi. Ancak bu haberle istikrarsizliklarin asil kaynagi konusunda halk yeniden dusunmeye basladi. Son bir yildir yasanan olaylari ve cinayetleri bu baglamda yeniden bir degerlendirmeye tabi tuttu. Ve ortaya ciddi bir kararsizlik, guven bunalimi cikti. Bu da AKP'ye birkac puan kazandiracak gibi. Ayrica Congar'in haberiyle bir gercek daha cikti ortaya: Turkiye ile yakindan ilgilenen dis gucler arasinda AKP'nin iktidarina bazilarinin destek verdigi, bazilarinin ise onunu kesmeye calistigi. Haberi bu acidan da okumak gerekiyor. Neden boyle bir toplanti ifsa edildi? Bence bu sorunun cevabi toplantinin kendisinden daha onemli. Muhtemel ki ABD icinden bazi siyasi cevreler AKP'nin secime dogru onunu acmak istedi. Boylelikle yine ABD'deki AK parti karsiti siyasi cevreye karsi onemli bir atak yapilmis oldu. 2. Meydana gelen olaylarin, cinayetlerin, AKP lehine, uzerine gidilmesi. Eskiden provokasyon amacli siyasi cinayetler tamamen karanlikta kalirdi ve halk uzerinde istenilen etkinin olusmasi icin medya basta olmak uzere butun kurumlar ustune duseni yapardi. Simdi tam olarak uzerine gidilemese bile, topluma provokatif eylemlere dair onemli ipuclari veriliyor. Bu da gosteriyor ki; Turkiye icinde de, ozellikle emniyet ve istihbaratta, AKP'yi destekleyen guclu bir cevre var. Oyunlari kurallarina gore bozmayi gorev edinmisler. 3. Cumhurbaskani'nin hukumete karsi tarafsizligini golgeleyen davranislari. Buyuk bir kesim tarafindan bu davranislar Cumhurbaskanligi makamina uygun gorulmuyor ve antipatiyle karsilaniyor. 4. CHP'nin militarizmle dansi. CHP bu sekilde oylarini birkac puan arttiracaktir ama bu siyasetiyle kararsiz secmeni tepkisel bir AKP yanliligina yoneltmis oldu. Gerci bazilari demokrat sesleri pek onemsemiyor ama Turkiye'de hatiri sayilir bir kesim vardir; demokrasiyi herseyin ustunde tutan. Bunlarin hizla AKP'ye kaydigini gozlemledim. 5. Secimler yaklastikca, gazetelerin eski usul davranislarindan vazgecmeyip Anadolu'nun her tarafinda haril haril AKP aleyhine konu olabilecek haberler aramasi. Falan yerde falan imam soyle yapti, filan kisi soyle dedi gibi her zaman varolan ve herkesin bildigi haberler didik didik araniyor, AKP ile ilintilendirilmeye calisiliyor. Amac baska olunca, konu salt bir haber olmaktan cikiyor ve siyasilesiyor. Bu duruma da muhafazakar kesim icten ice tepki gosteriyor. Boylesi haber ve yorumlarin her seferinde elestirilen partilere yaradigi ispatlanmis iken, neden hep tekrarlanir, anlayabilmis degilim. 6. CHP'li fanatik kose yazarlarinin ve TV yorumcularinin usluplari. Bence Bunlar AKP'ye bilmeden en buyuk hizmeti veriyorlar. 7. Ordunun tutarsiz aciklamalari. Bir yanda hukumeti suclayip ote yanda uyum bildirileri verdiginizde kafa karistirirsiniz. 8. Sozde ulusalci orgutlerin yaptiklari. Bunlar AKP'ye en cok yarayan asiriliklar. Maddeleri cogaltabiliriz ama bunlar ilk basta goze carpanlar. Ayrica AKP'nin secim politikasi da kendilerine avantaj saglamis durumda. Bunlar da maddelendirilebilir. Kisacasi; AKP sozkonusu siyasi ortami en ust duzeyde kendi yararina degerlendirebilirse, tarihin en buyuk secim zaferini kazanabilir. Dikkatinize... Selam ile..
  10. "Kul hakki"na dair soylediklerimin Kur'an'da islenmedigini itiraf etmeliyim. Daha cok Islam tasavvufunda bu kavramin uzerinde israrla duruldugunu gormusumdur. Yine insanlararasi iliskilerde Peygamber'in yasantisi ve sozlerinin de bu inanci destekledigini soyleyebiliriz. Fakat dogrudur, Kur'an'da bahsedilmemistir. Ancak muslumanlarin cogunun Kur'an'i tek kaynak olarak gormedikleri de bir gercek. Sunni inancina gore Kur'an ve Sunnet, Sii inancina gore de Kur'an ve Peygamber'in itreri (ehl-i beyt). Ayni zamanda siilerde taklid mercii olarak kabul edilen imamlar da birer kaynak. Kafamdakileri toparlayabilirsem bu konudaki dusuncelerimi de paylasmayi isterim. Sayin muki, haklisiniz. Iletimde birtakim eksiklikler var. Iman etmek bir on sarttir Islam inancinda, hatta aksi taktirde "yapilan guzel amellerin bosa gidecegi" vurgulanir. Iman etmeyenlere yonelik tevbe kapisi da ancak iman etmeleri halinde acik birakilmistir. Bunlari eklemem lazim. Islam kaynaklarindan benim gorebildigim tek bir ornek vardir: Peygamber zamaninda yasamis ama iman etmemis bir tuccarla ilgili gunumuze gelen rivayet.. Bu tuccar tum ekonomik gucunu fakirlere yardim uzerine kurmustur. Iyiliksever, yardimsever bir insandir. Peygamber'e sozkonusu tuccarin iyiliklerinin kaynagi sorulmus. O da "tamamen halk sevgisi, nefsi bir sebep yok" mealinde cevaplamis. Tuccar oldugunde de ahiretteki durumunun ne olacagi soruldagunda ise Peygamber su cevabi vermis: "Vallahi ona ates dokunmayacaktir." Cennete gidecegi de belirtilmemis, konu muglak kalmistir. Rivayetin Kur'an'daki "Onlarin amelleri bosa gitmistir" ilkesiyle celistigi de soylenebilir. Yukaridaki ornegi Mutahhari'nin "Adl-i Ilahi" adli kitabindan okumustum. Mutahhari amelleri ikiye ayirir o kitapta: 1. Allah icin yapilan ameller, 2. Halk icin yapilan ameller. Kisi Allah'a inanmasa bile, samimi olarak insanlik icin yaptigi amellerin mutlaka karsiligini bulacagini iddia eder. O daha cok insanlarin amellerini "niyet" acisindan degerlendirir. Sayin Lucas, ben Islam kulturunden anladiklarimi belirtmeye calistim. Kur'an'da Allah'a ve Islam'a imanin bir gereklilik olarak islendigi gercek. Yukarida degindim bu konuya. Ancak insanliga karsi islenen suclarin bir cirpida affedilecegi dusuncesi bana hala temelsiz geliyor. Ornegin Maun Suresi'nde yetimi itip kakanlarin, nemelazimcilarin yaptiklari ibadetin bir anlami olamayacagi ifade edilir. Ben Kur'an'in bir butunluk icinde ele alinmasi gerektigini soylerken, bunun mutlaka her turlu soruyu defedecegini iddia etmiyorum. Ama butun olarak bakalim; tartisilan konularda celiski mi vardir, yoksa birbirini tamamlayan parcalar mi sozkonusu, bunlari gorelim diyorum. Ayni zamanda Kur'an'in Peygamber tarafindan nasil tefsir edilip yasandigi da onemli. Selam ile..
