Zıplanacak içerik

politika

Φ Süper Üye -
  • Katılım

  • Son Ziyaret

politika tarafından postalanan herşey

  1. AKP sadece taserondur ve almis oldugu ayristirma görevini ,Kürt sorunu adi altinda kitlelere empoze etmektedir. Türkiye'de Kürt Sorunu yoktur terör ve bölücü sorunu vardir. 1980 darbesi önceside Türkiye'de ayni sorun ama farkli isimler altinda yasatilmaya calisildi hergün insanlar öldürüldü sonunda darbe olunca herkes demokrat kesilip askere veryansina basladi.Insan öldürürken demokrat olamayanlar darbe olunca demokrasiyi hatirladilar. Insan gibi yasamayi beceremeyenler yok olmaya mahkumdurlar.
  2. 5 Aralik 1974'te Türkiye'de "Kadin Haklarinin Kazanilmasi"nin 40.yildönümü kutlandi.1975 ise BATI KAPITALIZMI tarafindan Dünya Kadin Yili ilan edldi. Dünyada Kadinin Bagimsizligi,ilk kez,18.Yüzyilin ikinci yarisinda Fransiz Komünistleri tarafindan politika platformuna getirilmistir.Ne var ki,o günlerden bu yana tutucu cevreler Kadin Haklari basligi ve kapsami altina aldiklari Kadin'in bagimsizligi Hareketi'ni sürekli bicimde olmasi gerekenden baska yönlere -feminizm,libertizm gibi-cekmeyi basarmislardir.Bu durumda Kadinin Bagimsizligi Sosyalist ögreti icinde yer alan bir toplumsal degisim istegi olmasina karsin,özünde tutucu cevreler yararina büyük ölücüde tahrifler yapildigi icin,Bati'nin Kapitalist düzen anlayisi tarafindan kullanilir olmustur.Farkli manipülasyonlarla,gerceklestirilmis olan bu kullanilis'in yansimalari 79 Yillik Türk Kadin Haklari'nda bolca görülmektedir. Anadolu'da ilk imparatorluk olan Hitit'lerde Anadolu Kadini'nin durumu,toplumda zaten varolan Köleciligin aile icindeki aynasi gibidir.Kadin sözde özgür,fakat pratikte kesinkes bagimlidir.Bu bagimlilig hem ekonomik hem de siyasaldir.,yine bu bagimliligin sonucu olarak kültürel faaliyetleri engellenmis ve köreltilmistir. Bin yillik Hitit Devleti'nde kadin sanatci diye bir olguya rastlanmamis olmasi da ilginctir.Ama dans ettirilen,sarki söylettirilen,cinsel isteklerin giderildigi kadinlar vardir.Hititlerdeki ataerkil aile düzeninde kadin iyiden iyiye bir "MÜLK"haline getirilmistir. Hitit yasalarindan 193'üncüsü söyledir: "Eger bir adam ölür de karisi dul kalirsa,bu dul kadin önce kocasinin erkek kardesiyle evlenecektir..Bu kardesin ölmesi halinde onun babasiyla,baba öldügü takdirde de kardesinin ogluyla evlenecektir."Bu yasa günümüz Türkiyesi'nde ölenin kardesi ile evlenmek seklinde sürdürülmektedir bazi yörelerde. Göktürk ve Uygurlarda Kadin: Prof:Inan'in belirttigine göre,Göktürkler Uygurlarin belgelerinden anlasildigina göre,kadina ayri bir yer verilmis ve Oguz prenseslerinin siyasi ve toplumsal rolleri belirtilmistir.Evlilikte ana babanin onayi gerekmekte fe erkek tarafi kiza agirlik (Kaling)vermektedir.Evli kadin kutsaldi ve tecavüz edenin cezasi idamdi.Kadin aile icinde esit haklara sahipti.Din olarak hem erkegin hem kadinin ayri ayri tanrilari/tanricalari vardi.Samanizme göre gökyüzü ve günes (hayatin kaynaklari)kadin,yeryüzü ve ay,erkek olarak kabul edilmisti.Iyilik tanrilari kadin olarak düsünülmüstü.Kadin giyimi itibariyla kapali degildi.Kavimin bütünlügü ve devletin otoritesinde kadin ,erkek ile beraber temsil edilmektedir. Bu dönemin kadininin en belirgin özelligi,evlenme cagina gelen kizlarin eslerini,"ne kadar hanim kiz,becerikli ve iyi yemek yapar"sartlamasina uygun olarak degil,ata binmek ve silah kullanmaktaki maharetleriyle secmekte olduklaridir. Araplarda cahiliyye döneminde kadinin insan olup olmadigi bile tartisilir bir durumdaydi.Kadin toplumdaki en alt degerde bir varlikti.Bu dönemde deve bile kadindan daha degerliydi.Kiz cocuklar bazi durumlarda diri diri ölüme terk edilmekteydi.Hz.Ayse'nin dedigine göre kadinlar az yemekle yetinmek zorundaydilar. Islamiyet iste böyle bir ortamda kadini icinde bulundugu bu durumdan kismen de olsa kurtarmis ve hic degilse,Müslüman Arap erkeginin yarisi kadar haklara sahip Müslüman Arap kadini statüsüne yükseltmis ve de hep bu statü icinde kalmasinin kendisi icin hayirli olacagini ilan etmistir, Acik söylenmesi gerekirse kadina bu haklarin taninmasi o günlerin Hiristiyan Batisi'nda bile olmayan bir olaydir. Islamiyetin ele aldigi Arap kadini üc ayri grup halinde degerlendirilebilir: 1.Kur'ana göre Kadin, 2.Muhammed'e ve Hadislere göre Kadin, 3.Kur'ana,Muhammed'e ve Hadislere dayandirildigi söylenerek olusturulan KADIN. (devam edecek) saygilarla
  3. Beni rahatsiz eden yalan ve yanlislardir yoksa MIT veya bir baska konu degil.Objektif olmayi ögrenin.Ne demek "seni niye rahatsiz ediyor"sorumu bu simdi? Sana iki tane belge sundum,olayin icinde olanlarin anlattiklari ve yazdiklari,sen hala Kemal Burkay'in ögrencisi veya kopyacisi Ergenekon fatihi!Samil Tayyar'in pesine takilmis gidiyorsun. PKK'yi MIT kurmadi ama bugünkü MIT PKK ile isbirligi icindedir emir verende PKK dostu BASBAKAN ERDOGAN'dir.Cok üzüldüm benim MIT hakkinda düsüncelerimin seni hakli cikarmamis olmasina. Eminim ki sen dünkü MIT'i PKK'yi kurdu diye derin devlet olarak görüyorsun bugünkü MIT'i de baris güvercini olarak görüyorsun. Bizim cocuklar hikayesine gelince valla onu bunu bilmem ama bizim cocuklar davet edimeden sofraya oturmazdilar.Dedigim gibi bunun hesabini o günlerde sokaklarda birbirini avlayan Komünistlere ve Ülkücülere soracaksin ,neden hergün 20-30 kisi ölüyordu diye.PKK'nin ortaya ciktigi tarihten önceleri yani,12 Eylül askeri müdahalesinden önceleri Türkiye'de onlarca illegal Kürtcü örgütler vardi ve bunlar PKK'nin cekirdek yapisini olusturan örgütlerdi PKK ile bunlarin hepsi ortadan kalkti kalkti derken PKK'ya dahil oldular.Iste sokaklarda ülkücü avina cikanlar bunlardi.Cünkü darbe olana kadar,bu örgütler o kadar emindiler ki Türkiye'yi böleceklerine,halk devrimi dedikleri olay zaten buydu. saygilarla
