restpektif tarafından postalanan herşey
-
Türk-Kürt çatışmasına hayır!
CYRANO, biraz konu disi olacak ama kafama takilan bir nokta var: AKP'nin Dogudaki secmeni kaybetmemek icin Kuzey Irak harekatini secim sonrasina erteledigini soylemissiniz. Ayni zamanda, baska iletilerinizde de AKP'nin en Amerikanci parti oldugunu belirtiyorsunuz. Benim anlamaya calistigim nokta da tam burayla ilgili. Hem Amerikanci olacaksiniz hem de ABD'ye ragmen Kuzey Irak'a gireceksiniz.. Yoksa ABD'nin bu operasyona yesil isik yakacagini mi dusunuyorsunuz? Iran'a karsi en onemli kozlarindan biri olan PKK'yi gozden cikarmis midir Amerika? Bana sorarsaniz, yeni donemle birlikte PKK teroru durmaya dogru meyil gosterecektir. Azdirildigi taktirde, ben bunu ABD'nin Turkiye'yi Irak batakligina cekme istegi olarak yorumlarim. Bu durumda da yine kafamda soru isaretleri: Kuzey Irak operasyonuna evet diyecek bir AKP Amerikanci mi olur Amerikan karsiti mi? Selam ile..
-
AKP'mi kazandi...?
Secimi AKP degil, HALK kazandi! Unutmayin, bir zamanlar Ecevit'i iktidara tasiyan da bu halktir. Oncesinde verdigi muthis destegi geri cekip bircok sagci siyasetciyi sandiga gomen de bu halktir. Cumhuriyet'in kurulusunda herseyini ortaya koyarak kendisiyle birlikte olanlara destek veren de bu halktir... Taleplerine kulak asmadigi taktirde, kendisiyle daha icli disli bir yapiya yonelip AKP'yi de cezalandiracak olan yine bu halktir... AK Parti'nin secim basarisinin hukumetteki basarilariyla bire bir dogru orantili olmadigini herkes biliyor. Buna ragmen bu derece oy verilmisse, sebebi halkta degil alternatifsizlikte arayin, siyasete disaridan mudahalelerde, degerlere yapilan saygisizliklarda, vizyonsuzlukta, kutuplasmada, siyasetin militer dusuncenin piyonu haline gelmesinde, oturdugu yerden halkin egilimlerini yonlendirdigini sanan ve enva-i cesit bozuk usluplu gazetecilerin tavirlarinda, halktan kopuk, onun duygu ve dusuncelerinden uzak soylemlerde ve burasi dahil, kimilerinin dusmanlik, kin, nefret, dislama dolu saldirganliklarinda arayin... Iktidari ve politiklarini elestirmekle halki suclamak ayri seylerdir. Halkina guvenemeyen kisi ve kurumlarin demokrasiden bahsetmeye haklari olamaz. Halk idaresi olan Cumhuriyet'i, halki dislayarak sahiplenme anlayisi da nereden cikti? Yakismiyor, inanin yakismiyor size toplumun yarisini dusman gibi gormek... Yapilmasi gerek sey ozelestiridir. Insanlarin taleplerine kulak vermektir. Onlarla butunlesip o dogrultuda yeniden politika uretmektir. Halki suclamak degil! Bu halk kendisi icin neyin iyi olduguna karar verebilecek olgunluktadir. Kimse onun adina onun icin neyin iyi olduguna karar verecek yetkiye sahip degildir. Selam ile..
-
Islam ve Siddet
Islam'i elestiri kilifi altinda sozsel ve dusunsel siddeti gordugumde, bu dusunce yapisinin bir gun gucu eline aldiginda Stalin'i aratmayacagini tahmin ediyorum...
-
Tehlikecinin farkında mısınız ?
Artik tehlikecilik bitti! Bu yolla bazilari iktidar devsirmeye calisti ancak tutmadi. Onumuzdeki surecte tehlike canlari calanlarin alacaklari tavirdan, aslinda Cumhuriyet'e donuk bir tehlikenin hicbir zaman var olmadigini, meselenin sadece iktidar kavgasindan kaynaklandigini gorecegiz. Tabii surec icinde hala o korku psikolojisini uzerlerinden atamamis olanlarin bazi seyleri tekrarlayacaklari da malumdur. Onca zaman rejimin cidden tehlikede olduguna inandirilmis olanlarin bu etkiyi uzerlerinden kolayca atmalari elbette zor. Ama bozan'in alintiladigi yazida da gectigi gibi; "Millet daha cok, olasi bir CHP-MHP koalisyonundan korkmustur!" Asil gercek tehlike bu idi ve halkimiz sagduyusu ile bu tehlikeyi bertaraf etmeyi basardi. Selam ile..
-
Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi
Ozellikle II. Dunya Savasi sonrasinda kadinin ekonomik hayat icinde cok daha aktif bir rol oynadigini goruruz. Savastaki kayiplar ekonomiyi kadinin bedensel gucune yoneltmistir. Kadinin onceki sinirlamalardan ve asiri derecede baskidan kurtulusu da bu donemde ust duzeyde baslar. Bu gorece ozgurluge karsin kapitalizmin kadini ticaretin merkezi, baska bir ifadeyle pazar yeri olarak degerlendirmesi yontemi degismemistir. Urunlerin pazarlanmasi icin gereken talebin olusturulmasi hep kadin merkezli yapilagelmistir. Ama bu asamadan sonra, kapitalizmin goze carpan en onemli yontemi kadin bedeninin pazarlamada kullanilmasi oldu. Bu amacla cinsel ozgurluk olabildigince koruklendi. Gunumuz dahil, o zamanin feminist hareketleri de ozellikle kadin bedeninin ticari metaya donusturulmesi temelinde itirazlarini seslendirdiler. Onceleri kadinin ekonomik bagimsizligini kazanmasi icin mucadele veren kadin hareketleri zamanla kadinin istismar edilmesine karsi durmaya baslamistir. CYRANO'nun da belirttigi gibi, ulkemizde durum hala tersi istikamettedir. Islam Dini ekonomiyle birlikte toplumsal donusumu red etmemistir. Ancak alintiladigim metinde gectigi gibi, "fitrat" ile ilgili konularda temel bazi hukumler getirmistir. Hicab, yani ortu bunlardan biridir. Islam'da ortunun mahiyeti net bir sekilde ortaya kondugu halde, bazi toplumlardaki geleneksel ortunme sekillerinin Islami olarak ele alinmasi ve ortunme savunulurken yine bu gelenekler temelinde hareket edilmesi yanlistir. Kaldi ki, ortunme emri sadece kadinlari degil, erkekleri de kapsamakta, onlar icin de kurallar konulmaktadir. Temelde kadin ve erkegin bir metaya donusmemesi ve toplumsal ahlakin bozulmamasini amac edinen kurallar butununu cagdisi, kadini degersiz kilan ve onu her yonuyle bir somuru araci haline getiren kapitalist kulturu cagdas diye nitemelek haksizlik olur. Konuyu acmamdaki maksat, Islam'da kadin haklarini tarihi belgeler ve temel hukumlerle biraz acmaya calismaktir. Bu baglamda tarihe mal olmus musluman kadin ornekleri uzerinde de durmaya calisacagim. Geleneklerden ve kaliplardan siyrilarak olaya objektif olarak bakmak istiyorum. Katkilarinizla konuyu belki enine boyuna tartisabiliriz. Ve dedigim gibi; hezeyanlar ciddiye alinmayacak, saygidan pay almamis olanlar muhatap alinmayacaktir! Bir ornegi simdiden ortada oldugu icin bunu tekrarlamak istedim. Ne demisler: "Sevgide ozgurluk, saygida mecburiyet vardir..." Selam ile..
