-
İçerik Sayısı
281 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
restpektif tarafından postalanan herşey
-
Sayin x_man, elestirinizi cok ciddiye aldim. Tesekkur ederim ve haklisiniz. Hicbir zaman kabul edemeyecegim kaliplarin icine konulmaktan, kategorize edilmekten hoslanmiyorum. Bu sekil yaklasimlara da dediginiz gibi fazlasiyla tepki gostermem sonucu kendimi ifade edemiyorum ve konudan uzaklasiyorum. Uyarinizi dikkate alacagim ve sadece konulara yogunlasip paylasim saglamaya calisacagim. Tesbitiniz cok yardimci oldu. Saygiyla..
-
katakuta sunun oncelikle farkina variniz: 1. Herhenagi bir fikrin tarafgirligini yapmiyorum. Her kesime donuk kafamdaki soru isaretlerini ve fikirleri buraya tasiyorum. 2. Batinin elestirisini iceren bir paragrafla Muhammed Ikbal taninamaz. Belirttigim gibi tanitmaya, fikirleri hakkinda elestirilerimi ve olumlu buldugum yanlari yazmaya devam edecegim. 3. Muhammed Ikbal gibi dusunurler, batinin elestirisinden cok batinin insanlik uzerinde yarattigi tahribatlara dikkat cekmisler ve bunun ilacinin Islam oldugunu ileri surmuslerdir. Bu baglamda Ikbal, musluman toplumlarin silkinisini ve Islam disi unsurlardan temizlenisini on plana cikarmistir. Uzerinde durdugu en temel oge; Islam toplumlarinin ozelestirisidir. Dolayisiyla; benimle ugrasacaginiza biraz daha sabredin veya arastirin diyorum. 4. Cagdas Islam dusuncesine damgasini vurmus bir dusunuru tanitmakla daha once belirttigim elestirilerim arasinda nasil bir mukayese yapabilirsiniz, anlayabilmis degilim. Dini konular bolumunde boyle birini tanitmanin celiskiye dusmekle ne alakasi var? Henuz Ikbal'in dusunceleri hakkinda hic fikrimi ortaya koymamisken... Biliyorum, herkesin mutlaka bir dusunceyi, ideolojiyi, dini tamamen savunmasina alismissiniz. Ben boyle degilim, bunu defalarca da belirttim. Sabitlesmis bir fikrim yok, dusuncelerim var ama sabit fikirlerim yok. O yuzden hem bir seyin icindeki guzelligi savunabilir hem de elestirebilirim. Buna dair yazilarimdan sayisiz ornek vardir. Isterseniz aykirilik deyin, ister celiski, bu boyle. Defalarca bir arayis icinde oldugumu samimiyetle belirttigim halde, kafamdaki soru isaretlerini paylasip dusuncelerimi tartismaya acmaya calistigim halde neden bu denli art niyet tasidiginizi anlamiyorum... Sayin katakuta, diyelim benim dusuncelerimle tamamen zit seyler olsun; baska bir fikri, dusunceyi tartismaya acmam nasil celiski oluyor? Arkadaslar, inanin yoruldum... Anlamak bu kadar zor mu?..
-
Bu baslik altinda, musluman dusunur ve filozof Muhammed Ikbal'i tanitmaya calisacagim. Umuyorum ki faydali olacaktir. Konuya Dr. Mustafa Yilmaz'in Ikbal hakkindaki bir yazisiyla baslayacagim. Sizlerin de katilimiyla, zaman icinde Ikbal'i ve onun sahsinda Islam'in modern zamanlara hitap felsefesini anlamaya gayret edecegiz. Himalayalarda İkbal Arayan Yalnız Bir Adam ?Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş ama içinde manâ kıt... Sözler, yazılar; tuzaklara benzer. Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur. İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara!? Mevlana ?İnanç, İbrahim gibi tehlikede olmaktır.? İkbal Modern zamanların nesnesi insandır. Yönetilmek üzere kurgulanmış insanlar! Dili spekülasyona dayalıdır modern zamanların. Yada bir Kızılderili yerlinin sözüyle ifade edecek olursak ?beyaz adam çatal dillidir?. İnsanların yönetilmesi için sayılmaları, numaralandırılmaları, vergilendirilmeleri, ?eğitilmeleri?, okullarda, kışlalarda, hastanelerde, işyerlerinde kurallara bağlanmaları gerekir! Sonuçta Foucault?nun dediği gibi yol tımarhaneye yada hapishaneye varır. Yaşanan trajedi, en kadim hikayelerden daha acıklıdır ama ama bedenler duyarsızlaştırılmış, sinirler alınmış, zihinlere korseler giydirilmiştir. Walter Benjamin ?aynı zamanda barbarlık belgesi olmayan hiçbir uygarlık belgesi yoktur? derken, bir duruma işaret ediyordu. Tarihsel bir duruma. Uygarlık modern barbarlıktır. Estetize edilmiş sömürü, savaş ve ölüm makineleriyle hareket eder. Medeniyet zaman ve mekan bağımlıdır. Edimseldir. İnsan tecrübesinin toplamı belli bir siyasal, kültürel, askeri, iktisadi düzeye ulaşınca bunun adına medeniyet diyorlar. Dolayısıyla bazı Müslümanların ?medeniyet? kavramsallaştırması ile tanımlanmaya karşı çıkışları anlamlı bulunmalıdır. Medeniyet zaman ve mekan bağımlı iken, İslam?ın kendisi bu iki öğeyi dışlamaz ama kendi gerçeklik ve varoluşuyla alakalı olarak bağlayıcı saymaz. Edward Said?in belirttiği gibi hümanizm, emperyalizmin narsist bireyciliğinden, bölücülüğünden ve beyaz adamın yönetimini haklı çıkaran sömürgeci bencilliğinden kaynaklanır aslında, fakat yine aynı abus yüzün perdesi olup çıkar. Césaire?nin ve Fanon?un da algıladığı sömürgeci iki yüzlülük budur. Cemil Meriç?ten dinleyelim bir de bu yeni insanlık dinini: ?İmanını kaybeden bir çağın dini. Sözünü dinletmek isteyen her felsefe bu kaftana bürünmek zorunda. Marksizmden egzistansiyalizme kadar Avrupa'nın tüm düşünce akımları hümanist. Kavramdan çok kılıf; kelime değil bukalemun: demokrasi gibi, sosyalizm gibi. Hümanizm genç bir kavram, batı dillerini 1850'den sonra fethetmiş. Ama müstağriplerimiz hemen benimsemiş kelimeyi, onlara göre Yunus'lar, Mevlana'lar, Hacı Bektaş Veli'ler su katılmamış birer hümanist. Hümanizm nedir, kimsenin tarife yanaştığı yok.? ?Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor. Diyorlar ki hümanizm, insanı mükemmelleştirmek, varabileceği en yüksek irtifaa yükseltmek yani gerçek insan, kamil insan yapmak.? ?Hümanizm insanın tanrılaştırılmasıymış, hangi insanın, feylesofun mu, kozmonotun mu, yığının mı?? Biz bu sömürgecileri yüzyıllardır tanıyoruz. Mazlum halkların kanını emen bu şişman keneler yüzlerce yıldır bize gülücükler dağıtıyor. Bu kaftanlar giyinmiş Helenik ozanlar kılıçlarıyla geçemedikleri sınırları kitaplarıyla, yazarlarıyla, seyyahlarıyla geçtiler ve zehirlerini sihirli bir iksir gibi doğu milletlerine sundular. Susuzluktan bunalmış mahrum milletler bunu doyasıya içmek derdine düştü. Düşman ?ağuyu altun tas içre sunar, bal da onun şerbeti?! Doktor Şeriati?ye kulak verelim: ?Karşınıza bir Asya ve Afrika haritası açınız. Afrika?yı çok iyi tanıyoruz. Çünkü, daha yakın zamanlarda sömürüye ve Batı sömürgeciliğine karşı yürütülen hareketlere Afrika?da tanık olduk. Afrika?da Müslüman ülkeler olduğu kadar, Müslüman olmayan ülkeler de var. Afrika asıllı bir Fransız yazarı olan Schandel?in deyimiyle ?Afrika haritasının tümü yerküre üzerinde bir damla gözyaşını, sıcak bir gözyaşı damlasını andırmaktadır.? Evet, Afrika yerkürenin gözyaşıdır, kavrulmuş bağrıdır. Kalp de gözyaşı damlası gibi değil midir? Her ikisi de dert arkadaşıdır, aynı tür yaşantı içindedirler. Afrika bu yerkürenin yaralı