Zıplanacak içerik

DİPNOT

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. ‘Allah ile Aldatmak’ TV Servisi - Ünlü ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk, “5N 1K”nın bu akşamki konuğu. “Allah ile Aldatmak” adlı son kitabını anlatacak olan Öztürk, din üzerinden yapılan aldatmacaların neler olduğunu, Ilımlı İslam’la neyin amaçlandığını ve türban hakkında ne düşündüğünü de açıklıyor. Yapımı, Cüneyt Özdemir ve Soner Yalçın hazırlıyor. ■ CNN Türk, 20.00
  2. 367 SABİH AK PARTİ'NİN UYKUSUNU YİNE KAÇIRACAK: YENİ PARTİ DE KAPATILIR! Hulki Cevizoğlu’nun ART’de (Avrasya TV) gerçekleştirdiği ilk Ceviz Kabuğu programına Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu açıklamalarıyla damgasını vurdu. İşte Kanadoğlu'nun çarpıcı açıklamaları... Kapatılan partinin üyesi o dönem Meclis’e giremez Klonlama formülünün tutacağını sanmıyorum İyimaya’nın teklifi bile tek başına kapatma nedeni! Kapatılma durumunda Gül’ün de istifası gerekir Usta Gazeteci Hulki Cevizoğlu, Kanaltürk’ten ayrıldıktan sonra ART’deki (Avrasya TV) ilk Ceviz Kabuğu programını gerçekleştirdi. ART’deki ilk Ceviz Kabuğu’nun konuğu Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu birbirinden önemli ve olay yaratacak yeni açıklamalar yaptı. Sabih Kanadoğlu, AKP’lilerin kuracakları yeni parti için de “kapatılma tehlikesi” olduğunu açıkladı. Kanadoğlu, “Kapatma gerçekleşirse bu partinin üyeleri yeni bir parti kuramazlar. Kurarlarsa kapatılır. Anayasa kapatılır diyor çünkü. Kapatılan partinin üyeleri 23. dönem meclisinde kesinlikle tekrar yer alamazlar. Bu dönem sona erer 24. dönem başlar o zaman tekrar Meclis’e gelebilirler. Bu nedenle klonlama olayının tutacağını sanmıyorum” dedi. Kanadoğlu, AKP milletvekili ve Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya’nın, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını askıya alalım” önerisinin de “tek başına kapatma nedeni” olduğunu açıkladı. Kanadoğlu şöyle konuştu: “İyimaya’nın teklifi 184 oyla kabul edilir ve yasalaşırsa, bu girişim bile tek başına kapatma nedeni olur.” AKP kendisini feshetse de dava kapanmaz! Siyasetçinin eline güç geçirince kendini çekiç, vatandaşı çivi gördüğünü söyleyen Cevizoğlu’na, Başsavcı Kanadoğlu, şunları söyledi: “Sıkışınca anayasayı değiştirmek hiçbir hukuk devletinde görülecek şey değil. Hukuk dışı yol aramak çok ciddi rejim krizi doğurur. Eğer siz, dinin siyasete alet edilmesini önleyemiyorsanız, demokrasi ve özgürlük anlayışınız sadece türbanla sınırlıysa, bir demokrasinin olmazsa olmazı saydamlığı bir kenara bırakıyorsanız, dokunulmazlıkları sınırlandırmıyorsanız, parti içi demokrasi sağlayamıyorsanız, genel başkanlık sultasının cumhurbaşkanı atamaya kadar varacak biçimde gelişmesini engelleyemiyorsanız, yargı bağımsızlığını sağlayamıyorsanız, değil genel seçim 6 ayda bir seçim yapsanız hiçbir faydası olmaz.” AKP’nin kendini feshetmesi halinde de davanın düşmeyeceğini belirten Kanadoğlu, “Hem hüküm var hem de hukukun kendine yüklediği sorumluluktan kaçmak mümkün değildir. Feshederek bundan kurtulamaz” dedi. Anayasanın oy vereni de oy verdiği partiyi de herkesi bağladığını belirten Sabih Kanadoğlu, AKP’nin kapatılması halinde yeni bir parti ile geri dönmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Basında ve kamuoyunda “klonlama” olarak tanımlanan olayın geçerli olmayacağını düşündüğünü söyleyen Kanadoğlu, “Bu şekilde bir parti açılırsa kapatılır çünkü Anayasa açılamaz diyor” dedi. AKP’nin önündeki tek yol erken seçim Kanadoğlu, “AKP’nin şu an önündeki tek yol erken bir genel seçimdir. Ara seçim değil genel seçim” diye konuştu. Kanadoğlu, AKP’nin, “Yüzde 43 oy oranım var. Ne istersem yaparım!” şeklindeki tavrını ve her olayda bunu öne sürmesini eleştirdi. Demokrasi rejiminin çoğunluk değil çoğulculuk rejimi olduğunu hatırlatan Başsavcı, “Ben Anayasadan tarafım. 16,5 milyon oy, o partiye Anayasa dışına çıkması, istediğini yapması, yasaları dinlememesi için verilmedi. Evet, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama millet bu yetkisini Anayasa’nın kendisine verdiği yetkili organlar eliyle kullanır. Yani, yasama yürütme ve yargı. Bunların da yetkileri Anayasada belirtilmiştir ve hiçbirinin birbirine üstünlüğü yoktur” dedi. TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın üçüncü yol arayışlarına ve alternatif olarak senato teklifine de değinen Sabih Kanadoğlu, Toptan’ın bu çıkışlarını, “Hiç gerek yokken o partinin zorlamasıyla, tarafsızlığını bir kenara koyarak gündeme getirdiği bir öneridir” şeklinde değerlendirdi. AKP kapatılırsa Cumhurbaşkanı istifa etmeli! Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, AKP’nin kapatılması durumunda Cumhurbaşkanı’nın görevinin sonlandırılacağına dair Anayasa’da bir hüküm olmadığını söyledi. Kanadoğlu, “Anayasa’da böyle bir hüküm yok, çünkü hiçbir Anayasa bir kişinin üzerine yemin ettiği konularda ona ters eylem ve beyanda bulunacağını düşünmez. Onun için önlem almaz. AKP’nin kapatılması halinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül görevine devam edebilir. Ancak, laik cumhuriyeti koruyacağına namus ve şerefi üzerine yemin etmiş birinin laik devlet cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu kanıtlanırsa demokrasi etiği istifa etmesini gerektirir. O kurumun yıpratılmaması lazım.” Kanadoğlu Cumhurbaşkanının yargılanması konusunda ise görüşlerini şöyle açıkladı: “Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı yok... Cumhurbaşkanının görev sırasında ve görev dışında kişisel suçları şeklinde iki tür suçu akla gelebilir. Görevi sırasında vatana ihanet dışında yargılanamaz. Vatana ihanet diye bir suç yoktur Anayasa’da ama Meclis bir konuyu vatana ihanet kabul edebilir. Kişisel suçlarından ve önceden işlediği suçlar hakkında da dokunulmazlığı yoktur. ’Dosya kayboldu’nun menşeinde de vardır. Cumhuriyet başsavcılığının bu davayı açması ve görülmesi lazım. Dünyanın hiçbir gerçek demokrasisinde adı belirli suçlarla anılan kişinin cumhurbaşkanı olması düşünülemez. Sırtında böyle bir yük varken cumhurbaşkanı seçilmek hiçbir demokraside akla gelecek şey değil.” ‘Velev ki simge’nin anlamı “Atatürk’ü sevmiyorum” ile netleşti Hulki Cevizoğlu, bunca hukuk ve siyasi sözün ya da uyarının arasında insanların aklında AKP’li Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, “Dindar Cumhurbaşkanı seçmemizi istemiyorlar” sözünün kaldığını söyledi. Hulki Cevizoğlu’nun dikkat çektiği bu konuya Sabih Kanadoğlu dinin siyasete alet edilmesinin demokrasiye zarar verdiğini belirterek şunları söyledi: “Laik bir cumhuriyette bu