Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Anne karninda olan bir bebege...
İnanılmaz...
-
Kabul Edilen Dualarımız..
Dua mı Sayın Taurusmutis? Dua hı? Ben hayatımda hiç ipe sapa gelir dualar etmedim aslına bakarsanız. Yani olsa da olur, olmasa da olur cinsinden dualardı ettiklerim. Tuttuğu zaman farkedilmeyecek dualardı... Annemin amcasına biz "Dede" derdik. Aslında sayısını bilmediğim kadarınca torunu vardı ama ölüm döşeğindeyken niye onca torunu varken, Kardeşininde, yani öz dedeminde onca torunu varken beni çağırmıştı? Yataktaydı dedem, ve son nefesleriydi belli... Anca yetişmiştim... Diz çöktüm... "-Dede!" "-Ahmet..." "-Geldim!" "-Annen geldiğinde küçücüktü, çok çile çekti büyüttü seni. Anneni üzme. Sınavı kazanacaksın sen, merak etme." Sınava girecek olan tek torunu da ben değildim. Ertesi günü vefat etti... Ve bir ay kadar sonraki ÖSS sınavını kazandım... Kazanmak için hiç dua etmemiştim... Onunki dua mıydı, bilemem... Aradan yıllar geçti... Bundan 3 sene öncesinin iki-üç ay sonrası kadardı. Birisi vardı ve ben ilk ve son defa birisi için dua ettim. Kadir gecesiydi. Bütün gece... Sabaha kadar... Onun için dua edeceğimi adı gibi biliyordu... Artık yorulmuştum ve yatmaya hazırlanıyordum. Bir mesaj geldi: "Benim için dua etme boşuna. Bu böyle olmak zorunda, kısmet deyip geçelim n'olur..." O gün artık hiç kimse için dua etmeyeceğime yemin ettim. Ve de hiç dua etmeyeceğime... Ve kimse için dua etmiyorum artık, Kendim için bile...
-
***GüNe NaSıl BaŞlArSıNınZ.***
Uyanarak...
-
Ahlak
Alkışlıyorum... Beklediğim kısa ve net cevap buydu sanırım...
-
En Güzel Avartar Sizce Kimin ?
Teşekkürler BlackCADY... Senin avatarında pek hoş yani...
-
........Tengeriin boşig.......
Çok sağolun Sayın BlackCADY... Söylediklerinizin içtenliği çok hoş... Sizin duruşunuzda takdire değer doğrusu... Umarım sizde umduğunuz geleceğe sahip olursunuz. En önemlisi, umutlarınıza kavuşabilmeniz... Saygılarımla...
-
En Güzel Avartar Sizce Kimin ?
Seninde avatarın pek bir karizma ama be!
-
ölüm olmasaydı neler değişirdi...
Bir gün kendimi öldürürdüm... Ölüm hayatın bir parçası ve olmak zorunda... Aslında kişisel olarak ölüm diye bir şeyin olduğuna inanmıyorum. Yani varlık hep var olacak. Ve varlığı bir bütün olarak ele aldığınızda, siz onun küçük bir parçasısınız. Yani bedensel olarak sadece formunuz değişiyor o kadar... Şöyle düşünün: Vücudunuzda hergün onlarca hücre ölüyor ve yerine yenileri geliyor... Sizin ölümünüzde tüm varlık için böyle bir anlam ifade ediyor işte. Önemli olan tüm varlığın ilerlemesi, gelişmesi... Bunu kavrayınca sonsuza kadar yaşamak ya da ölmek hiç bir anlam ifade etmiyor. Ben o yüzden ölmekten korkmuyorum... Ama unutulacak olmak çok koyuyor doğrusu...
-
Mitoloji ve Aşk
Hay hay! Niye olmasın Sayın ADMİN...
-
sence bekaret önemli mi?, erkekler için çok tuzak bi soru .kıvırın.
Şu ev araba konusuna fazla takmışsınız Sayın Taunus Korayyy... Bakın bence Öz Güven eksikliğinizi bu gibi şeylere yüklüyorsunuz. Şimdiye kadar hiç bir kız benden böyle şeyler istemedi açıkçası. Hatta bunlar doğrultusunda bir eksikliği hiç hissetmedim. Dediğim gibi, bence bu bahaneleriniz buz dağının sadece ve sadece görünen kısmı. Buz dağının altında çok daha büyük eksiklikler var gibime geliyor. Çünkü bu bölümde yazdığınız iletilerin %90ında hep aynı şeyleri söylemekten Ve "Ekşi Sözlük" ağızını kullanmaktan öteye gitmiyorsunuz. Söylemleriniz sadece ve sadece sizin kendi gerçekliğinizi oluşturmaktadır. Asıl olanı değil... Saygılarımla...