  11. restpektif şurada cevap verdi: ekonom başlık Havadan Sudan Konular
    Bir tüccar Mutluluğun Gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış. Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizi’ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. ‘Ama sizden bir ricada bulunacağım’ diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş. ‘Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.’ Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayıramıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. ‘Güzel’ demiş bilge. ‘Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?’ Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmiş. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş. ‘Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı’ demiş ona bilge. ‘Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.’ İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. ‘Peki, sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede? Diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bunun üzerine bilgeler bilgesi, ‘Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun Gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.’ (Simyaci'dan) Evet, mutluluk hayatta dengeyi kurabilmektir yukaridaki hikayede anlatildigi gibi. Dunyanin butun guzelliklerini gorecek, onlardan zevk almayi bileceksin ama sorumluluklarini hicbir zaman unutmadan... Tek cumleyle ifade edilen mutluluk tariflerinden en cok tuttugum ve dogrulugundan hic kuskuya dusmedigim tanima gelince: "Bir baskasini mutlu edebildigin olcude mutlusundur..." Selam ile..
  12. Sayin Lucas, tek basina "Asr Suresi" bircok seyi ozetler. Okuyalim: "Asr'a andolsun ki butun insanlik ziyan icindedir. Ancak iman edip salih amel isleyenler ve birbirlerine hakki ve sabri tavsiye edenler mustesna." Goruldugu gibi sadece iman etmek ve ibadet yetmiyor. Muslumanin diger insanlari da umursamasi bir sorumluluk icinde ele aliniyor. "Zalim" kavrami Kur'an'da pekcok sey icin kullanilmistir. Ayetleri inkar edenler, insanlari yurtlarindan cikaranlar, dogru yoldan sapanlar, insanlari ibadetten alikoyanlar, zulmedenlere tabi olanlar, kotuluk icindeki toplumlar, dini kendi heva ve heveslerine gore yorumlayanlar, ayetleri carpitanlar, fakirleri kollamayanlar, insanlara haksizlik edenler... zalim olarak adlandirilirlar. Ornekler o kadar cok ki, ayetleri buraya tasimaya kalkarsak sonu gelmez. Hicbir ayette "en zalim" diye bir siniflandirma yapilmamistir. "Bunlar zalimlerin ta kendileridir, iste onlar zalimlerdir" gibi ifadeler kullanilmistir. Insanlik suclarina affa gelince.. Maalesef bu tamamen bir tersten okuma. Tam tersine Allah'in butun suclari, tevbe edildigi taktirde, affedebilecegi soylenir ama uzerinde "kul hakki" olanlarin ancak uzerinde hakki bulunanlar tarafindan affedildikleri taktirde bagislanacagi ifade edilir. "Halka hicret Hakka hicrettir" der Islam Peygamberi. Dogrusu bu yargiyi nereden cikardiginizi merak ediyorum. Cunku bu durum, aslinda benim gibi bir kararsizin dine karsi ilgisini surekli taze tutan bir mahiyete sahip ve o yuzden yarginizi onemsedim. Islam insanlik suclarini affedilemez suclar olarak gorur oysa. Benim Islam felsefesinden tutun tasavvufuna, fikhina kadar her dalindan cikarimda bulundugum bir sey vardir: "Ne yaparsan yap, hakiki bir tevbeyle affedilirsin ama sakin ha sakin bir baska insanin hakkina gecme!" Selam ile..
  13. Konuyu okuduktan sonra aklima ilk anda gelenleri yazdim ve uzerinde tekrar dusunecegimi de soyledim. Oldum olasi Kur'an'in ilahi kaynakli olusunun bilim yoluyla ispatlanmaya calisilmasina sicak bakmamisimdir. Cunku yoruma acik sozler, okuyan kisinin inanc ve dusuncesine gore degisik anlamlar kazanirlar. Yine de bazen karsiniza farkli sekilde yorumlayamayacaginiz sozler cikabiliyor. Bu durumda da biraz daha sabirli olmayi tercih etmeli, daha genis arastirmali diye dusunuyorum. Sonuc ne olursa olsun. Tarafsiz'in da iletisini okuduktan ve Kur'an'daki sozkonusu ayetlerin daha farkli cevirilerine baktiktan sonra yine aklima gelenleri sizlerle paylasayim. Amacim ne destelemek ne de curutmek bir seyi. Sadece kafamdan gecenler: "Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz." Ayetteki "cok genislik ve kudret sahibiyiz" ifadesi "genisletici ve kudretliyiz" seklinde de cevrilebiliyor. Yer ile gokten cok bahsedilir Kur'an'da. Acaba bu "genislik" yer ile gok arasindaki genislik olmasin? "O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca "ol!" der, o da hemen oluverir." Yoktan var etmekle yaratmak ayni seydir Kur'an'da. Evrenin yoktan var edildigine dair bilimsel bir teori yoktur Tarafsiz'in da dedigi gibi. Daha dogrusu yoklukla ilgili bir kavrayis asamasina gecebilmis degiliz. Gecebilir miyiz, bilemem. Yanlis anlasilmasin, ayete bir itirazim yok. Ama kalkip da bunu bigbang ile destekleme mantigi bana yanlis geliyor. "Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir." Bu ayet hakkinda ilk tefsirlerden bugune ayni sey dile getirilir: Hersey cift yaratilmistir. Dolayisiyla, kanaatimce farkli yorumlanamayacak aciklikta. Bu konuda sayin Tarafsiz'dan farkli dusunuyorum. "O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?" Gogun yedi kattan olustugu acik bir sekilde soylenmis. Ucu acik bir anlatim yok yani. Ama illa ki gunumuz kavramlarini (atmosfer gibi) kullanmasini bekleyemeyiz. Gunumuz bilimi atmosferi yedi kat olarak tesbit etmis simdiye kadar. Guncel bilgimize gore Kur'an'in bu ifadesi dogrudur. Ben acikcasi bu yedi tabakanin "tesbit edilmis" mi oldugu, yoksa "kanitlanmis" mi oldugu konusunda bilgi sahibi degilim. O yuzden yorum yapamayacagim bu konuda. Sayet atmosfer tabakasindan bahsetmemisse, gogun yedi katli olusundan murad edilenin ne olabilecegi konusunda da bir fikrim yok. Bu beni ayrica dusunduren bir husus. "Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık." Kastedilen "karisim", parantez icinde de belirtildigi gibi, erkek ve kadin sularinin karisimi olamaz mi? Bu da yoruma acik. "...Fakat aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar." Tarafsiz'in dedigi bir anlamda mumkun, yani onceden kesfedilmis olabilir. Ama sahsen bunu cok zayif bir ihtimal olarak goruyorum. Oyle olsaydi sayisiz tefsir calismalarinda mutlaka deginilirdi ilk donemde. Bir de elimizde bu kesfin varligini kanitlayacak hicbir bilimsel delil yok. Diger ayetler hakkinda dusunduklerimi ilk iletimde yazdim. Aklima takilanlari, dusunduklerimi ve okuduklarimdan cikardiklarimi sizlerle paylasmaya devam edecegim. Selam ile..