sözlerin anlamı dinin siyasete alet edildiğidir. Dinin siyasete alet edildiği yerlerde demokrasi zaten yeşermez, yürümez Parti kapanır ya da kapanmaz. Asıl sorun dinin siyasete alet edilmesinin önlenmesidir. Din kullanılarak belli bir yönde oy vermeye yönlendirilmesi asıl sorun. Üç kuruşluk çıkar için İslâmiyet’i kullanırsanız Kur’an zaten bunu lanetlemiş.” Kanadoğlu, sömürge altında olduğunda dinini bugünkünden daha iyi yaşayacağını iddia edenleri ise, “Biz kurtuluş savaşında bu tiplerden kurtulduğumuzu sanıyorduk. ’Sömürge halinde kalıp dinimi yaşarım’diyorlar. İslamiyet bunu reddeden bir dindir. Bunlar mensup oldukları dinin bu özgürlüğünü bile kavrayamamış” diyerek eleştirdi. Sabih Kanadoğlu Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu, “Yaşadığım, anımsadığım en zor günler. Daha önce böyle bir kepazelik görmedim” tanımladı. Babacan’la da bu işin çivisi çıktı Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Komisyonu’nda, “Türkiye’de Müslümanlar baskı altında” şeklindeki konuşmasının sert biçimde eleştirildiği Ceviz Kabuğu’nda Sabih Kanadoğlu, “Kimsenin dininin bir yere gittiği yok. Bugün bu ülkenin Bakanı gidip orada Müslümanlar baskı altında diyorsa bu işin çivisi çıkmıştır. Böyle bir Bakana sahip olduğumuz için ülke olarak fevkalade üzülmemiz lazım. Ayağa kalkmamız, protesto etmemiz lazım. Böyle bir şey olabilir mi? Demokrasi işlemediği için bu konuda tecrübesi olmadan bu işin başına getirilen bir kişi bunu nasıl söylüyor? Halka hesap vermek mecburiyetindedir bu kişi” diye konuştu. Kanadoğlu, Fatih Altaylı’nın programında sarfedilen “Humeyni’yi seviyorum, Atatürk’ü sevmiyorum” sözlerinin “Velev ki simge olsun’85” lafının ne anlama geldiğinin açık bir biçimde ortaya çıkmasını sağladığını söyledi. Hulki Cevizoğlu da Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri ve Fatih Altaylı’nın programında Atatürk’ü sevmediğini söyleyen şahıs hakkında şunları söyledi: “Yeniçağ Gazetesi yazarı Sabahatin Önkibar’ın ifadesiyle, seccade serecek kadar yeri vatan olarak görüyorlar. Ama bu yeni bir şey değil neden şaşırıyoruz? Seçimden önce Atatürk’e hakaret edenlerden milletvekili bakan olanlar var.” Yüzde 66 “erken seçim” Ceviz Kabuğu’nda kısa mesaj yoluyla düzenlenen ankette izleyicilere “Siyasi krizden çıkmak için erken seçim gerekli mi?” sorusu soruldu. Ankete katılanların yüzde 66’sı “evet” derken yüzde 34’ü de “hayır” dedi. Ankara’yı karıştıran yemeğin sırrı Sabih Kanadoğlu, Emekli Washington Büyükelçisi ve Asam Başkanı Faruk Loğoğlu’nun 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer onuruna evinde verdiği yemeğin basında yanlış yorumlarla ve gereğinden fazla yer aldığını söyledi. Kanadoğlu, Cevizoğlu’nun, “Yeni bir parti kurma toplantısı mı idi?” ve “Tavla da oynadınız mı?” sorularına şu karşılığı verdi: “Yemekte konuşulduğu söylenen hiçbir şey konuşulmadı. Aile ya da dost meclisinde ne konuşulursa o konuşuldu. Yemek daveti 20 gün önce yazılı olarak geldi. Anayasa Mahkemesi kararını kutlama yemeği değildi. Böyle bir yorum özel hayata müdahaledir. Dost yemeğine ayrı bir anlam vermek çirkindir. Yemek yaklaşık 3 saat sürdü. Tavla oynayacak kadar samimiyet yoktu.” Yeniçağ
  3. Tanrı'nın stratejisi... Soğuk Savaş dönemindeki mücadelede din Batı, özellikle de ABD tarafından başarılı bir şekilde kullanıldı. Sovyetlerin güneye yayılması Türkiye'nin de tanık olduğu 'yeşil kuşak' yaklaşımlarıyla engellendi. Gündemde 'Bin yıllık iktidar' hedefi doğrultusunda çalışmalar sürüyor. Din, sürekli küresel politikaların bir unsuru olarak kullanılmak isteniyor. Bu bağlamda, dinsel azınlıklar aracılığıyla oluşan ayrılıklar 'özgürlük' kapsamında destekleniyor. Türkiye, kendi değerleriyle çatışan bir ülke konumuna indirgenmek isteniyor. Prof. Dr. Nadim MACİT / TUSAM Danışman Avrupa Parlamentosu'nda konuşan Dışişleri Bakan Ali Babacan'ın "Türkiye'de sadece azınlıkların değil, Müslüman çoğunluğun inançlarına bile baskı yapılıyor" sözü belli bir duruma ve yeni bir tespite bağlı olarak söylenmiş bir söz değildir. Kaldı ki bu ifade yeni de değildir. Bu sözün yeni olan tarafı Türkiye'yi temsil etme ve çıkarlarını savunma yükümlülüğü bulunan bakan tarafından söylenmiş olmasıdır. Nerede ise benzer kalıpla bu görüş Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin özgürlük projesi içinde geliştirdiği Din Hürriyeti Komitesi ve bunun bütün AB'ye yayılan temsilcileri tarafından dile getirilmiştir. Ne var ki anılan komitenin ve temsilcilerinin ülkemize yönelik faaliyetleri entelektüel merakın sınırlarını aşarak basın-yayının ilgisini çekmemiştir. Bu gösteriyor ki Türkiye en hayati meselelerini siyaset üzerinden, yani iktidar-muhalefet karşıtlığı üzerinden tartışıyor. Ülkemizle ilgili meseleleri kırılmaya uğratan bu tutum, meseleleri ciddi anlamda analiz etme imkânını elimizden almaktadır. DİN HÜRRİYETİ KOMİTESİ Bilindiği üzere küreselleşme ve terörizm, Yeni Dünya Sistemi'nin iki temel niteliğidir. Bu iki temel niteliğe dayalı olarak geliştirilen Özgürlük Projesi'nin içinde yer alan Din Hürriyeti Komitesi 1980'den itibaren faaliyet göstermektedir. Kasım 1996'da ABD'nin devlet sekreteri Warren Christopher, "din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmak ABD'nin çıkarlarının artırılmasını sağlayacak" diyerek ACRF'yi (Advisory Comittee on Religious Freedom Abroad/Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) oluşturdu. Daha sonra devlet sekreterliği görevine getirilen Madeleine Albright, Şubat 1997'de komiteyi açıkladı. Dünyanın temel dinlerinin geleneklerini temsil eden önderler ve hocalardan oluşan komitenin görevi "dış ülkelerde din hürriyetinin geliştirilmesi, korunması ve tanıtılması; bu konularda Devlet Sekreteri'ne önerilerde bulunması" olarak belirtti.