Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİPNOT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.258
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. DİPNOT

    Aile İmamlığı

    Gerçekten çok ilginç. Evlere gidip özel sohbetler yapmanın amacı nedir, ne konuşulacak orada? Amaç din olacağını hiç sanmıyorum bence politika yapacaklar... Eee hakli tayyıp ve ekibinin hedefinde başkanlık sistemi var çünkü... Peki toplumumuzda Sünni kesimin dışında başka mezhepten, inançtan insanlar var. Bunlar ne olacak? Bu sadece AKP’nin amaçlarına hizmet eder diye düşünüyorum... Saygılar...
  2. Evet size "Atatürk Cumhuriyetiyle bir alakası yok düşünceniz" dışındaki tümüne söylediklerinize katılıyorum ve hak veriyorum... Kaldı ki tüm bu saydıklarınızı bende düşünüyorum... Fakat yinede yanlız Cumhuriyet ile birlikte geçtiğimiz çok partili sistem ile gelen demokratik hak arama olanağı ile Alevi vatandaşlarımız, diğer vatandaşlarımız gibi kendi haklarını arama hakkı getirmiş bulunuyor. En azından osmanlıdan sonraki dönem sonucunda oluşan cumhuriyet kazanımının sadece Alevi vatandaşlarımız için değil tüm vatandaşların kazanımıdır diye düşünüyorum... Ve yine bana göre aşağıda Alevi vatandaşlarımızın haklı taleplerine yürekten katılıyor ve destekliyorum... “1- Genel bütçeden din hizmetleri için ayrılan kaynaklardan Aleviler de kendilerine düşen payı almalıdırlar. 2- Zorunlu olsa da olmasa da okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde Alevilik de dahil olmak üzere tüm inançlar yansız öğretilmelidir. 3- Devlet radyo ve TV kanallarında bütün inanç grupları kendilerini oransal olarak ifade edebilmelidir. 4- Cemevlerinin yapımına da yeterli arsa ve maddi destek sağlanmalıdır. 5- İnanç uygulamaları ve ‘Cem’leri yönetecek ve yönlendirecek bilgili kişilerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılmalı ve üniversitelerimizde tasavvuf bölümleri kurulmalıdır. 6- Halk geleneğinde inanç ve kültürün tamamlayıcı unsurlarından birisi olan saz, okullarda müzik aleti olarak tavsiye edilmelidir.” Saygılar...
  3. Sevgili dominik evet ben katıldığım iddalarımın arkasındayım... Yüzyıllarca Osmanlı döneminde baskı görmüş Aleviler,(1) Mustafa Kemal'in kurduğu Cumhuriyeti ile birlikte sanatta, edebiyatta, siyasette, politikada, devletin çeşitli yönetim ve birimlerinde bana göre büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Özellikle de sözlü geleneğin yaşatıcısı ozanlar ve aşıklar Aşık Veysel, Aşık Daimi, Feyzullah Çınar, Davut Sulari ve Mahmut Erdal gibi sanatçılar ile az sayıda olmakla birlikte akademik alanda çeşitli kitapların yayınlandığını biliyoruz. 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren Alevilerin, CEM (Abidin Özgünay), EHLİBEYT (Doğan Kılıç Şeyh Hasanlı) ve GERÇEKLER (Mehmet Yaman) adlı süreli yayın organlarını çıkardıklarını görüyoruz.(2) 1990'lar ise; Aleviler kimlik talebiyle ortaya çıkmalarıyla beraberinde çok sayıda araştırma kitapları bu dönemde yayımlandı. Maalesf Sıvas gibi acı bir katliamı ise bir dönüm noktası oldu ve Aleviler artık bütün varlıklarını ortaya koymaya başladığı bu dönemi bana göre bir Alevi Rönesansı olmuştur.. Fakat burada sunni önyargıları aşmak ta tabiki zor olacaktı ki hala da bunun etkisini formumuzda, günlük yaşamda, yazılı ve görsel basında görebiliyoruz. Yine siyasal anlamda 1960 yıllarında kendi kurdukları Birlik