  14. restpektif şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sokrat, tum insanligi baglayici birtakim ahlak ilkelerinin olmasi gerekliligi uzerinde durmustu. Her toplumun kendi ahlak anlayisini belirledigi sofist dusunceyi red etmisti. Ona gore, mutlaka her milletin kendine ozgu deger yargilari olacakti, bu kacinilmazdi ama tum bunlarin ustunde, her kesimden insani baglayici evrensel ilkelerin de olmasi gerekiyordu. Platon da bu dusunceyi savunmus ve Sokrates'in idamini ornek gostererek; 'Sokrates'in yaptigi kendi toplumunun ahlaki kurallarina tersti. Sayet her toplum kendi ahlak ilkelerini belirliyorsa, o halde ahlakli ve ahlaksiz olmayi da buna gore degerlendirmek zorunda kaliriz. O zaman da Sokrates'in ******* oldugunu kabul etmemiz gerekir.' demistir. Insanlik, geldigi asamada, gerek dini disiplinlerin ortak vurgularindan, gerek bilimsel verilerden, gerekse de insan vicdanindan hareketle "asgari evrensel ahlak ilkeleri" konusunda hemfikirdir. Bunlari ozumseyebilmis insanlar arasinda, dini ve dusuncesi ne olursa olsun, uyumlu bir birliktelik vardir. Bir insanin nasil olmasi gerektigi hususunda derin fikir aykiriliklari yoktur gunumuz dunyasinda. Ahlakli bir insan olabilmeyi etkileyen ise sadece din degildir, burada sayamayacagim bircok faktor sozkonusudur. Dolayisiyla dinin veya herhangi baska bir faktorun tek basina kisiyi ahlakli kilacagi gorusunde degilim. Nitekim gunumuz moda kavramiyla ifade edecek olursak; "Ne olursa olsun, yeter ki INSAN olsun!" sozu bir gercegi yansitmaktadir. O da; kisi herhangi bir seye mensup olarak iyi bir insan olamaz, en bozuk yapilarin icinden iyi, en mukemmel sistemlerin icinden kotu insanlar cikabilecegi gercegidir. Din icinde olusmus toplumsal ahlak ilkelerinin, icinde bulunduklari topluma gore sekillendikleri gorusune ben de katiliyorum. Sayet dinin konuya dair temel ilkeleri ortaya konsa buna bir itirazim olmaz. Ama fikih yoluyla, bambaska toplumlarin gundelik ihtiyaclarina gore ortaya cikmis ve bireyin herseyine ama herseyine mudahale eden, teferruatlarla bulandirilmis sozde ahlak sistemine itirazim her zaman vardir. Selam ile..
  15. Bir seyin altini cizmek gerekiyor: Islam, hayatin butun alanlarini kusatan bir din oldugunu soyler. Herseye dair ogutler vazetmis ve muslumanin hepsini sahiplenmesi gerektigi uzerinde durmustur. Bu cok yonluluk bir tarafa birakilip bazilari uzerinde duruldugunda, tek yonlu olundugunda ortaya Kur'an'in istedigi musluman sahsiyetin cikamayacagi gibi Islam'in da yanlis anlasilmasina sebep olur. Zaten Kur'an da bu tehlikeye isaret etmis ve bir kisminin alinip diger kisimlarin gozonune alinmamasi veya red edilmesi kinanmistir. Islam'in salt ibadi boyutunda kalmis bir insan kendisini dunya gerceklerinden soyutlamis olur. Sadece cihad emirlerini baz alanlar manevi olgunluga erisemezler. Boylelikle din disi uygulamalara da imza atarlar. Cunku parca butunu temsil etmez hicbir zaman. Yalnizca yayilmayi, Islam'in baskalarina anlatilmasini on plana alanlar, gerekli egitim donanimindan ve kitabin metodundan uzak kalirlar. Listeyi biraz daha uzatalim: Sadece fikihta uzmanlasanlar, tasavvufla sinirli kalanlar, kelam ilmiyle mesgul olanlar, Kur'an'dan mucize cikarmayi meslek edinenler, devlet boyutunu hedef edinenler, kelle sayisina itibar eden holdinglesmis cemaatler, Kur'an'daki kissalarla Islam disi masallari birlestirip Islam'i bir nevi efsanelestirenler, Cehennem korkusuyla yasayanlar, cennet istegiyle bencillesenler... Bu saydiklarima bakip "islam budur" dedigimde gercegi yansitmis olmam. Kisacasi nerden bakarsaniz bakin, tek yonluluk; kisiyi Islam'in icinden aldigi parcanin butun oldugu, dinin kendisi oldugu yanilgisina goturuyor. Ayni durum inanmayanlar icin de gecerli. Bir hukumle Allah'in merhametsiz oldugunu gostermek cok kolaydir. Bu tur yaklasimlarla dini hic olmadigi sekilde yansitmak inanin hic zor degil. Yazdigim birkac cumle icinden bir iki tanesini alip soylemek istediklerimi tersyuz edebilirsiniz. Bunun icin allame olmaniz gerekmiyor. Selam ile..
  16. Her insan duygusal duzeyde cok yonludur. Kendisine yonelinen olgular karsisinda bir kisiye ait birbirinden oldukca farkli kisilikler cikar ortaya. Bir aslanin hakim gucunu, ceylanin urkekligini, kopegin sadakatini, kedinin asaletini, saldirganligi, hosgoruyu, uyumu, sinir tanimamayi... ayni anda karaktrerimizde barindirabiliriz. Ortama gore, bu ozellikler tepkimizi ifade etmemizde temel etkendirler. Kimi zaman ofkemizle Cin seddi insa eder, kimi zaman sevgiyle akan nehirlerde yuzeriz. Haksizlik karsisinda dimdik ve odunsuz durur, iyi bir davranisin etkisiyle mum gibi eririz. Sevgi ve nefreti, kin ve bagislamayi, katilik ve anlayisi kisiligimizle zaman icinde yogurup bu duygulari uygun gordugumuz hedeflerde yansitiriz. Dunyanin herseyine, olan bitene tamamen nefretle yaklasmanin insani olmadigini bildigimiz gibi, herseye sevgi ve hosgoru ekseninde bakmanin da mumkun olmadigini goruruz. Oyle ya, hamuru sevgiyle yogrulmus bir insan, ornegin masum kani uzerinde sulta kurmus bir diktatore sevgiyle yaklasabilir mi? Akliyla sorunu var, hastadir deriz, degil mi? Cok kisilikli olmak, bilindigi gibi, bir akil hastaligidir. Ama hastalik kismina giren cok kisilikli olma hali yukarida bahsedilen sekliyle degildir. Cunku yukaridaki insani durumlar tamamen saglikli bir kisilige aittir. Herman Hesse, insanlarin iclerinde gizli bu cok kisileri egitmek suretiyle bunlari uyumlu kilabileceklerini ve boylece dengeyi saglamak suretiyle karakteri uzerindeki tasarruf hakkini ellerine alabileceklerini soyler. Boylece sizin izniniz olmadan hicbiri kendiliginden aciga cikmaz, ancak siz istediginizde onlari kullanirsiniz. Saglikli olmak budur. Peki hastalik durumunda ne olur? Kisi ayni duruma beklenmedik farkli tepkiler gosterir. Ayni sey hakkinda birbirinin ziddi davranis bozukluklari sozkonusudur. Yani insanin icinde her halukarda var olan kisilikler, hepsinin sahibi olmasi gereken "ben"in insiyatifinden cikarak kendiliklerinden ortaya cikarlar. Iste bu durumda "ben"in bolunmesiyle ve ciddi bir rahatsizlikla karsi karsiyayizdir. "Ben" bolunmustur, cunku farkli benleri kontrol altina alan bir irade sozkonusu degildir ve her biri kendi basinadir. Hristiyanligin tanrisi "sevgi ve merhamet tanrisi" olarak on plana cikarken Yahudiligin tanrisi ise "hasin, cezalandirici" yonuyle daha cok karsimiza cikar. Islam'in tanri tasavvurunda her iki dinin bileskesini goruruz: Hem merhamet eden, hem de cezalandiran. Tek yonlu degildir Islam'daki Allah inanci. Kur'an'dan her iki durumu da destekleyen ornekler gosterilebilir ama bu tek yonlu ornekler Allah'in ozelliklerini eksik ve yaniltici olarak yansitmakla kalirlar. Ancak tum parcalarin birlestirilmesi sonucunda bir sonuca varabiliriz. Yalniz bir ayrintiyi da belirtmekte fayda var: Islam inancinda Allah hem merhametli hem gazap sahibidir ama merhameti gazabini gecmistir. Ben, sikca elestirildigi gibi, bu durumda bir kisilik bozuklugu gormedim. Cunku gazap ve merhametin neye yoneldigi aciktir. Hastalik tanimina girebilecek bir aksaklik yok. Islam Peygamberi'nin hayatinda da bunlari gormek mumkun. Bakarsiniz bir yanda caddede yururken evinin penceresinden pislik dolu kovayi uzerine bosaltan kadina gulumseyerek bakan, mescidin icine arsiz sekilde iseyene yanindakilerin eziyet etmesine engel olan ve affeden, elinde sinirsiz guc oldugu halde kendisine yillarca kan kusturanlari bile affedebilen bir peygamber, ornegin savas sirasinda ihanet edenlerin olum cezasini gozunu kirpmadan onaylamistir. Dindeki odul ve cezalari bu yonuyle degerlendiriyorum. Sozkonusu olan celiski veya cok kisilik degildir. Itirazlarin bu yonde yapilmasi temelsiz. Farzedelim ki bir arkadasiniz herhangi bir olaya karsi sizin tasvip etmediginiz bir tepki gosterdi. Bu durumda sorun bakis acilarindan kaynaklaniyor. Bence boyle, sence oyle, baskasinca baska sekilde... Iste bu acidan bakildiginda, Islam'in olay ve olgulara yaklasimi kisisel perspektiflerle sorgulanabilir. Kimine gore birilerinin ateste yanmasi zulum iken, digerine gore adaletin tecellisi olabilir. Selam ile..
