Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİPNOT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.258
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Her nedense Londra gördüğüm kadarıyla Paris kadar güzel ve albenili bir şehir değil... Londra genel olarak sıkıcı ve tekdüze bulanlar çoktur... Ancak herşeye rağmen dünya başkentlerinden biridir ve Londra’da olmak gerçekten insana dünyanın ortasındaymış hissini fazlasıyla vermektedir... Burada herşey sizi bilgilendirir, geliştirir; okunan, görülen, rastlanılan hemen herşey yeni bir açılım sağlar ve sizi farklı alanlara sürükler. Her nerede olursa olsun Dükkanlar bile böyle sanki... Londra dünyanın bek çok ülkesinden insanla karşılaşabilirsiniz ve bu da onun çok çeşitli bir kent olduğunu gösterir... Gördüğüm kadarıyla öyle kozmopolit bir yapı var ki gerçekten insanı büyüleyebilir... Bir bakarsınızKimi bölgelerinde, sokakları, sokak yaşantısı çılgıncadır, Bir bakarsınız kimi yerlerinde bu yaşantı sefilleşir, başka bölgeleri çok ağırbaşlı ve ciddidir, diğerleri ise oldukça şık veya huzurludur... Bu şehir Avrupa’nın finans merkezidir... Yani bütün bunlar ve başka özellikleri birleşip Londra’yı heyecan veren bir kent yapar... Açıkçası tatilim süresince bunu her zaman issettim... Amaaa Londra’nın büyüleyici ve heyecanlı havasını bir türlü yakalayamayan tek unsur kentin mimarisidir, daha doğrusu çağdaş yapılarıdır... Kitapçılarına girdiğinizde mimarilik ile ilgili birçok kitap ve yayınla karşılaşabilirsiniz... Bu da londarayı çağdaş yapı yapmakta çekinceli ve cesaret sahibi yapamıyor gibi bir izlenime kapılabilirsiniz.... Bu kısa tanımdan sonra gelelim gezimize.. Tabiki burasıyla ilgili sık sık bilgi vereceğim... Umarım bir açılım ve bir ışık olurum... İlk gezi bölgemiz... Meşhur Londra köprüsü... Yani Tower Bridge (tover bric)... Köprü ile geniş bilgiyi... Buradan... ulaşabilirsiniz... Ve şimdi çektiğim fotoğraflardan birkaçı... (900'ün üzerinde Londra ile ilgili Fotoğraf çektim fakat en önemlilerini şimdilik bekletmem gerektiğini anlayışınızız zenginliğine bırakıyorum...)
  2. Yaklaşık 4 gündür Foruma giremiyorum ve ileti gönderemiyorum... Ve bunun nedenini henüz anlamış değilim... Sanıyorum bir sorun var ve umarım giderilmiştir... (Bu bir deneme iletidir..)
  3. Londra'da buluşmak ve... En güzel fotoğraflarla burada olmak ümidiyle... Sevgi ve saygılar... DİPNOT...
  4. Çok teşekkür ederim mavi... Cansın sen... İnce, nazik olan Duygu ve düşüncelerin karşılıksız değil... Evet dediğin gibi keşke gelebilseydin... Ama umarım başka bir gezide buluşma sözümüz var... (Herşey için sanada kocaman sevgiler ve teşekkürler...) Kendine çok iyi bak... Olurda bilgisayarının problemini halledebilirsen... Yolculuğumda beni yanlız bırakmıyacağından hiç kuşkum yok... Sevgilerle şimdilik hoşça kal mavi... DİPNOT...
  5. 1 gün programı... Yerel saat ile 10.50 de Stansted Havalimanı'na varışın ardından özel otobüsümüzle panoramik şehir turu. Görülecek yerler arasında; Parlemento Binası, Big Ben Saat Kulesi, Westminister Köprüsü ve Manastırı, Trafalgar Meydanı, Amiral Nelson Anıtı, Hyde Park, Kuleli Köprü, Buckingham Sarayı, Oxford ve Regent Alış-veriş Caddeleri, Royal Albert konser binası, Thames Nehri, Piccadilly Meydanı bulunmaktadır. Evet yarın yorucu bir gün olacak anlaşılan... Herkese yürekten sevgiler... DİPNOT...