kalbi, yanık gözyaşlarıdır. Neden mi? Tarih boyunca kölelik ateşlerinde yanan ve yeni tip sömürünün de hedef seçtiği kurbanlıktır Afrika da ondan.? Geçtiğimiz yüzyılın başlarında İslam dünyasında emperyalizme [o tarihlerde İngiliz müstemlekeciliğine] karşı yükselen ilk ses Seyyid Cemaleddin?in sesidir. Bu ses Hindikuşlardan Kahire?ye ve oradan ta Avrupa içlerine kadar yankılanır. Edward G. Browne?nin dediği gibi ?kuvvetli bir karakter, olağanüstü bir bilgi, bitmez tükenmez enerji, müthiş bir cesaret, yazma ve konuşma hususunda hayret verici belagat ve fesahat, heybetli bir dış görünüş? sahibi Seyyid Cemaleddin?in dertli ve gür sesidir bu. Seyyid Cemal cübbesinde, mazlum milletlerin yaşadığı devasa bir coğrafyanın tozunu, toprağını taşıyan adamdır. Bu açıdan Seyyid Cemal bu yolda önemli bir duraktır. Daha doğru bir ifadeyle bir yol açıcı ve yol göstericisidir. Seyyid Cemaleddin?in bu feryadı Allame İkbal?in ruh üfleyen nefesiyle bir ateşe dönüşür Asya?da. Çünkü O, ?Bergson gibi düşünüyor, Mevlana gibi seviyor, Nasır Hüsrev gibi imanın şiirini söylüyor, Seyyid Cemal gibi Müslüman halkların sömürüden kurtulması için savaşıyor, Tagor gibi uygarlığın, mutlak akla yönelme faciasından kurtulması için çalışıyor?du. Yine Doktor Şeriati?nin deyimiyle ?Belki Seyyid Cemal ve İkbal gibi kişileri tanımak yalnız bir tek kişiyi tanımak değil, bir ?Din?i ve bir ideolojiyi tanımaktır ve kendi durumumuzu bilmektir. İkbal bir dönemin başlangıcıdır. Biz İkbal?i ve Seyyid Cemal?i tanımakla, bu kişileri yetiştiren ideolojiyi düşünüyoruz, bunun içindedir ki Seyyid Cemal ve İkbal?i tanımak, İslam?ın özünü tanımak, müslümanları tanımak, şimdi ve gelecek zamanı tanımaktır.? Doktor?u dinlemeye devam ediyoruz: ?Muhammed İkbal; Gazali, Muhyiddin ibn Arabi ve Mevlana gibi sadece tasavvufla ve metafizik ile ilgilenen bir mutasavvıf değildir. Mutasavvıflar, ferdi tekamülün, ruhun temizlenmesinin ve benliğin ruhani aydınlığı üzerinde durdular. Sadece az sayıda insanı kendileri gibi yetiştirdiler; ancak Moğol saldırısına, sonraki despotça düzenin oluşumuna ve insanlara yapılan baskının farkında olmayacak kadar dünyaya yabancı kaldılar.? ?İkbal?in insanlığa verdiği en büyük öğüt şudur: ?İsa gibi bir kalbiniz, Sokrat gibi fikirleriniz ve Sezar gibi kuvvetiniz olsun; fakat bunların hepsi tek kişide, ruhun tek bir hedefe vasıl olması temeli üzerine olsun.? Şimdi bakışımızı bir süreliğine Batı?ya döndürelim ve bir sese kulak verelim: ?Kant beyefendi bu kadar sermaye ve onur elde etmek için doğum derdinden başka hangi zahmete katlanmıştı ki!? Bu bir vicdanın sesidir. Adı; Bertrand Russell olan bir vicdan. Anamalcı batı kapitalizmi ve sömürüsü sadece kan ve ter kokuları üzerinde birikim sağladı. Bugün hala Brezilya altın madenlerinde kölelik şartlarında çalışan maden işçilerini görüyoruz. Fanon?un dediği gibi ?sömürgecilerin kırılası ayakları denizden başka bir yerde suya yakın olmadı?. O halde sorumlu aydın nerede? Aydın denen devekuşları başlarını kuma sokup kıçlarını açıkta bırakarak daha ne kadar mazlum milletlerin sırtından geçinecekler? Sermayelerini Avrupa bankalarına taşıyan bu işbirlikçi ajanlara haddini bildirecek gerçek aydınların sesi neden çıkmıyor? Bu toprakların aydını öyle nevzuhur bir yaratıktır ki, kölelik ruhu aşılayan Hıristiyanlıkla, köleliğe karşı savaş veren İslam arasındaki farkı bilmez, imanın temelini saçma sapan bir zühd anlayışına dayandıran Saint Paul?ü tanıdığı kadar yoksulluğu küfrün varlık sebebi sayan Ebu Zer?i tanımaz. Bunlar kötü birer ezberci olarak batıdan devşirdikleri cümleleri bozuk dilleriyle bize öğretmeye çalışan ilk mektep öğretmenleridir o kadar. Voltaire?den aşırdığı malumatla bizi, tarihimizi, kültürümüzü ve dinimizi okumaya çalışan bu hokkabazlar sadece kötü birer illüzyonisttirler. Sorumlu aydınların ve uyanık halkın bunların takipçisi olması gerekir. Tekrar Allame İkbal?e dönecek olursak, İkbal yüreği yanık bir adamdır, diğerkamdır, kırılgandır, yer yer öfkelidir. Yaşadığı dönem itibariyle İslam dünyasının yoğun bir işgal ve sömürüye maruz kaldığı, büyük acıların, büyük trajedilerin boy gösterdiği bir dağılma çağının her türlü psikolojik etkisini görmüştür. Bunun karşısında dış görünüşü Müslüman ama iç dünyasında kimliksizleşmiş, duyarlılığını kaybetmiş insanın yeniden inşasına yönelmiştir. İnsan dini ve ahlaki bütünlüğü ile kendi sınırlarını keşfetmiş olmalıdır İkbal?e göre. Çünkü ancak bu durumda kendi milletine faydalı bir kişi olabilir. Bu insan ?merd-i hür? kişidir ve bu Müslüman ?merd-i mü?min?dir. Merd-i mü?min ideal insanıdır İkbal?in. Bu insan, kaderi ile irade hürriyetinin arasında duran bir gerilim insanıdır. Uyanışın temeli, yani kendi ifadesiyle Yeniden Yapılanma?nın temeli insanın yeniden inşasıdır. Bu inşa, fikri inşanın temelidir. Başkalarının kanatları altında yaşayan insan İkbal?i rahatsız eder ve Müslüman kişinin ?meltem bahçelerinde özgürce uçacağı kanatlarını? tanımasını ister. İkbal insan eğitiminde girift bir düşünce yapısına sahiptir. Açıkça söylemek gerekirse kriz dönemi insanlarının büyük bir kısmının genel karakteristiği olan eklektik düşünce yapısını biz İkbal?de de görürüz. Fakat İkbal ve benzerlerinin bu düşünce tarzı, yeniden bir inşanın gerekliliğine olan iştiyaktan kaynaklanır. İkbal?in eğitime yaklaşımında açıkça görebileceğimiz bu karmaşık düşünce sisteminde, natüralizmle birlikte yola çıkar ama ondan ayrılır, idealistlerle birlikte yürür, pragmatistlerle arkadaş olur. Psikanalizin gelişimi eğitimde natüralizmin etkisinin derinleşmesini sağlamıştır. Bilinçaltının derinlemesine açıklanmasını içeren çalışmalar sonucunda natüralistler doğal gelişimin önemsenmesini salık vermişlerdir. Cinsel tabulardan uzak, otoriter eğilimleri reddeden bir anlayışı savunmuştur. J.J.Rousseau gibi bilginin ampirikliğine vurgu yaparak sezgi ve kavrayışın önemine vurgu yapmıştır. Fakat Rousseau?nun aşırı özgürlükçü eğilimine karşı, İkbal kişinin disipline edilmesini, hayatın mücadele alanı olduğunu ve kişinin buna hazırlanmasını savundu. İkbal insanın özlemleriyle, idealleriyle uyuşmayan maddi dünyanın yeniden düzenlenmesini savundu. İkbal?in idealistlerle aynılaştığı nokta ise maddi ve fizik evrenin, hakikatin tamamlanmamış ifadesi olduğu yönündeki fikirdir. Kültürel çevre ise tamamen insan edimlerinin toplamından oluşur. İdealistlerin paylaştığı kültürel dünyanın oluşumundaki üç önemli etkene İkbal bir yenisini ekler: bunlar doğruluk, güzellik, iyiliktir. İkbal bunlara marifetullah?