-
Aldatmanın Psikolojisi...
Sayın Yam_yam... Bende burada aslında Aldatmanın doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmak istemiyordum. Psikolojik temellerini ele almak istiyordum... Dediğiniz gibi Aldatmanın iki yönü vardır: "Ben = Bireysel - Psikolojik" ve "O = Toplumsal - Felsefik" Aldatma bu "Ben" yönü ile "Psikolojik" bir eylemdir. Ve yaptığınız açıklamalar Felsefik değildir diye düşünüyorum. Bunun üzerinden hareket edersek bir kaç tespitte bulunmak isterim. Öncelikle "Cinsellik"i "Beslenme" ile benzeştirmişsiniz, Lakin bu çok uygunsuz bir benzetmedir bence. "Cinsellik" Beslenmeden farklı olarak ayrıca "Yaşam Güdüsü"dür. Yani "Cinsellik" dediğimiz zaman sadece "Seks"i kastetmiyoruz aslında. Yaşamın temelinde, Varoluşun ve Doğanın temelinde vardır. Mesela bir bebeğin "Süt Emme"sindeki doyumundan aldığı zevk bile "Beslenme Doyumu" nedeni ile değil "Cinsellik Hazzına Doyum" şeklindedir. Bebek bu dönemde "Oral Gelişim Dönemi"ndedir, Haz/Cinsel Doyum bölgesi ağızdır. Daha sonra Anal Dönem gelir ve "Dışkılama" eylemi önem kazanır, Haz bölgesi Anal bölgedir. Ergenlikte ise Cinsel Organları oluşumu ile Haz bölgesi buraya kayar. Gördüğünüz gibi "Cinsellik-Yaşam Güdüsü" "Haz bölgesi" olarak devamlı yer değiştirir ancak devamlı olarak hep vardır., Ancak Açlık sadece bedeniniz enerji kaybettiğinde ortaya çıkar. Böylelikle "Cinsellik/Haz" bir "Amaç" değil, bir "Araç"tır... Beslenme ise "Amaç"tır. "Beslenme"nin verdiği zevk ile "Cinselliğin verdiği zevk" benzerlik arzetmez. Bir örnek: Sigara içenlerde "Dudak Tiryakiliği" denen bir vaka vardır, bilirsiniz... Bu bebeğin "Meme Emme" dönemi olan "Oral Dönem"in sağlıksız geçirilmesinden kaynaklanır mesela. Ancak nedeni "Açlık" değil, Bebeğin "Oral Dönem"deki haz bölgesi olan ağızın-dudaklarının tatmin olacak şekilde meme emmemesinden kaynaklanır. Gördüğünüz gibi "Açlık" değildir etkili olan; "Cinsellik"tir. Mesela Cinsel İhtiyacını "Başarılı", "Olumlu" ve "Olağan" şekilde dizginleyen, bastırabilen insanlar bu ihtiyaçlarını çeşitli hobilere yönlendirmektedirler. Dikkat ederseniz hiç bir hobisi ve yeteneği olmayan bir kimse ile Vaktini geçirebileceği bir çok hobisi ve yeteneği olan bir kimsenin "Cinselliği" arasında çok fark vardır. İkincisi genelde daha sağlıklı, sağlam ve olgun bir Cinsellik yaşamaktadır. Diğeri ise cinsel ihtiyacını yönlendirebileceği yeteneklere ve hobilere sahip olmadığı için sağlıksız bir cinsellik eğilimi sergiler. Dolayısıyla "Cinsellik"i gerekli şekilde dizginlerseniz Sonuçta doğan şey "Estetik Kaygılar" olmaktadır. Picasson'nun çizdiği kadın resimleri, Leonardo'nun Mona Lisa'sı... Ya da aklınıza gelebilecek Aşk Şiirleri... Romeo ile Jüliet... Bir insanı "Aç" bıraktığınızda bu yapıtları ortaya koyamaz... Kaldı ki "Beslenme İhtiyacını Dizginleme" diye bir şey de söz konusu olamaz. Acıkırsınız, yersiniz... Tekrar acıkana kadar acıkacak olmanız aklınıza gelmez... Cinsellik ise bilinç dışı etkenlerle devamlı hayatınızda etkindir. Ya da mesela "Oruç"u ele alalım... "Cinsel Hazza" karşı gösreteceğimiz Sabır ile "Açlığa" karşı göstereceğimiz Sabır aynı sonucu mu verir? Öyle ise "Oruç" gibi bir eylemin insanı "Erdem"e götüreceğini kabullenmeniz gerekmektedir... Başka bir örnek vermek gerekirse: Freud "Totem ve Tabu" adlı kitabında "Cinsel Tatminsizlik" yaşayan