Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Ağırlama...
Ne zaman çok özlesem, Ne zaman çok acısam, Ne zaman... ... İşte ne zaman bişeyler olsa... Bu müziği açarım hep... Toplasanız 1:28dakika birşey yapıyor ama ardarda çalınca, süresiz... Ve bir o kadar da sızlanışlarım, serzenişlerim... Öyle işte... Yani toplasanız... Aslında toplayamayacağınız kadar çok şey ifade ediyor... Avni'yi ağlarken çok göremezsiniz... Bakın... Yazık di mi ona? Yazık... Neyse yaa... Hadi Eyv...
-
Freyja
Hımmm... Ben de bir şiir koyayım bari... Ama bu Freyja'ya özel... " Bahçelerde Maydanoz, Gel bize bazı bazı. Ben annemi özledim, Yaşasın 23 Nisan... "
-
Tanrı'nın Psikolojik Kaynağı...
Sayın Demirefe... Biraz heyecanlandınız sanırım... Olsun, önemli değil... Bakın ben "Bilim"in "Tanrı" diye bir sorunu olduğunu hiç söylemedim... Bilim'in hiç bir zaman "Tanrı"yı açıklama girişiminde olduğunu da söylemedim... Aksine; Bilim'in "Tanrı"nın varlığı ya da yokluğu ile ilgilenmediğini söyledim hep... Benim belirtmek istediğim, "Bilim"in Tanrıyı niteleyip nitelememesi değildi ki? Belirtmek istediğim şey "Soyut bir Tanrı"nın psikolojik ve felsefik olarak nasıl var edildiği idi... Ve "Soyut" bir "Tanrı"nın varlığını ispatlamaya yönelik bir şey yazmadığımdan ve nitelemediğimden de adım gibi eminim... Yazımı tam anlamı ile okumamışsınız anlaşılan; Belki de alıntıladığım iletinizde, Tanrı'nın organları olarak nitelediğiniz herhangi bir organla okudunuz, bilemiyorum... Hindistandaki kast sistemi "Tanrı"ya dayalı değildir pek... Tabu ve Totemlere dayalıdır tam olarak. Her kastın farklı farklı totemleri vardır, inanç yapıları vardır... Katılaşmış ve kemikleşmiş "Kutsiyetlere" dayanır aslında... Bu neyse ama ben "Tanrının kolu", "Tanrının eli", "Tanrının başı" gibi bir şeyden de hiç bahsetmedim ki? Bunu nereden çıkardınız? Aslına bakarsanız sizinde "Soyut Tanrı" şartlanmasından kurtulabildiğinizi artık hiç sanmıyorum. Çünkü "Varlık" ve "Tanrı" sorunsalını ele aldığımızda iki soru ile karşılaşılıyor sığ beyinlerce yöneltilen: - "Tanrı" "Somut" ise, başı, kolu, ayağı, aklı, beyni cartı curtu nerede? - "Tanrı" "Soyut" ise, sıfatları falanı fistanı neyi ifade ediyor? Nedense bu iki ihtimal arasında sıkışıp kalmış insanlar... Ama üçüncü bir şey var: "Varlığın Tanrı'nın ta kendisi olması durumu..." Bu illa ki başı, kolu falanı filanı olmasını gerektirmiyor... Saygılarımla...
-
Tanrı'nın Psikolojik Kaynağı...
- Tanrı'nın Psikolojik Kaynağı...
Çok kısaca yazacağım... Gerçi pek inanmıyorum kısa yazacağıma ama yine de deneyeceğim Öncelike "Tanrı" kavramı en eski toplumlardan beridir "Doğal Gerçekliği"n ulaşılmaz ve korkulan bütünlüğünü ve büyüklüğünü tasvir etmek için kullanılmıştır. Eski ve ilkel yani "Bilgi" bakımından "Medeni" toplumlardan çok çok daha az ve yüzeysel ve sığ bilgiye sahip topluluklar, aslına bakarsanız "Tanrı"nın ne olduğu konusunda çok daha net ve incelenebilir, anlaşılabilir bilgiler ortaya koymuşlardır. Mesela bugün eski toplumların; Gök Gürültüsüne, Güneşe, Aya, Toprağa/Üremeye, Doğuma/Üremeye (kimi toplumlarda penise), Ölüme, Savaşlara/Yıkımlara/Afetlere... Yani aklınıza gelebilecek her türlü doğal olay, olgu ya da veriye "Tanrı"lık atfettiklerini açıkça ifade edebiliyor ve görebiliyoruz... İsteyen istediği kadar "Maddeden ayrı bir Tanrı"nın varlığını kanıksayarak "Hayır efendim ilk insandan beri İslam dini vardır" dese de bunun aslında bir "Evet" bir de "Hayır" cevabı vardır... "Evet, Çünkü ilk insandan beridir insanlar doğayı "Tanrı" olarak nitelemişlerdir." "Hayır, Çünkü ilk insandan beridir insanlar doğayı "Tanrı" olarak nitelemişlerdir." Biraz karışık mı oldu? Açayım... İnsanlık tarihi ilerledikçe ve eski olaylar ya da Tanrı nitelemeleri geride kalıp efsaneleştikçe, insanlar "Doğa"nın nitelendiği bu kavramı "Soyutlaştırma" ihtiyacı hissetmişlerdir. Niçin mi? Şöyle ki; Öncelikle "Doğa" Avcı-Toplayıcı ilkel ve yetersiz bilgiye sahip toplumlarca "Tanrı" olarak nitelenmiştir... İnsanlar "Tarım" ve "Yerleşik" toplumlara evrildikçe "Tanrı" olarak atfedip üstesinden gelemedikleri doğa olaylarının üstesinden gelmeye başlamışlar ancak yine de ilkel duygu ve korkularını "Doğa"ya tam anlamı ile hükmedemedikleri ve anlayamadıkları için yenememişler ve bu sefer "Tanrı"yı "Maddeden ayrı, soyut" bir şekilde ifade etmişlerdir. Kısaca; İnsanın "Soyut Tanrı" ifadesi aslında Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in bildirdikleri inancın yorumlanmasından kaynaklanan bir hatadır. Gerçekte Hz. Muhammed dahi "Tüm Varlığı" "Tanrı" olarak atfetmiş ve Soyut değil "Gerçek" ve "Var olan" bir "Tanrı" anlayışı ortaya koymuştur... Tanrı, Kindardır = Doğa'ya zarar verdiğinizde, dengesini değiştirdiğinizde sizden öç alırcasına afetler yaratır. Tanrı, Sevgi doludur-Affedicidir = Doğa'ya sevgi ile yaklaştığınızda sizi doyurur, besler. İhtiyaçlarınızı giderir. Tanrı, Bilgilidir-Herşeyi bilir = "Bilmek" tasviri "Öğrenmeye" dayandırılmaktadır bugünün insanlarınca. Oysa "Bilgi" o dönemlerde "Var olmak"ı ifade ediyordu. Aslında bugünde öyle. Biz doğada var olan bir formülü, veriyi keşfederek haznemize kazıyoruz ve böylece benliğimeze katarak "Bilmiş" oluyoruz. Hz. Muhammed ya da diğer peygamberler ve filozoflar, insanın tüm bilgisini "Doğa"dan edindiğini keşfetmiş olacak ki, doğa'nın insanın bilmediği daha nice bilgileri "Biliyor" olduğu kanısına varmıştırlar. Kısaca; Doğa hakikaten de her şeyi bilir... Sosyal bilgilerimiz dahi doğa'nın diyalektiğinin/eytişiminin bir bilgisidir, gerçekliğidir. Tanrı, Yaşamın kaynağıdır-Herşey O'ndan gelmiş ve O'na dönecektir = Bunu ayrıntılamaya dahi gerek yok aslında. İnsan doğa'nın bir parçasıdır, aklı ile kendi ait olduğu doğaya da etki edebilir... Ancak yine döneceği yer "Doğa"dır. Bir "dönüşüm"ün halkalarından sadece biridir ve o dönüşüme mahkumdur... Tanrı, İnsana şah