Partisi çatısı altında toplanmışlardır. Alevi vatandaşlarımız tarafından kurulmuş bu parti demokratik anlamda Alevi vatandaşlarımızın elde ettiği önemli haklardan biridir diye düşünüyorum. Aleviler Cumhuriyet tarihi bayunca genelde sol ve sosyal demokrat partileri destekledi. dolayısıyla sol ağırlıklı olduğundan doğu güneydoğu Alevisi doğal olarak kendi bölgesel politik yapısı bakımından alacağı tutum ve davranış ile Sivas yöresi alevisinin politik yapısı tabiki bir olmadı, olamadı. Nedeni ise bana göre Alevilerin de kendi aralarında ayrıldıkları birçok siyasal, felsetfi ve dini konu var ve tümü birden tamamıyle bir noktada toplanamamaları ve kanalize olamanmalarıdır. Fakat bu durum onların dinsel anlamda özlerini kaybetmeleri sebebi olamaz. Sonuç itibareyile günümüzde Alevi vatandaşlarımız ne osmanlı, ne cumhuriyetin ilk başlarındaki durumlarına benzemektedirler. Artık Alevi vatandaşlarımız rahatlıkla Cem evlerine gitmekte ve buralarda örgütlenmekte, siyasal duruş ve tutum sergilemekte, ulusal ve uluslararası boyutta etkinliklerini ve faaliyetlerini sürdürmekte, Aleviler Alevi kimlikleriyle rahatlıkla yüzleşir hale geldikleri görülmektedir, Hayatın her alanında kendilerini gizlemeyerek ekenomik, sosyal ve siyasal anlamda rahatlıkla yer almakta ve karar sahibi olabilmektedirler vs. vs... Tüm bunlar Alevi vatandaşlarımızın Cumhuriyet ile birlikte almış olduğu olumlu adımlarıdır... Bugüne kadar ben hiçbir Alevi arkadaşımın, vatandaşımın cumhuriyet dönemi bizi ezdi, yıktı, kırdı geçirdi, yok saydı, bitirdi gibi bir dillenmesini ve feryadını duymadım (fakat çok az olsada mutlaka vardır/olacaktır da...) Ben gelecek süreçte ülkemizde oluşacak gerçek demokrasi ile Alevi vatandaşlarımız ülke demokrasisine cumhuriyet döneminde olduğu kadar dün ve bugünde tarihsel yerini alacak ve görevini tamamlayacaktır diye düşünüyorum... Sayglar... DİPNOTLAR... (1)- -http://www.karacaahmet.com/haber/21--cumhuriyet-doneminde-alevilik.html- (2)- -http://www.alevibektasi.org/tarihi13.htm-
  4. Evet zor sayın dominik hende çok zor... Çünkü sürekli (kendi payıma) soru sorulan ve cevap aranan biri olmaktansa soruna karşı düşünce bile olsa gelişmesi ile ilgili olarak öğrenmilmesine ve gelişmesine açık olunmak şartıyla karşı düşüncenin/düşüncelerin ne olduğunu açık açık ortaya koyup fikre hizmet etmek çok başka birşey... Kısacası sürekli soru sorulmak/sorulmuş olunmak yerine ben sizden bir karşı düşünce/tez vs. bekliyorum.... Sevgi ve saygılarımla...
  5. İnanın saatlerce düşündüm bütün bunları sayın dominik... Kendime sordum durdum acabe ben böyle görmek istediğimden dolayımı diğer olumsuzlukları/bahsettiğin düşünceleri göremiyorum diye.. Çünkü bir ateis olarak Alevileri gerçekten çok seviyorum ve kendileriyle sürekli irtibat halindeyim... Acaba neyi ıskalıyorum, nerede hata yapıyorum bilemiyorum fakat aynı mücadelenin içinde olduğumuz, aynı eylemsel refleksler içinde bulunduğumuz, cemlerde ve etkinliklerde ortak paydaşlığmız olduğu bir çerçevede gerçekten geremediğimiz sorun ne olabilir?... Ya da eksik olan, bizim bilmediğimiz, böyle güzel ve değerli bu insanlarımızı ezen, yok sayan, iten, öteleyen ne olabilir sayın dominik... Bize bu konuda yardımcı olacağınızdan ve değerli düşüncelerinizi paylaşırşasınız seviniriz... Zahmetinize ve emeğinize şimdiden teşekkür ediyorum.... Sevgi ve saygılar sayın dominik...