  6. Çok teşekkür ederim sevgili nyx-fallen angel... Gezimin iyi geçmesi ve görmem gereken yerler olarak yapmış olduğunuz çalışma ve bilgilere ne kadar teşekkür etsem azdır inanın... Ve size de ne kadar fazla zahmen vermiş olduğumu uzunca ve en ince hayrıntısına kadar tanıtmaya çalıştığınız geniş ve ayrıntılı Londra bilgilerinin zenginliğinden anladım... Fakat şuna Emin olabilirsin sevgili nyx-fallen angel... Gezimin güzel geçeceğinden hiç kuşkum yok... Sizinde olmasın... Çünkü o kadar güzel anlatmışsınız ki Londra'yı... Sayenizde yaşadığım şehre gidiyormuş gibiyim... Herşey için tekrar tekrar teşekkürler... Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
  7. Seni sevmeyende sevgili godzilla.. Hayrıca... Herzaman olduğu gibi burada da bu kadar güzel, yumuşak, düşündürücü ve dostane nitelikteki şakalarına alınmak olur mu hiç... Tam aksine çok ta keyif aldığımı ve mutluluk duyduğumu da bilmeni isterim... Sizler gibi içten ve samimi dostlarımıza herzamankinden daha fazla ihtiyacımız var... Sevgi ve saygılar... DİPNOT...
  8. Canım arkadaşım benim... Güzel bir yaklaşım... Teşekkürler... Gerçekten çok çalıştım bu yıl ama inan... Hak ettiğimi düşünüyorum... Saygı ve sevgiler godzilla... DİPNOT...
  9. Ingilterenin başkenti LONDRA... Kısaca buluşma kaynaşma mekanı bilinen gizemli yer... Öncelikle LONDRA hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse: Farklı tatlar ve farklı insanlarla beraber olmak isteyenlerin Avrupa’daki birinci tercihi senelerden beri hep Londra oluyor / olmakta. Yani bu da tabiki sebepsiz yere değil; 2000 yıl önce bir kaç bin kişilik bir Roma şehri olarak kurulan londra bugün yedi milyonlar insanın yaşadığı, her yıl milyonlarcasının ziyaret ettiği kozmopolit bir şehir olduğunu biliyoruz... Türkçe ve Türkler dahil pek çok dilin konuşulup pek çok milletin beraber yaşadığı bir dünya şehri Londra ve dünyanın en önemli sanat eserlerini ve tarih kalınıtlarına ev sahipliği yapan bir kültür kenti aynı zamanda. British Museum Türkiye dahil pek çok ülkeden gelmiş olan tarihi eserleri ile her gün binlerce misafirini büyülemeye devam ettiğini de... Görülecek Yerler 2000 yıllık bir tarih, 150 müze, 600 sanat galerisi, dünya tarihinin önemli dönemeçlerini yansıtan eserler… Londra'yı gezmek gerçekten başlı başına bir uğraş... The Tower of London, St. Paul’s Cathedral, Westminster Abbey, Big Ben, Houses of Parliament, Buckhingham Pallace, British Museum, Tate Gallery, National Gallery ilk anda akla gelen cazibe merkezleri. Aynı zamanda; Trafalgar Square, Shakespeare’s Globe Theatre, Millennium Dome in Greenwich, mutlaka görülmesi gereken yerler olarak bilinir... Hyde Park, Regent’s Park, St. Jame’s Park, Londra'nın olmazsa olmazları. Londra Hayvanat Bahçesi’ni de mutlaka göreceğim yerlerden... Veee Thames nehri üzerindeki tekne turları.... Hayrıca British Museum'da ücretsiz... Tabiki bütün bunları siz formun güzel insanlarıyla paylaşmakta var... (Belki birilerinizle Londra'da karşılaşmakta)... Tüm form arkadaşlırama iyi bayramlar, güzel ve huzurlu tatiller... Dostluğunuzla ve sevginizle kalın... .................. (Unutmadan... Sevgili nyx-fallen angel ve Mavi olmayan gökyüzü'ne bu tatilim için bugüne kadar yapmış oldukları gezi programı ve düşünceleri için çok çok teşekkürler... Her iki arkadaşımada yürekten Sevgiler...) .............. Saygılar... DİPNOT... window.google_render_ad();
  10. Dinin ne çok mucizelere ihtiyacı var... (Zayıflığından olsa gerek) Ve bana tümü gülünç gelmekte... DİPNOT...
  11. CENNET CENNET DEDİKLERİ... Cennette bir kalabalık Bir kalabalık İğne atsan yere düşmez Çukurova ırgat kahvesi gibi mübarek Ama öylesine değil Lüküs, kibar Duvarları silme muhallebi Ayın ondördü gibi gılmanlar Gılmanların peşisıra rintler Kırkdokuzluk ab-ı Kevserler patlatılmış Çiğer kebapları sulu mu sulu... ____________________________ Oktay Rıfat / Fadik ile Kuş...