-
Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi
Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi Kadın hakları ve kadının şahsiyetinden söz etmek, İslam’ın kadın hakkındaki görüşünü ortaya koymak ve bunu kabul etmek başka mesele, o görüşle amel etmek, İslami olduğuna inandığımız değerlere göre hareket etmek, yani İslami görüşü pratize etmemiz ve inandığımız hakları sosyal düzenimize ve yaşamımıza tatbik etmemiz ise başka bir meseledir. Fakat genellikle bizler teoriyle iktifa ediyoruz. İslam’da yaşam, toplum, sosyal ilişkiler, kadın hakları, çocuk ve aile haklarının ne olduğunu bilen, fakat pratikte köhne gayr-i islami geleneklere tabi olan, hatta yaşamını, İslami değerlere göre değiştirme cesaretini bile gösteremeyen kimseler çoktur. Kadın hakları ve kadının rolü bilimsel ve düşünsel bir sorun olmuştur. Özellikle 18. 19. ve 20. yüzyıldan itibaren ve ikinci dünya savaşından sonra kadının sosyal hakları ve insani özellikleri meselesi bilimsel toplantılarda, dünyanın siyasi ve sosyal akımlarında şiddetli bir ruhi hadise ve sarsıntı şeklinde, devrimci bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır. Maalesef kriz 20. yüzyıla egemen güçlerin takviyesiyle bütün beşeri toplumlara, hatta dini ve geleneksel kapalı kaleler içerisindeki toplumlara kadar yayılmıştır.Karşısında tam olarak duran toplumlar ise çok azdır. Kadın özgürlüğü adıyla ortaya çıkan bu özel modernizmle mücadele, genellikle kör ve mutaassıp karşı çıkışlarla yapılmıştır. Dolayısıyla, hücumlar karşısında direnememiştir. Çoğunluğu sağlayan yeni tahsilliler, batı benzerliler bu krizi, şiddetle kabul ettiler ve bu yıkıcı başkalaşmanın en güçlü, temsilcileri, yayıcı ve takviye edici faktörleri oldular. İslami toplumlarda kadın özgürlüğünün modernist saldırısına karşı, yapılan mücadele her iki cenahtan da takviye, kabul ve teyit edici idi. Şibih aydın(sahte aydın) ve acemice direnişlerle, bilim ve mantık dışı karşı koyuşlarla yanlış bir şekilde hareket ederek onun devamını sağladılar. Acemice direnişler ve mantık dışı mücadeleler, her zaman karşı cephe ya da düşünceyi kuvvetlendirir. Bu genel bir yasadır. İlke ve temellerinden bir modern kadının yaşam biçimi olan batı düşüncesi ve kültürünün saldırısı karşısında, doğu toplumlarına direniş bahşedebilecek büyük etkenlerden biri, zengin bir kültür, güzellik, iyilik, deneyim, değer ve inanca ve aynı şekilde ileri insani haklara özellikle din ve tarihte kemale ermiş çok yüce simalara sahip olmaktır. Ne mutlu ki bu hususta müminler hayli zengindirler. İslami toplumların yeni kuşağında bilinçli bir direniş meydana getirmek için, en büyük araç, en mümtaz çehrelere, islam dini ve tarihimizde zinde, örnek ve yüce şahsiyetlere sahip olmaktır. Eğer bu simalar tam manasıyla tanınırsa; tam anlamıyla tasvir edilir ve anlatılırsa, dürüst ve bilinçli, bilimsel ve yeni bir görüşle yeniden tanıtılır ve tanınırlarsa, onların hatırası diriltilir, şahsiyet ve misyonları tekrar ortaya konursa, yeni kuşak şunu hissedecektir ki; köhne geleneklerden kurtulmak, sapmış ve gerici geleneklerden kurtulmak, ve bu gün kadının kurtulması için batının modernizm adıyla yaptığı sapık çağrılara, olumlu cevap vermeye gerek yoktur. Bu gün problemlerimizi halletmek, zamanımızın suallerine cevap vermek şu anda sahip olduğumuz düşünsel kapışma ve mücadeleler ve şimdi hissettiğimiz gereksinimler için bu değer ve dersleri nasıl anlayabilir, nasıl gerçekleştirebilir ve onlardan nasıl yararlanabiliriz? İşimizin asıl hedefi budur. Dolayısıyla çabalarımız bu noktada yoğunlaşmalıdır. Sorun nasıl anlamak sorunudur. Mesele şudur ki; Yeniden Hz. Fatıma’nın hal şerhini yaptığımız zaman, Onun durumu ve işinden, sosyal, düşünsel ve dini yönünden nasıl ders alabilir ve nelerinden faydalanabiliri? Mesele budur. Bu mesele temel bir meseledir. “Nasıl anlamak?” II.Dünya savaşından sonra kadın sorunu Batıda çok hassas bir mesele olarak gündeme geldi. Bunun sebeplerinden birisi bizzat dünya savaşıdır. Çünkü ikinci dünya savaşı aile bağlarını tamamen yıkmıştır. Fakat bundan evvel, Kilisenin din adına savundukları ve her zaman dinin bekçilik ettiği üsleri, kadının manevi, sosyal ve insani değer, hak ve şahsiyetini yok etmiştir. Evet kilise bunları din namına savunmuştur. Rönesasns’tan burjuvazinin devriminden sonra bireysel özgürlük kültürü olan Kiliseye karşı bir zafer kazandı. Burjuvazinin hamle yapması neticesinde kilisenin hukuki, ahlaki, bilimsel, ruhi ve bilimsel egemenliği ve beraberinde din de yok oldu. Ve ansızın cinsel özgürlük meselesi gündeme geldi. Bu cinsel özgürlük şiarıyla kadın; bütün yoksunlukların, insanlık dışı kayıt ve sınırlamaların yok olup gittiğini görünce onu şiddetle kabul etti. Bilim, Kilisenin hizmetinde olan ortaçağlardan sonra bugünün iddiasının tersine özgürleşmedi. Kilisenin kaydından kurtuldu ve burjuvazinin kaydıyla gelişerek bugünün egemeni durumuna geldi. Eğer bilim adına ahlaki değerlere muhalefet edildiğini görüyorsak bu görülen bilimin muhalefeti değildir. Bu, bilim putu içerisinde, altın dana kıyafeti içerisinde bağıran kuyumcu burjuvazinin Samiri ilmidir. Nihayet Freud geldi. Bilimsel seksüalite ekolünün temellerini attı. Cinsel asalet! Burjuva sınıfı aslında alçak ve adi bir sınıftır. Feodalitenin de tersine insanlık dışı bir rejimdir ki sayılanların hepsi insanı cinsel ve ekonomik bir hayvan olarak telakki etmişlerdir. Bu burjuvazi peygamberinin adı Freud, dini seks(cinsellik), Mabedi Freudism ve bu mabedin yanında boğazlanan ilk kurbanlar ise kadının insani değerleriydi. Özellikle I.Dünya savaşından sonra ansızın dünya sanatının asıl mayasının, bilhassa bütün filmlerin sadece iki unsura sahip olduğunu görürüz: Sertlik ve şiddet Seks (Cinsellik) Bunlar hep savaşın hediyesidir. Bir kaç rejisör ve piyes yazarı bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan filmlerden yardım aldılar. Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının hem de doğunun kurban olması gerekir. Hem eroin hem Freudism kurbanı. Bunun için henüz genç olması sebebiyle daha sapık kültürlerin içinde pişmemiş, sapmamış ve insan olduğu için henüz dünyada nefes çeken, hisli ve şefkatli olan bu genç neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç muteberdir; İster ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın, sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın. Başka bir etken daha vardır ki, dünyadaki bu güçle işbirliği yapıyor, hem de büyük işbirliklerini yapıyor. Zemini onun davetinin kabulü için, onun yakın çalışma arkadaşlarından daha çok hazırlıyor. Durum böyle iken bir grup çıkıyor, o davetle acemice mücadele ediyor. Bu grup gerici, sapık, düşünsellikten uzak, insani olmayan geleneklere dayanarak alçak taassuplarla bu davet karşısında kendilerini korumak istiyorlar. Neticede bir düğüm oluşuyor. Bunlar ne şekilde bu meşum davetçiyle işbirliği yapıyor? Bu meşhur Freudism daveti, kadının daha çok mahrum olduğu geleneksel toplum ve ülkelerde daha çok başarılı olmuştur. Eğer kadının insani ve İslami haklarını verirseniz; onu bu hücuma en iyi direniş gücü olması için en güzel unsur yapmışsınız demektir. İslami emir ve yasalar her alanda, İslam ile ilgisi olmayan kavmi adet olan ve eski tarihi töreden ibaret olan geleneksel maddelerle karışmıştır.Hem dinin yerine eski gelenekleri savunan, hem de geleneklerle mücadele eden kimseler, aynı zamanda İslam’ın canlı değerleriyle de savaşıyor. İki taraf da, ne modern ileri aydın ve ne de gelenekçi, eski dindar aydın, hiç biri gelenekten ayıramıyor. Niçin bu ikisini birbirinden ayırmak gerektiğini söylüyorum? Çünkü biz müslümanız ve şu ilkeye inanıyoruz: İslami hak ve yasalar fıtrattan kaynaklanan yasalardır. Dolayısıyla bu genel yaratılış yasasına dayanan yasalar da eskiyecek değildir. Bundan dolayı bu değerler eskimezler. Fakat sosyal gelenekler, üretim ve tüketim sisteminden, sosyal sistemin yeni kültürel düzeninden doğmuşlardır. Bu sistem bir zaman gelir, değişir, dönüşüme uğrar, eskir, alçalır, menfi olur veya ilerleme ve gelişmeye engel olur. Eğer aydın, ileri, isyancı ve hatta fitneci görüşler; karşısında cahili, kavmi, ırki ve kalıtımsal geleneklerden uzak halis İslami değerler sunulursa, herkesten daha çok ve daha çabuk onlar O’nun karşısında boyun eğer ve teslim olurlar. Dini değerler gerçekten diridirler. İslam diridir