  6. Efendim Alevi yobazı ve din devletini sevmediği çok iyi bilinir... O nedenle Alevi Osmanlı dönemini de hiç sevmez... Çünkü Osmanlı döneminde Alevi yurttaşın neler çektiğini, nasıl kullanıldığını siz benden daha iyi bilirsiniz ama yinede minik bir hatırlatma Osmanlı İmparatorluğu bir din devletiydi; şeriatçıydı, Sünniydi, bu yüzden Alevi'ye düşman gibi bakardı... Daha sonra Musta Kemal Atatürk ile birlikte yeni bir cumhuriyet kuruldu ve Aleviler kuruluş aşamasının her alanında yer aldı ve destek verdi. Cumhuriyet ilan edildi.... Sunni şeriatı devlet düzeni olmaktan çıkarıldı... Sunni halife ve padişah fesh edildi ve Alevi yurtaşın tepesindeki baskı ve zulüm böylelikle kalkmış oldu... Bu nedenle Alevi Cumhuriyetin, Atatürkün, Aydınlanmanın, Çağdaşlığın, modernleşmenin, ilericiliğin ne olduğunu hepimizden çok iyi bilir ve bunun değerini anlar... Hayrıca Cumhuriyet döneminde de Aleviler üzerinde büyük oyunlar oynandı bunuda çok iyi biliyorlar ve asla oyuna gelmediler/gelmiyorlar (ki bunları çok iyi bilirsiniz) Son olarak Cumhuriyet ile bütünleşmiş Alevilerin birlik ve bütünlüğü sonsuza kadar sürecektir ve Türkiye'de laik Cumhuriyeti korumak için elinden ne gelirse yapacağı kuşkusuzdur... Burada önemli olan Alevi özgünlüğünün alınyazısının Mustafa Kemal ve onun kurduğu cumhuriyet ile birlikte olduğunu anlamak gerek diye düşünüyorum... Saygılar...
  7. Sayın yılmaz maalesef bencede... Fakat bu önemli ve vahim durumu Allahın hikmetinden önce kendi öz eleştirimizi yaparak ve bilimsel bir gerçekçilikten/persfektiften bakmamızda fayda var diye düşünüyorum... Mesela; Yaşadığımız deprem ile on binlerce insanımızı göçük altında ölüme teslim ettiğimiz depremin 31 katı tahrip gücündeki depremde enkaz altında kalan, ölen olmadı... Düşünün aynı güçte bir depremde Türkiye’de neler olabileceğini, Yüz binlerce insanın göçük altında kalabileceği gerçeğini... Saygılar...
  8. Sayın dominik Aleviler ne yapacağını çok iyi bilirler hiç merak etmeyin siz... Ve burada konu başlığında yazılanlar ile oy avcılığı yapma gibi bir düşüncenin olduğunu da hiç ama hiç sanmıyorum... Çünkü;... "Osmanlı padişahı Sünnilerin halifeliğini benimsedikten sonra, Aleviler, Şeyhülislam fetvalarıyla 'Katl-i vacip Kızılbaşlar' olarak nitelendirildiler; köylerde ve dağlarda içe kapalı bir gizemli yaşamı sürdürmek zorunda kaldılar... Mülkünde yaşayan Hıristiyanlara hoşgörüyle bakan Osmanlı, Aleviye horgörüyle baktı... Bir Mustafa Kemal çıkıncaya dek devlet düzeni Aleviyi dışladı..." Bu yazılanlar "Enel Hakk'ın Hakkı" adlı kitabın önsözüdür... Ve Alevilerde bu düşüncede, bu felsefede birleşir ve hareket ederler/edeceklerdir de... Bu arada... Yunus der ki: "Şeriat oğlanları Nice yol keser bana Hakikat denizinde Bahri oldum yüzerim ben." Esas bugünün şeriat oğlanları çok istiyorlar bahsettiğiniz oy avcılığını fakat benim Alevilerim onların bu oyununa gelmez, gelmiyecektirde... Bu maya asla tutmaz çünkü ... Saygılar...
