GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
LAİKLİK DÜŞMANLARININ YÜRÜTTÜĞÜ EN YIKICI PROPAGANDA:
* * * * * * İlki Osmanlıcı rövanş gericiliğidir; Osmanlının son yüzyılından gelen batılılaşma ve ıslahatlar karşıtı İslamlaşma yanlılarının uzantılarıdır, meşrutiyet İslamcıları diyebileceğimiz bu cenah laik cumhuriyeti hazmedemeyen, hesaplaşmak isteyen; hilafet, saltanat ve şeriat yanlısı işi ecdatperestliğe vardırmış Osmanlıcı rövanş gericiliğidir. Bunlar; Osmanlı'da başlayan ıslahatlara batı taklitçiliği diyerek karşı çıkan, Osmanlının çöküşünü İslam'dan uzaklaşmak, İslami kaidelere riayetsizlik, her şeyin batı taklidi olması nedeniyle toplumun yaşadığı manevi çöküşe bağlayıp, çareyi aslına İslama dönmekte bulan ve de kurtuluş savaşının saltanat ve hilafeti, islamı kurtarmak için yapıldığını iddia eden, Cumhuriyetle hele hele laiklik ve devrim kanunlarıyla hayal kırıklığına uğramış bir kısmı istiklal mahkemelerinde yargılanmış, sonrasında takibatlara uğramış olanlar ve onların derin etkisinde kalan çocukları, öğrencileri, cemaatleridir... Bunlar; Atatürk ve cumhuriyeti de benzer gerekçelerle batıcılıkla, dinsizlikle, dine dindarlara yasaklar getirmek dini toplum hayatından dışlamakla itham etmişler, Cumhuriyet yönetiminin şanlı ecdadı, Osmanlıyı inkar edip, karaladığını, toplumu tepeden inmeci otoriter baskıcı yollarla zorla değiştirdiklerini; dinden ve ecdattan, geçmişle, inançlarıyla olan bağlarından kopardıklarını iddia etmişler, Atatürk ve laik cumhuriyete karşı hınçlanmışlar, kinlerini sonraki kuşaklara taşımışlar bir rövanş peşine düşmüşlerdir. Bu açıdan 2023 onlar için çok önemli bir hedef tarihtir... Tabi bunlara karşı söylenecek çok şey vardır... Bir kere Atatürk ve laik cumhuriyet, dine değil dinin suiistimaline [siyasete, ticarete, feodaliteye alet edilmesine], Osmanlıyı da geri bırakan her gelişmeye karşı çıkan bağnazlığa, yasakçı, günahçı taassuba, hurafelere, miskin kaba softalığa karşıydı... Bunlara karşı mücadele vermişti? Evet, laiklik dinsizlik değildir ama dinin suiistimali ve dine göre devleti düzenlemekte değildir. Kurtuluş savasının hilafet ve saltanatı kurtarmak için yapıldığı iddiasına gelince; Hilafet ve saltanat kurtuluş savaşına destekçi, yardımcı mı olmuşlar? Yoksa kurtuluş savaşı onlara rağmen mi kazanılmıştır? Kurtuluş savaşının ödülüne hangi hakla layık olabilirlerdi, hak eden milletti o hak millete verildi. Elbette cumhuriyet yönetimleri de samimi dindarlar da doğal olarak karşılıklı sıkıntılar yaşamışlardır. Ama bunları bölünmeye, kutuplaşmalara, çatışmalara ancak art niyetli devlet millet düşmanları, kişisel hırs ve emellerini her şeyin üstünde görenler malzeme yapmışlardır. İşte rövanş gericilerimiz sürekli olarak bu gaflet ve hıyanetin içinde olmuşlardır... Bunlar hırs ve hınçla Atatürk'ü İngiliz ajanı, mason, sabetayist vb. karalamalarla toplumun gözünden düşürmeye çalışmışlar ama gelgelim kendileri kapalı kapılar ardında ABD, İngiliz, İsrail elçileriyle, ajanlarıyla işbirliğine gitmişler, mason şeyhlerin ellerini öpmüş, sabetayist şeyhlere tabi olmuşlardır... * * * Bu bilgilendirmenin devamını aşağıdaki linkteki başlıktan okuyabilirsiniz... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...howtopic=121437 *tna
-
Türkiye hiçbir dönemde yolsuzluğu ve kanunsuzluğu kendisi için bir hak ve imtiyaz olarak gören böylesine lekeli bir iktidar tarafından yönetilmemiştir
Siyaset hiçbir dönemde bu kadar kirlenmemiş, Türkiye hiçbir dönemde yolsuzluğu ve kanunsuzluğu kendisi için bir hak ve imtiyaz olarak gören böylesine lekeli bir iktidar tarafından yönetilmemiş ve diktatörlük hevesleri hiç bu kadar gemi azıya almamıştır. En son Almanya’da, uzantısı Türkiye’de bulunan bir yardımlaşma derneğiyle ilgili ortaya çıkan usulsüzlük iddialarının, yargıya intikali ve konunun Başbakan Erdoğan’a kadar uzanması vahim bir durumu daha ortaya çıkarmıştır. Bu iddiaların ciddiye alınması, sonu nereye kadar uzanırsa uzansın tetkik ve tahkik edilmesi elzem bir hale gelmiştir. Konunun Türkiye ayağıyla ilgili olarak Cumhuriyet savcıları acilen gereğini yapmalıdırlar. Ayrıca Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilerek, meselenin objektif esaslar içerisinde ele alınıp araştırılması mutlaka sağlanmalıdır. Başbakan Erdoğan’ın önünü alamadığı panik ve asabi tavrı, hırçın ve şantaja uzanan konuşmaları bir anlamda da suçluluk psikolojisinin tezahürleri olarak değerlendirilmelidir. Bütün kontrolünü kaybeden Başbakan, yolsuzluklara yataklık yapmakta ve çatırdayan hanedanlığını kurtarmak telaşıyla siyasi ve ahlaki ölçülere sığmayan yöntemlere sarılmayı beyhude bir kurtuluş yolu olarak görmektedir. Devlet kurumlarını var olan sorunların halli hususunda sevk ve idare etmesi gereken Sayın Başbakan, bunun yerine, bir suçüstü psikolojisi altında, telaş ve aceleyle bir medya grubuyla seviyesi düşük bir polemiğin içine girerek gerilimi yükseltmektedir. Diğer taraftan, bundan sonra hiçbir şeye göz yumulmayacağını dile getiren Başbakan Erdoğan; bu zamana kadar nelere göz yumduğunu, hangi çıkar ilişkilerinden beslendiğini kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde açıklamalıdır. Bilinmelidir ki, korku ve baskı yöntemleriyle basın ve haber alma özgürlüğünü kısıtlama girişimleri geçmişte hiçbir iktidara bir şey kazandırmamıştır. Buna yeltenenlerin akıbetleri ve bu yolla demokratik kültüre verdikleri zararın olumsuz bilânçosu hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. AKP zihniyetinin sahip olmuş olduğu eksik ve mahsurlu demokrasi anlayışı sonucunda; artık hükümet olmak, milletimizin yüksek menfaatinin sağlanmasının aracı olarak değil, adeta yağmacılığın, zenginleşmenin vasıtası olarak görülür bir konuma gelmiştir. Devamı: MHP LideriBahçeli'den çok sert açıklama
-
İSLAM'DA KADIN!