  4. Kur'an da olmayan bircok sey Allah'a mal edilmis,peygamber söyledi diyerek batil birtakim adetler Islamdan sayilmistir. Surasini herkesin tam olarak bilmesi gerekir ki;Peygamber Kur'an da olmayan birsey hakkinda fikir yürütemez,karar veremez.Onun görevi dini insanlara teblig etmektir.Peygamberin hadisinde denen bir sey eger Kur'an da yoksa bu uydurmadir,Kur'anda temizlikten bahseder,temizlik imandandir denmesinin nedeni Allahin temizligi sart koymus olmasidir. Sünnet,Islamdan önceki kavimlerde toplumlarda uygulanan bir ritueldir.Saglikli olup olmadigi konusunda bir fikir yürütemem cünkü uzman degilim.Tirnaklarin kesilmesi sonucta temizlikle ilgilidir.bunun inanip inanmamala bir baglantisi yoktur,temizligine dikkat eden herkes tirnaklarinin da düzgün ve kesilmis olmasina dikkat eder.Tüylere gelince,onlarda bazen pek te hos olmayan görüntüler verdigi icin kesilmesi temizlik anlaminda yararlidir .Biyiklarin uclarinin kesilmesi demek dincilerin biyiklari gibi BADEM biyikli olmak demek demek degildir.Dinciler uc denince biyiklarin agzin uclarina dogru uzanan kismini uc kabul ederler halbuki agiza giren biyiklarin kesilmesidir peygamberin eger söylemisse söylemek istedigi.Pos biyik diye bir tabir vardir ,pos biyik agiza dogru sarkan ve yemek yerken kasiga giren biyiklara denir.Bunlarin kesilmesi temizlik geregidir. Yine ayni sekilde Kur'an da olmayan ama varmis gibi iddia edilen ezan konusu vardir.Ezan bir emir degildir Kur'anda yer verilmemistir sadece ibadete cagridir.Bunu Allahin emriymis gibi lanse ederek Türkce okunmasini kafirlik olarak niteleyenlerin amaclarinin dini korumak degil de insanlarin dini daha dogru ögrenmelerini söyleyenlere karsi bir saldiri oldugu bilinmektedir. Islam dini,Islamiyeti bilmeyen,gercek islamiyeti ögrenmeyi amaclamayan ve hacidan hocadan duyduklari yalan yanlis bilgileri Islamiyet sayanlarin yüzünden bugünkü acinacak haldedir.Tam 700 yildir Islam ve Türk aleminden insanliga hizmet veren tek bir bilim adaminin yetismemis olmasi durumun ne kadar vahim oldugunu anlatiyor bize.Dinle ilgilenmeleri gerekenler maalesef siyasetle ilgileniyor ve dini istismar eden siyasilerin yollarini acarak insanlari körlüge yönlendiriyorlar. saygilarla
  5. PKK yi Kimler Kurdu? 1 Cuma, 17 Şubat 2012 17:41 PKK yi Kimler kurdu? - 1 Selim Çürükkaya / PSK Eski Genel Sekreteri Kemal Burkay’ın 1977 yıllarından beri söylediği ve yazdığı, bu günlerde de Türkiye televizyonlarında dile getirmeye çalıştığı “PKK’yi MİT kurdu” görüşlerine katılmak mümkün değildir. Burkay, ‘PKK yi MİT kurdu’ derken, hemen ardından ‘Biz diğer Kürt hareketleri çok güçlüydük, PKK bizleri tasfiye etmek amacıyla kuruldu ve kullanıldı’ sözlerinin üzerinde de durmakta yarar vardır. Şunu özellikle belirtmek gerekir ki; Kemal Burkay bu görüşlerini Türkiye’ye döndükten sonra dile getirmiyor. 12 Eylül darbesinden önce, PKK Siverek olaylarını başlattıktan, yani Dönemin AP Milletvekili Mehmet Celal Bucak’a karşı Hilvan’ın Kırbaşı köyünde suikast girişiminde bulunduktan az sonra Kemal Burkay, bazı tespitlerini özgürlük adlı bir gazetede yazdı. Burkay’ın bu tespitlerine göre PKK’yi MİT kurmuştu. Birinci iddiası, Öcalan’ın MİT ile ilişkisi vardı. Kanıtı da şuydu: daha sonra PKK tarafından Ankara’da öldürülen PKK’nin Antep grubunun sorumlularından biri olan Mehmet Uzun, öldürülmeden önce, kendilerine gitmiş ve önemli bilgiler vermiştir. Burkay’ın yazdıklarına göre, Mehmet Uzun bir arama sırasında üzerindeki silahı saklamak isterken, yanında bulunan Öcalan: ‘Telaşlanma, bir şey yapmazlar bizim adamlarımızdır’ diyerek silahı kurtarmıştı. Burkay’ın başka bir iddiası da 1982 ölüm orucunda Diyarbakır Cezaevi’nde yaşamını yitiren Kemal Pir’in de MİT ajanı olduğuydu. Yine Burkay’ın o günlerde yazdıklarına göre, Mehmet Uzun, kendilerine şunu anlatmıştır: PKK ile Mehmet Celal Bucak’ın Siverek çatışmaları sırasında, Türk askerleri Siverek’in bir mahallesinde operasyon düzenlerken, durumu fark eden Kemal PİR, silahlı olarak bir evden dışarı çıkıyor ve kaçmaya başlıyor. Türk jandarması, silahı, kaçan Kemal PİR’e doğrulturken, onu yöneten yüzbaşı: “oğlum indir silahını, kaçan bizim adamımızdır” diyerek Kemal PİR’i kurtarmıştır. Kemal Burkay ve çevresi ısrarla “Kürdistan devrimcilerini”, “Apocu” grup olarak damgalamaya çalışmış, grubun kullandığı ismi hiç kullanmamış ve ısrarla bu gruba “Apocular” demiştir. Aynı isim tanımlamasını Doğu Perinçek’in başını çektiği “Aydınlık grubu” da yapmıştır. Oysa kendisini kamuoyuna “Kürdistan devrimcileri” olarak deklere eden grup, “Apocu” tanımlamasına şiddetle karşı çıkmış ve gruba “Apocu” adını takanlarla sırf bu yüzden kavgalar yapmıştır. Şunu açıkça söylemek gerekir ki; başta sol maskeli sol basın, ardından Türk basını, bunun ardından bazı Kürt sol örgütlerinin, Kürdistan devrimcileri grubu “Apocu” bir grup olarak kamuoyuna lanse etmesi, Abdullah Öcalan’ı Kürtlere tanıştırmış, oluşan yapı içinde onun öne çıkmasına neden olmuştur. Bu kesimler oluşan yapıyı “Apocu” olarak damgaladıktan sonra, gurubu toptan “ajan” olarak niteleyince, oluşan grubun üyeleri Öcalan’a sahip çıkmışlardır. Doğu Perinçek gibi “şaibeli” birisinin, gruba “Apocu” demesi ve MİT tarafından kurulduğunu söylemesi, Öcalan’ın örgüt içinde yükselmesini sağlamıştır. Yoksa o günkü koşullarda Öcalan’ı örgüt içinde yükseltecek hiçbir meziyeti yoktur. Kısacası kurulma aşamasında olan Kürdistan devrimcileri grubunu, “Apocu” olarak niteleyen, örgütü, Öcalan’a mal eden, Öcalan’ı kurulmamış örgütün bir numaralı adamı haline getiren, Doğu Perinçek, Türk basını, Türk solunun bazı şaibeli kesimleri, Kürtlerden Burkay ve bazı Kürt örgütleridir. Kürt örgütlerinin o günkü yöneticileri eğer bunu bilinçli olarak yapmamışlarsa, o dönemlerde yapılan derin yönlendirmeye, onlarda bilmeden katılmış ve hep birlikte Öcalan’ı bir yerlere taşımışlardır. Biz Kürdistan devrimcileri grubunun yöneticileri, hiçbir zaman “Apocu” olmayı kabul etmedik. 1981 ile 1983 yılları arasında Diyarbakır sıkıyönetim mahkemelerindeki savunmalarımızda “Apocu” olamadığımızı ve neden olmadığımızı detaylı olarak izah etmişizdir. PSK’nin eski lideri Burkay’ın “PKK yi MİT kurdu” görüşlerine gelince, bu çok mantıksız bir görüştür. PKK’yi ve ondan önce Kürdistan devrimcileri grubunu kuran insanların yüzde doksan beşi öldürülmüş veya ihanetçi olarak damgalanmıştır. Nasıl oluyor da MİT in kurduğu bir grubun veya bir partinin kurucularının yüzde doksan beşi, öldürülüyor veya ihanetçi olarak damgalanıyor? Kamuoyunun ve Burkay’ın bilmesi için PKK’yi ve ondan önce Kürdistan devrimcileri grubunu kuranların adlarını, soyadlarını, yaşlarını, mesleklerini, 1974 -1978 yıllarında hangi bölgelerde profesyonel olarak gurubun kuruluşuna katıldıklarını ve akıbetlerini yazmak zorundayım: Bu partiyi kuran kadroların yüzde doksan beşi öldürülmüş veya hain ilan edilmiştir. Bu listede yer alan kişilerin yaşam öyküleri öğrenildikten sonra herkes elini vicdanının üzerine koyup konuşacaktır. PSK’nin eski lideri ve diğer bazı Kürt örgütlerinin ileri gelenleri, 12 Eylül öncesinde ‘PKK bir ajan örgüttür’ dedikleri zaman, PKK’yi kuran kadroların çoğu kamuoyu tarafından tanınmıyordu. Aradan otuz beş yıl geçti. O partiyi kuran kadroları artık herkes tanıyor, ben sadece onları akıbetleriyle birlikte size tanıtacağım. Bunların içinde kimlerin ajan olduğuna veya olmadığına siz karar vereceksiniz. Umarım bu yazı dizisinden sonra başta PSK eski Genel sekreteri Burkay ve diğer Kürt örgütlerinin eski temsilcileri, kelimelerini yerli yerinde kullanır. Bir örgütün MİT tarafından kullanılması ile MİT’in örgütlerin içine elemanlarını sızdırması arasındaki farkı anlar ve toptancı Aristo mantıktan vazgeçerek bu konuda daha objektif davranırlar. Resimdekiler: Soldan sağa: Haki Karer, Mazlum Doğan, Resul Altınok, Seyfettin Zoğurlu; saygilarla