  9. Tsunaminin büyüklüğü ve gücü... Son depremlerden etkilenen ülkeler ve kıyı sahilleri...
  10. Olmayabilirlerde ama değilmi?... Saygılar...
  11. Japonya acını paylaşıyoruz...
  12. http://www.youtube.com/watch?v=4coi8rgULZ4 http://www.youtube.com/watch?v=NSwdFlf7yV4
  13. Depremin korkunç boyutu... Buradan... Ve buradan... http://www.youtube.com/watch?v=0cxJfe_w9LQ&feature=related http://www.youtube.com/watch?v=0cxJfe_w9LQ&feature=related http://www.youtube.com/watch?v=WPFdGH-V1J8
  14. . (*) ... CIA için stratejik araştırmalar yapan Rand Org.ın 88 sayfalık raporundan (1), İslam dünyasını değerlendirerek ABD’nin politik önceliklerini şöyle belirliyor: İslami şiddetin önlenmesi, ABD'nin İslamiyete karşı olduğu imajından kaçınılması,İslam dünyasını demokratikleştirmek için radikal adımların atılması.Tabii,doğal zenginliklerin yağmalanmasına falan değinilmiyor. Rapor, İslam dünyası, küreselleşme ile uyumsuzluk kısır döngüsü içine sıkışmışken, denenen çıkış yollarının, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. hüsranını vurguluyor ve İslam dünyasını kategorize ediyor: Köktendinciler, Ilımlı İslamcılar, Muhafazakarlar, Laikler. Ardından, ABD yönetiminin yapması gerekenler sıralanıyor: Önce “Ilımlı İslamcılar”desteklenecek: Görüşlerinin yaygınlaşması için maddi katkı yapılacak, geniş kitlelere ve gençlere ulaşmaları teşvik edilecek, sivil toplum örgütleri, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak. Muhafazakar çevrelerle köktendincilerin ittifak oluşturmaları engellenecek: Buna karşılık, Ilımlı İslamcılar’la ittifak kurmaları güçlendirilecek. Laikler yakından izlenecek: Laikler’in köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak, milliyetçi ve sol akımlara yanaşması önlenecek. Köktendincilerle etkili mücadele edilecek: Bu konuda da Köktendinciler’in terör eylemleri ve yolsuzlukları sürekli gündemde tutulacak. (2) ... Nasıl ama... Proje tıkır tıkır işliyor... Ama son sözü hep birlikte biz söyleyeceğiz inanın... Saygılar... _____________________________________________________________________________ DİPNOTLAR... (*) - Yazının tamamı Aydınlık gazetesi Dr. Noyan Umrum Köşesinde... (1)- Rand.org.,Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies; http.rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/MR1716.pdf(04/04/2010) (2)- Kitabı okumak için Kaynak 2 : http://www.google.co...epage&q&f=false
  15. Solgun Bir Halk Ayaklanması 1970’lerde Enver Sedat öncülüğünde ‘infitah’ olarak bilinen ‘açılım’ politikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 - 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı. Sedat AYBAR Kadir Has Üniv. Ortadoğu ve Afrika Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Arap dünyasında milyonlarca insanın baskıcı rejimler karşısında kendilerine güvenlerini nasıl kazandıklarını ve diktatörlere karşı korkularından nasıl sıyrıldıklarını televizyon ekranlarından izliyoruz. Şimdi de Libya, Yemen ve Körfez ülkelerindeki diktatörlükler halk tarafından tehdit ediliyorlar. Bunlar demokratikleşme açısından olumlu gelişmeler elbette. Fakat kendiliğinden ve toplumun en kenarından başlayan bu hareketlerin, hedeflerindeki belirsizlik, önderliklerinin dağınık ve zayıf olması yüzünden kalıcı kazanımlar elde edip edemeyecekleri müphem. Mısır’daki