-
İçerik Sayısı
3.258 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
30 Ağustos deyince... Birşeyi baylaşmanın yerinde olduğunu düşündüm... Nemi?... Şunu... “Eğer 30 Ağustos’ta Türk ordusu yenilse ve Yunan işgali gerçekleşse ne olurdu” Evet ne olurdu... Şu!... Trakya Yunanlılara ve Bulgarlara verilecekti. Çanakkale uluslararası bir komisyonun kontrolünde olacaktı. İstanbulolasılıkla Rus, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunanlı ve Ermenilerin ortakidaresinde bir uluslararası dünya kenti olacaktı. Adalarla birlikte Ege kıyıları, İzmir de dahil büyük Yunanistan’ın parçası olacaktı. Muğla’dan Mersin’e Akdeniz kıyıları Roma mirasçısı İtalyan krallığının sömürgesi olacak, Adana’dan Mardin’e iller Fransız sömürgesi Suriye’ye katılacaktı. Bu büyük Suriye Ortaçağ Kilikya Ermeni Devleti sınırlarına kadar uzanacaktı. Bugün belediye başkanları Kürt kökenli olan illerde, Kuzey Irak’la birlikte, Amerikan mandası altında bir Kürt devleti kurulacaktı. 1917’de Karabekir’in yeniden ele geçirdiği Vilayeti Şarkiye, Sıvas’a ve belki Kayseri’ye kadar uzanan bir Ermeni devleti olacaktı. Trabzon merkezli bir Pontus Rum bölgesi, belki Yunanistan’a bağlı olarak kurulacaktı. Sevr Antlaşması’nda sınırları gösterilen Osmanlı İmparatorluğu Halife-i Müslimin’inidaresi altında Ürdün ya da Irak devleti gibi bir sömürge olacaktı.Merkezi Bursa ya da Konya olabilirdi. Bu Osmanlı Devleti Amerikanmandası altında ormancılık, hamsicilik ve madencilikle geçinecekti.Kıyıların Türkleri bu kırpılmış İç Anadolu’ya göç edecekler, kalanlar da Rusya’da, Bulgaristan’da ve Yunanistan’da yaşayan Türkler gibi ikinci sınıf vatandaş olarak yaşayacaklardı. İstanbul’un Türkleri de kıyılardaki gibi İç Anadolu’yagöç edecekler, kalanlar İngiliz, Fransız, Rus, Yunan vatandaşıolacaklardı. Büyük camiler müze olacak, bazıları da kiliselerevakfedilecekti. Bunların gerçek olma potansiyeli Sevr Antlaşmasımetninde kayıtlıdır. Halife-i Müslimin’in Bursa sarayında ikamet-i şahanesi, bu coğrafi perspektifte devam edecekti. Bugün Türkiye’de Osmanlı’ya geri dönmek isteyen aklı evveller var. onların geri dönmek istedikleri çağ, Kanuni çağı değil, Bursa Osmanlı Devleti olabilir. Bu geçmişin Batılı önerileri yalan ve dolanla halkın bilincinden silinmemelidir. Bence bu bağlamda ileri gerikonuşanlar, söylemlerini kendi çöplüklerine gömmelidirler.” Saygılar... DİPNOT...
-
Bu sorulara yanıtı olmayanlar emin olun sadece bilgi ve düşünce kirliliği yaratıyorlar....
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Evet ne yapmak lazım... Haklısınız birşey yapılmalı... Ama ne?... Galiba şuradan başlayabiliriz... Bugüne bir bakarsak... Doğu ile (islam dünyası ile) kıyaslama yaparsak... Bugün Türkiye, çağdaşlığı ve laikliği seçmiş, kadınını yasal eşitliğekavuşturmuş, bu sayede de İslam ülkeleri arasında en özgür ve belirginbir gelişme düzeyi yakalamış tek İslam ülkesi! Daha somutlaştırırsak: CBT sayı 1039'daki rapora göre, İslamdünyasında 57 ülkede 1.3 milyar insan yaşıyor. Bu ülkeler arasında,emeğiyle, insanıyla, üretkenliğiyle, yaratıcılığıyla gelir bakımındanOrta Avrupa ülkelerine yaklaşabilmiş belki de tek ülke Türkiye! Ülkemiz bunu iki kaldıraçla başardı: Çağdaş uygarlığın hukuk ve eğitim sistemi ve bu sistemin dayanağı/temeli olan laiklik! Çağdaş hukuk, yasa karşısında eşitliği ve anayasal sistemi (Parlamento, siyasal partiler, güçler ayrılığı, hukuk devleti!) garanti ediyor... Çağdaş eğitim de bilimsel teknolojik düşünmeyi, planlamayı, üretmeyi teşvik ediyor! Hıristiyan dünya, Türkiye'yi, İslam dünyası dışında görmek istemiyor! AB ve ABD'nin egemen kültürü ve temsilcileri bize şunu diyor: Kardeşim İslamın sınırları dışına çıkma! Sen o dünyanın parçasısın,orada kal; seni aramızda bizlerden biri gibi görmek istemeyiz! Buna negerek var!. Bize benzemek ve yaklaşmak senin neyine.. "Bon pour L'orient".. bununla idare et... Ve ben sana bu konuda istediğin desteği de vereceğim... (ki şu han ülkemizin başındakiler tamamıyla bunu yapıyor ve bu düşüncenin ekmeğine yağ sürüyor...) Utanç verici bir durum bana göre... Demekki öncelikle bu oyunları görmemiz, hissetmemiz, farkına varmamız ve önlemini almamız gerekiyor... Yoksa daha çooook havanda su döveriz.... Sevgi ve saygılarımla... DİPNOT... -
Bu sorulara yanıtı olmayanlar emin olun sadece bilgi ve düşünce kirliliği yaratıyorlar....
