Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. -Demokratikleşme, hukuk devleti alalaması altında vatandaşın aldatılmasına Hayır. -Tek adam sultasına, parti diktasına gidişe Hayır. -Yargının yürütmenin denetimine tümüyle girmesine Hayır. -Yargının siyasallaşmasına Hayır. -Siyasal görevli yargıçların varlığına Hayır. -Tarikat, cemaat egemenliğine Hayır. -Tarikat, cemaat destekli sivil ve askeri bürokrasiye Hayır. -Ayrımcılığa ve dışlanmaya Hayır. -Yandaş kollamaya, yandaş oligarşisine Hayır. -Partizan kamu görevlilerine Hayır. -Kamu kaynaklarını yandaş, besleme medyaya aktarmaya Hayır. -Yalaka beslemeye Hayır. -Özelleştirme yaftası altında kamu mallarının peşkeşine Hayır. -Yandaş sarı sendikacılığa Hayır. -Dış güçlerle işbirlikçiliğine Hayır. -Cumhuriyetin geri kalan eserlerinin de yıkılmasını önlemek için Hayır. -Vatandaşın hak ve hürriyetlerini korumak için Hayır. -Haksızlığa, yolsuzluğa Hayır. -Din, inanç istismarına Hayır. -Kamu kaynaklarının kişisel çıkarlar için kullanılmasına Hayır. -12 Eylül ürünü olup, 12 Eylül’e karşıymış gibi görüntü verenlere Hayır. -Ülkenin geleceğini, ülkenin bağımsızlığını, kişisel hakları güvence altına almak için Hayır. … Saygılar... DİPNOT...
  2. Referandumda ‘Hayır’ diyeceğim… Çünkü… Hükümete bir “ders” verilmesinin, başta hükümet olmak üzere herkesin yararına olacağını düşünüyorum. Çünkü… Güçlü iktidarların, yüksek yargıyı kontrol altına alma girişimini tehlikeli ve korkutucu buluyorum. Çünkü… Yargıç ve savcıların iktidarların denetimine geçmesini istemiyorum. Çünkü… Adalet duygumun zedelenmesini istemiyorum. Çünkü… 12 Eylül’ü yapanlara yargı yolu açmadan 12 Eylül’den rövanş alınacağına inanmanın safdillik olduğuna inanıyorum. Çünkü… Kısmi anayasa değişikliği yerine toptan anayasa değişikliği istiyorum. Çünkü… Hükümetin temel amacının demokratikleşme olduğuna zerre kadar inanmıyorum. Çünkü… Kimselerin “Dur” diyemediği iktidarın totaliter eğilimlerinin daha da artacağına inanıyorum. Çünkü… Demokratik adımların ancak uzlaşmayla atılabileceğine inanıyorum. Çünkü… YÖK’ü ele geçirdikten sonra tek bir sızlanma kelimesi bile etmeyenlerin, yüksek yargıyı ele geçirdikten sonra da aynısını yapacaklarından eminim. Saygılar... DİPNOT...
  3. Gazze’ye yardım gemisine yapılan müdahale tartışılırken bir grup İsrailli öğrenci Akdeniz´e özel yatlarla çıkmayı planlıyor. Özel yatlarını öğrencilere tahsis etmek isteyen 400 İsrailli işadamı da öğrencilerin Akdeniz’de Gazze´ye doğru yola çıkan konvoyları karşılamalarını destekliyor. Kısa adı NUIS (National Union of Israeli Students) olan bir grup öğrenci, “Kürt ve Ermeni halkları başta olmak üzere, Türkiye de ki azınlıkların durumuna dikkat çekmek ve Kuzey Kıbrıs´taki Türk ‘İşgaline’ gönderme yapmak için Akdeniz'e çıkmayı planladıklarını” açıkladı. Grup daha önce de İran rejimine karşı bir grup İranlı öğrenci ile de temasa geçip ortak eylem planları yapmıştı. "İNSANİ YARDIM" Bu karşı "barış gemilerinde", “Türkiye emperyalizmi altında baskı gören azınlıklara insani yardım götürülecek” açıklamasında bulunuldu. “Türkiye´de çok yoksulluk olduğunu ve yardımlarının da bu yönde olacağını” belirten İsrailli öğrenciler, amaçlarının tamamen barış ve yardım olduğunu iddia ettiler. “Dünya kamuoyu önünde İsrail in kötü bir ülke olduğu imajı yaratılmaya çalışıldı. Dünya kamuoyunun, İsrail´in Gazze işgalini manşetlere çıkarırken, İslam terörünü görmezden gelmesini ikiyüzlülük” olarak değerlendiren NUIS´in sözcüsü ve eylemin planlayıcılarından Boaz Toporovsky dünya basınını da eleştirdi. KÜRTLER İLE FİLİSTİNLİLER’İ KARŞILAŞTIRDILAR Türkiye´yi dünyadaki bu anti-İsrail propagandasının öncülüğünü yapmakla suçlayan Toporovsky, “işte yine aynı Türkiye kendi ülkesinde gerçekleşmiş Ermeni soykırımını reddedip, Kürtlere karşı baskı uygulayandır. Oysaki Kürtler, İsrail henüz ortada yokken bile bağımsızlık istiyorlardı” diyerek Kürtler’in Filistinliler’den çok daha uzun zamandır bağımsızlık savaşı verdiği yorumunu yaptı. “Türkiye bize limanlarını açarak ne kadar barışçı olduğunu gösterecektir. Ayrıca bizim konvoyumuzda ne bıçak ne de taş olmayacaktır” diyen öğrenci temsilcisi “eğer Başbakan Tayyip Recep Erdoğan´ın kalbi ile ağzı aynı ise, konvoyun gelişinin Türkiye tarafından engellemeyeceğini umduklarını” söyledi. Aynı konvoyun Kuzey Kıbrıs´a da çıkma planlarına değinen NUIS sözcüsü, “Kıbrıs´ın aslında işgal altında olduğunu ve sadece Türkiye Kıbrıs Kuzey kesiminin kendisine ait olduğunu savunduğunu” sözlerine ekledi. Toporovsky, 2009 Nisanın da bir BM toplantısına palyaço giysileri ile sızıp, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad´a saldırarak dünya basınında yer almıştı. Bu arada küçük bir parti olan İsrailli Sosyalist Meretz Parti´si de “Kıbrıs´taki işgale son” adını verdikleri konvoy ile Kuzey Kıbrıs´a gitme planları yapıyor. Yorumsuz: -http://www.odatv.com/n.php?n=ezilen-kurtlere-insani-yardim-getirecekler--1306101200- Saygılar... DİPNOT...
  4. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Peki bu mudur müslümanlık... Hayrıntı için lütfen tıklayın...
  5. Hakikaten... Bu İranlıların Arap nefreti ne olacak? Ve durum bu kadar ciddi olmasa, insanın katıla katıla gülesi geliyor inanın. Yeryüzünde birbirinden hiç hazzetmeyen iki halk varsa onlar da İranlılarla, Araplar. Avrupalılarla karşı karşıya gelen İranlıların “kartvizit uzatır gibi” telaffuz ettikleri ilk cümle ne oluyordu biliyor musunuz? “Aman ha! Sakın ha! Bizi Araplarla karıştırmayın. Biz Arap değiliz!” En koyu İslamcısından, en sekülerine dek “Arap hayranı” tek İranlı tanımadım. Bölgenin en üstün, gelişmiş kültürüne sahip olduklarına köklü biçimde inanan İranlılar; yalnız Araplara değil -acı ama gerçek!- biz Türklere de “tepeden bakıyor”... Bir yandan İran, bir yandan Araplarla canciğer kuzu sarması görünüm arz eden Başbakan; kimlerle dans ettiğinin acaba farkında mı? Hem Arap, hem İranlılarla bu canciğer kuzu sarması dostluk; yan yana nasıl gidecek, nasıl yürüyecek? “İranlı Arapsız yaşayamaz! Kim yaşar derse, delidir!” diyen Acem çıkmadığına göre… (ama maalesef ülkemizde bir başbakan oldu ne yazıkki. RTE / AKP ki gerçekten çok ama çok büyük bir talihsizlik) Saygılar... DİPNOT...