yönetici kesim yönetim erkini kaybetmedi. Mısır devletinin kendisini yeniden üretmesinde önemli olan aktörler yerlerini koruyorlar. Bunlardan ordu, ulusal ve uluslararası düzeyde geliştirdiği iktisadi ve siyasi ilişkilerle Mısır kapitalizminin kendini yeniden üretmesinin önemli bir aktörü olmaya devam ediyor. O halde, bu ilişkiler ağı içinde ordu ne tarafsız olabilir ne de iddia edildiği gibi halkın ordusu. Otuz senedir ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’in geri plana çekilmesi, Mısır’daki rejimin halka görünen yüzünü değiştirdi ama rejimin özü, en azından şimdilik, pek değişmedi. Ordu kontrolü ele geçirir geçirmez, grevleri ve gösterileri yasakladı. Gerçekleşen bu “geçişin” doğasını anlamak, anti-demokratik rejimin bir rastlantı sonucu ortaya çıkmadığını görmekten geçiyor. Analitik çerçeve Arap dünyasında olup bitenlerin anlaşılması için bize epeydir “dayatılan” bir analitik çerçeve var. Sokaklara dökülen halkın diktatörlerden kurtulmak istemi içinde oldukları, demokratik, özgür bir ortam beklentisiyle harekete geçtikleri söyleniyor. Mutlaka halk ayaklanmasının bu boyutları da vardır ve halk özgürlüklerin arttırılmasını beklemektedir. Ancak olup bitenin bu çerçevede değerlendirilmesinin tatmin edici ve yeterli olmadığı da açık. Küresel kriz Mısır’da olup biteni anlamlı bir şekilde değerlendirmek, bu toplumsal dönüşüme hâkim olan dinamiğe siyasi ve ekonomi alanlarının bütünlüğü perspektifinden bakmamızı gerektirmektedir. Yani, olanlar dayatıldığı gibi yalnızca siyasi değildir. Pek üzerinde durulmasa da yaşananların iktisadi boyutu da vardır. Son gösteriler, aslında Mısır’da son üç senedir küresel krizle bağlantılı olarak sürmekte olanların bir uzantısı niteliğindedir. Bu bağlamda son küresel krizin Mısır’ı nasıl etkilediğini analiz etmek önem arz ediyor. Küresel kriz, Mısır’ı ve bölgeyi birkaç iktisadi kanaldan etkiledi. İhracatı ağırlıklı olarak Avrupa’ya yönelik olan Kuzey Afrika’nın, kriz nedeniyle düşen talep sonucu ihracat gelirleri azaldı. Böylece kriz bölgeyi ilk olarak dış ticaret kanalı üzerinden olumsuz etkiledi. İkinci olarak, gönderilen işçi dövizlerindeki azalma, aileler için fakirliğe karşı tampon olarak kullanılan bu ek gelirin ortadan kalkması bölgede huzursuzluğun artmasına neden oldu. GSMH’sinin yüzde beşi işçi dövizlerinden oluşan Mısır’ın, Körfez bölgesinde inşaat sektöründe çalışan vatandaşlarının işten çıkarılmaları yüzünden işçi dövizi gelirleri ciddi oranda azaldı. Son olarak gıda ve enerji fiyatlarının artışı Mısır’daki geniş yığınları ve çalışanları olumsuz etkiledi, bu da huzursuzlukları tetikleyen önemli bir iktisadi boyuttu. Bu kanallar üzerinden küresel krizin olumsuz etkilerinin bu kadar ciddi olmasının ardında yatan ise Mısır’da son otuz senedir uygulanmakta olan iktisadi politikaların ülkeyi krize karşı kırılgan yapmış olması. Reformlar, hızlı bir iktisadi büyümeyi sağlarken, bir yandan da gelir dağılımını bozmuş, zenginliğin küçük bir azınlığın elinde toplanmasına neden olmuştu. Mısırlıların yüzde kırkının günde iki doların altında bir gelirle yaşamasına neden olan reform sonucu resmi işsizlik oranı yüzde dokuza çıkarken, çalışanların yüzde ellisinden fazlasını kayıt dışına taşıdı. Bunların istihdam durumlarıyla ilgili istatistik ise yok. Önemli olan, bu kesimlerin eğitim, sağlık ve genel toplumsal refah kriterlerine uygun olan toplumsal provizyonlara artık ulaşamıyor olmaları. 