DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
Bilgiler için çok teşekkürler sevgili gugukcuk... Ama bakın esas tehlike nerede... Bugün bu konularda Türkiye'de Batı standartlarında 50 bilim adamı bulamazsınız! Nedini ise şu... Bir yerde okumuştum ve aşağı yukarı şöyleydi... Örneğim bir Japon bir profesör "biz 46 yaşından önce profesör olamayız" demişti. "Neden kanun mu engel?" sorusuna "hayır ama çok çalışırsak ancak o yaşta bilimsel olgunluğa ve yeterliliğe sahip olarak kadro için rekabet edebiliriz" demişti. (ancak şu han Japonyada meydana gelen doğa olayına hiçbir prof. birşey yapabilecek durumda olamaz. Onları vuran deprem değil tsunami ve tsunaminin vurduğu nükleer santral sonucu nükleer tehlikedir...) Bir de Türkiye'deki duruma bakınız. İşini uydurabilen birkaç uydurma makaleyle profesör olabiliyor. O nedenle şu anda tüm Türkiye'de Batı standartlarında 50 bilim adamı bulamazsınız. Çünkü; * Fakülteler arasında bilimsel çalışma ve işbirliği yok. * Fakülteler meslek okulu durumunda. * Dersler dışında öğrencilerle ilgilenen yok. * Öğretim üyeleri yalnız ders verip, araştırma yapmıyorlar. * Öğretim üyeleri çoğunlukla dışarıdaki işleri ile meşgul. * Öğretim ülke gerçeklerinden uzak teorik olarak yürütülmekte. * En basit çalışmalar tez olarak kabul ediliyor, araştırma yok. (¹) Böyle bir afet karşısında oluşabilecek bugünkü durumu bu rapor özetiyle karşılaştırarak bir sonuca varmayı size bırakıyorum sevgili gugukçuk... Saygılar... _______________________ (¹) - Prof. Dr. Özer Bekaroğlu
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Katkı ve paylaşımlarınıza teşekkürler sevgili arkadaşlar... Umarım konu ile duyarlılığınız daim olur çünkü Nükleer santrallarda güvenlik ve atık gerçekten büyük sorun ve halen çözüm bekleyen en önemli unsur. Örneğin bugün bile Çernobil'e kadar, bilinmeyen 400 nükleer santral kazasının gizlendiği öne sürülüyor. Olayın vahametini varın siz düşünün artık... Yarın öbürgün olabilecek bir deprem esnasındaki nükleer facianın sonucunu gerçekten düşünemiyorum bile... Bu nedenle Japonyada meydana gelen kaza tüm insanlık için bir ders olmalı bence... Diğer taraftan ise nükleer atıklar ülkelerin çeşitli yerlerinde depolanmış olarak bekletilmekte ve bu atıklar maalesef milyarlarca ek maliyet getirmesinin yanında, çevre açısından çok ciddi bir tehdit teşkil ediyor... Bahsettimiz gbi birde deprem kuşağında olan ve üzgünüm ama "güvenlik kültürü / güvenlik sistemi" nin birtürlü yerleşmediği ülkemizde/komşularımızda hatta AB'de nükleer enerji santrallarını ekstra bir tehlike kaynağı gibi görmek hiçte zor değil... Saygılar... En açık biçimde bölgemizde oluşabilecek 'Nükleer Kaza Risk Haritası' şu şekilde gösterilmektedir...
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
DÜNYADA NÜKLEER SANTRAL DAĞILIMI Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) verilerine göre dünyada 30 ülkede toplam 438 nükleer santral var. Bunların 272'si (yüzde 62) sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu G-7 ülkelerinde bulunuyor. G-7 ülkelerinden ABD'de 104, Fransa'da 59, Japonya'da 55, İngiltere'de 19, Kanada'da 18 ve Almanya'da 17 nükleer santral bulunuyor. Ayrıca Belçika'da 7, Bulgaristan'da 2, Finlandiya'da 4, Hollanda'da 1, Romanya'da 2, Rusya'da 32, İsveç'te 10, İsviçre'de 5, Slovakya'da 4, Slovenya'da 1, İspanya'da 8, Çek Cumhuriyeti'nde 6, Macaristan'da 4, Ukrayna'da 15 ve İsrail'de 1 nükleer santral bulunuyor. Halen küresel düzeyde 44 nükleer santralın inşasına devam ediliyor. Verilere göre, Arjantin, Finlandiya, Fransa, İran, ve ABD'de birer reaktör, Bulgaristan, Japonya ve Ukrayna'da ikişer, Çin'de 11, Hindistan'da 6, Güney Kore'de 5 ve Rusya'da 8 nükleer reaktör inşa aşamasında bulunuyor. Kaynak: http://www.elestiriy.../#ixzz1Gr5xw0IN