Her ne kadar İslam’ın KADIN’a hak ve özgürlük tanır görünen bazı hükümleri var ise de, Ortadoğu kültürü, örf ve adetlerinin üzerine bina edilmiş bu hükümlerin aldatıcı... Ve hatta kadını daha da acınacak durumlara soktuğunu gerçek yaşamın içinden gözlemleyip değerlendirildiğimizde… Yine de Onun “KADIN" lara gerçek anlamda değer veren” bir din olduğunu öne sürebilir miyiz? *** Her ne kadar İslam’ın KADIN’ı yücelttiği ve kadın haklarını "ulaşılmaz" noktalara eriştirdiği…Ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda eşitlik getirdiği iddia edilirse de ne yazık ki bu iddialar gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Diğer semavî dinlerde de KADIN'ın zavallı durumlara indirildiği, hak ve özgürlükten yoksun edildiği görülmekle beraber…İslam dininin bu konularda getirdiği aşırılıklara başka hiçbir sistemde rastlanmaz. Hiçbir toplumda kadın, İslam’ın Şeriat dünyasında olduğu ölçüde erkeğin hizmetine ve sömürüsüne terk edilmemiş…"kötülük ve uğursuzluk" kıstası yapılmamış, "kara köpek, eşek. domuz, at vs." gibi yaratıklarla kıyaslanmamıştır. Bu İnanç kültürünün hakim olduğu "Toplum ve Aile" de yaşam mücadelesi veren KADIN’ın bu içler acısı kaderi... Daha dünyaya gözlerini açtığı andan ölüm döşeğinde kapayacağı ana kadar sürüp gidecek şekilde ayarlanmıştır... Çünkü o, kız çocuğu olarak doğduğu an “karamsarlık ve üzüntü” ile karşılanan, Çocuk yaslarda eve kapatılan ve sonra bilmediği ve muhtemelen istemediği bir kocaya aktarılan, Kocasının hizmetlerini ve şehvetini karşılamaktan ileri bir değere layık kılınmayan, Ana olarak (gerçek anlamda) saygıya muhatap tutulmayan, Ömrü boyunca ya kocasının, ya babasının ya erkek kardeşinin ya da velisinin iradesine bağlı olarak yasayan Ve yaşantılarıyla ilgili her şeyi onlardan birinin aracılığıyla yapmaya mahkum olan, Yaşlandığında arzu duyulmayan... Ve nihayet bu çileli ve (çoğu zaman) mutsuz yaşamı sona erdikte üç günden fazla yas tutulmaya layık kılınmayan Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de Cehennemdekilerin çoğunluğunu oluşturan, Ya da kocasının izni ile Cennetlere girse bile, orada kocasını Cennet hürleri ile sarmaş dolaş bulan Ve üstelik Kuran’ın tarifine göre bu "ceylan gözlü" dilberlerle rekabet edecek olanaktan yoksun bırakılan bir yaratıktır. *** Gerçekten de Müslüman ülkelerde ve ülkemizde İslam’ın bu bakış açısının baskın olduğu ailelerde… Kız çocuk, dünyaya gelmesi istenmeyen, geldiğinde de "evlat" gözü ile görülmeyen bir biçaredir. "Evlad" sözcüğünü biz, her ne kadar günlük konuşmalarımızda, Kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak kullanmakta isek de... Bu sözcük Arap dilinde özü itibariyle kız çocukları kapsamaz, sadece "erkek çocuklar" anlamındadır. Zira evlat sözcüğü aslında "Veled" sözcüğünün çoğuludur. "Veled" ise "erkek çocuk" demektir; Bu itibarla "evladımız" ya da "evlatlarımız" dediğimiz zaman "erkek çocuklarımız" demiş oluruz. Ancak İslam’a rağmen toplum bilinci zamanla bu sözcüğü, kız ve erkek çocuklar karşılığı olarak benimsemiştir, Aslında İslam anlayışında “Evlad “ tan sayılmayan kız çocuk, Daha küçücük yaslardan itibaren ailenin "itaatli", "terbiyeli", "iffetli" kızı olarak görünmek, Evlenme çağına geldiğinde, kime verilirse ona gitmek çaresizliğindedir. Kocasını kendi seçmediği gibi, evlilik sözleşmesini de kendi yapamaz; Bunu onun adına velisi kim ise o yapar ki genellikle baba, ya da erkek kardeşlerdir. Evlenme sözleşmesi, onun bakımından, kocasının hizmetlerini görmek, Şehvetini gidermek, çocuk doğurup yetiştirmek demektir. Çocuklar hukuken ona değil kocasına ait olup, boşanma halinde kendisine değil, Kocaya, ya da kocanın yakınlarına verilir. Evlilik boyunca kaderi, kocasının iki dudağı arasından çıkacak bir kaç söze bağlıdır; Zira boşama hakkı ona tanınmamıştır, kocaya tanınmıştır. Ve koca bu hakkı, hiçbir şart ve kayıtla bağlı olmaksızın, dilediği gibi kullanmakta serbesttir. *** Bütün bunlar bir yana “KADIN” İslam’a göre; Aklen ve Dinen “Kadit” ve “Dûn” ( “Çok zayıf” ve “eksik” ) yaratık olarak damgalanmış; Mirasta erkeğin payının yarısına ve tanıklığı erkeğin tanıklığının yarı değerine layık sayılmıştır. Her ne kadar kadına hak ve özgürlük tanır görünen bazı hükümler var ise de... Bu hükümlerin aldatıcı ve hatta kadını daha da acınacak durumlara sokucu olmaktan ileri bir değeri bulunmamaktadır… *** Aslında Ortadoğu örf ve kültürü üzerine inşa edilerek gelişimini tamamlayan İslam anlayışı, Daha sonra içine girdiği toplumların örf ve adetlerini etkileyerek değişime uğratmıştır... İslam öncesi "Türk" toplumunun kadına bakış açısını incelediğimizde, olumsuz etkilerini görürüz... Cumhuriyet sonrası "Türkiye"sinde toplumsal varlık olarak kadının bu hakları ona geri verilmiştir... Ancak ne yazık ki; Günümüzde KADIN'ın bu evrensel haklarından geri dönüş için hiçte azımsanmıyacak ölçüde baskı ve çabaların olduğunu gözlemlemekteyiz... *tna
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
İlgili Üyenin İlgili Yazısını "Üstü kapalı ve kişileri hedef almadan" yazıldığını düşünerek bir kez daha okunduğunda, görüş ve düşüncelerin "bana göre" denilerek ifade edildiğini...Kişilerin bakış açılarının bize göre farklı olmasının "sert yazılar" yazmayı gerektirmediğini... İçeriğin "hiştler ve heyler" üreterek değil sami ve içten bir yaklaşımla yazılmış olduğunun anlaşılacağını umuyorum... Sizi tanıdığım kadarıyla özürünüz de samimi olduğunuza da inanıyorum... O nedenle sizde samimiyetime inanarak, farklı bakış açılarımız olsa da tartışmalarımızın düşünce bazında olduğunu, kişisel bir tavrım olmadını kabul edin lütfen... *tna
-
işte deniz feneri