  6. Atatürk kimseye kendine Türk dedirtmedi,o yüce adama yaptiginiz yakistirmalar bence bir hazim sorunudur. Üniter bir devlet yapisinda cografya birkac devletle paylasilmaz,tek devlet vardir ve bu devletin vatandaslarina o devletin adina uygun olarak kimlik verilir. Bu devletin adi Türkiye'dir ve vatandaslarina TÜRK denir,bunun ne bilime ne insanliga ne hakka veya özgürlüge aykiri olan hicbir yani yoktur bu sadece sizlerin kendi savunmalarinizdir. Dönüp dönüp hep ayni noktaya geliyoruz;yani temcit pilavina benziyor bu.Türkiye nüfusunun yüzde 86'si Türk veya Türk kökenlilerden olusur.Ülkenin adinin Türkiye olmasi o cografya da Türklerin egemen olusunun sonucudur.Türkler Anadolu'da herhangi bir Kürt devletini yikarak topraklarina katmadi.Ve o cografya'da Kürtlerde yasiyordu gerekcesine dayanarak Kürtlere özerklik veya bagimsizlik verme gereksinimi yoktur.Kürtler silah zoruyla degil kendi arzulariyla Türk Devleti'nin bireyi olmayi kabul etmislerdir.Etmeyenler zaten bilinmektedir.Bugün bile Kürtlerin yüzde 90'i Türk vatandasi olmaktan sikayetci degildirler,cünkü bu yüzde 95'in huzuru rahati yerindedir,istedikleri heryerde calisip yasayabilme esitigine ve de özgürlügüne sahipler.Böyle bir rahati birakip gelecegi belirsiz bir maceranin pesine düsmeye karsidirlar. Yerel yönetimlerde onlara daha fazla özerk calisma alanlari gerceklesirse sorun zaten kendiliiginden cözülecektir.Yerel yönetimlerde daha fazla özerk calisma imkanlari verilmesi özerklik anlamina gelmez Atatürk'ün bahsettigi özerklik budur.Yani daha genis imkanlar taninmalidir.Bu insani ve demokratik yaklasimi Kürtcüler istismar ederek Atatürk Kürtlere özerklik sözü vermisti demek gercekleri saptirmaktir ve carpitmaktir. Yerel yönetimlerde daha genis özerk calisma imkanlari verilmesi üniter yapiya zarar vermez.Cünkü bu verilen haklar sadece bölgesel gelismeler icin söz hakki verir,yani adem-i Merkeziyet dedigimiz olay budur. saygilarla
  7. Anayasa'da bölünme yazmiyor. saygilarla
  8. Inenler eminim ki eger basbakan sirtlarini söyle bir sivazlasa yine ona dönerler cünkü bugün kadar onun gemisinde hayatini yasayip bir sekilde karaya cikartilanlarin hayal kirikligini anlamak zor degildir.Bu nedenle basbakan yüzlerine güldügü an yine onunla birlikte olacaklarina süphe yoktur.Onlara kanarak onlari kucaklamak ise kucaklayanin atese atlamasi demektir.Yilmaz arkadasin ifade ettigi gibi tren kacmistir artik. saygilarla
  9. PKK - ERMENİ İŞBİRLİĞİ PKK Terör Örgütünün Ermenistan'daki Yayın Organları PKK - Asala İlişkileri PKK İle Ermeniler Arasında 1987 Yılında Yapılan Anlaşma Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır: Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır. 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir. Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir. Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur. 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir: Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir. Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir. Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır. Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır. Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır. Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır. Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır. Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler. Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır. PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır. PKK - ASALA İLİŞKİLERİ Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır. Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır. Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir. PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir. Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır. PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA 1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır: Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır: PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak 1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır. PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği bilinmektedir. saygilarla
  10. PKK nasıl kuruldu, nerede kuruldu, kim kurdu soruları zihinleri karıştıran sorulardır. Böylesine büyük bir örgütün birkaç kişinin bir araya gelmesiyle kurulamayacağı aşikâr. Peki, asıl güç hangisi? İşte size şifreler: “CIA, 19 yıl önce PKK’nın kuruluşu ve faaliyetleri hakkında 19 sayfalık gizli bir rapor hazırladı. Raporun başlığı: “Türkiye, Irak, İran: Kürt ayaklanmaları”. Bilgi edindirme yasası kapsamında 2002 Ocak ayında kamuoyuna açılan bu rapor 1 Mart 1988 tarihini taşıyor. Raporda dikkat çekici husus ise PKK’nın kuruluşu ve gelişmesini anlatan 3 sayfanın tümünün simsiyah olması. Yani bu konu ile ilgili bilgilerin karartılması. ABD, PKK’nın nasıl kurulduğunu, bu kuruluşta ve gelişme sürecinde kendilerinin bir parmağı olup olmadığına dair resmi bilgileri kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. CIA sansürcüleri raporun başındaki “içindekiler” bölümünde Türkiye ile ilgili kısmı bile karartmışlar. Bu bölümlerin anlatılması ABD’nin ulusal çıkarları açısından sakıncalı görüldüğünden makaslanmış. Bu rapordan 4 yıl sonra ABD’nin önde gelen istihbarat kurumları bir araya gelerek yeni bir rapor hazırladı. Raporun başlığı: “Kürtler; artan umutlar, eski kaygılar (The Kurds, Rising Expectations, old Frustrations)”. 17 sayfalık bu rapor 1 Eylül 1992 tarihini taşıyor. Bilgi edindirme yasası gereği bazı bölümleri sansürlenerek kamuoyuna açıklanan raporda, Kürtçü hareketler, Irak, İran ve Türkiye’deki Kürtler hakkında bilgiler veriliyor. Bugün Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadelede bilhassa Kuzey Irak operasyonunda ABD ile karşı karşıya gelmesi 1998 tarihli bu istihbarat raporunda şöyle analiz edilmiş: “Türkiye’de büyüyen Kürt ayaklanması, Türk-Amerikan ortaklığını baskı altına alabilir. Özellikle Ankara PKK’ya karşı askerî müdahalesini tırmandırır ya da Güneydoğuda Kürt asilerin üzerine daha sert bir şekilde gider ve ABD’nin bu gayretlerine desteğini beklerse ABD zor durumda kalır.” Raporun sonunda Türkiye’ye Güneydoğu Anadolu Bölgesi için reformlar yapılması ve Kürt partilerin önünün açılması çağrısında bulunuluyor. 