dediğimiz zaman, hem fikir ve inançları, hem yasaları ve sosyal ilkeleri, hem yönü ve hem de gösterilen ve ortaya konan örnek insanlar bakımından diri olduğunu söylemek istiyoruz. Zinde olmak demek, her soy, her kuşak, her dönem ve her yerdeki beşeriyet yolu için etkili olmak, çözüm yolu göstermek, yönlendirmek, yani yol işaretleri demektir. Fakat maalesef gelenek ile dini karıştırmışsınız. O halde davranışlardan hangisinin bölgesel bir gelenek olduğunu, hangisinin bize has bir gelenek olduğunu birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü başka bir islam topluluğuna gittiğimizde bu ilişki ve davranışların başka türlü geliştiğini görürüz. İslam’da ve peygamber zamanında davranış ve hareket tarzı öyle insanidir ki, bizim için son derece hayretamizdir. Bir grup kız Medine’ye geliyor ve Huneyn savaşına katılıyor. Henüz yeni ergenlik çağına ermiş 9,10 veya 11 yaşındaki kızlar on beş kişilik bir grup oluşturarak peygamberimizin huzuruna çıkıp şöyle diyorlar: “Biz, bu savaşa katılıp hemşirelik yapmamız için bizi de götürmeni istiyoruz ya rasulallah!” Rasulallah hepsini ata veya deveye bindiriyor ve bir hemşire grubu olarak savaşa götürüyor. Mescid-i Nebevi tüm sosyal faaliyetler için bir üstür. Onun her köşesi sosyal bir çalışma köşesidir. Bir köşesi Hz. Rukiyye’nin çadırıdır. Rukiyye öyle bir kadındır ki, peygamberin emriyle İslam’ın mabedi olan mescidinde resmi bir çadır kurmuştur. Orada hastaları, savaş yaralılarını tedavi etmek ve yatırmakla görevlendiriliyor. Durum bu iken aydınları görüyoruz ki, dünyada hemşireliği ilk o icad etmiştir diye I.dünya savaşına katılan filan Amerikalı kadını göklere çıkarıyor. Diğer taraftan ise; sosyal görüş bakımından geleneksel olan bir başka kişiyi görüyoruz ki bu, işe temelinden her şeyiyle muhalefet ediyor ve yaptığı bu hareketin adını da din koyuyor. O dini bu şekilde telakki ediyor. Üçüncü dünyada Freudism ve cinsel özgürlük adıyla büyük bir sorun vardır. Cinsel özgürlük programı ve cinsel özgürlük eşyalarının doğuya girişi, doğudaki insani özgürlük isteğinin ölmesi içindir. Sen bu özgürlüğü istiyorsun! Böylece batı, doğudan aldığı hammaddenin mükafatını vermiş oluyor. Batı doğuya borçludur. Doğudan götürdüğü elma, kauçuk, petrol vs. maddeler karşılığında doğuya öyle bir şey vermesi gerekir ki ona borçlu olmasın. Evet zahirde batı doğuya medeniyet veriyor. Elbette batı hesabını iyi yapmakta ve bilmektedir. Bu gün batıdan gelen şey, ne ilimdir, ne de medeniyettir. Ne özgürlüktür ne de insanlık, ne de kadına saygılıdır. Aksine burjuvazinin uyuşturduğu sapık ve alçak güçlerin adi hilelerine dayanmaktadır. İşte o kadın bu arada seçim yapmak istiyor. Neyi hangi tasviri seçmek istiyor? Ne gerici, gelenekçi kadın tasviri, ne de modern tahmili kadın tasviri. Aksine müslüman kadın tasviri istiyor. Ne zaman ki herkes alçaldı, kadın da alçaldı, o da ortadan kayboldu, meydandan çekildi. Erkeğin, şimdi kadının olmayan hangi hakları vardır? Hicab mı? Yoksa erkeklerin hicabları yok mudur şimdi? Hicab ne demektir? Örtü mü? Mutlak manada örtü İslami bir kavram iken özel bir kavmin sosyal geleneğine hastır. Çarşaf bir giyim biçimidir. Bu giyim biçimi, bu memleketten o memlekete, o zamandan bu zamana değişiklik arzeder. Fakat netice itibariyle İslami hicab ilkesi her bilinçli ve aydın insanın kabul ettiği fıkhi bir kanundur. Ama bu gün çarşaf iki ve örtü iki müteradif kelime haline gelmiştir. O zaman aydın saldırma ve hamle yapmak adına hicaba saldırıyor. Buna karşılık mutaassıplar, hicabı savunmak adına maalesef sadece çarşafı savunuyorlar. Ali Şeriati NOT: Musluman kadinin nasil olmasi gerektigiyle ilgili Islam'dan ve Islam tarihindeki sahsiyetlerden orneklerle konuyu acimlamaya calisalim birlikte. Bu arada, saygisiz hakaretlerle elestiri kilifina burundurulmus hezeyanlar ciddiye alinmayacaktir. Yapici bir sekilde ve saptirmadan her tur aleyhte dusunce uzerinde durmaya degerdir..
-
Dini Konular Başlığı Altındaki Yazılar Sizi Nasıl Etkiliyor?
Istisnalari bir tarafa koyarsak, Dini Konular'da yazilanlar carpitmalardan ileri gitmiyor. Dine karsi kullanilan usluplar sevgisizligin, tahammulsuzlugun, kin ve nefretin, muhatabini asagilamanin otesinde bir anlam ifade etmiyor. Birseyler ogretmek, bildigini paylasmak veya insanlari birtakim yanlisliklar konusunda uyarmak gibi amaclardan ziyade tamamen onkabul ve dusmanligin rol oynadigini goruyorum. Acikcasi iyi niyeti yakalamak gercekten cok zor. Tabii yine istisnalari hesaba katmiyorum. Tartismanin bir adabi vardir. Muhatabini ciddiye almak, onu kucumsemeden konusmak, duygulari incitmemek, yanlisini kabul etme erdemi gibi... Ozellikle bu konudaki yazilar tersi istikamette yol aliyor surekli. Dolayisiyla, benim dusunce veya inancima kapali veya acik sekilde hakaret edeni neden ciddiye alayim ki?! Benim gozumde o kisi art niyetli ve kendisine asla guvenilemeyecek kisidir! Cunku guven duygusu yaklasimlardaki asaletle saglanir. Her agzini actiginda kin ve nefretini ortaya koyan kisiye neden guveneyim? Guya dindeki sozde sevgisizligi, siddeti, ahlak disi ilkeleri esine az rastlanir bir sevgisizlik, siddet ve gayri ahlaki tavirlarla elestireni neden ciddiye alayim? Ali'ye Muaviye ile mucadelesinde dini hilelere basvurmasi ogutlenir. O da su essiz sozle cevap verir: "Yasamasi ugruna mucadele ettigim ilkeleri yine bu yolda kurban etmemi nasil beklersiniz?" Ve kendisine karsi Islam'i tahrif ederek savasanlar icin yine der ki: "Sizler Islam'in elbisesini giymissiniz. Ama onu ters giyiyorsunuz!" Dinle ilgili yazanlarin cogu da aynen yukaridaki ornekte oldugu gibi, muslumanlara Islam'in elbisesini ters giydirmeye calisiyorlar. Carpitarak, Islam'in hukum verme yontemini gozardi edip birkac parcadan hareketle, ayetleri cimbizlayarak konuyu saptiriyorlar. Ne Peygamber'in, ne Islam alimlerinin, ne de cagdas mufessirlerin gorusleri onemli onlar icin. Sadece Kur'an'dan bir ayeti al, butunlukten cikar ve bununla kafalari ne kadar karistirabilirim hesabi yap. O kadar.. Muslumanlari samimiyetsizlikle elestiren daha samimiyetsiz, Kur'an'i sevgisizlikle suclayan daha sevgisiz, kin ve nefret dolu... ve nihayet muslumanlari Islam hakkinda bilgisizlikle suclayan onlardan katbe kat daha bilgisiz olursa, buna ragmen bilgi kirintilariyla cehaletin zirvesinde gezinirlerse ben yazilanlari nasil ciddiye alayim? Hele bildigi halde carpitanlara ne demeli?.. Kimsenin uzerine alinmasina gerek yok. Kimseyle polemige girecek de degilim. Yalniz ortaya konusyorum! Ve diyorum ki son olarak: Sayet din bu forumda bazilarinin iddia ettigi gibi kotu ise, bu kotulugu dile getiren dusunce sekli ondan daha kotudur!.. Sonuc: Daha once dinin elestiri getirdigim yonlerinde bile dinin hakli oldugunu bazilari usluplariyla gostermis oldu. Bazilarini okudukca, din hakkinda edindigim elestirisel bilgilerin de boylesi carpitmalar sonucu edinilmis olabilecegini dusunerek bilgi kirliligine donuk daha uyanik davranmaya basladim... Selam ile..
-
YENİ MECLİSİN ARİTMETİĞİ
Politikasini siayasi kutuplasma uzerine kuranlar alinan sonuclar uzerine mutlaka ozelestiriye gideceklerdir. Yeni meclisin eskisine oranla birbirlerine karsi daha ilimli bir yaklasim icine gireceklerini dusunuyorum. Yalniz MHP ile DTP arasinda muhtemel gerilimler zaman zaman gundemimizde olacaktir. Cumhurbaskanligi secimiyle ilgili partiler arasi bir uzlasinin saglanabilecegini sanmiyorum. Bu durum ancak AKP'nin taviz vermesiyle mumkundur ki, dogrusu biraz zor gorunuyor. Onceki donemde meclisi boykot edenler de, secimde yenilip halktan cevaplarini aldilar diye, kuzu kuzu AKP'li bir cumhurbaskanina evet demeyeceklerdir. AKP'nin yeni cumhurbaskanini DTP destegiyle secme ihtimali de bana cok uzak geliyor. Olsa olsa MHP ile bir uzlasi saglanabilir ama boyle bir ihtimali de zayif goruyorum. Kanaatimce yeni meclis Cumhurbaskani'ni halkin secmesine donuk sureci hizlandirici yasal degisikligi saglayarak halka sectirecektir. Yine de siyaset bu, ne olacagi onumuzdeki gunlerde belirginlesmeye baslayacak. Belki de Dolmabahce gorusmesinin sonuclarini Cumhurbaskanligi secim surecinde gorebiliriz. Surpriz isimler de cikabilir. Tum partilerin gonul rahatligiyla sakinca gormeyecegi bir isim de ortaya atilabilir. Ihtimaller cok ama ben yine de yeni Cumhurbaskaninin halka sectirilecegine daha fazla ihtimal veriyorum.