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Nükleer Yalanlar... Almanya'nın en gelişmiş nükleer santralı Neckarwestheim'in yöneticisi Dr. Werner Zaiss'e, işletmenin kalbinde sordum: "Nükleer santrallar ve atıklar tehlikeli değilse niçin Almanya'daki iki santral kapatıldı?" Sustu... Nasıl yanıt vereceğini düşünüyor olmalıydı. 13 yıl önceki Akkuyu ihalesine hazırlanan Fransız-Alman ortaklı şirketin gazetecileri, dolayısıyla Türk kamuoyunu "ikna gezisindeki" bu suskunluk, anlamlıydı! Dr. Zaiss bir süre sonra şunları söyledi: "Enerjimiz yeterli, artık yeni enerji kaynaklanna ihtiyaç yok... " O zaman "yalan söylüyorsun yalan..." repliği henüz yoktu, yanıtı, dudaklarımın ucunda alaylı bir gülümsemeyle karşılamıştım... Ama 30 ülkede, topu topu 440 işletmenin üstünden söz söyleyen nükleer lobinin gücünü, gezi dönüşü gazetelerdeki haberlerden anladım... Sonra Çernobil "kazasının" acı bilançosuna karşın sürdürülen "nükleeryalanları" anımsadım. Yalanın boyutu, sızıntının Karadeniz kıyılarına ulaşmasının ardından "komedi"ye dönüşüyordu; Türkiye'nin Sanayi Bakanı, nükleer lobinin adamı Cahit Aral, "çayların imha edilmesi" önerisine, canlı yayında çay içip, "Bakın bir şey oluyor mu?" diye karşı çıkıyordu... Şimdi de Japonya'daki depremle birlikte gelen nükleer felaketle ilgili yalanlar... Batı basınındaki haberlere göre, nükleer tehditle ilgili "gizlenen gelişmeler ve gerçekler var". Greenpeace'den yapılan açıklamada, bölgenin açığa çıkan plütonyum yüzünden binlerce yıl ölü bir alan haline gelebileceği bildirildi. Çekirdek erimesi gerçekleşirse, yaşanacak felaketin boyutlarının Çernobil'den daha büyük olacağı vurgulandı... Patlama yok dediler, oldu! Sızıntı yok dediler, oldu! 200 bin kişi tahliye edildi. 160 kilometre uzaktaki Amerikan uçak gemisi "Ronald Reagan" bölgeden kaçtı. Japon yetkililere göre, sızıntının boyutu bilinmiyor! Ama bir süre önce Japonlarla nükleer santral için masaya oturan bizim Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, "Japon sistemi depremden hemen sonra otomatik olarak kapanır ve her şey normale döndüğünde yeniden çalışmaya başlar. Türkiye'nin enerji santrallan projeleri devam edecektir" dedi, iyi mi? Sanayi sitelerindeki patlamayla 20 yurttaşını kaybeden ülkenin bakanı Yıldız, Fukuşima'nın eski teknoloji kullandığının altını çiziyor, Türkiye'de yapılacak olanın, yeni nesil güvenlik önlemleri içerdiğini söylüyor... Yani bu durumda Japonlar hiç hesap edememişler, bile bile lades demişler, öyle mi? Anlaşılan bu felaket bile gözlerini açmamış iktidarın. Ecemişfay hattından sadece birkaç kilometre uzaklıktaki Akkuyu'da bu ısrar neden? Neredeyse bütünü deprem bölgesi Türkiye'de bu saçmalık neden? Bugün dünya nükleer enerjiyi sorguluyor. Çekirdek erimesi yaşanırsa büyük bir felaketten söz ediliyor. Acaba nükleer çağın sonu mu geliyor? Aşırı özenlerine, teknolojide liderliklerine karşın Japonlar bile felaketten etkilenmeyecek reaktörler yapamıyorsa, kim yapabilir? Türkiye'de nükleer santraldan vazgeçilmeli, dünyadaki tüm santrallar sökülmeli ve nükleer başlıklı tüm silahlar imha edilmeli... insanlık için, tüm canlılar için... KAYNAK.. - Cumhuriyet 15.03.2011
-
Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
Ve Düne Yansıyanlar...- NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Doğan ve Batan Güneşler Japonya ve Türkiye, bir ucundan ötekine Batılıların “Orient” diye adlandırdığı Doğu’nun sınırlarını çizen iki ülkedir. Coğrafyadaki uzaklık, adeta bu uç topraklar üzerinde yaşayan halkların varoluş biçimini de birbirinden ayırır. Türkler ve Japonlar ne işte, ne aşta benzer birbirine. Hatta mutfaktan sanata, toplumsal kültürleri taban tabana zıt uygarlıklar yaratmışlardır. Oysa bu karşıtlık, bir mıknatısın artı ve eksi uçları gibi, Doğu’nun iki sınır boyunu akraba bir bütünde buluşturur. Düşüncem size garip geldiyse, kanıtlayabilirim: Japonya’nın simgesi, bin yıllardır bayrağındaki gibi doğan güneştir, gün ışığını müjdeler. Türkiye’nin bayrağı ise 18. yüzyılda eklenen yıldızla tamamlanan hilaldir, geceyi simgeler. Başka bir deyişle, Doğu’nun günü Japonya’da atar, Türkiye’de batar. Ve iki ülke, ak ile karanın, Yang ile Ying’in tamamlayıcı