1Temmuz 1979’da kaleme alınan ve Ekim 2002’de kısmen kamuoyuna açıklanan diğer bir CIA raporunda ise Türkiye’deki ve bölge ülkelerindeki Kürtlerin sayıları üzerine değerlendirmeler yapılıyor.”( Vatan, 29.06.2007) Bütün şifre yukarıda gizli. ABD neden hazırladığı raporda PKK’nın kuruluşu ile ilgili bölümü gizledi acaba? Hangi gerçeğin bilinmesini istemiyor? Şimdi de PKK itirafçısı Rıdvan Şener’in Diyarbakır DGM’de verdiği ifadeyi okuyalım: "Kandil Dağı'ndaki Kortek Kampı'na 28 Aralık 2006 günü 3 adet zırhlı paletli Amerikan askeri aracı geldi. Araçlar, Süleymaniye tarafından sadece paletli arazi araçlarının geçebileceği yerden geldi. ABD'li askerlere ait olan bu araçlar kamp alanına ulaştığında 100'er adet M-16 marka Amerikan piyade tüfeği bulunan 3 adet sandık bıraktılar. Silahların tümünde dürbün ve bomba atar takılıydı. Bizzat elime alarak kontrol ettim. Araçlardaki şahıslar ise askerî üniformalı, siyah gözlüklü, kafalarında kask vardı. 6 Amerikan askeri kampa gelmişti. Hepsinin üniformasında ABD bayrağı vardı. Askerlerden 4'ü sandıkları alana indirdi. Sonra araçların başında beklediler. 2'si, PKK yönetiminin bulunduğu taştan örülü, üstü naylonla kapalı barakaya giderek Hakkari bağımsız milletvekili adayı Hatem İke'nin kardeşi olan sözde Tabur Komutanı Kawa ve Şıvan kod adlı teröristle 10 dakika görüşüp tekrar araçlarla geldikleri istikamete geri döndüler. Amerikalılar gidince Kawa kod adlı terörist bizleri alana toplayarak gelen araçlardaki şahısların Amerikalı olduğunu, gördüğümüz araçları ve şahısları kimseye anlatmamamız yönünde bizi uyardı. Kampa getirilen silahların bir kısmı üst düzey yöneticilere, kalan kısmı İran'a karşı savaşan PJAK'a gönderildi". PKK’yı kim mi kurdu? Yukarıda iki bölümde aktardığım yazı bilgileri birleştirin cevabı siz verin! saygilarla
  11. Neymis o anayasa maddesi,yani simdiye kadar yazdin yazdin simdi anayasayami dayandin?Ve sordugum soruyu da gecistirdin.Önce o cevabi ver.Istediginiz o haritada gösterilen sekil mi? saygilarla
  12. PKK ile yapilan pazatliklari "baris süreci"gibi gösterme egilimi genelde yandaslarin egilimidir cünkü onlar ta basindan beri AKP'ye teröristlerle anlas diye baski yapiyorlatdi ayrica bu pazarliklar AKP hükümetinin icindeki PKK sempatizani Kürtcü milletvekilleri tarafindan destekleniyor ve dis gücler tarafindan organize ediliyordu.AB'nin Türkiye'ye dayattigi KÜRTLERE ÖZERKLIK sartini hicbir yandas medyada göremiyor toplum,yandas medya bu sarti topluma anlatmamak icin her boyaya boyaniyordu. PKK'nin kurucusu olan ABD ve onun gizli servisi CIA Türkiyeyi yönetenler üzerinde olusturduklari baskilarla birtakim tavizler kopardilar.Yandas medyadan Samil Tayyar'in PKK'nin kurucusu olarak MIT'isaret edip hem PKK'nin Ermenistan iliskilerini hem de PKK'nin gercek kurucusu ve de hamisi olan Amerikayi özenle devreden cikarma cabalarin ragmen bu pazarliklar Amerina'nin son dönemlerde yapmis oldugu yogun baski ve aba altindan sopa göstermesi sonucu gerceklesmistir. Imrali tutanaklari'nin Türk Medyasinda yayinlanmasini iki ayri kulvarda incelemek en dogrusudur.Bu kulvarlardan birisi:Yandas medya kulvaridir,digeride yandas olmayan medya kulvaridir.Medyada iki kulvar olduguna göre haberin duyurulma amacida iki farkli amaci icerir. Diger tarafta yani PKK ile pazarliga karsi cikan kesime baktigimizda orada cumhuriyetci,Kemalist,laik Türkiye sevdalilari,bagimsizliktan ödün vermeyen gücleri görürüz. PKK ile pazarliga göz kirpan kesimler karsi olanlara hep yni sloganlarla saldirirlar:Barisa karsi olanlar,kan heveslileri,savas yanlilari,daha ileri giderek basbakanlarinin agizindan kaptiklari Fasistler irkcilar kafatascilar sekiinde vicdandan ve ahlaktan yoksun yakistirmalar görürüz.Yani ülkeyi bölmeyi baris olarak yutturmaya calisan herkes ayni cati alitnda birlesmistir. Simdi bu tutanak haberinin hangi amaclarla verildigine bakalim:Milliyet Gazetesi bu haberi sadece sansasyon yaratmak amaciyla vermistir ve de yaratmistir.Dinci ve yandas medya bu haberi verirken hedefte millet vardir.Millet okusun ve tehlikeyi görsün eger PKK ile baris olmazsa Türkiye'yi cok zor günler bekliyor amaciyla bu haberi vermislerdir yani korku psikolojisi ile milleti PKK ile pazarligi "aman olsun"konumuna getirmek amaciyla bu haberi vermislerdir,yandas olmayan medyanin amaci ise,bu tutanaklari toplumun okumasi ve iktidarin nasil bir yanlis yolda oldugunu anlamasi pazarligin perde arkasi ve AKP'nin kimlerin oylariyla 10 yildir iktidar oldugunu milletin ögrenmesi amacini tasimaktadir.Yani tabi ki bu haber hangi medyada olursa olsun bir sansasyondur ancak haberin verilis amaci farkli misyonlar icermektedir.Simdi burada Samil Tayyar'in PKK'yi MIT kurdu manipülasyonu ile yandas medyanin bu haberi verme misyonu bir noktada örtüsmektedir.Yani AKP'den önce derin devletin MIT'i PKK'yi kurdu simdi AKP bu PKK'ya son vermek icin baris adimlari atiyor gibi bir izlenim verme cabasi var ortada.Gercekte ise bugün Türkiye'de AKP'nin daha dogrusu basbakanin derin devleti vardir ve PKK ile pazarlik bu derin devletin plan ve projeleri ile yürütülmekte dis güclerde bu süreci desteklemektedir,yani SEVR'dir bunu öz Türkcesi. saygilarla
  13. Samil Tayyar tam bir hayal dünyasinda yasamaktadir.Onun yukaridaki yazisini referans alip buraya tasimak belki o kisinin fikirlerini ögrenmek acisindan dogaldir da yazdiklarinin gercekle uzaktan yakindan bir alakasi olmadigi da bir gercektir.Samil Tayyar,PKK'yi MIT'e kurdurarak ASALA'yi aklamaya calisiyior,Kime ve neye hizmet etitiginden bihaber olarak yaziyor da yaziyor. Samil Tayyar,özellikle Dogu Perincek ve Yalcin Kücük'ün adlarini acik acik verirken her nedense diger dedigi gazetecileri perdeliyor bu da onun samimi olmadigini taraf tuttugunu anlatiyor.Eger bu iki isim gercekten görev adamlariysalar peki Mehmet Ali Birant,Cengiz Candas,Hasan Cemal ve aklima gelmeyen digerleri ne adamlari oluyorlar? Yazilacak sok sey var cok.. saygilarla
  14. Basta ABD olmak üzere emperyalizme omurgali bir durus sergileyen CHAVEZ vatanseverligi ve milliyetciligi ile ülkesinin bagimsizligini bugüne kadar korudu.Onu yok etmek isteyenlere halkiyla birlikte karsi durdu ve kazandi,düsmanlari sadece komprador yandaslari degildi tutuldugu amansiz hastalikta ona düsmandi ve nihayet o düsman kazandi ve bir gercek devrimci daha dünyadan göctü. saygilarla