(1) Öyleyse Din Hürriyeti Komitesi'nin amacını komitede yer alan temsilcilerin çeşitli ülkelerle ve özellikle Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri dikkate alınırsa, daha doğrusu bir arkaplan çözümlemesi yapılırsa ve ayrıca Özgürlük Projesi'nin dünyaya yayılma biçimine bakılırsa Bakan'ın vermek istediği mesaj anlaşılabilir. Küresel güç olduğunu, yani imparatorluğunu ilan eden ABD'nin geliştirdiği Din Hürriyeti Projesi, hem imparatorluk politikasını hem de bütün dinleri kontrol ederek uyguladığı politikaları engelleyebilecek direnç noktalarını kaldırmaya yönelik çok boyutlu ve dönüştürücü projedir. İşte Bakan, ABD'nin geliştirdiği ve bütün Batı dünyasına yaydığı projenin içinden konuşuyor. Hem yeni dünya sisteminin mantığı açısından hem de iç siyasetin durumu açısından bakılırsa Bakan'ın mesaj vermek için seçtiği sözün oldukça "ustaca" olduğu söylenebilir. Avrupa Parlamentosu'nda verilmek istenen mesaj şudur: Türkiye'de bırakın azınlıkların din özgürlüğünü, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların bile inanç özgürlüğü yoktur. Bize muhalefet eden ve cumhuriyeti koruma adına küresel sisteme dâhil olma girişimimizi engelleyen "güçler" özgürlükleri yok ediyor. Durum bu kadar vahimdir. Öyleyse Yeni Dünya Sistemi'nin gereği ve anlaşmalarımızın, vaatlerinizin bir sonucu olarak elinizi uzatın. Din Hürriyeti Komitesi'nin ülkemize yönelik faaliyetlerine ve bir şekilde bu komite ile ilişkisi bulunan kişilerin değerlendirmelerine bakılırsa durum daha da netleşir. Zaten "Demokrasi Projesi İçinde Uluslararası Din Hürriyeti Senaryosu" başlığı altında(2) meselenin bu yönü tartışılmıştır. Öyleyse teo-stratejik kuşatma deyimi altında şu sorunun cevabını aramamız gerekir: Gerçekte ülkemizde din hürriyeti sorunu mu yoksa bir kuşatma sorunu mu söz konusudur? Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dini ve dini kurumları kontrol altına almak batı politikasının temel unsurlarından biridir. Öyleyse konuyu aydınlatmak için biraz geriye gitmek ve günümüzle irtibat kurmak önem arz etmektedir. Teo-politiğin icadı, inanç ve kültür coğrafyasının/havzalarının siyasi dile dökülerek güç oluşturma mantığına eşlik eden sürece denk düşer. XIX. Yüzyılda dünyaya hâkim olma politikası ideolojik cepheleşme üzerinden sürdürüldüğü halde dinin güç cephesi oluşturmak için kullanıldığı bir gerçektir. Kutsal cephe oluşturma stratejisinin en önemli öncülerinden birisi William Christian Bullitt'dir. 1933-1936 yılları arası ABD'nin Rusya Büyükelçiliği görevinde bulunan, daha sonra Fransa'da elçilik görevi yapan Bulitt; SSCB'ye karşı kutsal cephe oluşturma fikrinin mimarıdır.(3) Geliştirdiği stratejinin özeti şudur: SSCB Doğu Avrupa'nın büyük bir kısmını kontrol etmektedir. Orta Avrupa'da askeri gücü zayıf olmasına karşın, bu durum, Batı Avrupa ve İngiltere'yi az da olsa tehdit etmektedir. Bu tehdit eninde sonunda ABD için de geçerlidir. Avrupa ülkelerinde demokratik federasyonu oluşturmadaki eylem, elbette ki SSCB kontrolündeki birçok ülkeyi içine alacak ve onları özgürleştirecektir. ABD ve İngiltere aynı dini-kültürel köklere sahiptir, enerji havzaları ise Ortadoğu'dadır. Sovyet yayılmasına bir son vermek için dini cephe oluşturulmalı ve mücadele, ortak cephenin konusu olmalıdır. Bu ortak mücadele zemininde ABD'nin öncelikli politikası enerji hatlarını ele geçirmek ve dünya devleti olmanın yolunu açmaktır.(4) Geliştirdiği stratejinin ekonomik ve politik çizgilerini belirleyen Bullitt, stratejisinin temel kodunu da şu sözlerle açıklar: "Tanrı'dan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar birleşelim, diğer milletleri bizimle birlikte hareket etmeye zorlayalım; bu yolda kullanılacak en meşru manevi silah dindir."(5) Görüldüğü üzere din, Soğuk Savaş'ın cepheleşme mantığına bağlı olarak geliştirilen stratejinin ana unsurlarından birisidir. DİNİN ROLÜ Din, kendi özgünlüğü ve amaçları eşliğinde insanın dünya kurma etkinliğine katkı sağlar. Fakat insani ilişkiler ve güç dengeleri ağında din, her zaman bu sınırda kalmaz. Aynı zamanda din; öteki oluşturma ve yönlendirme stratejileri açısından okunur ve kullanılır. Nitekim 1952'de Amerika Milli Güvenlik Kurulu için hazırlanan Amerika'nın Arap ve İsrail ülkeleri ile ilgili hedef ve politikaları (A Report to The National Security Council "United States Objectives and Policies With Respect To The Arab States and Israel) başlıklı raporda şu ifadeler yer almaktadır: "Bölgedeki üç hâkim din, Marksist doktrinin ateizmine karşı ortak bir karşı duruşa sahiptir. Bu faktör, bölgede batı çıkarlarını korumada önemli bir araç olabilir."(6) Üç dini kontrol altına alarak kendi çıkarı ve dünya egemenliği için kutsal cephe oluşturan Batı'nın dine bakışı ve dine yüklediği anlam budur. Dini politik-stratejik amaçlar için kullanan ve bu konuda başarılı olan Batı'nın yeni din projesi "Din Hürriyeti" adı altında devam etmektedir. Fakat bu kez hedef, "öteki ilan ettiği/boşlukta gördüğü entegre edilmemiş dediği" coğrafyadır. Yani Din Hürriyeti Projesi, dünya hâkimiyeti ideolojisinin bir parçası olarak uygulanmaktadır. Kabul etmek gerekir ki politik amaçlar nedeniyle bazen din, insanların inanç ve düşüncelerine yönelik baskı ve sindirmede, bazen de düşünme ve anlama yeteneği olan aklı askıya alma yönünde kullanılabilir. Böyle bir alana taşınan din, hayatın tutunma noktalarını tahrip eder. Elbette ki tahribatın düzeneğine uydurulmuş din; din olmaktan çıkar, politik aygıta dönüşür. Misyonerliğin tarihi bu dönüşümün kendisidir. Çünkü misyonerlik sadece dini bir faaliyet değil, aynı zamanda siyasi bir faaliyettir. Amacı öteki gördüğü insanları, Batılı egemen güçlerin politik-ekonomik kurallarına bağlamaktır. EKÜMENİZM Hıristiyan dünyada belirleyici rol oynayan ekümenik kavramı; politik ve stratejik içeriğe sahiptir. Nitekim bu kavram; tasarruf ve egemenlik alanı, Tanrı'nın planı, Tanrı'nın insanları kurtuluşa yönlendirişi ve kendini açıklaması, Tanrı'ya giden evrensel yol, Tanrısal krallığın yeryüzündeki ev halkını yönetmesi gibi anlamlara gelmektedir. Günümüzde Ekümenik hareket, Protestan anlayışta "Tanrı'nın Stratejisi" anlamında kullanılmaktadır. Bu stratejinin günümüz dünyasında etkili olan uluslararası üç temsilcisi vardır. Bunlar ECEC (Avrupa Birliği İçin Ekümenik Komisyon), WCC (Dünya Kiliseler Konseyi) ve CCREC (Avrupa İşbirliği İçin Hıristiyan Sorumluluğu Komitesi) dir.(7) Küresel ideolojinin esaslarına göre yeniden tanımlanan ekümenizm bütün Hıristiyan mezheplerin ortak misyon etrafında birleşerek dünya ölçeğinde tasarruf ve egemenlik alanını gerçekleştirme karşılığında kullanılmaktadır. Uluslararası kurumlar ve kiliseler eşliğinde sürdürülen bu strateji genişleme ve etkileme faaliyetini hedef toplumlardaki dini azınlıklar üzerinden yapmaktadır. Nasıl ki Osmanlı'nın gerileme sürecinde dini azınlıkların hakları altında bu coğrafyayı mesiyanik ideolojinin muharebe alanı yaptılar ve bu süreç ancak cumhuriyetin kuruluşu ile önlendi. Aynen bunun gibi Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında geliştirilen yeni yöntemlerle bu coğrafya yeniden mesiyanik ideolojinin tasarruf ve egemenliği altına alınmaktadır. Protestan faaliyetlerinden rahatsız olan toplumu sindirmek için İngiliz sefirine dil döken Sadrazam'ın durumu ne ise bugün kurtuluşu aynı kapılarda, aynı dille arayan yetkililerin durumu da odur. Soğuk Savaş döneminde Batılı