1970’lerde Enver Sedat öncülüğünde ‘infitah’ olarak bilinen ‘açılım’ politikalarıya iktisadi reforma başlayan Mısır, özellikle 1990 - 1991 döneminde IMF’yle imzalanan Yapısal Uyum Programı ile kırsal kesimdeki toplumsal ilişkileri dönüştürmeyi hedeflemiş ve 1992’de tarımsal kiraları serbest bırakmıştı. Yasa toprak ağalarına, kiralarını beş sene içinde ödemedikleri takdirde, toprak işgalcilerini topraklarından atma hakkı verirken, toprak kiralarını kısa sürede üç katına çıkardı. Böylece Mısır’ın tarımı ihracata yönelik üretime geçti ve yüz binlerce çiftçi topraktan geçimlerini sağlayamaz hale geldiler. Başta Kahire olmak üzere büyük şehirlere göç arttı ve kayıt dışı sektörlerde çalışanların sayısı patladı. Düşük ve niteliksiz yatırımlar yüzünden bir türlü ücretli emekçi saflarına katılamayan bu kesim, bir yanda şehirler üzerindeki hizmet baskısını arttırırken bir yandan da huzursuzlukların kaynağı olmaya başladı. Avrupa’dan ihracata olan talebin düşmesi de tarım kesiminde çalışanları sıkıntıya soktu. İşsizlik sorunu, IMF’yle yapılan antlaşmalar çerçevesindeki özelleştirme politikalarıyla daha da kötüleşti. Bu politikalar kapsamında 2005 senesi itibarıyla toplam 314 kamu kuruluşundan 209’u özelleştirildi. 1994 - 2001 yılları arasında bu şirketlerde çalışan işgücü yarı yarıya azalırken, özelleştirmeler Mısır’daki işgücünün durumunun daha da kötüleşmesine ve çalışan kesimlerin daha da fakirleşmesine neden oldu. Özelleştirmeler, Mısır’ın şehirlerini karakterize eden kayıt dışı sektörün büyümesine katkı yaptı. Zenginliğin ufak bir elitin elinde toplanması sonucu bir grup holding; Osman, Bahgat ve Orascom Holding gibi şirketler inşaat, dış ticaret, turizm, konut ve finans sektörlerinde faaliyetlerini genişlettiler. Bu holdingler baskı altında tutulan ücretlerden, ucuz işgücünden, hükümet ihalelerinden ve devletin aktarım mekanizmalarından yararlandılar. Devletle iç içe geçen bu kesimin Mısır’da olup bitenin asli nedenleri arasında oldukları yadsınamaz. Daha başka bir ifade ile Mısır’da olup bitenin arka planında Mısır devleti ile bu kesimlerin uluslararası kapitalizm bağlamında geliştirdikleri ilişkiler bulunuyor. Var olan gösteriler bu karmaşık ilişkilerin siyasi boyuttaki ifadesi. Bu yüzden olup bitenleri, Mısır’a has bozuk kapitalist ilişkiler (crony capitalizm), rüşvet, iyi yönetişim eksikliği vs. bağlamında anlayıp, ne idüğü belirsiz bir demokrasi talebi çerçevesine oturtmak sürecin anlaşılmasını tamamıyla ıskalamaya neden olabilir. Uygulanan bu politikalara çalışan kesimler, 2006 - 2008 arasında sendikalar öncülüğünde bir dizi grevle karşı çıktı ve 2006’da yapılan 220 greve binlerce işçi katıldı. Bu, Mısır’ın son zamanlarda gördüğü en yaygın grevdi. Bu grevler diğer köylü hareketleriyle bağlantılandı. Son zamanlarda bu ittifaka katılanlar ise şehirlerin marjininde yaşayan kayıt dışı kesim çalışanlarıydı. Belki de bu lümpen unsurun ittifaka katılması sayesinde Mısır devriminin içi boşaltılabildi, solgunlaştı. Başta ordu olmak üzere yönetici sınıf, yönetemez hale gelmedi.
  16. DİPNOT

    BU MU ERGENEKON?

    -Tutuklusunuz! -Suçumu öğrenebilir miyim? -Söyleyemeyiz. -Neden? -Suçunuz gizli.