  15. Örnegin hangi hak ve özgürlük yok? Önce ben sayayim sen de kendi fikrini yazarsin. -Kürtlerin kendilerine KÜRT deme hakki var mi? VAR -Kürtlerin kendi partileri var mi?VAR -Kürtler anayasaya göre hersey olabilme hakkina sahip mi?SAHIP -Kürtler bu haklarini kullanirlarken veya kullanmak istediklerinde "SEN KÜRDSÜN OLMAZ"diye engelleyen var mi?YOK -KÜrtler ülkenin her yöresinde yerlesme,calisma, hayatini idame ettirme haklarina sahipler mi?EVET Peki nedir bu olmayan hak ve özgürlükler? Ayri bir kimlik mi? Ayri bir devlet mi? Ayri bir egitim mi? Anayasada anilmak mi? Peki simdi ben soruyorum: Bugün eyalet sistemiyle yönetilen ülkelerde bile tek kimlik varken neden Türkiye'de cifte kimlik savasi veriliyor? Devlet icinde devlet kurmak bölücülük olduguna göre hangi hakla böyle bir istekte bulunabiliyorlar? Bagimsiz bir ülkede egitim o ülkenin milli egitimidir bunun disinda ayri bir egitim sistemi gelistirilemiyecegine göre neden bu istenmektedir? Hangi ülkenin anayasasinda o ülkedeki etnik azinliklarin adlari anilmaktadir? YOKSA!BÖYLE MI ISTIYORSUNUZ??? saygilarla
  16. Diyanet Isleri Baskanligi,TUIK'e hazirlattigi bir soru anketinde,vatandasin evinin kapisi calinarak hazirlanan sorular sorulmakta ve cevap vermeyenlere para cezasi kesilmektedir. Demokrasiden bahsedilen bir ülkede vatandasin dini konularda fikrini beyan etme mecburiyeti olamaz,hem mecburiyeti olamaz hem de bu sorulara cevap vermedigi icin vatandaslara para cezasi kesilemez. Ama bu bir gercek.Diyanet Isleri'nden yapilan bir aciklamaya göre bu bir rutin calismadir ve böyle durumlarda para cezasi verilmesi yeni degildir denmektedir.Diyanet fislenmeyi de reddetmektedir. Bu uygulamanin böyle ülkenin kritik bir dönemine denk getirilmesi akla bircok soruyu da getirmektedir.Amac nedir burada?Neden vatandasin inanclari bunlari bu kadar ilgilendiriyor.Laik bir ülkede devlet kurumu neden böyle bir uygulamaya gerek görmektedir.Bu acik acik laikligin ihlalidir.Cevap vermeyenlere para cezasi kesmekse hukuksuzlugun hangi boyutlara geldiigini gösterir. saygilarla
  17. Cemaatin yayin organi ZAMAN'da yazan dinci yazar Ali Bulac bugünkü yazisinda,bu tutanak olayini carpitmaya ve AKP-APO pazarligini perdelemeye calismaktadir.Ali Bulac'a göre:Bu tutanaklar aslinda gercek tutanak degil üzerinde oynanmistir. Bulac bu cikisiyla biryerleri kurtarmaya özen göstermektedir. BDP bu tutanagin nasil sizdirildigini merak ederken tutanaklarin Imrali'da yazildigi sekliyle sizdirildigini itiraf ederken Ali Bulac'in bu isgüzarligi cok dikkat cekicidir. Asil ilgini olan ise;Hasan Cemal'in kizaga cekildigi haberi ve Hasan Cemal'in artik Milliyette yazamam demesidir.Bende olsam yazmam Milliyette artik. Basbakanin "batsin bu gazetecilik"demesi Silivride yatan gazetecilerin terör suclusu olmadiklari sadece gazeteci olduklari ve basbakana karsi yazdiklari icin tutuklanmis olduklarinida bize anlatmasi bakimindan cok önemlidir. Liberal gazetecilerin yavas yavas ama emin adimlarla görevlerinden uzaklastirilmalari onlarin AKP tarafindan kullanilip atilan selpaklar oldugunu göstermektedir. Gazetecilik bir haysiyet isidir,herkes gazetexci olur ama haysiyetli olamaz.Onca gazeteci tutuklanip yillardir cefa cekerken onlara oh olsun diye ellerini ogusturanlar simdi siranin ne zaman kendilerine gelecegini kara kara düsünmeye baslamislardir.Haysiyetli gazetecilerin böyle bir korkulari yoktur cünkü onlar omurgali gazetecilerdir.Omurgasizlar Basbakan Erdogan'a temenna cekenlerdir.Onlardi korkanlar. Tutanaklari ayni gün ben SÖZCÜ'de okudum.Yani Türkiye artik neyin ne oldugunu cok iyi anlamistir ha anladi da ne oldu diye soracak olunursa onu da zaman gösterecek deriz. saygilarla
  18. Deniz Gezmiş Atatürkçüydü Sahte Atatürkçüler... Türkiye bugüne kadar ne çektiyse sahte Atatürkçülerden çekti... Sahte Atatürkçüler, öyle bir Atatürk portresi çizdiler ki, dünyanın ilk anti-emperyalist kurtuluş savaşının önderiMustafa Kemal’i statükocu, baskıcı, sağcı, Batıcı, uzlaşmacı sıradan bir devlet adamına indirgediler. Yaratılan bu sahte Atatürk portresi iki kesimin işine yarıyordu. Birincisi, Menderes’lerle başlayan sağcı karşı devrimci iktidarlar Atatürk’ün devrimciliğini ve solculuğunu örtbas etmek, böylece Atatürk Türkiyesi’ni tasfiye etmek derdindeydi. İkincisi, Atatürk’ün ölümünden sonra CHP’yi ele geçiren sağcı-işbirlikçi-uzlaşmacı Batıcı Atatürkçüler, Atatürkçülüğün antiemperyalist ve devrimci yönünü gözlerden uzak tutup kendi statükolarını koruma telaşındaydı. Yani sağcısıyla, “solcu”suyla bu iki karşı devrimci grup, 1938’den itibaren el ele vermiş, gerçek Atatürk’ü Türk milletinden saklamaya, böylece yeni Atatürk’lerin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyordu. Mevkilerini, makamlarını korumak için bunu yapmak zorundaydılar. Bu oyun, Atatürk’ün ölümünden sonra tam 30 yıl sürdü... 68’e kadar... Tam bağımsızlıkçı ve Mustafa Kemalci Gençlik Tarih 10 Kasım 1968... Atatürk’ün ölümünden tam 30 yıl sonra... Başlarında Deniz Gezmiş’in bulunduğu kalabalık bir devrimci gençlik grubu, ellerinde Türk bayrakları yürüyüş yaparak Ankara’ya giriyor. Pankartlarında “Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü” yazıyor. 29 Ekimde Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlattığı Samsun’dan başlatmışlar yürüyüşlerini. Ve Anıtkabir’i ziyaret ediyorlar... Deniz’in başında bulunduğu grup Anıtkabir Şeref Defteri’ne şunları yazıyor: “Amerikan emperyalizmine karşı İkinci Kurtuluş Savaşımızda gerçekten izindeyiz. Milli Kurtuluş Savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir.” Yürüyüş sırasında Türkiye’de yer yerinden oynar. Sağcı basın günlerce yürüyüşçülerin aleyhine propaganda yapar. Demirel ünlü “Yollar yürümekle aşınmaz” sözünü bu yürüyüş sırasında kullanır. Atatürk’ün partisi hüviyetini çoktan kaybetmiş, statükoculuğun, sağcılığın, işbirlikçiliğin partisi haline gelmiş CHP de yürüyüşçülere karşıdır. İnönü şöyle der mesela: “Gençlerin, demokrasi düşmanlarına fırsat verebilecek her türlü davranıştın kaçınmalarını isterim.” Peki nedir bu telaşın nedeni? Yürüyüşçüler alt tarafı 20-25 kişidir. Anıtkabir’i ziyaret edenleri ise 300 kişidir... Korkulan sayıları değildir. 