İşin, dini ve siyasi yönden arka tarafı ve daha önceleri açılmış olan soruşturma davalarıyla ilgisi Siyasi yönü: Soruşturma davası süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk Hükümeti tarafından devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır. (Dosyanın 1432, 1723,2034. sayfaları) : EURO 7 nin kuruluşunun nedeni, sanık Ermiş’ in görüşüne göre, Almanya’da yaşayan Türklere Milli Görüş’ ün ve daha sonraları AKP nin siyasetini aşılamakmış. Şirketler de, para kazanmak için kurulmuşlar. Frankfurt am Main’da kurulan şirketlerin amacı, elde edilen paraları yıkamaya ve daha sonraları da islamın yaygınlaştırılmasına yönelikmiş. Bundan herhangi birisinin kendine maddi avantaj sağlayıp sağlamadığını bilmiyormuş, ancak tahmin ediyormuş. Şirket sahipleri, Türkiye’deki iktidarla içiçeymişler, Milli Görüş ve AKP’ nin siyasetine sıkı sıkıya bağlıymışlar. Soruşturma davası süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk Hükümeti tarafından devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır. Daha önceleri açılan soruşturma davalarıyla ilgi (YIMPAŞ, Islam Holding). (dosyanın 291 v.d., 584 v.d. sayfaları): Soruşturmaların başında da tesbit edilebildiği üzere sanık Mehmet Gürhan, geçmişte, Media 7 Fernseh GmbH (Euro 7 Fernseh- und Marketing GmbH’ nın nin selefi) nın ve YİMPAŞ Tel-International Telecommunication GmbH’ nın, ki herikise de YİMPAŞ gurubunun idi, genel müdürlüğünü yapmıştı. İşbu iddianamenin soruşturmaları sürerken, 2004 yılında Mannheim Savcılığı tarafından ‘’YİMPAŞ’’ ın sorumlularına karşı yürütülen, 611 Js 14110/04 hazırlık işlem numaralı soruşturma davasıyla bir ilginin olduğu görülmüştür. Zikredilen bu soruşturma davası da, dolandırıcılık ve emniyeti kötüye kullanma (Untreue) suçları zannından dolayı açılmıştı. 1982 yılında Türkiye’de kurulan YİMPAŞ Holding A.Ş., dünyanın her tarafında şube şirketler kurmuş ve binlerce yatırımcıdan paralar toplayarak, zimmetine geçirmiş, Türkiye’de AKP gibi parti ve islami örgütlerin finansmanında kullanmıştı. Yatırım paraları, Almanya’da, burada yaşayan Türklerden toplanmıştı. Tanık VURAL 08.01.2006 tarihli şikayet yazısında, ‘‘... bazı örgüt ve partilerin, örneğin YİMPAŞ gibi, bu paraları suistimal ettikleri.... Kanal 7 nin ve Türkiye’deki YİMPAŞ’ ın bağış paralarıyla finanse edildiklerini...’’ bildiriyordu. 17.12.2006 tarihli, Frankfurt am Main Maliye dairesine anonim gelen şikayet yazısında da, defalarca Deniz Feneri e.V.’ a dikkat çekilerek, yöneticileriyle YİMPAŞ arasındaki bağlara değinilmiştir. Örneğin aynı yazıda, ‘’Denetim Kurulu üyesi Şükrü KURUM, Mehmet Gürhan’ nın kayınbabası. Şükrü KURUM, YİMPAŞ’ta müdürdü ve Mannheim savcılığındaki Yimpaş dosyasında (1347 – 1358 sayfaları) suçlu idi. Adı geçen ve o zamanlar göndericisi henüz belli olmayan şikayet yazısında ayrıca, ‘’Deniz Feneri, islami şirket olan Yimapaş Holding ve Kombassan gibi şirketlerin, daha modern dolandıcılık yapan şeklidir, çünkü praları bunlar da geri vermiyorlar’’ denilmekte. 60388 Frankfurt am Main’daki Flinschstrasse 45 adresindeki Media 7 Fernseh GmbH şirketi, Yimpaş Holding’ in idi (% 99 hisseyle, geri kalan hisse ise Karahan/Gürhan) ve hakkında ayrıca soruşturma yapılan İsmail Karahan, daha sonraları da Mehmet Gürhan tarafından Genel müdürü olarak yönetiliyordu. Hakında ayrıca soruşturma yapılan İsmail Karahan, iflas eden Media 7 Fernseh GmbH’ nın varlığını da almış olan halefi Euro7 Fern-seh- & Marketing GmbH şirketinin ortağı idi. Şu anda Adam Opel_Strasse 5 adresinde merkezi bulunan bu yeni şirketin genel müdürlüğünü, sanık Mehmet Gürhan yapmakta. Media 7 Fernseh GmbH şirketinin iflas davasında, kıymeti üzerine pek te durulmamış olan 10 Milyon DM’ lık bir sermaye dikkati çekmekte. YİMPAŞ TEL-International Telecommunication GmbH, 25 bin Euro ana sermaye ile kurulmuştu. Mehmet Gürhan ilk sorumlu genel müdürü idi. YİMPAŞ davasından sorumlu ve suçlu olarak görü-nen Faik GÜRLER, 2001 yılında onun yerini almış ve aynı zamanda YİMPAŞ’ ın sermayesi 500.000,00 €’ya arttırılmıştı. Bu sermaye değerinin mevcudiyetinden şüphe edliyordu. 1999 yılında kurulan, sorumlu genel müdürlüğünü sanık Mehmet Gürhan’ ın yaptığı, merkezi 60388 Frankfurt am Main, Flinsch-strasse 45 adresinde olan Atlas Media Vermarktungsgesellschaft mbH şirketi, YİMPAŞ Holding gurubunun bir payı olan Yimpaş TEL İnternational Telecommunacation GmbH’ ya ortak olmuştu. Atlas Media Vermarktungsgesellschaft mbH şirketi 2003 yılında resmi makamlarca re’sen kapatılmıştı. Ancak 2003 yılında kurulmuş olan, bu davada ismi geçen ve sorumlu genel Müdürlüğünü gene sanık Mehmet Gürhan’ ın yapmış olduğu Atlas Media Marketing GmbH şirketiyle olan isim benzerliği, dikkate şayandır. YİMPAŞ Verwaltungs GmbH’ nın merkezi, tevkif müzekkeresiyle aranmakta olan Faik GÜRLER’ in yazıhanesi, Deniz Feneri e.V. ve Kanal 7 Int. gibi televizyon’ un yeri de, aynı binada, 60388 Frank-furt am Main, Flinschstrasse 45 adresinde idi. YİMPAŞ davasında, merkezi kısmen Türkiye’ de kısmen Offen-bach am Main kentinde olan, gıda maddeleriyle ticaret yapan çe-şitli AYTAÇ şirketleri ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki Aytaş Dış. Tic. Yat. San. A.Ş.’ ne, Deniz Feneri e.V. tarafından, satın alınmış olan gıda maddeleri için para ödemelerinde bulunulmuş ve bunlar yardıma muhtaç kişilere eşya ve yiyecek yardımı olarak verilmiştir diye hesaplara geçirilmiştir 63063 Offenbach, Waldstrasse 44-46 adresinde bulunan AYTAÇ Handels GmbH şirketinin sorumlu genel müdürleri, YİMPAŞ davasının suçlusu Faik GÜRLER, kardeşi Hüseyin GÜRLER ve A. Çiğdem’ di. Bu şirketin de ana sermayesi son olarak dikkate şayan olan 15 Milyon DM idi ve YİMPAŞ-Holding’ in iki şirketi tarafından ayakta tutuluyordu.