eşler hakkında şöyle bir psikanalitik tespitte bulunur: "Kişiler üzerinde yapılan psikanalitik incelemelerinin bize gizli duygular hakkında öğrettiği bilgiler, bazı başka etkenler daha bulunduğunu gösterir. Evlilik hayatında kadının psiko-seksüel ihtiyaçlarının tatmin edilmediği hallerde, cinsel birleşmenin eksik bir şekilde sona ermesi, zevcenin cinsel heyecanlarını yşayışının monotonlaşması halinde daima bir tatminsizlik halinin meydana gelmesi tehlikesi vardır. Yaşlanmakta olan anne, çocuklarının hayatını yaşamak suretiyle kendini onlarla bir saymak, onların heyecanlarını kendi heyecanı yapmak suretiyle kendini bu tehlikeye karşı korur. Ana-Baba çocukları ile genç kalır, derler. Gerçekte Ana-Babanın en değerli psikolojik kazancı budur." Kısaca: Cinsel tatminsizlik ya da cinsel arzular farklı duygulara yönlendirilebiliyor ve o duygular geliştirilebiliyor. Gerçi Açlığında bazı duyguları geliştirdiğine dair iddialar var ve "Oruç" konusu da bunu kapsamaktadır belki... Ancak yine de ikisinin bir eşitlik sergileyebileceğini düşünmüyorum pek... ... ... ... ... ... ... ... Söylediğim gibi "Cinsellik" bir ihtiyaçtan çok "Hayatın Kendisidir." Amaç değil, var kalmak için bir araçtır. Bu yüzden "Makarna" örneğiniz ile "Cinsellik" benzetmeniz bence yerinde değil. Bir kimse çok sevdiği ve haftada en azından 4 gün yediği makarnayı Ömrü boyunca, ancak farklı soslar kullanarak da bıkmadan yiyebilir; aynen benim gibi... -------------------- Ayrıca Tek ve Çok Eşlilik konusuna da değinmek isterim: İnsan'ın tek eşli mi yoksa çok eşli mi olduğu konusu "Kesinlik" kazanamamış bir yargıdır. Çünkü ne yazık ki insan psikolojisine dair, Hayvanları sınıflandırdığımız gibi kesin tespitler yapamıyoruz. Çünkü "Akıl" ve "Bilinç" denen bir muamma karşısında kalıyoruz. Bundan ziyade "Bilinç Altı" denen muamma da her türlü yargıyı alt üst edebiliyor. Yine insanların "Kıskançlık" ve "Sevdiğini Paylaşamama" duyguları, İşte bu "Tek Eşli" ve "Çok Eşli" yargılarını bir anda alt üst ediveriyor. Eğer insan "Çok Eşli" ise niçin sevdiği eşini paylaşamıyor, kendisi de bu doğaya sahip olduğu halde? Eğer "Tek Eşli" ise niçin başkasını arzuluyor? İlkel toplumlar "Tek Eşli" midir, "Çok Eşli" mi? (ilkel tolumlar insan psikoojisinin en doğal halini sergiler) Dinler çok eşliliği olumlu karşılamalarına rağmen, bu duruma maruz kalan kadınlar niçin hoşnutsuzluk yaşarlar? "Aldatmak" insanların "Doğasında" var ise, insan "Aldatılmayı" niçin kabullenememektedir? Ya da belki de "Aldatılmamak İsteği"dir insanın doğasında bulunan? Çünkü kimsenin "Aldatılmayı" hoş karşılayabileceğini sanmıyorum... "Aldatmak" ve "Aldatılmama İsteği" ya birlikte var ise insan doğasında? Kişi sevdiğini paylaşabilir mi, kendisi başkaları ile birlikte olabiliyorken? İşte bunlar insan psikolojisinin ne denli karmaşık ve çelişkili olduğuna dair sorgulamalardır benim için... Ve Sonuçta bunlar kesin cevap veremeyeceğimiz sorular gibi duruyor... Sonuçta insan için Tek Eşlilik ve Çok Eşlilik hakkında kesin bir yargıda bulunmamız imkansızdır. Çünkü Tek Eşlilik ve Çok Eşlilik tamamen bireyin yaşantıları ve psikolojisi ile ilgilidir. Psikanaliz tek tek bireylerin "Çok Eşliliği tercihinin" veya "Tek Eşliliği tercihinin" nedenlerini ortaya çıkarabilmektedir. Ki ben Tek Eşlilik ya da Çok Eşliliğe bir "Tercih" meselesi olarak bakıyorum. Çünkü insan "Tercih Yapabilme" yeteneğine sahip, bilinçli bir varlıktır. ... ... ... ... ... Şuna da belki aşamadığım bir çelişki olarak değinmek isterim: Kişisel olarak her ne kadar insanların eğiliminin "Tek Eşlilik" olduğunu düşünsemde Kabul etmem gerekir ki, her birey hayalinde bir süre sonra farklı bir partner hayal ediyor olabilmektedir. Yani bir kimse bir kimseyi severken, başkasından da hoşlanabileceği yargısını (istemsiz de olsa) kabul etmek durumunda kalıyorum. Çünkü insan kendisini tatmin edebilecek her türlü hazza olumlu tepki vermeye meyillidir. Bir kimseyi çok sevsenizde, başka bir kimseyi (sevmediğiniz halde) arzulayabilirsiniz. İşte bu durumda "Aldatma Eylemi"ni gerçekleştirip gerçekleştirmemeniz durumu söz konusudur? İşte bunun yargısı "Ahlak Felsefesi"nin konusuna girer, Ki Sayın Yam_Yam sizin "Aldatmanın -O- Yönü" olarak tanımladığınız tarafı da budur bence... Yani "Felsefik" tarafı... İnsanın "Çok Eşli" mi yoksa "Tek Eşli"mi olduğu konusunda kesin bir fikir öne süremeyeceğimizi düşündüğümü söylemiştim. Bence bu en sonunda bir "Tercih" meselesiymiş gibi duruyor. "Kıskançlık" duygusunun "Tabu"larla şekillendiğini düşünmüyorum, Aksine bu durumu etkileyen en önemli faktör yine kişinin psikolojik donanımıdır. Sevgilisini aldatmayı normal olarak yapabilen bir kimse, Kendi aldatılışını kaldıramayabilmekte ve kıskançlık krizine girebilmektedir. Örnekleri gerçek hayatta mevcuttur. Kız ya da Erkek olsun, Hangi toplumda yaşadığı pek önemli değil... Kendisi karşı cinsten başka bir kimseyi hayal ettiğinde haz duymaktadır, Ancak sevgilisinin karşı cinsi hayal ettiğini öğrenmesi onda kırgınlık yaratabilmektedir... Aynı toplumda ve hatta aynı ailede yaşayan kimselerde "Kıskançlık" tepkisinin şiddeti farklılıklar arzedebilmektedir. Bunun temel nedeni; "Partnere olan güven-güvensizlik" "Kişinin kendisine olan güveni-güvensizliği" "Kişinin yaşantıları ile birlikte psikolojik durumu" ve ancak "Toplumsal kabulleri"dir... Sonuç olarak şunu eklemek isterim ki: -"Aldatma" eylemi, alışkanlık haline gelebilen bir eylemdir. -Birey diğer insanlara ne denli "Cinsel Tatmin Aracı" olarak bakıyor ise Aldatmaya da o kadar yatkındır. -Cinsel yaşamdaki çok eşlilik (ki ben buna kişisel düşüncem olarak -sıradanlık- diyorum), aile bağlarında, özellikle çocuklar ile olan ilişkilerde zayıflığa ve kopmalara neden olmaktadır... Çocuklar Annenin Babayı, Babanın Anneyi aldatmasını bir "Haksızlık" ve "Olumsuzluk" olarak algılamakta ve olumsuz tepki vermektedirler. -Cinsellik "Aileye/Topluma" ve "Bireye/Bireylere" zarar verecek hal aldığı vakit ortada bir "Rahatsızlık" var demektir. (Bilindiği gibi bir kimseye psikolojik olarak -hasta- ya da -rahatsız- teşhisi konulabilmesi için bu öğelere olumsuz etkide bulunmaya başlamış olması gerekmektedir.) Bu konuda Toplumun etkisiz olduğunu söylemiyorum Ancak "Toplum" tek başına etken değildir diye düşünüyorum... ADSL kotam dolduğu ve internete fazla giremediğim için ne yazık ki okunmayacağını bile bile uzun bir cevap yazmak zorunda kaldım. Eksiklerimin ve yanlışlarımın mutlaka olacağını ve olduğunu biliyorum. Ve öyle ki bazı verileri yanlış ele almışta olabilirim. Yapılacak eleştiriler bu eksikliklerin giderilmesinde olumlu katkı yapacaktır, eminim... Saygılarımla...