  12. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    Püf Noktası... Temmuz 2007'den günümüze kadar sürüp giden ve "küresel çapta" katlanarak artan "kriz" üzerine ne kadar çok tartışılırsa tartışılsın, Ne kadar "felsefe" Ve "analiz" yapılırsa yapılsın, Ne kadar "sentez" üretilirse üretilsin Ve ne kadar olumlu ya da olumsuz senaryolar sahnelenirse sahnelensin, Sorunun özünün kapitalizmin kalıtımsal hastalığı olan "aşırı-üretim krizi" olduğu bir gerçektir. İster 1929 boyutunda bir "kriz" patlak vermiş olsun, İster 1929'dan daha az veya daha çok şiddetli bir "kriz" ortaya çıkmışolsun, Kapitalizm varlığını sürdürdükçe, Bu ve benzeri sayısız "kriz" bir sarmal biçiminde varlıklarını sürdürecektir... Saygılar... DİPNOT..
  13. Ece Temelkuran, 19 Eylül'de, Pazar Milliyet'te "Allah halleder!" başlıklı yazısı... Yazının spot yorumunu şöyle aktarıyor: "Yüksek reytingli mistik dizilerin yaptığı şey insanları sadece tek adaletin tanrının adaleti olduğuna inandırmak değil. Aynı zamanda mümtaz Türk aile sistemini dini vurgularla pekiştirmeye de çalışıyorlar." Temelkuran, ilahi adaleti savunan görüşlerin sadece yaşlıların ağzından çıkmasına da takılmış: "Nine, bakacak durumları olmadığı için üçüncü bebeğini aldırmaya giden gelinine 'Allah'ın verdiği can alınmaz' diyerek kürtaj karşıtı propagandasını yapıyor. Sonra anne kürtaj yaptırıp hastaneden dönünce bir çocuğunun diğerini öldürdüğünü sonra da 'katil' çocuğun çamaşır makinesinin içinde boğulduğunu görüyor. İşte büyüklerin sözünden çıkanın sonu budur! Sonunda nine son sözünü söylüyor: 'Ben sana demiştim!'. 'Allah'ın sözü' bu dizilerde hep ihtiyarların ağzından çıkıyor nedense. Ölüme yakın olanlardan. Ölüme yakın olduğu için hayatı kıskanandan, lanetleyenden. Yaşayanı, özgür yaşamak isteyeni korkutandan. Korku dolu Allah'lar bunlar."
  14. DÜNYADA 10 MİLYON KİŞİ MÜLTECİ Dünya genelinde mülteci sayısının son 5 yılın en üst seviyesine çıkarak yaklaşık 10 milyona ulaştığı bildirildi. Birleşmiş Milletler (BM), mülteci sayısında yaşanan büyük artışın en önemli nedenlerinden birinin Irak'taki şiddet olduğunu açıkladı. "2006 Küresel Eğilimler" başlıklı BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin hazırladığı raporda, 2005 yılındaki mülteci sayısının 2006 yılı sonunda dünya genelinde yüzde 14 artarak 10 milyon kişiye çıktığına dikkat çekiliyor. Kendi ülkesi içinde yer değiştirenlerin sayısının da 2006 sonu itibarıyla bir önceki yıla göre ikiye katlanarak yaklaşık 13 milyon insana ulaştığı belirtiliyor. 2002-2006 sonu arasındaki dönemi kapsayan araştırma sonuçları, 2002'de düşüş eğilimi gösteren mülteci sayısında büyük bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Raporda bu artışın ana sebepleri arasında ilk sırada Irak'taki durumun yer aldığı bunu Lübnan, Sri Lanka, Doğu Timor ve Sudan'daki çatışma ortamının izlediği kaydediliyor. İsrail işgali ve yaşanan çatışmalar sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalan BM gözetimindeki yaklaşık 4.3 milyon Filistinli ise rapordaki 10 milyona varan mülteci sayısına dahil değil. 'İstediğimiz özgürlük bu değil' Irak'tan kaçan yaklaşık 1.5 milyon kişinin, çoğunluğunun Suriye ve Ürdün olmak üzere başka ülkelerde yaşadığı tahmin ediliyor. Ürdün ve Suriye, göçü engellemenin yollarını ararken iki ülkenin aldığı sert önlemler mültecilerin durumunu daha da zorlaştırıyor. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve ailesiyle Suriye'ye sığınan bir Iraklının şu sözleri ise dikkat çekiyor: "Burada daha ne kadar kalabiliriz ki? Bir yardım kuruluşunun verdiği 30 dolar aylıkla geçinmeye çalışıyoruz. Irak'a da geri dönemeyiz. Daha yolda ölmüş oluruz. İşgalden sonra dünyanın geri kalanı gibi özgürce yaşayabileceğimizi ummuştuk ama ne yazık ki tam tersi oldu. Biz özgürlük istemiştik ama kesinlikle bu yolla değil." Iraklılar, Afgan halkından sonra dünyanın en büyük mülteci toplumunu oluşturuyor. 2 milyonu aşkın Afgan'ın ülkesi dışında yaşadığı belirtiliyor... Ya AVRUPA YAPIMI TÜRKLER... Sevgi ve Saygılar... DİPNOT...