damarından daha yakındır = Daha önce bu ifadenin, diğer toplumlarda geçtiğini Sayın BrainSlapper arkadaşımız örneklemişti. Buna bir ekleme yapmak istiyorum; İlk filozoflardan beridir ifade edilen şey, kişinin gerçeği bulmak için öncelikle "Kendisine Yönelmesi"dir. "Tanrı"nın insanın kendisinde olması da bunu ifade etmektedir. İnsana şah damarından daha yakın olan şey, yine insanın kendisidir... Tanrı, herşeye kadirdir-Herşeye gücü yeter = Doğa'nın, gücünün yetemeyeceğini düşündüğünüz, herhangi bir düşünüz var mı? Doğa'nın gücünün yetmediği herhangi bir bilgi, veri, olay ya da olgu var mı? Ya da şöyle söyleyeyim; Doğa'nın kendisinden ayrı ve aşkın bir devinimin olması mümkün mü? Elde edeceğimiz en büyük ya da en küçük bir veri dahi doğanın bir parçasıdır ve doğaya aittir. Doğadan ayrı hiç bir şey olamaz ve yoktur. "Soyut Tanrı" kavramın düşündüren şey, aciz insanın bu gerçeği kavrayamaması ve kabullenememesidir. İşte "Şirk" dediğimiz şey de aslında budur; "Varlık"tan başka bir "Varlık"ı tanımlamak ve tasvir etmek... Yani "Tanrı" ile "Varlık"ı ayrı tutmak... Terazinin iki ayrı kefesine koymak... Bir kefede "Tanrı", diğerinde "Varlık"... Tanrı, ulaşılmazdır = İnsan, sonsuz uzayı düşündüğümüzde, doğanın bütününü sizce kavrayabilecek midir? Bilim doğayı acaba tam anlamıyla çözebilecek ve ona hakim olabilecek midir bir gün? Hiç sanmıyorum... Tanrı'nın "Ol" demesi = Daha önce de bunu ifade etmiştim... "Ol" deyiş, illa ki "Anlık" bir mesel olarak ele alınır. Oysa ki her zaman şu söylenir ki aslında "Anlık Ol İfadesi", Kur'an-ın bu kabulü ile çelişir; "Tanrı'nın zamandan ayrı olması"... Tanrı zamandan "Ayrı" ise, O'nun için nasıl bir "An"dan bahsebiliriz ki? Dolayısı ile "Ol" ifadesi "Zamansal" bir niteleme değil, "Varlığın Meydana Gelişi" ile ilgili "Gerçek" bir ifadedir. Yani karşı çıkacaksınız biliyorum ancak "Ol" ifadesi "Oluş"u ifade etmektedir ve ne yazık ki hakikaten de "Doğa" bir oluş sergilemekte ve varlığındaki herhangi bir çelişki neticesinde, yeni bir "Oluş"u ortaya koymaktadır. "Eytişim"i tam olarak anladığınızda "Ol-Oluş"u da kavrarsınız... Gerçekten de "Tanrı-Varlık" yeni bir şeyleri hep "Ol"durmaktadır. Bunu çok önce de belirtmiştim... Tanrı'nın "Kader"i = "Kader" kelimesi "Kur'an da da "Ölçü" anlamında geçer. Ve "Doğa" gerçekten de "Ölçü"lere göre yani "Formüllere" göre devinimini gerçekleştirir. Yani her devinimini aslında formülüze etmek ve sayılara ya da bizim kavrayabileceğimiz ölçülere dökmek mümkün. Yer çekiminden tutun maddenin enerjiye - enerjinin maddeye dönüşümü bile formülüze edilebilmektedir. Bizim anladığımız "Kader" ise bu gerçeğin çarpıtılmış ifadesinden başka bir şey değildir. Ama şu gerçekliği var; İnsan gerçekten de doğa'nın var ettiği Ölçüyü/Kaderi değiştiremiyor. Yağmuru yağdırmayı öğrensek ve yağmur yağdırmış olsak bile, doğa'nın koyduğu formülleri uygulamadan yapamıyoruz bunu... İnsan kopyalasak bile, doğanın formüllerinden ya oluşundan soyut ya da ayrı bir formül ile yapmıyoruz. Doğanın özünde olan devinimi kopyalayarak yapıyoruz bunu sadece... Her halükarda doğanın koyduğu ölçülere mahkumuz... Kur'anda geçen "Tanrı'nın 99 ismi"ni bu açıdan ele alırsanız eğer "Gerçek"e ulaşmamanız için elinizde hiç bir neden yoktur diye düşünüyorum... Daha önce bir çoğunu, değişik konularda hep ele almıştım... Özet; -"Soyut - Maddeden Ayrı Tanrı" inancı, Doğayı niteleyen "Tanrı" kavramının mitos haline gelmesi ve git gide doğanın "Tanrı" ile nitelenen olay ve olgularına hükmedebilen insanın "Tanrı" kavramını "Soyutlaştırması"nın bir sonucudur. Örnek; Yönetilen askerler ve insanlar, karşısında çaresiz kaldıkları "Savaşlar" için birer "Savaş Tanrı"sı yaratmışlardır. Ancak benim gördüğüm kadarıyla "Savaşları" çıkaran "Önderler" bu ifadeyi sadece halkı yönlendirmek için kullanmışlardır. Kendilerinin "Savaş Tanrısı" gibi bir Tanrı'nın olduğuna inandıklarını hiç düşünmedim... En azından inanmış görünmektedirler. Çünkü insan "Kendi Yarattığı" hiç bir Tanrı'ya inanmaz... Ve "Soyut Tanrı" kavramı da bize oradan mirastır. -Bu da yine Sayın Hoppa'ya nisbetle yapacağım bir özettir; "Ene'l Hakk" Konuyu daha da ayrıntılamak isterdim ancak daha önce çok belirttim bu konuda... Ancak diğer arkadaşların görüşleri doğrultusunda "Tanrı"nın "Psikolojik" (Birey psikolojisi ve Toplum psikolojisi açısından) olarak nasıl bir hale büründürüldüğünü daha da genişletebilirim... Dip not; Biliyorsunuz ki, uzun zamandır burada bu konuda bir çok fikrimi açık açık ifade ettim. Kaldı ki bu tür düşünceleri sergileyenler "Sen İslamı bilmiyorsun, anlamıyorsun." gibi ithamlarla karşılanırlar. Çünkü önkabulleri yıkmak, atomu parçalamaktan zordur, bilirsiniz... Zaten Hallac-ı Mansur, Nesimi bu yüzden öldürülmemiş midir? Şeyh Bedrettin'in "Varidat"ını tavsiye ederim mesela... Söylediklerimin "Gerçeğin Kendisi" olduğunu iddia etmiyorum ancak "Gerçeğin bir parçası" olduğuna tam anlamıyla inanıyorum. Şimdiye kadar yanıldığımı düşündüğüm noktalar oldu ancak bu görüşümü yıkacak kadar değillerdi. Ancak yine de günden güne daha iyiye doğru bir değişim sürüyor... Aslında "dip not" koyma huyum olmamasına rağmen bu "dip not"u şu nedenle koydum... Geçenlerde bir arkadaşım, bir makaleye ulaştırdı beni ve inanamadım... Yazar, düşündüklerimi tam anlamı ile ifade etmişti... O yazıyı buraya alıntılamak istiyorum... Saygılarımla...- Dikkat: Yeni Fikirler - Yeni Düşünceler - Yeni Arayışlar
Bizim "Yabancı Dil Eğitimi" ve "Mizah" bölümleri tavsiyeleri noldu yahu?- Scrat
İndian Scrat Bu gerçek Scrat değil tabii ki... Ama bulunsun istedim yine de...- Scrat
Gone Nuty- Scrat
- Birce
İyi bayramlar birce... Harçlık topladın mı bari? Kardeşim yok, askerde... Biz her bayram onunla birlikte gezerdik... Hiç ayrı gezmedik şimdiye kadar... Bende bu durumu protesto için hiç bir yere çıkmadım...- ........Tengeriin boşig.......