-
işte deniz feneri
C.) Daha başka soruşturmalar: Adam-Opel-Strasse 5, 60386 Frankfurt am Main’ adresindeki dernek merkezinin yanında, soruşturmaların yoğunlaştırılması neticesinde ve Ticaret sicilinden alınan bilgilere ve obje sahipleri tesbiti önlem işleri sonunda, daha evvel Derneğin başkanlığını yapmış mehmet GÜRHAN’a, derneğin muhasebecisi olan Firdevsi ERMİŞ’e ve Aralık 2006 tarihinden itibaren de derneğin yeni baş-kanı olan Mehmet TAŞKAN’a ve diğerlerine ait olan daha başka şirketlerin olduğu tesbit edilebildi. Ticaret sicili vergi dosyalarının incelenmesinde (Handelsregister-auskunft und Objektaufklärungsmaßnahmen), şirketlerin sermayelerinin gösterilmiş olmasının yanında, şirketlerin ticaret yapmış ve kâr sağlamış oldukları söylenemez. Şirketlerin müdürlerinin ve dernek yöneticilerinin devamlı değiştikleri dikkati çekmiştir. Ayrıca ortaklık hisselerinin de birinden diğerine aktarıldığı ve bunların ge-nelde ödeme belgelerinin bulunmadığı, sermaye artırımının yapılmış olduğu tesbit edilebilmiştir. Derneğin merkezinin bulunduğu binanın mülkiyeti, sanık Mehmet Gürhan’ ın genel Müdürlüğünü yaptığı Weiss Handel- und Invest-ment GmbH şirketinindi. Sağlam bir güvenlik altına alınan binada yabancı, ya da sanıkların tanıdıklarından olmayan herhangi bir şirket yoktu. D) Maliyeye yapılan açıklamalar : Frankfurt am Main Maliye Dairelerinden 25.09.2006 alınan bilgiye göre,derneğin mali işleri için Frankfurt/Main II numaralı maliye dairesi yetkili olup, derneğin maliye işleri 61381 Friedrichsdorf’ taki Schnetgöke mali müşavirlik bürosu tarafından yapılıyordu. ‘’ 2001 – 2003 yılları için vergi denkleştirme evrakları, defalarca hatırlatılmasına rağmen, ancak maliye tarafından cebri tahsilatın yapılacağı tehdidinden sonra evraklar iletilmiştir’’. Maliye Dairesi vergi takibat bürosundan bay Kauck’ ın ifadelerine göre, o zamanlar derneğin ısrarı üzerine, 35 klasörden oluşan 2003 yılının yarısı için olan ve derneğin paralarının kullanımını belgeleyen evrakların sunulması hususunda anlaşmaya varılmıştı. Maliyede 27.09.2006 tarihinde evrakların ilk incelenmesinde, Türkiye’ de ve Bulgaristan’ da yardıma muhtaç kişilere elden, keş verilmiş birsürü para makbuzları görülmüştü. Bu makbuzlara, tarihi olmayan, Deniz Feneri e.V. ın ‘’Alındı’’ belgeleri iliştirilmişti. Bunlarda kısmen meblağlar 1000,-- € ya kadar varıyordu ki, bu meblağlar hem Türkiye ve hem de Bulgaristan için bayağı yüksek görünüyordu. Bu belgelerin aynı şahıs tarafından el yazısı ile dolduruldukları (meblağ) bayağı belliydi. Belgelerin kullanılmamış olduğu açıktı. İlk defa 27.09.2006 tarihinde görülmüşlerdi. Üzerinde ‘Kastamonu 011.05.-31.05.2003, Aytaç’’ yazılı bir klasör dikkati çekmişti. Bu klasörde, ön tarafta iliştirilmiş yekün meblağlar tablosunda elle yazılmış muhasebe kayıtları ‘’2003/05’’ için olmasına rağmen, belgelerin tümü 2004 yılına aitti. Gerçi yukarıda da belirtildiği gibi, yardım paralarının alındığına dair belgelerin hepsi tarihsizdir, ancak arkadaki Türk makamlarının resmi belgelerinin yekünü 2004 yılındandır. Hessen Eyaleti Emniyet Genel Müdürlü-ğünden bayan Dr. Nilke, 18.10.2006 tarihinde belgeleri incelediğinde, yardım paralarını alan kişilerin, arkadaki türk makamlarının resmi ‘’Alındı’’ belgeleri üzerindeki imzalarından, tarih atılmamış yardım parası alındığını kanıtlayan belgelerin 2004 yılına ait olduk-larını tesbit etmiştir. 05.10.2006 tarihinde çeşitli klasörlerden dört adet Yardım Belgesine, kriminal teknik laboratuvarında eski/yeni tesbiti için incelenmeleri üzere, el konulmuştu. Bayan Dr. Nölke bunları, inceletmek üzere Bavyera Eyaleti Emniyet genel Müdürlüğüne yollamıştı. Bavyera Emniet Genel Müdürlüğü Kriminal Teknik Dairesi laboratuvardında incelenen, Deniz Feneri e.V. ın Frankfurt am Main Maliye Dairesine ibraz etmiş olduğu Yardım parası keş ‘‘Alındı’ belgesinden birinin, Haziran 2006 dan daha önce düzenlenmemiş olduğu tesbit edilmiştir. Bu belge, ‘’Kastamonu 01.05.-31.05.2003 Aytaç’’ klasöründe idi ve Dernek bunu, maliyeye, derneğin 2003 yılı giderleri için bir delil olarak ibraz etmişti. 18.10.2006 tarihinde bilirkişi bayan Dr. Nölke, Frankfurt am Main Maliye Dairesi III’ ün bürosunda, bu klasörün bütün ‘’yardım parası alındı’’ belgelerini inceleyip eski/yeni tesbit izleri Durchdruckspuren) bulmuş ve bunlara istinaden bu evrakların 2004 yılından evvel düzenlenmemiş olduklarına kanaat getirmiştir. Daha sonraları bayan Dr. Nölke tarafından, düzenlendikleri tarihi tesbit edebilmek için eski/yeni tesbiti işlemleri kriminal teknik laboratuvarında yapılan 32 adet belgenin, düzenlendikleri tarih tes-biti, zamanın geçmesi yüzünden, başarılı olamamıştır. Maliye Dairesi 23.11.2006 tarihinde yazılı olarak, bu ‘’yardım parası alındı’’ belgelerinin üzerlerinde neden tarih atılmamış olmasını sormuştu. Cevaben Derneğin mali müşaviri bayan Mine Schnet-göke uzunca bir yazı göndermiş ve bu yazısında, Derneğin oluşmasını, Türkiye’deki Deniz Feneri ile işbirliğini ve gelen yardım paralarının Türkiye’ de nasıl ve hangi şartlar altında, para veya eşya yardımı olarak, dağıtıldığını anlatmıştı. İşin ilginç tarafı da şu ki, Bayan Mine Schnetgöke kendiliğinden, kendisine sorulmadan, açılmış olan soruşturma davasından haberi olmadan, Maliye’nin kendisine bu hususta somut olarak hiç bir soru sormamasına rağmen, Deniz Feneri e.V.’nın hesaplarından paraların Türkiye’ ye transfer edildiğini anlatmıştır. Yazısında, Deniz Feneri’nin paraları ‘’Türk Deniz Feneri’nin hesabına havale edemediğini’’ ve paranın ‘Türk Deniz Fener’ inin hesabına geçirilemediğinden” ve sonraları da ‘’iptal’’ edildiğinden de bahsetmiştir. Delil olarak da yazısına, Postbank’ a 18.09.2001 tarihinde verilen 100.000,00 €’ luk havale talimatı ve banka dekontları eklemişti. Onun için daha sonraları paralar, Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş ve daha çok Hakkı Sadal (Gürhan’ ın amcası/dayısı= Onkel) tarafından Türkiye’ye götürülüyor ve orada geçerli günlük kur üzerinden bozduruluyormuş. Ancak Türkiye’ye keş olarak götürülen paraların miktarı ile ilgili Bayan Schnetgöke, herhangi bir veride bulunmamıştı. Yardım paraları, ‘’Türkiye’de banka şubelerinin bulunmadığı küçük köylerde, insanlara dağıtılmakta, onlardan yardım parasını aldıklarına dair imza alınmakta, bölgelere göre dosyalar hazırlanmakta olduğundan, dosyalar İstanbul’da toplanmakta, ve toplu olarak Almanya’ya gönderilmekteymiş.’’