prensibine uygun bir bütünün karşıt ikizlerini oluştururlar. Bu karşıtlık, yaşam felsefesinden toplum düzenine, sorumluluk mantığından iş disiplinine, sürer gider... Ama her iki ülke ve halkları, depremlerle sarsılan bir kaderi paylaşır, aynı tehlikelerle iç içe yaşar ve sonuçlarına katlanırlar. *** Bilimciler, yerkürenin 2011’le 2016 arasında büyük felaketlere yol açacak doğal hareketlere sahne olacağını öngörmüşlerdi, dedikleri çıktı ve perde, ‘Doğu Güneşi’nin doğduğu Japonya’da açıldı. Richter ölçeğindeki 8.9’luk deprem ve sonuçlarını, biz Türkler, giderek yaklaşan Marmara depremini düşünerek, bambaşka duygularla izliyoruz. Hele, böyle bir deprem sonucunda İstanbul’la birlikte Türkiye’nin bağımsızlığını kaybedeceğini öne süren “Bir Gün Gece”(*) romanını yazan ben, kaygı ötesi bir boyuta geçtim. Deprem mi beterdi, tsunami mi derken, Fukuşima’daki nükleer sızıntıyla bitmeyip yanardağ patlamasıyla süren dehşette, yukarda anlattığım tamamlayıcı karşıtlığın yurduma biçtiği rolü sorguluyorum! Doğanın yıkıcı gücüne insan eliyle eklenen nükleer tehditle birlikte bir yanardağın da faaliyete geçmesi, sanki Japonya’yı belki bin, belki milyon yılda, ama er geç haritadan silecek bir sürecin başladığına işaret ediyor. Salt Japon takımadalarının değil, kıtaların böyle bir süreç sonunda oluştuğu düşünülürse, doğanın milyonlarca yıl önce yaptığını bozmayacağını kim garanti edebilir? Herhalde doğayla aşık atan ve her kükreyişinde tokadı yiyen insanlar değil... Eğer sonsuz evrenin ancak milyarlarca yıl önce küçük bir parçası olabilen yerkürenin doğası, kabuğunun biçimini değiştirmeye kalktı ve Japonya’dan başladıysa işe, onun karşıt ikizi Türkiye’ye nasıl bir iz düşer acaba? Anadolu topraklarına gömülen onlarca muhteşem uygarlık kalıntısına bakıp, bir ucundan bir ucuna beklenen depremleri düşünerek elbette bir şeyler sezebiliriz. Ama tam olarak ne olur, asla bilemeyeceğiz. Doğanın karşı duramayacağımız değişim sürecini beklerken, onun üstünlüğünün bilinciyle, hiç olmazsa dengelerine saygılı, yasalarıyla uyumlu yaşamayı öğrenebilirdik. Oysa öğrenmediğimiz gibi, dengelerini bozmak için her şeyi yaptık. Petrol bölgelerini düşünün: Yeraltındaki haznelerden çekilen petrol bittiğinde, o devasa hazneler boş mu kalacak? Yerküre biçimini değiştirerek, toprağı çökerterek doldurmayacak mı o boşlukları? *** Toprak dediğiniz, muazzam bir ateş denizinin üstünde yüzen bir kül kabuğu. Bunca oynak bir tabana, Japonya’da bile sağlama alınamayan nükleer santralları da yerleştirince, gerçekten tüy dikmiş olmadı mı insanlık, soyunu bekleyen tehlikenin üstüne? Yerkürenin radyoaktif gücünü tetikleyecek bomba santrallar yetmedi, doğayla oynadığımız tehlikeli kumarda. Toprağını, suyunu, havasını zehirledik, ormanlarını, göllerini, ırmaklarını yok ettik. Bağ bahçe demedik, karasını betona boğduk, denizini moloz ve kanalizasyonla doldurduk. Dağlarını oyduk, altın bulacağız hırsıyla, derelerine siyanür akıttık. Ekilir topraklarını kimyasal gübrelerle kirlettik. Tohumlarının genetiğini değiştirdik, her yıl parayla alınsın diye kendi kendini imha eden garabet tohumlar yarattık kimyasal ilaç fabrikalarında. Sonuç? Aptallıklarımızın coğrafyadan silinmesini beklerken, kendi kendimizi zehirliyor ve gelecek kuşaklara da hem zehirli hem de nükleer santrallarla bombası kurulmuş bir dünya bırakıyoruz. ________ Mine G. Kırıkkanat...- NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Japon'yada meydana gelen nükleer facıadan sonra... Bizde Nükleere artık hayır diyoruz ve bu konuda toplumumuzun bilinç düzeyine ve duyarlılığına inanıyoruz... Nedenmi... Maalesef şu nedenlerden ötürü... ... Bilimsel veriler diyor ki, normal işleyen bir reaktör çalışması sırasında dahi havaya ve suya radyoaktif maddeler salmakta. Nükleer santrallarda kaza olma riski var, kaza olma durumunda ise doğacak risklerin haddi hesabı yok. Garanti olan ise doğaya aşırı miktarda radyoaktif madde salınacağı. “Tarihinin en büyük depremini ve ardından gelen tsunamiyi