Çok sağolun Sayın ErdalAktaş... Hatırlamanız çok hoş yahu... Teşekkürler... Sizinde bayramınız kutlu olsun.. . Birce çok sağol... Hayat ile bu aralar pek bir münakaşalıyız be! Nerede karşılaşsak saç saça, baş başa karışıyoruz valla... Neyse, yuvarlanıp gideceğiz artık... Sana da niye umut dolu bayramlara...- Tanrı'nın Psikolojik Kaynağı...
"Tanrı Nedir" konusu ile alakalı bir konu aslında biraz... Ama "Ene'l Hakk" adıyla açılan konuya da yazmak isterdim açıkçası. Ama baktım tekrarlardan öteye gidemeyeceğim, Yeni bir şeyler aktarmak amacıyla bu konuyu açayım dedim... Tanrı'nın gerçekteki varlığından ya da yokluğundan ziyade, Biz "Tanrı" olarak neyi adlandırdık? Ya da "Tanrı" dediğimizde ne geliyor aklımıza? "Tanrı" kavramının nitelediği şey nedir? Dinleri ya da inançları tümden bir kenarıya bırakın. Kur'an-dan, İncil'den, Tevrat'tan ya da diğer inançlardan bildiğiniz kabulleri unutun... Sadece tek başınıza kendiniz düşünün... Eğer "Tanrı" var ise "O" nasıl bir şeydir... Yani bu dürüst bir soru sadece. Tanrı'nın varlığına inanmanız gerekmiyor... Sadece "Tanrı" kavramının, insandaki psikolojik kaynağını Ve "Tanrı"nın yanlış adlandırılmasındaki nedeni açıklamaya çalışacağım... Sizce "Tanrı"nın sahip olduğu özellikler nasıl olurdu? Yani kendi "Tanrı" kavramınızı anlatmanızı istiyorum... Ha bazı TanrıTanımaz arkadaşlar bu soruya yanlış bir anlam yükleyebilirler. O yüzden onlara da şöyle sorayım: "Sizin reddettiğiniz Tanrı'nın özellikleri nedir?" "O'nun ne özelliklerde bir Tanrı olduğunu düşünüyorsunuz?" Burada "O şefkatlidir" ya da "O Canidir" gibi nitelemeleri ya da sıfatları sormuyorum. Onun "Varlığının" sizce nasıl bir özniteliğe sahip olduğunu soruyorum... Umarım açıktır... Cevaplara göre, konuyu genişletmek istiyorum... Saygılarımla...- Kuran'dan bilime ışık
Sayın Hoppa... Siz yetenek denildiğinde illa ki "Patron olma" yetisi gibi bir yetinin olduğunu mu düşünüyorsunuz? İşçinin emeğini sömürebilmeye imkan veren vicdani bir yapısı olan insan yetenekli midir? Ha "Yetenek"ten kastınız nedir, önce bunu ortaya koymalısınız... İş kurup, patron olabilmekte ise bu; Bir insanın zeki olması ya da para akışından anlaması, diğer insanları kendi tahakkümünde çalıştırmasına haklılık mı vermektedir? Bakın ben ekonomiden o kadar çok anlamam. Daha doğrusu "Ticaret kafası" yoktur bende. Bilirsiniz, ticarette kar edebilmek için birazcık düzenbaz olmak lazım. Şimdi ben bunu yapamıyorum diye "Yeteneksiz" yani "Zekasız"mıyım? Velev ki öyleyim diyelim, Diğer bir düzenbazın, bende tahakküm kurmasına haklılık verir mi bu? Bu bir boyutu... Başka bir boyutu daha var... Yahu örneklerle gidelim... Ben diyorum ki, toplumun her bireyi Diğer bir bireyin yetiştirilmesinde sorumludur ve bu sorumluluğu taşır... Yetiştirilen birey, en verimli olabileceği meslek gurubuna ya da işe dahil edilir... Kapitalist düzende ne olur? Siz bir işverenin yanında bir şef konumundasınızdır diyelim. Yanınıza bir işçi verirler. Siz o işçinin "uygun" olup olmadığını tespit edersiniz. "Uygun" olup olmadığını patrona bildirirsiniz. Patronda o işçi uygun değilse, kişiyi işten atar... O işçinin niçin yeteneklerini geliştirmediği, Ya da işe verimli hale nasıl getirilebileceği, Siz onu işe almadığınızda başına neler geleceği ya da kendisinin neler yapacağı Sizi ve patronunuzu zerre kadar ilgilendirmez. Çünkü "Kapital"inizin peşindesinizdir. Benim düşlediğim ve olacağını düşündüğüm düzende ne olur? Sizin yanınıza bir işçi verirler. Siz onun yetisini kontrol edersiniz. Yetersiz ise direkt olarak bunun nedenini tespit için ilgili birime gönderirsiniz... Bu ya "Rehberlik Danışmanlık" olur; belki psikolojik bir sorunu vardır diye... Ya "Sağlık Hizmetleri" olur; belki sağlık sorunu vardır diye... Ya "Eğitim Kurumu" olur; belki eğitim eksikliği vardır diye... Ya "Mesleki Uygunluk"u test ve tespit eden bir kurum olur; işe uygun mu değil mi diye tespit edilmesi için... Ya da başka bir ilgili kurul ya da dal olur... Bakın işte hem bireyi topluma kazandırırsınız, Hem de "Bilim"e inanılmaz bir ivme verirsiniz. Bilim, Kapitalizmde bu şekilde bir ivme kazanamaz... "İşveren"in ve onun "Yamağı"nın ötesine geçemez... Çünkü en son tespit yetkesi bu ikisindedir. Oysa Sosyalizmde Toplum ve Bilim, bireyler üzerinde tek tek bir sorumluluk sahibi olacaktır. Ya da ben öyle olmasını umuyorum... Ve yine soruyorum; İnsan emek verir, kazanır tabii ki... Ancak diğer insanları sömürmek hakkı verir mi bu ona? Sosyalizm, en azından benim anladığım Sosyalizm asla "Haybeden para kazanmak" amacı gütmez. Ancak üretim ilişkileri açısından her bireyin çalışmasını öngörür. Herkese de öyle motamot bir eş maaş verilmez, ki kimse de bunu savunmaz... Bakın öncelikle hiç bir Sosyalist, "Üretimin Olmayacağı" "Gelişimin Olmayacağı" ve insanların "Mağara Döneminde Yaşayacağı" bir dünya hayali kurmaz. Herkes yine teknolojik gelişime katkıda bulunacaktır. Yine dünya dönecektir. Ve öyle ki ileride üretim ilişkileri bile çok farklı bir hal alacaktır emin olun... Değişim araçlar ve nitelikleri değişecektir. İhtiyaçlar değişecektir... Değişmeyecek olan tek şey, Eğitimli insanların "Eşitlik" güdüleri olacaktır. Kapital zihniyeti, açıkçası uygun eğitime maruz kalmış insanlar olarak göremiyorum... Kusura bakmayın... Bence kapital eğitim kurumları, fabrikasyon beyinler ortaya koyar... Kazanımlar açısından ise Elbette ufak farklılıklar olabilecektir. Bilim üreten eğitimli ve topluma faydalı birisi ile bir tuvalet işçisi elbette aynı maaşı almaz. Ancak kimse de kimsenin kölesi edilemez... Hizmet topluma olur... Ben bir kimsenin parası ile ve sermayesi ile Diğer kimseler ve devlet üzerinden tahakküm kurmasına olanak veren bir sisteme karşıyım. Ve bu Kapital sistemin çökeceğinden de eminim. İnsanlık bilişsel olarak ilerliyor ve bu keşfedilecektir. Sayın Hoppa kusura bakmayın ama Uzun bir cevap yazmışta olsam, İletinizin "Sosyalizm"i nitelediğine inanmıyorum. Saygılarımla...- burjuva resmi ideoloji:KEMALİZM
Sayın Cyrano... Söylediklerinize pek bir şey eklemeye gerek yok aslında. Sanırım "Atatürk'e Saldırmak" alışkalık haline getirildiği için, Saldıran kimseler artık sırf laf olsun diye saldırıyor... Forumda örnekleri çoktur... Gerçek hayatta da çoktur... Boğaziçi Üniversitesi hakkında: Bilirsiniz, her üniversitenin görevi bilim üretmektir... İki sene önce kadar, bir yılda en az makale yayınlayan üniversite ("üniversitelerden birisi" değil, "tek üniversite") olduğu açıklanmıştı... Adı var, ancak bilim'den eser yok...- bayramınız mübarek olsun!.....