-
işte deniz feneri
II. Esasla (Dava) ile ilgili 1. Soruşturma davasının gelişmesi a-) Kara Para Aklama: Soruşturma davasının başlatılmasına, çeşitli bankaların bu bağlamda yapmış oldukları bildirimleri neden olmuştu. Frankfurt am Main Commerzbank AG, 05.01.2006 tarihinde, bankanın Kaiserstr. 30, 60311 Frankfurt am Main şubesinde açılmış olan ve Adam Opel Strasse 5, 60386 Frankfurt am Main adresindeki Deniz Feneri e.V. ye ait 400 5854666, BLZ 500 400 00 bağış hesap numarasından, 10.10.2005 tarihi ile 05.01.2006 tarihleri arasında (bildirimin yapıldığı tarih) büyük miktarda keş paranın çekildiğini Hessen Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğüne (HLKA-SG 413) bildirmişti. Hesap numarası açıldığında, 16/17.12.2004 tarihinde hesap numarasının açılması için başvuru formülerini Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Gürhan’ın imzaladığı, hesaptan para çekme (tek başına) yetkisinin olduğu ve 03.01.2005 tarihinden itibaren de (yalnız) Gürhan’ la birlikte Firdevsi ERMİŞ’ in de imzalama ve çekme yetkisi vardı. 1,35 Milyon Euro’ nun keş çekildiği, Commerzbank’ ın ilettiği hesap numarası dekontlarında dikkati çekiyordu, daha sonra yekün meblağın 3.353.000,00 € olduğu tesbit edilerek, banka tarafından bildirilmişti. 2005 yılında çekilen büyük bir meblağ paranın çekiliş nedeninin Commerzbank tarafından bilinmek istemesi üzerine, konu hakkında yöneltilen soruya Dernek cevap vermediğinden, hesap numarası banka tarafından, yapılan kara para yıkama zannı bildiriminden sonra, kapatılmıştır. Bu kara para yıkama zannı bildiriminden sonra, soruşturma davası başlatılmıştı. Commerzbank tarafından ek olarak ibraz edilen belgelerden, keş çekilen paraların, hesap numarasından para çekme yetkisine sahip sanık GÜRHAN, ERMİŞ ve TAŞKAN tarafından çekildiği ortaya çıkmıştır. Bu kara para aklama zannı bildirimine istinaden soruşturma davasının başlatılmasından sonra, Deniz Feneri e.V. derneğine karşı daha önceleri, Gross-Gerau Volksbank tarafından 07.02. 2000 tarihinde, 6 kez keş çekilen paranın 2,1 Milyon Euro ettiği ve bunun dikkati çektiği ve aynı zamanda 26.08.2004 tarihinde de Frankfurt Postbank tarafından da 12 kez keş olarak takriben 2 Milyon Euro’nun çekilmiş olduğu ve bankaların bunun da bildiriminde bulundukları anlaşılmıştır. b-) (Anonim) Şikâyetler 08.01.2006 tarihinde neredeyse eşzamanlı ve Berlin İslam Cemaatı başkanı ve IGMG (Milli Görüş İslam Toplumu e.V.) eski hukuk danışmanı Abdurrahim VURAL’ ın, Almanya’nın çeşitli Maliye dairelerine Deniz Feneri e.V. ile IHH e.V. ( İnternationale Humanitäre Hilforganisation e.V.) ve IGMG e.V. yetkililerine karşı, yardım paralarını suistimal edip kötüye kullanmak ve vergi kaçakçılığı yapmakla suçladığı, şikayet yazısı gelmişti. Gelen şikayet yazısında aynen ‘’... aslında toplanan bu yardım paraları gerektiği yere gitmemekte, aksine işin arkasında bu paraları suistimal edip kullanan çeşitli örgüt ve partiler var, örneğin TİMPAŞ Holding, Kanal7 (Deniz Fe-neri), yasaklı Refah partisi-Erbakan vs. Kanal 7 (Almanya’da da yayın yapmakta) Deniz Feneri tarafından finanse edilmektedir’’ 11.04.2006 tarihinde, Sema Tokgöz adında bir kadın Berlin’den Frankfurt am Main Maliye Dairesine gönderdiği bir faxla, Deniz Feneri e.V. yetkililerine karşı takriben aynı suçlamaları yapıp şikayette bulunduğunu bildirmişti. Daha sonra yapılan soruşturmalar neticesinde, bu faxın da tanık VURAL tarafından gönderildiği tesbit edilebildi. 20.02.2007 tarihinde Frankfurt am Main Savcılığına, kimin gönderdiği yazılı olmayan bir şikayet dilekçesi gönderilmişti. Dilekçeyi yazanın, sanıkları ve çevresini ve Firmaları çok iyi tanıdığı ve iç işlerini gayet iyi bilen birisi olduğu dikkati çekmişti. Suçlamaları inandırıcı bir şekilde tekrarlayarak sanık Mehmet GÜRHAN’ ın bütün bu işlerin Rejisörlüğünü yaptığını bildirmişti. Yeni ve ceza yasasınca suç teşkil eden fiillerin yanında, somut bildiriler de (kaçak adam çalıştırma, vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık, zilyete geçirme, Muhasebenin manipule edildiği, gibi) yapılmış ve Türk siyasi hayatından bazı hükümet Yetkilileriyle işbirliği yapıldığı anlatılmıştı. Yazıda, ‘’ ....Derneğin her yıl elde ettiği 10 – 15 Milyon € yardım paralarından gerçekten de yardım ediliyor. Ancak paranın büyük kısmı Mehmet Gürhan ve adamları tarafından nakid çekilerek Türkiye’ye götürülmekte ve kendilerine mal edilmektedir. Bazen Zekeriya Karaman, Mustafa Çelik ve İsmail Karahan da para götürüyorlar... ‘’ Yazıyı gönderenin hukuk bilgisi olsa gerek, zira yazısında hukuki terimler kullanmıştır. ‘’ resmi yardım, muhakeme etmek....maksada ulaşamamak. AKP nin hükümette olmasından bunların hükümete ve polis teşkilatına yakınlıkları vardır’’. Daha sonraki soruşturmalardan, bu şikayetin de tanık VURAL’dan geldiği ve kendisinin daha önceleri IGMG e.V. de hukuk danışmanı olarak görev yapmış olduğu anlaşılmıştı. 15.03.2007 tarihinde Frankfurt am Main Emniyet Müdürlüğüne, Internet yoluyla ve göndericisi beli olmayan bir şikayet yapılmış ve 1978 doğumlu Elitok ÖZGÜR adındaki bir şahsın, Adam-Opel-Str. 5 adresindeki Euro7 GmbH Firmasında kaçak olarak çalıştığı bildirilmişti. Bu isimle birisinin kaçak olarak çalıştırıldığı, 20.02.2007 tarihinde yapılan ve gene göndericisi belli olmayan (anonim) şikayette de bildirilmişti. Yapılan Interpol araştırmaları neticesinde anonim şikayetleri yapanın kimliği ve Özgür adındaki şahsın kim olduğu belirlenemedi. Sanık GÜRHAN’ ın Alman vatandaşlığına girmek için yapmış olduğu başvurusu dolayısıyla, konu ile ilgili açılan dosyanın incelenmesinde, o zamanlar Gürhan’ ın kız arkadaşı olarak kendini tanıtan bir kadının, Hükümet Temsilciliğine(Regierungspräsidium) göndermiş olduğu bir yazıda, Gürhan’ ın evli olmasına rağmen kendisiyle ilişkisinin olduğunu belirterek, onun (Gürhan’ ın) hakkında suç teşkil eden suçlamalarda bulunmuştu: ° Türk vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşı olduktan sonra, tekrar Türk vatandaşlığına girmiş, bunu baştan böyle planlamış. ° Nisan 2002 yılında kendi isteyi ile Türkiye’ de (Burdur’da) bir aylık askerlik yapmış. ° Bu zaman zarfında Türk Milli İstihbarat teşkilatı için çalışacağını kabul etmiş ° Kendi işleri için, ‘’ajanlığını suistimal ederek, çevresinden olan tanıdıklarını ve iş arkadaşlarını Türk polisine ve İnterpole şikayet ederek suçlamış ve ele vermiş’’ ° Alman polisi onun (Gürhan’ın) ‘’işine yarayan, icracısı olan akılsızlarmış’’. ° Kendisi de karısı gibi ‘’fanatik bir islamcı olup, Alman ve Hıristiyan olan herşeyin düşmanıymış, bunu da alenen savunuyormuş’’. ° Milli Görüş’ ün üyesiymiş. ° Euro 7 GmbH’ nın (daha önceleri Kanal 7 Int.) genel müdürü imiş ve maliyeye vergisini vermeden illegal işler çeviriyormuş, Deniz Feneri e.V. nin de başkanı olarak ‘’Türkiye’ye para aktarıyor’’ ve ‘’cebine indiriyor’’ muş. Daktilo ile yazılmış olan, tarihi konmamış, ancak 08.10.2002 tarihinde ulaşan mektup, şöyle bitiriliyor : ‘’ .... sizden ricam, bu kriminel adama karşı bir şey yapınız....’’