  17. Kur'an'da mucize olarak gosterilen ayetlerin bir kismi hakkinda, farkli sebepler gosterilerek itiraz edilebilecegi bir gercek. Mesela; "Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün Olan ve Bilen'in takdiridir" ayeti icin, gunesin dogus ve batisindan esinlendigi ve hic de iddia edildigi gibi gunesin hareketiyle ilgisi olmadigi soylenebilir. "Rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik." ayeti icin de dogal bir gozlem sonucu edinilmis bilgi denilebilir. Benzer ornekler coktur. Benim sahsen, hicbir sekilde, farkli sebepler bularak itiraz edemedigim ayetler de var ve bunlar beni hep dusundurmustur. Objektif olmaya calisildiginda, bunlari da gozonune almadan olmuyor. Ornegin; "Ve Evren'i (Göğü) kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz." ayeti direkt olarak evrenin genisledigine isaret ediyor. "Yeryüzünün bitirdiklerinden, kendi benliklerinden ve daha bilmediklerinden hepsini eşler halinde yaratan çok yücedir." Burada da itiraz edilemeyecek bir durum sozkonusu. "Birbirleriyle uyumlu bir şekilde (tabakalar halinde) yedi göğü yaratmış olan odur." Yine ornekler cogaltilabilir. Konuyla birlikte yeniden ve daha detayli uzerinde dusunmeye basladim. Yukaridaki iki paragraf da ilk anda aklima gelenler. Bence uzerinde durmaya deger bir konu. Selam ile..
  18. Sunnetullah diye bahsettigim kavramin Kur'an'dan yola cikilarak tam anlasilabilmesi icin, yukarida verilen ayetlere birkac ilavede bulunayim: "Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (Ra'd/11) Konulan yasa, bir milletin icinde bulundugu durumdan tamemen kendisinin sorumlu oldugu ve o kendini donusturmedikce Allah'in onlari degistirmeyecegini ifade eder. Her toplum iyi ve kotuyu, kendi halini kendi belirler. "İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı" (Rum/41) Toplumlardaki fesadin bireyler eliyle ortaya cikmasina isaret eder. "Andolsun biz her ümmete Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının diye bir elçi gönderdik. İçlerinde Allah'ın doğru yola sevkettiği de var, sapıklıkta kalmayı hakkedeni de..."(Nahl/36) Ilahi kaynakli peygamber ve kitaplarin sadece bir ogutten ibaret oldugu, insanlarin uyup uymamakta irade sahibi olduklari ve bunlarin sonuclarini yine kendilerinin hazirladiklari vurgulanir. "Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince (onlar), ne bir an ertelenir ve ne de öne alınır, (tam vaktinde batıp giderler)" (Araf/34) Tarih surecine bakildiginda gercekten de hicbir milletin veya ummetin surekli olmadigi gorulur. Ibn-i Haldun'un Mukaddime'sine de basvurulmali derim konuyla ilgili. Bu ayet de degismez bir yasaya isaret etmektedir. "...Her toplumun bir yol göstericisi vardır." (Rad/7) "Bizim helak ettiğimiz her ülkenin mutlaka uyarıcıları vardı." (Şura/207) Son peygamberden sonra, bundan boyle ulkelerin Allah tarafinda helak edilmeyecekleri sozu vardir, bunu da ekleyelim. Insanlar ancak kendileri sebep olacaklardir. Ayetleri cogaltmak mumkun. Ancak Allah'in sunneti ve yasalari derken bunlari kastetmek istemistim "guc" meselesiyle ilgili. Selam ile..
  19. Islam'da sıkca bahsedilen bir kavram vardir: "Sunnetullah". Evrende Allah'in degismez bir sunnetinin, yani ilahi yasalarin bulundugu belirtilir. Acilimi sudur: Evrende hersey Allah'in koydugu yasalara gore isler. Hepsinin bir sebebi vardir ve Allah tum sebeplerin yaraticisidir. Insanlar bu yasalarin tersi yonunde hareket etme iradesine sahiptir. Yani "isyan" edebilir. Bu durumda da yine bir sunnetullah vardir ve Allah buna mudahale etmez. Yalniz kalben yapilan dualara Allah'in icabet edecegi soylenmistir. Bu da, dua eden icin en hayrilisinin ne olacagini ancak Allah'in bilecegi ongorusu icinde dusunulur. Yani duaya icabet her zaman vardir ama cogu zaman farkinda olmayabilirsiniz denir. Herseyin belirli yasalar icinde yurudugunu, duaya icabetin de bu yasalar icinde yer aldigini dusundugunuzde, Allah'i icinde bulundugumuz durumdan oturu suclamak dogru olmaz. Gucsuzlukle iliskisi yok cunku. Ancak bizi neden imtihan ediyor, neden bu yasalar, nicin bunca kan, gozyasi, zulum, bizi madem ki yaratmak istedi ve madem bunca merhametli o zaman direkt cennete koysaydi... gibi sorularla itiraz yoneltilebilir. Belki o zaman da sikayet ederdik ya neyse:) Bu sorular da hep cevapsiz kaliyor bildiginiz gibi. Selam ile..