yaşayan Japonya'da nükleer tehlike artarak devam ediyor, Fukuşima'daki nükleer santralde önce patlama oldu ardından yangın çıktı. Daiichi Nükleer Santrali'nin 2 numaralı reaktöründe meydana gelen patlamanın ardından 4 numaralı reaktörde çıkan yangın saatler süren çalışma sonucu söndürülebildi. Japonya Başbakanı Naoto Kan, televizyondan halka seslendi ve radyasyon oranının tehlikeli bir şekilde arttığını duyurdu. Naoto Kan, Santrale 20-30 kilometre yakın mesafede bulanan vatandaşlarımızdan bulundukları ev veya işyerinden dışarıya çıkmamalarını rica ediyorum diye konuştu. Bölgedeki güvenlik çemberi 20 kilometreden 30 kilometreye çıkarılırken, radyasyon seviyesinin insan sağlığını olumsuz etkileyecek derecede olduğu belirtildi. Avrupa Birliği yetkilileri de yaptıkları olağanüstü toplantıda Avrupa'daki nükleer santralların güvenliğini ele aldılar. İsviçre hükümeti güvenliğin ana öncelik olduğunu açıklayarak ülkedeki nükleer santral planlarını askıya aldığını duyurdu. Dünyada hal böyle iken Ülkemizin Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız, Japonya’da meydana gelen depremin ardından ülkedeki nükleer santrallarda yaşanan sorunları değerlendirerek, gelişmelerin Türkiye’nin santral yapımıyla ilgili kararlılığını etkilemeyeceğini söyledi. Ayrıca tüm dünya bu konuda endişeli tavır sergilerken sayın bakanın bu söylemi ülkemiz açısından oldukça düşündürücü… Oysa Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), Mersin Akkuyu'da kurulmak istenen santralin, 6-7 büyüklüğünde deprem üretebilecek Ecemiş Fay Hattı'na 25-30 km mesafede olduğunu söyleyerek uyarmıştır. Nükleer santral ucuz ve güvenli değil, hala insan hatası söz konusu. Güvenlik, deprem, kaza gibi riskler barındıran bir enerji türü neden tercih ediliyor? Bakan bu soruyu, 'bizim başka enerji kaynağımız yok' diyerek yanıtlamamalı. BİZİM ÜLKEMİZDE RÜZGAR ENERJİSİ VAR. GÜNEŞ ENERJİSİ VAR. YANİ TÜRKİYE'DE NÜKLEER SANTRALİN KURULMASI İÇİN HİÇBİR GEREKÇE YOK. BU NEDENLE NÜKLEER SANTRALE HAYIR, NÜKLEER SANTRAL İSTEMİYORUZ…” _____________CHP MERSİN MİLLETVEKİLİ ADAY ADAYI VE ÇEKSAM YÖNETİM KURULU BAŞKANI Av.SEMRA KABASAKAL, JAPONYADAKİ NÜKLEER SIZINTININ YARATTIĞI TEHLİKE VE ÜLKEMİZDE NÜKLEER SANTRAL İSTEMİYORUZ İÇERİKLİ BASIN BİLDİRİSİ _________________________________________ Uygulama verileri diyor ki, nükleer santralların 60 yıllık tarihi içinde radyoaktif atık maddelerin saklanmasına ilişkin milyarlarca dolar harcanmasına rağmen daha uygulanabilir, güvenli bir çözüm bulunamadı. ABD’denin atık maddeleri Nevada’daki Yucca Dağı’na gömme projesi; bitirilme süresini 20 yıl, bütçesini 32 milyar doları aşmasından sonra hiçbir işe yaramayacağı anlaşılarak iptal edildi. Uygulama verileri yine diyor ki, nükleer santralların tarihi aynı zamanda nükleer kazalar tarihi. 60 yıllık kısa bir zaman diliminde 500’den fazla nükleer kaza oldu. 1986 yılında Çernobil’de gerçekleşen nükleer kaza sonucu radyoaktif kirlenmeden dolayı kullanılmayan, girilemeyen bölgeler hala bulunmakta ve bizler bu kazanın bilançosunu unutmadık. Nükleer santrallar ekolojik yıkım, ölüm, tehlike ve nükleer silah anlamına geldiği için karşı çıkıyoruz. Bizler yaşam hakkımızı savunmak için demokratik yöntemlerle mücadele ediyoruz. En temel hakkımızı tehlikeye sokanların açtıkları davalar ve vermek istedikleri cezalar bu savunduklarımızdan bizi alıkoyamayacak, çünkü bunlar gerçek. Dava açmalarının tek bir nedeni var gözümüzü korkutmak. 58 kişiye dava açarak bu ülkede nükleer santral istemeyenlerin sesini susturamayacaklar. ____________Küresel Eyle Grubu... Güncel haber, bilgi vb... Berlin'de nükleere karşı elli bin kişi yürüdü... Nükleersiz Türkiye... Nükleer santral istemiyruz... Akkuyu nükleer santral istemiyoruz... Nükleer tehlike büyüyor... Dakika dakika japon nükleer santralı gelişmeler... Nükleer bombanın ölüm çemberi... Nükleer tehlike için videolar... En carpıcısı... 1... 2 ... 3 ...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
- degermi?