ı ekler. Hafız Abdullah Faruki?nin tespitiyle İkbal, Yeni Eflatuncu geleneği takip etmiş, güzelliğin ezeli olduğunu kabul etmiş ancak sonraları hayatın acımasız yüzüyle mücadele eden insanın tecrübelerinin ürünü olan, hayatın akışı içerisinde, belki de mücadelenin devamı için insanın kendisinin varettiği şeyler olduğunu düşünmüştür güzelliğin. Bu durum onun felsefesini paragmatik etki altında gelişen hümanist bir karaktere büründürmüştür. Bir idealist olarak İkbal kişinin kendisini gerçekleştirme çabası üzerine yoğunlaşmıştır. Kendini gerçekleştirme ilahi niteliklerin kavranılmasıyla oluşur. İkbal böylece materyalizmi ve spiritüalizmi uygun bir senteze tabi tutarak, manevi gelişim ve inşa ile insanın maddi hayatın zorlamalarına karşı tüm gücüyle mücadele etmesi gerektiği sonucuna varır. Diğer taraftan idealistlerin yücelttiği doğruluk, güzellik, iyilik değerlerini pragmatikler reddeder. Onların eğitime armağanları eğitim metodolojisidir. İkbal bir taraftan idealistlerin bu temel ilkelerini paylaşırken diğer taraftan pragmatiklerin hümanistik düşüncelerini de paylaşır. Pragmatizmin eğitim metodlarının özü olan yaparak öğrenme onun için de önemlidir. Burada İkbal, Dewey?in pragmatizmine yoldaşlık eder. Tüm bu sentezden sonra İkbal inşa için gerekli olan eğitimin nihai amacının kişide içkin olanın tezahürü olduğu göründedir. Benliğin özünün de ancak sezgi ile keşfedilebileceğini savunur. İkbal tüm bu özellikleriyle hem bir filozof, hem bir eğitimci, hem bir şair, hem bir dava adamıdır. O son yüzyıldaki İslam düşünce önderlerinin en parlak simalarından birisidir. On dokuzuncu sömürge asrında ve yirminci asrın başlarında İkbal, kuzey Afrika?dan, İran?dan, Mısır?dan, Türkiye?den yükselen sesler korosuna katılmış mümtaz bir şahsiyettir. İkbal?in mesajı hala canlılığını korumaktadır. O dönem uyanış önderlerinin hemen hepsinde gördüğümüz, anlaşıl[a]mama, yanlış anlaşılma bahtsızlığına uğramış bir kişidir. Bu sadece olumsuz anlamda değil, olumlayanların yüceltme ve hamaset çığlıkları ve sloganları arasında boğulmak bahtsızlığıdır. İkbal?i de Afgani gibi, Abduh gibi, Şeriati gibi, Mehmed Akif gibi, sağcı ve muhafazakar anlayışın elinden kurtarmak gerekiyor. Yeniden okunması tartışılması ve üretilmesi gereken şahsiyetlerden birisidir İkbal. İkbal aziz İslam milletinin yiğit bir evladıdır. Soluğu uzun bu mücahidin hatırası bir şiir yığınından öte, geçtiğimiz yüzyılın olduğu kadar önümüzdeki yüzyılın Müslüman gençliğine de manevi bir inşa ve maddi hayata hazırlık reçetesidir. Ve İkbal bu kısa değerlendirme yazısına sığmayacak kadar da çok yönlü ve büyük bir kamettir. Dr. Mustafa Yilmaz Ikbal'i ve dusuncelerini tanitmaya devam edecegiz. Selam ile..
-
Benim güzel zindanım. gökyüzü kana bulanık izliyor beni. sokaklarda yürüyorum uzun uzun, acılarımın teorisini yazmak değil sana, derdim, gözlerimin bulanması değil, nedensiz hıçkırdığım, ağladığım değil, gözlerim kana çalıyor değil, evrenin külü,sevgilim benim, bilmem neden, kelimelerle aramda bir bağ var çözemediğim. ikimiz birbirimizin celladı oluverdik. yaşamımız yağlı bir urganla bağlı birbirine. yokluğun bir akrebin ayak izleri gibi beynimi kemiriyor buralarda. cennetim ve cehennemim. benim güzel ülkem. nefes alamıyorum, senin soluğunu taşımayan şehirlerde. sokaklar zifiri karanlık gün ortasında. bir bilsen ne acı, ne acı güneş, evrenin külü, hayatın anlamı ve korkusu, gecenin teri, beynimin kanayan tarafı. en derin, en yoksul, en zifiri zindanı, bir bilsen yokluğunu. ayaza tutuluyorum beni kavuran güneşin altında. sen yokken intihar bile dilsiz kalıyor, savaşlar düğün-dernek, öfkeler cılız, acılar sevimsiz ve kadınlar kuru.tenekeden, tahtadan yapılmış gibi geliyor. ah... ne acı, ne acı şey sevmek. derin bir sarhoşluğa benziyor. dudaklarım ismini sayıklıyor, kelimeler azalıyor artık içimde. her geçen gün artıyor yalnızlığın. bir kadın bu kadar sevilir mi...? ben bunu hiç bilmezdim. günahlarımın bedelini ödüyorum şimdi. hiç bir zaman benim olmayacak ışığın, nefesin, sözlerin ve tenin biliyorum. kollarım kesik kesik hatırladığım esrik rüyalarımda saracak seni, gözlerin bakmayacak maviye ve güneş denizin değildir. ateş ve su gibidir sevmek. biz imkansız bir aşkın, biz çölde kıvranan dilsiz bir balığın, ölümü bekleyen hükümdarın, yetim bir ülkenin evlatlarıyız. bilmem neden aklımı çeliyor ölüm. ah sevgilim, benim tatlı ışığım, nefesim, yaşıyorum. buna yaşamak denirse eğer... görmedim, senden sonra lezzet alacağım ve susuzluğumu giderecek hiçbirşey... geceye ve güne andolsun ki, ölüme ve cinnete, güzel gözlerine andolsun ki kalbim sana ihanet etmeyecek hiç bir zaman sevgili. kelimelelerin yasını ölüler tutsun. akrepler dolaşsın bu izbe kentin beyninde ve çocukları avuçluyor uzak bir ülkenin göğsünde toprak, kanlı ve kirli bir savaşın içinde. yazarken ter kokuyor kalemim. çünkü insan bu bunalım çağında sıkışıp kaldığını hissediyor. artık aşklar bile kudurgan ve şehvet kokuyor sevgili. acılar ve savaşlar içinde yaşıyor kalemim, nefesim ve sözlerim. tutunamayan sefil adamların ülkesinde ölümü hatırlatıyor bana kelimeler... bu gece sabaha kadar yürümekti niyetim. dönüp kalbimi en karanlık sokağa fırlatmak... artık zavallı, sefil parmaklarım beni dinlemiyor. celladını aramaktan vazgeçti çoktan kelimelerim. oysa bir tutam sevgi dilenmiştim şu müşterek yaşadığımız arazi parçasında. ne acı... etrafımda hiç kimse yok. kalabalıkların içinde yapayalnızım. öyle bir boşluk var ki içimde, dolduramıyorum hiçbir şeyle. aklına bile gelmeyecek sefih bir hayatı bile denedim bunu altetmek için. karanlık çamurlu sokaklardan, caddelerden ve kadınların içinden geçtim. deliliği, intihar denen iblisi ve kitapları deneyeli çok oldu zaten. karanlık, izbe, loş ve rutubetli odalarda beynimi uyuşturmak için neler denedim bir bilsen, bir bilsen akrep gibi uyumadı hiç. kendi kendini sokan adamın beyni. şimdi sana yazıyor bunları.aslında kendisiyle konuşuyor belki. belki bir ufak ışık vardır ne dersin. dostum ve yalnızlığım. bana bir şey söyle, bu sessizlik beni çıldırtıyor. sessizlik gözlerimi acıtıyor.... bu gece benim için birşeyler dile, acı çekiyorum. acımı hafifletmesini söyle. kalbime bir nefes mutluluk göndermesini söyle. bütün yüreğinle konuş onunla. dua et... buna o kadar ihtiyacım varki. bunu yapar mısın benim için. ? sevgiyle, sionun mukaddes kızı. yeruşalim kızı tanrı seni korusun ve yüreğini ışıkla doldursun. Fatih Deniz
-
Ne kadar oyun donse de, manipulasyonlar devrede olsa da secimler onemlidir. Halk kararini verecek. Bu karara duyulacak saygi asil normallesmeyi beraberinde getirecektir. Ben o yuzden secimleri onemsiyorum. Selam ile..
-
Hic ustume dusmedigi halde Efendi Turkler hakkinda haddimi asan bir yorumda bulundum. Uslubumdan, konuyu tam anlamadan hic geregi yokken yargida bulunmamdan ve munasebetsizligimden oturu Efendi Turkler'den tum samimiyetimle ozur diliyorum. Umarim hosgoru gosterir ve ofkelense de ofkesinde haklidir. Saygilar..