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Evet bunlar doğru... Ama tarihle yüzleşmeyi bir de böyle denesek sevgili kaplan-200... Şimdi cehalet hastalığının geçmişinden örnekler: 1571 yılında Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin yerine Taküyiddin Bin Ahmed Dımışki adlı bir Mısırlı Astronom, müneccimbaşı olarak atanmıştı. Onun ziç hesaplarının düzeltilmesi için yeni rasatlar yapmak istemesi üzerine III. Murat Tophane’de bir gözlemevi yaptırmıştır (1578). (Osmanlı başkentinde bu tarihe kadar bir rasathane olmaması da ilginçtir.) Taküyiddin, Galata gözlemevi yapıldıktan sonra burada yaptığı gözlemleri içeren ünlü bir astronomi kitabı yayımlamıştı. Ne var ki yapılan gözlemevi, üç ay sonra Şeyhülislam Şemseddin Efendi’nin gökleri gözlemenin uğursuz bir şey olduğunu ve devletin mahvına sebep olacağını anlatan arizesi (jurnalı) nedeniyle Sultan III. Murat tarafından yıktırılmıştı. Evliya Çelebi aynı yerde bir müneccim kuyusunun da IV. Murat zamanında müftü Yahya Efendi’nin fetvası ile doldurulduğunu yazar. IV. Murat dönemi bilim düşmanlığı ile maluldur. Padişahın başhekimi Emir Çelebi, Enmuzec-ut-Tıp adlı kitabında kendi deneyimi olmadan eskilerin söylediklerini kabul etmenin doğru olmadığını yazan bir bilim adamı idi. Fakat düşmanlarının fitnelemesi üzerine Emir Çelebi, sultanın zoruyla çok miktarda afyon yedirilerek 1638’de intihara zorlanmıştı. IV. Murad (1623-1640) döneminde medreselerde okutulan Akaid-i İslam kitabında, ilmihal dışında öğretilen derslerin yaşamsal bir önemi olmadığı anlatılıyordu. Kâtip Çelebi Mizan ül-Hakk adlı kitabında, Abbasi döneminde Hakayik-i Eşya (müspet ilim) geliştiğini söylerken kendi döneminin tutuculuğundan şikayet eder. Felsefe ve müspet ilimlerin medreselerden kaldırıldığını ve ‘Rum’da suk-i ilme kesat geldiğini’ söyler. Ali Paşa, rüştiye ve idadilerde okutulacak bir dünya tarihi için Türkiye’de yazacak biri olmayınca, Fransızcadan bir kitap çevirtmişti. İlgili Maarif Encümeni kitapta yazılanların Kısas-ı Enbiya’ya uymadığı nedeniyle okullarda okutulmasına izin vermemişti. Tanzimat, rüştiye ve idadileri açarak Türkiye’de eğitime büyük bir sıçrama getirmiştir. Mordtmann Isparta’da Türk nüfusun yarısı kadar olan Rumların, Türklerin bakımsız ve hocasız rüştiyelerine karşı, hocaları Yunanistan’dan gelen bakımlı iki rüştiyeleri olduğunu yazar. II. Darülfünun açıldığı zaman (1870) Hoca Tahsin Efendi oksijensiz yanma olmadığını göstermek için öğrencilere bir deney yaptığı, arkadaşı olan Cemaleddin Afgani ise biraz liberal bir konferans verdiği için üniversite kapatılmış ve 1909’a kadar doğru dürüst çalışmamıştı. Bu Türkiye’de cehaletin neden hâlâ ağır bir hastalık olduğunu anlatan bir geçmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye’de okuma yazma oranı %10’du. Köyde okuma yazma yoktu. Onlar da nüfusun %90’ı idiler. Türkiye’nin en büyük kara deliği okumamış olmaktır. Müteferrika Matbaası 1727-1794 arasında ancak 18 yıl açık kalmış ve sadece 18 kitap basabilmişti. Avrupa’da 1450-1500 arasında yirmi milyon cilt kitap (yapıt sayısını bilmiyorum) basılmıştır. Bu sayı da bugün Türkiye ile Avrupa arasındaki kültür yoğunluğunun değişmediğini gösterir. Saygılar... DİPNOT...- 15 cevap
-
- 1
-
-
Bu sorulara yanıtı olmayanlar emin olun sadece bilgi ve düşünce kirliliği yaratıyorlar....
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Sevgili aliO-1... İnsanların derken bu kişisel bir çabadan çok topyekün bir toplumsal özümseme sorunudur... Toplumumuzun bilimsel üretimi, kişisel performansların toplamıdeğil, tümel eğitimsel, bilgisel ve görgüsel birikimin, toplumu idareedenlerine ve topluma mal edilmiş olması sorunudur. Türkiye'de böylebir özümseme söz konusu değildir. Akılla inancın kavgası, Batı'nındünyaya egemen kültürünün ve bilimsel üstünlüğünün birkaç yüzyıllık birsüreç içinde gelişmesi sonucudur. Bu Batı'yı tanımlar. Bilim bir yaşamyoludur. Batılı toplumların bu kavgaya getirdikleri çözüm, Kilise'nindevlet idaresindeki etkisini yok ederek olmuştur... Buzdeki bu gelenekte, 1) Felsefe yokluğu, 2) Bilimsel söylemde kavramsal düşünce yokluğu, 3) Düşün alanında eleştiri yokluğu, 4) Nesnel gözlem yoksunluğu. Bu entelektüel ölçütler olmayınca bilimsel ortam da oluşmamıştır.Dolayısıyla ne idarecilerde, ne patronlarda ne de halkta bilimselmotivasyon yoktur. Bunun yokluğu öğretim kurumlarının çağdaş düzeydegelişmesine engel olmaktadır. 20. yüzyılın yarısından bu yana başarılıinsan paradigması olarak topluma sunulan paralı insandır. Böyle birortamda bilimsel tavır bilimsel yaratıcılık kuşkusuz gelişmez... Saygılar... DİPNOT... -
Bu sorulara yanıtı olmayanlar emin olun sadece bilgi ve düşünce kirliliği yaratıyorlar....