-
işte deniz feneri
İ D D İ A N A M E : I. Mehmet GÜRHAN, 01.01.1963 Sungurlu/Türkiye doğumlu, Hanauer Landstrasse 513, 60386 Frankfurt am Main adresinde mukim, Türk ve Alman vatandaşı, evli, II. Muhasebeci Firdevsi ERMİŞ, 02.03.1964 Kavak/Türkiye doğumlu, Taunus Strasse 65, 63067 Offenbach am Main adresinde mukim, Alman vatandaşı ve evli, III. Mehmet TAŞKAN, 01.01.1968 Bafra/Türkiye doğumlu, Lachwiesen 43, 63075 Offenbach adresinde mukim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve evli, [ 25.04.2007 tarihinde ve geçici olarak yakalanmışlar, Frankfurtam Main Yerel Mahkemesinin 23.04.2007 tarihli tevkif müzekkeresine istinaden de, 26.04.2007 tarihinden bu yana tutuklu olarak, Frankfurt am Main- Höchst cezaevinde bulunmaktadırlar: Ceza Muhakemeleri Usül kanununa göre, makamlarca re’sen yapılacak müteakip mevkufiyet tetkiki tarihi : 17.03.2008 dir. ] Haklarında yapılan suç isnadı (suçlama): 01.01.2002 ila 30.04.2007 tarihleri arasında kalan zaman diliminde, Frankfurt am Main ve diğer kentlerde, beraberce hareketle, I. kendilerine maddi avantaj sağlamak amacıyla, gerçek olmayan meslek edinircesine ticari olarak yaparak büyük miktarda malmülk kaybının müsebbibi olmuş olmakla, yapılan dolandırıcılığın idamesi ile de, birçok insanı malmülk kaybına uğratacak tehlikeyle karşı karşıya nesneleri gerçekmiş gibi gösterip bir yanılgının oluşmasına, bunu getirmiş olmakla, 2- Sanık GÜRHAN ve TAŞKAN ayrıca, hukuken birbirinden ayrı olan 30 fiilde daha ve herbirinde, işveren olarak, çalışanlardan kesilen sosyal sigorta ve iş teşvik primlerini gereken makamlara ulaştırmamış olmakla ittiham edilmektedirler (suçlanmaktadırlar). I. ile ilgili: Sanık GÜRHAN, 24.03.2001 tarihinden, 17.11.2006 tarihine kadar tescili yapılmış Deniz Feneri derneğinin kayıtlı yönetim kurulu başkanı idi. Daha sonraları her ne kadar yönetim kurulu başkanı olarak resmi kaydı olmamış ise de, derneği fiilen kendisi yönetiyordu. Daha evvel dernek için ve derneğin şirketleri için çalışmış olan ve 2005 yılının ortalarından itibaren GÜRHAN’ın kararlarına ortak olan sanık TAŞKAN, 17.11.2006 tarihinden itibaren yönetim Kurulu başkanlığı görevini üstlenmiştir. Sanık ERMİŞ ise, 07.04.2001 tarihinden, yakalandığı 25.04.2007 tarihine kadar derneğin katibi ve muhasebecisi idi. Deniz Feneri derneği, dernekler sicilindeki kayıtlardan da anlaşıldığı üzere, yukarıda belirtilen zaman diliminde ve daha önceleri toplum menfaatine olan işlerle uğraşmıştır. Derneğin amacı, fiziken veya zihinsel veya ruhen özürlü veya maddi durumu iyi olmayan, yardıma muhtaç insanlara yardım etmek idi. Dernekler siciline verilen ve tescili yapılan kayıtlara göre dernek, hiçbir maddi avantaj sağlamak amaçlı değildi. Dernek, kazanç sağlamak amaçlı da değildi. Derneğin tüm gelirlerinin hayır işlerine sarf edilmesi, dernek üyelerinin hiçbir şekilde üyeliklerinden dolayı derneğin gelirine ortaklıkları olamaz, üyeliklerinden dolayı da hiçbir şekilde ortak olup kâr alamazlardı. Derneğin tüm parası, tüzükte belirtilen amaç dahilinde kullanılacaktı. Dernek, Internet sayfasında, broşürlerde, gazetelerde, televizyonda, bilhassa dernekle birlikte işbirliği yapan Euro 7 televizyonunda reklamlar yaparak, Frankfurt am Main Postbank’ taki 301535602, Vakıf Bank Int. AG Frankfurt’ taki 3344, Bank für Sozialwirtschaft’ taki 8620500, Commerzbank Frankfurt’ taki 585 4666 hesap numaralarına olduğu gibi, Avrupa’ nın diğer ülkelerindeki hesap numaralarına bağışta bulunmaları için, halka çağrıda bulunuyordu. Bu çağrı yapılırken, Türkiye’ de, Pakistan’da ve diğer ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlar kısmen gösterilmekte ve onlara nasıl ve nelerle, hangi yollarla yardım edilebileceği de söyleniyordu. Bağışların banka havalesi ile veya keş verilerek de yapılacağı açıklanıyordu. Yukarıda belirtilen zaman diliminde derneğin gene yukarıda belirtilen hesap numaralarına yekün olarak 41.423. 158,85 Euro bağış parası havale edilmişti. Bağışı yapan insanlar, bağış paralarından, Derneğin gereken masrafları çıkarıldıktan sonra, gerçekten yardıma muhtaç kişiler için harcandığını, onlara yardım edildiğini zannediyorlardı. Aslında bu paraların büyük bir kısmı, gerçekten bu amaca harcanmıyordu. Asıl amaç için kullanılıyormuş gibi gösterebilmek üzere sanık GÜRHAN, ERMİŞ ve TAŞKAN ve daha başka kişiler, keş olarak bankalardan para çekmişlerdi. Bundan başka ayrıca çeşitli firmalara ortak olmuş ve bu firmaların yardımıyla da bağış paralarının akması, daha doğrusu, bağış paralarının gittiği yerin böylece ört-bas edilebilmesini sağlamış oluyorlardı. Yukarıda belirtilen zaman diliminde sanık ERMİŞ, Deniz feneri derneğinin Hesap Numaralarından, toplam olarak 6.351.000,00 Euro parayı, 45 defada keş çekmiş. Sanık TAŞKAN ise, 10.01. 2006 tarihinden 09.02.2007 tarihine kadar, derneğin hesap numaralarından yekün olarak 11 kez ve toplam 2.255.000, 00 Euro para çekmiş; bunların 10 defasında ise parayı, sanık ERMİŞ ve hakkında ayrıca soruşturma yapılan KURUM’ la beraber çekmiştir. Sanık GÜRHAN kendilerine bunun için, hesap numarasından para çekebilmeleri için, vekâlet vermişti. Sanık GÜRHAN, Derneğin hesap numaralarından 50 kez ve toplam 9.978.000,00 Euro çekmiştir. Adı geçen sanıklar ayrıca, hem kendileri tarafından, hem de başka kişiler tarafından, Derneğin hesap numaralarından keş olarak çekilen paraların Türkiye’ ye götürülmesi işinde, kuryelik de yapıyorlardı. Sanıklar bu işi yaparken (sanık TAŞKAN en geç 2005 yılı ortalarından itibaren), Derneğin amacının haricinde, paraların, bağışta bulunan insanların bildikleri kaynakların dışında, başka yerlere gittiğini biliyorlardı. Bu tür eylemlerle sanıklar, kendilerine, uzun süreli ve cüzi olmayan bir maddi avantaj sağlamak istiyorlardı. Aynı zamanda sanıklar, bu eylemlerinden dolayı büyük bir maddi zarar ziyanın oluşacağını bilmekte ve bundan büyük sayıda insanın da etkileneceğinin farkında idiler. 2.Sanık GÜRHAN ve TAŞKAN, Yönetim Kurulu başkanları ve dolayısıyla sorumlu kişiler olarak, şimdiye kadar hâlâ, 2006 yılının Haziran ayı ile 2007 Mart ayı arasında kalan zaman dilimi için, ne işçilerden kesilen ve ne de işverenlerin, müteakip ayın 15 ine kadar ödenmesi gereken sosyal sigorta primleri olan yekün 61.750,58 EUR parayı yetkili resmi dairelere ödemişlerdir.