-
Genelkurmay Baskanligi'nin sahiplendigi andic'ta gecen TSK dostu ve dusmani gazetecilerin listesine bakin, oyle konusalim. TSK karsiti diye ilan edilen yazarlar: Mehmet Ali Birand, Cüneyt Ülsever, Hadi Uluengin, Ece Temelkuran, Çetin Altan, Hasan Cemal, Can Dündar, Nuray Mert, Yıldırım Türker, Murat Belge, Hasan Celal Güzel, Soli Özel, Ergun Babahan, Umur Talu, Mehmet Altan, Engin Ardıç, Ömer Lütfi Mete, Oral Çalışlar, Derya Sazak, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Ufuk Güldemir, Şakir Süter, Güngör Mengi, Bilal Çetin, Ruhat Mengi, Okay Gönensin ve Nihat Genç… TSK dostu olanlar: Ertuğrul Özkök, Özdemir İnce, Fatih Çekirge, Bekir Coşkun, Mehmet Y. Yılmaz, Fikret Bila, Melih Aşık, Semih İdiz, Doğan Heper, Güneri Civaoğlu, Nail Güreli, Yasemin Çongar, Güngör Uras, Güler Kazmacı, Yazgülü Aldoğan, Hakan Çelik, Kurtul Altuğ, Saygı Öztürk, Rahmi Turan, Fatih Altaylı, Erdal Şafak, Aslı Aydıntaşbaş, Muharrem Sarıkaya, Serdar Turgut, İsmail Küçükkaya, Güler Kömürcü, Ali Saydam, Deniz Ülke Arıboğan, Deniz Som, Ali Sirmen, İlhan Selçuk, Yılmaz Öztuna, Nuri Elibol, Fuat Bol, Altan Öymen… Sanirim Yasemin Congar da bundan boyle ilk listedeki yerini alacak. Listelerdeki isimlere dikkatlice bakin. Hadi diyelim bazilarina karsi onyargilariniz var. Hepsine bakin. Ordu'nun herseyi dost-dusman diye gormesini anlarim da, sivil kafalarin hayati ve insanlari bu sekilde degerlendirmesini anlayamam. Onu ornek verme, buna itibar etme, falan dusman, filan bolucu... Arkadaslar onu bunu birakalim ne diyorlar ona bakalim. Selam ile..
-
Sayin politika, ben de bahsettiginiz tehlikeye karsi, kendimce demokratik tepkiyi savunuyorum. Sayet birileri tesetturlu olmayanlara yonelik bu sekil suclamalarda bulunuyorsa, bunun yolu o zihniyeti mahkum etmektir. Tersini dusunen zihniyetler icin de gecerli bu. Kurunun yaninda yasi yakmak toplumu keskin cizgilerle bolen bir yaklasimdir ve demokratik degildir. Selam ile..
-
Sayin xlark tades, tersi yonde de bircok ornek verilebilir ve sorunuz su sekilde de sorulabilir: "Yoksa ne olursa olsun yaratani kabul 'etme' mantiginin bir cikis aramasi mi?" Selam ile..
-
Ikili polemiklerin arasina dalip munasebetsiz biri gibi ortada siritmanin hic sevmedigim bir durum oldugunu belirtmeliyim oncelikle. Ama ilgimi ceken bir sey oldu: O da, farkli dusunceleri celiski olarak addetmenin kendi fikrimiz haricinde hicbir seyi anlayamadigimizdan kaynaklandigi hususudur. Ah bir anlayabilsek... O zaman sorun kalmayacak zaten. Simdi sevgili efendi turkler, hazir dalmisken araya, anlayamadiginiz dusunceyi ben acayim biraz izninizle; ilyada, kendisinin modern giyimli birisi oldugunu belirttikten sonra konuya iliskin dusuncelerini soyle siraladi: 1. Sozkonusu olan sey kisinin kendi bedenidir. Kamusal alan degildir yani. Dolayisiyla herkes bu konuda insiyatif sahibidir. Isteyen vucudunu comertce sergiler, isteyen hasema giyer. 2. Bir insanin, yalnizca kendi insiyatifinde olan vucudunu gosterip gostermemesi konusunda ucuncu sahislarin mudahale hakki olamaz. Bireysel tercihlere herkes saygi gostermelidir. 3. Vucudunu orten insanlara mudahale ne kadar yanlissa, ortmeyenlere mudahale de o olcude yanlistir. Bu saygisizliktir ve farkli yasam sekillerini tercih eden insanlar arasinda dusmanligin olusmasina neden olur. Kavga ornegi de bunu temellendiriyor. Acaba celiski aciklanan dusuncenin, bakis acisinin kendisinde mi yoksa sabitlesmis bazi onkabullerle uyusmadigindan oturu varolan bir celiski mi? Kesinlikle ikincisi. Selam ile..
-
Thomas Mann, supheci insanin en olumlu ozelliginin "herseyi mumkun gormesi" oldugunu soylemisti. Gelinen noktada, elde bulunan bilgiyle yetinip, onun disindaki her ihtimali masal olarak degerlendirmek ne kadar dogrudur? Anlamlandiramadigimiz, koklerine henuz inemedigimiz bazi olgulari adeta hic yokmus gibi gormek ve bilgi alanimizin disinda kalan hicbir seyi mumkun gormeMek suphecilik midir? Sayet suphe etmek herseyi mumkun gormekse, henuz kesinlestiremedigimiz konularda ortaya konan degisik dusunceleri mahkum etmek dogru mudur? Sonucta bizim dusundugumuz ne kadar mumkun ise, baskasinin dusuncesi de o denli mumkun olamaz mi? Kesin bilgisine sahip olamadigimiz seyler hakkinda kendi dusuncelerimizi en dogru ve mantikli, digerlerini masal, bos seyler, mantiga aykiri gormek midir suphecilik? Selam ile..
-
Ortaya cikan utanc verici manzara, her ne kadar sumen alti edilmeye calisilsa da oynanan bazi kirli oyunlar hakkinda, toplum nezdinde bilinclenmeye katkida bulunmustur. Dikkat ederseniz; suclama ve karalama uslubunu asmayan basit cikis ve cevaplar dolasiyor ortalikta. Cengiz Candar'in dedigi gibi; Washington'daki balçık Ankara güneşi ile sıvanamıyor... Selam ile..
-
Cagdas dusunmek budur iste!.. Bu bakis acisidir ihtiyacimiz olan...
-
Muslumanlar ne zaman Islam'dan uzaklasmaya basladilar? Peygamber donemi haric, ornek olarak gosterilebilecek, Islam'dan uzaklasmamis bir Islam toplumu olusmus mudur? Muslumanlarin soyleyegeldiklerinden biridir; basimiza ne geldiyse Islam'dan uzaklasmayla geldi soylemi. Iyi de, uzaklasilmamasi gereken Islam nedir? En basitinden en karmasigina nasil bir sistem oneriyor? Cagimizda en cok tartisilan sorunlara ne gibi cozumler oneriyor? Evet, inanc duzeyinde Islam'in insanlik icin en iyisi oldugunun savunulmasina saygi duyuyorum, ama nasil olacak bu? Ornekler uzerinden bir dusunce sistemini elestirmek huyum degildir fakat yine de Iran ornegini vermek isterim: Ayetullah Humeyni'nin cok buyuk bir iddiasi vardi. Tarih boyunca ozlenen Islam toplumunun devrimin ikinci neslinde kendini gosterecegini soyluyordu. Ama ne oldu? Devrimin ikinci nesli bugun Islam'dan nefret ediyor. Universiteli gencler dine karsi konumlanmis durumda ve belki Iran, tarihinde hic olmadigi kadar ateist nufusa sahip bugun. Oysa Iran Amerikan bakis acisinin surekli kukla medya yoluyla gosterdigi olcude baskici bir yapiya sahip degildi. Bir zamanlarin Turkiye'sindeki sistematik iskence Iran'daki kotu uygulamalari kat kat gecerdi. Bunun cevabini salt emperyalist propaganda ile gecistiremeyiz. Isin temelinde bireysel hayata mudahalenin cekilmezligi vardir. O yuzden tekrar tekrar soruyorum: Nedir uzaklasilmamasi gereken Islam? Bahsettiginiz yanlislari ayiklayabilecek bir sistem dunyanin hicbir yerinde olusturulamamistir. Kur'an'in mezarliklarda okunup duvarlarin en ust koselerinde bulundurulmasi, adeta ona yaklasmanin imkansiz hale getirilmesi Muaviye'yle baslar. Sadece bir toplumun gelenekleriyle veya farkli kulturlerden etkilenislerle tahrif edilmis bir inanc sistemiyle karsi karsiya degiliz. Ortada 1400 yillik bir surec duruyor. Bunlardan silkinmedikce, dini bir alternatif olarak sunamazsiniz insanligin dertlerine. Kanaatimce musluman toplumlarin en buyuk sorunu cehalettir. Bu cehalet, saplanti haline getirilmis kuruntular yoluyla gelismeyi imkansiz kilmaktadir. Kendi dinini anlamadigi gibi, yanlislarini da dinsellestirmek yoluyla dokunulmaz hale getiriyor. Zihinsel gelisimi sekteye ugratan, dinin dogru anlasilmasinin onundeki engel bu cehalet midir, yoksa dinin yasanis sekli mi cehalete neden olmustur? Biliyorum, cok girift bir soru bu. Iki etken de gecerli olabilir. Ama bir etken mutlaka atesleyici olmustur. Teshisi dogru koymak gerekiyor. Tum bu kesmekesin icinde, dinin vaadlerinden uzak durmanin dine baglanmaktan daha hakli nedenlere dayandigini dusunuyorum. Oyle insanlara sonsuz saygi duyuyorum. Lakin benim de elestirdigim niceligin kendisidir. Realite ile idealite arasindaki buyuk ucurumdur. Niteliksel bir gelisim yok diyorum yani. Bireysel anlamda kisi elbet kendisini bir yere tasiyabilir ve teorik duzlemde huzura kavusabilir, ancak ayni kisiyi huzur buldugu teorik hayatin pratiklesmis olanina koydugunuzda, iste o zaman kendisini celiskiler diyarinda buluverir. Genel olarak boyle ama yine de her acidan olgunlasmis ve gercekle ters dusmeyen bireysel gelisim orneklerini de inkar etmiyorum. Selam ile..