Bugün yaşlı bir teyze bana bayram harçlığı verdi kartını götürdüm diye... 24 yaşında harçlık toplayan ilk bayram çocuğuyum heralde...- BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Ben mi?- Kuran'dan bilime ışık
Kimse "Armut piş ağızıma düş" demiyor Sayın Hoppa... Aksine kimsenin sermaye edinmemesini, insanları kendi bireysel ya da limited çıkarları için çalıştırmamasını istiyorum... Bilim'in "Sermaye" için değil "İnsanlık" için yapılmasını istiyorum. Eğitim'in "Sermaye" için değil "İnsanlık" için hizmet etmesini istiyorum. Teknoloji'nin "Sermaye Sahipleri"ne değil, insanlığa hizmet etmelerini ve parası olanın değil herkesin canını kurtarmasını istiyorum... Kimsenin yan gelip yatmasını değil, herkesin insan olmanın gereği olarak "Çalışmasını" ve hakkı olanı almasını istiyorum... Emeğimin karşılığını tek bir kimsenin ya da bir kaç ortağın değil, ya da patronların oluşturduğu kurumların ya da onların borazanlığını yapan vekillerin değil, toplumun adaletlice belirlemesini istiyorum. Bir hasta yatağında ölümü beklerken, bir kimsenin kendi varlığından bir organını satmamasını istiyorum... Ve o insanın satmaya mecbur bırakılmamasını istiyorum... Karşılıksız verebilsin, verebileceği bir ortam sağlansın istiyorum... Yeteneklerimi, patronumun oğlu ile eşit şartlarda ve eşit imkanlarda geliştirmek istiyorum, ki bu durumda ortada "Patronum" diyebileceğim bir güruh'ta kalmayacaktır zaten... Ve ayrıca insanların yeteneklerini, insanları kullanmaya yönelik kullanmamalarını istiyorum; yalancılık, sahtekarlık ve dolandırıcılıkta bir yetenektir... Tıpkı kapitallerde olduğu gibi... Kısacası İnsan olmamın gereklerini istiyorum... Saygılarımla...- Kuran'dan bilime ışık
Peki Kapitalizm neyin eseridir Sayın Demirefe? İlk burjuvazi, bugünkü gibi bir liberal anlayışta mıydı? Ya da Burjuvazi yine feodalizmin bozulmaya yüz tutması ile oluşmadı mı? Ben söylediğimin Kapitalizmin eseri olmadığını söylemedim ki? Ama diyorum; bu eytişimdir, etkileşimdir... Sürecektir sonsuza kadar... Diyalektiğin ürünüdürler... Geçmişten bugüne kadar üretim olmuştur... Ve Gelişim bunun ürünüdür... Bugün için kapitalizm bir üretim biçimidir ancak sonsuz kadar kalmayacaktır Ve yerini Sosyal düzene bırakacaktır... Çünkü kendi çelişkileri aşılamayacak kadar büyüktür... İnsan bu çelişkileri aştıkça, doğal olarak söylediğim sonuca ulaşacaktır zaten... "Dün/Bugün/Yarın" gibi kesin çizgilerle sınırlı bir ayrım yoktur, Bilirsiniz Tarihsel Materyalizmi... ...Dün(Gündüz,Gece)Bugün(Gündüz,Gece)Yarın... Yani birbirini birikerek takip eder, devamıdır... Kopuk değildir... Birbirini yeniler... Hep öyle olmuştur... Kapitalizmin sonsuza kadar süreceğini iddia etmek ve doğanın kanunu olduğunu savunmak çok asılsızdır. Bakın çok basit bir sav olacak biliyorum ancak "Hükümdarlık" anlayışı da bu gibi düşüncelerle meşrulaştırılıyordu: "Başta mutlaka tek bir baş olmalı, nasıl ki bedende bir baş var ise... Yoksa aynı bedende iki baş olmaz, ülke dağılır..." Yani doğaya ait özelliklerle kabul edilir oluyordu... Kapitalizm tamamen öyledir Sayın Demirefe... En azından bizim deneyimlediğimiz Kapitalizm öyledir. Avrupa'nın bugünkü sosyal açıdan müreffeh olması ve dediğiniz duruma gelmesi, Ya da Sayın Hoppa'nın dediği gibi Almanya'nın Türklere iş kurduracak seviyeye ulaşması kendi "İç" dinamiğiyle mi olmuştur, Yoksa diğer dünya devletlerinin sömürülmesi ile mi? Çin-Hindi'ni işgal ettiren nedir? Çin-Afyon savaşlarının nedeni nedir? Hindistan'ın sömürülmesinin anlamı nedir? Afrika? Cezayir? Osmanlı? Mısır? Arabistan? Yakında Asyanın tamamı? Avrupa'nın refaha ulaşmasını elbette kapitalizm ile açıklarız ancak anlattığınız "Gülen yüzü" ile değil, Bu ülkelerdeki karanlık yüzü ile... Nedir bu ülkelere götüren bu savaşları ve kıyımları? "Sermaye arayışı" değil midir? Sermaye arayışı oldukça ve insanlığı idame ettirmenin yolunun sermayeden geçtiğini benimsedikçe "Pazar" arayışı ve dolayısıyla "Kıyımlar" durmayacaktır... İmkanı yok... Şekil değiştirecektir ancak durmayacaktır... Türkiye 150 yıldır demokrasiyi benimsemeye çalışan bir ülke. Belki de hiç bir ülke demokratik olmak için bizim kadar uzun süre çabalamadı... Niye hala olamadık? Becerisizliğimizden mi, yoksa kapitalizmin avucuna düşmüş olmamızdan mı? Pazar olmamızdan mı? Diyeceksiniz ki; "Sizde o silahı alın elinize, sizde o rekabete girin ve kazanın, Yetenekli olun kazanın..." İlki; büyük kapitaller, sizin büyümenize izin verir mi? Şirketlerde de böyledir bu, İmkan ve izin verilmez... İkincisi; o çarkların arasına mı girelim? Onlardan biri mi olalım? Kapitalizm içersinde büyük çelişkiler yaşadığı ve barındırdığı için yok olacaktır. Bir taraftan dediğiniz gibi "Gelişimi" çok hızlı tetikler, Diğer taraftan da "Geri Kalacak" bir yapısı da vardır... Bir taraf yükselirken, diğer taraf yok olmaya mahkumdur... Ayrıca kapitalizm işine geldikçe yeniliğe açıktır... Siyasete karıştığı an, Kültüre karıştığı an, Toplumun kabullerine karıştığı an Neye açık Neye kapalı olacağını asla bilemezsiniz... Mesela Aydın Doğan... Kaç