-
işte deniz feneri
Dini duygu sömürüsüyle akılsız yerine konan halkım İnsanlar yazıyor, soruyor, cevap arıyor ve kendilerini sorguluyor. “Geçmişimizle, soyumuzla övündüğümüz ve Türk olmaktan gurur duyduğumuz bizler, bu kadar kolay kandırıldığımıza göre hakikaten akılsız mıyız?” diye sordukları sorularına cevap arıyorlar. Arkasından, “Allah kainatı ve üzerinde yaşayacak tüm canlıları yarattıktan sonra, ben yarattığım her şeyi kullarıma amade ettim. Onlara diğer canlılardan farklı olsunlar diye akıl ve izan verdim” dediğini hatırlatıp sorularını yöneltiyorlar. “Elhamdülillah Müslümanım diyen bizlerin akıl ve izanları nerede ki, bu kadar aptal yerine konulup her fırsatta kazıklanıp dolandırılıyoruz. Yok mu bunun açıklaması” diyorlar. Bu sorular elbette bana değil, Aslında kendilerine. Peki cevabını kim verecek? İşte yedikleri din sömürüsü kazıkları birleşerek tecrübe haline gelmeye başladığı bugünlerde, cevaplarını vermeye bile başladılar. Şimdi dindar, temiz duygulu, hassas yürekli, gördükleri ve duyduklarının karşısında vicdanı sızlayan ve her fırsatta din duyguları verilerek kandırılan saf Anadolu insanlarımın akılları başlarına geliyor. Kombassan’a, Yimpaş’a, Anadolu Sanayii’ne, Endüstri Holding’e ve son olarak Deniz Feneri’ne verdikleri çoluk çocuklarının rızklarıyla cennete gidilemeyeceğini ve orada kendilerine hurilerle dolu mekanların tahsis edilemeyeceğini anladılar. Adamların saflığından, vatan, millet, din ve cennet özleminden yararlanarak onları sömüren şark kurnazı din sömürücülerine ne demeli... Bir sürü hayır kurumu varken ve faaliyetlerini apaçık yapıp kamuoyunu bilgilendiren kurumlar yardım bekler ve cennet vaat etmedikleri için, yoksullara ulaştıracak kadar para pul bulamadıkları halde faaliyetlerini sürdürenler bir yana, birçok eğitim vakıfları, ülkemizi ve bayrağımızı savunan ve koruyan, kendilerine doğru dürüst çelik yelek alamadığımız için şehit düşen Mehmetçiklerimizi koruyup kollayan Mehmetçik Vakfı da mı aklınıza gelmiyor? Bu vakıf ve kuruluşlarla köyünüz kentiniz ve mahallenizdeki yoksullara yapılan yardımlar hayır ve hasanattan sayılmıyor mu? Bu tür üç kağıtçılara para kaptıranların artık bunları düşünmesi gerekmiyor mu? Aydın Doğan ektiğini biçiyor Yukarıda sıraladığımız hayır kurumlarını düşünmeyip, kendilerine cennet vaat eden Deniz Feneri’ne ve diğer batmış olan kuruluşlara kaptırılan paraların nerelere gittiğini biliyorduk. Bu durum son günlerde iyice netleşmeye de başladı. Deniz Feneri’nin para gönderdiği iddia edilen kişilerin arasına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da katılınca, Başbakan haklı olarak feryat etmeye başladı. Sonra Aydın Doğan ile aralarında yapılan görüşmeleri ve talepleri açıklamaya başladılar. Aydın Bey kendi kanalına çıkıp açıklamalarda bulunur ve “Biz habercilik yapıyoruz. Görevimiz bu. Kamuoyunun bilmesi gerekenleri açıklamazsak, yaratılmak istenen tek gözlü medyaya çanak tutmuş oluruz. Biz biat etmeyeceğiz” gibi laflar söyledi. Sanıyorum Aydın Bey, daha bir-iki hafta önce gazetemizin, bir gazetecilik görevi yapıp Aydın Doğan’ın nasıl yükseldiğini anlatan yazı dizimize mahkeme kararı ile ihtiyati tedbir kararı koydurduğunu unutmuşa benziyordu. Zaten biz de birtakım dosyalarda yer alan, Pamukbank’ın nasıl yok edildiğinin planının yapıldığı ve kayıtlara geçmiş bilgileri kamuoyuna açıklıyorduk. Şimdi Başbakan da aynı şeyi mahkeme kararı ile değil de, bir Kasımpaşalı tavrı ile yapıyor. Karşılıklı yaptıkları görüşmeleri kamuoyu ile paylaşmak etik midir, değil midir kendi bilecekleri iş. Bizler merakla, kim ne istemiş ona ne denilmiş, ne vaatler yapılmış, bekleyip göreceğiz. -------------------------------------------------------------------------------- Deniz Feneri’nin gönderdiği su, hurma ve keki yemedim Deniz Feneri Derneği’nin Almanyada yaptığı icraatlar sonrasında gönderdiği paralarla ülkemiz gündeminin değiştiği şu günlerde, Deniz Feneri bizlere içerisinde su, hurma, kek ve meyve suyu olan küçük bir paket gönderdi. Bunca ayyuka çıkan olaylardan sonra onları yiyip içemedim. Yazıişlerindeki arkadaşlarıma teklif ettim. Onlardan da kimse almadı. Sevinç Akyazılı, “Bu su okunmuştur. Arkadaşlarımızı efsunlayalım belki zengin olurlar bizlere de faydası dokunur” diyerek masasının yanından geçen herkesin üzerine bu sudan püskürttü. Bunun faydalı olup olmayacağını ilerleyen günlerde göreceğiz. [email protected]
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Sn 'ali0_1'; Birilerinin size saygı sınırlarını hatırlatmasını istemiyorsanız... Onları yok saymadan isimleriyle hitap etmesini öğrenmeniz gerekir... Birilerine..."Hişt", "Hey", "ilgili üye" gibi ifadelerle hitap etmek insanları saygıdeğer yapmaz! Yazdıklarınızda "probaganda" yaptığınızın ve "din tücarlığına" soyunduğunuzun ima edilmesini bile aşağılanma olarak algıladığınıza göre... umarım birgün size de sizin kullandığınız üslupla sizi yok sayan bir yaklaşımla hitap edilmesi sizde aşağılanma duygusu yaratmaz...
-
Ateistlerin iyman edeceğinimi zannediyoruz.?