-
Sevgili Ali, ben hicbir din veya dusunceyi direkt olarak hedef almadim hicbir zaman, bu benim bakic acima ters. Cunku samimiyetle inanan insan larin duygularini rencide etmeyi kendime bir hak olarak telakki etmiyorum. Velev ki, bana ne kadar sacma gelirse gelsin. Aldigim kultur bunu gerektiriyor. Dolayisiyla, elbette uzerinde durdugum yasantinin ve toplumsal uygulamalarin kendisidir. Sayet sozkonusu uygulama ve kultur kalibi, icinde haksizligi - hak ihlalini barindiriyorsa, bunlari elestirmek gerekiyor. Yahudi mistikciliginden ve Pagan anlayisindan bahsetmissiniz temel nedenler konusunda. Ben bu konuda daha da ileri gidiyorum. Yani meselenin temelinde sadece dinin kendisini gormuyorum. Adeta genlerimize nufuz etmis birtakim hastaliklardan kurtulmak icin konuyu olabildigince acmaliyiz. Ucu nereye varirsa varsin. Islam'da kadin gibi konularda muslumanlarin tarih icindeki degerlendirme seyrini baska konularda yazdigim yazilarla aciklamaya calistim. Kisisel dusuncelerimin kimseyi baglamayacagini ve tartismaya acik oldugunu da her zaman belirtiyorum. Hicbir kalibin icine girmeden, hicbir seye tabi olmadan, gucum yettigince bazi seyleri anlamaya calisiyorum. Su an geldigim noktada ise; Dinin o binlerce farkli farkli yorumlarini gordugumde, dogrusu hangisinin gercegi temsil ettigini bilmenin son derece zor oldugunu goruyorum. Bu baglamda bana dusen; uygulamalari bilimsel veriler isiginda olusmus evrensel degerleri kistas almaktir. Eger insanin mutlulugunu saglayan bir alternatifle ortaya cikilirsa, nerden gelirse gelsin, teslim olmak durumundayim. Ama yok sevgili Ali, yok. Teoride hersey guzel de, pratikte karsimiza insani her acidan gerileten davranis zincirleri cikiyor. Itiraz noktam burasi ve gelin her turlu haksizliga hep beraber karsi cikalim diyorum. Huzur Islamda'dir dusuncesine saygi duyuyorum. Ben huzur Islamda degildir demiyorum. Basta da belirttigim gibi inanca saygi temel prensip olmali. Ama bir gercegi gostermeye calisiyorum: O da, muslumanlarin huzur icinde olmadigi gercegidir. Selam ile..
-
Kim ne derse desin, AKP hukumetinin Kurt sorunu cozme yonunde, iktidara geldigi zamanlarda attigi ilk adimlar son derece onemliydi. Baslarda Kurtler de yogun destek verdiler ve AB uyum yasalari cercevesinde demokratik acilimlarin onu acildi. Ama sonra ne olduysa oldu, hem ordu hem de Kurtler'in liderligine soyunanlar agiz birligi yapmiscasina, demokratik cozumun onune set cektiler. Onceleri AB cizgisini savunan Kurtlerin zaman icinde ulusalci soylemle ayni noktaya gelmeleri kayda degerdir. Demokratik yollarin tikanmasiyla ordunun ve PKK'nin ne amacladiklari konusunda pekcok sey soylenebilir. Ama bu durumun ne Turk ne de Kurt halkina hicbir yarar saglamayacagi aciktir. Selam ile..
-
Bu cok onemli bir husus sayin fft. Ben uzunca bir suredir yurt disinda yasiyorum ve su an bulundugum yerde ozellikle Lubnan'dan gelmis cok sayida gocmen var. Basortulu ve dindar kadinlarin toplumsal yasam icindeki aktiflikleri karsisinda hayrete dustum. Bir erkegin sahip oldugu tum ozgurlukleri doyasiya yasiyorlar. Erkeklerle birlikte camiye, oradan is hayatina, oradan degisik etkinliklere... Kisacasi, hicbir sekilde baski altinda degiller. Ortunmeleri, dindar olmalari hayati insani bir sekilde yasamalarina hicbir engel teskil etmiyor. Bu durumun, icinde bulunduklari toplumun ozgurluk anlayisiyla dogru orantili olduguna inaniyorum. Ayni kadinlar bir Islam toplumunda bu denli ozgur olamazlardi. Iste konunun bu yonde bir acilim gostermesi gerekiyor. Bulundugumuz musluman toplumlarda bu zihinsel donusumun onunu acmak, baskici zihniyetleri en azindan marjinal hale getirmek gerekiyor. Selam ile..
-
Baykal zihniyeti sadece bir partiyi anti-demokratik sekilde yapilandirmakla kalmiyor. En korkunc olani; bu yolla dogal hassasiyetler uzerinden, insanlarin da demokrasi disi davranis ve talepler icine itilmesidir. Bence Baykal'in CHP'si Turk demokrasisine en buyuk darbeyi vuran etkenlerden birisidir, belki de en onemli politik ayagidir. Hem siyasetin hem de demokrasi kulturunun onunde buyuk bir engel...
-
Dusuncelerinize katiliyorum. Ozellikle toplumu olumlu yonde donusturmenin ilk basamaginin hukuk sistemi oldugu gercegine katilmamak elde degil. Demokrasiyi halkin kendi yoneticilerini secmesinden ibaret goren ve kurumlarla sinirli birakan anlayisa karsi demokrasinin aslinda bir hukuk duzeni oldugunu seslendirmek gerekiyor. Hukuk ise, hep altini cize cize belirttigim, evrensel degerler icinde ele alinmali ve bilimsel veriler isiginda surekli olarak yenilenmeye acik olmalidir. Demokratik bir hukuk sistemi icinde bireyler kendi hayat tarzlarini belirleme hakkina sahiptirler. Herhangi bir hayat tarzi devlet icin tehdit unsuru olamaz. Ama bazi hayat tarzlarini diger kesimlere dikte eden zihniyetle, belirttiginiz gibi, hukuk basa cikabilir. Bunun da demokratik yolu, ornegin ben size zorla oruc tutturmaya calistigimda benim oruc tutusumun yasaklanmasi gibi komik bir uygulama olmamali. Duzgun isleyise sahip bir hukuk duzeni, vatandaslarin zihni yapisini zamanla istenilen duzeye getirme kudretine de sahiptir. Taklitcilige gelince.. Bu kavramin daha cok dini bir arguman oldugunu biliyorum. Ama farkli bir manada kullandigimi siz de farketmissinizdir. Ekonomik ayricaliga sahip her kultur, ister dogru ve yararli olsun isterse yanlis ve zararli, diger kulturleri dogrudan etkileme gucune sahiptir. Kulturel emperyalizm sozu de buna isaret ediyor. Frantz Fanon'un "Siyah Deri Beyaz Maske" adli kitabini okumus musunuz bilmiyorum. Kitap, kulturel taklitciligin bir toplumu nasil savunmasiz biraktigina dair guzel ornekler icerir. Kisacasi soylemeye calistigim sey; bir tur asa..lik kompleksinin neden oldugu ozenti sonucu edinilmis davranislar ve yasam tarzinin toplumsal ilerlemeye herhangi bir katki saglamayacagidir. Bu sozden, hicbir seyin alinmamasi gerektigi sonucu cikarilmamali. Ama ozguvene dayali bir secicilik devrede olmali diye dusunuyorum. Selam ile..