farklı fikire ait, Kaç farklı kabule ait Kaç farklı gazete ve basın yayını var? Liberal, Sosyalist, Ülkücü, Tutucu, Popülist, Demokrat... Alın size Kapitalizm... Kapitalizm öncelikle bir ideal, Ve toplumsal bir amaç sahibi değildir. Kendi derdindedir. Toplumu ileri götürme ya da geri bırakma derdi ya da gereği yoktur. Gerçi siyasete karıştığı an bunu amaç edinir... Değişim oluyorsa, bu "Amacı" bu olduğu için değildir. Bu sadece bir üründür ve belki de amaçsız ama kaçınılmaz bir üründür. Kavga yapan iki çocuk düşünün... Amaçları sadece birbirlerini hırpalamaktır... Bunların her fırsatta kavga yaptıklarını düşünün.... Kavga yapmayı öğreneceklerdir değil mi? Oysa ki amaçları kavga yapmayı öğrenmek değildi aslında... = Kapitalizm... Ancak diyorum ki; Bilim, Teknoloji, Eğitim... Bunlar ancak ve ancak "Toplum" için Ve "Toplum" amaç edinilerek ortaya konulursa amacına ulaşabilir. Bunlar Bilimin gereği olarak ortaya konulur... Kapitalist düzende aynı ilacın içeriğini miligramlık değişkenlerle yapar ve satarsınız... Sosyalist düzende en iyisini amaçlar ve en yararlısı hangisi ise sadece ona öykünürsünüz. En azından Sosyalizm'in gereği budur... Kapitalist düzende doğayı kullanırsınız, Onu örnek alarak yeni teknolojik veya organik üretiler ortaya koyarsınız. Ve bunun patentini alırsınız. Oysa doğa sizden telif hakkı istemez değil mi? Bunu yapan adam İnsanlığı düşünmez. Sadece kendi kazanımını düşünür... Ben diyorum ki; Önce insanlıktır önemli olan... Aids'in çaresini bulduğunda bunun patentini alamazsın kardeşim... İnsanlığa karşılıksız hediye etmek zorundasın... Kanser için binlerce lira harcatmamalısın. Yaşamak her "doğan"ın hakkı ise bu çareyi hediye etmelisin yahu... Ameliyatlar için her gün yeni aletler icat ediliyor... Amaç yaşam kurtarmak mı, Yoksa para kazanmak mı? Kuzenim bir sağlık firmasında çalışıyor, yabancı kökenli bir firma... Hani acemi Türk Kapitallerinden de değil yani... Profesyonel Avrupa Kapitallerinden... Aleti alamayacak olan adam, ölecek... Parası olmayan adam ölecek... Ve bunu seyredecek... Öldürme işte onu... İnsana yap bu aleti kardeşim... Para için yapma... Kapitalizm "İnsan"ı önemsemez. Derdi "Sermaye"dir çünkü... Para-Kar'ı önemser, Çünkü sermayesinin kaynağı budur... Ve kapitalizm "Para" için yapmak zorundadır... Sermaye edinme mücadelesi olacaktır Sayın Dermiefe... Yeni pazarlar, yeni mücadeleler... Seni sermayeler, yeni savaşlar... Tek olacak olan şey; Savaşların şekli ve verdirdiği kayıplar olacaktır... Bakın; Rekabet öncelikle kendisini diğer rakibe üstün kılmaya Ve diğer sonra diğer rakibi zararsız hale getirmeye yöneliktir. Kapitalizm ve Sermaye kavgası asla "Refah"ı amaçlamaz. Aksine sermaye ediniminde olan tarafların menfaatleri çeliştiği an daha da şiddetlenecektir savaşlar. Şu olacaktır; Devlet ekonomik olarak hemen tüm alanlardan elini çekecektir. Ancak hukuk ve sosyal olarak halk üzerinde bir yetkesi olacaktır. Lakin en güçlü kapitalin güdümüne girmekten kurtulamayacaktır. Çünkü kendisi de idame olabilmek için bir kaynağa ihtiyaç duyacaktır. Böylece devlet, kendisi bir pazar olacaktır. Ve Sermaye edinme mücadelesini kazanmak isteyen her rakip, mutlaka devlete sahip olmaya öykünecektir. Çünkü öncelikle kendisini bu şekilde en güvenilir hissedecektir. Yani devlet tüm kurumları ile halk üzerinde yetke sahibi iken, Kapitalde devlet üzerinden halk üzerinde tahakküm edecektir... Çünkü diğer rakiplere karşı en kesin tedbir budur... Bakın mesela Cem Uzan'a ve Tayyip Erdoğan'ın akrabaları olan Albayraklara! Birisi tümden bitirilirken, diğeri tümden yükseltilir... Ya da Abdullah Gül'ün babasını örnekleyelim... Ya da o "Tüy Bıyıklılar" tayfasın tümden alalım... "Kapitalleşen Türkiye" bunun bir örneğidir ve bu hep böyle olacaktır kapitalizmde... "Etik" olarak ilerlemez kapitalizm, Pragmatik olarak ilerler... Adı ne olursa olsun... Uygulamada yine aynı olacaktır... Ve bu anlaşılacaktır... Belden aşağı çalışan olduğunda, Ya o belden aşağı çalışanlar yargı mekanizmasına hakim olmuşlarsa? Yahu dış kaynaklı kapital bir güç düşünün... Nasıl ki üke bazında büyük güçler olacaksa, Emperyal düzeyde de güçler olacaktır... Ve hükümetleri kuran kapitaller de olacaktır... Ne de olsa demokratik bir düzen... İş adamları siyasete de atılabilirler... Okuyup hakimde olabilirler... O da olmadı düzinelerce avukatlar edinebilirler... Devlet her ekonomik faaliyetten elini çektiğinde, Adalet dağıtıcıların maaşlarını nereden sağlayacaktır... Onların ekonomik kaygılarını nasıl yok edecektir? En yüksek maaşları tartışmasız adalet dağıtıcılar alır, Ve maaşlarının yükseltilmesi falan tartışma konusu bile yapılmaz... İşte kapital bunu satın alabilecek hale gelirse, Nasıl ve hangi yargı ile yargılayacaksınız? Küçücük bir devlette yargının güçlü olacağını sanmıyorum. Devlet ekonomik olarak kapitalden daha güçlü ve kapital üzerinde bu açıdan da yetke sahibi olmalıdır... Not: Bu tartışma, bu forumda gördüğüm en zevkli tartışmalardan birisi haline geldi... Saygılarımla...- Ben Melamet Hırkasını...