devletler ve kiliseler eşliğinde geliştirilen teo-stratejik model başarılı olmuş ve iki kutuplu dünya sistemi çökmüştür. Tarihin sonunu, daha doğrusu tek belirleyici güç olduğunu ilan eden ABD bu kez Ortadoğu ve Orta Asya'yı yeniden inşa etmek, daha doğrusu ürettiği ekonomik ve politik kurallara bağlamak için "koruyucu tedbir ve özgürlük projesi" içinde yer alan IRFC'ni (International Religious Freedom Committee/ Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi) kurmuştur. Bu komitede belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcileri bulunmaktadır. Farklı alt birimleri olan bu kurum, belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcilerini bir araya getirmiş ve ABD bu kez "din hürriyeti" meselesini üstlenen bir devlet olarak karşımıza çıkmıştır. Tabii ki bu projenin geliştirilmesinin önemli nedenleri ve amaçları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir; KUTSAL GÖREV A- Evanjelik misyonu, dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek: ABD devletinin ideologları ülkelerinin İncil'deki seçkin millet olduğunu ve dünyaya iyiyi empoze edecek imana muktedir olduklarını sıkça beyan etmektedirler. Nitekim Beyaz Saray tarafından 20 Eylül 2002'de yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı resmi belgede Bush, söz konusu ilahi seçilmişliğin güncel tarifini şöyle yapıyor: İnsanlık bugün düşmanlarını da özgür kılacak zaferi sağlayacak olan fırsatı avucunun içinde tutmaktadır. ABD kendisine bahşedilen bu önemli görevi yerine getirme sorumluluğundan gurur duymaktadır... İnsanlık onurunu, vicdan ve ibadet özgürlüğünü daha ileri götürmeye kararlıyız.(8) Bush yüce bir davadan ve bunu gerçekleştirmeden bahsetmektedir. Böyle bir kutsal görevi üstlendiğine inanan bir güç, toplumların ancak radikal biçimde dönüşeceklerine inanır ki, bunun dilimizdeki karşılığı savaştır. Hıristiyanlık akidesinde Mesih'in ideal bir dünyada yeryüzüne geleceğine inanan mesiyanik gruplarla, Mesih'in yeryüzüne döndükten sonra bin yıllık bir Hıristiyan hükümranlığının süreceğine inanan milenyumcu bazı grupların oluşturduğu sapkın mezhepler, yeryüzü cennetinin yaklaşmakta olduğunu ve bu cennete girmek için başvurulan her vasıtanın iyi olduğunu bildirmektedirler. Başkan Carter'dan bu yana Evanjelizm'in etkisi altına giren yöneticiler ve ekipleri bu inancı paylaşmakta, kehanet ve şifrelerin işaretiyle geleceği inşa etmek istediklerini açıkça ilan etmektedirler.(9) İşte yeni ABD politikasının "Din Hürriyeti Misyonu'na" yüklediği anlam budur. B-Diğer dini geleneklerin içini boşaltarak kendi ekonomik ve politik hedeflerine uydurmak: Din hürriyeti senaryosunun yasallaştırılması sonucunda bu projenin yabancı ülkelere dönük olarak uygulama yöntemini Amerikalı iş adamı-misyoner Al Dobra şu şekilde anlatmaktadır: Amacım bir Müslüman'ı dininden döndürmek değildir. Hedefim (attığım tohum) önce çürüyecek, sonra çatlayacak ve (fidan) büyüyecek; (o kişiler) giderek dinlerini sorgulamaya başlayacaklar.(10) Eğer dikkat edilirse ülkemizde çok ince ve teknik bir yöntemle İslam'ın içi boşaltılmakta ve her alanda çarpıtılmaktadır. Hıristiyanlığın akla sığmayan ifadeleri ve uygulamaları sevgi dini adı altında sunulmakta, kilise faaliyetlerinin önü sonuna kadar açılmaktadır. Misyoner cennetine dönüşen, ajan faaliyetlerine sonuna kadar kapı aralayan siyasi iktidar ve yandaşları "dinde reform" adı altında İslam'ı AB'nin esasları çerçevesinde yeniden gözden geçirmenin gerekli olduğunu vurgulamaktadırlar. Yine bu faaliyetin sesi AB mahfillerinde çıkmakta ve Türkiye'ye yansımaktadır. Daha önce kültürel etkilerle din haline getirilmiş ve Kur'ân'ın ruhuyla bağdaşmayan konuları eleştiren ve yeni görüşler ortaya atan kişileri tekfir eden bu yeni muhafazakâr grup, şimdi İslam'ı AB kriterleri çerçevesinde yorumladığını ilan etmektedir. Dini düşüncenin dışına düşen bir tavırla İslam'ın içini boşaltmaya, özellikle İslam'ı emperyalist yayılmacılığı meşrulaştıran bir kalıba dökme girişimi din hürriyeti projesinin, diğer bir deyişle kuşatmanın diğer bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. KENDİ DEĞERLERİYLE ÇATIŞMA C-"Din Hürriyeti" altında hedef devletlerin muhaliflerini kendi etrafında toplayarak bunlar aracılığıyla hedef devleti ve sistemine karşı cephe oluşturmak: ABD ve AB özgürlük adı altında entegre edilmesi gerektiğini ilan ettiği coğrafya da yer alan devletler ve özellikle Türkiye'deki muhalifleri kendi bünyesine taşımaktadır. İmparatorluk politikasının gereği olarak muhalif mistikleri bünyesinde toplayan batı, hedef devlete ve sisteme karşı kutsal cephe oluşturmaktadır.(11) Türkiye Cumhuriyeti'ni çelişkili çift vizyonun kopuş bölümüne yerleştiren Batılı aktörler içinde bulunduğumuz durumu Yeni Türkiye Cumhuriyet'i olarak adlandırmaktadırlar. D-AB kriterleri adı altında mesiyanik ideolojinin alanı genişletilirken Türkiye'nin kendi değerleri ile çatışan devlet konumuna sokulması: AB'nin hazırladığı ve 2009 tarihinde uygulamaya sokulacak Lizbon kararlarında şu ifade yer almaktadır: AB üye ülkelerdeki kiliselerin ulusal hukukuna ve dini organizasyon ve topluluklara saygı gösterir, zarar vermez.(12) Dikkat edilirse burada sadece kiliseler ve kiliselerin faaliyetlerine özgürlük tanınmaktadır. Demek ki asıl sorun din hürriyeti değil, asıl sorun hedef ülkeleri kuşatmanın fikri ve kurumsal temelini oluşturmak ve ekümenizmi gerçekleştirmektir. Dipnotlar: 1- Hem geniş bilgi hem de komitede yer önderler hakkında geniş bilgi için bakınız: Mustafa Yıldırım (2005: 437) Sivil Örümceğin Ağında, İst: Toplumsal Dönüşüm Yay. 2- Mustafa Yıldırım (2005: 431) Sivil Örümceğin Ağında, İst: Toplumsal Dönüşüm Yay. 3- William Christian Bullitt (1946:34) The Great Globe Itself: A Preface To World Affairs, New York: Charles Seribner's Sons. 4- Bullitt (1946:199) 5- Bullitt (1946:83, 110) 6- Yasin Aslan (2005:13) Gizli Belgeler Işığında Etnik Grupların Devleti Ele Geçirme Metotları: Baltanın Sapı Bizden, Ankara: Belge Yay. 7- Aytunç Altındal (2004: 67,71) Vatikan Ve Tapınak Şövalyeleri, İst: Alfa Yay. 8- Tzvetan Todorov (2005:30) Yeni Dünya Düzensizliği, (Çev: Ö. Faruk Turan) İst: Babıali Kültür Yay. 9-Bkz: Nadim Macit (2008) İmparatorluk Politikalarında Teo-stratejiler ve Türkiye, Ankara: Fark Yay. 10- Mother Jones, May / June: 2002: 46. (Akt: M. Yıldırım (2005:435) 11- Bu konuda daha önce yayınladığımız "Türkiye'de Kutsal Kuşatma" Cumhuriyet Strateji: 8-9, bakılabilir. 12- Treaty of Lisbon Amending The Treaty on European Union and Treaty Establisting The European Community, Article 16: C / 69. Nu: 1.