-
Secim Tahminleri
Ozellikle ulkemizde anket yapan kurumlarin cokca yanildiklarini biliyoruz. Aslinda gercek sebep; anketlerin yonlendirme amaciyla yapilmasidir. Koskoca sirketler ve bu isten para kazananlar o derece yanildilar ki, simdi benim secimden uc gun once yaptigim tahminlerimden oturu biraz ovunmeme bir sey demezsiniz herhalde Cyrano'nun da dedigi gibi, dunyadaki anket yapan sirketlerin 2-3 puan yanilma paylari olsa da, MHP'nin alacagi oyla ilgili neden 2-3 puan yanildigimi acmak isterim biraz: 2002 secimlerinde MHP oylarinin buyuk kismi Genc Parti'ye gitmisti, bir kismi da AKP'ye. AKP'ye kaptirilan oylarin MHP'ye bir daha geri donmeyecegini cevremdeki eski MHP'li yeni AKP'li olanlardan gozlemlemistim. Ama GP'ye giden oylarin hemen hepsinin geri donecegini tahmin edemedim. Genc Parti'ye giden CHP oylari da CHP'ye degil MHP'ye yoneldi.. Bir de, muhtemel bir CHP ve MHP koalisyonundan oturu MHP'ye baraji astirma endisesinin sol oylari MHP'ye akitacagini ongormustum ve bazi iletilerimde de belirtmistim ama bu kadarini tahmin edemedim. Oyle ki, bazi CHP'li ailelerde oy taksimi yapildigi oldu; 'sen MHP'ye, ben CHP'ye oy verelim' diye. Kisacasi, MHP'nin % 3'luk fazlaligi GP'den, CHP'den ve bazi tepki oylarindan mutesekkil. Bir Not: AKP'ye karsi tepki oylarinin azligi dikkatimi cekti. CHP, DSP ile birlestigi halde oyunu arttiramadi, sozkonusu tepki oylari ise MHP'de toplandi. Oysa son bir yildaki surec olmasaydi ve normal bir secim atmosferi olsaydi AKP %35 ile %38 bandi arasinda kalirdi. Dolayisiyla ozellikle Baykal'in izledigi politika AKP ve MHP'ye yaramistir. Selam ile..
-
İşte Halk Muhtırası
Turkiye'de sivil siyasetin onunun acilmasi, askeri vesayetten demokrasiye gecilmesi icin ve toplum uzerinde olusturulmaya calisilan korku psikolojisi temelinde toplum muhendisligine soyunanlarin insanlari keskin hatlarla bolmesine karsi AKP'nin basarisina sevinenlerdenim. Sol dusuncenin militarist ve fasist zihniyetlerin egemenliginden kendini kurtarmasi, ilerici ve gercek anlamda halkci bir liderlige ulasmasi icin onemli bir firsati sundugundan oturu de secim sonucundan memnunum. MHP = CHP sloganiyla sol kimligi anlamsizlastiran ve bir kisim sol oylari da bu baglamda baraji asmasi icin MHP'ye yonlendirmeyi basaran kohnemis, halktan kopuk anlayislariyla solun ideologluguna soyunanlarin artik tasfiye surecinin baslayacagi umidiyle de sonuclardan memnunum. Siyaset bundan boyle bazi seckinlerin talepleri dogrultusunda halkin sekillendirilecegi degil ama halkin gercek talepleriyle siyasetin sekillenecegi inanciyla da sonuclara umitle bakiyorum. Evet, militarizme karsi bir zaferdir bu ve sivil bir muhtiradir. Ama bunu halkin diger yarisina karsi kazanilmis bir zafer olarak gormek de en az militarizm kadar tehlikeli ve anti-demokratiktir. Halk aslinda kutuplasmaya, korkularla yasamaya, ice kapanmaya, tehlikecilige hayir demistir. Durum boyle olunca, AKP'ye oy veren bazilarinin sarhoslugu bir kenara birakip sagduyulu olmalari ve diger partilere oy verenlerin de secim oncesi havayi uzerlerinden atarak sonucu olgunlukla karsilamalari gerekmektedir. Alinan sonucu Turkiye demokrasisinin gelismesi olarak goruyorum. Ancak asil demokrasi, iktidara talip tum siyasi partilerin halktan gelen demokratiklesme taleplerini karsilayacak daha gelismis bir surece girmeleriyle mumkun olacaktir. Selam ile..
-
kim bunlar *****..
Halki suru gibi goren, onun duygularindan uzak, kendisini efendi goren ve yiginlari kucumseyen lumpen zihniyet artik iflas etmistir... Turkiye'de iktidara gelmek isteyenler, bundan boyle seckinci guruhu, darbecileri, demokrasi dusmanlarini degil, halkin bizzat kendisini dikkate almak durumundadirlar. "Halka ragmen halk icin" devri bitmistir. Insanimiz ilk kez siyasetin gidisatina kendisi mudahale etmis ve tavrini ortaya koymustur. Tum siyasi parti ve kuruluslar politikalarina bu yonde acilim getirdikleri taktirde Turkiye'de gercek demokrasinin yerlesmeye basladigini gorebilecegiz. Azinlik, cogunluk diye bir ayirim olmamali artik. "Halk idaresi" olan Cumhuriyeti ve hukukun ustunlugu temelinde Cumhuriyet ile ozdeslesmis Demokrasiyi, demokratik kulturu hem sahiplenip hem halki kucumsediginiz zaman, iste asil tehlike o zaman baslar. Demokratik kultur, oncelikle tercihlere "saygi" duymakla baslar. Insanlarin farkli yonelimlerine elestiri getirmek, tercihlerin sekillenmesine dair etkenleri tartismak farkli, onlari tercihlerinden oturu kucumsemek, dislamak farklidir. Boylesi yorumlar karsisinda demokratik kulturden ne derece uzak oldugumuz gercegiyle irkilmemek elde degil...
-
Kendinizi Ne Kadar Tanıyorsunuz?
"aynada iskeletini gormeye kadar varan kac, kac kisi var sunun surasinda?"
-
Islam ve Siddet
Cyrano, oyle bir nokta yakalamissiniz ki.. Duygularima tercuman olmussunuz. Forumda dusuncelerimi, kafama takilanlari yazmaya basladigim ilk haftadan itibaren etiketler yagmaya baslamisti cunku. Sikca belirttigim bir sey var; herseyi siyah ve beyazdan ibaret gormek! Farkliliklara acik olamamak.. Kisi sayet bir fikir sahibiyse, karsit fikirleri hic dinlemeyecek, surekli kendi dogrularini tekrarlayacak. Fikir sahibi olmakla dusunmek, bilmeye calismak ve akil yurutmeyi birbirine karistirmak. Yeterince vakif olmadigi konularda fikir sahibi olmak. Bir konu hakkinda, ornegin dinle ilgili kafaniza bir sey takilir, kendi capinizda bir sonuca varmissinizdir ve elestirel bazda dusuncenizi paylasirsiniz. Derhal 'aferin' tarzinda bir cevap. Sonra dine yaklasimdaki hatayla ilgili birseyler soylersiniz, bu kez saldiri, etiket, karalama... Ayni durum diger dusunceler icin de gecerli. Oysa tartismak karsilikli ogrenmek olmali degil mi? Bir digerini batirmaya calisma, surekli muhatabin soylediklerinde saldiriya uygun gedikler arama... yuz tane dogru soylersiniz, bir konuda yanilirsiniz diyelim. O yanilginiz mal bulmus magribi tarziyla didik didik edilir ve bir yanlisiniz yuz dogrunuzu ortmek icin kullanilir. Yanlis bulunamadi mi? Bu kez carpitmalar devreye girer, zoraki yorumlarla yanilginiz kanitlanmaya calisilir. Oysa varsa yanlis bir sey, tartisma adabi icinde duzeltilmesi lazim degil mi? Olasi yanilgilar neden onemli dogrularin ustunu ortsun? Ya siyahsin ya beyaz! Aksi taktirde hickimse tarafindan kabul gormezsin. Lanetli sinifa tevdi edilir, kafasi karsiklardan olursun!!! Cok dikkat ettigim bir sey var. Onca tartisma arasinda hic mi kisi yanilmaz? Hic mi yanlis bir yargiya varmaz? Hic mi muhatabin dedigi daha dogru olmaz? Ama yok, boyle degil. Illa ki taraflarin hepsi dogru. Dogaya aykiridir bu oysa. Kisi ne kadar yanlis olsa da, haksiz olsa da ilk elde ortaya attiklarini sonuna kadar savunmali mi? Hic mi muhatabin soyledigi bir sey uzerinde dusunmeye deger olmaz? Olgunluk ve uzerinde durdugumuz zemindir onemli olan. Ne dusundugumuz degil "nasil" dusundugumuzdur onemli olan. Sabit fikirlerde takilip kaldiginizda, hic yanlis olmadiginizda, herseyi kendi kaliplariniz icinde degerlendirdiginizde, evet, kafayi birseylerle bozarsiniz ki, bunun da adi bagnazliktir! Kisacasi Cyrano, hayat olabildigine renkli ve gelisken. Sayilan kategorilerin hicbirine sigmayacak denli genis perspektiflere sahip oldugunuz surece, objektifliginizi korudugunuz surece, renk korlugune yakalanmis olanlar aliskanliklari geregi mutlaka bir kaliba sigdirmaya calisacak ama her seferinde o kalibin disina cikmanizla sasiracaklardir. Saygilar..