  6. DİPNOT şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Benden bir komplo teorisi... Mesela bugün küresel güçler, Türkiye’deki çıkar ortaklarının konumlarında bir değişikliğe gidiyorlar. 11 Eylül tertibini El Kaide üzerine yıkmışlar ve Bin Ladin’i hedef göstererek, kendi deyimleriyle “Haçlı Seferini” başlatmışlardı. O günlerde Müslümanların tepkilerini frenlemek için ise, Milli Görüşün “dönek” olarak adlandırdığı Tayyip Erdoğan ve AKP’den yararlandılar. Anlaşılan bundan sonra BOP’un yeni aşamasını uygularken, bahane olarak Tayyip Erdoğan’ı “molla rejiminin” temsilcisi olarak gösterip, Müslümanları yönlendirmek için de, F.Gülen’den yararlanacaklar diye düşünüyorum... Ne dersiniz?... Saygılar... DİPNOT...
  7. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Doğru söze ne denir... Yazı yok sadece görsel... Eminim anlam yükleyebilicek birikime sahipsinizdir.... Saygılar... DİPNOT...
  8. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    Türkiye'de hükümetin terörist olarak görmeyi reddettiği ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile aralarında arabuluculuk yapmayı teklif ettiği Hamas, Mısır'dan başka bir arabulucu kabul etmediklerini açıkladı. Mısırlı bir diplomat da, Başbakan Erdoğan’ın Hamas’la El Fetih arasında arabulucuk yapma arzusu için “Başkaları da denedi ama bir şey değişmedi” yorumunu yaptı... Saygılar... DİPNOT....
  9. “Alman Anayasayı Koruma Dairesi raporlarına göre IHH, Milli Görüş organizasyonu ile bağlantılıdır. Giessen’deki Gazze ile ilgili toplantıyı düzenleyenlerden biri olan IHH 2008 yılında HAMAS örgütü ile yakın ilişkiye geçmiştir. Onların amacı ise İsrail’in yok edilmesidir.” Saygılar... DİPNOT...
  10. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    İnanın sizi çok iyi anlıyabiliyorum sevgili CYRANO... Savunduğunuz ve forumda bizlerle değerli düşüncelerinizi paylaştığınız ölçüde savunduğunuz fikirlerin temelinde yardımların insani olması gerektiğini belirtiyorsunuz ve dini motiflerin tabii ki etkisi vardır "ama dini ön plana çıkardığınız zaman bu olay genel insani yardımdan, insanlıktan çıkıyor, dar anlamda bir ideolojiye dönüşür" diyorsunuz ve haklısınız... Bende nazichane olayların az çok farkında olan ve güçüm yettiğince takip ettiğim kadarıyla duyorum ki... Filistinlileri mazlum olduğu için mi destekleyeceğiz, Müslüman oldukları için mi? Tabikide mazlum oldukları için ve yıllardır ezildikleri için destekleyeceğiz/destekliyoruz... Fakat bakıyoruz ki. Yardıma gidenlerin insanlık adına değil, Müslümanlık adına gittikleri ortadadır... Neden bu bağlamda düşünüyorum... Şu nedenlerden ötürü aslında... Evet Filistin toprakları işgal edilmiştir ve oradaki bir halkı, bir insanlık açlığa mahkum edilmiştir. Dolayısıyla da BM’nin yasalarına, aldığı kararlara göre “İşgal edilen her ülkenin silahlı direniş hakkıdır.” bu kaçınılmaz ve kutsaldır da. Yani Hamas da direnmekte haklıdır, meşrudur. Zalim olan, haksız olan, işgalci olan İsrail’dir. Fakat ne yazıkki ve üzülerek belirteyim ben Hamas’ın Filistin’de iktidarı elde etmek için geçmiş dönemde İsrail ile nasıl işbirliği yaptığını unutmuyorum. İslamizasyon programına geçirmek için kadınlara ne tür baskılar yaptığını, türban taksınlar, çarşaf giysinler diye yüzlerine nasıl asit attığını, kapanmaları için nasıl parasal teşvik yaptığını da unutmuyorum. Bu yüzden de ciddi kavgalar oldu 1990’larda... Hamas’ın El Fetih ile Arafat’ın posterlerini nasıl ayaklar altına alıp çiğnediğini de unutmuyorum. Keza kendileriyle hiç kavgalı olmayan diğer Marksist örgüt üyelerini nasıl tutukladıklarını, hâlâ onlara nasıl bir baskı uyguladıklarını da unutmuyorum. Bence burada her ne olursa olsun; konuya objektif, nesnel bakmakta yarar var diye düşünüyorum. Dolayısıyla sevgili dostum CYRANO... Hamas’ın bu İslamcı perspektifi ile Filistin kurtulmaz diyorum. Bana göre beni bu düşünceye iten Filistin’in esas yönetiminin çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı, her türlü rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmışlığı birinci sebeptir. Ve bütün bu olan bitenin her iki taraflı bir eleştiri olarak belirtmemde yarar görüyorum... Saygılar... DİPNOT...
  11. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    “Tamam İsrail’in yaptığı terör! Peki PKK’nın yaptığı terör değil mi? Daha yakın zamanda İskenderun’da 6 askerimiz daha şehit edildi. Soruyorum; vatan görevi yapan gencecik fidanlara, nöbet değişimi esnasında pusu kurup ölüm kusanların yaptığı terör değil midir? Öyle ise dün İsrail saldırısı için meydan organizasyonları yapan o sözde İslamcı örgütler, bir kez olsun PKK alçaklığı için neden aynı şeyi yapmazlar? Bu grupların PKK’yı tel’in için bir miting ya da etkinlik yaptığını hiç duyanınız, göreniniz oldu mu? Lafı dolandırmadan söyleyeceğim, bu sözde dinci güruh için Gazze’de ölen bir Hamasçı, PKK’nın şehit ettiği Mehmetçikten bin kere mukaddes ve makbûldür. Öyle çünkü, Hamas güya Allah yolunun mücahidi, Mehmetçik ise kafir(!) devletin askeri! ... Saygılar... DİPNOT...