Harikasın sen... Hep sevdiğimiz, seveceğimiz can dostumuzsun bizim sakın unutma... Kalbinle birlikte gönderdiğin kahve fincanıyla kahve içiyorum şu han ve melekler kadar hafif, sıcacik yüreğine dokunur gibi hissederek... Sen İyiki varsın... Ve senin dostluğuna gerçekten 'Değer' inan... Kocaman dost sevgiler...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
Japonya Depremi ve Türkiye’de Durum! Japonya’daki depreme yoğun ilgimiz elbette ki öncelikle “insani” nedenleydi. “Büyük kıyamet”i nefesimizi tutarak izledik. Japon halkına nasıl geçmiş olsun diyeceğimizi bilemedik... Ne var ki görüntülere donup kalmamızın önemli bir nedeni de “biz”im durumumuzu anımsatmasıydı... Cuma sabahı “8.9”u duyunca ekranlarda “çöken yapılar”ı ararken, bunun yerine “tsunami” kıyametini izlemek şaşırtıcı olduğu kadar sanki “teselli” gibiydi... Nitekim, TV’lerimizin uzmanlara yönelttikleri alışılagelmiş deprem soruları da değişti: “Bizde de tsunami olur mu; olursa dalga yükseklikleri nereye çıkar; hangi kıyı yerleşmelerimizi yutar?..” Uzmanlarımız ise böylesi bir tsunaminin bizde kesinlikle görülemeyeceğini bilimsel gerekçeleriyle açıklasalar bile, bundan böyle “deprem” denince binalara değil “deniz”e bakanlarımız az olmayacak... Çünkü, en çürük yapılarda yaşayanlarımız bile depreme karşı “umarsızlığın sakinliği” içindeler. Buna, yönetimlerin akıl almaz “imar aymazlıkları” da eklenince, Türkiye’nin deprem durumunu en kısa ifadeyle şöyle özetlemek mümkün: “Allah’a emanet...” Peki, bu sadece cehaletten midir? En okumuşlarımızın bile deprem için temel güvence olan “imar disiplini”ne aldırmazlıkları nedendir? Mimarlık ve Felsefe Depreme 12 saat kala, başarılı bir vakıf üniversitemizde “tanınmış mimarlar”ımızın konuştukları “mimarlık ve felsefe” paneli yapılıyordu. Kimi konuşmacılar bazı “büyük” projelerini anlatmakla yetindiler. İstanbul’un imar dengelerini altüst eden, şehirciliğin yok sayıldığı plan kararlarının sağladığı bu tasarımlar, nasıl bir “felsefe”nin ürünleriydiler? En özgür ve gelişkin akademik ortamlarda bile sorgulanmak yerine “alkışlanan” bu “plansız mimari”nin, kentlerimizin kaçak ya da imarlı tüm yapılaşma düzenindeki “genel felsefe”yi oluşturması, “depremi göğüsleme”nin önkoşulu kentsel planlamayı unutturmuş görünüyor... Yaşanılacak mekânların kurgulanmasında “yaşanılır kent”in de yaratılmasını amaçlamak yerine, sadece emlak getirisini çoğaltmayı önemseyen bir imar siyasetinin, ülkemizi tutsak alan rant ekonomisinin kaçınılmaz sonucu olduğunu ise artık herkes biliyor... Nitekim, Türkiye’nin en gelişkin bölgesini yıkan 99 depreminde bu sonucu tüm açıklığıyla gözleyince, değerlendirmelerimizi içeren kitabımın adına da “Rant Ekonomisi Çöktü” demiştim (Anahtar Yayınları). O büyük çöküşün ardından ülkenin imarından sorumlu siyasilerin “Artık ders aldık” sözlerinin ise ekonomideki emlak getirisinden vazgeçemedikleri için “havada” kaldığını sayısı kez yazmışızdır. O kadar ki 99 felaketini yaratan imar keyfiliğine “yaptırım” bile getirmeyen mevzuatımız 11 yıldır düzeltilmedi. Dahası, son değişikliklerle daha daha çıkarcı uygulamalara uygun hale getirildi. Depremi felakete dönüştüren imar başıbozukluğuyla beslenen şehircilik yoksunu emlak pazarından vazgeçilemezken, “yapı denetimi” gibi yaşamsal bir kamu hizmeti bile şirketlere devredilip özelleştirildi. Günümüzde “belediyeden ayrıcalıkı imar izni elde etme”ye söz vererek yapı denetimi işleri alan; hatta kurucuları arasında bu “garanti”yi sağlayan belediye meclis üyelerinin de bulunduğu şirketler var. Hemen tüm “torba yasalar”a eklenen maddelerle de, imar planlarının toplumsal gereksinimler için değil, kamu arazilerinde “satış çekiciliği” yaratacak şekilde değiştirilmesini sağlayan, yalnızca “gayrimenkul ticareti”ne odaklı bir özelleştirme ve TOKİ mevzuatı yaratılmış durumda... İmar Tsunamisi Evet Türkiye’de tsunami olmaz deniyor ama kentleşmedeki “bilimi ve planlamayı yutan imar rantı tsunamisi” 50 yılın en yüksek düzeyine tırmanmış durumda... Bu gerçek “yaşamsal sorun” kabul edilerek sorgulanmadığı sürece, depremlerine öncelikle “yıkılmamak” için değil, “yıkıntıların altından insan kurtarmak” için hazırlanan ülke olma ayıbını kim bilir daha kaç yıl taşıyacağız... ___ Oktay Ekinci...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
Olacak şey değil... Ve inanın hala inanamıyorum...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
- Aleviler...