DİPNOT şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Evet ne yapmak lazım... Güzel bir soru... Sevgili arkadaşım... Çağımız bilim çağıdır. Birçok ülkede sayıları gittikçe artan bilimsel araştırmalar yapılıyor ve bunların somut verileri ortaya çıkmakta gecikmiyor. Her gün yüzlerce buluşun patenti alınmakta. Toplumlar bilime, bilimsel araştırmaya önem verdikleri ölçüde gelişip ileri gidiyor. Bilimsel araştırma en kısa tanımıyla bilgi üretmek ve bilinmeyeni bilinir duruma getirmek için belli bir yöntemle çalışmak demektir. Bilimsel araştırmalar çoğu kez toplumdaki bir sorunla ilgili olurlar. O sorun bir konu haline getirilir, konunun sınırlanması yapılır ve araştırmaya geçilir. Araştırmanın sonunda, ele alınan soru için bir çözüm yolu ortaya çıkartılmasıdır... Nasıl ekonomik ve teknik kalkınma ve bağımsızlık, doğa bilimlerindeki araştırmalarla ilgili ise, kültürel gelişme ve bağımsızlık da toplum bilimlerindeki araştırmalarla ilgilidir. Bugün bütün dünyada bilimsel araştırmalar konusunda büyük bir yarışma var. Araştırmacılar el üstünde tutuluyor. Biz bu yarışmada ne yazık ki pek gerilerdeyiz. Arayı kapatmaya çalışmak için devlet ve toplum olarak her türlü özveride bulunmalıyız. Bu yazıda bilim insanının zor yetiştiğine dikkati çekmek isterim. Zorlukla yetişen bilim insanları bir yandan da horlanırsa toplumdaki özverinin anlamı kalmaz. Bu nedenle bilim insanına duyulacak saygı her şeyden önce gelmelidir. Bilim adamını gerekçesiz ve açıklayamadığımız girişimlerle oradan oraya atarak tedirgin etmeyelim. Bilimsel araştırma ancak bilim insanının huzura kavuştuğu bir ortamda gerçekleşir. Bugün bilim-politika ilişkisinde, politika bilime söz hakkı tanımıyor, politika hep bilimin önüne geçiyor. Oysa bilimin öne geçmesi ve politikanın ona uyması gerekir. Çağdaş bir toplum olmak ve yabancı güçler tarafından sömürülmemek için etiğe saygılı bilim insanına söz hakkı tanımak ve her türlü toplumsal sorunlara bilimsel araştırmalar yoluyla yaklaşmaktan başka çare yoktur... Saygılar... DİPNOT...- 15 cevap
-
- 1
-
-
Teknoloji Üretemezsek... Türkiye 3G teknolojisine geçerken bayram ilanetti neredeyse… Reklamlar reklamlar… Şimdi döngüye bakalım: Devlet buteknolojiyi kullanma hakkını ihale ile sattı. Turkcell, Vodafon, Avea(Türk Telekom) 3 milyar TL dolayında bedelle satın aldı. 3G sistemininomurgası (radyolinkler) burada üretilebilirdi, ama üretilmedi,dışarıdan alındı. Şimdilik 3G teknolojisi sadece 81 ilin kentmerkezlerinde kullanılabiliyor. Merkez dışına çıktığınızda çalışmıyor.Örneğin Tuzla'da çalıştıramazsınız henüz. Kent merkezlerinin dışında daçalışabilmesi için bütün ülkenin fiber optik ağlarıyla döşenmesigerekiyor. Şimdi o aşamadalar. Eğer fiber optik kablolar da dışarıdan alınırsa,radyolinklerden daha yüksek paralar dışarıya ödenecek. Omurgakurulurken, uyarlamayı gerektiren bazı yazılımları, telekom şirketleriburada yapmış olmalılar. Şimdi 3G'lerde kullanılacak yüzlerce uygulamayazılımı gerekecek. Telekom şirketleri, lütfederlerse, bu uygulamalarıburada, elleri altındaki mühendislerimize ürettireceklerdir! Tabii"Aman rakibimden önde olayım, vereyim parayı dışarıdan satın alayım"demezlerse! *** Gelelim telefon cihazlarına! 3G teknoloji daha başlamadan, kullanıcılarımızınelinde 7 milyon 3G telefon cihazı bulunuyordu! Yani bizim kullanıcı,yıllardır, hiç kullanmadığı bir teknolojiyi içeren telefonlaramilyarlarca para ödemişti! (Ali Akurgal diyorki, bizim kullanıcılar renklerine vb. bakarak telefon satın alır!) Veuluslararası telefon şirketlerinin ekonomik krize girmemesi içinyardımcı olmuşlardı! Türkiye’nin akıllı tüketicisi, dünyanın sayılıhızlı ve saygın tüketicilerindendir! Avrupa'da telefon cihazını enhızlı değiştiren tüketici bizimki (2 yıldan az). Şimdi tam ve doğrurakamları veremeyeceğim, ama yılda ortalama 7 milyon telefon cihazısatılıyor-değiştiriliyorsa, tanesi 150 TL'den (düşük fiyattanhesaplarsak) 1 milyar TL ödüyoruz! Her yıl giderek artan hacimde birparayı dışarıya akıtıyoruz. En az 1 milyarlık bir üretim hacmini içeridedeğil dışarıda yaratıyoruz (Samsung, Nokia, Ericsson, Motorola vb.şirket, işçi ve ülkeleri bizi alnımızdan öpüyorlar!).. *** İletişim teknolojileri, dijital teknolojiler,bütün üretimlere, bütün üretim faaliyetlerine, ama her aşamada,altyapıyı oluşturuyor. Tasarımdan üretime, satışa, reklama,pazarlamaya… AB ülkeleri üretim altyapısını dijitalize etmeyi, yakıngeleceği için temel görev edindi. Cep telefonu giderek ve durmadan yeni görevlerüstlenen bir iletişim cihazıdır. Hepimizde bir kaç tane var üstelik!Bebelerin ellerine de vermeye başladık! Aselsan bir tarihte, daha doğrusu olayın başlangıcından hemen sonra cep telefonu üretti! Bunu bir kez yazmıştım, ama Türkiye'nin pek çokalanda olduğu gibi, bu konuda da büyük aptallığına en büyük örneklerdenbiri olduğunu yeniden yazmalıyım. Aselsan, sonra rekabet edemeyeceğini düşündü.Belki de cep telefonculuğunun kendi işi olmadığını! Ama üretimibaşardı. (Zaten başarmak büyük bir iş değil, niyet olsun yeter ki.) Veüretimi sonra bıraktı. Şimdi şöyle düşünün: Türkiye'de hiç bir irade(tabii ki öncelikle 'siyasi'), yakın geleceğe bakarak şöyle demedi:"Yahu biz her yıl dünyanın parasını ödeyeceğiz bu iletişimteknolojilerine, hazır Aselsan bunu başardı, rekabet gücünü artırmakiçin ben cep telefonlarının tasarımlarının ve yeni teknolojileriningeliştirilmesi için üç-beş yıl tam ARGE desteği veriyorum. Ya ortakoluyorum ya da şunları şunları ortak ediyorum vb… Beş yılda 100 farklıtasarımda, içerikte, özellikte cep telefonu geliştireceksiniz ve dünyaile rekabet edeceksiniz…" (Nokia böyle yaratıldı) Binlerce mühendis vetasarımcıya, kaliteli beyin gücüne üretim olanağı) Hadi piyasa biraz aptal, kısa bakışlı, atgözlüklü, bu işe akıl erdirecek insandan yoksun; parasını garantilialanlara yatıracağına, örneğin hazinenin sırtından kolay paralarkazanmaya yönelir, böyle "riskli" alanlara yatırım yapmaz. Zatengeçmişinde öyle önemli alanlarda risk alma yeteneği sıfır.. Peki, piyasanın bu özelliğini kabul ederim! Fakat, bu piyasayı, bu ülkeyi, bu sanayiyi yönlendirenlerin de piyasadan bir farkı yoksa eğer.. İşte sorun orada başlıyor! Ve dışarının köleliğine kadar gidiyor… Ne diyeyim, inşallah yazıları aksatmadan sürdürürüm.. Yazmamak sağlıklı oluyor! Yazarsanız sinirleniyorsunuz!...
- 31 cevap
-
- 2
-
-
Bu sorulara yanıtı olmayanlar emin olun sadece bilgi ve düşünce kirliliği yaratıyorlar....