  12. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Filistin Bir Zamanlar Solcuların Ana Rahmiydi... Hamas ve Türk bayraklarına sarılmış tabutlara bakıp düşünüyorum; bir zamanlar Filistin solcuların ana rahmiydi. Oraya gitmek, Filistin Kurtuluş Örgütü içinde savaşmak, savaş taktikleri öğrenmek pek çok solcunun sık sık gördüğü bir düştü. Nitekim gidenler gitti, orada ölenler bile oldu. Filistin o zamanlar halkların bir direniş bölgesiydi... Peki sonra ne oldu, sonra ne oldu birden Hamas çıktı; artık kim çıkardıysa ve Filistin uluslararası bir direniş bölgesi olmaktan çıktı, din kökenli bir örgütün yönettiği Hamas’a geçti. Ve dünya Hamas’ı istemedi. Gazze’de çocuklar bombalanırken bile dünyadan hiçbir ses çıkmadı. Çünkü orada artık Hamas vardı. Gerçekler acıtır, ama Hamas cihat isteyen bir örgüttür. Halkların kardeşliğine değil, ümmete inanır. Ve biz şimdi Hamas’ın hamisi kesilmiş durumdayız. Cenazeler sırasında öyle görüntüler verdik ki Batı bunu asla içine sindirmez. Kendi tarihleri katliamlarla dolu olsa da sindirmezler. Çünkü İsrail sadece İsrail değildir; İsrail, çokuluslu şirketler ve Amerika demektir. Benim korkum bu hamilik devam ettiği sürece, özellikle de iç politikada malzeme yapıldığı sürece Türkiye’nin kaybedeceğidir. Kaybetmiştir bile; limanlarını sattı, madenlerini sattı. Silahlarının yazılımı Amerika’nın ve İsrail’in elinde ve biz tam Türk usulü aldık başımızı gidiyoruz. Bu durumda hep bir İranlının sözleri aklıma düşer: “Bizim petrolümüz, uranyumumuz var, siz kendinizi düşünün!” Bir arkadaşım tuhaf sorular sorar, şöyle dedi: “Bu gemi solcuların egemenliğinde olsaydı ve ölenler onlar olsaydı ne olurdu?” Şehit değil, asi olurlardı. Şimdi anlayamadığım bir şey var. Daha başından belli, cihat için Gazze’ye gidiyorsunuz ve davanız için ölüyorsunuz, oysa bizim şehitlerimiz Şırnak’ta, İskenderun’da... Onlara neden böyle bir tören yapılmıyor? Neden Başbakan İskenderun’un gazilerini de ziyaret etmiyor? Neden? Biz Gazze hamisi kesilirken turist rezervasyonları tek tek iptal ediliyor. Çünkü özellikle de her şey dahile gelen turist son derece korkaktır. Sadece 15 gün içinde 15 bin iptal oldu. Bu az bir şey mi? Girdilerinin büyük bir kısmı turizm olan bir ülke için. Belli ki işşizlik, yolsuzluk ve yoksullukla baş edemeyen ve kan kaybeden AKP, Saadet Partisi’nin oylarına göz dikti. Kusura bakmasın alamaz, çünkü Saadet Partisi ideolojik bir partidir ve oyları kemikleşmiştir ve biraz kurcalayınca limanları İsrail’e satan, daha bir yıl önce Güneydoğu’da mayınların temizleme işini İsrail firmalarına vermek için çırpınan bir partiye oy vermezler. Yemezler… Fethullah Gülen, durumun farkında ve uyarıyor. Çünkü bu örgütlenmenin hem Batı, hem Doğu sermayesine ihtiyacı var ve zaten yönetiyor. Başbakan’ı soğukkanlı olmaya davet ediyor, çünkü bilinen o ki Amerika ne Türkiye’den vazgeçer ne İsrail’den. Bu arada çokuluslu şirketler ellerini ovuşturuyorlar. Ortadoğu hep karışsın, hep karışsın istiyorlar, çünkü silah, ilaç ve her çeşit mal satacaklar. Bu arada Mısır sımsıkı kapadığı kapılarını arada sırada açıp Gazze’ye yardım malzemesi sokuyor ve kimsede onlarla ilgili tek söz yok. Suudi Arabistan arkasını dönmüş. Suriye dışarıda, bize ne oluyor ki? Şimdi Güneydoğu’ya, Doğu’ya yardım malzemesi taşıma zamanıdır. Aksi takdirde, PKK Samsun’dan İskenderun’a kadar dördüncü çizgiyi çizdi, bir başka çizgi yolda. Hamilik yaparken yurt elden gidecek. (Sevgili Işıl Özgentürk'e sevgi ve saygılarımla)
  13. DİPNOT şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
    Kaynak: -http://online.wsj.com/article/SB10001424052748704749904575292780934163298.html?KEYWORDS=MARC+CHAMPION-
  14. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili Arkadaşlar... Düşünüyorumda... Neden daha önce defakere yardım gönderilen ve destek verilen Gazze, birdenbire öne çıktı; Ve Neden oraya uygulanan insafsız ambargonun bir an önce kaldırılması hedef alındı... Tabiki o kıraç sahil şeridine sıkıştırılmış/kıstırılmış Filistinlilerin bir açıkhava cezaevine konmuşçasına gıdasız, çimentosuz ve hele ilaçsız bırakılması affedilmez bir insan hakları ihlaliydi; mutlaka son bulmalıydı. Fakat bu olayda bana bağzı şeyler hakikaten OYUN gibi gelmeye başladı... Niye mi böyle düşünüyorum... Bakın; Bütün bu olup bitenler bana sanki sivil inisiyatif elbisesi giydirilmiş bir devlet operasyonu gibi gelmeye başladı da ondan... Çünkü; yakın zaman öncesine kadar ve rahatsızlığı zaman zaman dile getiren ABD'nin, kontrolden çıkan İsrail'i, kendi elini ateşe sokmadan Türkiye'ye dövdürmek istediği kimse için sır değil çünkü. Kurulduğundan beri "arkası sağlam" bir İsrail düşmanlığı tabii ki sahipsiz kalmazdı ve her "hıyarım var" diyene tuzlukla koşturanlar, ihaleyi yine kimselere kaptırmadılar... Diyeceksiniz ki eeee... Eeee si şu; Bügün Ülkemizde siyasal bir partinin ki bunu çok iyi biliyorsunuz. Bu parti uzun zamandır İslâm aleminin liderliğine soyunduğunu ima eden ve yine son zamanlarda tepe taklak aşağıya doğru gitmeye başlayan bu partinini kamuoyu desteği yeniden toparlanması acilen gerekliydi çünkü Türkiye'deki yeni rol dağılımında taşlar biraz daha oturmuş olacaktır. Nasıl ama... Tüm bunları son bir cümlele açmak gerekirse: Mavi Marmara olayıyla birlikte, Türkiye'deki "liderlik konumunda" da netleşmeler ortaya çıkabileceği öngörüldüğü ortadadır. Çünkü; Şeyhülislamlık'tan peygamberliğe, Atatürk olmaktan Nelson Mandela'lığa kadar yeryüzündeki bütün misyonlara talip olan Tayyip Erdoğan, kendisine sunulmuş olan "İslam alemi liderliğinde" karar kılıp, siyasi liderlik işini "kardeşim" Abdullah Gül'e pekala bırakabilir.Ve oyun da böylece tamamlanmış olabilir ve böyle bir rol dağılımına yavaş yavaş iknâ olunulmaya başlayabilir. Ne dersiniz... Aa unutmadan... Tum bunlara bağlantılı olarak meraklısına minik birkaç sorum da var; Neden israil'in saldırısında ölenler genellikle en yaşlılar ve en gençlerden oluştu? Neden Komandoların indirme yaptığı noktalara İHH'nın tecrübeli elemanları değil de 19 yaşındaki çocuklarla 65 yaşındaki yaşlılar yerleştirildi? Nedeni şu yaşlılar şehadeti ölümlerin en onurlusu saydıklarından, gençler de idealistlik oldukları ve adanmışlığa yatkınlarından dolayından mı acaba? Ve şimdi burada açık soralım; böyle bir girişimin amacına ulaşması için şehit mi lazımdı da o insanların ön saflarda yer almasına göz yumuldu? Örneğin, saldırı anında Bülent Yıldırım ve gemideki diğer İHH yöneticileri neredeydiler sizce? Söz sizde... Saygılar.. DİPNOT... (bu arada sevgili F. S. Yüksel'e saygı ve sevgiler)
  15. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili CYRANO... Tabikide size katılıyorum... Yardım yapılmayacak, yapılmamalı diye bir durum sözkonusu dahi olamaz.. Ben sadece siyasal malzeme olarak kullanılmasına karşıyım. Nedenmi? Nedeni şu. Bugün artık kaç kişi biliyor ki, 3 bin Türk genci Filistin için savaştı, onlarcası da bu uğurda can verdi bir zamanlar. Kimisi Batı Şeria’da, kimisi Lübnan’da... Tümü sosyalistti, hepsi Filistin özgürlük mücadelesine gönül vermiş insanlardı. Ki Deniz Gezmiş’ten tutun da Cengiz Çandar’a kadar saymakla bitmeyecek insanlar bunlar... Ama içlerinde bir tane bile ’Müslümanlık’ adına desteğe giden yoktu. Tersine Filistin dendi mi, uzak dururdu onlar, Filistin Kurtuluş Örgütü Marksist, solcu diye... Tekrar söylüyorum... Kim düzenlerse düzenlesini yardımı tabikide destekliyorum... Fakaaat... 70’li, 80’li yıllarda Filistin’e gidenler hakkında ’Bunlar teröristtir’ diye karalama kampanyaları bile yaptı. Sırf FKÖ Marksist, solcu diye bizi asla desteklemediler. Ne zaman ki Hamas ortaya çıktı, Filistin sorununu sahiplendiler. Ben bu riyakârlığı hazmedemiyorum, hazmedememde!... Çünkü geçmişte bilinçli bir sınıfsal olay bugün tamamıyla dinselliğe bulaşmış siyasal bir yapıyla servis edilmeltedir. Saygılar... DİPNOT.