-
Amelie (2001)
Amelie hakkinda yorum yapmadan edemeyecegim. Gecenlerde bir arkadas grubunda bahsetmistim ve hayretle hicbirinin hala izlememis olduklarini ogrenmistim. Biraz da o yuzden yaziyorum, cunku kacirilacak bir film degil. Avrupa sinemasi Hollywood'a oranla cok daha derinlikli ve icerigi zengin yapitlar ortaya koyuyor. Ozellikle icsellige yonelisi ve kavrayis tarzi kiyas kabul etmeyecek bir ustunluge sahip. Hollywood hala bir zamanlarin zihinsel melekeleri uyusturan "siddet ve sex" ogelerinden kendisini yeterince ayiklayamamis. Son yillarda da gerilim turu moda durumda. Biyografi ve bazi belgesel turleri haricinde hos vakit gecirmenin otesinde pek bir seye rastlamak zor. Elbette istisnalar var. Iste Amelie, bu bakimdan, Avrupa sinamasinin basyapitlarindan birisi. Filmi izledigim ilk dakikalardan itibaren Amelie karakteri dikkatimi kendinde yogunlastirmaya baslamisti bile. O butun duygularini kocaman guzel gozlerine yansitan bakislar, cocuksu hareketler ve dusunceler, saflik, umursamazlik, askini disavurum sekli... Zaman ilerledikce artik, filmin ismi gibi, hersey Amelie'nin etrafinda donmeye basliyor. Oyle bir donus ki, tek kelimeyle basdondurucu. Cocuklardaki masumiyet ve muzirligi birarada gozlemlemissinizdir. O masum muzirliklar karsisinda yureginiz sevgi dolu, yuzunuzde gulumsemeyle cocugun o muzir halini kiskirtmaya calisirsiniz. Cunku oyle masumdur ki... Izleyen bana hak verecektir: Amelie, icindeki cocugu, o temiz ve saf duygulari muhafaza edebilmenin cok guzel bir ornegi. Audrey Tautou'yu bu filmiyle tanidim ve sonrasinda tum filmlerini izledim. Hatta konusu ilgi cekici ama insan zekasiyla dalga gecen basit bir kurguya sahip Da Vinci Sifresi kitabinin sinema versiyonunu bile Audrey icin izledim. Yer yer kitabin orjinaline ihanet eden bir senaryoyla cevrildigini onceden bildigim halde. Haydi ozetleyelim; Amelie hayatinizda gorebileceginiz en sempatik, en sevecen, en sicak, en guzel, en icten, en samimi, en... kiz. Bana gore tabii.
-
Secim Tahminleri
Secime cok az bir zaman kaldi ve istedim ki sonuclara yonelik tahminlerde bulunalim. Benim tahminim soyle: AKP : % 45 - 46 CHP : % 21 - 22 MHP : % 11 - 12 Digerleri ve bagimsizlar da geri kalan orani paylasacak. Biliyorum, bazilari tahminlerime yuklenecek ama polemik yapmak icin acmadim konuyu. Herkes kendi kisisel tahminini belirtebilir.
-
MÜBAREK REGAİP KANDİLİ
Ey Kadir olan Allah’ım! Ailemize sorumluluk, halkımıza bilim, inananlarımıza aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza anlayış, kavramışlarımıza tutuculuk, kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref, ihtiyarlarımıza bilgi, gençlerimize soyluluk, öğretmen ve üstadlarımıza, öğrencilerimize inanç, uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade, tebliğlerimize gerçek, dindarlarımıza din, yazarlarımıza güvenirlik, sanatkarlarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırıcılarımıza hedef, ümidsizlerimize ümit, zayıflarımıza güç, muhafazakarlarımıza hareket, ölümcül uykularda olanlarımıza hayat ve dirilik, körlerimize görme, suskunlarımıza feryat, müslümanlarımıza Kuran,Sünnet ve Ehl-i Beyt bilinci, tüm mezheplerimize birlik, kıskançlarımıza şifa, egoistlerimize sabır, halkımıza kendini bilme, tüm uluslardan kurulu milletimize samimiyet, basiret, feraset, cesaret, fedakarlık yeteneği, kurtuluşa layık oluş ve izzet bağışla!! Tum muslumanlarin kandil gecesini tebrik ediyorum..
-
Islam ve Siddet
Emperyalist propagandanin en cok basarili oldugu alan; zihinlerin uyusturulmasi, bilgi kirliligiyle dusunme kabiliyetinin onune gecilmesidir. Yukaridaki resme baktim da.. Bir topluluga, millete, dine vs olan kin insanlari ne kadar da korlestiriyor... Karabatak kusunu ne cabuk unuttunuz. Hani Korfez Savasi sirasinda dunyanin her yerinde su haber olarak sunulan goruntuler. Ham petrole bulanmis kanatlariyla ucmakta gucluk ceken o zavalli kusa butun dunya ne kadar da uzulmustu. Cocuklar ve kadinlar aglamakli bakiyor, erkekler savasin kirliligini lanetliyordu. Ekranlarimizin basinda atari oyunu izler gibi fuzelerin ucuslarini, ucaklari izliyorduk. Dikkatlerimiz, duygularimiz, isyan gudulerimiz oldurulen yuzbinler icin degil, tamamen yalan bir haber olan karabatak kuslari icin hareketlendiriliyordu. Ne cabuk unutuyorsunuz emperyalist yalanlari... Israil'den, erdemli Yahudilerin kurduklari bir insan haklari orgutu bildirisinde sunu soyluyordu: Ne kadar cifte standartli bir dunya! Bir Amerikali, Israilli, Batili olduruldugunde butun dunya ayaga kalkiyor ama digerleri umrunda degil kimsenin. Herkes Hamas'in teror eylemlerini kiniyor. Biz de kiniyoruz ama bunlar kinanirken Israil'in katliamlari saklaniyor. Oysa 11 Eylul saldirisinda olen sivil sayisi kadar Filistin'de bes yil icinde siviller olduruldu. Cogunlugu kadin ve cocuklardan olusuyordu bu siviller... Masum yalanlar dolasiyor ortalikta yine! Muslumanlarin ne kadar vahsi, insanlik disi, katil olduklarini resimlerle, goruntulerle belgeleyen yalanlar. Ve emperyalizm sefkatli ellerini uzatiyor. Onlari karanliktan aydinliga, diktatorluklerden demokrasiye gecirmeye calisiyor. Ne ustaca goz boyuyor. Yuzbinlerin, milyonlarin olumunu yalanla, manipulasyonla perdeliyor. Soguk savas sirasinda ABD ve Sovyetler arasinda gerek haberlerle gerek filmlerle ve gerekse de belgesellerle ekranlarimiza yansiyan yalan, abarti dolu, kasit tasiyan, yonlendirme ve ajite etme amacina donuk yayinlari ne cabuk unuttunuz... Kimse baliklama atlamasin soylediklerime. Iran'in insan haklarina saygili oldugunu savunmuyorum. Ama dikkatinizi cekmeye calistigim sey; emperyalist propagandaya gozu kapali inanmakla kalmiyorsunuz, bir de onun gonullu yayicilari rolune soyunuyorsunuz. Iran hedef tahtasina oturtuldugundan bu yana, o ulkeyle ilgili haber kirliliginden gecilmiyor dunya. Nedense Iran da, tam bu surecte ust uste gariplikler yapmaya basladi oyle mi! Bu denli kor edebilir mi dusmanlik gerceklere karsi, anlamak olanaksiz. Bir zamanlar emperyalizm ve kapitalizm kavramlarindan cokca bahsedilirdi, hatirlayiniz. Simdi bu kelimeleri kullanan insanlara alayci gulucukler gonderiliyor. "Sen hala orda misin" der gibi. Ne yani? Artik emperyalizm yok diye mi konusulmuyor saniyorsunuz. Bunlar paranoid dusunceler degil! Zihinlerimizin esaret altina alinmasinin bir sonucu. Milyonlari somuren, acliktan kivrandiran, olduren... emperyalistler uygar ve muslumanlar terorist, Islam insanlik disi oyle mi?! Bagnazlik kimlik tanimiyor ve cehalet bilgi kirintilariyla daha da aziyor. Eski bir soz vardir karsisindaki cahil zihniyete soylenmis: "Bu kadar cehalet ancak tahsille mumkun olur!"