DİPNOT şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
1984’te Justin Wintle tarafındaneditörlüğü yapılmış ve 200 civarında yazar tarafından yazılmış birkitap yayınlanmıştı (Dictionary of Modern Culture, Ark paperbacks,London, Boston). Bu Çağdaş Kültürün Yapıcılarıadlı daha önceki bir kitabın ikinci baskısıydı. 20. yüzyılda çağdaşdünya kültürünü yönlendiren ya da ona katkıda bulunan filozof,edebiyatçı, bilim adamı, politikacı, sanatçı, müzisyen üç yüzden fazlainsan arasında tahmin edilebileceği gibi hiç Türk yoktu. Bir Çinli, birHintli politikacı, bir Japon yazar ve geçmişten referans verilen tekbir Çinli vardı, Konfüçyüs. Türkiye’nin bugünkü idarecileri açısındançağdaş kültür bir Hıristiyan ve Yahudi ürünüdür. Bu kültür panoramasında dünya toplumlarının nüfuslarıylaoranlı bir performansları yok. Bir buçuk milyar Müslüman var. Kitaptahiçbir Müslüman yok. Dünyada yaşayanların 3/5’i bu kültür panoramanındışında, çünkü ölçüt çağdaş kültürü yönlendirme ve ona katkı. Bu da,ister beğen, ister beğenme, Batılı. Bu ülkenin çok bilmişleri bu durumdan kendilerine bir dersçıkarırlar mı, yoksa 12. ya da 16. yüzyıla referans vererek avunurlarmı? Peki, bir buçuk milyar Müslüman’ı yönlendiren Tanrı buyruğu veHazreti Peygamber’in çağdaş kültürdeki yerini nasıl tanımlamalı? EğerMüslüman dünyası ve Türkiye çağdaş kültürü hiç etkilememişse, acaba1984’ten sonra bu katkı payı değişti mi? Biz adam başına düşen ulusal geliri arttırıp bu gelirinyarısını her yıl borç olarak Hıristiyan dünyaya verdiğimize göre, bizdede dünya kültürüne katkısı olan birkaç ekonomist yetişmiş olmalı. Nevar ki 2/10 orta öğretim performansı ile dünya bilimine öncü katkıdabulunmamız olanaksız. Çağdaşlığa gâvurluk olarak bakan toplum liderlerimiz, kültüransiklopedilerinin yazdıklarıyla Türkiye’nin durumu arasında bir ilişkikurarlar mı? Bu her iyi niyetli aydının merak ettiği bir şey olmalı!Türkiye’nin sadece Osmanlı döneminde değil, ondan sonra da neden dünyakültür tarihinde bir yeri olmadığını merak ediyor muyuz? Çevrenizdeburunları yere düşse almayacak allameler, profesörler, yazarlar vesürüsüne bereket politikacı (nasıl yetişiyorsa) var. Her biriningeleceğin Türkiye’si için öngörüleri olmalı. En azından eğitim veöğretimin evrensel konumu; din ve devlet ilişkisi; bilim ve teknoloji;dünya kültür yaşamına felsefe, sanat ve edebiyat olarak katılım veTürkiye’nin evrensel kültür statüsü; enerjinin geleceği üzerinde birdüşünce geliştirmiş olmalılar. Emin olun, Sayın okuyucular, bu sorularaaçık yanıtı olmayanlar konuştukları zaman sadece bilgi ve düşüncekirliliği yaratıyorlar. FAKİRLİK VE ÜRETİM Bu soruların olumsuz yanıtlarının arkasında fakirlik var.Çağdaş kültür üreten toplum ne zaman olacağız? Dünyanın en fakirleriarasındaki Müslüman dünyanın ortalama gelirinin Batılılar kadar olmasabile, diyelim onun 1/10’u kadar olması için ne kadar zaman gerekiyor?Müslümanlar çağdaş dünya kültürüne hangi bilgi ve performansla katkıdabulunacaklar? Bunlar yanıtsız kaldıkça, toplum her sömürüye açıktır.Üniversiteye giriş sınavlarındaki %20’lik başarı ortalaması (buna 2/10orta öğretim diyebiliriz) çağdaş kültür üretenler listesine girmemizeolanak veremez. ‘Türkiye’nin gündemini saptayanlar böyle adamları nasılyetiştireceğiz diye mi düşünüyorlar, yoksa ne yapsak da yetişmese diyemi?’ soran çıkabilir. 500 yıl boyunca medreselerinde bir tek dünya çapında matematikçi, fizikçi yetiştirmemişolan Türk eğitimi dünyanın enerji ve iklim buhranına girdiği ve bilgitoplumu aşamasına geldiği bir dönemde adı profesör olan kimi zevattarafından imam hatip mezunlarından matematikçi, fizikçi (haşa),biyolog (haşa haşa), kimyager (pardon simyacı) yetiştirme yönteminikeşfetmişe (!) benziyor. Montessori’den bu yana çocukların bütün matematiksel, bilimselyeteneklerini ana mektebinden sonra sergilediklerini öğrenmiştik. Böylebir dünyada medrese üzerine bilim adamı yetiştirme programı düşünen, yada üniversitelerde Türkçe yerine İngilizce öğretim öngören önerilergeliştiren kuşaklar yetiştirdik. Çin’de ya da Amerika’da aynı olanmatematik bilim programlarına bizde hacı ve hocalar tarafından 6 yıllıkbir giriş hazırlığı ile girecek, ve İnşallah-ı Teala çağdaş kültürsıralamasında birinci olacağız. O zamana kadar aç ve susuz kalmazsak.Bu kadar kargaşadan insan aklıyla kurtulamayız. Allah’ın hidayetyollarını göstermesini beklemekten başka çare yok. Türkiye’de görülen sahneler bazı filmlerin hızla geriyesarılmasına benziyor. Eugenio Montale’nin şiir mitosunda doğaya uygunolanlar ve uygun olmayanlardan (kişi bağlamında) söz edilir. BenMüslümanların ya da Türklerin uygun olmayanlar grubunda olduğunainanmam. Gerçi babamın kuşağı toplumdaki cehaleti vurgulamak için‘millet ve illet’ sözcüklerini sık sık yan yana kullanırdı. FakatMustafa Kemal ve arkadaşlarının halkı eğitmek için eski deyimiyle‘cansiperane’ savaş verdiklerini kendi yaşamımda gördüm. İlkcumhuriyetin öğretmenlerini biliyorum. Dünyada eşi olmayan KöyEnstitüleri denemesini biliyorum. Mütegallibe ve II. Dünya Savaşı galipleri tarafından budenemeler sonlandırıldı. Ve nasıl otomobili bol, fakat doğru dürüstkullanıcısı az bir toplum olduysak, okulu bol öğretimi yüzeysel birtoplum olmakta da başarı gösterdik. Çığırından çıkmış bir cehaletfırtınası var. Bu toplum sayı saymayı bilmediği için, istatistikyapamıyor ama, her şeyi çok sayıda üretiyor. ________________ Doğan Kuban...- 15 cevap
-
- 2
-
-