  4. Yukarıdaki satırlar sizin sevgili hoppa... Ya yıllarını kur'an araştırmasına zamanını ve vaktini harcamış sayın Şevket Eygi bile (tırnak içinde ve kalın harflarle yazılmış) bakın ne söylüyor.... ‘’BÜTÜN gücümüzü Kuran kursu, imam-hatip mektebi, ilahiyat fakültesi açmaya sarf ettik. Hesabı yapılsa, bunlara akıllara durgunluk verecek miktarlar harcadık. Daha bitmedi. Birtakım din baronları için her yıl milyarlarca dolar para topladık. Bu paraların yerli yerince, akıllarca harcanıp harcanmadığını hiç sorgulamadık, kontrol etmedik.’’ Haddini bil, sen nasıl böyle yazıyorsun, demezler mi? Derler, haklıdırlar. * * * ‘’RAMAZANLARDA birtakım din cemaatleri beş yıldızlı, lüks otellerde bin kişilik ihtişamlı, israflı, gösterişli, günahlı iftarlar veriyordu. O ***verilen iftarlar dinimize uygun muydu?’’ Vallahi ne deseler hakları var. Herkesin yediğinden, içtiğinden bize ne? * * * ‘’BİZ; bir sürü hizip, fırka, grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve birbirimizle çekişip tepişmeye başladık. Yığın ve sürü haline gelen on milyonlarca Müslüman şu anda vahim bir kırsal kesim ve varoş zihniyeti, marjinallik, parçalanmışlık içindedir. Hazretim yanılmaz, bizim cemaatin ulu zatı yapmaz, hoca efendi yanlış yapmaz... dedik. Sorgulama yok, hesap sormak yok, kontrol yok. Bu şartlar altında ümmetin işleri elbette kötüye gider.’’ Çizmeyi aşmanın da bir ölçüsü olmalı! Biz ölçüyü filan kaçırmışız... * * * ‘’BİZİ mahvedenler, militan din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü, din rantı yiyen ************...’’ Evet, böyle deseydik... Bizi bu adam aklını kaçırmış, diye köşenin dışına koyarlar, ya da tedavi için Bakırköy Akıl Hastanesi’ne... Son olarak tırnak içindeki bu görüşler üstat Mehmet Şevki Eygi’ninse, din âlimi Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de ‘’Ben de bu satırların altına imzamı atarım. Keşke M. Şevki Eygi bunları on yıl, yirmi yıl önce söyleseydi, yazık oldu Türkiye’deki Müslümanlara!’’ diyorsa... Kendi deyimleriyle ‘’Müslümanların zıt kardeşleri’’ aynı görüşleri paylaşıyorlarsa... Bize de bunları yazmak, ‘’Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün son kitabı Allah ile Aldatmak’ı okuyun’’ demek düşer... __________________________________________________ http://www.haber1.com/haber/20080529/Allah-ile-Aldatmak.php
  5. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı ‘araştırma-geliştirme’ kuruluşu Rand Corporation, ‘Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi’ başlıklı 135 sayfalık bir rapor yayımladı. Türkiye’nin Kemalist devrimden AKP’nin iktidara gelişine dek siyasal İslam’la deneyimini ve AKP’nin dış politikasını inceleyen raporun en çarpıcı kısmı, Türkiye’nin 10 yıl içinde yaşaması muhtemel dört ‘alternatif gelecek’ senaryosu. Yaklaşık 60 yıldır pek çok komplo teorisinin öznesi olmuş Rand Corporation’ın Türkiye’ye biçtiği gelecek senaryoları şöyle: Senaryo 1: AKP ılımlı, AB yönelimli bir yol izler, iktidardaki gücünü somutlaştırır. Dindarlığın kamusal alanda ifade edilmesi üzerindeki kısıtlamalarda bir miktar erozyon yaşanır fakat İslami yasaları getirmeye yönelik çaba göstermez. Senaryo 2: ‘Sinsice İslamileştirme’ yaşanır, yeniden seçilmiş bir AKP hükümeti daha saldırgan bir İslami gündem izler. Senaryo 3: Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatır, fakat kriz derinleşir. AKP muhtemelen başka bir isimle yeniden ortaya çıkarken, AB’yle ilişkilerdeki gerginlik artar. Senaryo 4: Sosyal gerilimler öyle artar ki, ordu ya ‘yumuşak darbe’ yapar, ya da, düşük ihtimal de olsa doğrudan müdahale eder Ne dersiniz... Bu senaryoya hazırmıyız... _____________________________________________________ http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=883374&Date=15.06.2008&CategoryID=104
  6. "Sadece Avrupa Komisyonu´nun aldığı kararları uygulaması, uyum yasalarının aynın uygulanması bile AK Parti´nin kapatılması için yeterli bir gerekçedir.