  15. “Ortada iki tane kutu var. - Kemalist kutusu, - AKP/liberal kutusu. Sen başka bir şey söylüyorsun ama sana ayrı kutu açmıyorlar. Kolunu bacağını kırıp seni var olan kutulardan birine koyuyorlar. Sığsan da sığmasan da...” NEDEN?...
  16. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    Asıl güzel insana... Mavi... .... “Ben bir demokratım. (İyi başlangıç) Ben bir vatanseverim. (Güzeeel!) Ben bir Atatürkçüyüm. (İnce ayar!)” Saygı ve sevgiler... DİPNOT...
  17. TANRININ KIRINTILARI... .......... Müslüman dünyasının en ince kılcal damarlarının ucundaki ücra kasabalarda yankılandı nefret. Beyrut'ta gördüm, Allah'tan başka hiçbir şeyleri kalmamış insanlar için ne demek o konuşmalar. Bir kez daha anladım: Onların sarışın "tanrıları" ile ötekilerin esmer "Allah"ı "kapıştırılacak" ve kan akacak muhakkak. Akıyor da. Biz çok sonra bu tarihleri bir bir yazıp alt alta, eğer o çok sonrada kâğıt, kalem ve yazı kalırsa, "O günlerde başladı Karanlık Zaman" diyeceğiz belki de. O günler geldiğinde şimdi başlatılmaya çalışılan, başlamış olan dinler savaşının bir dinler savaşı değil, tıpkı her savaş gibi yoksulluk ve zenginlik, güç ve güçsüzlük savaşı olduğunu anlatacağız çocuklarımıza. Eğer torunlarımız yaşıyor olurlarsa böyle anlatacaklar torunlarına. Belki o zaman insanlar anlayacak Tanrı'nın hepimizin içinde olduğunu... ....... Hepimiz Tanrı'nın kırıntılarıyız. "En el hak" hepimizin hakkı. Kırıntılar olduğumuz için hepimiz birleştiğimizde bir tanrı oluşturuyoruz bu yüzden birleşebildiğimizde. Ve bu yüzden işte, sorduklarında "İnanıyor musunuz?" diye, "İnanıyorum" diyorum, "İnsanlığa inanıyorum". Çünkü bir araya geldiğinde Tanrı'yı yaratabilecek tek güç onda, her bir kırıntı toplanıp birleştiğinde. Her bir insanın Tanrı'nın bir kırıntısı olduğuna inanabildiğinde insanlar, aynı Tanrı'nın kırıntıları olduklarına, dünya, yani belki ancak o zaman, kurtulacak. "Lekesiz aklın ebedi gün ışığında"... O zaman ne dinlere ihtiyaç olacak ne de kılıçlara. O zaman birbirimizin yüzüne Tanrı'nın yüzüne bakar gibi hayret ve hayranlıkla bakacağız. Biricik ve fakat bir oluşumuza şaşarak bakacağız. Ancak o zaman birbirimize hiç kıyamayacağız... .... En eski kitaplara... Ama o güne dek... İnsanlık en eski kitaplarına geri dönüyor. Yüzyıllardır yazılmış olan büyük kitapların hepsinden vazgeçiyor yeryüzü. Yirminci yüzyıla kadar tutunulan, aklın ve mantığın biriktirdiği büyük İskenderiye Kütüphanesi'ne öfkeyle dalıyor kalabalıklar. Kızıyorlar. Kitaplara kızıyorlar. Bunca kitabın kendisini kurtaramadığına kızıyor insanlık. Aklın yazdığı kitapları bu yüzden parçalıyorlar. Ve tıpkı tek tek hepimizin yaptığı gibi korktuğunda, yeryüzü kalabalıkları da şimdi ilk bildiklerine, ilk bilgilerine geri dönüyorlar. Bir ruhları olduğunu onlara hatırlatan tek şey dinleri olduğu için, insanlık öyle yoksun, öyle mahzun bırakıldığı için, o en eski kitaplara sarılıyorlar. Üstelik öfkeli oldukları için de o kitapları belki bugün, yanlış okuyorlar. Tanrı'nın hepimize, hepimiz aracılığıyla kendisi olduğumuzu, kendisinin küçük parçacıkları olduğumuzu söylediğini duyamayacak kadar gürültü yapıyorlar. Gürültüde olmayan sesleri duyuyorlar göklerden. Göklerden gelen sesleri, kendi seslerini yanlış duyuyorlar. Ben böyle bildim. Tanrı'yı ve insanları böyle bildim. Bu dünyayı da gördüm: Ne bizim bu dünya, Batı'nın vaat ettiği gibi. Ne Allah'ın, Doğu'da şimdi kimilerinin yorumladığı gibi. Bu dünya kimsenin değil. Biz kimse değiliz. Biz Tanrı'nın kırıntılarıyız işte, birbirine inanmak zorunda olan. Ben böyle bildim. İçimde... Okuduğum bütün kitaplardan önce... Herkese saygı ve sevgiler... DİPNOT... ____________________________ Sevgili Ece Temelkuran'a saygı ve sevgilerimizle...