-
Islam ve Siddet
Siddeti salt din ekseninde ele almanin yanlisligina tekrar deginmeye gerek yok. CYRANO'nun konuyla ilgili yazisi son derece ogreticiydi. Cunku konuya yaklasim tarafli, onkabullu ve onyargili oldugu zaman yorumlar da "kasit" uzerinden sekillenir. O yuzden, hoslanmadigi bir olgu uzerine gozlerini ve beynini kilitlemis olanlarin yanibaslarinda biten bircok seyi goremeyecekleri kuskusuzdur. Nietzche'nin dedigi gibi; "Ucurumun icine baktiginizda, ucurum da sizin gozlerinizin icine bakar." Yani bakis acinizin icine yerleserek dogru ve isabetli gormenize engel olur... Noam Chomsky, "Sam Amca Ne Istiyor" adli kitabinda, dunya tarihinde hicbir milletin, medeniyetin veya devletin ABD'nin icinde yasadigimiz yuzyildaki dunya hakimiyetinin olcusune gelemedigini soyler. Bu uzerinde dusunmeye, dikkate deger bir tesbittir. Islam ve siddet kavramlarinin gunumuzde yaygin olarak birlikte kullanilisi 11 Eylul ile baslamistir. Artik dunyanin her tarafinda musluman olmanin potansiyel bir terorist olmakla esdeger kabul edildigi yeni surece giriyorduk. Ozellikle muslumanlarin yogun oldugu bolgelerde, medya eliyle bu isin ust duzeyde propagandasi yapiliyor. Oysa Kanada'da bile, yapilan bir arastirmaya gore, insanlarin yaridan fazlasi 11 Eylul'un icinde Amerikan parmagi oldugunu dusunurken, musluman ulkelerde boyle gorusler "komplo teorisi" diye kucumsenmistir. Yeni proje hayata gecirilmis, siyasi argumanlar devreye sokulmus ve hedefe Islam cografyalari yerlestirilmistir. Fiili savaslara psikolojik temelli caydirma araclari da eslik etmistir. Ister kabul edelim ister gucumuze gitsin, bugun ABD'nin yapmaya calistiklari onundeki en buyuk engel Islam dusuncesidir! Hedefte de muslumanlar olduguna gore, ABD'ye karsi direnen kesim musluman kesimdir. Muslumanlarin savas hukukunu tartisiriz, elestiririz, o ayri mesele ama ABD'ye ve emperyalizme karsi fiili mucadele veren dunyada yegane guc Islam'dir. Ve Islam devletlerinin kukla yapilari da bu direnisi kiramamistir. Direnisi kirmak icin neler yapildi? Yuzbinlerce insan katledildi, katlediliyor. Iskencehanelerle halk yildirilmaya calisiliyor. Mezhep farkliliklari uzerinden muslumanlar ic savasa sokuluyor. Ulus temeli uzerinden devletler ayristiriliyor. Medyanin gucuyle muslumanlar aleyhine propaganda devreye giriyor, isgal edilen yerler birer kampa cevriliyor, zenginlikleri talan edilmeye devam ediliyor, yalan ve yanlis bilgiyle beyinler kirletiliyor, ic karisikliklar ve dusmanliklar tetikleniyor, Islami orgutler arasinda yine Islam Devletlerinin de katkisiyla farkliliklar catismaya donusturuluyor... Siz bu sayilanlara onlarca madde ekleyebilirsiniz. Ve Islam'da Siddet! Bu tartismanin iki temel amaci var: 1. Emperyalist saldirilara mesruiyet kazandirmak ve katliamlari, zulumleri, iskenceleri gozden kacirmak, dikkat dagitmak, emperyalizme haklilik kazandirmak... 2. Tartismayla birlikte muslumanlarin cogunu direnis kulturunden uzaklastirmak. Oyle ya, milyonlarca musluman aslinda Islam'in siddeti red ettigini, siddet eksenli hareketlerle (ABD ile savasan) Islam'in ilgisinin olmadigini anlatacak, buna yonelecek, buna inanacak. Muslumanlar emperyalist zulme karsi konumlanacaklarina, ornegin Taliban gibi ne idugu belirsiz orgutlerin yaptiklarindan oturu ********** kompleksine girecek, siddet icerebilir endisesiyle hakli durusa bile sahip olamayacaklar. Her tur hukuksuzlugu icra eden modern zorbalara karsi nasil mucadele verecegini sasirmis, bunalmis, hareket alanlari daraltilmis, haksizliga ugramis Islami orgutlerin hukuksuzlugu muslumanlarin gundemine girecek ve manevi bile olsa destek vermeyecekler. Bu politika, manipulasyon cok basarili olmustur ve nihayetinde olan da bundan ibarettir... Hayir, Islam'da siddet vardir! Islam'da siddet zalime yoneliktir. Tecavuzcu guclere, kendi topraklarini istila edip insanlari kolelestirenlere, zenginliklerini ellerinden alanlara, cikar ugruna hicbir ahlaki ilkeyi tanimayan, insanliktan nasipsiz emperyalistlere yoneliktir. Onlarin kuklalarina, iskencecilere, halkini arkadan bicaklayanlara yoneliktir. Islam'da siddet, yeryuzunu mazlumlastiran, kan emicilere yoneliktir. Ve bu siddetin hedefi yeryuzu mustazaflarini savunmaktir. Onlari dunyanin asil varisleri kilmaktir. Evet, Islam'da siddet vardir! Cunku zulme karsi baska bir mucadele sekli yoktur. Insanligini yitirmis, merhametsiz zorbalar karsisinda yeryuzunden zulmu kaldirmaktir Islam'daki siddetin hedefi. Islam kendisine saldirmayana saldirmaz, zulmetmeyene adildir, ezilenin kimligini sorgulamaz. Ayetlerin hangi ortamlarda gecerli oldugunu bir tarafa birakarak Islam'in siddet ve sevgi yonu anlasilamaz, bunlar celiski olarak gorulmeye devam edilir. Halbuki sadece inanc duzeyinde kalacak bir din degildir. Islam, "Evinde yiyecek ekmegi bulunmadigi halde isyan etmeyene sasarim" diyen Abuzer'in dinidir. Islam, "Zalimler icin yasasin cehennem" diyen Bediuzzaman'in, "Yanibasindaki zulme seyirci kalip da Kabe'yi tavaf eden ha diktatorun sarayini ha kabeyi tavaf etmistir, farketmez. Zulme seyirci kalip da hic olmazsa icinden zalime kin beslemeyen ha namaz kilmistir ha zenginin icki sofrasinda dalkavukluk yapmistir farketmez" diyen Seriati'nin, "Ey zalimler guruhu, bekleyin Muhammed ordusu geliyor" diyen Musavi'nin dinidir. Ve Islam "Gel, ne olursan ol yine gel" diyen Mevlana'nin, Sevginin ustadi Yunus Emre'nin, "Musluman cevreyi kirletemez" diyen Seyyid'in, egitim ve bilimsel donanima vurgu yapan Ikbal'in... dinidir. Dun Kubaliydim, Ermeniydim, Kurddum, Cecendim, Afrikaliydim, Bosnaliydim... zulme ugramis her bireyin yureginde biriken bir gozyasiydim... Ve bugun muslumanim... Selam ile..
-
Ulusalcılarla neokonlar aynı cephede
Neokonlar'i veya diger meshur ismiyle neo-cilginlari ABD icinde de durdurmak, cilginliklarina son vermek isteyen etkili bir cevre var. Turkiye'de secimi manipule etmeye yonelik tasarlanan oyunlarin son sahneleri bu cevrenin girisimiyle durdurulmustur. Hudson Enstitusu rezaleti bu yuzden desifre edilmistir. Hersey bu derece apacik ortadayken birilerinin hala AKP'nin Amerikanci, digerlerini ulusalci olduklarina inanmalari dusundurucu. Evet, AKP de Amerika'daki diger cevreden destek aliyor ama bunun temelinde neo-cilginlari dizginleme amaci yatiyor. Neokonlar ABD'de siyasal acidan gittikce guc kaybediyor. Turkiye uzerinde uygulamaya koyduklari senaryonun basarisiz olusu da bununla baglantili. Avrupa'da, Almanya ve Fransa'daki sagci milliyetcilerin ABD Neokon ittifakina yakin duruslari da dikkatle izlendiginde, Zedan'in alintiladigi yazida gecen "Turkiye'nin AB'den uzaklastirilmasi" tezinin ne kadar yerinde bir tesbit oldugu gorulur. Her iki ulkenin de Turkiye'nin AB'ye girisinin onundeki en buyuk engeller olduklari bir gercek. Gercekler ne kadar yuzumuze baksa da, gunumuzun manipulasyon araclarinin dusunme yetenegi uzerinde yaptigi tahribatlarin tamamiyle onune gecmek imkansiz. Ama herkes once AKP'nin %40 bandini zorlayan secim zaferine ve ardindan Amerika'da onumuzdeki secimde neo-cilginlarin tasfiyesine hazirlikli olmali.
-
baykal'ın kabusları..