BEN MELAMET HIRKASINI Ben melamet hırkasını Kendim giydim eğnime Ar ü namus şişesini Taşa çaldım kime ne Haydar Haydar taşa çaldım kime ne Sofular haram demişler Aşkımın şarabına Ben doldurur ben içerim Günah benim kime ne Haydar Haydar günah benim kime ne Gah çıkarım gökyüzüne Seyrederim alemi Gah inerim yeryüzüne Seyreder alem beni Haydar Haydar seyreder alem beni Gah giderim medreseye Ders okurum Hak için Gah giderim meygedeye Dem çekerim aşk için Haydar Haydar dem çekerim aşk için Nesimi'yi sorsalar kim Yarin ile hoş musun Hoş olam ya olmayayım O yar benim kime ne Haydar Haydar o yar benim kime ne Aşık Nesimi- Kuran'dan bilime ışık
Yani o çarkların arasında girip, Yine kendiside o çarklardan biri olup, İnsanların emeğini çalan insanlar var öyle mi? İyi de bunun neresi eytişim oluyor ki? Neresinde bunun değişim ve diyalektik? Neresinden ilerleme ve gelişim? Bu övülecek bir şey midir? Bu sadece fasid daire... Başka bir şey değil ki? Oysa Tarihsel Materyalimz var... Bir gerçeklik var... Değişim kaçınılmazdır. Uzunda sürecek olsa bu düzen yerini terkedecektir mutlaka. Bizans 1000yıl sürdü. İskender densen ne kadar! Osmanlı 600 küsur... Hepsi için yıkılmazlar deniyordu... Kapitalizm içinde gülüyorlardı Feodal Beyler, burjuvaziye... Ama bakın bugün gerçek oldu. Şimdi de kapitalistler aynı şekilde Sosyalizme bakıyorlar. Yarın da, biz bugün nasıl ki feodal beylere gülüyorsak, Onlara gülünecektir, emin olun... Bakın artık paranın bile yavaş yavaş geçerliğini yitireceği bir döneme giriyoruz. Mesela Türk Ordusu bile yeni bir sistem geliştirdi. Askeri kimlik kartları çiplendi ve yenilendi. İçinde ne kadar kredi olursa oluyor ve her askeri bölgede Elinizi paraya değdirmeden istediğiniz her şeyi yapıyosunuz, alıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Japonya'da da bazı şehirlerde buna benzer uygulamalar var... Kredi kartı bile artık bu uygulamanın gerisinde kalıyor yavaş yavaş... Yani değişim araçları bile değişiyor... Şu an parayı kullanıyoruz ancak paraya değerini veren meta nedir tam olarak bilmiyoruz: Altın? Gümüş? Petrol? İleride belki değişim aracının niteliği ve neliği bile tam anlamıyla değişecek?! Öyle bir duruma geleceğiz ki belki de emeği satın alma gereği bile ortadan kalkacak, herşey robotlaşacak... Sadece tüketen bir toplum olunacak belki de... Yani demem şu ki Patron-İşçi ayrımı doğal olarak ortadan kalkacak. Kaçınılmaz olarak... Belki Karl Marks'ın tanımladığı gibi olmayacak bilemem, Ancak olacak... Ben Sosyalist bir düzenin doğal olarak kurulacağını düşünüyorum. Ancak kanlı ya da sert bir devrimin uzun yaşayabileceğini de pek düşünmüyorum. Sosyalizm doğal olarak gerçekleşecek. Bize düşen görev ise insanları eğitmek. Olacak olana hazırlamak. Ve olacak olanı gösterebilmek. Çünkü Patron ve İşçi ayrımı bir çelişki ve çatışmadır. İnsan bunu aşacaktır... Saygılarımla...- Kuran'dan bilime ışık
Öncelikle "Din-Sosyalizm" ve "Din-Kapitalizm" bağlamına değinelim... Gerçi uzun uzun yazmaya gerek yok; Mesela Sultan Galiyev "Sovyet Rusya"nın önde gelen düşünürlerinden ve eylem adamlarındandır. İslam ile Komünizm'i kendi içinde uzlaştırmış. Ve hatta öyle ki aynı akıma mensup kimseler Komünizmin Türk-İslam temellerini Şeyh Bedrettin'e, Börklüce'ye kadar götürür... Başka bir açıdan da şu var ki, Bugün İslamcı güruh'un "İslami" kabulleri tamamen "Kapitalizm"in güdümündedir. Tayyip misali "Tüy Bıyıkları" ile son derece kapital bir duruş sergilerler. Yani şunu demek istiyorum; Dinler öyle bir duruş sergiliyorlar ki, "Kapital"ler mi yoksa "Sosyalist"ler mi kesin bir sınır koyamıyoruz. Mesela Hz. İsa'nın "Havarileri" ile olan ilişkisi bir çok açıdan "Komünal" yaşam ile ilişkilendirilir. Ben Dinlerin Kapital ya da Sosyalist düzenlerle ilişkilendirilmesini gerekli görmüyorum açıkçası. Çünkü öyle görünüyor ki hem biz bu güne göre ele alıyoruz, Hem de o inançlar bu açılardan bu güne seslenme niyetinde değillerdi. Çünkü Siyasi ve Ekonomik kabulleri, ortaya çıktıkları dönemde sergilenebilecek yordamalara sahip. Kendilerinden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış akımlarla ele alıyoruz dinleri bence... Gelelim Sosyalizm ve Kapitalizm çıkmazına... Kanlı bir Sosyalist Devrim'i savunuyor değilim ancak Tarihsel Materyalizm'in geçerliliğine ve gerçekliğine inanıyorum. Sosyal Demokrasi kaçınılmaz olarak toplumların ideal kabulü olarak sonunda yerleşecek ancak eytişim olarak tabii ki orada kalmayacak ve ilerleyecektir. Kapitalizm, denildiği gibi "Vahşi Doğa"nın kanunudur. Aslan Ceylanı yer... Ancak insan için "İnsan insanı yer" diyebilir miyiz? Eskiden "Kölelik" "Hayatta Kalmak" için esaret ile yapılırdı. Ya şimdi? Yine hayatta kalmak için, bir takım yazılı sözleşmelerle yapılıyor. Farklı değil... Öncelikle "Sermaye" denilen meta ortadan kalkmalıdır. "Sermaye olmadan rekabet, rekabet olmadan gelişim olmaz" deyişi, Kapitalizmin bir uydurmasıdır. Çünkü "Gelişim" dediğimiz şey "Bilim"in gebesidir. Bilim ise rekabet ve para için yapılmaz, insanlık için yapılır, yapılmalıdır. Ancak kapitalist düzenin ilk kaygısı "Nasıl kar ederim"dir. Öncelikle kendisini düşünür... Ve bu kaçınılmazdır. Hiç bir patron, iki işçiden "İşe daha çok ihtiyaç duyanı"nı almaz... İşi daha iyi bilenini alır. Niye? Çünkü diğer insanın açlığı umrunda değildir. Kendi kazancıdır umrunda olan, toplumun fertleri değildir... Ancak ileride olacak olan şudur ki, Her birey işsiz kalmayacak derecede yeterli eve eşit koşullarda, Yetileri gereğince eğitim alacak ve kimsenin "Seçimine Maruz Kalmadan" bir iş sahibi olacaktır. Yani kelle hesabı seçilmekten kurtulunacaktır. Peki kapital düzen gerçekten "Fırsat Eşitliği" verebilir mi? Bir patron düşünün ve sıradan bir zekaya sahip çocuğu... Daha zeki ve yetenekli bir işçi çocuğu düşünün... Eğitimleri ve edindikleri fırsatlar gerçekten eşit koşullarda mı olacaktır? Ya da gelecekleri aynı standartlarda mı kalacaktır? İşçi çocuğu neresini yırtarsa yırtsın her zaman geriden gelecektir. Bakın, Sayın