-
Sevgili Ali, verdigim ornekle kendisine her turlu hakki taniyan erkegin kadina karsi en uc noktadaki anlayissizligina dikkat cekmek istedim. Dolayisiyla, killi gogsunu ruzgara acmis kisinin davranisinin ne derece agirbasli oldugunu veya kadinin da benzer bir harekette bulunmasi gerektigini ne soyledim ne de ima ettim. Sozkonusu olan; erkek egemenliginin anlayis ve tavirlarindaki bozukluktur. Zevkin insani olaniyla asiriliklari birbirine karistirmamak gerekiyor. Kisiyi sadece tanrisal bir zevke mahkum edip, ya da herseyi o yonde degerlendirip dunyevi olani gozardi etmek insan dogasiyla uyusmaz. Muzigi kutsal kitabin okunusundan ibaret gormek, sanati dini formlar icine hapsetmek, herseyi ama herseyi o olculer icinde yasamaya calismak bireyin psikolojisinde ve zihniyetinde oldukca yipratici bir isleve sahiptir. "Huzur Islam'dadir" denir ama ozellikle bizim toplumumuzda dindar genclerin toplumun en huzursuz insanlari oldugu gorulur. Bu benim kendi gozlemim. Nedeni ise; kendilerini en dogal seylerden mahrum etmeleridir. Dine ters duser kaygisidir. Dogal duygularin bastirilmasiyla inanilmaz karakter bozukluklarinin ortaya cikmasi kacinilmazdir. Insanimizin birbirlerine karsi bu derece anlayissiz ve tahammulsuz olmalarinda toplumun bu baskici yapisi onemli rol oynar. Bu durum da sadece dindarlar icinde degil ama herkes icin gecerlidir. Cunku sonucta herkes ortamdan payini aliyor. Firsat eline gectiginde bastirilmis duygulari en uc duzeylerde yasayan ve gittikleri hicbir yerde bir turlu kendi kisiligini bulamayan bireyler buna guzel ornektir. Yeryuzundeki insani duzenlerin, ozellikle kapitalizmin bugun geldigi noktada insani nasil bir hastalikla karsi karsiya biraktigi gozler onundedir. Bati'da bircok psikologun, ornegin yalnizligin cagin hastaligi oldugunu belirtmesi dikkate degerdir. Herseyin cikar temeli uzerine kuruldugu dunya sistemlerinde insandan yana birseylerden bahsetmek oldukca guctur. Ama yine de ogrenilebilecek, alinmasi gerekenler de vardir. Yeryuzunde haksizliga ugramis herkes gercek anlamda insan olmayi basarmislarin ilgi alanidir kuskusuz. Dindar insanlarin da bu soyleme sahip cikmasi ve dert edinmesi takdir edilecek bir davranistir. Bunlar elbette gundeme getirilmeli, hatta gundeme getirmekle kalinmamali, asgari tepkiler konmalidir. Ancak bir gozlemimi paylasmama izin verin: Musluman toplumlar surekli olarak kendi hakliliklarini batinin medeniyet elestirisi uzerinde kanitlamaya calisiyorlar. Bati soyle kotudur, boyle zalimdir, somurucudur vs gibi elestirilerin tek yonlu bir anlam ifade edebilmesi imkansizdir. Cunku bu yolla musluman toplumlar bir turlu ozelestiriye yonelememislerdir. Bati oyle de, biz nasiliz? Bati insani mutsuz da biz mutlu muyuz? Dunyanin bu hale gelmesinde sadece bati mi sorumluluk sahibidir? Oncelikle kendimize donmemiz ve varsa alternatifimiz, ortaya koymaliyiz. Ki bana sorarsaniz; Afrikali'nin ac kalisinda sadece bati sorumlu degildir, musluman olsun olmasin, kendisini haksizlik karsisinda konumlandiramamis, alternatif olusturamamis tum toplumlar da sorumludur. Iste bu yuzden, bir baskasini elestirmeden once kendi icimizdeki bozukluklari teshis edip cozume gitmemiz gerekiyor. Aksi taktirde batinin ne kadar kotu olusuyla kendimizin daha az kotu oldugumuz avuntusundan ileri gidemeyiz. Selam ile..
-
Sıkça askerden sözediyoruz… Bu doğal, ülke siyasi açıdan haki bir renkle kuşatılmış durumda… Bu renk kimi siyasi partilerin de rengi olmaya yüz tutuyor. Kamuoyu araştırmaları meclise iki partinin kesin gireceğini söylüyor, bunlardan birisi AK Parti, diğeri CHP… Onların ardından gelen partilerden MHP'nin de önemli şansı var, ondan sonrası ise yok. 2 ya da 3 partili bir meclise doğru gidiyoruz… Muhalefette muhtemelen CHP ve MHP olacak… Sorun o ki ikisinin rengi de haki… Hele ana muhafelet adayının, CHP'ninki iyiden iyiye haki… Böyle bir siyasi partinin 21. yüzyılda Türkiye gibi bir ülkede hala en büyük ikinci parti olmayı sürdürmesi bu ülkenin ciddi bir çelişkisidir, zihniyetimizle ilgili ciddi soruları beraberinde getirmektedir. Bu siyasi parti özellikle 1999'dan bu yana aldığı “siyaset dışı, oynak, faydacı, tutarsız” tavırlarıyla, birçok sosyal demokrat seçmeni siyaseten soğutan, uzaklaştıran bir yol izliyor. Öneri ve çözüm mantığından uzak duruşuyla, devlete, özellikle askere endeksli gövdesiyle Türkiye'deki çok partili siyasi düzenin adeta tek partili bir işleyişe sahip olmasına, “devlet – siyaset bölünmesi”nin, siyaset üzerindeki “asker-devlet vesayeti”nin daha aktif hale gelmesine hizmet ediyor. Baykal'ın siyaseti bir oyun gibi görmesi, Türk toplumuyla ilgili yaşadığı “tasavvur zaafları” bu siyasi partiyi son yılda bir köşeden diğer köşeye savurdu. Liberalizm, dindarlık, milliyetçilik gibi yükselen siyasi eğilimleri ve toplumsal dalgaları, “içi boş, ama ağır mı ağır politikaları”na yatak yaparak yol alacağını sandı, ama olmadı, yatak boşluk ve ağırlığı taşımadı, emdi bitirdi Hollywoodvari ışıklı, gösterişli, dinamik lider fikrini işleyen kampanyalar bir dönem siyasette “liberalizm”i bayrak edinen bir CHP'ye eşlik etti. Karşılığı olmadı. Ardından dinle barışmak ve Anadolu İslamı diye bir kampanya tutturdu; tesettür, eğitim, vs gibi konularda oyunun hakkını veremeyince, yine kaybetti. Şimdi de Batı'ya yönelik ters siyasi hassasiyetin, “milliyetçilik dalgası”nın peşinde koşuyor Baykal. MHP'den daha reaktif, daha milliyetçi, daha sert bir görüntü veriyor. Bırakın Türklüğü, Türkçülüğü savunuyor. Dış politikada şahin olmaya çalışıyor, tehditler savuruyor… Ama sorun o ki, yine sahici değil Baykal. Bırakın ev sahibi olmayı, kendisinden emin kiracı bile değil. Bir köşeye kıvrılmış oturan, mahcup ve garip misafir hali var, milliyetçi sularda… Ama yine de Baykal'ın CHP'sinin Türk siyaseti üzerinde dayanılmaz bir ağırlığı bulunuyor. Bu ağırlık sadece siyasi oyunu bloke etmekle kalmayıp, adeta doğal mecrasından saptırıyor, siyasi parti eliyle bir tür militarizm kokusu yayıyor. Nitekim izlediği politika ortada Baykal'ın… Bir yandan 301. madde tartışmalarındaki tavrıyla, aşırı devletçi tutumuyla, gizli AB karşıtı eğilimiyle ortaya koyduğu gibi hem milliyetçi dalga üzerine oturarak oylarını artırmayı hedefledi, hem milliyetçi dalgayı körükledi. Öte yandan AK Parti'nin önünü kesmek, “Çankaya Kalesi'ni savunmak” için hesaplarını asker üzerine yaptı, ülkenin fay kırığı hattı üzerinde zıpladı, laiklik-dindarlık kutuplaşmasını tahrik etmeye soyundu. Askeri siyasete davet etmesi yetmeyince, tahrik etti. “Kimi kurumlar görevlerini yerine getirsinler” bile diyebildi… Bir ülke ana muhalefet partisini nasıl olup böyle bir siyasetçiye, böyle bir anlayışa mahkum eder… Yazık bu ülkeye… Ali Bayramoglu
-
Insanlara acilmayi dayatan bir toplum veya devlette bazilarinin kapanma hakkini, kapanmayi dayatan sistem ve toplumlarda da acilma hakkini savunan biri olarak bu baslik altinda israrla cagdas olmanin gereginin acilmayla esdeger kilinmasi karsisinda saskina dondum. Her toplumun kendi icinden bir yol bulmalari gerektigine inanirim. Bu nasil olur? Herhangi bir kesimin haksizliga ugramasi durumu haric, herkesin kendi deger yargilari icinde hayat tarzini belirleme hakki vardir. Cagdas olmak yerel olmaktir, yerelligini evrensel normlar isiginda donusturebilmektir. Yoksa kendine tamamen yabanci bir kulturu taklidi olarak yasamak degil... Karga ile bulbulun hikayesini bilir misiniz? Karga bulbulun sesini duydugunda, o kadar imrenir ki, bulbul gibi sakimak ister. Gunlerce, aylarca onu taklit etmeye, sesini degistirmeye, onun gibi otmeye calisir. Ama nafile, bir turlu bulbul gibi olmayi beceremez. Bu gercegi goren karga taklitciliginden vazgecip tekrar karga olmaya karar verir. Fakat o da ne; artik karga gibi otmesini de unutmustur. Artik ne kargadir ne de bulbul... Selam ile..