-
Ahlak
İtiraf etmek gerekirse, Olumlu ya da olumsuz her hangi bir yorum getiremeyeceğim kadar Açık ve Net... Ancak adet bozulmasın bir tespit yapmak ve soru sormak istiyorum: Toplumda Kopuk bir kimsenin İyi-Kötü ayrımı elbette ki "Toplum" içinde yaşamış birisinden çok farklı olacaktır. Bu açıdan bakıldığında; Siz elbette ki "Bilimsel Temelli Evrensel Ahlak"ı savunuyorsunuz ki kabulleriniz nedeniyle öyle değil mi? Peki toplumdan kopuk bir ahlaki yapı oluşturan kimse için ne kadar nesnel ya da bilimsel diyebiliriz? Ve tabi asıl bir soru daha var; Toplum içinde yaşayan insanlar ne kadar "Bilimsel Ahlak"a sahip olabilmektedirler? Bu da konunun farklı bir boyutu ancak bunlar "Ahlak Felsefesi"ne giriyor ne yazık ki... Ben ise burada Ahlaki kazanımların Psikolojik Temellerini ele almak istemiştim. Bu açıdan da fikir belirtirseniz sevinirim... Sayın KeskinKalem... İletiniz için teşekkürler. Konuyu ele almak istediğim açıdan genişletirseniz sevinirim... Alıntıladığım iletiniz bir adımdır... Saygılarımla...
-
"Öz Güven" mi önemlidir, "Öz Saygı" mı?
Sayın Yam_yam... Yazdıklarınızda haksız değilsiniz... Koyuladığım iletinizde belki yanlış değil Ancak şu var ki "Öz Saygı" kavramı Avrupa kaynaklı Ve henüz yeni bir kavramdır ve tam bir içerik kazanamamıştır... O yüzden belki bilimsel belki değil, Biz belki yeni ve zengin anlamlar yükleyebiliriz... Ben "Öz Saygı" kazanımını sağlamış bir insanın "Olgunluk" dediğimiz kazanımı gerçekleştirmiş olabileceğini Ve bu yüzden "Öz Saygı" ile "Başkasına Karşı Gösterilen Saygı" arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Çünkü "Öz Saygı"sını kazanmış bir insan En azından "Kendine yapılmasını istemediğini, Başkasına da yapma" bilgisine sahip olmuş olacaktır... Konuya bu açıdan bakıyorum... Yine de katkınız yadsınamaz... Saygılarımla...
-
........Tengeriin boşig.......
Sevmek ne demek? Can Yücel'e bayılırım... Sende kendine dikkat et İyi yaptın be Lil... Giremiyorum artık sıkça, kotam doldu Video için çok sağol, Hatırlanmak güzel... Oooo... Sayın KeskinKalem... Hoşgeldiniz... İltifatlarınız için çoğ sağolun, Sizde pek farklı değilsiniz, size ait Mutlu olun, Teşekkürler...
-
Mitoloji ve Aşk
Biri benden kopya çekmiş anlaşılan Sayın Freyja...
-
LilaC..
Seney bende atanıcam zaten... Şükür ki branşlarımız ayrı, yoksa işsiz kalırdın...