  16. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili dostum CYRANO... Öncelikle sorununuzun önemi ancak kavrayabildim çok afedersin (malum biraz forumumuzun ucunca bir aradan sonra acemiliğimden ve eyecanımdan olsa gerek) Yanıta gelince... Tabikide niteliğine göre belirlermelidir. Bunun yanıtını da bilmeyen yok ama yardıma giden insanlarımızın yaşamlarını yitirmesinden dolayı anılarına saygısızlık yapmamak için “incitici sözler”den kaçınmak gerekiyor. Çünkü şunu da artık herkes biliyor ki o gemidekilerin şöyle böyle olmasının öneminide gözardı edemeyiz. Çünkü sadece inanç temeline dayalı her türlü örgütlenme, amacı insani yardım bile olsa, “sivil” değil, “siyasal”dır ki bu nedenle Dini siyasallaştıranlarca örgütlenen, dahası ondan beslenen insani yardım organizasyonlarının gerçek “niyet”i konusunda ise soru işaretlerinin çoğalması kaçınılmazdır. Bu nedenle bana göre yardım niteliğini yitirilimiş/nitelikten yoksun bir şekilde siyasal bir anlamda yürütülmüştür. Tabiki bunu da tasvip etmemiz mümkün değildir. Diğer taraftan yardımların nasıl yapılacağı konusu ise Sevgili Asuman Ramazanbeyoğlu, cumhuriyet tarihimizin insani yardım gemilerinden “Kurtuluş Vapuru”nun, Doç. Dr. Uğur Koca tarafından kaleme alınan öyküsünde gayet güzel anlatmıştır ve özetleyerek aktarıyorum: -Yunanistan, 1941 Nisanı’nda Nazi Almanyası tarafından işgal edilip İngiliz donanmasınca ablukaya alınınca, büyük bir açlık yaşamış… sokakları cesetler kaplamış… tarihçi Mark Mazower’e göre beslenme yetersizliğinden 300 bin kişi ölmüştü. -Türkiye’nin “komşu”suna yardım kararnamesini ise 20 yıl önce aynı ülkeyle savaşmış Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzalamıştı. -Kızılay’ın öncülüğünde Türkiye’nin her yerinden İstanbul’a gönderilen gıdalar Kurtuluş gemisine yüklenir; Kızılay bayraklarıyla donatılarak 6 Ekim 1941’de Karaköy’den demir alan gemi, yardım malzemelerini Pire Kızılhaç’a teslim eder... İzleyen aylarda Yunanistan’a üç seferde 7 bin ton daha gıda taşır... -Kurtuluş gemisi 5. seferinde Marmara Adası’nın kuzeyindeki Saraylar köyü açıklarında fırtınaya yakalanınca, 21 Şubat 1942 sabahı kayalara çarparak batar... Aynı kayalıkların adı “Kurtuluş Burnu” olur... -Türkiye’nin Yunan halkına insani yardımları Dumlupınar, Tunç, Konya, Güneysu ve Aksu gemileriyle 1946’ya kadar sürer. Dumlupınar’la getirilen Yunanlı 1000 hasta çocuğa da savaşın sonuna kadar İstanbul’da bakılmıştır... ... Bence nitelik budur, bu olmalıdır Sevgili CYRANO... Bende şunu merak ediyor ve soruyorum... Kızılay bayraklı ve Türkiye Cumhuriyeti bandıralı “Kurtuluş”lardan, İHH bayraklı ve Komor bandıralı “Mavi Marmara”lara nasıl geldik? Saygı ve sevgiler... DİPNOT
  17. DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    Bilirsiniz... Osmanlı’nın çöküş döneminin “İslamcılık” aldatmacasını, ABD’nin ve AB’nin güdümünde “Ilımlı İslam”, “BOB Eşbaşkanlığı”, “Medeniyetler İttifakı” gibi aldatıcı kılıflar altında üstlenip, son olarak “Gazze’ye yardım” aldatmacası olarak sahneleyince, dünyanın Türkiye Cumhuriyeti’ni Arap ülkelerinin güçsüz ve derbeder durumunda bir devlet gibi algılamasına bir kez daha neden olmuştur. İslamcılık ve Turancılık için Mustafa Kemal’in koyduğu tanının bugün de ne denli doğru ve güncel değerde olduğu yeniden, ama ulusumuz ve devletimiz için utanç ve üzüntü verici bir biçimde anlaşılıyor. Mustafa Kemal Atatürk, İslamcı ve Turancı politikacılar için şu nitelemeyi yapmıştı: “Büyük ve boş hayaller ardından koşup yapamayacağı şeyleri yaparmış gibi görünen yalancılar.” Saygılar... DİPNOT...