SIFIR HATALI İNSAN GELİYOR... 3 sarmallı DNA üretildi DNA'ya üçüncü sarmalı eklemeyi başaran bilimadamları, daha önce varolmayan yapay canlı üretimi ve genetik hastalıkların ortadan kaldırılması için ilk adımı attı.Tüm organizmaların ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ile biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan DNA, birbirine paralel iki iplikçi bir yapıdan oluşuyor. Genetik bilgi bu iki iplikçik arasında sıralanan organik bazlarda saklanıyor. Bilimadamları, DNA'ya özgü bu bilgi saklama özelliğine sahip bir polimer melekül (molekül dizisi) üretmeyi başardılar. Danimarka'nın Kopenhag Üniversitesinden Prof. Dr. Peter E. Nielsen ve ekibinin 15 yıllık çalışmalarının ürünü olan bu polimer meleküle PDA (Peptide nucleic acid-Peptid Nükleik Asit) adı verildi. Çalışma sonuçlarının yayınlandığı makalede PDA molekülünün, DNA'nın hücrede üstlendiği genetik kodların saklanması ve çoğaltılması işlevini gördüğü açıklandı. Hücreye enjekte edilebilşen PNA'nın bir başka özelliği ise 3'üncü sarmal olarak DNA'ya eklenebilmesi. Eklenen 3'üncü sarmal, DNA'ya destek olup hatalı proteinlerin üretilmesine engel olucak ve hasar görmüş DNA'nın onarılmasında etkin rol üstlenecek. GENETİK HASTALIKLAR TARİHE KARIŞACAK Oluşan genetik hasarların giderilmesinin ötesinde PNA molekülü kullanılarak yapılacak ilaçlarla genetik hastalıkaların tamamen ortadan kaldırılabilecek. Bu, PNA'nın moleküler olarak DNA'ya çok yönlü bağlanabilme özelliği ile gerçekleştirilecek. Böylelikle genetik kodun tamamının çıkarılmasına gerek kalmadan, bir çok genetik kökenli hastalık tedavi edilebilecek. YAPAY YAŞAM YOLDA Araştırmanın sonraki adımı yapay canlı yaratılması... Bilgi saklama özelliği olan PNA'nın, biyolojik reaksiyonlarda katalizör(kolaylaştırcı) molekül olarak kullanılması yönündeki çalışmalar devam ediyo. Bu başarıldığı takdirde, kendi kendine çoğalabilen PNA molekülleri yapmak mümkün olacak. Bu da yapay canlı üretmenin önünü açacak. YAŞAM NASIL OLUŞTU SORUSU CEVABINI BULUYOR Yapay yaşam forumunun yaratılması, aynı zamanda yaşamın temelini de aydınlatacak. Dünyanın başlangıcında yaşayan ilkel yaşam formlarının, PNA benzeri yapılar içerdiği biliniyor. Bilimadamları bu bilgiyi işleyerek yaşamın kökenine kadar inmeyi planlıyorlar. YEPYENİ CANLILAR ÜRETİLECEK PNA ile ilgili çalışmaların 15 yıl önce başladığını göz önüne alırsak oldukça kısa sürede yaşam ve kökeni hakkında oldukça yol alınmış durumda. Bilimadamları artık doğada daha önce görülmemiş PNA tabanlı bir yaşam formu üretmenin yollarını arıyor. Kaynak: http://www.turktime.com/default.asp?page=haber&id=65752
- 31 cevap
-
- 2
-
-
Kesinlikle... Ama bir gerçek var... Gerçekten haziranda ölmek zor... Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
-
Sevgili june... Bende birşeyi merek eder dururum... Mesela... Başbakan RecepTayyip Erdogan İslamda gerekli olmadığı aşikâr bir durumda ve konumdayken neden oruç tutar?... Softa mıdır?... Molla mıdır?... Mürit midir?... Yobaz mıdır?... Hâşâ!.. . O bir plitikacıdır!... Yalnız İslamın hoşgörü kurallarını ve vecibe yasalarını es geçmekle kalmaz, laik bir devlette, mübarek ramazanda, Müslümanlığın orucunu siyaset kapsamında değerlendirmek kusurunu da işler... Eeee bizde yutarız ama dimi... Sevgiler...
-
'- Vallahi efendim... Ben namaz bile kılmıyorum... Oruç tutmadığıma dair şahitlerim vardır.'
-
Yıllardır kardeşçe birbirlerine bağlanmış... Bu kadar iç içe geçmiş ve bu kadar kaynaşmış bir milletin içinden, Türk’ü Kürt’ü birbirinden ayırma, ayıklama, tamamen emperyalist bir politikanın gereğidir: Çünkü; ABD Ortadoğu’da, sağlam bir üs edinme isteğinde ve zorunluluğunda! Yani.... Bu istek petrol politikasının gereğidir... Neden mi?... Gerçi şunun şurasında, Ortadoğu’nun 30 yıldan daha fazla önemi olmayacaktır! Bu süre sonunda, petrol önemini kaybedecek, yenilenebilir ve diğer enerji kaynakları petrolü büyük ölçüde ikame edecektir!... Ve su petrolden daha değerli bir hale gelecektir... Komşumuzun durumuna bir bakalım Irak’ta 1 milyon insan, 30 yıllık bir süre ve çıkar için öldürülmüştür! ABD PKK’nin silahlı operasyonlarına bu amaçla göz yummuş, dahası desteklemiştir! Tüm bunların Türkiye’ye maliyeti ise korkunçtur! Amerikalı, 30 yıl sonra Irak diye bir ülke ve Ortadoğu diye bölge bile anımsamayacaktır! Belki bizi bile... Saygılar.... DİPNOT...
-
Bak bende bir şey anlatayım sevgili ali0-1... (Asıl demegojiyi kimler yapıyormuş minik bir örnek ile anlatayım...) Bu sadece bizim ülkemize özgü değil... Bakın: Somalili kadınlara vaaz veren imamlar; “Sakın çalışmayın. Devlet size bakacak. Bol çocuk doğurun. İlerde İsveç’i de İslam yapacağız” diyerek beyin yıkadı... Bunlar biliniyor değilmi... Peki önlem alındı mı?... Ne dersin... Ne gezer... Gidin Somaliye KAN PAZARI / KAN GÖLÜ... Saygılar...
- 11 cevap
-
- 2
-
-
Bana göre... Bugün Kürt sorunun gerçek anlamda çözümü, bölgedeki emperyalist çıkarlar doğrultusunda değil ülkemiz çıkarları doğrultusunda iki halkın kardeşliğini pekiştirecek güvenini artıracak emekten yana eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı ve bir demokratik açılımla kurucu halklar olarak cumhuriyet gerçek bir cumhuriyete dönüşür. Yoksa ABD bu gün işine böyle gelir, yarın koşullar değişince başka atlara oynuyarak tekrar karıştırabilir. Kürt sorununu ABD ve diğer emperyalistlerin elindeki koz olma surumundan çıkarmamız gerekmektedir. Bu sorunu biz kendimiz taraflar olarak çözmek durumundayız. Ve son olarakta; Dinci gerici bezirganlardan böylesi devasa bir sorunu çözmelerini beklemek abesle iştigaldir. Saygılar... DİPNOT...