Hayır ama şimdi sayın dominik donimik... Ben alevilerin kazanımını örnekleri ile anlatmaya çalıştıkça sanki size belge falan sunmamı bekliyorsunuz. Olurmu böyle birşey yahu... Gelişmeler ve ilerlemeler subjektiftir ve gelişme, fayda, yarar ve ilerleme süreç içinde bir şekliyle yaşam standarlarına yansız... Hiç bir azınlığı, farklı inananları vs. vs. sen bulunduğun bölgesel yapıya göre şöyle, şöyle kazanımlara sahipsin denilebilirmi... Özel belgeler ile kazanımlarının, haklarının şu şu şu veya bunlar bunlar bunlardır denilebilirmi... Olacak şey değil... Neyse... Peki o zam Lütfen siz Cumhuriyet veya Atatürk dönemindeki Alevilerin hak kayıpları, eksiklikleri, vs. vs. neler, nelermiş bir zamet örnekleyebilirmisiniz/açıklayabilirmisiniz lütfen... Bizlerde engin bilgi ve birikiminizden bir şekliyle faydalanmış olalım... Saygılar...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
Sözün bittiği yer...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
İnsanın kanı donuyor... İnanılır gibi değil gerçekten... Derinden etkilenmemek mümkün değil...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
Afet... http://www.youtube.com/watch?v=2uJN3Z1ryck&feature Ve maalesef yürek burkan fotoğraflar...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
Nüklear tehlike güzergahı...- Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46…
Eğer reaktör erimesi devam ederse felaket olacağı söyleniyor... Peki reaktör erimesi nedir?...- Aleviler...
Benim veya yazdıklarımın daha iyi anlaşılması için şunları aktarmak istiyorum sayın dominik... .... CUMHURiYET VE ALEViLER Tarih: 06.08.2010 Konu: Alevilerin Cumhuriyete ve Atatürke bağlılıkları Alevilerin cumhuriyet özlemleri aslında kusaklar boyunca genlerine işlemisti. Osmanlının suni inancı ile baksa mezhepleri kabul etmeyen egemen görüşünden tarih boyu çok çekmişlerdi. Kimi zaman baskılar okadar büyük boyuta ulasmıstıki katliamlara dönüşmüş aleviler canlarını daglara kacarak kurtarmıslardı. Özellikle bir dönüm noktası sayılan yavuz şah İsmail savaşı ile aleviler büyük kıyıma ugramıstır. Bu kıyımda yavuzun doguda idris bitlisi gibi kürt aşiret reislerininde destegini alması ve hep birlikte alevi kıyımı yapması sonucu bircok alevi yerinden yurdundan ya göc edip daglara sıgınmıs veya bu kürt aşiret reislerinin baskısı ile dillerini yitirerek onların icinde erimistir. Yavuzun şah ismaili yenmesi ile Osmanlı dogudaki bu toprakları hizmetlerinden ötürü kürt beylerine bırakmıs miri toprak olmaktan cıkarmıstır. Osmanlıyıda arkadarına alan bu kürt beyleri Alevileri dahada ezmistir. Aleviler tarih boyu toprak ve hayvancılıkla ugrasmıs genelde kırsalda yasamıs hep hor görülmüstür. Yüzyıllar süren bütün bu baskılar Alevilerin kafalarındaki kalplerindeki özledikleri yönetimi hedefleyen Ulu önder Atatürke sımsıkı sarılmalarını ve canlarıyla mallarıyla herseyleriyle ona destek vermelerini hayati bir mesele haline getirmistir. Atatürk Kurtulus savasına baslamadan önce Son Osmanlı padişahı, İngiliz Emperyalizmi ile işbirliği yapmış, işgal kuvvetleri İstanbul'a ve Anadolu'ya ancak böyle çıkabilmişti. Bu nedenle Emperyalizme karşı savaş işbirlikçi Osmanlı padişahına ve İslam hilafetine karşı ayaklanmadan geçiyordu. Ne var ki böyle bir durumda Müslüman-Sünni halk padişahına, dinine, halifesine karşı asla başkaldıramazdı. Bu günahtı, en büyük suçtu. Bu yüzden, İstanbul ve Anadolu'nun Müslüman-Sünni halkı öncelikle padişahın yanında yer almıştı. Aleviler ise, 700 yıldan beri bu yönetime karşı mücadele veriyorlardı. Bu nedenle padişaha, hilafete ve Emperyalizme karşı savaşa girecek olan M. Kemal ve kadrosu için en doğal güç, Rumeli ve Anadolu'daki Alevi halk idi. Milli kurtuluşçular ile Alevilerin düşmanı ortak idi. O halde Atatürk bu önemli gücü yanına almadan Kurtuluş Savaşı'na girişemezdi. Nitekim o da öyle yaptı. Erzurum-Sivas Kongreleri dönüşü daha Ankara'ya gelmeden, 19 Aralık 1919 tarihinde