  18. DİPNOT

    DİPNOT'lar...

    Güzel bir paylaşım olmuş... Dipnot'tan mavi olmayan gökyüzü'ne sevgiler... _________________________________________ Ne'sini anlatayım. / Sırtı postal yorgunu Bir tarih bizimkisi. / Lisede derslere Askerle girdik. / Onlar ne öğrendi bilmem. Biz korkmayı öğrendik... ______________________________________Gürkan Kesici...
  19. SORULARIM... 1- Neden?...Gericiliğe, ırkçılığa ve faşizme karşı savaşım verilmezse, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkılmazsa eşit, özgürlükçü, laik demokratik bir cumhuriyet olmaz!... 2- Neden?... Yaşadığımız coğrafya barış ortamına taşımak istenmiyor/becerilemiyor... 3- Neden?... Dinci, ırkçı, şoven milliyetçilikten uzak durup, demokrasiyi araç olarak değil amaç olarak görmek zorunda olunur... 4- Neden?... Diyarbakır’da, Hakkâri’de 17 yaşındaki gençlerimize, sapan taşıyla eylem yaptıkları için “terör örgütü üyesi” suçlamasıyla 13 yıl hapis cezası verilmesi düşünülürde, Bu gençlerimizin sorunlarına, ihtiyaçlarına, geleceklerine bir dem olsun kafa yorulmaz ve çözüm bulunmaz... 5- Neden?... Güneydoğu, tarikat şeyhlerinin, şıhlarının, aşiret reislerinin, sadaka dağıtan dinci vakıf ve derneklerin kuşatması altındadır bugün... 6- Neden?... Gerici hareketlenme Diyarbakır’dan başlayıp Batman’a değin tüm bölgeyi kuşatma altına almış durumda... 7- Neden?... Biat kültürü, bireyi “kul”a dönüştürmüş!... 8- Neden?... 12 Eylül faşizminin getirdiği Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası yerli yerinde dururken, her konuda “ahkâm kesen” AB, nedense antidemokratik yasalara ses çıkarmaz/çıkartmaz istemez... Saygılar... DİPNOT...
  20. Hukukçu değilim, ama bildiğim kadarıyla evrensel İnsan Hakları ilkelerine göre bir kişinin hukuk eğitimi almamış, yargıç olmayan biri tarafından yargılanabilmesi, dolayısıyla hukuk eğitimi almamış birinin mahkemelerde, başkanlık şöyle dursun yargıç olabilmesi kesinlikle söz konusu dahi edilmese gerektir. Bu nedenle, vergilerini düzenli ödemiş bir vatandaş sıfatıyla yetmiş küsur yıldır bütün yükümlüklerini düzenli yerine getirdiğim devletin yapısını öğrenip tam kavrayabilmek için hukukçularımıza, özellikle de anayasacı hukukçularımıza sormak istiyorum: Gazetelerin yazdığına göre hukuk eğitimi almamış Sayın Haşim Kılıç, üstelik bir mahkemenin başkanlığına nasıl getirilmiştir acaba? Ya da, Anayasa Mahkemesi mi bir mahkeme değildir yoksa? Ama Anayasa Mahkemesi dediğimiz bu kurul, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hem seçim yasası, vergi ve muhasebe yasası gibi yasaları çiğnediği, hem de rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu suçlamasıyla yaptığı başvuru üzerine siyasi partiler hakkında davalar açarak yargılayıp kapatma cezası verebilmekte, hatta tıpkı bir asliye ceza mahkemesi gibi verdiği bir cezayı para cezasına da çevirebilmektedir. Oysa bir siyasi partinin rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunması ile yöneticilerinin örneğin seçim yasalarını çiğnemesi veya muhasebe kurallarına aykırı davranması çok farklı nitelikte suçlardır. Yani, rejimi değiştirmeye kalkışmak gibi bir siyasi suç ile yasaları çiğneme suçlarını aynı kefede değerlendirilebilmek acaba gerçekten mümkün müdür? Fakat bilindiği gibi yalnız siyasal partilerin yöneticileri değil, yasaları çiğnemeleri örneğin yolsuzluk yapmaları halinde yürütme erki üyesi bakanları, başbakanları, yüksek aşamalardaki memurları da Anayasa Mahkemesi yargılamaktadır. Bu nedenle, örneğin hukukçu olmayan Haşim Kılıç’ın başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi’nin