-
Duracağız sevgili june.. Hiç şüphen olmasın... Ve asla yanlız değilsin... Sevgi ve saygılar... DİPNOT...
- 11 cevap
-
- 2
-
-
BİR MUHASEBE... Cumhuriyet tarihinde altmış hükümet gelmiş, geçecek…1923’ten bugüne dek altmış hükümet ve 26 Başbakan…Gelip de gitmeyen o kadar çok Başbakanlarla, gelip de gitmeyen o kadar çok iş yapmayanlarla dolu bir Cumhuriyet tarihi var ki, bugünkü halimiz bunun göstergesi değil mi?... Aaa bu arada... Altmış birincisi ne olur, kim olur? Gidişata bakılırsa ha Ali Veli ha Veli Ali!... Saygılar... DİPNOT...
-
Yobazı İyi Tanıyın!.. Kara gömlekli 600 adam, bir pazar sabahı tanyeri ağarırken geldiler… Bitişik düzende ve son derece kararlı geldiler… Dozerleriyle, kepçeleriyle, kamyonlarıyla geldiler… Ve minicik yaşında meleklere karışan bir kızın adını taşıyan okulu, benzeri görülmemiş bir hışımla, akıl almaz bir hırsla yıktılar… Peki, nasıl yıktılar? Bir cuma günü saat tam 16.58’de, yani mesai bitimine iki dakika kala, yani hafta sonu tatiline girilmek üzereyken “yıkım tebligatı” yaptılar… Yıkım tarihi olarak da pazar sabahı 06.00’yı seçtiler… Öyle yaptılar, çünkü yargının işlerine karışmasını hiç mi hiç istemiyorlardı… Yıkmayı, yerle bir etmeyi öylesine büyük bir iştahla istiyorlardı ki, okulun sahibi olan vakfın süre isteğine hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, hiç yüzleri kızarmadan şu yanıtı verebildiler: - Süre verirsek, yürütmeyi durdurma kararı alırsınız!.. Aynen öyle oldu; bir gün sonra başvuru yapılan mahkeme oybirliği ile yıkımın durdurulmasına karar verdi, ama ne yazık ki iş işten geçmiş, okul kara gömlekliler tarafından yerle bir edilmişti bile… Peki, niçin yıktılar? Çünkü yıllardır binlerce çocuğu okutan, mezun eden, arazisi devletin Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nden satın alınan vakıf okulu kaçaktı da ondan… Mimarlar Odası yıkımın hemen ardından rakamları açıkladı; İstanbul’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 1850 okuldan 1665’i kaçaktı!.. Bitmedi; İstanbul’daki 1 milyon 650 bin binanın yüzde 70’i de kaçaktı!.. Bitmedi; İstanbul’un iki koca semti, Sultanbeyli ve Samandıra, kamu binalarıyla, hastaneleriyle, konutlarıyla tamamen kaçaktı!.. - Kara gömlekliler, okulu büyük bir hazla yıktılar ve gittiler… *** Şaşırdınız mı?.. Ben, zerre kadar şaşırmadım!.. Bu kafa, bizlerin yıllardır bıkmadan, usanmadan anlatmaya çalıştığı yobaz kafadır… O okul, iktidara yanaşma olmayan, haysiyetli yazarların, her türlü baskıya karşın gerçekleri yazdığı bir gazetenin yöneticisiyle ilişkili olduğu için yıkılmıştır… Bu kafa Türkiye’yi ortaçağ karanlığının eşiğine getiren kafadır. Daha üç gün önce bu kafanın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin burs verdiği 15 bin kız öğrenciye terör incelemesi yaptırdığı ortaya çıkmadı mı?.. Bu kafa değil miydi, “Ayakta bevletmek günahtır” diye bir kentin tüm camilerindeki pisuvarları söktüren?.. Bu kafa, daha önceki gün, hayatını adadığı Lepra (cüzam) hastanesine Türkan Saylan adının verilmesini reddetmedi mi?. Bu kafayı hâlâ tanıyamadın mı ey halkım? Bu kafa, “Barbie bebeklerin” erkeği tahrik ettiği fetvasını verebilecek kadar gözü dönmüş kafadır… Bu kafa, “Kız çocuğu 7 yaşından sonra babasına bile mesafeli durmalı, 9 yaşında evlendirilmesi caizdir” diyebilecek kadar sapıklaşmış kafadır… Bu kafa, ülkeyi topyekûn satışa çıkaran, toplumu “inananlar-inanmayanlar” diye bölen kafadır… Uyan ey halkım: ____________ Ümit Zileli...
- 11 cevap
-
- 4
-
-
TÜRK TOPLUMU İÇİN "DEMOKRATİK AÇILIM"... Peki Nedir Demokratik Açılım?... Demokratik açılım bana göre sadece Kürt sorununu aşmak, kan dökülmesini önlemek değil. Demokratik açılım Anayasanın değişmesi demek. Faşist 12 Eylül Anayasasının sil baştan yapılması demek. Zorunlu din eğitiminin kalkması demek. Silah zoruyla iktidara gelmenin yolunun kapanması, yani darbecilerin çanına ot tıkamak demek. Darbeye teşebbüs edenlerin gelecekleri artık kararacak demek. Barış demek. Kardeşce birlikte yaşamak demek. Etnik grupların birbirlerini kabul etmesi, hazmetmesi demek. Ülke ekonomisinin rayına girmesi demek. Bölgelerarası haksızlıkların, dengesizliklerin giderilmesi demek... Yani Tüm ülke için, hepimiz için DEMOKRATİK AÇILIM... Saygılar... DİPNOT...
-
Minik punto... ''Açılım hayatın satır aralarında ifade bulur, kendimize ve dünyamıza kattıklarımızın farkına varmaksızın. Açılım hayatın kendisini yaratmakla birlikte ortaya çıkar. Sayısız kitap okuyabilirsiniz, katkılarınızdan ötürü ödüller alabilirsiniz, köşe bucak dünyayı dolaşabilirsiniz, ama hücrelerinize özümsenmiş, yüzünüzdeki çizgilerde ifade bulmuş hikâyeleriniz yoksa açılımınız da olmamış demektir. Açılım evrenin bize kattıklarının karşılığını vermek gibidir, tıpkı doğanın kendini yaşarken yaptığı gibi.'' __________ Engin Geçtan
-
AKP tarih yazmış... Evet, ortaçağ tarihini! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...” Saygılar... DİPNOT...