Demirefe'nin dediği gibi; Savunma hariç Eğitimden tutun tüm diğer toplumsal faaliyetler kapital düzende bir pazar olarak ele alınır ve işlenebilir. Şimdi uysallaşacağını düşündüğümüz kapitalizmi ele alalım, ki uysallaşacağı düşüncesi bir ütopya ve hayal olmasına rağmen: Eğitim veren kurumlar kapital gereği öncelikle kar amacı güdecektir. Kar amacıyla eğitimini kaliteleştirecek ancak bu yüzden müşterisinden talebi de o oranda artacaktır. Bir işçi çocuğu ile bir patron çocuğu işte öncelikle bu yüzden eşit koşullarda, en ideal eğitimi alamazlar. Oysa ki "Eğitim"in amacı toplumu bilimselleştirmek ve bilinçlendirmek olmalıdır. Siz gelirine göre farklı kalitelerde eğitim verdiğiniz çocuklardan ne bekleyebilirsiniz ki? Gerçek ve gerekli, ulaşılması gereken doğru bilgiye eşit koşullarda ve gerektiği gibi ulaşabilmelerinin imkanı var mıdır? İşçi alan kurumlarda kapital gereği öncelikle kar amacı güdecektir. Öncelikle bireylerin eğitimlerine bakacaklardır. Bilgiye eşit koşullarda ulaşamamış kimseler, yeteneklerini nasıl geliştirecekler? Malum gökten vahiy inmiyor değil mi? Uysallaştığını düşündüğünüz kapitalizmde bile mutlaka yüksek gelirli ve düşük gelirli "İşçi" "patron" ayrımı olacaktır. Patron evladiyesi ile işçi evladiyesi aynı eğitim kurumunda aynı kalitede eğitim göremeyecektir. İşçi çocuğu ne kadar yetenekli olursa olsun, daha kalitesiz bir eğitim alacaktır. Ve diğer birey ile yarışması ancak çok zorlu ve kazanması istisnai olacaktır Ya diğer yetenekli çocuklar? Aslına bakarsanız bu türlü küçük meseleleri geçelim... Bir de şu var... Kapitalde her zaman en önde olan bir "galip" olacaktır. Ve devlet tabiidir ki bir çok açıdan toplumu yasalarla şekillendirir. Devleti ise ayakta tutan aynı zamanda ekonomidir. Bu açıdan en büyük kapital ile devletin içiçe girmesi ve hatta zamanla o kapitalin haklarını güder hale gelmesi kaçınılmazdır. Amerika'daki Rockefeller ailesi gibi... Diğerleri kendi arasında döğüşecektir sadece. Bu da ayrı bir tarafı konunun... Açıkçası kapitalizm ne kadar uysallaşırsa uysallaşsın, kaçınılmaz sonun Sosyal Demokratik bir toplumsal yapı olacağını düşünüyorum. Kapitalist şirketler artık ülkeler arası sınırları kaldırmaktadır. Toplumlar giderek bu sınırsızlığa alışacakları gibi, Bunu tesis eden kapitalin iç yüzünü de görecek ve onu ortadan yavaş yavaş ama kararlıca kaldıracaktır. Yazımın yüzeysel olduğunun farkındayım... Açıkçası daha derine inip "Din" konusundaki bu tartışmayı alevlendirmek istemedim. Saygılarımla...- Ermeni yasası geçer neden mi?
Yahu bunun olacağı gün gibi ortadaydı arkadaşlar. Hiç şaşırmadım doğrusu... Niye mi? ABDullah gül, sağolsun Abd'nin uysal evladı... Tayyip Erdoğan desen aynı yolun yolcusu... Şimdi artık danışıklı dövüş devam edecek. Tabii ki şimdi kabul edeceklerdi, çünkü artık Türkiyenin başında kendi kuklaları var. Ne yaparlarsa yapsınlar, Abd'nin hazırladığı "Kınama" mesajlarını okuyup, Yine Amerikanın kuklalığını yapmaya devam edecekler. Hani hatırlarsınız, Bush, Rice falan Türkiye için ileri geri konuştuklarında Tayyip Erdoğan hemen çıkıp; "Yok canım yanlış anlaşılıyor, aslında öyle demek istemedi" diye borazanlık yapıyordu ya! Şimdi ne diyecek merak ediyorum aslında: "Yok canım yanlış anlaşılıyor, aslındak abul etmek istemedi" Yahu oyun bu oyun... "Kınama" mesajı yollamış... Peh peh peh... Tavşan dağa küsmüş, Dağın haberi olmamış... Not: Artık küçük insanların isimlerini "Küçük" yazma kararı aldım. Küfretmek yerine bu yolu seçeceğim...- Sucu Çocuk - Enst.
O saçları hayat yoldu be... Çekti kopardı... Baksana o da küsüp gidiyo zaten...- BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
"Kandırma" muhabbetti hala sürüyor... Daha önce uzunca yazmıştım ancak şimdi bir iki örnekle anlatayım: Bir dolandırıcı düşünün, mesela şu İstanbul'daki tramvayı, saat kulelerini, köprüleri saf vatandaşlara kiralayan ya da satan Sülün Osman bir "Kandırıcı"dır. Çünkü gerçekte o köprü ve saat kulelerinin kamu malı olduğunu ve kimseye ait olamayacağını bilir... Yani "Kandırma" dediğimiz şey, gerçeği bilen ancak bunu kendi menfaati için saklayan ve yine kendi menfaati için başka kişilere farkında olduğu ve yalan olduğunu bildiği bilgiler vererek gerçeklerden uzaklaştırır... Şimdi; Dinsiz arkadaşlar; Siz bir inananı "İnançsız" yaptığınızda, "Ben bu adamı kandırdım" mı dersiniz, Yoksa "Gerçeği gösterdim" mi dersiniz? Elbette ki "Gerçeği gösterdim" dersiniz, Çünkü o kimsenin size inanmadan önce inandığı gerçekliği Size göre yalandı ve siz ona iyilik yaptınız... Öyle ise kimseyi kandırmadınız... İnançlı arkadaşlar; Siz bir inançsızı "İnançlı" yaptığınızda, "Ben bu adamı kandırdım" mı dersiniz, Yoksa "Gerçeği gösterdim" mi dersiniz? Elbette ki "Gerçeği gösterdim" dersiniz, Çünkü o kimsenin size inanmadan önce inandığı gerçekliği Size göre yalandı ve siz ona iyilik yaptınız... Öyle ise kimseyi kandırmadınız... Bir İnançlı diğer bir İnançlıyı "Ateist" yaparsa Ya da bir Ateist diğer bir Ateisti "İnançlı" yaparsa İşte o zaman "Kandırmak"tan bahsebiliriz... Yazdıklarım açık ve nettir...- Çocuk İstismarı