yolsuzlukla suçlanan bir bakan hakkında vereceği kararın çağdaş hukuk anlayışına uygunluğunu, kararda hiçbir hukuksal gölgenin bulunmadığını öne sürebilmenin olanağı var mıdır? Üstelik ilginçtir, yasaları çiğnemek, yolsuzluk yapmak gibi suçlarından hükümet üyesi bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılarken bu kurula, her ne hikmetle ise “Anayasa Mahkemesi” de değil, “Yüce Divan” denilmektedir. Oysa yolsuzluk vb. gibi suçlarla ilgili davalara çağdaş hukuk anlayışına göre ancak yargıçlar bakabileceği için, bu kurula “mahkeme” denilse gerektir aslında. Kuşkusuz, devletin yapısını (rejimini) değiştirmeye yönelik girişimlerinden dolayı bir siyasi partinin yargılanması hukuk dışı disiplinleri de gerektireceğinden, bu kurullarda hukuk dışı mesleklerden kişilerin de bulunması bir anlamda zorunlu da olabilir. Batı’da da devletin yapısına (rejimine) yönelik girişimlerinden dolayı siyasi partileri yargılayan kurullara bu nedenle “Yüce Divan” anlamında “Supreme Court” denilmektedir ola ki. Dolayısıyla bizde de partileri devletin rejimine yönelik girişimlerinden dolayı yargılayan kurula “Anayasa Mahkemesi” yerine “Yüce Divan”, yasaları çiğnemelerinden dolayı siyasi partileri, yolsuzluk yaptıkları için bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılayan kurula da “Yüce Divan” yerine “Anayasa Mahkemesi” mi denilse gerektir acaba? Gene, değerli anayasa profesörlerimize sormak istiyorum: Bir yasanın içinde “değiştirilmesi yasama erkince dahi teklif edilemeyecek” maddelerin bulunmasının çağdaş hukuk mantığıyla, egemenliğin kayıtsız şartsız halka devredildiği ve kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir devlet anlayışındaki yasama ve yargı erkleri kavramlarıyla bağdaştırılabilmesi gerçekten mümkün müdür? Yoksa “anayasa” dediğimiz metne de aslında “yasa” değil, “toplumsal sözleşme” veya “devletin kuruluş hukuku” mu denilse gerektir acaba? Dilimizdeki bu çarpıklık da, Frenkçe “constitution” kavramını yüz küsur yıl önce Doğulu bir kurnazlıkla “condition” sözcüğüyle karıştırıp Osmanlıcaya “Kanun-i Esasi” diye aktaran Tanzimat aydınlarının, La Charte Constitution veya Constitution act / Constitution Government / Constitution State deyimleri için de “şartlı yönetim” anlamında “Meşrutiyet” diye bir sözcük uydurmalarının yarattığı bir yanılgı yüzünden mi sürmüş gelmiş, gene Osmanlıların deyimi ile bir “galatı meşhur” olmuştur? Sayın hukukçularımız, 1921 yılında “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” haline dönüştürdüğümüz, 1945 yılında da “anayasa” diye çok şirin Türkçe bir karşılık bulduğumuz “teokratik” devletlere karşı Batılıların Rönesans döneminde yüzyıllar boyu süren kanlı savaşımlar sonunda gerçekleştirdiği “laik devletin” kuruluşu ile ilgili Toplum Anlaşması, Kuruluş Sözleşmesi ya da Kuruluş Hukuku anlamındaki bu kavramın, devletlerin yönetimleriyle ilgili basit bir terim olan “yasa” sözcüğüyle özdeşleştirilebilmesi gerçekten olanaklı mıdır? Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı ile birlikte “Anayasadaki değiştirilemez ilkeler” konusunda bir uluslararası sempozyum düzenlemekte herhangi bir sakınca görmemesi de bu yanılgıdan mı kaynaklanmaktadır acaba? Sanki bir yasa adıymış gibi yüz küsur yıldır hiç tartışmadan sürdürüp geldiğimiz şu Frenkçe constitution kavramının anlamını sevgili hukukçularımız, değerli anayasa profesörlerimiz n’olur biraz açıklasalar, bizleri biraz aydınlatsalar!.. Rica ediyorum.... Saygılar... DİPNOT... (Sevgiyi Demirtaş Ceyhun'a sevgi ve saygılarımızla....)