68 Haziranında on binlerce öğrenciyle üniversite işgali yapan gençlerdir bunlar. Yani kalabalıktırlar aynı zamanda... Korkulan gençliğin Atatürk’le buluşmasıdır. Birilerinin çıkıp “İkinci Kurtuluş Savaşı”ndan bahsetmesidir. Gençlerin “Atam, gerçekten izindeyiz” demesidir. Anlaşılan Atatürk üzerine sansür, Atatürkçülük üzerine o sağcı yalan kampanyası Türk milletini ancak 30 yıl oyalayabilmiştir... Su akar yatağını bulur, derler ya... Gençlik de Atatürk’üyle buluşmuştur. Korkulan budur. Deniz: Mustafa Kemal idealinin evladı Yürüyüşün başlarına geri dönelim. Deniz Gezmiş’ler Samsun’da Atatürk Anıtı önünde saygı duruşunun ardından bir bildiri dağıtmaya başlarlar: “Büyük Türk Milleti! Atatürk için toplanalım! Mustafa Kemal’in milli kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimine saldıran karanlık güçlere dur demek için, Milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için, Tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in milli kurtuluşçu saflarında toplanalım!” Yürüyüşe geçtiklerinde ise Samsun çıkışında gözaltına alınırlar. Bir geceyi emniyette geçirdikten sonra mahkemeye çıkarılırlar. Savcı tutuklanmalarını istemektedir. Anlaşılan iktidar, gençliğin Mustafa Kemal’in ideali için eyleme geçmesini kabullenememektedir. Ancak Deniz’ler mahkemede çok etkileyici bir savunma yaparlar: “Burada 24 genç değil, Mustafa Kemal’in kendisi ve ilkeleri yargılanmaktadır.” Deniz’ler o sırada hakimin karşısında dimdik ayaktadırlar. Çünkü Atatürk’ün Bursa Nutkundan cesaret almaktadırlar: “Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, ‘Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz inkılâp ve cumhuriyetinin polisi değildir’ diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım’. (...) İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği.” Deniz’lerin rehberi işte Atatürk’ün bu devrimcilik anlayışıdır. Bir yıl sonra, 23 Aralık 1969’da Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim gazetesinde yapılan bir röportajında Deniz Gezmiş, gençlik eylemleriyle ilgili bir soruya şu yanıtı verecektir: “Devrimci gençlik eylemi, Mustafa Kemalci zinde güçler saflarını birbirlerine kenetlemiştir. Mustafa Kemal adı, geniş öğrenci kitlelerinde daha fazla ağızdan ağza dolaşır olmuş, forumlarda Bursa nutku ve Gençliğe Hitabe tekrarlanmış ve bunlar uygulanmıştır. Emperyalistler ve işbirlikçileri, Gazi Mustafa Kemal’in çizgisinin geniş kitlelerde ve bütün zinde güçlerde yankılanmasından korkmuşlardır bugün.” Gerçekten de Türkiye’de kurulan Amerikancı-sağcı düzenin en büyük korkusu gençliğin Atatürkçü bir devrimcilik anlayışıyla mücadele etmeye başlamasıdır. Devrimciliği Atatürk’ten öğrenen Deniz Gezmiş... Deniz Gezmiş her fırsatta, devrimciliğini de, anti-emperyalistliğini de Atatürk’ten öğrendiğini söylemektedir. Babasına yazdığı ünlü mektubunda şöyle teşekkür eder babasına: “Baba, sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni.” Ve bütün eylemlerini de aslında Atatürk’ün Türk gençliğine verdiği görevin yerine getirilmesi olarak görür. Devrim’deki söyleşisinde şöyle söyler: “Üniversite öğrenimi yapmak Anayasa’nın verdiği bir haktır. Öğrenci olarak devrimci mücadeleye katılmak ise, Mustafa Kemal’in bize yüklediği bir görevdir. Dünyanın bütün gericileri bir araya gelseler, bu hakkımızı ve görevimizi elimizden alamayacaklardır.” Devrimciliği bu şekilde tanımlayan Deniz Gezmiş, verdikleri mücadeleyi de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın devamı olarak görür. Zaten kendilerine de İkinci Kurtuluş Savaşçıları demektedir. Kuracağı örgüte de bu yüzden Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu diyecektir. Röportajı okumaya devam edelim: “Bugün Amerikan emperyalizmi saldırganlık yolunu seçmiştir. Buna karşın biz de emperyalizmin parmağının bulunduğu her yerde ona karşı aynı silahlarla mücadele yolunu seçtik. Tıpkı Mustafa Kemal’in 50 yıl önce yaptığı gibi...” Deniz’in bu sözlerini bir tarih çizelgesine oturtmak çok önemlidir. Samsun-Ankara yürüyüşünün tarihi 1968’dir. Gençlik hareketinin doruğa ulaştığı yıl... Yani, Deniz 68’de Atatürkçüdür. Devrim gazetesine röportaj verdiğinde sene 1969’dur. Gençlik hareketine hem AP iktidarının hem de MHP’li faşist komandoların saldırdığı yıldır. Deniz 1969’da da Atatürkçüdür. Mayıs 1970’te hapishaneden arkadaşlarına şu mesajı gönderdiğinde de Atatürkçüdür Deniz: “Bundan 50 yıl evvel Türkiye halkının devrimci mücadelesiyle kazanılan bağımsızlığımız işbirlikçi sermaye ve feodal mütegalibe tarafından, Amerikan emperyalizmine peşkeş çekilmiştir. Bütün siyasi partiler karşı devrim çizgisinde bu gidişe ayak uydurmuşlardır.” Babasına kendisini Kemalist yetiştirdiği için teşekkür ettiği mektubu de 1971’in hemen başında yazmıştır. O dönem bir banka soygununa katılmış ve polis tarafından aranmaktadır. Kaçaktır. ODTÜ’de saklanmaktadır. Yani, o koşullarda bile Atatürkçüdür... Peki sonra? 12 Mart’tan sonra örneğin? Deniz, Atatürkçülükten yine vazgeçmez. THKO Davası’nda verdiği savunmaya şöyle başlayacaktır: “Yurdumuzun bağımsızlığı için giriştiğimiz bu kavgada Kurtuluş Savaşımızda şehit olanların onurlarını ve ulusumuzun kaderini korumaya kararlı olduğumuzu bildiriyoruz. Kurtuluş Savaşımızın tüm şehitlerine selam olsun.” Kurtuluş Savaşı şehitlerine selam olsun diyerek savunmasına başlayan Deniz, mahkeme süresince de bütün eylemlerini Atatürk’ün devrimci mirasına bağlı kalmak olarak anlatacaktır. Kendisini İkinci Kurtuluş Savaşçısı olarak tanımlayan Deniz için Kurtuluş Savaşı’nın aslı, yani birincisi şöyledir: “19 Mayıs 1919, saldırgan emperyalistlere ve onların emrindeki iç düşmana karşı, Mustafa Kemal önderliğinde, Türk halkını örgütlemek için Kurtuluş Savaşının politik anlamda başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919, emperyalizme, padişahlığa, hükümete ve köhnemiş devlet yapısına karşı Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde yürütülen devrimin başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişidir.” Savunmasının sonlarına doğru ise, kendilerini idamla yargılayan mahkemeden korkmadıklarını söylerken de gelenek olarak Atatürk’e dayanacaktır. Ve 12 Mart’ın faşist mahkemesini Atatürk’ü yargılayanlara benzetecektir: “Biz 50 sene evvel Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşı’nın gerçek tahlilini yapmaya her zaman için muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı yapmak için Samsun’a çıkanlara İstanbul örfi idaresince ve mahkemelerince idam cezası verilmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı’na iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul’da bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir.” Görüldüğü gibi Deniz Gezmiş Atatürkçü mü değil mi tartışması son derece abestir. Deniz taktiksel olarak ya da koşullar gerektirdiği için Atatürkçü olmuş falan değildir. Kimileri ise Deniz’in başlangıçta Atatürkçü olduğunu ama mücadele sürecinde gittikçe solculaştığını ve ve Atatürkçülükten koptuğnuu söyler. Böyle bir durumun olmadığı da ortadadır. 