Kayseri'den Hacı Bektaş Dergahı'na gitmeye karar verdi. Atatürk, sayıları milyonları bulan bu kitleyi kazanmak istiyordu. Zaten Sivas Kongresi'nden Alevi ileri gelenleri de Atatürk'ün yanı başında oturuyordu. Hacı Bektaş'ta o sırada Anadolu'da sayıları altı milyonu bulan Alevilerin en büyükleri Cemalettin Efendi ile baba postundaki Salih Niyazi Baba idi. Anadolu Alevileri bunların buyruğundan çıkmaz idi. Atatürk, 22 Aralık 1919 günü Mucur'a gelerek geceyi burada geçirir, ertesi sabah Hacı Bektaş'a hareket eder. Çelebi Cemalettin Efendi. Atatürk'ü Beş Taşlar denilen yerde karşılar. Buraya siyah kupa bir araba ile gelen Cemalettin Efendi, Atatürk'ü alarak bu arabayla konağa gelirler. Bu karşılama çok önemli bir olaydır. Daha önceleri, bir zamanların Ankara Valisi Sırrı Paşa, Hacı Bektaş'a ziyarete geldiği zaman Beş Taşlar mevkiine kadar arabası ile gelir, orada arabasından inip, yeri niyazdan sonra yürüyerek Hacı Bektaş'a ulaşırmış. Gene Sadrazam Talat Paşa ve Harbiye Nazırı Enver Paşanın Hacı Bektaş'ı ziyaret ettikleri hatırlanırsa, Anadolu Alevilerinin meşrutiyetçiler için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Atatürk, Hacı Bektaş'ta bir gece kalır. Çelebe Cemalettin Efendi, onu misafir eder. Yenilip içilir, 24 Aralık 1919 Cuma günü de Hacı Bektaş Veli türbesi ziyaret edilir. Atatürk, Çelebe Cemalettin Efendi ve Salin Niyazi Baba ile uzun süren özel bir görüşme yapar. Bu üç kişi dışında kimse bu toplantıda bulunmaz. Bu görüşmeden sonra, Çelebi ve Niyazi Baba Atatürk'e destek sözü verirler. Böylece Aleviler, Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün en kararlı ve istekli gücünü oluştururlar. 23 Nisan 1920'de TBMM açıldığında Çelebi Cemalettin Efendi Kırşehir mebusu ve TBMM başkanvekili olarak Meclis'te yeralır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulan Meclis'e Alevi ileri gelenlerinin girmesini sağlamıştır. Dersim (Tunceli) mebusu Diyab Ağa ve Hasan Hayri Bey, Erzincan'dan Girlevikli Hüseyin Bey bunlar arasındadır. Alevi mebuslar, Meclis'te Atatürk'ün en büyük destekleyicisi olmuşlardır. Özellikle hilafetin kaldırılması tartışmalarında çok yararlılıkları görülmüştür. Aleviler, Atatürk'ü, Cumhuriyet yönetimini ve özellikle de laikliği her zaman canla başla savunmuşlar, çünkü 700 yıllık Osmanlı yönetimi onlara sürekli kuşku ile bakmış, onları her türlü kötülüğün kaynağı saymış din ve hilafetin düşmanı kabul etmiştir. Cumhuriyet yönetimi onları anlamaya ve kazanmaya çalışan, onları insan yerine koyan ilk rejimdir. Bu rejim din ve düşüncelerinden dolayı onlara baskı yapmıyor, dinsel inançlarında onları kısmen özgür bırakıyordu. Bu durum inançları yüzünden asırlardır olmadık işkence ve baskılara uğrayan bir kitle için çok önemli bir olaydır. Gene 1960'lı yıllar Alevilerin okumuş kesiminin bürokrasi içinde yeralmaya başladığı yıllardır. Aynı yıllar Türkiye'den; önce B. Almanya'ya daha sonra Belçika, Hollanda ve diğer Batı Avrupa ülkelerine işçi göçünün başladığı yıllardır. Bu göçe ilk katılan kitle ise daha çok Alevi köylüleridir. 1960'larda Avrupa'ya giden köylüler 1970'lerde yaptıkları küçük tasarruflarla Türkiye'de müteşebbis olmaya başlarlar. Kendi iç dinamizmi ile gelişen Alevi sermayesinin Avrupa'da çalışan Alevi işçilerin dövizleri ile desteklenmesi ve Anadolu'da hakim Sünni pazara girmesi, Pazar rekabetini, Pazar kavgalarını hızlandırır. 