  18. DİPNOT şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili CYRANO... (Uzun bir arada sonra yeniden dostça merhaba) Sevgili Gözlem'in yazısına güzel, anlamlı ve konuyu iliğine kadar irdelebilecek sorular sormuşsunuz sizi tebrik ederim. Tabiki konu çok boyutuyla tartışmaya açık ve olabildiğince de tarihsel birikim gerektiren bir olgu. Bu nedenle olayı çözümlemenin bölüm bölüm tartışılmasının daha sağlıklı olacağı düşüncesinden yola çıkarak şunun altını çizmekte fayda var diye düşünüyorum... Biliyorsunuz... ““We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties...” Tayyip Erdoğan’ın 04.04. 2003 tarihinde ABD’nin ünlü Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan yazısı yukarıdaki satırlarla bitiyordu. Tercümesi: “Kahraman çocuklarınızın anavatana en az kayıpla dönmesini umuyor ve dua ediyoruz...” Öncelikle olayın güncel anlam taşıyacağı ve tarihsel sürece ışık olacağı düşüncesiyle politik anlamda analizini tanımlamamız gerekmektedir. Biliyorsunuz; Tüm terör örgütleri gibi, günün birinde legal zeminde partileşip siyaset kulvarına dalan Hamas, 2006 Ocak ayında ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapmıştır. Çünkü, Recep Bey, tüm dünyanın ‘terör örgütü’ listesindeki Hamas’a destek vermektedir. Burada Recep Bey’in eylemleri Türkiye’yi bağladığından, Hamas-El Fetih çatışmasında Türkiye’nin Hamas’ı desteklediği görüntüsü verilmektedir. Kaldı ki Recep Bey, Türkiye’yi de ‘PKK’yı tanıma’ gibi bir dayatmaya sürüklediğini idrak edemeden, AKP ile Hamas arasında “Seçimle iktidara geldi. Millet iradesidir” bağlamında parallelik kurmaktadır. Ocak 2009’da Recep Bey İsrail Başbakanı Olmert’e yalvarıyordu: “Aman Lübnan’da Hizbullah’la bir gerilim yaşanmasın.” Velev ki Yahudi Cesaret Nişanı alabilmiş tek müslümandır, bir zamanlar Hikmetyar’ın dizinin dibinde mutlu, ona da kefil olmuş Recep Bey, radikal islamcı terör örgütleriyle yanak yanağa durmaktan vazgeçecek gibi değildir. Çünkü Recep Bey ve partisinin, ‘demokratik güç’le ‘terör örgütü’nün tanımı konusunda kafaları karışıktır. Diğer taraftan Gemidekilerden Mazlum-Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal eski AKP Adıyaman milletvekili. Gemideki Türklerin hepsi AKP gibi Milli Görüş’ün elemanları. İHH dedikleri, “Yeniden Ümmet Seferi” diye seferler düzenleyen, nitelikli dolandırıcılık çetesi Deniz Feneri’nin uzantısı. AKP Kadın Kolları Başkanı Havva Girgin “Yayınlanan görüntülerde eşimi sağ olarak gördüm” diyordu. İşler bekledikleri gibi gelişmeyince Bülent Ar-hınç tvlere çıkıp utanmadan “Sivil inisiyatiftir, hükümetle alâkalı değildir. Hükümetin demesiyle gitmiyorlar” diyerek Hamas sempatizanları yla aralarına mesafe koymaya çalışıldı. Burada DTP, BDP ne kadar PKK’lı değilse, bu gemi yolcusu da o kadar AKP’li değildir. Yani o gemide AKP, o gemide Milli Görüş zihniyeti vardı. Gemi Türkiye değil Komor Adaları bandıralıydı. Ha! Gemideki yabancılar mı? O kadarı PKK kamplarında da var. “Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü hedef alan” İsrail saldırısı değil, bizzat “iyot gibi açığa çıkan” Recep Bey’in kendisi, partisi ve nitelikli dolandırıcılık tarikatlarıdır. Bakmayın zis kınamaya, kınalamaya… İsrail kurşunu “…ille dostun gülü”dür AKP için. Fena yaralamıştır. AKP ihalelerde İsrail’in ticari çıkarlarını bunca koruyup kollarken, İsrail’in inşaat malzemesine (sonra da şirketlerine herhalde) yol vermemesi üzmüştür civanım delikanlıyı. Bu işler böyledir. Sen PKK’lıya sıcak durup TSK’ya meydan okutursan, Türkiye’nin görüntüsünü ‘şaşkın-sarsak-yalpalay an’ ülke olarak dünyaya yansıtırsan, Gemiye provokasyon için bindirdiğin vatandaşının canının önemi yoksa, İsrail ki gaddarlığı tescillidir, gelir sana meydan okur. Olan da her zamanki gibi, gaza getirdiğin türbanlı kadına olur. Sen de Meclis savaş kararı almış da, seferberlik ilan edecekmiş havalarda (“Son kararımızın hayırlı olmasını diliyorum”) kürsülere çıkıp, hık mık sumak, lamba kümbe der inersin. Kısacası burada; Kürtçü-Türkçü-İslamcı, dahası mezhep, ideolojik ayrışmalar ekseninde bir dizi insan hakkı örgütlenmesi var. Elbette sivil toplum örgütlenmeleri olarak birbirleriyle savaşım içinde olan siyasal, ideolojik örgütlenmelerden ayrışmış olarak, insana yardım eksenli çalışmaları ön planda. Sonuçta bu örgütler eliyle yapılan yardımların insani olmadığını söyleme olanağı yoksa da yardımdan yararlandırmada ayrımcılığın yanında, ideolojik amaç ayrımcılığını da yok sayma olanağı yok... Yani Yardım İNSANİ, Amaç İSLAMİ... Sadece şu konuda uyanık olmak ve kavramı çok anlamak gerekiyor. İsrail’i kınamakla birlikte AKP iktidarının olaydaki sorumluluğunu sorgulayanları “İsrail yanlısı” diye yaftalıyorlar.. Hedef gösteriyorlar... Sanki dün Müslüman katliamına alkış tutanlar kendileri değilmiş gibi...” Diye düşünüyorum... Sevgi ve Saygılar... DİPNOT... Geniş bilgi için...
  19. DİPNOT şurada cevap verdi: ilker01 başlık Politika Bilimi
    30 Ağustos deyince... Birşeyi baylaşmanın yerinde olduğunu düşündüm... Nemi?... Şunu... “Eğer 30 Ağustos’ta Türk ordusu yenilse ve Yunan işgali gerçekleşse ne olurdu” Evet ne olurdu... Şu!... Trakya Yunanlılara ve Bulgarlara verilecekti. Çanakkale uluslararası bir komisyonun kontrolünde olacaktı. İstanbulolasılıkla Rus, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunanlı ve Ermenilerin ortakidaresinde bir uluslararası dünya kenti olacaktı. Adalarla birlikte Ege kıyıları, İzmir de dahil büyük Yunanistan’ın parçası olacaktı. Muğla’dan Mersin’e Akdeniz kıyıları Roma mirasçısı İtalyan krallığının sömürgesi olacak, Adana’dan Mardin’e iller Fransız sömürgesi Suriye’ye katılacaktı. Bu büyük Suriye Ortaçağ Kilikya Ermeni Devleti sınırlarına kadar uzanacaktı. Bugün belediye başkanları Kürt kökenli olan illerde, Kuzey Irak’la birlikte, Amerikan mandası altında bir Kürt devleti kurulacaktı. 1917’de Karabekir’in yeniden ele geçirdiği Vilayeti Şarkiye, Sıvas’a ve belki Kayseri’ye kadar uzanan bir Ermeni devleti olacaktı. Trabzon merkezli bir Pontus Rum bölgesi, belki Yunanistan’a bağlı olarak kurulacaktı. Sevr Antlaşması’nda sınırları gösterilen Osmanlı İmparatorluğu Halife-i Müslimin’inidaresi altında Ürdün ya da Irak devleti gibi bir sömürge olacaktı.Merkezi Bursa ya da Konya olabilirdi. Bu Osmanlı Devleti Amerikanmandası altında ormancılık, hamsicilik ve madencilikle geçinecekti.Kıyıların Türkleri bu kırpılmış İç Anadolu’ya göç edecekler, kalanlar da Rusya’da, Bulgaristan’da ve Yunanistan’da yaşayan Türkler gibi ikinci sınıf vatandaş olarak yaşayacaklardı. İstanbul’un Türkleri de kıyılardaki gibi İç Anadolu’yagöç edecekler, kalanlar İngiliz, Fransız, Rus, Yunan vatandaşıolacaklardı. Büyük camiler müze olacak, bazıları da kiliselerevakfedilecekti. Bunların gerçek olma potansiyeli Sevr Antlaşmasımetninde kayıtlıdır. Halife-i Müslimin’in Bursa sarayında ikamet-i şahanesi, bu coğrafi perspektifte devam edecekti. Bugün Türkiye’de Osmanlı’ya geri dönmek isteyen aklı evveller var. onların geri dönmek istedikleri çağ, Kanuni çağı değil, Bursa Osmanlı Devleti olabilir. Bu geçmişin Batılı önerileri yalan ve dolanla halkın bilincinden silinmemelidir. Bence bu bağlamda ileri gerikonuşanlar, söylemlerini kendi çöplüklerine gömmelidirler.” Saygılar... DİPNOT...