12 Mart faşizminin kendisini yargıladığı koşullarda bile Deniz Atatürkçülükten kopmamıştır. Görüldüğü gibi, Deniz bütün hayatı boyunca Atatürkçü olmuştur. Ve bunu devrimciliğin ve ulusal kurtuluşçuluğun bir gereği olarak görmüştür... Sahte Atatürkçülerden sahte Deniz Gezmişçilere... Nasıl sahte bir “Atatürkçülük” varsa, sahte bir “Deniz Gezmişçilik” de var. Atatürk’ün anti-emperyalistliği, devrimciliği, solculuğu nasıl gizlenmeye saklandıysa, Deniz’in Atatürkçülüğü de unutturulmak istendi yıllarca. Atatürk’e yönelik sansürün, çarpıtmanın aynısı Deniz’e yapıldı. Çünkü Deniz, Atatürk’ü örnek alan bir devrimciydi. Atatürk’ün ölümünden 30 yıl sonra, sahte Atatürkçülüğü yerle bir eden, Atatürk’ü yine Türk milletiyle buluşturan, Atatürk devrimciliğini yine ayağa kaldıran Deniz olmuştu. Atatürk’ün evladıydı. Babasının kaderini paylaşması da çok normaldi. 6 Mayıs 1972... Deniz’in ölüm tarihi. Sahte Atatürkçüler, sağcı işbirlikçi iktidar, 12 Mart faşizmi ve Amerikan emperyalizmi tarafından kurban edildiği tarih... Deniz’lerin ölümüyle birlikte “sahtecilerin” sansürü ikiye katlanmıştı. Saklanan gerçek Atatürk’ün yanına gerçek Deniz Gezmiş de eklendi. Ve Deniz’lerin ölümünden yine tam 30 yıl sonra, 8 Nisan 2002’de devrimci gençler Deniz’lerin ve Atatürk’ün izinden gittiklerini söyleyerek TÜRKSOLU’nu çıkarmaya başladılar... Deniz’lerin girdiği o çok zor yola baş koymaya, yani “Atatürk’ün gerçekten izinde olmaya” kararlıydılar. İşleri iki kat daha zordu. Çünkü sansür sadece Atatürk üzerinde değil, artık Deniz Gezmiş üzerinde de vardı. Nasıl ki sahte Atatürkçülük sayesinde hem sağcı iktidarlar hem de ona karşı mücadele etmesi gerekip de etmeyen statükocular konumlarını koruyorsa, Deniz açısından da durum aynıydı. Türk gencinin Deniz gerçeğiyle buluşmaması, Türk insanının Deniz’in Atatürkçü, milliyetçi yönünü bilmemesi, en çok sağcı iktidarların ve Türkiye üzerinde emelleri olan emperyalistlerin işine yarıyordu. Çünkü bu şekilde Türkiye’de devrimci mücadele de bir türlü Türk milletiyle buluşamıyor, marjinal kalıyordu. Yıllardır kendisini “Deniz’in arkadaşı,” “Deniz’in yoldaşı,” “Deniz’in Hukuk Fakültesinden sıra arkadaşı” olarak tanıtanlar için de gerekliydi bu sansür. Gerçek Deniz Gezmiş’i saklarlarsa, kimsenin onlardan şu hesabı sorması mümkün olmayacaktı: Deniz Atatürkçüydü. Peki yaptığınız bu Kürtçülük ne? Bu işbirlikçilik ne? Bu reformculuk ne? Bu Ermenicilik ne? Bu Türk düşmanlığı ne? Bu Ordu düşmanlığı ne? Bu Atatürk düşmanlığı ne?.. Gerçek Deniz Gezmiş gözlerden uzak kaldığı sürece onlar da sözde devrimci konumlarını koruyacaklar, rahatlarını bozmadan mevki makam sahibi olmaya devam edeceklerdi. 6 Mayıs’tan 6 Mayıs’a televizyonlarda boy göstermek, Deniz’in mezarı başında nutuk atmak, bir iki Deniz anmasında konuşmacı olarak çağırılmak yeterdi onlar için... Ama anlaşılan bir milletin hafızası en fazla 30 yıl baskı altında tutulabiliyor. Deniz’ler nasıl Atatürk’ün ölümünden tam 30 yıl sonra Atatürk bayrağını tekrar yükselttiyse, TÜRKSOLU da Deniz’lerin ölümünden yine tam 30 yıl sonra Atatürk ve Deniz Gezmiş bayrağını tekrar yükseltmeye karar verdi. Üstelik biz Deniz’lerin atamadığı o adımı da attık. Partileştik... Deniz’ler partileşmeye doğru giderken 12 Mart Faşizmi tarafından engellenmiş, bambaşka mecralara sürüklenmişlerdi. Ve devrimci gençlik hareketinin gerçek Atatürkçülüğü Türk milletine ulaştırmasının önüne geçilmişti. Biz, işte Deniz’lere attırılmayan o adımı atıyoruz. Partileşiyoruz... Türkiye’nin dört bir tarafına gerçek Atatürk’ü, gerçek Deniz Gezmiş’i götürüyoruz... Artık Deniz’in babasına yazdığı Kemalist mektupların üstündeki sansür kalktı. Artık Deniz’in Atatürkçü savunması üzerinde sansür kalktı. Artık Deniz’in Türk bayrağıyla yürüyen resimlerini görebileceksiniz. Artık Deniz’in kendisini İkinci Kurtuluş Savaşçısı olarak tanımlayan, Mustafa Kemal idealinin devamcısı olarak gösteren konuşmalarını dinleyebileceksiniz. Artık Deniz’in Türk milletini Mustafa Kemal saflarına çağıran bildirilerini okuyabileceksiniz... Artık Atatürk’ü gerçek evladından Deniz’den ayıramayacaklar… Artık Atatürk’ü Türk milletinden koparamayacaklar… Artık Deniz’i Türk milletine yanlış anlatamayacaklar...Çünkü Atatürk’ün ikinci kuşak evlatları, Üçüncü Kurtuluş Savaşçıları geliyor... Özgür Erdem saygilarla
  19. Absurd sözcügü Ingilizce bir sözcüktür ve "gülünc,anlamsiz,komik vb"anlamlarini icerir.Bu sözcügün onca Türkcesi varken kimlerin ve neden böyle gülünc olmayi hedeflediklerini anlamak zor gercekten. Gerci bu sözcük gibi nice yabanci sözcükler artik insanlarimizin günlük yasantilarinda hicbir yabancilik hissetmeden kullanilmaktadir.Muhakkak ki saf dil yoktur dünya üzerinde ama mümkün oldukca kendi sözcüklerimizi kullanmakta bence bagimsizligimiz acisindan fayda vardir. saygilarla
  20. Askerin darbe yapmasini isteyenler ve darbe yapmasi icin ülkeyi kan gölüne cevirenler önce kendilerine hesap sorsunlar sonra da zulüm yapanlardan hedsap sorsunlar.Adalet ararken önce özelestiri yapilir.Vur abaliya hesabi "zulüm yaptilar,iskence yaptilar"diye bugün intikam cigliklariv atanlar dün meydanlarda ellerinde silahlarla devrim devrim diye adam öldürüyordular.Birakin magdurlari oynamayi,herkese fasist irkci damgasini vurmayida gerceklere bakin. 12 Eylül kendi kendine gelmedi.Yok Amerikanin usaklari gibi ucuz hikayeler o günlerde sagci ve solcularin döktükleri kanlari yikamaz.Hesap sorulacaksa önce kendinize soracaksiniz kendinizi akladikdan sonra hesap sormaya baslayacaksiniz. Bugün yapilanlar hesap sormak degil,ülkeyi bölmektir.Dün bunu Sovyet yanlilari yapmaya calisti,Bugün de AKP yapiyor. saygilarla
  21. Bir defa 10 polisin bir gözalti icin 17 yasindaki bir kizin evine baskin yapmasi bu baskini yapanlarin ve yaptiranlarin hak ve hukuk ve de insanlik adina hicbir vicdani özellige sahip olmadiklari tespitini yapalim ve Melih Gökcek denilen ve o liseli kizin hakli olarak yazdigi nitelikte olan kisinin hergün twitterde zevk icin bazi isimlere hakaret ettigini bilelim.Bir Büyüksehir Belediye Baskani olan kisinin aslinda daha edepli ve agirbasli olmasi gerekirken tam aksine, sokak terbiyesi ile büyümüs oldugunu kanitlamak ister gibi davranmaktadir.O kadar ilgincki AKP'nin basbakanida ayni yapida birisidir.Yani sokak jargonu ile konusmak ve de meydan agasi tarzi yürümek gibi karakteristik özelliklere sahiptirler. saygilarla