1974'lerde başlayan Alevi-Sünni çatışmasının sokağa yansıması bu nedenledir. Daha sonraki, Sivas, Çorum ve Maraş olayları bu rekabetin sokağa yansımasıdır. Aleviler Cumhuriyetle birlikte kul olmaktan cıkıp vatandas olmanın ve bunun getirdigi haklardan faydalanmaya basladılar. Yeni kurulan cumhuriyet hem dillerinde hem giyimlerinde hem yasama sitillerinde Alevilerin isteklerine yanıt veriyordu. Bunlardan bazıları sunlardı: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934) Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925) Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925) Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934) Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937) Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924) Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) Aşârın kaldırılması Ve daha bircok yenilik Her nekadar katedilmesi gereken çok yol olsada aleviler Cumhuriyet kazanımlarının degerini bildiler ve onu korumak icin her zaman dimdik ayakta durdular bundan sonrada durmaya devam edecekler Kaynak: -http://www.alevimisin.com/modules.php?name=News&file=print&sid=7- Bunlar kazanım değilde nedir sayın dominik?.. Saygılar..- Aleviler...
İyi de sayın dominik... Peki ya Alevilerle birlikte solcular, sosyal demokratla, ilericiler, aydınlar, yurtseverler, devrimciler, onlar gerçekten haklarını alabildilermi sizce... Ülkeyi 60 yıdır sağ partiler yönetiyorlar... Ve Alevile kadar bu insanlarımızla birlikte altmış yıldır bu ülkede gezeteciler, yazarlar, aydınlar, profesörler vs. vs öldürülüyor/içeri atılıyor... Ve yetmedi İki kez yapılan darbeler sonucu da tümüyle bu kesim insanlarımıza yapıldı, bu kesim kıyıldı, bu kesim baskı gördü, bu kesim yok edildi (ki hala bititeremediler fakat yakındır emellerine ulaşacaklar az kaldı)... Ya günümüz... Günümüze bir bakın lütfen içeri atılanlar kimler. Kıyım acımasızca hala tüm vahşetiyle sürmekte.. İŞTE SİZE SADECE 12 EYLÜL ASKERİ DARBENİN BİLANÇOSU 1- TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı. Siyasi partilere kilit vurularak mallarına el konuldu. 2- 650 bin kişi gözaltına alındı 3- 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 4- Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 5- 7 bin kişi için idam cezası istendi. 6- 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı. ( İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.) 7- 71 bin kişi TCK'nın 141., 142. ve 163. maddelerinden yargılandı. 8- 98 bin 404 kişi "örgüt üyesi olmak" suçundan yargılandı. 9-388 bin kişiye pasaport verilmedi. 10- 30 bin kişi "Sakıncalı" olduğu için işten atıldı. 11- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 12- 30 bin kişi" siyasi mülteci" olarak yurt dışına gitti. 13- 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14- 171 kişinin "işkenceden öldüğü1 belgelendi. 15- 937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklandı 16- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 17- 3 bin854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi. 18- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 19- 300 gazeteci saldırıya uğradı.3 gazeteci silahla öldürüldü. 20- Gazeteler 30 gün yayın yapmadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 21- Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 22- 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 23- 14 kişi açlık grevinde öldü. 24. 16 kişi kaçarken vuruldu. 25- 95 kişi çatışmada öldü 26- 73 kişiye "doğal ölüm" raporu verildi 27- 43 kişinin " intahar ettiği bildirildi. Kimlerdi bunlar peki... Üzgünüm ama Alevi kardeşlerimizle kaderimiz farklı değil / hiçte olmadı zaten sevgili dostum... Hiç mi uzlaşı noktamız yok acaba... En azından birbirimizi anlayabilecek enazgari konularda bile... Saygılar...- "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi ?"
Harika bir paylaşım olmuş sevgili dostum... Kalemine ve yüreğine sağlık... Sevgi ve saygılarımla...- Aile İmamlığı
- Aile İmamlığı
Gerçekten çok ilginç. Evlere gidip özel sohbetler yapmanın amacı nedir, ne konuşulacak orada? Amaç din olacağını hiç sanmıyorum bence politika yapacaklar... Eee hakli tayyıp ve ekibinin hedefinde başkanlık sistemi var çünkü... Peki toplumumuzda Sünni kesimin dışında başka mezhepten, inançtan insanlar var. Bunlar ne olacak? Bu sadece AKP’nin amaçlarına hizmet eder diye düşünüyorum... Saygılar... - Japonya… Honshu… 11 Mart 2011… 05:46… Resimler
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.