  20. Evet ne yapmak lazım... Haklısınız birşey yapılmalı... Ama ne?... Galiba şuradan başlayabiliriz... Bugüne bir bakarsak... Doğu ile (islam dünyası ile) kıyaslama yaparsak... Bugün Türkiye, çağdaşlığı ve laikliği seçmiş, kadınını yasal eşitliğekavuşturmuş, bu sayede de İslam ülkeleri arasında en özgür ve belirginbir gelişme düzeyi yakalamış tek İslam ülkesi! Daha somutlaştırırsak: CBT sayı 1039'daki rapora göre, İslamdünyasında 57 ülkede 1.3 milyar insan yaşıyor. Bu ülkeler arasında,emeğiyle, insanıyla, üretkenliğiyle, yaratıcılığıyla gelir bakımındanOrta Avrupa ülkelerine yaklaşabilmiş belki de tek ülke Türkiye! Ülkemiz bunu iki kaldıraçla başardı: Çağdaş uygarlığın hukuk ve eğitim sistemi ve bu sistemin dayanağı/temeli olan laiklik! Çağdaş hukuk, yasa karşısında eşitliği ve anayasal sistemi (Parlamento, siyasal partiler, güçler ayrılığı, hukuk devleti!) garanti ediyor... Çağdaş eğitim de bilimsel teknolojik düşünmeyi, planlamayı, üretmeyi teşvik ediyor! Hıristiyan dünya, Türkiye'yi, İslam dünyası dışında görmek istemiyor! AB ve ABD'nin egemen kültürü ve temsilcileri bize şunu diyor: Kardeşim İslamın sınırları dışına çıkma! Sen o dünyanın parçasısın,orada kal; seni aramızda bizlerden biri gibi görmek istemeyiz! Buna negerek var!. Bize benzemek ve yaklaşmak senin neyine.. "Bon pour L'orient".. bununla idare et... Ve ben sana bu konuda istediğin desteği de vereceğim... (ki şu han ülkemizin başındakiler tamamıyla bunu yapıyor ve bu düşüncenin ekmeğine yağ sürüyor...) Utanç verici bir durum bana göre... Demekki öncelikle bu oyunları görmemiz, hissetmemiz, farkına varmamız ve önlemini almamız gerekiyor... Yoksa daha çooook havanda su döveriz.... Sevgi ve saygılarımla... DİPNOT...
  21. Evet bunlar doğru... Ama tarihle yüzleşmeyi bir de böyle denesek sevgili kaplan-200... Şimdi cehalet hastalığının geçmişinden örnekler: 1571 yılında Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin yerine Taküyiddin Bin Ahmed Dımışki adlı bir Mısırlı Astronom, müneccimbaşı olarak atanmıştı. Onun ziç hesaplarının düzeltilmesi için yeni rasatlar yapmak istemesi üzerine III. Murat Tophane’de bir gözlemevi yaptırmıştır (1578). (Osmanlı başkentinde bu tarihe kadar bir rasathane olmaması da ilginçtir.) Taküyiddin, Galata gözlemevi yapıldıktan sonra burada yaptığı gözlemleri içeren ünlü bir astronomi kitabı yayımlamıştı. Ne var ki yapılan gözlemevi, üç ay sonra Şeyhülislam Şemseddin Efendi’nin gökleri gözlemenin uğursuz bir şey olduğunu ve devletin mahvına sebep olacağını anlatan arizesi (jurnalı) nedeniyle Sultan III. Murat tarafından yıktırılmıştı. Evliya Çelebi aynı yerde bir müneccim kuyusunun da IV. Murat zamanında müftü Yahya Efendi’nin fetvası ile doldurulduğunu yazar. IV. Murat dönemi bilim düşmanlığı ile maluldur. Padişahın başhekimi Emir Çelebi, Enmuzec-ut-Tıp adlı kitabında kendi deneyimi olmadan eskilerin söylediklerini kabul etmenin doğru olmadığını yazan bir bilim adamı idi. Fakat düşmanlarının fitnelemesi üzerine Emir Çelebi, sultanın zoruyla çok miktarda afyon yedirilerek 1638’de intihara zorlanmıştı. IV. Murad (1623-1640) döneminde medreselerde okutulan Akaid-i İslam kitabında, ilmihal dışında öğretilen derslerin yaşamsal bir önemi olmadığı anlatılıyordu. Kâtip Çelebi Mizan ül-Hakk adlı kitabında, Abbasi döneminde Hakayik-i Eşya (müspet ilim) geliştiğini söylerken kendi döneminin tutuculuğundan şikayet eder. Felsefe ve müspet ilimlerin medreselerden kaldırıldığını ve ‘Rum’da suk-i ilme kesat geldiğini’ söyler. Ali Paşa, rüştiye ve idadilerde okutulacak bir dünya tarihi için Türkiye’de yazacak biri olmayınca, Fransızcadan bir kitap çevirtmişti. İlgili Maarif Encümeni kitapta yazılanların Kısas-ı Enbiya’ya uymadığı nedeniyle okullarda okutulmasına izin vermemişti. Tanzimat, rüştiye ve idadileri açarak Türkiye’de eğitime büyük bir sıçrama getirmiştir. Mordtmann Isparta’da Türk nüfusun yarısı kadar olan Rumların, Türklerin bakımsız ve hocasız rüştiyelerine karşı, hocaları Yunanistan’dan gelen bakımlı iki rüştiyeleri olduğunu yazar. II. Darülfünun açıldığı zaman (1870) Hoca Tahsin Efendi oksijensiz yanma olmadığını göstermek için öğrencilere bir deney yaptığı, arkadaşı olan Cemaleddin Afgani ise biraz liberal bir konferans verdiği için üniversite kapatılmış ve 1909’a kadar doğru dürüst çalışmamıştı. Bu Türkiye’de cehaletin neden hâlâ ağır bir hastalık olduğunu anlatan bir geçmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye’de okuma yazma oranı %10’du. Köyde okuma yazma yoktu. Onlar da nüfusun %90’ı idiler. Türkiye’nin en büyük kara deliği okumamış olmaktır. Müteferrika Matbaası 1727-1794 arasında ancak 18 yıl açık kalmış ve sadece 18 kitap basabilmişti. Avrupa’da 1450-1500 arasında yirmi milyon cilt kitap (yapıt sayısını bilmiyorum) basılmıştır. Bu sayı da bugün Türkiye ile Avrupa arasındaki kültür yoğunluğunun değişmediğini gösterir. Saygılar... DİPNOT...
  22. Sevgili aliO-1... İnsanların derken bu kişisel bir çabadan çok topyekün bir toplumsal özümseme sorunudur... Toplumumuzun bilimsel üretimi, kişisel performansların toplamıdeğil, tümel eğitimsel, bilgisel ve görgüsel birikimin, toplumu idareedenlerine ve topluma mal edilmiş olması sorunudur. Türkiye'de böylebir özümseme söz konusu değildir. Akılla inancın kavgası, Batı'nındünyaya egemen kültürünün ve bilimsel üstünlüğünün birkaç yüzyıllık birsüreç içinde gelişmesi sonucudur. Bu Batı'yı tanımlar. Bilim bir yaşamyoludur. Batılı toplumların bu kavgaya getirdikleri çözüm, Kilise'nindevlet idaresindeki etkisini yok ederek olmuştur... Buzdeki bu gelenekte, 1) Felsefe yokluğu, 2) Bilimsel söylemde kavramsal düşünce yokluğu, 3) Düşün alanında eleştiri yokluğu, 4) Nesnel gözlem yoksunluğu. Bu entelektüel ölçütler olmayınca bilimsel ortam da oluşmamıştır.Dolayısıyla ne idarecilerde, ne patronlarda ne de halkta bilimselmotivasyon yoktur. Bunun yokluğu öğretim kurumlarının çağdaş düzeydegelişmesine engel olmaktadır. 20. yüzyılın yarısından bu yana başarılıinsan paradigması olarak topluma sunulan paralı insandır. Böyle birortamda bilimsel tavır bilimsel yaratıcılık kuşkusuz gelişmez... Saygılar... DİPNOT...