  17. Sayın demirefe... İnanılmaz bir kalemin, beynin ve kalbin var... Sizden kişilerin takıntısından öte konuların derinliğine ışık olacağına yürekten inandığım (ki eminim forumuzda sizi okuyan binlerce insan da öyle) düşüncelerinizden faydalanmak isteriz... Üzgünüm ve belki haddime değil ama maalesef bunu belirtmek istedim... Saygı ve sevgilerimle dostum...
  18. İnanırmısınız bilmem ama saatlerce sorunuzu okuyorum ve ne yazsam, yazarsam neyi eksik bırakırım diye düşündüm durdum sürekli... Evet çok haklısınız tarihsel süreç içinde destanlarla dolu bu ülkenin kültürü, inancı nasıl bu kadar anlaşılamaz, tanınmaz bir hal aldı ve nasıl bu kadar gözü kara oldu gerçekten bu anlaşılır gibi değil... Oysa sürekli akıl, bilim, mantık ve humanist bir yaklaşımla sorguladık yaşadığım süreci, hayatı, düşünceleri, inancı (ki o mayayla yoğrulduk)... Ki sizinde bu yaklaşımdan farksız olduğunuz konusunda inancım tam inanın. Çünkü sizi görmesemde, tanımasamda, konuşmasamda bu forum sayesinde yazılarınız, düşünceleriniz, paylaşımlarınız ve mücadeleniz beyinsel bir akrabalığın sıcaklğı ve dostluğunü yüreğimde her daim hissettirmeme sebep oldu... Bakın Bukowski / “geleneksel ahlak ” üzerine kitabının bir yerinde “… “iyi”. nerden geldiğini bilmiyorum, ama hepimizin içinde doğuştan bir iyilik damarı olduğunu düşünüyorum. tanrı’ya inanmıyorum, ama içimizdeki o iyilik damarına inanıyorum. o damarı beslemek mümkün." diyor. Evet bencede bu mümkün.... Ama olmuyar hiç, olamıyor bir türlü, olamıyacakta diyorum ama umutsuzlukta bize göre değilki... Heşeyden önce destansı bu ülkeyi seviyorum... Bu uğurda mucadele başka birşey bence... Zoru sevmek ve bıkmadan, yorulmadan karanlık duvarları aşmaya çalışmak, karanlık kafalara bıkmadan anlatmak, karanlıklara avazımız çıktığı kadar haykırmak mayamızda birazcık var sanıyorum... Bu benim gördüğüm/umutlar büyüttüğüm taraf tabiki... Fakat gelin görün kiii... O gün Madımak otelinin önüne toplanmış 20 bin kişi hep bir ağızdan... - Laik düzen yıkılacak! - Zafer İslamın! - Şeriatçı devlet kurulsun! - Muhammet’in ordusu, laiklerin korkusu! - Müslüman Türkiye! - Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak! diye bağırıyor ve insanları cayır cayır yakıyor ve daha sonra yaşananları zaten biliyorsunuz... Yetmedi birde bu otel müze olması gerekirken altına kebapçı tükkanı açılıyor (varın içimdekleri şu han siz düşünün).... Bu da birilerinin umutları ve görüp yaşadığı taraf... Ne diyeyim sevgili Suheyla... Türkülerimiz yarım kalmış olabilir ama sizin gibi dostlarlarla sağlanan birlik, bütünlük ve ortak mücadele kararlılığıyla sesimiz o türküleri sonuna kadar avaz avaz bağırarak söyleyebilecemiz günlerin umut ve özlemide hiç uzak değil bence... Bir türkümüz; Dünyayı güzellik kurtaracak... Ve İnsanı sevmekle başlayacak herşey... Diyor... Bencede... Saygıyla...