  7. “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.” İtalyan Düşünür Giordino Bruno “Allah ile aldatanların gerçek Tanrısı paradır, maldır, dünyalıktır.”Yaşar Nuri Öztürk “Türkiye’nin geleceğini değil de kendi çıkarlarını düşünen medya için Atatürk’ün kullandığı iki tabir ibret verici ve sarsıcıdır. 1- Vatansız matbuat 2- **** hâkimiyet-i kalemiyesindeki matbuat Atatürk bu ifadelerle, bizans ***** kirlenmiş gördüğü İstanbul’da kümelenen basını kastetnektedir.” “Türk insanına yönelik Allah ile aldatma faaliyetine alt yapı oluşturan ve bunun için de sürekli dinci söylemler kullanan bazı dinci gruplar ve etki imkanları şöyledir. Milli Görüş örgütü: 37 yayın 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket… Fettullahçılar: 16 yayın, 23 dernek, 220 vakıf, 24 pansiyon, 570 dershane ve okul, 96 şirket.. Süleymancılar 6 yayın, 2100 dernek, 14 vakıf, 1750 pansiyon ve kurs, 28 şirket… Şiddetçi-radikal örgütler: 89 yayın, 95 dernek, 19 vakıf… Muhtelif dinci gruplar: 100 küsur yayın, 100 küsur dernek, 50 küsur vakıf, muhtelif pansiyon ve kurslar… Toplam rakamlar: 170 yayın, 25780 dernek, 316 vakıf, 1780 pansiyor ve kurs, 500 dershane ve okul ile yaklaşık 180 şirket…” “Ekleyelim ki, bu tablo 2003 yılı itibarıyladir. Allah ile aldatmayı en ileri boyutta kullanan AKP’nin iktidar dönemi olan son birkaç yılıda dikkate alarak yeni bir değerlendirme yaptığımızda burada verilen rakamların iki üç katına çıktığını söylemek gerekir. Özetleyelim: Türkiye’de bugün, Allah ile aldatma dinciliğinin ulaştığı ekonomik güç, devletin gücünün çok üstünde kabul etmek gerekir. Bu gücün aşamayacağı tek karşı güç Türk ordusudur. Sebeb ordunun silahlı güç oluşudur. Eğer silahı kenara koyarak veya dikkate almayarak düşünürseniz, Alah ile aldatan güç yani dince siyaset ve saltanat, Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışmasız en büyük gücü olarak kabul edilebilir. Türkiye’de rejim, kendisine açıkça kafa tutan bir karşı rejimin tek şansı ve avantajı TSK’dır. ABD, AB ve içteki dinci gücün sürekli ve sistemli bir biçimde TSK’ya vuruşunun hikmeti ve sebebi üzerinde şimdi bir kez daha düşününüz…” X Yukarıda okuduğunuz satırlar, birinci baskısı Nisan 2008’de yapılmış olan, aradan iki ay geçtikten sonra 28. baskıya ulaşan, Yeni Boyut Yayınları’ndan çıkmış bulunan Yaşar Nuri Öztürk’ün “ALLAH İLE ALDATMAK” kitabında yer almaktadır. X Şimdilerde yani 30 Ağustos yaklaşırken, Humeyni aşığı din sömürücülerinin, Türk ordusunun Atatürk’çü, Cumuhuriyete gönül vermiş, vatansever komutanlarına neden gözü dönmüşcesine saldırmakta oldukları daha iyi anlaşılmıyor mu? Sayın Öztürk’ün kitabında altını çize çize belirttiği gibi, din bezirganlarının, şeriat özelmcilerinin, yeşil sermaye avantacılarının, gemicikleri, fabrikaları, yatları, katları olanların, halkı ‘Allah ile aldatan’ların aşamadıkları tek gücün TSK olduğu gerçeğini kim yadsıyabilir? Anayasa Mahkemesi’nin laik, demokrat ve Atatürk’çü yapıda ki kimi üyelerine şimdilerde insafsızca saldırmalarının, olur olmaz iddialarla çamur atmaya yeltenmelerinin altında neyin yattığı belli olmuyor mu? Durun hele bitmedi. Önümüzdeki günlerde, daha ne çamurlar kimlere insafsızca atılmaya çalışılacak birlikte göreceğiz. Çünkü tepelerden destekli ve korumalı, Humeyni aşığı “organize güç” iş başında!.. Çıkar söz konusu olunca, ortada ne gerçek dindarlık ve müslümanlık, ne de dinin emrettiği dürüst, temiz vicdanlı ve doğru insan olma hükmü kalır!.. Yaşar Nuri Hoca’nın iddia ve söylemini tekrar ederek yazımızı bitirelim: “Allah ile aldatanların gerçek tanrısı, paradır, maldır, dünyalıktır” Başka söze gerek var mı? _______________________________BURHAN ÖZBEY
  8. İşte o ayetler:... Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar... Eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır. BAKARA (120) EY inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. MAİDE (51) ________________________________________________________ AKP’nin kotarmaya çalıştığı ‘ılımlı İslam’ modelinin, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmemeyi emreden Bakara ile Maide surelerini nasıl aşacağı (!) merak konusu... ________________________________________________________
  9. Tüm bu olup bitenlere baktığımızda maalesef bizde şöyle sakat, galat, tehlikeli bir görüş var. ?Meclis?teki çoğunluk ulusal iradeyi temsil eder. Her istediğini de yapar.? Zaman zaman bu köşede yollama yapılan, James Buchanan?ın dediği gibi; demokrasilerde hükümetlerin her eylemini mubah sayan ******** görüş zihinlerden derhal silinmelidir. Sırası gelmişken yenilemekte fayda var Demokrasiyi, ulusal iradeyi, belli bir anda çoğunluğu temsil eden siyasal gücün hatta kişinin her istediğini yapmasına indirgemek, ucuz bir halk avcılığıdır. Bu ucuz halk avcılığı tehlikeli sonuçlara, kişi, zümre tahakkümüne, en azından oligarşiye yol açar. Ki AKP bunu oynamaktadır... Sonuç olarak; Anayasa Mahkemesi?nin iptal kararı, siyasal değil, kuruluş amacına uygun bir karardır... Kaldıkı Avrupa insan hakları mahkemesinin verdiği kararlarla tamamen örtüşmektedir... Saygılar...
  10. Bakın kısırlık nerede.... Neyi ve hangi ölçütü kabul edersek edelim İslâm ülkeleri başka bir ülkeyle mukayese kabul etmeyecek kadar az sayıda bilimsel ürün ortaya koymaktadır, üstelik ortaya konan bu ürünlerin çoğu da nisbeten düşük vasıflı ürünlerdir. Sayılarla konuşacak olursak dünya nüfusunun % 20’sini oluşturan halkının çoğu müslüman 41 ülkenin ortaya koyduğu bilimsel ürün, tüm dünyadaki bilimsel rünün % 5’inden daha azdır. Bu sayılar, uluslararası makbul bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerle ilgili atıfların (citation) oranıdır. Başka ölçütleri dikkate alarak bakacak olursak, araştırmaya ve gelişmeye ayrılan yıllık harcama miktarı, araştırmacı bilim adamı ve mühendis sayısı gibi diğer ölçütler de, nüfus çokluğu ile bilimsel araştırma ürünleri arasındaki bu orantısız durumu (müslümanların bilim ve teknikte geriliğini/kısırlığını) gayet güzel teyid eder mahiyettedir. Bir defa İslam dünyası, daha, inanç ile akılı uzlaştırmamıştır... Öncelikle bunu unutmayalım olurmu...
  11. Hiçte inandırıcı değil... Çünkü.. bilimsel hatta sosyal alanlarda müslümanlar maalesef bilim adamlarının zamanında söyledikleri birçok şeyi unutmuş durumda. Bu, genel olarak "İslam dünyası neden geri kaldı" sorusuyla bağlantılı olarak ele alınabilir. Doğru bilgiye ilim denilmesi zamanla yıprandı, dolayısıyla muslumanlar genel malumatlara, kulaktan kulağa aktarılan bilgilere ilim demeye başladılar. Bu, İslam dünyasının en temel çöküş nedenlerinden biridir. Bu durum, bilimin İslam dünyasında siyasallaştırılması, bilimin İslam dünyasında siyasetin bir aracı olarak görülmesi olayıdır. Diğer taraftan; İslam Alimleri de bilimi Antik Yunan kaynaklarını inceleyerek geliştirmiştir. Bu konu çok önemli; Müslüman bilim adamları Yunanca eserleri incelemiş ve bir çoğu Yunanca bilmekteydi. Bugün yer yer İngilizlerden mi ya da Fransızlardan mı bilim öğreneceğiz, bilimin gelişmesi için sıkı sıkya İslam'a sarılmalıyız gibi kısır bir anlayışın olduğu da bir gerçektir. İslam'a/islam bilimini savunmak ve buna sıkı sıkıya sarılmak bilimden ziyade Ahiretle ilgili bir şey diye düşünüyorum...