  23. Evet ne yapmak lazım... Güzel bir soru... Sevgili arkadaşım... Çağımız bilim çağıdır. Birçok ülkede sayıları gittikçe artan bilimsel araştırmalar yapılıyor ve bunların somut verileri ortaya çıkmakta gecikmiyor. Her gün yüzlerce buluşun patenti alınmakta. Toplumlar bilime, bilimsel araştırmaya önem verdikleri ölçüde gelişip ileri gidiyor. Bilimsel araştırma en kısa tanımıyla bilgi üretmek ve bilinmeyeni bilinir duruma getirmek için belli bir yöntemle çalışmak demektir. Bilimsel araştırmalar çoğu kez toplumdaki bir sorunla ilgili olurlar. O sorun bir konu haline getirilir, konunun sınırlanması yapılır ve araştırmaya geçilir. Araştırmanın sonunda, ele alınan soru için bir çözüm yolu ortaya çıkartılmasıdır... Nasıl ekonomik ve teknik kalkınma ve bağımsızlık, doğa bilimlerindeki araştırmalarla ilgili ise, kültürel gelişme ve bağımsızlık da toplum bilimlerindeki araştırmalarla ilgilidir. Bugün bütün dünyada bilimsel araştırmalar konusunda büyük bir yarışma var. Araştırmacılar el üstünde tutuluyor. Biz bu yarışmada ne yazık ki pek gerilerdeyiz. Arayı kapatmaya çalışmak için devlet ve toplum olarak her türlü özveride bulunmalıyız. Bu yazıda bilim insanının zor yetiştiğine dikkati çekmek isterim. Zorlukla yetişen bilim insanları bir yandan da horlanırsa toplumdaki özverinin anlamı kalmaz. Bu nedenle bilim insanına duyulacak saygı her şeyden önce gelmelidir. Bilim adamını gerekçesiz ve açıklayamadığımız girişimlerle oradan oraya atarak tedirgin etmeyelim. Bilimsel araştırma ancak bilim insanının huzura kavuştuğu bir ortamda gerçekleşir. Bugün bilim-politika ilişkisinde, politika bilime söz hakkı tanımıyor, politika hep bilimin önüne geçiyor. Oysa bilimin öne geçmesi ve politikanın ona uyması gerekir. Çağdaş bir toplum olmak ve yabancı güçler tarafından sömürülmemek için etiğe saygılı bilim insanına söz hakkı tanımak ve her türlü toplumsal sorunlara bilimsel araştırmalar yoluyla yaklaşmaktan başka çare yoktur... Saygılar... DİPNOT...
  24. Teknoloji Üretemezsek... Türkiye 3G teknolojisine geçerken bayram ilanetti neredeyse… Reklamlar reklamlar… Şimdi döngüye bakalım: Devlet buteknolojiyi kullanma hakkını ihale ile sattı. Turkcell, Vodafon, Avea(Türk Telekom) 3 milyar TL dolayında bedelle satın aldı. 3G sistemininomurgası (radyolinkler) burada üretilebilirdi, ama üretilmedi,dışarıdan alındı. Şimdilik 3G teknolojisi sadece 81 ilin kentmerkezlerinde kullanılabiliyor. Merkez dışına çıktığınızda çalışmıyor.Örneğin Tuzla'da çalıştıramazsınız henüz. Kent merkezlerinin dışında daçalışabilmesi için bütün ülkenin fiber optik ağlarıyla döşenmesigerekiyor. Şimdi o aşamadalar. Eğer fiber optik kablolar da dışarıdan alınırsa,radyolinklerden daha yüksek paralar dışarıya ödenecek. Omurgakurulurken, uyarlamayı gerektiren bazı yazılımları, telekom şirketleriburada yapmış olmalılar. Şimdi 3G'lerde kullanılacak yüzlerce uygulamayazılımı gerekecek. Telekom şirketleri, lütfederlerse, bu uygulamalarıburada, elleri altındaki mühendislerimize ürettireceklerdir! Tabii"Aman rakibimden önde olayım, vereyim parayı dışarıdan satın alayım"demezlerse! *** Gelelim telefon cihazlarına! 3G teknoloji daha başlamadan, kullanıcılarımızınelinde 7 milyon 3G telefon cihazı bulunuyordu! Yani bizim kullanıcı,yıllardır, hiç kullanmadığı bir teknolojiyi içeren telefonlaramilyarlarca para ödemişti! (Ali Akurgal diyorki, bizim kullanıcılar renklerine vb. bakarak telefon satın alır!) Veuluslararası telefon şirketlerinin ekonomik krize girmemesi içinyardımcı olmuşlardı! Türkiye’nin akıllı tüketicisi, dünyanın sayılıhızlı ve saygın tüketicilerindendir! Avrupa'da telefon cihazını enhızlı değiştiren tüketici bizimki (2 yıldan az). Şimdi tam ve doğrurakamları veremeyeceğim, ama yılda ortalama 7 milyon telefon cihazısatılıyor-değiştiriliyorsa, tanesi 150 TL'den (düşük fiyattanhesaplarsak) 1 milyar TL ödüyoruz! Her yıl giderek artan hacimde birparayı dışarıya akıtıyoruz. En az 1 milyarlık bir üretim hacmini içeridedeğil dışarıda yaratıyoruz (Samsung, Nokia, Ericsson, Motorola vb.şirket, işçi ve ülkeleri bizi alnımızdan öpüyorlar!).. *** İletişim teknolojileri, dijital teknolojiler,bütün üretimlere, bütün üretim faaliyetlerine, ama her aşamada,altyapıyı oluşturuyor. Tasarımdan üretime, satışa, reklama,pazarlamaya… AB ülkeleri üretim altyapısını dijitalize etmeyi, yakıngeleceği için temel görev edindi. Cep telefonu giderek ve durmadan yeni görevlerüstlenen bir iletişim cihazıdır. Hepimizde bir kaç tane var üstelik!Bebelerin ellerine de vermeye başladık! Aselsan bir tarihte, daha doğrusu olayın başlangıcından hemen sonra cep telefonu üretti! Bunu bir kez yazmıştım, ama Türkiye'nin pek çokalanda olduğu gibi, bu konuda da büyük aptallığına en büyük örneklerdenbiri olduğunu yeniden yazmalıyım. Aselsan, sonra rekabet edemeyeceğini düşündü.Belki de cep telefonculuğunun kendi işi olmadığını! Ama üretimibaşardı. (Zaten başarmak büyük bir iş değil, niyet olsun yeter ki.) Veüretimi sonra bıraktı. Şimdi şöyle düşünün: Türkiye'de hiç bir irade(tabii ki öncelikle 'siyasi'), yakın geleceğe bakarak şöyle demedi:"Yahu biz her yıl dünyanın parasını ödeyeceğiz bu iletişimteknolojilerine, hazır Aselsan bunu başardı, rekabet gücünü artırmakiçin ben cep telefonlarının tasarımlarının ve yeni teknolojileriningeliştirilmesi için üç-beş yıl tam ARGE desteği veriyorum. Ya ortakoluyorum ya da şunları şunları ortak ediyorum vb… Beş yılda 100 farklıtasarımda, içerikte, özellikte cep telefonu geliştireceksiniz ve dünyaile rekabet edeceksiniz…" (Nokia böyle yaratıldı) Binlerce mühendis vetasarımcıya, kaliteli beyin gücüne üretim olanağı) Hadi piyasa biraz aptal, kısa bakışlı, atgözlüklü, bu işe akıl erdirecek insandan yoksun; parasını garantilialanlara yatıracağına, örneğin hazinenin sırtından kolay paralarkazanmaya yönelir, böyle "riskli" alanlara yatırım yapmaz. Zatengeçmişinde öyle önemli alanlarda risk alma yeteneği sıfır.. Peki, piyasanın bu özelliğini kabul ederim! Fakat, bu piyasayı, bu ülkeyi, bu sanayiyi yönlendirenlerin de piyasadan bir farkı yoksa eğer.. İşte sorun orada başlıyor! Ve dışarının köleliğine kadar gidiyor… Ne diyeyim, inşallah yazıları aksatmadan sürdürürüm.. Yazmamak sağlıklı oluyor! Yazarsanız sinirleniyorsunuz!...