Biraz acalim o zaman. AKP'nin AB uyum yasalari dahil, onemli Anayasa degisiklikleri CHP'nin destegiyle yapilmadi mi? Demokratiklesme yonunde AKP'yle birlikte CHP de caba sarfetmedi mi? Peki AKP'nin en cok korkutan politikasi ne olmustur? Biraz geriye donup onemli burokratik mevkilere yapilan atamalara bakalim. AK Parti ile birlikte, konumunun secilmislerinkinden hayli onemli oldugu mevkilere yeni bir zihniyetin suratle hakim olmaya basladigi bir gercek degil midir? Turkiye'de burokrasinin islevlerini, Turkiye'nin aslinda burokrat devletli bir yapida oldugunu izah etmeye gerek var mi? Onemli kilit noktalari rolune sahip alanlardaki atamalar Cumhurbaskani tarafindan engellenmedi mi? Daha dogrusu, Cumhurbaskanliginin yetki alanina giren burokrat atamalari bu amacla engellenmedi mi? AKP'nin Cumhurbaskanligindaki inatci israrini, diger etkili mevkileri de hizla ele gecirmeye degil de neye baglamali? Illa ki kendi gorusunun yuzde yuz temsilcisi olabilecek birinde israr etmesi kuru bir inatlasma politikasinin mi urunudur? Parcalari biraraya getirdigimizde, son bir yilda gerceklesen olaylara dikkat ettigimizde, onemli kurumlarin aldiklari pozisyonlar gozden gecirildiginde... perde arkasindaki hakimiyet mucadelesinin yine perde arkasinda verildigini, ayni zamanda politik alana da yansidigini soylemenin ucuk dusunmekle ilgisi nedir? Disaridaki ayaga gelince.. Yazilanlardan oyle bir sonuc cikiyor ki; sanki AKP Amerikan destekli ama karsi cephe Amerikan karsiti. Turkiye gercegi ile ne derece uyusuyor bu cikarim? Hangi partinin programindan boylesi bir sonuc cikarilabilir? Bakin Amerika'da da, su an Turkiye'nin hizla kaymakta oldugu durum gibi, iki guc hep varolagelmistir. Demokrat ve Cumhuriyetcileri ustunkoru ele almamak gerekiyor. Cumhuriyetcilerin arkasinda petrol ve silah sermayesi, Demokratlarin da arkasinda teknoloji ve bilgisayar sermayesi vardir. Clinton ile Bush'un ekonomi politikalarina bakildiginda, arkalarindaki sermayelerin beklentileriyle ne olcude ortustugu rahatlikla gorulebilir. Yalniz ABD'de Turkiye'nin tersine iki guc arasindaki hakimiyet mucadelesi siyasi alanda verilir. Turkiye'de ise balans ayarlari ikinci bir guce izin vermemistir simdiye kadar. AKP'yi destekleyen kesim, sanildigi gibi neokonlar degildir. Neokonlar'in bircok bolgede ulusalciligi ve etnik ayriliklari tetikledigini, politikalarini catisma tezi uzerine kurdugu gercegini hatirlatmaya gerek var mi? Irak'taki savasla ilgili yine Amerika'daki iki cevrenin gittikce farkli politikalara yoneldigini de eklemeye gerek yok sanirim. O yuzden Turkiye'de olusturulmaya calisilan yeni gucun, destegini Neokonlardan degil digerinden aldigini soyleyebiliriz. Nitekim genelkurmay aciklamasindan sonra ABD'deki kafa karisikligi yaratan celiskili aciklamalar dikkat cekici degil miydi? Hudson Enstitusu rezaleti de bu acidan okunmali. Rezaletin icindeki ekip neo-cilginlar ekibidir. Ama olayin ortaya cikarilmasi toplantinin kendisinden onemlidir. AKP'nin bu ifsa ile ne kadar rahatladigini ve ileriye donuk "acaba daha neler yapacaklar, ne olabilir" turunden endisleleri ortadan kaldirdigini gormedik mi? Kim neden bunu yapti, bunun uzerinde dusunmek ucuk dusunmek midir?
-
baykal'ın kabusları..
Yerlesik elite veya hakim sinifa karsi yapilan iktidar mucadelesinde AKP'nin yaptigi sey, ciddi anlamda rekabet edebilecegi kosullari hazirlamaktir. Bunun icin de benzer bir yol izlemis ve devlet icinde kendi elitini kurmustur. Medyaya, is alanina, istihbarata ve onemli burokratik mevkilere buyuk olcude hakim olmayi basarmistir. Cumhurbaskanligi surecinin bu derece tikanmasinin nedenini bu hakimiyet yarisinda aramali. Daha once de deginmistim; Turkiye'de, ozellikle son bir yildir, birileri AKP'nin ayagini kaydirmaya calisirken yine devlet icinden baska birileri de tezgahlanan oyunlari kurallarina gore bozmayi gorev edinmistir. Danistay saldirisi gibi olaylarin faillerinin hemen yakalanmasi, teror olaylarinin kullanilmasinda donuk tedbirler vs isin perde arkasinin tumunu olmasa da kismi olarak yansitan bir guc odaginin varligini gozler onune sermistir. Son asamada AKP cevresinde olusmus elitin hayli basarili oldugu gercegi de yadsinamaz. Yurt disindaki guc odaklari uzerinde de AKP'nin kendi temelini saglamlastirmaya dogru gittigini de goruyoruz. Son Hudson Enstitusu rezaletinin ortaya cikmasi da bu dogrultuda ele alinmali. Sonucta; evet, AK Parti yerlesik hakim elite karsi ayni enstrumanlarla mucadele ediyor. Ve gercek sudur: Turkiye'de artik yerlesik hale gelmis hakim gucun karsisinda baska bir guc olusmustur. Mucadele bu ikisi arasindadir. Disardan da destek ayagina sahip bu yeni guc odagi demokrat ve liberal aydinlar tarafindan da desteklenmektedir. Karistirilan mesele de budur. Ertugrul Ozkok'un soyledikleri ise tamamen avuntudur. Cunku bu siyasi surecte Deniz Bey mi, Devlet Bey mi, Tayyip Bey mi farketmez mantigi artik gecerligini yitirmistir. Ve cunku Ozkok'un, siyasetcileri belirledigini soyledigi guc odagi artik bir tane degildir. Halk aslinda bu iki odaktan birisini seciyor. CHP ise asker merkezli yerlesik elitin taseronlugunu yapmaktan oteye gitmeyen bir partidir. Fark sudur: AKP yeni odagin merkezidir ama CHP basit bir aractir. Selam ile..
-
baykal'ın kabusları..
Bakiniz o elitin sivil temsilcilerinden biri olan Ertugrul Ozkok ne diyor: "Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa 'silahlı kuvvetler'i de eklemek gerekir." "Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler 'iş yapacak' değil, 'denileni yapacak' kişiler arasından seçilirler." "Tayyip Bey'i, Deniz Bey'i ve Devlet Bey'i kafanızda yan yana oturtun. Kimi 'başbakan' görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum." Turkiye'de birilerinin devamli ulkenin hakimi, milletin efendisi rolunu oynadigini gormezden gelmek imkansizdir. Buna isterseniz burokratik elit diyelim, isterseniz entegrator elit diyelim, farketmez. Bu elitin kimlerden olustugunu Ozkok guzel bir sekilde siralamis. Ancak askerin rolunu daha masum gostermeye calisarak. Bir sey yanlis anlasiliyor. CHP'nin elit bir parti oldugunu, ulkenin hakimi oldugunu, perde arkasindan falan yonettigini iddia eden kimse yok. Ya nedir? CHP bu elitin sozculugune soyunarak iktidar devsirmeye calisan ve bu yonde kullanilan bir partidir. Soylenen bundan ibarettir. Selam ile..
-
Islam ve Siddet
Turkiye'de ozellikle bir zamanlar yapilan insanlik disi uygulamalardan, Diyarbakir cezaevinde yasanan trajedilerden, Ozel timin koylerdeki zavallilara diski yedirmedekten tutun sayisiz iskencelerinden Ve daha nice sistematik baskilardan Ataturk'un Cumhuriyet ideolojisini; PKK'nin teror eylemlerinden, Patlattiklari mayin ve bombalardan butun Kurd Halki'ni; Ardinda siyasi cikarlarin olanca agirligiyla yattigi ve dini argumanlarla beyinlerin uyusturuldugu savaslardan Hristiyanligin kendisini; Yemedikler hat kalmayan, ulkeyi kan golune cevirmekten baska niyetleri olmayan ulusalci orgutlerden ulusalciligi; Devletin mali ve kurumlarinin birer ahir haline getirilip birilerinin buralardan semizlenmesinden devletciligi; Yine devlete ait kurumlarin peskes cekilmesinden ve birilerinin bu isten kazancli cikmasinin amaclanmasindan ozellestirmenin kendisini... sorumlu tutabiliyorsaniz, buyrun Taliban'dan da Islam'i sorumlu tutun!.. Alintiladigim yaziya da tekrar donmenizi isterim. Ruanda'da herkes kendi caninin derdindeyken, kimse tehlikede olan masumlari koruyup kendisini tehlikeye atmak istemiyorken ve tersine masumlari katillere teslim ediyorken; oradaki muslumanlarin hayatlari pahasina zavalli insanlari korumalari, saklamalarinin ne gibi bir sebebi olabilir? Bunun cevabi icin de tipki Taliban genellemesindeki gibi direkt din denmesi varmak istedigim bir sonuc degil. Ama bir dini, ideolojiyi, dusunceyi vs gozlerken her acidan bakip tarafsiz yaklasmak gerekmiyor mu? Genellemeler derseniz size yukaridakine ek olarak sayisiz ornekler verebilirim. Ama bu saglikli bir yaklasim olmayacaktir. Selam ile..