  12. Anayasa Mahkemesi’nin "TÜRBAN" iptal kararı tartışılıyor! Aslında Tartışılan sadece “iki farklı sistem”! Gerçekten hâlâ anlamadınız mı?... Sistemlerden biri, Anayasal sistem... 6. maddesi, “Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyor... Başlangı’ında, “Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyen… İkincisi ise, AKP’nin, destekçilerinin arzuladığı “sistem”.. Bu sistemde “milli irade” var. “Milli irade” dedikleri, Meclis’te oyçokluğunu ele geçiren iktidarların, her şeyi yapma hakkı olduğudur! Meclis’i tek yetkili kılan, burada alınan her kararı, “Arkasında milletin siyasi tercihi var” diyerek haklı, doğru ve kabul edilmesi şart... olarak dayatan... Bu kararlara karşı çıkanları da “darbeci, gerici, vesayetçi, faşizan” olarak nitelendiren... Ne kadar vahim bir durum... Vah vah ki vah vah...
  13. Minik bir bilgi.... Dünya üzerinde yaklaşık 1.4 milyar müslüman vardır. Fakat 1.4 milyar müslümandan , sadece ama sadece 9′u , bilimle ilgili nobel ödülü kazanmıştır... E yani ne beklenirdiki!...
  14. Bütün amaçları, okları, hedefleri, son bir haftadır kopardıkları yaygaraya bakılacak olursa, Anayasa Mahkemesi’ydi! Hukuktu, yargıydı! AKP, devleti bütünüyle kendisileştirdi! Sivil toplum örgütlerini hemen hemen kendisileştirdi! Medya’yı büyük ölçüde kendisileştirdi! Cumhurbaşkanlığı’nı kendisileştirdi! Kendisileştiremidiği en büyük sivil, anayasal güç olarak, yargı, hukuk, Anayasa Mahkemesi vb. kalmıştı! Verdiği karar değil tartışılan, Anayasa Mahkemesi’nin henüz yeterince AKP’leştirilememiş, kendisileştirilmişler kervanına katılamamış olması! Anlıyorsunuz, değil mi! Büyük, yıkıcı, yok edici kampanyanın amacını! Ondan sonrasi Allah kerim! Çevrilmiş ve tecrit edilmiş bir ordunun da artık Arınç’a, Fetullah Gülen’ya, maltanlara ve dışarıdaki alçaklara teslim olmaktan başka çaresi mi kalır?! Ama kalmayacak... Çünkü AKP kapatılacaktır... Kaldı ki... ANAYASA MAHKEMESİNİN TÜRBANLA İLGİLİ HUKUKİ KARARI AKP'Yİ SİYASETEN KAPATMIŞTIR.
  15. ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!... Bu araştırma çok tartışılır!... Bilim ve ilahiyat dünyası karışacak...Yapılan bir araştırmada zeki insanların Tanrı'ya inanma ihtimalinin daha az olduğu ortaya çıktı... Aydın elitin içerisinde ateistlerin oranı toplumun geri kalanına göre daima daha yüksek. 20'inci yüzyılda 137 gelişmiş ülkede yapılan araştırmalarda zeka seviyesinin yükseldiği, ancak buna paralel olarak tanrıya inancın da zayıfladığı görüldü. Kuzey İrlanda'daki Ulster Üniversitesi'nden Profesör Richard Lynn'in araştırmasına göre dine bağlılık insanlığın zeka düzeyindeki yükselmeyle ters orantılı olarak değişiyor. Toplumların aydın eliti içinde ateistlerin oranı da daima toplumun geri kalanına göre daha yüksek. İngiltere'de yapılan bir araştırma, akademisyenlerin yalnızca yüzde 3,3'ünün Tanrı'ya inandığını gösterirken, aynı dönemde toplumun tümünde tanrıya inananların oranı yüzde 70'e yaklaşıyor. Amerika Birleşik Devletlerinde 1990'larda yapılan bir araştırma da Amerikan Bilimler Akademisi üyelerinin yalnızca yüzde 7'sinin tanrıya inancı olduğunu saptadı. Profesör Lynn'e göre, akademisyenlerin toplumun genelinden daha zeki olmaları tanrıya inançlarının daha zayıf olmasının da göstergesi. Profesör aynı şekilde, çocukların çoğunun, ilkokula başladıklarında tanrıya inandığını ama yaşları büyüdükçe ve zekaları geliştikçe, bir çoğunun tanrının varlığından kuşkulanmaya başladığını belirtti. 20. yüzyılda 137 gelişmiş ülkede insanların tanrıya inancının zayıflamasını da genel zeka düzeyindeki gelişme ile açıkladı.
  16. Burada aklıma ister istemez bazı sorular takılıyor. Acaba Kasımpaşalı hemşerim bu serveti ne zaman ve nasıl kazandı. Belediye Başkanlığı, Parti Başkanlığı, Başbakanlık yaparken aynı zamanda ticarette mi yapıyordu? Eğer servetini bu yolda kazanmışsa acaba bu işi makam ve memuriyet nüfuzunu ihlal etmeden nasıl başardı. Daha 5-6 ay önce emekli bir Kuvvet Komutanımız bırakın 2 Milyar Doları, sahip olduğu iki evin kaynağını açıklayamadığı için her şeyini hatta rütbesi ve emekli maaşını bile kaybetti. Şimdi demokratik düzen içersinde Sayın Başbakanımızdan bu konuda bir açıklama bekleme hakkına sahip değimliyiz? Ne dersiniz... Bunların namazı kıyılırmı sizce...
  17. Sevgili arkadaşım... Evet hukuk devleti meclisi gayet güzel fesh edebilir... Nedenmi?... Hiç kimse, milletvekilinin Meclis'te yaptığı konuşmadan ötürü sorumlu olması ve cezalandırılması gerektiğini söyleyemez, isteyemez. Dünyanın her yerinde ''kürsü dokunulmazlığı'' diye bir kavram vardır ve bu kavram öncelikle uygar dünyada uygulama alanına getirilmiştir. Bu nedenle ''TBMM üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Meclis'te ileri sürdükleri düşüncelerden.. bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar'' . (Anayasa m. 83/1) Bu, demokrasinin altın kuralıdır. Böyle bir kural olmasaydı, milletvekilinin söz ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğu söylenemezdi. Meclis kürsüsünde sözü kesilebilir, düşüncesi engellenebilir, apar topar mahkeme önüne çıkarılabilirdi. Ne var ki ''seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz'' uygulaması, (Anayasa m. 83/2) demokrasiyi de, adaleti de, hukuku da ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu, çağdaş dünyanın tanımadığı, anlamadığı bir uygulamadır. Ne yazık ki bugün Meclis'te böyle suçlular vardır ve bu suçlular hiçbir zaman yargı önüne çıkarılamamaktadır. Bu nedenle de adalet ayaklar altında, hukuk ayaklar altında, eşitlik ayaklar altındadır. Bunun adına ''yasama dokunulmazlığı'' değil, olsa olsa ''yasama maskaralığı ve yasama rezaleti'' denebilir. Ne yazık ki bu maskaralığı bugüne değin hiçbir iktidar, düzeltmeyi ve değiştirmeyi başaramamıştır. Tayyip Erdoğan, seçimlerden önce televizyon ekranından böyle bir söz verdiği halde, kendisini ve yakın arkadaşlarını da tehlikeye atacağı düşüncesiyle, ülkemiz için ölümcül hale gelmiş olan bu konuya üç yıldan beri neşter vurmaktan çekinmiş ve onu bir türlü gündeme getirememiştir. Bu yüzden milletvekilleri, dokunulmazlık zırhına sığınarak istedikleri suçu işlemekte, diledikleri oyunu oynamaktadırlar. Oysa bu komediye ve rezalete son vermek, TBMM'nin en önemli görevlerinden biri değil midir? Bu görevini yerine getirmeyen bir Meclis, Türk ulusunu yönetme hakkına sahip olabilir mi? Söyleyebilirmisiniz...