-
Sayin abraham, benim ozellikle vurgu yapmaya calistigim konu; bir sekilde toplumlarimizda yer etmis insani olmayan algilama ve davranis kaliplarimizdir. Bunlarin kokeninde elbette hem dinin kendisi hem de gelenekle yogrulmus dinin farkli yorumlari vardir. Kaynaklara yonelmek elbette yerinde bir yaklasim olacaktir. Fakat ozellikle muslumanlarin da bunu kendi inanclari icinde teshis edip cozume dair dusunmeleri gerektigine inaniyorum. Bu tur konular inancli insanlar arasinda uzerinde pek dusunulmeyen sorunlardir. Bu yuzdendir ki gerek dinlerin toplum icindeki yasanisi, gerekse de sistem boyutuna cikmis hali bireysel ve toplumsal yasama asiri derecede mudahaleci olagelmistir. Dolayisiyla mesele daha cok bir zihniyet sorunudur. Zihniyet acisindan farkliliklara tahammul ve bireysel tercihlere saygi ise salt dini inanclara dayandirilamayacak kadar degisik nedenlere dayanir. Bundan hareketle, cozumun yine toplumun deger yargilari icinden uretilebilecegine inaniyorum. Cunku aksi taktirde sozkonusu asiriliklar daha uc noktalarda kendilerini gosterirler. Gunumuzde, ozellikle musluman genclerin yasanti duzeyinde bircok sorunu asmis olduklarini goruyoruz. Ilk etapta bu durum inanclariyla bir celiski olarak gorulse de, dinin geleneksel formlarindan yavas yavas uzaklastigini gostermesi bakimindan dikkate degerdir. Dindar bir hayati oldugunu soyleyen buyuk bir kesim icinden cok kucuk bir azinligin seriat istemesi ise bu donusume guzel bir ornektir. Halbuki seriat dinin yasanma seklidir; hem bireysel hem de devlet bazinda. Boyle oldugu halde dindarlarin uzak durusu ancak dinin yasam seklinin hayatin gercekligiyle ortusmedigine olan gizli bir farkindalikla aciklanabilir. Islam'daki ictihad kapisinin kapanmasi bu ortusmezligin en temel nedenidir. Bu bakimdan, sadece dini yasam seklinin degil ama ilginctir, dini hitaplarin da artik inananlari heyecanlandirmadigi gorulur. Cunku gercekte ortada duran kural ve teferruatlarin baska zamanlara ve insanlara hitap ettiklerini goruruz. Iste tam da bu acidan muslumanlarin koklu bir zihniyet donusumune, yenilenmeye de ihtiyaclari oldugu kanaatindeyim. Hickimsenin inanc ve dusuncesini karalama mantigi icinde degilim. Bu yanlis anlasilmamali. Kimseye gelin vazgecin bunlardan deme hakkim da yok, ki bunun cozum degil tersine sorun teskil edecegine inaniyorum. Ama sayet toplumumuzda belirgin arazlar varsa, haksizliga ugrayan ister kadin olsun ister insanlarin baska bir kesimi, bunlari acik yureklilikle ortaya koymak ve beraberce cozum uretmek gerekiyor. Ornegin egitim almis bir musluman, salt musluman oldugu icin, kendi insaninin kadina yonelik ahlaki olmayan davranislarini gormezden gelmemeli. Sorun geleneklerde mi, Arap kulturunun bize yansiyisi mi, devlet sistemi mi, din mi, dinin yorumlari mi, hepsi mi... her ne ise bunlari tartismak insani bir gorevdir. Gozumuzun onunde cereyan eden haksizliklar ve yanlisliklar karsisinda, belki ucu bana dokunur korkusuyla ilgisiz kalamayiz. Selam ile..
-
Din ile tolumsal yasam birarada dusunuldugunde, ister istemez, kadinin tolumdaki yeri on plana cikiyor. Iki yil once Afganistan'in daglik bir bolgesine, uzun yillardan sonra ilk kez kar dusmustu. TV'den haberi izledigimde cok onemli bir ayrintinin es gecildigini gordum. Goruntulerde erkekler, kucuk - buyuk, doyasiya egleniyor, ilk kez kar gormenin sevinciyle tepelerden asagilara dogru kayiyorlardi. Hepsinin yuzunde o sevincin izlerini goruyordunuz. Kameralar doga guzelliginin tadini cikaran erkekleri bir koseden, uzaktan izleyen kadinlari da gosteriyordu. Mahcup, suregiden eglenceye ozentiyle bakan yuzler hic sahip olamayacaklari bir hayalle isildiyor, gulumsuyordu. Oylesine bir zavallilik ve kenara itilmislik halleri vardi ki; kendi kaderlerine boyun egislerindeki o guleryuzlu asalet karsisinda erkekligimden utandim. Bu nasil bir cifte standart, nasil bir haksizlik ki bir tarafta eglenenler, ote tarafta seyredenler.. Gozlerim yasararak isyan ettim duruma. Boyle olmamali, olmamali diye... Sonra ulkem insanlarini dusundum. Butun gayri insani davranislarini, ahlaksizliklarini kadinin ortusu ve namusu ardinda gizleyenleri dusundum. Kendisi caninin cektigi herseyi yapan, din, ahlak, tore, namus vs dinlemeyen ama bir mal gibi sahiplendigi kadini en dogal haklarindan dahi mahrum eden erkeklerimiz... Bir otobus yolculugu temmuz sicaginin ortasinda. Klimasi olmayan otobuste nemle birlesen sicakligin insani bunalttigi bir zaman. Onunuzdeki koltukta bir cift oturuyor. Adam kisa kollu gomlek giymis, gomleginin dugmelerini acmis, killi gogsuyle pencereden suzulen serinligi kucakliyor. Yanindaki esine eldiven bile taktirmis, sadece yuzunun bir bolumu acikta. Kadin sicagin etkisiyle istemsiz hareketlerde bulunuyor, bazen guya gorunmemesi gereken yerleri, bir anligina serinlikle bulussun diye aciveriyor. Adam her seferinde durtukluyor kadini. Uyariyor. Bu adil olmayan manzara karsisinda aklimdan gecen tek sey; o erkege kadinin elbiselerini giydirmektir. Belki o zaman anlayabilir kadin olmanin bu toplumda ne denli zor bir is oldugunu... Geleneklerini bir dinle veya dinsellestirdigi ideolojilerle yogurmus toplumlarda genel egilimler birer tabu halini alirlar. Kendi degerleriyle uyusmayan her turlu hareket ve davranis otomatik bir mekanizmayla toplumdan soyutlanir. Soyutlanan seylerin illa ki dini veya ideolojik degerlerle cakismasi da sart degildir. Cunku sonucta, her davranis ve hareketi sahip oldugu kaliplarla degerlendiren ve bunlari boylelikle tabu haline getiren bir toplum vardir karsinizda. Ornegin sigara izmaritini arabanin penceresinden disari firlatmak, yere tukurmek, erkeklerin kadin pesinde kosmasi, eglenmesi gibi hareketlerin normal karsilandigi bir yerde sort giymek, cene sakal birakmak, erkeklerin uzun sac birakmasi, kadinlarin ornegin pantolon giymesi, eglenmesi vs toplumsal ahlaka uygun gorulmeyen davranislar olabilir. Bu tur gelenegin zorlayiciligiyla oturmus kabuller insanlarin kendilerini bireysel anlamda gelistirmelerine en buyuk engeldir. Dogru ve yanlis genel egilimlerle degil ama evrensel insani degerler icinde algilanmalidir. Toplumda henuz yer etmemis hayat tarzlarina karsi inanilmaz kinayici usluplarla ve mudahalelerle hep karsilasiyoruz. Oysa insani olan; bir baskasina kendisini dayatmadigi ve zarar vermedigi surece herkesin bireysel tercihlerine saygili olmaktir. Her turlu baski ve haksizlik karsisinda da yine insani durus sahibi olabilmek ve mucadelesini o dogrultuda surdurebilmektir. Elbette ki buyuk insan topluluklarindan yuzyillara dayanan aliskanliklari kolay kolay birakmalarini beklemek fazlasiyla hayalcilik olur. Zevk aldigim aktiviteler uzerinde dusunuyorum sonra. Dini anlayisin hakim oldugu bir yerde bu aktivitelerin dinle cakisma noktalari beni hep endiselendirmistir. Tiyatro, sinema, muzik, konserler, sporun degisik dallari... Bunlardan kadini cikardiginiz zaman herseyin nasil da yavan kalacagini dusunuyorum. Veya kadinin rollerini hep budadiginiz zaman... Hayir, kadini bir cinsel obje olarak kullanilmasi durumlarindan bahsetmiyorum. Ama kadinin da tipki erkek gibi bunlarin icinde yer aldigi, etkin oldugu, kendini ifade ettigi durumlardir sozkonusu olan. Bir de, dekordan tutun islenen temalara kadar sahneyi dinsellestirdiginizi dusunun. Nereye gitseniz tektip bir hitap sekli. Bunlara diktator beseri sistemlerde de tanik oluyoruz. Ne demek istedigimi oralara bakip anlayabilirsiniz. Kisacasi; ornegin cok begeniyle izledigim bir tiyatro oyununu dinsel formlar icinde hayal ettigim zaman, o oyunun bana cok yavan geldigini hissediyorum. Hayatin kendisi de boyle olsa gerek... Cunku hayatin zenginligi farkliliklarda saklidir. Ve cunku toplumsal hayata gereginden fazla mudahale eden butun sistemler insani zevklerle guzellik icinde orulebilecek dunyayi zindana cevirirler. Belli bir kultur duzeyine ulasmis gunumuz muslumanlarinin da bu celiskilere hep tanik olduklarina inaniyorum. Dunyanin bizi getirdigi zihinsel donusumle dinsel kaliplari uyusturmak oldukca zor bir is. Nitekim bircok kisinin, yapageldiklerinin dinle uyusmadigini kabul etmektense, bunlari gormezden geldiklerine tanik oluyoruz. Yani din icinden gunumuz hayatina dair bir yasam rehberi olusturmak adeta imkansiz. Sablonik yaklasimlar bizi gerceklerden kopariyor ve duvarlara hapsediyor, bizi bu dunyanin insani olmaktan cikariyor; birtakim seyleri gormezden gelmek ve yorumlari zorlamak ise bizi neye inandigimizi bilmeyen, o yuzden de hayata dair net hedefleri olmayan bir konuma getiriyor. O halde ne yapmali?.. Amacim duzeyli bir tartismadir bu konuda. Yazimin hakaretvari cevaplara malzeme edilmemesini ozellikle rica ediyorum. Bunlar benim dusuncelerim. Gonul ister ki, guzel katilimlarla belki birbirimizi ikna derecesine kadar ilerletiriz tartismayi. Bilgilerimiz, yargilarimiz seviyeli bir ortamla daha da zenginlesir diye umuyorum. Baska bir zaman da, dini formlarla kendisini topluma dayatan din disi argumanlara deginmeyi dusunuyorum. Yine umulur ki, her iki konuda da ortak bazi noktalara ulasabiliriz. Selam ile..