  20. Ikbal'in, daha once de degisik vesilerle ustunkoru degindigim, "bilimsel bilgi" ve "tecrubi bilgi" ayirimi konusundaki dusuncelerini biraz acmaya calisacagim anladigim kadariyla: Bilimsel bilgi; aktarim yoluyla ve birikim sonucu surekli guncellenen, gelisen bir bilgidir elbette. Hatta insan beyninin evrimi bu birikime baglanir. Yani aslinda tekerlegi icad edenin zekasiyla arabayi, radyoyu vs icad edenlerin zekasi arasinda cok da fark yoktur. Tek fark bilgi birikiminin duzeyidir. Boylelikle her yeni bilgi, insanligin ileriye dogru daha buyuk adimlarla sicramasina olanak sagliyor. Ama "tecrubi bilgi" boyle degildir Ikbal'de. Bu bilgi turunun en temel ozelligi; bir baskasina aktarilamamasidir. Kisi bireysel anlamda bilgi sahibi olma cabasi icine girer ve edindigi tecrubi bilgi, sadece kendi bilinciyle sinirli kalir. Yaraticinin mahiyeti, hayatin anlami ve sebebi, esyanin ozu vs gibi konular tecrubi bilginin icine giriyor. Insanoglu, bilmeye donuk arzusunu, bazi kendine has zihinsel faaliyetlerin icinden gecerek yatistirabilir. Tecrubi ilme sahip olmaya dair zihinsel faaliyetler ise kisinin bireysel ahlakindan, niyetlerinden bagimsiz degildir. Anlasilmasi zor konularda yazarlarin kullandiklari ortak bir yontem vardir: Sembolik anlatim. Resim, muzik gibi sanat dallari direkt olarak sembolik olduklari gibi bu anlatima roman ve hikayelerde de sıklıkla karsilasiriz. Bazilarinin zannettikleri gibi, sembolik anlatim salt bir sus olarak dusunulmemeli. Kavramlari susleyerek kitaba cekicilik kazandirmanin otesinde bir anlama sahiptir. Anlatici, kendisinde tecrubi olarak olusan bilgiyi duz anlatim yoluyla veremez. Sembollerden, tesbihlerden, hayalinde canlandirdigi ogelerden yararlanir. Boylelikle okuyucuya da, kendisinin tecrube ettiklerini bir sekilde yasatmaya calisir. Direkt, kuru bir bilgi olarak sunuldugu taktirde, istenilen aktarim gerceklesemez. Ama benzer tecrubeler yoluyla o bilgiye sahip olmanin niteligi ve zevki bambaskadir. Hani bazi yazilari okursunuz ve yazarinin tami tamina neyi anlatmaya calistigini net olarak anlayamazsiniz. Karsinizda bir hedef tahtasi dusunun. Kazanmaniz icin sadece 12'den vurmaniz gerekiyor. 10, 11 gibi sayilari yakalamaniz, hatta atisinizin 12'ye ne kadar yakin oldugu onemli degil. Sadece ama sadece 12'den vurdugunuzda "iste simdi anladim" diyebileceginiz bir yazi. O zaman ne olur biliyor musunuz? Yazarin yazisini yazarken sahip oldugu duygunun benzerini tecrube edersiniz, empatinin en ust dorugunda bulursunuz kendinizi ve okuduklarinizdan tarif edilemez bir zevk alirsiniz. Anlamissinizdir cunku. Tecrube ederek anlamissinizdir. Harry Haller'in sihirli tiyatrosu gibi. Simdi, diyelim ki bu anlama seruveninizde duydugunuz o essiz hazzi baska bir okuyucu alamadi, anlayamadi. Anlatmak istediginizde nasil bir dil kullanirsiniz? Herkesin basina gelmistir. Onca cabalariniza ragmen anlatamamissinizdir. Muhatabiniza o bilgiyle karismis duygunuzu bir turlu aktaramamissinizdir. Halbuki muhatabiniz hic de bilgisiz, cahil biri degildir. Anlatamadiniz, cunku bu iki kere ikinin dort ettigi gibi bir bilgi degildir. Muzik hakkinda dusunelim bir de. Her muzik, kisinin o an icinde bulundugu ruh haline, bilgi duzeyine, deger yargilarina... gore insanlarda farkli farkli anlamlar uyandirir. Herkes bir bakima kendinden birseyler yukler degil mi? Bu durumda zevkler tamamen farklilasir. Ama bunlari bir tarafa birakalim. Muzisyenin eserine neyi katmaya calistigini farkettiniz diyelim. Veya iki kisinin ayni anda bir muzige benzer duygularla anlamlar yuklediklerini farzedelim. Bir muzigin ayni anda benzer tonlarda iki yurekte yankilanmasi... O iki insan arasindaki manevi yakinlasmayi tahmin etmeye calisin. Zihinsel faaliyetlerle birlikte isin icinde cok daha degisik seruvenler var degil mi? Hadi simdi anlatsin bu iki insan aldiklari hazzi ucuncu sahsa. O muzigin sizde yarattigi bilgi - duygu karisimini ne kadar anlatabilirsiniz? "Iste bunlari anlatiyor" diye en guzel sekilde tasvir ettiniz. Buna ragmen sizinle ayni bilgi duzeyine gelir mi muhatabiniz? Hayret etmeyin arkadasinizin heyecansizligina. O bildi sadece, cunku anlattiniz. Ama siz tecrube ettiniz. Karsilastirin bakalim... Ornekleri cogaltabiliriz ama yormayayim sizi. Ozellikle Islam tasavvufcularinin da siklikla sembolleri kullandiklarini goruruz. Bunlar Ikbal'e gore kisiyi tecrubi bilgiye goturecek ipuclarindan ibarettir. Bu ipuclari da tek baslarina hicbir sey ifade etmezler. Gercege talip olmaniz, kendinizi tum onyargilardan soyutlamaniz, ozetle "hicbir sey bilmiyor" halinizle, ummi olarak yaklasmaniz gerekiyor. Bu 'bilmeme' hali cehalet anlaminda degil ama herseye hazirlikli olabilme anlaminda ele alinmali. Sabirli ve inatci uzun bir surecten gectikten sonra belki kucucuk bir "an" icinde essiz bir bilgiye sahid olursunuz, belki de hayatiniz boyunca sadece "talip" olarak kalirsiniz. O kisacik anda edindiginiz bilgiyi ne kadar anlatmaya calissaniz da, karsinizdaki ne kadar bilgili olsa da, bir baskasi sizin bilgi duzeyinize erisemez. Oyle ya, dogustan kor birine, dunyanin en iyi tesbih ustasi olsaniz da, doganin guzelligini ne kadar anlatabilirsiniz? Onun da sizin gordugunuz gibi gormesini saglayabilir misiniz? Elbette onun duygu dunyasinda muthis degisiklikler yaratir ve bircok ipucu vermis olursunuz ama bu baska. Siddharta'nin o nehrin kiyisinda dunyanin en mutlu insani oldugunu okudunuz. Tecrubi bilgidir iste o. Kacimiz o "son"u Siddharta gibi kavrayabildi?.. Dolayisiyla Yaratici'nin olup olmadigi, varsa mahiyeti, hayatin anlami ve kokeni, tanrinin hayata mudahalesi, kader... gibi konular salt akilla ustesinden gelinebilecek konular degildir bu dusunceye gore. O yuzdendir ki, kisi sayisinca kavrayis vardir. Selam ile..
  21. Sayin x_man, elestirinizi cok ciddiye aldim. Tesekkur ederim ve haklisiniz. Hicbir zaman kabul edemeyecegim kaliplarin icine konulmaktan, kategorize edilmekten hoslanmiyorum. Bu sekil yaklasimlara da dediginiz gibi fazlasiyla tepki gostermem sonucu kendimi ifade edemiyorum ve konudan uzaklasiyorum. Uyarinizi dikkate alacagim ve sadece konulara yogunlasip paylasim saglamaya calisacagim. Tesbitiniz cok yardimci oldu. Saygiyla..
  22. katakuta sunun oncelikle farkina variniz: 1. Herhenagi bir fikrin tarafgirligini yapmiyorum. Her kesime donuk kafamdaki soru isaretlerini ve fikirleri buraya tasiyorum. 2. Batinin elestirisini iceren bir paragrafla Muhammed Ikbal taninamaz. Belirttigim gibi tanitmaya, fikirleri hakkinda elestirilerimi ve olumlu buldugum yanlari yazmaya devam edecegim. 3. Muhammed Ikbal gibi dusunurler, batinin elestirisinden cok batinin insanlik uzerinde yarattigi tahribatlara dikkat cekmisler ve bunun ilacinin Islam oldugunu ileri surmuslerdir. Bu baglamda Ikbal, musluman toplumlarin silkinisini ve Islam disi unsurlardan temizlenisini on plana cikarmistir. Uzerinde durdugu en temel oge; Islam toplumlarinin ozelestirisidir. Dolayisiyla; benimle ugrasacaginiza biraz daha sabredin veya arastirin diyorum. 4. Cagdas Islam dusuncesine damgasini vurmus bir dusunuru tanitmakla daha once belirttigim elestirilerim arasinda nasil bir mukayese yapabilirsiniz, anlayabilmis degilim. Dini konular bolumunde boyle birini tanitmanin celiskiye dusmekle ne alakasi var? Henuz Ikbal'in dusunceleri hakkinda hic fikrimi ortaya koymamisken... Biliyorum, herkesin mutlaka bir dusunceyi, ideolojiyi, dini tamamen savunmasina alismissiniz. Ben boyle degilim, bunu defalarca da belirttim. Sabitlesmis bir fikrim yok, dusuncelerim var ama sabit fikirlerim yok. O yuzden hem bir seyin icindeki guzelligi savunabilir hem de elestirebilirim. Buna dair yazilarimdan sayisiz ornek vardir. Isterseniz aykirilik deyin, ister celiski, bu boyle. Defalarca bir arayis icinde oldugumu samimiyetle belirttigim halde, kafamdaki soru isaretlerini paylasip dusuncelerimi tartismaya acmaya calistigim halde neden bu denli art niyet tasidiginizi anlamiyorum... Sayin katakuta, diyelim benim dusuncelerimle tamamen zit seyler olsun; baska bir fikri, dusunceyi tartismaya acmam nasil celiski oluyor? Arkadaslar, inanin yoruldum... Anlamak bu kadar zor mu?..