  19. DİPNOT

    "SEVGİLİ" KADIN

    Maalesef ama maalesef... Dünya Kadınlar Günü’nde sendikaların yaptığı araştırmalar, kadınların içinde bulundukları durumu da gözler önüne serdi. Türkiye Kamu-Sen’in araştırmasından rakamlar şöyle: • 6 ve daha yukarı yaştaki her 100 kadından 25’i okur yazar değil. • Her 100 kadından 14’ü ilkokulu bitirememiş. Her 100 kadından 58’i ilkokul mezunu. • Kadın nüfusun sadece yüzde 12’lik bir kesimi ortaokul ve daha üstü eğitim almış. • Her yıl 600 bin ile 800 bin arasında kız çocuğu okula gidemiyor. • Ülkemizde kadının işgücüne katılım oranı 1998’de yüzde 35 civarındayken, bugün yüzde 24.8’e düşmüş durumda. • Kadınlar parlamentoda ancak yüzde 8.7 oranında temsil ediliyor. Türk Eğitim-Sen’in 994 kişiyle yaptığı anketin sonuçları ise şöyle: • Toplumsal hayatta karşılaştıkları en önemli sorunların ne olduğu sorusuna kadınların yüzde 38.6’sı “erkek hegemonyası”, yüzde 11.5’i “cinsiyet ayrımcılığı”, yüzde 10.2’si “şiddet ve taciz”, yüzde 9.4’ü “eğitim-öğretim imkânlarından yeteri kadar yararlanamamak”, yüzde 7.6’sı “çalışma hayatında orta/üst düzey yönetici olamamak”, yüzde 7.5’i “yetersiz kadın istihdamı”, yüzde 6.5’i “hepsi” yanıtını verdi. • “Kadın olarak çalışma hayatında yaşadığınız en büyük sorun nedir” sorusu üzerine, kadınların yüzde 32.7’si “ayrımcı tutum ve davranışlar”, yüzde 30.8’i “çalışma saatleri ve koşulları”, yüzde 18.4’ü “mesleki yükselme ve terfilerde yaşanan sorunlar”, yüzde 5.9’u “sözlü, fiziki taciz, baskı ve dayatmaya maruz kalma”, yüzde 2.6’sı “sözlü ve fiziki şiddet”, yüzde 2.9’u da “diğer” yanıtını verdi. • Ankete katılanların yüzde 14.2’si kadın çalışanlara görev tanımı dışında verilen işler arasında şunları gösterdi: “Okula para toplamak, öğrenci ile ilgili evrak takip, angarya işler, yazışmalar, evrak getir götür işleri, fotokopi, temizlik işleri, çaycılık, masa silmek.”
  20. Demekki bu konuda farklı düşünmüyoruz... Kuzey Afrika Konusunda da size katılıyorum... Saygılar sayın y.yılmaz...
  21. Aslında evet bunu bende düşündüm ve böyle düşünmekte çok aklısınız. Fakat tarihten bugüne kadar ezilen, yok sayılan, üzerinde birçok şey söylenen ve horlanan bir düşünceyi, bir felsefeyi, öyle veya böyle çoğunluğu aydın ve ilerici olan bir inancı sayın Bekir Coşkun'un yazısı vasıtasıyla bu zor günlerde yanlarında olduğumuzu ve yanlız olmadıklarını beyan etmek amacıyla burada paylaşmaktan mutluluk ve onur duydum... Çünkü sayıları tartışmalı evet ama ülkemizde milyonlarca Alevi yaşıyor ve bu insanların inançları, ibadet ve törenleri devlet tarafından yok sayılmaları bana göre hoş değil. Çünkü kendilerini yok sayan Sünni hegemonyasının katılaşacağı/sertleşeceği endişesini en çok taşıyan kesimdir ve onlar için Türkiye'deki laik sistem önemi yatsınamaz. Maalesef ne olursa olsun bugün laik sistemizde (ki ben laik olduğuna inanmıyorum) Alevilere yer verilmiyor. Fakat gelin görün ki alevi yurttaşların da vergileriyle faaliyet yürüten Sünni-Hanefi inancındaki kimselerin yönetimindeki Diyanet İşleri Başkanlığı bu haliyle varlığını sürdürüyor. Bu doğru değil. Benim tanıdığım, sevdiğim, değer verdiğim ve sürekli birlikte olduğum birçok arkadaşlarım dostlarım ve aileleriye tanışmışlığım var. En azından araştıran, sorgulayan, bilimsel düşünen, aydın, ilerici insanlar ve bir ateist olarak bana göre genel anlamda gerici ve tutucu değiller... Hayrıca içlerinde bulunmaktan ve düşüncelerimi rahatlıkla ve kolayca paylaşmaktan her zaman büyük bir zevk ve mutluluk duymuşumdur... Ve kendilerine büyük sevgi ve saygı duyuyorum... Saygılar...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.