-
Ahlak
İşte Koyulaştırdığım iletiniz nedeni ile "Bireysel" yani "Toplumdan Kopuk" bir Ahlaki anlayışın olamayacağını düşünüyorum. "Ahlak" İnsanlar arası etkileşimin bir sonucudur... Gelenekselleştirilmiş bir örüntüsü vardır. Temel anlamda bir "Bireysel Ahlak" anlayışı daha var ki bu bireylerin "Ergenlik" dönmelerinde ortaya çıkan Ve "Var olan normlara karşı tepki" sonucunda bireyin, toplumun kabullerini değerlendirip Kendi yargılarını oluşturması sonucu ortaya çıkar... Ancak bu yine "Toplumdan Kopuk" bir anlayış sergilemez, Çünkü kendi yargılarını yine topluma göre oluşturur. Ve genelde "Ergenlik Dönemi"nden sonraki "Genç Yetişkinlik" döneminde Bu "Ben" merkezci "Ahlak" anlayışı yerini "Topluma Uyum"a dayalı "Ahlaki Kabuller"e bırakır. Çünkü birey, bir toplumda yaşadığının ve toplumun yenilenmekle ve ilerlemekle birlikte Bireylerin toplumla, Toplumunda bireyle uyum içinde olması gerektiği yargısına varır... Söylemek istediğim şu ki: İnsan "Toplumsal-Sosyal" bir varlıktır ve "Ahlak"ı meydana getiren en önemli öğe bireyin bir toplumda yaşaması gerektiği gerçeğidir. Toplumdan kopuk bir bireyin "İyi-Kötü" yargıları, başka bir insana yönelik olmadığı için Tek başına ve toplumdan kopuk bir insan bu nedenle "Ahlaki Kural" oluşturamaz. Dediğiniz gibi "Soyut Kavramlara (Tanrı'ya) nispeten oluşturalan "Ahlaki" kurallar bile Eylemin bir ucunda "İnsanın" olması gerektiğini baz alır... En azından bu normların kaynağı yine insanın kendisidir... Ben "Toplumdan Kopuk olduğu halde Ahlaki Kurallar" oluşturabilmiş bir kimse örneğine rastlamadım açıkçası... Yine de, Mesela bir insanın İnsandan başka canlı varlıklara karşı eylemlerinin "Ahlak" açısından ele alınması kafamı karıştırmaktadır Sayın Yam_yam... Bu konuda fikir belirtirseniz sevinirim. Çünkü şöyle ki; Bildiğim kadarı ile Fransa'nın ormanlık bir bölgesinde hayvanlarla birlikte yaşamış bir çocuk bulunuyor. Çocuk daha sonra eğitilmek isteniyor ancak bu pek mümkün olmuyor. Ancak çocuk hakkında fikir yürütmek gerekirse, Çocuk hayvanları öldürmenin "İyi" ya da "Kötü" olduğuna karşı bir yargı oluşturmuş olması olasıdır. Çünkü hayvanları ailesi gibi görmüş olması pek doğaldır. Bu da dediğiniz gibi Ahlaki Yargılar Oluşturabildiğini ortaya koymaktadır... Yinede o çocuğu yönlendiren, İnsanın yerini almış bir Canlı Varlıktan söz etmekte olduğumuzu unutmamak gerekir... Cevabınızı merakla bekliyorum, Açıkçası ben kesin bir yargı ortaya koyamadım... Saygılarımla...
-
Forrest Gump (1994)
"Hayat Bir Çikolata Gibidir... İçinden Ne Çıkacağı Belli Olmaz..." Forrest Gump... Beni etkileyen müthiş filmlerden birisi... Tom Hanks'in oyunculuğu başlı başına eşsiz... İnanılmaz... Zeka seviyesi 75 olan bir kimsenin Neler yapabileceğini gösteren huzur dolu bir film... Yalnız kalmanın verdiği huzuru yakalayabilmenin ne demek olduğunu anlatıyor kimi zaman... Nedensiz yere koşabilmeyi... Verdiği sözü tutabilmeyi... Arkadaşına ve arkadaşlığına sadık kalabilmeyi... Ön önemlisi; Düşünsenize, bir hayat kurtarıyorsunuz... Hayatını kurtardığınız kişi sakat kalıyor ve bu yüzden sizden nefret ediyor... Ama bir yandan da sizi tarifsiz bir şekilde seviyor... Ve o tükendikçe, siz onu tekrar tekrar kurtarıyorsunuz... Ve bunu sadece yapıyorsunuz, nedensiz... Ve sani hiç yapmamış gibi hayatınıza devam ediyorsunuz, yüzüne vurmadan... Saflığınızla... Ne kadar huzurlu birisi olursunuz değil mi? İşte bunu anlatıyor... Bir hayatı bile karşılıksız kurtarabilmeyi, Ki severken bile karşılık beklemeyi adet edinmişken biz... "Sonsuza kadar sevebilmenin" mutluluğunu anlatıyor, Ve "Sevildiğini" bilmenin... Ve anlatıyor: 75 zeka seviyesinde olan birisinin, İnanılmaz dostluklara imza atabileceğini... Mükemmel bir film... İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum... Çünkü anlatamıyorum....