  23. restpektif şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Bu baslik altinda, musluman dusunur ve filozof Muhammed Ikbal'i tanitmaya calisacagim. Umuyorum ki faydali olacaktir. Konuya Dr. Mustafa Yilmaz'in Ikbal hakkindaki bir yazisiyla baslayacagim. Sizlerin de katilimiyla, zaman icinde Ikbal'i ve onun sahsinda Islam'in modern zamanlara hitap felsefesini anlamaya gayret edecegiz. Himalayalarda İkbal Arayan Yalnız Bir Adam ?Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş ama içinde manâ kıt... Sözler, yazılar; tuzaklara benzer. Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur. İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara!? Mevlana ?İnanç, İbrahim gibi tehlikede olmaktır.? İkbal Modern zamanların nesnesi insandır. Yönetilmek üzere kurgulanmış insanlar! Dili spekülasyona dayalıdır modern zamanların. Yada bir Kızılderili yerlinin sözüyle ifade edecek olursak ?beyaz adam çatal dillidir?. İnsanların yönetilmesi için sayılmaları, numaralandırılmaları, vergilendirilmeleri, ?eğitilmeleri?, okullarda, kışlalarda, hastanelerde, işyerlerinde kurallara bağlanmaları gerekir! Sonuçta Foucault?nun dediği gibi yol tımarhaneye yada hapishaneye varır. Yaşanan trajedi, en kadim hikayelerden daha acıklıdır ama ama bedenler duyarsızlaştırılmış, sinirler alınmış, zihinlere korseler giydirilmiştir. Walter Benjamin ?aynı zamanda barbarlık belgesi olmayan hiçbir uygarlık belgesi yoktur? derken, bir duruma işaret ediyordu. Tarihsel bir duruma. Uygarlık modern barbarlıktır. Estetize edilmiş sömürü, savaş ve ölüm makineleriyle hareket eder. Medeniyet zaman ve mekan bağımlıdır. Edimseldir. İnsan tecrübesinin toplamı belli bir siyasal, kültürel, askeri, iktisadi düzeye ulaşınca bunun adına medeniyet diyorlar. Dolayısıyla bazı Müslümanların ?medeniyet? kavramsallaştırması ile tanımlanmaya karşı çıkışları anlamlı bulunmalıdır. Medeniyet zaman ve mekan bağımlı iken, İslam?ın kendisi bu iki öğeyi dışlamaz ama kendi gerçeklik ve varoluşuyla alakalı olarak bağlayıcı saymaz. Edward Said?in belirttiği gibi hümanizm, emperyalizmin narsist bireyciliğinden, bölücülüğünden ve beyaz adamın yönetimini haklı çıkaran sömürgeci bencilliğinden kaynaklanır aslında, fakat yine aynı abus yüzün perdesi olup çıkar. Césaire?nin ve Fanon?un da algıladığı sömürgeci iki yüzlülük budur. Cemil Meriç?ten dinleyelim bir de bu yeni insanlık dinini: ?İmanını kaybeden bir çağın dini. Sözünü dinletmek isteyen her felsefe bu kaftana bürünmek zorunda. Marksizmden egzistansiyalizme kadar Avrupa'nın tüm düşünce akımları hümanist. Kavramdan çok kılıf; kelime değil bukalemun: demokrasi gibi, sosyalizm gibi. Hümanizm genç bir kavram, batı dillerini 1850'den sonra fethetmiş. Ama müstağriplerimiz hemen benimsemiş kelimeyi, onlara göre Yunus'lar, Mevlana'lar, Hacı Bektaş Veli'ler su katılmamış birer hümanist. Hümanizm nedir, kimsenin tarife yanaştığı yok.? ?Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor. Diyorlar ki hümanizm, insanı mükemmelleştirmek, varabileceği en yüksek irtifaa yükseltmek yani gerçek insan, kamil insan yapmak.? ?Hümanizm insanın tanrılaştırılmasıymış, hangi insanın, feylesofun mu, kozmonotun mu, yığının mı?? Biz bu sömürgecileri yüzyıllardır tanıyoruz. Mazlum halkların kanını emen bu şişman keneler yüzlerce yıldır bize gülücükler dağıtıyor. Bu kaftanlar giyinmiş Helenik ozanlar kılıçlarıyla geçemedikleri sınırları kitaplarıyla, yazarlarıyla, seyyahlarıyla geçtiler ve zehirlerini sihirli bir iksir gibi doğu milletlerine sundular. Susuzluktan bunalmış mahrum milletler bunu doyasıya içmek derdine düştü. Düşman ?ağuyu altun tas içre sunar, bal da onun şerbeti?! Doktor Şeriati?ye kulak verelim: ?Karşınıza bir Asya ve Afrika haritası açınız. Afrika?yı çok iyi tanıyoruz. Çünkü, daha yakın zamanlarda sömürüye ve Batı sömürgeciliğine karşı yürütülen hareketlere Afrika?da tanık olduk. Afrika?da Müslüman ülkeler olduğu kadar, Müslüman olmayan ülkeler de var. Afrika asıllı bir Fransız yazarı olan Schandel?in deyimiyle ?Afrika haritasının tümü yerküre üzerinde bir damla gözyaşını, sıcak bir gözyaşı damlasını andırmaktadır.? Evet, Afrika yerkürenin gözyaşıdır, kavrulmuş bağrıdır. Kalp de gözyaşı damlası gibi değil midir? Her ikisi de dert arkadaşıdır, aynı tür yaşantı içindedirler. Afrika bu yerkürenin yaralı kalbi, yanık gözyaşlarıdır. Neden mi? Tarih boyunca kölelik ateşlerinde yanan ve yeni tip sömürünün de hedef seçtiği kurbanlıktır Afrika da ondan.? Geçtiğimiz yüzyılın başlarında İslam dünyasında emperyalizme [o tarihlerde İngiliz müstemlekeciliğine] karşı yükselen ilk ses Seyyid Cemaleddin?in sesidir. Bu ses Hindikuşlardan Kahire?ye ve oradan ta Avrupa içlerine kadar yankılanır. Edward G. Browne?nin dediği gibi ?kuvvetli bir karakter, olağanüstü bir bilgi, bitmez tükenmez enerji, müthiş bir cesaret, yazma ve konuşma hususunda hayret verici belagat ve fesahat, heybetli bir dış görünüş? sahibi Seyyid Cemaleddin?in dertli ve gür sesidir bu. Seyyid Cemal cübbesinde, mazlum milletlerin yaşadığı devasa bir coğrafyanın tozunu, toprağını taşıyan adamdır. Bu açıdan Seyyid Cemal bu yolda önemli bir duraktır. Daha doğru bir ifadeyle bir yol açıcı ve yol göstericisidir. Seyyid Cemaleddin?in bu feryadı Allame İkbal?in ruh üfleyen nefesiyle bir ateşe dönüşür Asya?da. Çünkü O, ?Bergson gi­bi düşünüyor, Mevlana gibi seviyor, Nasır Hüsrev gibi ima­nın şiirini söylüyor, Seyyid Cemal gibi Müslüman halkların sömürüden kurtulması için savaşıyor, Tagor gibi uygarlığın, mutlak akla yönelme faciasından kurtulması için çalışıyor?du. Yine Doktor Şeriati?nin deyimiyle ?Belki Seyyid Cemal ve İkbal gibi ki­şileri tanımak yalnız bir tek kişiyi tanımak değil, bir ?Din?i ve bir ideolojiyi tanımaktır ve kendi durumumuzu bilmektir. İk­bal bir dönemin başlangıcıdır. Biz İkbal?i ve Seyyid Cemal?i tanımakla, bu kişileri yetiştiren ideolojiyi düşünüyoruz, bu­nun içindedir ki Seyyid Cemal ve İkbal?i tanımak, İslam?