-
Islam ve Siddet
Geçen gün, sadece üç ayda yaklaşık bir milyon insanın öldürüldüğü bir soykırımın filmini izledim. Belki de yaşananın adı "soykırım" değildir. Adının ne olduğu çok da önemli gözükmüyor doğrusu bana. Ama bu yüzyılın en büyük vahşetlerinden biriydi izlediğim. Afrika'da küçük bir ülke var. Adı Ruanda. 1900'lerin başında bir Alman sömürgesi olmuş. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Belçikalıların eline geçmiş. Almanlar ülkenin yönetimine çok fazla karışmamışlar ama Belçikalılar çok sert bir yönetim kurmuşlar. Halkı zorla tarlalarda çalıştırmışlar. Çok ağır vergiler koymuşlar. Ve bunları yapmak için, ülkedeki iki büyük kabileden biri olan Tutsilerin önde gelenlerini kullanmışlar. Diğer büyük kabile olan Hutuların birçok üyesi bu baskılardan kurtulabilmek için komşu ülkelere göçmüş. Halk da, özellikle Hutular, Tutsilerden bu yönetim nedeniyle nefret etmeye başlamış. Topluma köklü bir nefret yerleşmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler ülkenin güvenliğini üstlenmiş. 1961 yılında ise Belçikalıların desteklediği bir darbeyle Ruanda'nın başındaki kral devrilmiş. Yerine Gregoire Kyabanda geçmiş, sonra onun yerine de Juvenal Habyarimana. Bu dönemde Hutular güçlenmişler. Yönetim tümüyle Hutulara geçmiş. Özellikle Habyarimana çok kanlı bir diktatörlüğe çevirmiş ülkeyi. Bu kez Tutsiler ülkeden kaçmaya koyulmuşlar. 1990 yılında civar ülkelerdeki Tutsiler örgütlenmişler ve Ruanda Vatansever Cephesi isimli bir ordu kurarak, Uganda sınırından Ruanda'ya girmişler. Savaş başlamış. Yönetimdeki Hutular, gençleri eğitip silahlandırarak gayri resmi bir örgüt kurmuşlar. Savaş sürerken bir ara ateşkes ilan edilmiş. Ama bu ateşkes sırasında Hutular, "etnik nefreti kışkırtmak" için kendi başkentlerinde bombalar patlatıp, bunları Tutsilerin yaptığını söylemişler. 6 Nisan 1994'te Başkan Habyarimana'nın uçağı başkent havaalanına inerken aşağıdan atılan bir füzeyle parçalanmış. Bu füzeyi kimin attığı bugün bile bilinmiyor. Bir iddiaya göre, Belçikalı kiralık askerlerin yardımıyla Tutsiler uçağı düşürmüşler. Bir iddiaya göre de, bizzat Habyarimana'nın Muhafız Alayı, kendi başkanlarının uçağına ateş açmış. Kim düşürmüş olursa olsun, tarihin en büyük katliamlarından biri o gün başlamış. Fransızların silah ve lojistik desteğiyle Hutu ordusu ve gençlik örgütü, yüz binlerce Tutsiyi hedef alan bir ölüm kampanyasına girişmişler. Sadece Tutsileri öldürmüyorlarmış. Tutsilere "sempati" gösterdiğini düşündükleri Hutuları da öldürüyorlarmış. Benim seyrettiğim filmin kahramanı, Hutu ordusundaki bir Hutu yüzbaşısı. Yüzbaşının kardeşi de, Hutu gençliğini cinayetlere kışkırtan radyonun yöneticilerinden. Ama yüzbaşının büyük bir suçu var. Karısı bir Tutsi. Üç kızından biri bir Katolik okulunda. Yüzbaşı, Katolik okuluna saldırılmayacağını düşündüğü için onun kurtulacağına inanıyor. Karısıyla diğer çocuklarını kaçırmaya çalışıyor. Aslında araları pek de iyi olmayan kardeşine, karısıyla çocuklarını kaçırması için yalvarıyor. - Seni tanıyorlar, diyor, senin radyodaki konuşmalarını seviyorlar... Ailemi kurtar. Kardeşi de isteksizce kabul ediyor bunu. Silahlı gençlerin kurduğu barikatlardan, militanlar o radyocuyu sevdikleri için rahatça geçiyorlar. Ama askerlerin nöbet beklediği bir kontrol noktasında durduruluyorlar. Askerler, kadının ve çocukların Tutsi olduğunu anlıyorlar. Çocukları yere yatırıp makinelilerle tarıyorlar. Bu sırada, Hutuların radyosu sürekli yayın yapıyor. "O hamamböceklerini gördüğünüz yerde öldürün," diyor, "Ama bunun için mermi harcamayın... Palalarınızı kullanın." Hutu gençleri, yakaladıkları Tutsileri palalarla parçalıyorlar. Yüzbaşının kızının bulunduğu Katolik okulunu da basıyor Hutular. Okulun Katolik papazı kızları Hutulara teslim ediyor. Subaylar kızları sıraya diziyor. - Hutular bu tarafa ayrılsın, diyorlar. Ama Hutu kızları arkadaşlarını bırakmak istemedikleri için ayrılmıyorlar. Subaylar hangilerinin Hutu, hangilerinin Tutsi olduğunu anlayamıyor. Bir rahibe, subaya yalvarıyor, "Onları kızlarınız gibi düşünün, ne olur" diyor, "Onların bir suçu yok." Subay, rahibeyi dipçikleyerek yere yıkarken bağırıyor. - Benim kızlarım hamamböceği değil. Ve, bütün kızları kurşuna diziyorlar. Hutu kızlarıyla Tutsi kızları birlikte ölüyorlar. Yüzbaşının kızı da öldürülüyor. Karısı Tutsi olduğu için adı "Tutsi sempatizanına" çıkan yüzbaşı da bir arkadaşıyla Hutuların bölgesinden kaçmaya çabalıyor. Birleşmiş Milletler askerlerinin bulunduğu bir yere geliyorlar eski bir arabayla. Birleşmiş Milletler askerleri "zencileri" kurtarmayı reddediyor. Sadece beyazları kamyonlara bindirerek bölgeden ayrılıyorlar. Yüzbaşıyla arkadaşı da Birleşmiş Milletler konvoyunun arkasına takılıyor. Bir kontrol noktasında konvoy durduruluyor. Hutu milisleri, Birleşmiş Milletler konvoyuna geçmesi için izin verip yüzbaşıyla arkadaşına "Siz kimsiniz" diye soruyorlar. Yüzbaşının arkadaşı "Biz konvoydanız" diyor. Birleşmiş Milletler subayı ise, "Onlar konvoydan değil" diyerek onları bırakıp gidiyor. Silahlı milislerden biri yüzbaşının arkadaşına adını soruyor. - Adın ne? - Muzanga Mkuyoba... - Senin adını bu sabah radyoda duydum, diyor iriyarı bir milis, sen vatan hainisin. Dönüp yüzbaşıya bir pala veriyor. - Hadi bakalım göster bizden olduğunu, öldür bu haini. Yüzbaşı elinde palayla ne yapacağına karar veremeden dururken bir başka milis yerde diz çökmüş bekleyen adamı vuruyor. Bütün yollar ölü dolu zaten. Hutu gençleri yakaladıkları bütün Tutsilerle, "Tutsi sempatizanlarını" yol kenarlarında öldürüyorlar. Her gün yirmi-otuz bin insan öldürülüyor. Bütün dünya katliamı izliyor ama ne Birleşmiş Milletler, ne Avrupa ne de ABD müdahale ediyor. Büyük bir insan mezbahasına dönüyor ülke. Yüzbaşı ailesini bulabilmek için ülkenin içinde saklanarak bir yerden bir yere gidiyor. Gittiği her yerde ölülerle, cinayetlerle, kan kokusuyla vahşileşmiş milislerle, öldürmeyi bir eğlenceye çevirmiş askerlerle karşılaşıyor. Tam yüz gün sürüyor katliam. Yüz gün sonra Tutsi birlikleri Hutu ordusunu yenerek başkente giriyor. Bu sefer Hutular komşu ülkelere kaçmaya başlıyor. Tam iki milyon Hutu ülkeyi terk ediyor. Büyük katliamın sorumluları yakalanıp uluslararası bir mahkemede yargılanıyor. Kurtulan Tutsiler mahkemelerde tanıklık ediyor. Yargılananlar arasında yüzbaşının kardeşi de var. Yüzbaşı onu ziyarete gidiyor. Ve, bütün ailesinin öldürülmüş olduğunu kardeşinden öğreniyor. İki düşman gibi bakıyorlar birbirlerine. Birbirlerinden nefret ederek bakıyorlar. Ruanda bugün eski yaralarını sarmaya çalışıyor. O korkunç katliamın bütün toplumun ruhunda bıraktığı yarayı iyileştirebilmek için uğraşıyor. Ama hálá mahkemelerde tanıklık eden Tutsilerin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği söylentileri var. Bu korkunç olayın en önemli sonuçlarından biri ise bizi de ilgilendiriyor. Fransızlarla ve Belçikalıların bazen gizli bazen açık desteğiyle yaşanan bu soykırımdan sonra Ruanda'da Müslümanların sayısı neredeyse beş misli artıyor. Çünkü Katolikler ve Protestanlar, zavallı katliam kurbanlarını katillere teslim ederken Müslümanlar onlara sahip çıkıyor, çoğunu saklayarak hayatlarını kurtarıyor. Bu soylu davranışlarından dolayı Müslümanlar toplumun en saygıdeğer kesimi haline geliyor. Müslümanlık, "en insani değerlerden" biri olarak görülüyor. Bir dinin, bir inancın, bir fikrin zorbalık ve korkuyla değil, insanca davranışlarla yaygınlaştırılabileceğinin en önemli kanıtlarından biri oluyor Ruanda bu açıdan. Ahmet Altan
-
baykal'ın kabusları..
Onlara da AKP'nin burokrat elitleri diyelim sayin Cyrano. Ama Turkiye'nin burokrat elitleriyle de karistirmayalim derim. AK Parti'nin burokrat elitli parti olusu CHP'nin o hepimizin bildigi burokrat elitin temsilcisi olmasi gercegini ortadan kaldirmiyor. Ne AKP'nin demokrasi disi hareketleri CHP'den oturu, ne de CHP'nin antidemokratik yapisi AKP'den oturu temizlenmez. Birini elestirisi digerini aklamamali...