-
Onlarda Mehdi'yi Kendi Çocuklarını Tanır Gibi Tanıyacaklar...
Bana, o kendisi alay ediyormuş gibime gelmişti... İthamım için kusura bakmayın...
-
"Öz Güven" mi önemlidir, "Öz Saygı" mı?
Sayın Yam_yam... Söyledikleriniz doğruluk içermektedir ancak eksik var diye düşünüyorum. Yine de yanlış bir tespitte bulunmak istemem... "Öz Güven" dediğiniz gibi bireyin kendi benliğine "Saygı" duymasını da ardından getirir. Mesela "Mastürbasyon"u ilk defa yaşayan bir çocuğun öncelikle kendisine güveni gelir ve sonra bu kendi benliğine saygısını doğurur. Daha sonra "Cinsel Birleşme"yi yaşayan bireylerde de bu görülür. Ya da yazdığı bir kitabı satış rekoru kıran yazar... Takımı kazanan bir antrenör yada taraftar... İşte "Öz Saygı"nın önemi buradan kaynaklanıyor: Mesela takımı kazanan bir taraftar, yeterli derece Öz Güveni olduğu halde "Öz Saygı"yı yeteri kadar edinememiş ve "Holiganlaşmış" olabilir. Çünkü "Öz Saygı" derken içerdiğini düşündüğüm şey aynı zamanda "Empati" ve bireyin kendisine duyduğu saygı kadar başkasına da saygı duyma ediminin kazanılmış olmasıdır... Kitapları çok satan bir yazar Öz Güven yaşadığı halde kibirli davranışlar sergileyebilir... Cinsle birlikteliğinde başarılı olan bir kimse, karşı cinse "Cinsel Obje" olarak bakma eğiliminde olabilir... Saygılarımla...
-
sence bekaret önemli mi?, erkekler için çok tuzak bi soru .kıvırın.
Sayın Koray/Taunus... O kadar kısırsınız ki, Hep aynı şeyleri söylemekten öteye gidemiyorsunuz...
-
Kelebek / Papillon
Filmi dün izledim... Bu filmi izleyebilmek için ADSL kotamı tüketmem gerekti, Çünkü internetten indirdim filmi... Ve bu yüzden şu an iş yerimden kaçak giriyorum net'e Bu ay bitene kadarda forumdaşlarımla olamayacağım bu yüzden... Ama değdi doğrusu... Gerçekten çok güzel bir film... Herşeyden önce umudun hiç yitirilmemesi ve özgürlüğe olan bağlılığı çok müthişti... Filmin sonunda Dega, Papillon'un denizde öleceğini söylüyor... Dega : "Öleceksin biliyorsun..." Papillon : "Ne fark eder ki?" Gerçekten özgür olmadıktan sonra Yaşamanın ne anlamı var ki? Ama ölümü seçen aslında Dega oluyor... Ne ironik... Muhteşem bir filmdi... Saygılarımla...
-
CNBC dizilerideki yaşamlara özenen fakir kızlar
Sayın Taunus/Korayyy... Kadınlara karşı olan bu tepkilerinizin yoğunluğu şüphe uyandırıcı. Size bir forumdaş tavsiyesidir: Derhal bir Psikiyatr'a ya da Psikolog'a başvurunuz. Psikolog muhtemelen sizi bir Psikiyatr'a yönlendirecektir zaten... Söylediğimi bir "Hakaret" ya da "Küçük düşürücü" bir itham olarak algılamayınız. Psikiyatra ya da Psikoloğa ihtiyaç duymak "Akıl Hastası Olmak" demek değildir. Aslına bakarsanız her insan doğduğu andan itibaren potansiyel Psikolojik Huzursuzluk yaşamak durumundadır. Kadınlar açısından ise bu sizde pek bir yoğun görünmektedir. Saygılarımla...