-
DEVLET... Dünyada bir sürü küçüklü büyüklü devlet var.. Devlet nedir?.. Devlet insan toplumunun belirli bir gelişim basamağında ortaya çıkan örgüttür; ekonomik egemenliği elinde bulunduran sınıfların kurduğu devlet tarihsel zaman içinde evrilmiştir... Köleci devlet.. Feodal devlet.. Burjuva devleti.. Lenin sosyalist -daha başka deyişle proletarya- devleti kurmak istedi; ama, sonuç ortada... Demek ki insanlık henüz o aşamaya ulaşamadı... Buna karşılık nitelik bakımından çeşitli devletlerin bini bir para... Burjuva parlamenter demokrasisinden tut, faşist diktatoryaya, monarşi, din devleti, oligarşik devlete dek beğen beğendiğini... .... Diyelim ki Amerika güdümünde Kürt devleti BOP kapsamında kuruldu, kurulacak... Ne olacak?.. Egemen sınıflar emperyalizmin hizmetinde köylülerin, işçilerin, emekçilerin canına okumak yolunda daha beter örgütlenip kurumsallaşacaklar... Türkmüş, Kürtmüş, Çerkezmiş, Zazaymış, Süryaniymiş, Arapmış hiç fark etmeyecek... Ne dersiniz... Aksini iddia eden varmı?... Saygılar... DİPNOT...
- 283 cevap
-
- 1
-
-
- ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR
- Beğenelim veya beğenmeyelim
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Şöyle bir tarihsel sürece bakalım mı?... Süleyman Demirel Diyarbakır’a gidiyor, “Kürt realitesini tanıyoruz” diyor. Kürtler arasında büyük bir sevinç dalgası yayılıyor. Arkasından 2400 köy yakılarak boşaltılıyor. Tansu Çiller, “Nevruz Bayram olacak” diyor, hemen sonrasında en kanlı Nevruz kutlamaları yaşanıyor. Mesut Yılmaz, “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyor, arkasından kentten tanklar geçiyor. Tayyip Erdoğan “Kürt Meselesi benim meselemdir” diyor, arkasından Şemdinli havaya uçuruluyor, uçuranlar kuş olup uçuyorlar, soruşturanlar mesleklerinden men ediliyorlar. En sonunda Genelkurmay Başkanı çıkıp bir akademisyen üslubu içinde Kürt sorununa yaklaşıyor, aynı anda Kürtlere karşı resmi taarruz başlatılıyor. Bu toplumu bu kadar yoran bir zihniyet karşısında açıkçası miğdem bulanıyor... Soru... A)Açılımı destekleyenler. B)Açılıma karşı olanlar. Bu iki kesimin tek ortak noktası var, her iki grup da Kürt Açılımı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiller sanki... Peki sormazlarmı... Toplum Demokrasinin neresindeyiz... (Belkide açılımın tek faydası bu "DEMOKRASİ İSTİYORUZ"u öğrenmek...) Saygılar... DİPNOT...
-
Kanlı Hasatlar... İSLAM DÜNYASI BİR MEZBAHA...
DİPNOT şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
‘İslam Dünyası Bir Mezbaha’(¹) “Ramazan ayı başlarken İslam dünyası bir mezbaha”. Bu başlık bana değil, Lübnan’da yayımlanan The Daily Star gazetesinin başyazısına ait (21/08/09). Başyazı, ramazan ayının televizyon kanallarında nasıl bir tüketim hummasına alet edileceğine işaret ettikten sonra bu sırada İslam dünyasının adeta bir mezbaha gibi olduğunu, Irak, Afganistan, Cezayir, Mısır, İran, Filistin, Lübnan, Endonezya veya Pakistan’da toplumsal çatışmalara sahne olmaya, kan akmaya devam ettiğine dikkat çekiyor. Yazar haklı, ancak Afganistan ve Irak ve öbür gönderme yaptığı ülkelerin yanı sıra, ramazan öncesinde Somali’de yoğunlaşan çatışmalar, özellikle Gazze’de Hamas’ın gerçekleştirdiği katliam yeni, önemli gelişmelere işaret ediyor. Bu savaşlar bitecek gibi değil… ABD yönetimi halkına, Irak’a neden gittiğini (enerji kaynaklarını ele geçirmek, küresel jeopolitikte stratejik bir yer elde etmek gibi), bu yüzden kukla bir hükümet bile kursa çıkamayacağını açıkça söyleyemedi. Siyasetçiler, özellikle Obama, Irak’tan bir an evvel çıkmayı vaat ettiler. Şimdi, çıkma sürecinin, halkın gözünde ertelenemez hale geldiği noktada, hızla tırmanan bombalı saldırılar, ABD halkına ve ele güne, Irak yönetiminin güvenliği sağlamaktan çok uzak olduğunu kanıtlıyor; böylece, ABD güçlerinin bir süre daha kalmasını, hatta Kürt bölgelerine yeni birliklerin gönderilmesine ilişkin önerilerin gündeme gelmesini çok kolaylaştırıyor. Afganistan’da yapılan seçimler, yoğunlaşan Taliban saldırılarına, İngiliz ve ABD güçlerinin sayısı hızla artmaya başlayan kayıplarına, özellikle İngiltere’de bu savaşa karşı yükselen kamuoyu tepkisine karşın, olumlu bir sinyal verecek, demokratikleşme sürecinin yolunda ilerlediğini gösterecekti. Ancak, gerek seçimlere katılan adayların özellikleri, gerek seçimlere katılım oranı, oy verme sürecindeki yolsuzluklar yüzünden bugün bu iddiaları satın alacak birisini bulmak çok zor. Dahası, feodal etnik aidiyetler altında verilen blok oylar temelinde gerçekleşen seçimlerden demokrasi beklemek hayal. Karzai, Peştun oyunu almak istiyordu. Ama, baş düşmanı Taliban da bu etnik gruba ait olduğundan, Türkiye’den Dostum’u getirerek Özbek oylarını da almaya çalıştı. Karzai’nin karşısındaki aday, eski dışişleri bakanı Abdullah Abdullah (bir başka ABD imalatı) da Tacik oylarına dayanıyor. Tüm bunlara ek Afgan halkına, Pentagon çevresi analistlerinden Thomas Barnett’ın vurguladığı gibi “işgalci süpergücün, rejimi devirmeden önce gündeme getirdiği, sonra iktidara oturttuğu adamı, üstelikde ikinci kez seçmek kalıyor… Gerisini siz düşünün…” (Esquire, 20/08/09) Rüzgâr eken fırtına biçer... Dindarlık söz konusu olduğunda kimseyi yeterli bulmayan siyasal İslamın kimi önde gelen grupları, şimdi onları yeterince Müslüman bulmayan radikal gruplarla hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. 