-
Bay Cordoba, benim uslubumla kendi uslubunu karsilastirirsan, slogani da asan bir fanatizmi sahsima karsi gosterdigin yaklasimda bulabilirsin. Insanlar mutlaka saygi duymasini ogrenerek tartismasini bilmeliler. Futbol takimi holiganligi yapmiyoruz burada arkadasim! Bildiklerimizi veya bildigimizi sandigimiz seyleri konusyoruz ve sayet yanlisliklar varsa, bunlarin duzeltilmesinin yolu edepten geciyor... Yine bildi bilmedi, haber okudu okumadi turunden fanatizmlerle karsilasmamak icin Ortadogu'yu ve ozelde Filistin'i hep yakindan takip etmis bir gazetecinin yazisindan alinti yapacagim. "HAMAS, tek başına iktidar olabileceğini anladığı andan itibaren, iktidarı El Fetih'le paylaşmaya hazır olduğunu ifade edip durdu. Bir kere bile olsun “Herkes benim iktidarıma paşa paşa boyun eğecek” demedi. Sürekli diyalog aradı, sürekli uzlaşma mesajları verdi. El Fetih'le anlaşmak ve ambargo mağduru Filistin halkını rahatlatmak adına ateşkes ilan etmekten, İsrail'le görüşmelerin sürdürülmesine yeşil ışık yakmaktan bile geri durmadı. El Fetih bu jestlere 'sivil itaatsizlik'le cevap verdiğinde de uzlaşmacı tavrından vazgeçmedi HAMAS. Protesto gösterilerine ve grevlere uzlaşma çağrılarıyla cevap verdi. El Fetih lideri / Cumhurbaşkanı Abbas'ın güvenlik müşaviri ve özel birlikler komutanı Dahlan'ın Gazze'de başlattığı silahlı ayaklanma ve işlediği alçakça cinayetler karşısında bile itidalini kaybetmedi, birlik-beraberlik çağrılarına devam etti. Önceleri koalisyonu reddeden El Fetih “ulusal birlik hükümeti”nin gereğinden bahsetmeye başlayınca, hiç tereddüt etmeden, “biz hazırız” dedi. Görüşmeler başladı, uzun tartışmalardan sonra mutabakata varıldı, ama tam hükümet kurulacakken Abbas'ın ABD Dışişleri Bakanı'yla görüştüğü ve HAMAS'a verdiği sözden döndüğü haberi geldi. Bu arada Dahlan Çetesi terörü tırmandırdı, Gazze sokaklarında asayiş bırakmadı, Refah sınır kapısından Gazze'ye yardım girmesini engelleyecek ve Başbakan Heniyye'ye suikast düzenleyecek kadar ileri gitti. Abbas teröre hâlâ ses çıkarmıyordu ama HAMAS yine de köprüleri atmadı, birlik-beraberlik söyleminden vazgeçmedi, diyalogu kesmedi, ulusal birlik arayışlarını ısrarla sürdürdü, El Fetih'le yine masaya oturdu, uzun tartışmalardan sonra yine mutabakata varıldı ve tam hükümet kurulacakken Abbas yine ABD Dışişleri Bakanı'nın talimatıyla davadan döndü. Dahlan terörü devam etti… HAMAS'ın birlik-beraberlik çağrıları devam etti… Yeni bir müzakere süreci başladı… Meşal, Heniyye, Abbas Mekke'de biraya gelip yeniden anlaştı ve nihayet birlik hükümeti kuruldu; kuruldu ama Dahlan Çetesi'nin terörü bitmedi. Abbas her fırsatta “HAMAS milisleri”ne yüklenip bunların silahsızlandırılmasını talep ederken bir kere bile Dahlan Çetesi'nin dağıtılabileceği yönünde bir işaret vermedi. Dahlan Çetesi, dağıtılmak şöyle dursun, HAMAS'ın ezilmesini isteyen ABD ve İsrail'in aralıksız silah sevkıyatıyla iyice palazlandırıldı. Son zamanlardaki yoğun silah sevkıyatının HAMAS'a bağlı güçler tarafından ortaya çıkarılması ve iyice tırmanan terörün HAMAS'a karşı bir genel taarruza dönüşmek üzere olduğunun anlaşılması üzerine, İzzeddin Kassam Tugayları seferber olup sorunu kökünden hallettiler. HAMAS, başka çaresi kalmadığı için giriştiği harekâtın El Fetih'le hesaplaşmaya matuf bir harekât olmadığını ortaya koymak için, Gazze'de kontrolü ele geçirir geçirmez, harekât sırasında esir aldığı El Fetih mensuplarını serbest bıraktı, Mekke Mutabakatı'na ve birlik hükümetine bağlılığının devam ettiğini duyurdu. Abbas'ın cevabı: “Bu kanlı teröristlerle konuşmam.” Evet; Gazze ve Batı Şeria'ya 40 yıldır kan kusturan Siyonist işgal rejimine gülücükler dağıtarak dostluk elini uzatmakta hiçbir besi görmeyen Abbas, Dahlan Çetesi tarafından tutulduğu kurşun yağmurunun altında bile El Fetih'le diyalogdan vazgeçmemiş olan HAMAS'la konuşmayı şiddetle reddediyor! Ve emperyalist manipülasyon odakları -HAMAS'ın Dahlan Çetesi'ne karşı topyekün taarruza geçmesini zorunlu kılan terör süreci hiç yaşanmamış gibi, Abbas'ın bu süreçteki aymazlığı (ihaneti?) kayıtlara geçmemiş gibi, Heniyye ve arkadaşlarının ısrarla yineleyip durduğu sağduyu çağrılarına kulak tıkanılmamış gibi, Dahlan Çetesi'ne mütemadiyen silah ve cephane sevkedilerek Gazze'de bir HAMAS'lı soykırımı hazırlığına girişilmemiş gibi, HAMAS'ın sabrı zorla taşırılmamış gibi- “ılımlı El Fetih”e karşı “fanatik HAMAS”ın “askeri darbesi”nden dem vuruyorlar. Yağma yok! Emperyalistlerin propaganda ahtapotu ne kadar yaman olursa olsun, HAMAS'ın yerden göğe kadar haklı olduğu gerçeğini yutamaz! Kardeş kavgasından haz duymamız mümkün değil; ama Filistin'deki durumun Irak'taki “iç savaş”la kıyaslanamayacak kadar net olduğunu, kimin hangi davaya hizmet ettiğinin kesin olarak bilindiğini, akla karanın birbirinden ayrılabildiğini kabul edip, açıkça “HAMAS haklı, Dahlan-Abbas haksız” diyebilmemiz lazım. Aklını peynir ekmekle yememiş El Fetih kadroları bunu hiçbir komplekse kapılmadan söyleyebiliyorlar." Hakan Albayrak