-
..TÜRBAN...
Bakınız Sayın aslan34... -http://www.kuranmeali.com/karsilastirma.asp?sure=24&ayet=31- İsterseniz Nur-31'e buradan bakabilirsiniz. Öncelikle verdiğim kaynak "Ziynet" kelimesinin anlamı içindi... Bunun ayrımına varabilmenizi beklerdim ki aşağıda yaptığınız "Bu kadar dar düşünmeyin" ifadenizi bu bağlamda size iade ediyorum, hakkınızı vererek... Hayır efendim... İşinize gelen yere "Mecazi" İşinize gelmeyen yere "Gerçek Anlam" diyemezsiniz. Kur'an-ın mecazi kavramları "İnanç Öğeleri" içindir. Bu gibi toplumsal normlar gerçek anlamında kullanılmıştır. Mesela "El Kesme" ya da "Recm" gibi cezalar Veyahut "Savaş Ganimeti" gibi uygulamalar "Mecazi" midir? Hayır; Çünkü söz konusu ayet gibi sosyal bir içerik taşır ve açıktırlar... Bence de yaptığınız sadece laf kalabalığı oldu, uzatmayalım... Ve hangi ayetler mecazdır hangileri gerçek anlamlıdır bunu kavrayalım değil mi? Sonuç şudur Sayın aslan34: Ayet'in diğer çevirilerinde de ya "Süslerini" ya da "Ziynetlerini" ifadesi kullanılmış. Yani "Süslerin bulunduğu yer" ya da "Ziynetlerin bulunduğu yer" manası hiç bir şekilde yok. Böyle bir ima dahi yok. Açık ve net: "Ziynetlerini/Süslerini ... başkalarına göstermesinler..." Ayetin devamında diyor ki; Diyelim ki sizin dediğiniz gibi "Takılar" kastedilmiyor da "Göğüs açıklığı" ve "İşveli bir yürüyüş" ya da "Çekici bir yürüyüş" kastediliyor... Benim "Göğüslerin gösterişli olması" anlamını çıkardığım söz konusu ifadeniz şudur: Şimdi sizin uzun ve laf kalabalığı diyebileceğim tahlilinize istinaden, Ben kısa bir tahlil yapacağım: Varlıklı Arap Kadınlarının "Değerli Takı" merakının olduğunu (ki savaşlarda dahi bu takıların yerine, düşman ölülerinin organlarını takarlardı) Ve Kur'an-ın bu gibi hallerde, yani kimselerin varlığının, Diğer kimselere nispet edercesine sergilenmesi konusunda hassas olduğunu düşünürsek... Ayet açıkça diyor ki: Bu gibi takıları bolca takanlar, aile efradından başkasına sergilemesinler, Ve bunları başlarındaki kuşam ile örtsünler. Bu kadar basittir... Devamında şunu söyleyebiliriz: Bilirsiniz ki boynunuza bir kaç metal takı taktığınızda birbirlerine çarpıp ses çıkarırlar. İşte ayetin sonundaki "Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar" ifadesi de bunun içindir. Demek ki ayetin "ziynetlerinizi/takılarınızı örtün" emrine alternatif olarak İlla ki bu ziynetlerin/değerli takıların varlığının bilinmesini isteyen kadınlar Ayaklarını yere sertçe vurarak ve o takılara ses çıkarttırarak yürüyorlar Ve varlıklarını hissettiriyolar, Diğer insanlara nispet yapıp kıskandırmaya çalışıyorlar... Kur'an-da bunu engellemeye çalışıyor. Kur'an-ın "Apaçıklık" ilkesi uyarınca ayeti tekrar okumanızı tavsiye ederim... Ve iletinizde "Kur'an üzerinden gidelim" demişsiniz. Kur'an üzerinden gidiyor olsa idiniz, Yani söyleminizde dürüst olsa idiniz Benim söylediğim anlamın çıktığını çok rahat söylerdiniz... Bu ifadenizi tekrar iade ettiğim gibi hatırlatmak ihtiyacı hissettim: Saygılarımla...
-
........Tengeriin boşig.......
Can Yücel değil mi işte... Yine söylemiş söyleyeceğini...