15 Ağustos günü Gazze’nin güneyinde Hamas güçleri İbn-i Taymiye camisine saldırdılar, çıkan çatışmada, “Cünd-ü Ensarullah” (Allah’ın izinden gidenlerin askerleri) adlı gruptan 28 militan öldü, onlarcası yaralandı. Somali’de İslami hareketin içinden gelen Şeyh Şerif Ahmet hükümeti şimdi, kendisini ılımlı bulan El Şahbah adlı radikal bir grupla çatışmak zorunda kalıyor. Kuveyt’te yayımlanan El Ceride gazetesi de 13 Ağustos başyazısında “Ilımlı olmak neden bizi teröristlerden kurtaramadı?” diye soruyormuş (Mshari Al Zaydi, El Şark El Evsat, 20/08/09). Müslüman Kardeşler geleneğinden gelerek “Tek çözüm İslam” sloganıyla gelişen, yaygınlaşan siyasal İslam, şiddeti yadsıdığını söylüyor, kendisini katı laik rejimlere karşı mücadele veren ılımlı demokratik bir akım, radikal akımlara karşı bir güvence olarak sunuyor, seçimlerle iktidara gelmenin önemini vurguluyordu. Siyasal İslam, meşruiyetini Müslümanlığın gerçek temsilcisi olma iddialarına dayandırıyor, bu yolla geniş bir siyasi cepheyi şemsiyesi altında tutmaya çalışıyor. Bu arada siyasal İslam içinde yaşadığı toplumları Müslümanlığın dini ilkelerine (hakikat rejimi) ve yaşam kurallarına (biyopolitiği) uygun bir biçimde yeniden şekillendiriyordu. Ne ki, siyasal İslamın sözcüleri, şiddete karşı olduklarını vurgulamakla birlikte, ne Mısır’da ne Filisitin’de ne de bir başka yerde, kendi şemsiyeleri altında barınan radikal Salafi/Cihadi akımların eylemlerine karşı kesin tavır almadılar. Dahası siyasal İslamın sözcüleri, çoğu kez bunları ortak bir düşmana karşı savaşan gönüllüler ya da laik devletlerin haksız baskılarına dayanamayan sabırsız çocuklar olarak tanımlayarak, durumu idare etmeye çalıştılar. Hamas 1987’de Müslüman Kardeşler’in bir dalı olarak, barış sürecini, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün laik, ulusalcı politikalarını yadsımak, İsrail’i yok edene kadar savaşmak üzere, kimi yorumculara göre de, Filisitin ulusal hareketini bölmek isteyen İsrail’in onayıyla kuruldu. Zaman içinde Hamas önce siyasi bir partiye dönüştü; çalışmalarını Gazze’de yoğunlaştırdı, 2007’de Filistin birlik hükümetinin çökmesinden sonra bir siyasi darbeyle yönetimi ele geçirdi. Bundan sonra Hamas’ın Gazze’de yaşamı giderek İslami ilkelere göre örgütlemeye başladığını, toplumu İslamın biyopolitiğine uygun bir biçimde denetim altına almaya başladığını görüyoruz. Hamas bu yaklaşımına yönelik eleştirilere cevap olarak, Filistin siyasetine, El Kaide tipi Salafi örgütlerin sızmasına karşı bir engel oluşturduğunu ileri sürüyordu (El Hayat, 17/08/09). Ancak zaman içinde Hamas’ın, Gazze’nin yönetimini üstlenmesine karşın, gerek halkın yaşamında beklenen iyileşmeleri gerçekleştirmedeki, gerekse geçen yıl İsrail saldırıları karşısında güvenliği sağlamaktaki başarısızlıkları Gazze’de toplumsal havanın değişmesine, özellikle gençlik içinde radikal arayışların artmasına neden oldu. Saleh el Naami’nin, El Ahram’ın, Gazze’deki İbn-i Taymiye Camisi olayından önceki sayısında yayımlanan yorumunda dikkat çektiği gibi (12/08/09) Hamas, artık Gelgelt adlı, birçok küçük gruptan oluşan Salafi/Cihadi bir şekillenmeyle karşı karşıyaydı. Bu şekillenmenin içindeki gruplar, 15 Ağustos’ta Gazze’de bir İslami emirlik ilan ettikten sonra, 28 militanı Hamas güçleri tarafından öldürülen grubun lideri Şeyh Abdul Latif Musa gibi, Hamas’ın dejenere olarak artık seküler (laik eğilimli-E.Y) bir gruba dönüştüğünü düşünüyorlardı. Abdül Latif Musa’nın Hamas’ı suçlarken “Kendini sahtekâr bir biçimde İslamla ilişkilendiren Tayyip Erdoğan gibi” ifadelerini kullanması da dikkat çekiyordu (Ghassan Charbel, El Hayat 17/08/09). El Şark El Evsat’tan Tarık Alhomayed da Musa’nın bu sözlerinin, “Erdoğan’la, radikal İslam arasındaki balayının bittiğini gösterdiğine” (18/08/09) işaret ettiğini düşünüyor; buna karşılık Müslüman Kardeşler’in liderliğinin Erdoğan’ın İslam için çok yararlı işler yaptığına inanmaya devam ettiklerini aktarıyor. İktidara gelmek için radikallerle aynı çatı altında toplananlar, şimdi radikallerin kendilerine bakıp, “Bu hainler burada ne arıyor?” diye sorduğunu görünce çok şaşırıyorlar. Siyasal İslam, dün toplumları kendi hakikat rejimini egemen kılarak değiştirirken ektiklerini artık biçmeye başladı. Ne ki bu kanlı bir hasat olacağa benziyor… DİPNOT... (¹)- Ergin Yıldızoğlu... / Kaynak...-
- 2
-
-
Bu açılımlar sonucu, Türkiye geri dönülmesi zor bir konuma gelmiştir. İşte size bu konumu belirleyen ana özelliklerden birkaçı: •Uluslararası sermaye çevreleri ve onun taşeronu konumundaki büyük sermaye çevrelerinin evirip çevirdiği bir ekonomi, •Emeğin ve örgütlerinin tüm karar süreçlerinden dışlandığı bir ekonomi, ( emek örgütlerinin itirazına rağmen, işsizlik sigortası fon kaynaklarının bütçeye aktarılması, memur sendikalarının toplu sözleşme ve grev hakkı talebi ile ilgili yasal düzenlemenin yapılmamış olması ) •İktidarın YÖK’ü ve RTÜK’ü ele geçirdiği bir ülke, •İktidarın dikensiz gül bahçesi yaratma uğruna yargıyı ele geçirmeye çalıştığı bir ülke, •Tarikat ve cemaatlere yönelik soruşturmalar hasıraltı edilirken, üniversite öğrencilerinin yasal ve demokratik haklarını kullanmalarının engellendiği bir ülke, •Ergenekon davası adı altında muhaliflerin susturulduğu ve bir korku imparatorluğunun inşa edildiği bir ülke. Bunlar ilk akla gelen ve bir çırpıda sayabildiklerimiz. Bu liste daha da çoğaltılabilir. Evet açılımı sonuna kadar destekliyorum... Fakaaat... Minik bir soru.. Ne dersiniz, Kürt açılımını bu yukarıdaki tabloda nereye oturuyor dersiniz?... Bir hatırlatma yapayım dedim... Umarım yanıtını verir ve yorumunuzu yaparken uyarı niteliğindeki yukarıdaki tabloyu göz önünde bulundurursunuz... Saygılar....