  25. 1984’te Justin Wintle tarafındaneditörlüğü yapılmış ve 200 civarında yazar tarafından yazılmış birkitap yayınlanmıştı (Dictionary of Modern Culture, Ark paperbacks,London, Boston). Bu Çağdaş Kültürün Yapıcılarıadlı daha önceki bir kitabın ikinci baskısıydı. 20. yüzyılda çağdaşdünya kültürünü yönlendiren ya da ona katkıda bulunan filozof,edebiyatçı, bilim adamı, politikacı, sanatçı, müzisyen üç yüzden fazlainsan arasında tahmin edilebileceği gibi hiç Türk yoktu. Bir Çinli, birHintli politikacı, bir Japon yazar ve geçmişten referans verilen tekbir Çinli vardı, Konfüçyüs. Türkiye’nin bugünkü idarecileri açısındançağdaş kültür bir Hıristiyan ve Yahudi ürünüdür. Bu kültür panoramasında dünya toplumlarının nüfuslarıylaoranlı bir performansları yok. Bir buçuk milyar Müslüman var. Kitaptahiçbir Müslüman yok. Dünyada yaşayanların 3/5’i bu kültür panoramanındışında, çünkü ölçüt çağdaş kültürü yönlendirme ve ona katkı. Bu da,ister beğen, ister beğenme, Batılı. Bu ülkenin çok bilmişleri bu durumdan kendilerine bir dersçıkarırlar mı, yoksa 12. ya da 16. yüzyıla referans vererek avunurlarmı? Peki, bir buçuk milyar Müslüman’ı yönlendiren Tanrı buyruğu veHazreti Peygamber’in çağdaş kültürdeki yerini nasıl tanımlamalı? EğerMüslüman dünyası ve Türkiye çağdaş kültürü hiç etkilememişse, acaba1984’ten sonra bu katkı payı değişti mi? Biz adam başına düşen ulusal geliri arttırıp bu gelirinyarısını her yıl borç olarak Hıristiyan dünyaya verdiğimize göre, bizdede dünya kültürüne katkısı olan birkaç ekonomist yetişmiş olmalı. Nevar ki 2/10 orta öğretim performansı ile dünya bilimine öncü katkıdabulunmamız olanaksız. Çağdaşlığa gâvurluk olarak bakan toplum liderlerimiz, kültüransiklopedilerinin yazdıklarıyla Türkiye’nin durumu arasında bir ilişkikurarlar mı? Bu her iyi niyetli aydının merak ettiği bir şey olmalı!Türkiye’nin sadece Osmanlı döneminde değil, ondan sonra da neden dünyakültür tarihinde bir yeri olmadığını merak ediyor muyuz? Çevrenizdeburunları yere düşse almayacak allameler, profesörler, yazarlar vesürüsüne bereket politikacı (nasıl yetişiyorsa) var. Her biriningeleceğin Türkiye’si için öngörüleri olmalı. En azından eğitim veöğretimin evrensel konumu; din ve devlet ilişkisi; bilim ve teknoloji;dünya kültür yaşamına felsefe, sanat ve edebiyat olarak katılım veTürkiye’nin evrensel kültür statüsü; enerjinin geleceği üzerinde birdüşünce geliştirmiş olmalılar. Emin olun, Sayın okuyucular, bu sorularaaçık yanıtı olmayanlar konuştukları zaman sadece bilgi ve düşüncekirliliği yaratıyorlar. FAKİRLİK VE ÜRETİM Bu soruların olumsuz yanıtlarının arkasında fakirlik var.Çağdaş kültür üreten toplum ne zaman olacağız? Dünyanın en fakirleriarasındaki Müslüman dünyanın ortalama gelirinin Batılılar kadar olmasabile, diyelim onun 1/10’u kadar olması için ne kadar zaman gerekiyor?Müslümanlar çağdaş dünya kültürüne hangi bilgi ve performansla katkıdabulunacaklar? Bunlar yanıtsız kaldıkça, toplum her sömürüye açıktır.Üniversiteye giriş sınavlarındaki %20’lik başarı ortalaması (buna 2/10orta öğretim diyebiliriz) çağdaş kültür üretenler listesine girmemizeolanak veremez. ‘Türkiye’nin gündemini saptayanlar böyle adamları nasılyetiştireceğiz diye mi düşünüyorlar, yoksa ne yapsak da yetişmese diyemi?’ soran çıkabilir. 500 yıl boyunca medreselerinde bir tek dünya çapında matematikçi, fizikçi yetiştirmemişolan Türk eğitimi dünyanın enerji ve iklim buhranına girdiği ve bilgitoplumu aşamasına geldiği bir dönemde adı profesör olan kimi zevattarafından imam hatip mezunlarından matematikçi, fizikçi (haşa),biyolog (haşa haşa), kimyager (pardon simyacı) yetiştirme yönteminikeşfetmişe (!) benziyor. Montessori’den bu yana çocukların bütün matematiksel, bilimselyeteneklerini ana mektebinden sonra sergilediklerini öğrenmiştik. Böylebir dünyada medrese üzerine bilim adamı yetiştirme programı düşünen, yada üniversitelerde Türkçe yerine İngilizce öğretim öngören önerilergeliştiren kuşaklar yetiştirdik. Çin’de ya da Amerika’da aynı olanmatematik bilim programlarına bizde hacı ve hocalar tarafından 6 yıllıkbir giriş hazırlığı ile girecek, ve İnşallah-ı Teala çağdaş kültürsıralamasında birinci olacağız. O zamana kadar aç ve susuz kalmazsak.Bu kadar kargaşadan insan aklıyla kurtulamayız. Allah’ın hidayetyollarını göstermesini beklemekten başka çare yok. Türkiye’de görülen sahneler bazı filmlerin hızla geriyesarılmasına benziyor. Eugenio Montale’nin şiir mitosunda doğaya uygunolanlar ve uygun olmayanlardan (kişi bağlamında) söz edilir. BenMüslümanların ya da Türklerin uygun olmayanlar grubunda olduğunainanmam. Gerçi babamın kuşağı toplumdaki cehaleti vurgulamak için‘millet ve illet’ sözcüklerini sık sık yan yana kullanırdı. FakatMustafa Kemal ve arkadaşlarının halkı eğitmek için eski deyimiyle‘cansiperane’ savaş verdiklerini kendi yaşamımda gördüm. İlkcumhuriyetin öğretmenlerini biliyorum. Dünyada eşi olmayan KöyEnstitüleri denemesini biliyorum. Mütegallibe ve II. Dünya Savaşı galipleri tarafından budenemeler sonlandırıldı. Ve nasıl otomobili bol, fakat doğru dürüstkullanıcısı az bir toplum olduysak, okulu bol öğretimi yüzeysel birtoplum olmakta da başarı gösterdik. Çığırından çıkmış bir cehaletfırtınası var. Bu toplum sayı saymayı bilmediği için, istatistikyapamıyor ama, her şeyi çok sayıda üretiyor. ________________ Doğan Kuban...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.