  18. KİMLERİN CENAZE NAMAZI KILINMAZ... ALLAH’ı, Kuran’ı, İslamı, Peygamber’i kimselere bırakmazlar.... Peki, Hazreti Muhammed’in kamu haklarına, mallarına el uzatanların cenaze namazını kılmadığını bilir miyiz? Ya da daha açık yazalım, şöyle bir cümle: “Hz. Peygamber, kamunun haklarına, mallarına musallat olanların Kuransal deyimle, gulul (kamu malı talanı) suçu işleyenlerin cenaze namazlarını kılmaz. Bu muhammedi tavır, Türkiye’yi yönetenlere, siyasetçilerimize, kamu mevkilerinin su başlarında bulunanlara, ibadetleri şov aracı yapanlara ithaf olunur.” Kim söylüyor bunu? Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk... Yedi yıl önce bunu yazıyor... Başbakan’ın sık sık “Onlara sormalı” dediği ulemanın buna tavrı, tepkisi ne? En azından çekimserlik, “acaba” diye kuşku... * * * OYSA Yaşar Nuri Öztürk, sağlam, ciddi, bilimsel kaynaklar gösteriyor ve örnekleri sıralıyor. “Hz. Peygamber, kamu malından iki dirhemlik bir miktarı çalan Eşcalı sahabisinin cenaze namazını kılmamıştır.” (.............) “Bir harp sırasında Hz. Peygamber’e filanca falanca şehit oldu diye tekmil verdiler. O bunlardan biri için şöyle dedi: Hayır! İşte o dediğiniz kişi şehit olmamıştır. Ben onu cehennemin içinde görüyorum. Sebebi de kamu mallarından çaldığı bir giysidir.” (.......) “Hayber seferi sırasında ölen birinden söz ettiklerinde Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın. Bu sözü duyan sahabilerin yüzü renkten renge girdi. Bunu gören Hz. Peygamber dedi ki: O arkadaşınız kamu mallarından bir miktar aşırmıştı. Sebep işte budur. Bunun üzerine sahabiler ölen adamın eşyasını karıştırıp baktılar; bir de ne görsünler, Yahudilerden ganimet olarak ele geçmiş, bir deri pabucu aşırmış.” Bu örneklerin kaynaklarını Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” kitabında bulabilirsiniz. (x) * * * DEVLETİ soyanların cenaze namazını kılmamak... Ne dersiniz, mezarlıklar, son namazı kılınmamış mevtalarla dolar mı? Yaşar Nuri Öztürk yedi yıl önce bunları yazınca mırın kırın edip, lafı eveleyip geveleyenler acaba şimdi ne derler? Ya da “Yağma Sofrası”nın doymak bilmeyen oburları... “Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say/Hasep, nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray/Bütün sizin efendiler konak, saray, gelin alay,/Bütün sizin bütün sizin hazır hazır kolay kolay. Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin/Doyuncaya, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.” * * * BU sofrayı bırakıp cenaze namazını kim düşünür? _______________________________ Sevgili Hasan Pulur'a sevgi ve saygılarımızla...
  19. Evet hukukun üstüğünlüğü demek herşeyden önce BİR ULUSUN YAŞAYAN HAK ANLAYIŞIDIR ve bu nedenle hukukun üstünlüğü isimli bir organ tabiki vardır... Sevgili FUZULİ Arkadaş... Anayasalar, devletin yönetim biçimini, yurttaşların hak ve özgürlüklerini düzenleyen özgün ve üstün hukuk kurallarını içerir. Yasama, yürütme ve yargı organları, tüm gerçek ve tüzelkişiler, anayasaya uymak zorundadırlar. Anayasamızın 2. maddesine göre ''Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.'' Hiç kimse hukukun dışına çıkamaz, hukuka aykırı davranışlarda bulunamaz. Anayasanın hiçbir yerinde devletin ve devlet adamının üstünlüğünden söz edilmemiş, hukukun üstünlüğü gündeme getirilmiştir. Çünkü devlet hukukun üstünde değildir. Bu nedenle devletin hukuk kurallarına göre yönetilmesi, demokrasinin ana kuralıdır. Anayasa Mahkemesi’ne karşı gösterilen ölçüsüz ve sert tepkiler ise, insanlığın 20. yüzyılda Almanya’da ve İran’da yaşanan trajedilerini anımsatmaktadır... Anayasa Mahkemesi’nin son kararı, sadece Anayasa Hukuku-Siyaset ilişkilerini değil, Türkiye’nin kuruluş ve var oluş felsefesini de kapsayan bir karardır... Yani hukukun ideolojisi olmaz, olamaz... Yoksa AKP zihniyetinin hukuka mudaale etmeye kalkması sonucunda düşeceğin durum yukarıda bahsettiğim gibi 20. yüzyıl Almanya ve günümüz İran'ıdır... Umarım anlaşılmıştır... Saygılar...
  20. Mesele ben Türk - İslam kültürüne karşıyım... Walla bana göre Türk - İslam düşüncesi tamamen tasviye edilmeli ve çağaş, demokrat, laik, bilimi felsefe edinmiş, ülke değerlerine ve dini düşünceleri kirli politikalara bulaştırmayan, geleceği düşünen ve gelecekte sağlıklı, bilgili, gelişmeye açık, araştıran, sorgulayan kişilerle gerçekten çok mutlu oluruz inanın... Ama doğmalar ve doğma zincirine bağlanmışlarla asla çünkü bu düşüncelere bürünmüş toplumların ilkelliği, geriliği ve ortada...
  21. Sizlerin özlediği düzende bırakın demokrasiyi zerre kadar insan hakları bile yok... ******* Burası Türkiye Cumhuriyeti ve asla İslam Cumhuriyeti olamayacak.... Demokrasi diyorsunuzda... Demokrasiyi en çok kullanan dinci kesim ülkeyi karanlık bir doğmaya doğru adım adım götürmeye çalışıyor... Peki onndan sonra ne olacak... Ne mi olacak?... Kara kara çarşaflı insanlar, cüpheli bilmem ne dine sahip kişiler, papazlar, erkek eğitimciye soru bile sormayı günah sayan kadınlar... Eee sonra... Bu mu olmalı peki... ***** Sen demokratik hak olarak dinini yaşa tabiki... Ama asla devletin tepesine bir bez parçasını geçirmeye çalışma, ona dini yönetim anlayışı bekleme... Bu olamaz, olamayacak, olmamalıda... Birkere bunu bileceğiz... Saygılar..
  22. Demek ki bundan sonra, hele bu karardan sonra tekrar türbanı serbest bırakacak yasa, anayasa değişikliklerini gündeme getirmek dahi, artık kesinlikle parti kapatma nedenidir. Bu hangi parti olursa olsun.
  23. Bugün Batı; Bugünkü kökten dinciliği İslam'ın bir iç meselesi olarak görmekte, sorunun gene İslam'ın kendi içinde çözülmesi için 'radikal İslam'ın karşısında 'ılımlı İslam'ın güçlenmesini savunmaktadır. Ancak yine bugün gelinen noktada, ılımlılar ve radikaller olarak gruplamanın beklenen sonucu sağlamadığı, tam tersine radikallerin bu yaklaşımdan cesaret ve yürek kazanarak ılımlılardan bazılarını saflarına katarak daha da güçlenmesine yol açtığı görülmektedir... ***, al anayasayı eline, istediğin gibi ör! Oldumu şimdi... AKP bütün bu olumsuz gidişe çanak tutmuştur ve bundan vazgeçmeyecek görünmektedir... İşte bu nedenle AKP kapatılacaktır ve kapanmalıdır da... Saygılar..

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.