ın özünü tanımak, müslümanları tanımak, şimdi ve gelecek za­manı tanımaktır.? Doktor?u dinlemeye devam ediyoruz: ?Muhammed İkbal; Gazali, Muhyiddin ibn Arabi ve Mevlana gibi sadece tasavvufla ve metafizik ile ilgilenen bir mutasavvıf değildir. Mutasavvıflar, ferdi tekamülün, ruhun temizlenmesinin ve benliğin ruhani aydınlığı üzerinde durdular. Sadece az sayıda insanı kendileri gibi yetiştirdiler; ancak Moğol saldırısına, sonraki despotça düzenin oluşumuna ve insanlara yapılan baskının farkında olmayacak kadar dünyaya yabancı kaldılar.? ?İkbal?in insanlığa verdiği en büyük öğüt şudur: ?İsa gibi bir kalbiniz, Sokrat gibi fikirleriniz ve Sezar gibi kuvvetiniz olsun; fakat bunların hepsi tek kişide, ruhun tek bir hedefe vasıl olması temeli üzerine olsun.? Şimdi bakışımızı bir süreliğine Batı?ya döndürelim ve bir sese kulak verelim: ?Kant beyefendi bu kadar sermaye ve onur elde etmek için doğum derdinden başka hangi zahmete katlanmıştı ki!? Bu bir vicdanın sesidir. Adı; Bertrand Russell olan bir vicdan. Anamalcı batı kapitalizmi ve sömürüsü sadece kan ve ter kokuları üzerinde birikim sağladı. Bugün hala Brezilya altın madenlerinde kölelik şartlarında çalışan maden işçilerini görüyoruz. Fanon?un dediği gibi ?sömürgecilerin kırılası ayakları denizden başka bir yerde suya yakın olmadı?. O halde sorumlu aydın nerede? Aydın denen devekuşları başlarını kuma sokup kıçlarını açıkta bırakarak daha ne kadar mazlum milletlerin sırtından geçinecekler? Sermayelerini Avrupa bankalarına taşıyan bu işbirlikçi ajanlara haddini bildirecek gerçek aydınların sesi neden çıkmıyor? Bu toprakların aydını öyle nevzuhur bir yaratıktır ki, kölelik ruhu aşılayan Hıristiyanlıkla, köleliğe karşı savaş veren İslam arasındaki farkı bilmez, imanın temelini saçma sapan bir zühd anlayışına dayandıran Saint Paul?ü tanıdığı kadar yoksulluğu küfrün varlık sebebi sayan Ebu Zer?i tanımaz. Bunlar kötü birer ezberci olarak batıdan devşirdikleri cümleleri bozuk dilleriyle bize öğretmeye çalışan ilk mektep öğretmenleridir o kadar. Voltaire?den aşırdığı malumatla bizi, tarihimizi, kültürümüzü ve dinimizi okumaya çalışan bu hokkabazlar sadece kötü birer illüzyonisttirler. Sorumlu aydınların ve uyanık halkın bunların takipçisi olması gerekir. Tekrar Allame İkbal?e dönecek olursak, İkbal yüreği yanık bir adamdır, diğerkamdır, kırılgandır, yer yer öfkelidir. Yaşadığı dönem itibariyle İslam dünyasının yoğun bir işgal ve sömürüye maruz kaldığı, büyük acıların, büyük trajedilerin boy gösterdiği bir dağılma çağının her türlü psikolojik etkisini görmüştür. Bunun karşısında dış görünüşü Müslüman ama iç dünyasında kimliksizleşmiş, duyarlılığını kaybetmiş insanın yeniden inşasına yönelmiştir. İnsan dini ve ahlaki bütünlüğü ile kendi sınırlarını keşfetmiş olmalıdır İkbal?e göre. Çünkü ancak bu durumda kendi milletine faydalı bir kişi olabilir. Bu insan ?merd-i hür? kişidir ve bu Müslüman ?merd-i mü?min?dir. Merd-i mü?min ideal insanıdır İkbal?in. Bu insan, kaderi ile irade hürriyetinin arasında duran bir gerilim insanıdır. Uyanışın temeli, yani kendi ifadesiyle Yeniden Yapılanma?nın temeli insanın yeniden inşasıdır. Bu inşa, fikri inşanın temelidir. Başkalarının kanatları altında yaşayan insan İkbal?i rahatsız eder ve Müslüman kişinin ?meltem bahçelerinde özgürce uçacağı kanatlarını? tanımasını ister. İkbal insan eğitiminde girift bir düşünce yapısına sahiptir. Açıkça söylemek gerekirse kriz dönemi insanlarının büyük bir kısmının genel karakteristiği olan eklektik düşünce yapısını biz İkbal?de de görürüz. Fakat İkbal ve benzerlerinin bu düşünce tarzı, yeniden bir inşanın gerekliliğine olan iştiyaktan kaynaklanır. İkbal?in eğitime yaklaşımında açıkça görebileceğimiz bu karmaşık düşünce sisteminde, natüralizmle birlikte yola çıkar ama ondan ayrılır, idealistlerle birlikte yürür, pragmatistlerle arkadaş olur. Psikanalizin gelişimi eğitimde natüralizmin etkisinin derinleşmesini sağlamıştır. Bilinçaltının derinlemesine açıklanmasını içeren çalışmalar sonucunda natüralistler doğal gelişimin önemsenmesini salık vermişlerdir. Cinsel tabulardan uzak, otoriter eğilimleri reddeden bir anlayışı savunmuştur. J.J.Rousseau gibi bilginin ampirikliğine vurgu yaparak sezgi ve kavrayışın önemine vurgu yapmıştır. Fakat Rousseau?nun aşırı özgürlükçü eğilimine karşı, İkbal kişinin disipline edilmesini, hayatın mücadele alanı olduğunu ve kişinin buna hazırlanmasını savundu. İkbal insanın özlemleriyle, idealleriyle uyuşmayan maddi dünyanın yeniden düzenlenmesini savundu. İkbal?in idealistlerle aynılaştığı nokta ise maddi ve fizik evrenin, hakikatin tamamlanmamış ifadesi olduğu yönündeki fikirdir. Kültürel çevre ise tamamen insan edimlerinin toplamından oluşur. İdealistlerin paylaştığı kültürel dünyanın oluşumundaki üç önemli etkene İkbal bir yenisini ekler: bunlar doğruluk, güzellik, iyiliktir. İkbal bunlara marifetullah?