1- Çocuk istismarı (çocuğa kötü muamele) nedir? Dünya Sağlık Örgütü negöre "Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek tüm davranışlar çocuğa kötü muameledir " 2- Cinsel çocuk istismarı nedir? Çocuğun kendisinden en az 6 yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacıyla zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz bırakılmasıdır. Ensest, tecavüz, çocuğu pornografi ve fuhuş malzemesi yapmaktan; teşhircilik, cinselliği kışkırtan konuşmalar, cinsel ilişki ya da pornografik film seyrettirme,cinsel organları okşama, oral sekse kadar değişen eylemler cinsel istismar spektrumu içindedir. 3-Seksüel davranışların suç olması için gerekli koşullar nelerdir? 15 yaşını bitirmemişkişiye yapılması (eylemde rıza olsa da suçtur), Reşit olmayan kişilere yapılması, Reşit olan kişiye zor ve şiddetkullanarak ya da tehditle yapılması, Hile ile gerçekleştirilmesi (narkoz, eter koklatma gibi),Akıl ya da bedenhastalığından muzdarip kişiye yapılması, 15 yaşını bitiren kızın evlenme vaadiyle kızlığınınbozulması, Seksüelolayların açıkta olması. 4- Hangi yaşgrubunda çocuk cinsel istismarı daha sıktır? Cinsel istismara maruz kalançocukların yaşa göre dağılımları incelendiğinde; %30 unun 2-5, %40 ının 6-10,%30 unun 11 - 17 yaş grubunda olduğunu görüyoruz. Bir başka deyişle olguların%70 ini küçük yaş grubu oluşturmaktadır. İstismara maruz kalan çocuklarda kız/erkekoranı 3 tür. Yurt içi yayınlarda ise kız/erkek oranı birbirine yakınbulunmuştur. İstismarcıların %96 sı erkek, %80 i de çocuğun tanıdığı birisidir. 5- Çocukistismarı tanısı nasıl konulabilir? Çocuk cinsel İstismarı tanısında fizikmuayenenin yeri nedir? * Fiziksel/genital muayenebulguları, * Çocukla yapılan istismartanı görüşmeleri, * Çocukta ortaya çıkan ruhsalbulguların değerlendirilmesi sonucunda multi disipliner bir ekip tarafındantanı konulmalıdır. Cinsel istismara bağlıolarak küçük çocuklarda sık görülen ve istismar açısından en spesifik bulgularcinsel içerikli oyun ve davranışlardır. Genital muayene bulgularıçoğunlukla normaldir ya da tanı koydurucu değildir. Genital muayene bulgularıolguların ortalama %20-30 unda normal, %10-15 inde kuşkulu (fissür gibi),%40-50 sinde non spesifik (kızarıklık, ödem, sıyrık gibi) bulunmuş, ancak%15-35 (sfinkter yırtığı, perianal ekimoz, hymende kaideye inen yırtık gibi)olguda tanı koydurucu özellikte olduğu bildirilmiştir. Genital muayenenin kapsamıkonusunda kuşku duyuluyorsa genel anestezi altında muayene gerekebilir. Muayeneöncesinde anogenital bölgenin değişik bölgelerinden alınacak örneklerspermatozoid bulunması durumunda istismarı doğrulayacağından önemlidir. Cinselyolla bulaşan hastalıklara ilişkin lezyonlar da cinsel istismar için tanıkoydurucudur. Cinsel istismara maruz kalan çocukların %70 ini küçük yaş grubuoluşturmaktadır 6- Cinsel istismar tanı görüşmesi sırasında görüşmeci nelere dikkat etmelidir? Çocuğun yaş ve gelişimineuygun (kognitif özellikler, zihinsel gelişim, sözcük haznesi) uygun sözcüklerkullanılmalı, çocuğa soruları yanıtlamak için yeterince zaman tanınmalı,çocuğun duygusal tepkileri dikkatle izlenmeli ve uygun tepkilerle çocukdesteklenmelidir. 7-Çocuklar muayene sırasında neler söylerler? Çok küçük çocuklar bileyaşadıkları önemli olayları, aradan uzun süre geçmesine karşın doğruhatırlayabilirler. Olayın anımsanması, olayın karmaşıklığına, çocuğunkatılımına, duygusal etkisine, çocuğun sözcük, bilgi düzeyine göre değişir.Kişiler ve yerden çok aktiviteleri hatırlarlar. Özellikle küçük çocuklardazaman kavramı gelişmemiştir. Özellikle okul öncesiçocuklar farklı görüşmelerde farklı (tutarsız) ancak %90 oranında doğru bilgiverirler (parçalı hafıza). Görüşme öncesinde yapılan görüşme ve yönlendirmelernedeniyle özel sorulara yanlış yanıtlar verebilirler. Açık uçlu sorularaerişkinler kadar (%94) doğru yanıt verirler. 8-Çocuklar yaşadıklarını neden söylemezler? * Kendilerine inanılmayacağından korkarlar. * Başlarının belaya gireceğinden korkarlar. * İstismarcının tehditlerinden korkarlar. * İstismarcıyı korumak isteyebilir, sevebilir ama yaptıklarını sevmezler. * Nasıl anlatılacağını bilmeyebilirler. * Cinsel davranışların yanlış olduğunu bilmeyebilirler. * Arkadaşları tarafından dışlanabileceklerinden korkarlar. * Homoseksüel olarak adlandırılabileceklerinden korkarlar. * Büyüklerle (otorite figürleriyle) cinsel * konuları konuşmaktan utanırlar, korkarlar. * Gammaz olarak adlandırılmak istemezler. * Iyi çocukların cinsellikle ilgili sözcükleri kullanmasının doğru olmadığı söylenmiştir. 9- Çocuklar sonunda nasıl söylerler? İstismarınderecesi, sıklığı artar ve çocuğu korkutursa, Cinsel istismardan korunmaylailgili bilgi alırsa ve kendisine yapılanın doğru olmadığını fark ederse vesöylenmesi gerektiğini öğrenirse, Çocuklar sırlarını en yakın arkadaşları ilepaylaşmak isteyebilirler. Kardeşler ikendisinin ilk istismar edildiği yaşa gelmişse onları korumak maksadıyla,Ergenliğe gelmişse hamilelikten korkar ya da istismarcının baskısındankurtulmak için, Çocuk güvenebileceği ve kendisi ile yakından ilgilenen biryetişkinle karşılaştığı zaman, Fiziksel bir yakınması (üriner enfeksiyon vb.)sonrası doktora gittiğinde. 10- Cinsel istismara maruz kalan çocuklarda görülebilenbulgular nelerdir? Tekrarlayıcı,rahatsız edici düşünceler, Olayla ilgili kabuslar, Uykuya dalma güçlüğü(karanlık olayı çağrıştırabilir ya da kabus göreceğini düşündüğü için uyumakistemez), öfke patlamaları, konsantrasyon güçlüğü, İlkokul sonrası ve adolesanlardaflashback ler (olay anını yaşıyormuş gibi hissetmeleri-durumu çıldırmış gibihissettikleri şeklinde açıklarlar), Olayı anımsatan nesnelere karşı yoğun psikolojik sıkıntı, korku reaksiyonu, Olayıanımsatan yerler, kişiler, görüntüler ve konuşmalardan kaçınma,Yineleyici oyunlar (olay sırasında yaşadığı sıkıntıyı oyun sırasında yenerler, çünkü oyunukendileri yönlendirebilirler). Yaşınauygun olmayan cinsel davranışlar, Cinsel davranışlarda artma, masturbasyon,Yaşadıkları cinsel travmayı yeniden yaşama ve tekrarlama eğilimi: cinseloyunlar oynama, erişkinleri ayartıcı davranışlarda bulunma gibi, Cinsel kimlikbozuklukları, Cinsel işlev bozuklukları, Cinsel istismara uğrayan çocukların %50 sinde travma sonrası stres bozukluğu görülmekte, depresyon,düşük benlik saygısı, intihar davranışları, damgalanmışlık hissi, alkol ve madde kötüye kullanımı eşlik edebilmektedir. Borderlinekişilik bozukluğu saptanan kişilerin %70-80 inde, çoğul kişilik bozukluğusaptanan kişilerin %85-95 inde çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü pozitifbulunmuştur. Yine cinsel istismarda bulunan kişilerin de %60-95 inde öyküpozitiftir. Çok küçük çocuklar bile yaşadıkları önemli olayları, aradan uzunsüre geçmesine karşın doğru hatırlayabilirler. - Tanrı'nın Psikolojik Kaynağı...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.