  21. Cehennemden kaçarak buraya ulaştım. Hissettiğim tek şey acıydı. Tükenmiş durumdaydım. Bugüne kadar geçen yılları hayatımdan çalınmış zaman dilimi olarak görüyorum... ” Bu sözler Afrika ülkesi Ruanda’da, tam on dört yıl önce 100 gün içinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu’nun katledilmesiyle sonuçlanan soykırımdan kaçmayı başararak, 3 yaşındaki çocuğuyla birlikte 2000 yılında İngiltere’ye sığınma talebinde bulunan tecüvüz mağduru Stella Mpaka‘ya ait. Uzun süren hukuk mücadelesinde bir sonuç alamayan Mpaka Londra’da faaliyet yürüten Crossroad Women’s Centre’da, ‘Tecüvüze Karşı Kadın Grubu’yla tanışmasının sonunda ve tam 7 yıl süren bir hukuk mücadelesinin ardından İngilte’de kalma izni almayı başardı… “Kız kardeşime ve anneme kaç tane askerin tecavüz ettiğini gördüm. Korkmuştum ve eğer orduya katılırsam bunlardan korunmuş olacağımı düşündüm. Kendimi korumak istemiştim… Sadece 12 yaşındaydım ama gece boyunca diğer askerler tarafından sürekli dövüldüm ve tecavüze uğradım. 14 yaşıma geldiğimde bir bebeğim vardı. Babasının kim olduğunu bile bilmiyorum. Kaçtım… Gidecek yerim ve bebeğime verecek yiyeceğim yok.” Bunlar ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde köyü saldırıya uğrayan 12 yaşındaki Natalie’nin sözleri. Natalie’nın nerede olduğu şu an bilinmiyor… Yukarda anlatılan iki olay dünya çapında hala oldukça yaygın olan kadına yönelik tecavüz ve şiddet olaylarına örnektir. Tecavüz insana yönelik şiddetin en uç biçimidir. Uzmanlar, tecavüzün, içinde damgalanmayı taşıdığı ve toplum için de ‘utanç’ olarak taşındığı için, büyük oranda gerçeğin altında belgelenmekte ve nadiren cezalandırılmakta olduğuna dikkat çekiyor. Bu konuda yayınlanan raporlar ve araştırma sonuçları da durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Dünya çapında her beş kadından biri hayatlarında tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı olacaktır (WHO 1997). İrlanda’da Dublin Tecavüz Kriz Merkezi’ne 2007 yılında başvuran kadın sayısı 320. Bu oran 2001 yılında 158 olarak kayda geçmiş. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Kadın Çalışma Grubu (NWS) raporuna göre yılda ortalama 683 bin kadın ülkede tecavüze uğruyor. Bu her üç dakikada bir kadının tecüvüze uğradığı anlamına geliyor. Güney Afrika’da her gün 147 kadın tecavüze uğramaktadır. (Güney Afrika Irk İlişkileri Enstitüsü 2003). Fransa’da her yıl 25,000 kadın tecavüze uğruyor (Avrupa Kadınlar Lobisi, 2001). Türkiye’de kadınların %35.6’sı bazen, %16.3’ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor (2000 yılında yayınlanan taramalar, Müslüman toplumlarda kadın ve cinsellik, WWHR Yayınları: İstanbul, 2000). Uluslararası Af Örgütü’nün 2004 yılından beri sürdürdüğü ‘Kadına Yönelik Şiddet Kampanyası’na göre, sebebleri ne olursa olsun dünya genelinde her 3 kadından 1′i yaşamı boyunca eşinden, erkek arkadaşından ya da aile bireylerinden kötü muamele görüyor, dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. 15 – 40 yaş arası birçok kadın kanser, trafik kazaları yada sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölmekte yada yaralanmakta. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70′i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor. Her yıl iki milyon kızın cinsel organları sünnet edilme riski taşıyor. Kişiler arası şiddetin silahlı çatışmalar bittikten sonra da kısmen de olsa silahların mevcut olması nedeniyle kadına yönelik erkek şiddeti yüksek oranda devam ediyor. Normalde yaşıyor olması gereken en az 60 milyon kız çocuğu cinsiyet tercihli kürtaj veya erkek çocuklarından daha önemsiz olarak görüldükleri için yetersiz bakım nedeniyle çeşitli toplumlarda “kayıp”lar. (E, Joni Seager, 2003). Kadına yönelik şiddetin önüne geçilememesinin en önemli nedenlerinden biri de, bu şiddeti uygulayanların sıklıkla kontrolsüz ve cezasız kalıyor olması. Bazı ülkelerde bununla ilgili hiçbir yasa yokken, başka ülkelerde ise yasalar bazı şiddet biçimlerini cezalandırabilirken, bazılarını yasa dışı bırakıyor. Gerekli yasaların bulunduğu durumlarda bile birçok ülkede yasalar tam olarak uygulanmıyor. Dünyada 79 ülkede aile içi şiddete karşı hiç yasa yok (ya da bilinmiyor) (UNIFEM, Not a Minute More, 2003). Yine aile içi tecavüz sadece 51 ülkede cezai bir suç olarak tanımlanıyor (UNIFEM, 2003). BM Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü’nün 1994-2003 incelemesinde, incelenen ülkelerin neredeyse tamamında kolluk kuvvetleriyle ilgili sorunlar olduğu ortaya çıktı. Dünya çapında, 2003 yılında en az 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunurken, sadece 16 ülkede cinsel saldırıyla ilgili özel yasa bulunuyor; sadece 3 ülkede kendi başına kadına yönelik şiddeti suç fiili kategorisi olarak tanımlıyor (Bangladeş, İsveç ve ABD) (A, UNIFEM 2003). Bolivya, Kamerun, Kosta Rika, Etiyopya, Lübnan, Peru, Romanya, Türkiye, Uruguay ve Venezuela’da, ceza yasası uyarınca tecavüzcü kurbanla evlenmeyi teklif eder ve kurban da kabul ederse serbest bırakılmakta. (D, Joni Seager, The Atlas of Women, 2003). Sözde “namus” savunması (tamamen ya da kısmi olarak) Peru, Bangladeş, Arjantin, Ekvator, Mısır, Guatemala, İran, İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan, Türkiye, Batı Şeria ve Venezuela’nın ceza yasalarında yer almaktadır (A, BM 2002). 25 Kasım tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacak. Bu nedenle çeşitli paneller, gösteriler, etkinlikler düzenlenerek. İnsanların dikkatleri bu konuya çekilirken, aynı gün tüm dünyada kadınlar fiziksel ve psikolojik şiddet kurbanı olmaya devam edecek... Saygılar... DİPNOT... Ali Keskin / Açıkgazete / http://www.acikgazete.com/?action=journalist&aid=4064
  22. DİPNOT

    TÜRBANLI CHP'LİLER

    VAZGEÇ BAYKAL VAZGEÇ Bu etrafını çevrelemiş kaba softa/ham yobazlarla... Bu kılık kıyafet zaptiyeleriyle... Bu görüntü fetişleriyle... Bu ikna odası mucitleriyle... Bu türban görünce "öcü" görmüş gibi olan yandaşlarınla... Bırak "esaslı bir inkılap" atılımını, "idare-i maslahat" bile yapamazsın... Bu yüzden vazgeç Baykal vazgeç... %70'İ DIŞLAMANI İSTİYORLAR.. Kendilerinin aydınlanmışlıklarından zerre kadar kuşku duymayarak, "çarşaflı-türbanlı kadınları önce aydınlat/sonra partine kaydet" diye akıl verenlerinle... "Çarşaflı-türbanlı kadınlar CHP’ye oy verebilir ama üye kaydedilemez" şeklinde dáhiyane fikirler ileri süren yoldaşlarınla... "Erkek kıyafeti konusunda kanun çıkaran Atatürk’ün kadın kıyafeti konusunda bırak kanunu, herhangi bir yönerge bile çıkarmadığını" bildikleri halde, çarşaflı-türbanlı kadına Atatürk üzerinden düşmanlık yapan dostlarınla... Senden yüzde 70’i dışlayıp, yüzde 30 üzerinden siyaset yapmanı talep eden akıl hocalarınla... Nereye kadar gidebilirsin ki? Bu yüzden vazgeç Baykal vazgeç... Ahmet Hakan... Saygılar..... DİPNOT.... ______________________________
  23. Sanal ortamda plav günü... İnsanın aklına, Yumurtasız omlek gibi birşey geliyor... Hatta... Turşu tatlısı... Ne diyelim... Bizlere emeği geçeceklere kolaylıklar dilemek düşüyor... (Burası Türkiye olmaz, olmaz...) Saygılar... DİPNOT....
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.