  22. Hesap sormakla,faili bulmak icin calismak ayri seylerdir.Ugur Mumcu'nun katilini veya katillerini bulmak hesap sormak degildir adaletin yerine getirilmesidir.Ugur Mumcu kimseyi öldürmedi,öldürün diyede kimseleri tetiklemedi.Ama onu öldürdüler. Faili bulmak hak aramaktir hesap sormak degildir.Hak aranmalidir ve haksizlik yapan cezasini cekmelidir ancak sirf intikam duygulari ile hakli haksiz ayrimi yapmadan sadece sevdigimiz veya kendi görüsümüzdeki birisi öldürüldü diye savas tamtamlari calmak yanlistir.Cünkü savas tamatami calanlar genelde hakliyi haksizi degilde intikam duygulari ile hareket eder ve düsÜnür.Neden nicin kim kimler diye düsünmez kafasinda tek bir düsünce sabitlenmistir.Intikam.Bu duygularla yani intikam duygulariyla yatip kalkanlar bu intikami kimin alacagini ve neden almaya calistigini düsünmez incelemez.Sadece intikam düsüncsi icinde oldugu icin sirtini kötülere bile dayamaktan cekinmez.Yeter ki intikam alinsin.Peki bu intikami alacak olanlarin yaptiklari kötülükler ne olacak onlardan kim hesap soracak? Cemil Kirbayir eger dogruysa Kars Emniyet Müdürlügünde ortadan kayboldu.Yani darbe dönemi diye gercek faillerin bulunmasini arzu etmek yerine sirf darbe yönetimi oldugu icin Emniyet Müdürlügünden tek kelime ile bahsetmeyip askere yüklenmek vur abaliya anlaminda yanlistir.Iste intikam duygulari insanlari dogru düsünmekten degerlendirmekten engeller.Eger faiiler aranacaksa önce Kars Emniyet Müdürlügüne basvurulmasi arastirmanin oradan baslatilmasi gerekir.Eger Emniyette kaybolmasinin askerle bir baglantisi varsa zaten o da ortaya cikacaktir. saygilarla
  23. Türkiye aynen 1915 sonrasi isgal dönemini yasiyor.Bir sürü yandas ve isbirlikci olusumlar türemis,hak arama diye yola cikmislar.Hak aramak hakki savunmaktir dogru bir adimdir insani bir cabadir ancak eger bu hak aramalar belirli odaklar icinse hak olmaktan cikar farkli bir alana girer.Hak her haksizliga ugrayan icin aranmalidir.Dogrusu insani olani budur.Binlerce insanimiz öldürüldü dost ve akrabalari disinda kimse onlarin haklarini aramadi.Türkiye'de kim bölücülük yapiyorsa,kim Türkiye'nin kuyusunu kaziyorsa hep onlarin haklari aranmistir. 1915'lerde,Ermeni ceteleri,Anadolu'da Türk köylerini basip insanlari yakip keserken yapilan sikayetleri o bölgelerde bulunan Amerikan,Fransiz,Inglizi komiserlikleri siradan olaylar diye gecistirip Ermenilerin Türkleri katletmesine seyirci kaliyor ve bu katliamlar yillar sonra tersine cevrilip Ermeni sorunu diye Türkiye'nin karsisina cikariliyordu.Bugün de ayni seyler yasaniyor bir farklaki o da AKP hükümeti distan güdümlü oldugu icin Türklere karsi yapilan saldirilari aynen 1915'lerde ki yabanci komiserlikler gibi hep siradan olay diye gecistiryor dolayisiyla ülkenin bölünme sürecinin hizlandiriyor.Ermenilerin Türkleri katletmeleri olaylarindan bir süre sonra da Türkiye itilaf Kuvvelteri tarafindan bölüsüldü.Bugün ayni seyler yasatilmaya calisilyor dün Osmanli vardi bugün Osmanlinin torunu oldugunu iddia eden basbakan var. Kislada bir olay yasanmis,konu yargidadir.Yargi konuyu inceliyor sorguluyor yani mahkeme devam ediyor.Mahkemeyi etkilemek icin döndürülen dolaplar ve bu dolaplari döndürenlere baktigimizda karsimiza aynen isgal günlerindeki gibi isbirlikciler ve Ermeni kuruluslari cikiyor.Ermenilerin Türkiye'den toprak talepleri bitmedi,simdilik sessizler,Kürtlerle ilgili alinacak olan karari bekliyorlar.Aynen Sevr gibi.Kürtlerin leinde cikacak olan bir anlasma sonunda Ermeniler Türkiye'den toprak taleplerini yüksek sesle dile getirecektirler.Basbakan Erdogan'in cabalari bu yöndedir.Ona verilmis olan görev Türkiye'nin parcalanmasidir.Dün Sevr'de yapamadiklarini bugün Lozan'i ihlal ederek yaptirtiyorlar.Türkiye'nin Misak-i Milli sinirlari Lozan'in ihlal edilmemesi sarti ile rafa kaldirilmistir.Kürtlere özerklik adi altinda bagimsizlik taniyacak olan her türlü girisim Lozan'in ihlali anlamina gelecektir. Türkiye'de birileri cok büyük oynuyor tehlikeli oynuyor bundan dogacak olan olumsuz sonuclar herkesi etkileyecektir.Bir milleti yok sayarak onun devletini yikma lüksünü kimse kendinde bulamaz.Bunun faturasi ergec ödenir. saygilarla
  24. Insanoglu hayatini kin ve intikam duygulari ile doldurarak yasadigi sürece baris asla gelmeyecektir.Dün olanlardan bugün hesap soranlar yarin kendileri hesap vermek durumunda kalacaklar.O ondan hesap soracak digeri öbüründen hesap soracak.Cünkü insanlarin duygulari törpülenmis birileri bu töpülenmis duygularla siyaset yaparak tarihi tekrarlatma görevini yürütüyor.Saniyorlar ki bugün dünkünün intikami alinirsa bu is burada biter halbuki en büyük yanilgi bu.Bugün intikam alanlar yarin ayni konuma gelecekler ve birileride onlardan intikam alacaktir.Bu degismez bir yasadir.Daha dogrusu dedigim gibi insanoglu hayatini kin ve intikam duygulari iie yasamaya devam ettigi sürece bu böyle gidecektir. Birileri birilerine fasist der,digeri ona Komünist der,sonra birbirine girerler.Ölen ölür kalanlar yillar sonra farkli ideolojilere sahip olarak "dün bizi kullandilar"derler.Dün bizi kullandilar diyenler insanliga hizmet vermek yerine yine fitne ve fesada dalip yine düsmanlik tohumlari ekmeye baslarlar.Dün cani yananlar bugün intikam tamtamlari caliyor,bugün cani yananlarda yarin intikam tamtamlari calacaktir bundan kimsenin kuskusu olmasin. saygilarla
  25. Misyonerligin farkli bir versiyonu,dinsizlik misyonerligini hem bir Ermeni asilli kisi hemde dinsiz bir kisinin yapmasi aslinda hicbirsey ifade etmez inananlar icin.Cünkü bir dinsizden dini savunmasini kimse beklemez.Dinsiz dinsizligini savunur sadece,yani dinsizin bilimsel birtakim iddialarin arkasina saklanarak Tanri inancini reddetmesi sadece kendisini baglar,Iddiasinin dogrulugunu belgelemez. Bati ile ilgili söyledigi sözler asla gercekleri yansitmiyor tam tersine uygarlik düzeyi arttikca bilim adamlari TANRI'nin varligina daha cok inanir olmaya basladilar.Bunu dinsizlerin yazilarinda bulamazsiniz ama internete girin bakin ne kadar bilim adami Tanrinin varligindan bahsetmektedir.Ama dedigimiz gibi dinsizler hep Tanriyi reddetmisler ve inananlara da hakaret etmeyibir hüner saymislardir.Ancak bir Ermeni kökenlinin Allahtan bahsetmesi bile müslüman lar icin affedilmez bir davranistir.Gitsin Isayla ilgili ne söylerse söylesin.Adam resmen Islam düsmanligi yapiyor TÜRK DÜSMANLIGININ YANISIRA.Herhalde böyle referanslarinizin olmasindan cok mutlusunuz.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.