ı ekler. Hafız Abdullah Faruki?nin tespitiyle İkbal, Yeni Eflatuncu geleneği takip etmiş, güzelliğin ezeli olduğunu kabul etmiş ancak sonraları hayatın acımasız yüzüyle mücadele eden insanın tecrübelerinin ürünü olan, hayatın akışı içerisinde, belki de mücadelenin devamı için insanın kendisinin varettiği şeyler olduğunu düşünmüştür güzelliğin. Bu durum onun felsefesini paragmatik etki altında gelişen hümanist bir karaktere büründürmüştür. Bir idealist olarak İkbal kişinin kendisini gerçekleştirme çabası üzerine yoğunlaşmıştır. Kendini gerçekleştirme ilahi niteliklerin kavranılmasıyla oluşur. İkbal böylece materyalizmi ve spiritüalizmi uygun bir senteze tabi tutarak, manevi gelişim ve inşa ile insanın maddi hayatın zorlamalarına karşı tüm gücüyle mücadele etmesi gerektiği sonucuna varır. Diğer taraftan idealistlerin yücelttiği doğruluk, güzellik, iyilik değerlerini pragmatikler reddeder. Onların eğitime armağanları eğitim metodolojisidir. İkbal bir taraftan idealistlerin bu temel ilkelerini paylaşırken diğer taraftan pragmatiklerin hümanistik düşüncelerini de paylaşır. Pragmatizmin eğitim metodlarının özü olan yaparak öğrenme onun için de önemlidir. Burada İkbal, Dewey?in pragmatizmine yoldaşlık eder. Tüm bu sentezden sonra İkbal inşa için gerekli olan eğitimin nihai amacının kişide içkin olanın tezahürü olduğu göründedir. Benliğin özünün de ancak sezgi ile keşfedilebileceğini savunur. İkbal tüm bu özellikleriyle hem bir filozof, hem bir eğitimci, hem bir şair, hem bir dava adamıdır. O son yüzyıldaki İslam düşünce önderlerinin en parlak simalarından birisidir. On dokuzuncu sömürge asrında ve yirminci asrın başlarında İkbal, kuzey Afrika?dan, İran?dan, Mısır?dan, Türkiye?den yükselen sesler korosuna katılmış mümtaz bir şahsiyettir. İkbal?in mesajı hala canlılığını korumaktadır. O dönem uyanış önderlerinin hemen hepsinde gördüğümüz, anlaşıl[a]mama, yanlış anlaşılma bahtsızlığına uğramış bir kişidir. Bu sadece olumsuz anlamda değil, olumlayanların yüceltme ve hamaset çığlıkları ve sloganları arasında boğulmak bahtsızlığıdır. İkbal?i de Afgani gibi, Abduh gibi, Şeriati gibi, Mehmed Akif gibi, sağcı ve muhafazakar anlayışın elinden kurtarmak gerekiyor. Yeniden okunması tartışılması ve üretilmesi gereken şahsiyetlerden birisidir İkbal. İkbal aziz İslam milletinin yiğit bir evladıdır. Soluğu uzun bu mücahidin hatırası bir şiir yığınından öte, geçtiğimiz yüzyılın olduğu kadar önümüzdeki yüzyılın Müslüman gençliğine de manevi bir inşa ve maddi hayata hazırlık reçetesidir. Ve İkbal bu kısa değerlendirme yazısına sığmayacak kadar da çok yönlü ve büyük bir kamettir. Dr. Mustafa Yilmaz Ikbal'i ve dusuncelerini tanitmaya devam edecegiz. Selam ile..
  24. Benim güzel zindanım. gökyüzü kana bulanık izliyor beni. sokaklarda yürüyorum uzun uzun, acılarımın teorisini yazmak değil sana, derdim, gözlerimin bulanması değil, nedensiz hıçkırdığım, ağladığım değil, gözlerim kana çalıyor değil, evrenin külü,sevgilim benim, bilmem neden, kelimelerle aramda bir bağ var çözemediğim. ikimiz birbirimizin celladı oluverdik. yaşamımız yağlı bir urganla bağlı birbirine. yokluğun bir akrebin ayak izleri gibi beynimi kemiriyor buralarda. cennetim ve cehennemim. benim güzel ülkem. nefes alamıyorum, senin soluğunu taşımayan şehirlerde. sokaklar zifiri karanlık gün ortasında. bir bilsen ne acı, ne acı güneş, evrenin külü, hayatın anlamı ve korkusu, gecenin teri, beynimin kanayan tarafı. en derin, en yoksul, en zifiri zindanı, bir bilsen yokluğunu. ayaza tutuluyorum beni kavuran güneşin altında. sen yokken intihar bile dilsiz kalıyor, savaşlar düğün-dernek, öfkeler cılız, acılar sevimsiz ve kadınlar kuru.tenekeden, tahtadan yapılmış gibi geliyor. ah... ne acı, ne acı şey sevmek. derin bir sarhoşluğa benziyor. dudaklarım ismini sayıklıyor, kelimeler azalıyor artık içimde. her geçen gün artıyor yalnızlığın. bir kadın bu kadar sevilir mi...? ben bunu hiç bilmezdim. günahlarımın bedelini ödüyorum şimdi. hiç bir zaman benim olmayacak ışığın, nefesin, sözlerin ve tenin biliyorum. kollarım kesik kesik hatırladığım esrik rüyalarımda saracak seni, gözlerin bakmayacak maviye ve güneş denizin değildir. ateş ve su gibidir sevmek. biz imkansız bir aşkın, biz çölde kıvranan dilsiz bir balığın, ölümü bekleyen hükümdarın, yetim bir ülkenin evlatlarıyız. bilmem neden aklımı çeliyor ölüm. ah sevgilim, benim tatlı ışığım, nefesim, yaşıyorum. buna yaşamak denirse eğer... görmedim, senden sonra lezzet alacağım ve susuzluğumu giderecek hiçbirşey... geceye ve güne andolsun ki, ölüme ve cinnete, güzel gözlerine andolsun ki kalbim sana ihanet etmeyecek hiç bir zaman sevgili. kelimelelerin yasını ölüler tutsun. akrepler dolaşsın bu izbe kentin beyninde ve çocukları avuçluyor uzak bir ülkenin göğsünde toprak, kanlı ve kirli bir savaşın içinde. yazarken ter kokuyor kalemim. çünkü insan bu bunalım çağında sıkışıp kaldığını hissediyor. artık aşklar bile kudurgan ve şehvet kokuyor sevgili. acılar ve savaşlar içinde yaşıyor kalemim, nefesim ve sözlerim. tutunamayan sefil adamların ülkesinde ölümü hatırlatıyor bana kelimeler... bu gece sabaha kadar yürümekti niyetim. dönüp kalbimi en karanlık sokağa fırlatmak... artık zavallı, sefil parmaklarım beni dinlemiyor. celladını aramaktan vazgeçti çoktan kelimelerim. oysa bir tutam sevgi dilenmiştim şu müşterek yaşadığımız arazi parçasında. ne acı... etrafımda hiç kimse yok. kalabalıkların içinde yapayalnızım. öyle bir boşluk var ki içimde, dolduramıyorum hiçbir şeyle. aklına bile gelmeyecek sefih bir hayatı bile denedim bunu altetmek için. karanlık çamurlu sokaklardan, caddelerden ve kadınların içinden geçtim. deliliği, intihar denen iblisi ve kitapları deneyeli çok oldu zaten. karanlık, izbe, loş ve rutubetli odalarda beynimi uyuşturmak için neler denedim bir bilsen, bir bilsen akrep gibi uyumadı hiç. kendi kendini sokan adamın beyni. şimdi sana yazıyor bunları.aslında kendisiyle konuşuyor belki. belki bir ufak ışık vardır ne dersin. dostum ve yalnızlığım. bana bir şey söyle, bu sessizlik beni çıldırtıyor. sessizlik gözlerimi acıtıyor.... bu gece benim için birşeyler dile, acı çekiyorum. acımı hafifletmesini söyle. kalbime bir nefes mutluluk göndermesini söyle. bütün yüreğinle konuş onunla. dua et... buna o kadar ihtiyacım varki. bunu yapar mısın benim için. ? sevgiyle, sionun mukaddes kızı. yeruşalim kızı tanrı seni korusun ve yüreğini ışıkla doldursun. Fatih Deniz
  25. Ne kadar oyun donse de, manipulasyonlar devrede olsa da secimler onemlidir. Halk kararini verecek. Bu karara duyulacak saygi asil normallesmeyi beraberinde getirecektir. Ben o yuzden secimleri onemsiyorum. Selam ile..

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.