Değerli arkadaşım... Alıntıladığım bu yazdıklarınıza aynen katılıyorum... Benim size, sizin de bana söylemek istediklerimiz aynı şeyler zaten... Söylediğimiz aynı şeyleri benim penceremden biraz daha açmak istiyorum... *** Siz "Ruh ve canlı" sözcüklerini aynı kavram olarak değerlendiriyorsunuz... İnsanlara ve onların yaşamına "dinsel inançınızın kabul ve değerleriyle" yorum ve düşünceler üreterek baktığınız için, İkisini aynı kavrammış gibi algılamış olmanız ve ifade etmeniz son derece doğal... Oysa, Canlı: Canı olan, diri, yaşayan anlamındadır... CANLI: "Yaşayan, elle tutulur, gözle görülür, ve gelişim içerisinde olan bir varlığı ifade eder...Somut bir varlıktır..." RUH ise: "Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği özdür...Soyut bir varlıktır..." Özetle ikisi aynı kavramlar değildir... Biri Somut yani gerçek...Diğeri Soyut yani varsayımdır... Bu ayrımın biraz daha açılması ve daha iyi kavranması için şunu da belirtmekte yarar var... Çünkü İlahiyatın ifade ettiği "ruh" kavramıyla günlük yaşamımızda mecazi olarak kullandığımız "ruh" kavramı... Kafanızda kavram kargaşası yaratarak yazılarınızda ortaya çıkan kavram karışıklığına neden olmuş... Dinsel bakışın ötesinde "ruh" kelimesi günlük yaşamda mecazi olarak "Canlılık ve duygu" yu ifade etmek için de kullanılır... Mecazi anlamda bir "ruh"tan söz ettiğimizde, bu kelimeye bazı anlamlar yükleriz... Bununla, gözle görülmese de, ancak hissedilerek anlaşılabilen havaya, rüzgara, güzel kokuya, esintiye benzeyen bir etkeni amaçlarız... *** Oysa İlahiyat "Ruh" kavramını "İnsanda vücuttan ayrı soyut bir varlık" olarak kabul ettiği için -sizinde değerlendirmelerinizde görüldüğü gibi -kavram karışıklığı yaratarak az anlaşılır hale sokar... İlahiyatta "ruh" kelimesinin ifade ettiği anlam:... "Bilinmeyen bir cevherdir, tümüyle basittir, bir mekana sahip değildir; maddeyle hiçbir ilgisi ve ilişkisi yoktur" ... Dinlerin ve dinci felsefelerin soyut "ruh" kavramı ile "Canlı" varlıkların "canlığı ve duyguları" arasında kavram karışıklıkları yaratmasının dışında... _* İlahiyatın tanımladığı "ruh" hakkında en küçük bir fikir oluşturacak bir insan var mıdır? _* İlahiyat dilinde "ruh", anlamsız bir laftan, bir düşünce yokluğundan başka bir şey midir? Bu soruların yanıtını aradığımızda... "Ruhaniyet düşüncesi, modelsiz bir fikir" olarak karşımıza çıkar... Yaşamın gerçeklerine sağduymuzla baktığımızda ve normal bir insan zekasıyla değerlendirdiğimizde... "Bir ruhun madde üzerine etkisi hakkında ilahiyat tarafından bize verilmeye çalışılan düşüncenin hiçbir şey ifade etmediği, ya da modeli olmayan bir düşünceyi ifade ettiğini... "Canlı varlığın" somut, "Ruhani varlığın" soyut bir kavram olduğunu.., Sizin ifadelerinizde yer aldığı gibi ikisinin aynı şeyler olmadığını hemen anlar,algılar ve kavrarız..." *** Son olarak aşağıdaki şu sorunun yanıtını ikimiz birlikte vermeye çalışalım... _* Bütün Canlı Varlıkların , var oldukları bütün duyularımızla sabit olan, her an sonuçlarını algıladığımız, iş yaptığını, hareket ettiğini gördüğümüz insanların ve canlı maddelerin doğal yaşamları içinde gözlemleyerek, kurallarını ve gelişimlerini anlamaya, kavramaya çalışmak; Onların gerçekliğini, oluşumlarını ve varoluş nedenlerini bilinmeyen bir kuvvete, "ruhani" bir varlığa atfetmekten ve yüklemekten daha gerçekçi, daha doğal ve daha anlaşılabilir değil midir? Ayrıca "Yazılandan murat ne olursa olsun kişi kendı ıstedıgı gıbı anlayabiliyor..." ifadesini karşılıklı olarak test etmek için... "mecazi yaklaşımlar yerine yaşamın gerçeklerini göz önünde tutarak" kendimize dürüst davranmak adına son olarak şu soruyu da soralım!... _* Yukarıdaki soruya ikimizde aynı yanıtı mı vereceğiz.? _* Hangimizin vereceği yanıt, "Canlı ve doğal yaşamın gerçekliği, onun doğasını oluşturan kural ve gelişmeleri" Yada "İlahiyatın öğretisi ve varsayımları" üzerine olacak?... _* Benim yanıtım "EVET" ya sizin ki? *** *tna
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
"Cabir b. Abdullah (r.ahm.) şöyle anlatır: Hz. Peygamber (a.s.): bir gün" Kaab b. Eşref'i kim öldürebilir? Çünkü o Allah'a ve elçisine eziyet etmiştir" diye sordu. Muhammed b. Mesleme ise bunun üzerine: "Ey Allah'ın elçisi! Onu benim öldürmemi ister misin?" dedi. Peygamberimiz: "Evet isterim" buyurdu. İbn Mesleme: "Öyle ise ona bazı şey söylememe (ve böylece bir hile hazırlamama) izin ver" dedi. Hz. Peygamber: "İstediğini söyle" dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Kaab'ın yanına vardı ve ona şöyle dedi: "Şu adam (yani Peygamber) bizden zekât istedi ve bizi darlığa düşürdü." Kaab, bu sözü işitince: "Vallahi daha çok yaka silkeceksiniz" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Bir kere ona tabi olmuş bulunduk. Onun işinin nereye varacağını görmek için onu şimdi terketmek istemiyoruz. Şimdi bana biraz ödünç vermeni istiyorum" dedi. Kaab: "Peki sen bana rehin olarak ne veriyorsun?" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Neyi istersin?" dedi. Kaab: "Bana kadınlarınızı rehin verin, dedi. "Sen Arabın yakışıklısısın, kadınlarımızı sana nasıl rehin bırakırız? dedi. Kaab: "Öyle ise bana oğullarınızı rehin verin, dedi. Muhammed: "O zaman da birimizin oğlu hakkında: "Bu iki deve yükü hurma karşılığında rehin olan çocuktur," denilerek alay edilir. Fakat biz sana silahımızı, zırhımızı rehin bırakabiliriz" dedi. Kaab bu teklifi kabul etti ve İbn Mesleme ona Haris, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b. Bişr ile gelerek belli bir vakitte rehni teslim edeceğini vaat etti. Bu grup bir gece topluca gelerek Kaab'ı çağırdılar ve O da yanlarına indi. Ravi Sufyan: Amr'ın dışındaki ravilerin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaab onların yanına inerken, karısı kendisine hitaben: "Dikkatli ol, ben bir ses işitiyorum... sanki kan dökecek birinin sesi!" dedi. Kaab: "Bu gelen Muhammed b. Mesleme ile onun süt kardeşi ve Ebu Naile'dir stelik mert adam geceleyin kılıçla vurulmaya çağrılsa bile kabul eder" dedi. Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına: "Kaab geldiği zaman ben elimi onun başına uzatacağım. Onu sımsıkı tuttuğum zaman hemen öldürünüz" diye talimat verdi. Kaab b. Eşref onların yanına kılıcını kuşanmış şekilde indi. Onlar: "Güzel kokuyorsun" dediler. O: "Evet, Arap kadınlarının en güzel kokulusu benim hanımımdır" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Koklamama müsaade eder misin?" dedi. Kaab bunu kabul edince İbn Mesleme uzanıp kokladı ve sonra: "Bir daha koklayabilir miyim?" dedi. Bu defa Muhammed b. Mesleme, Kaab b. Eşref'in başını sımsıkı yakaladı. Sonra arkadaşlarına: "Haydi vurunuz! dedi, ve bu şekilde İbn Eşref'i öldürdüler. " Kaynak: Suudi Arabistan Krallığı İslami İşler, Vakıflar, Davet ve İrşat Bakanlığı ...Hadis > Hadis-i Şerifler > Hadis No: 1048... http://hadith.al-islam.com *tna
-
her kese en içten dileklerimle merhaba
GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoşgeldin aramıza... Yararlı paylaşımlarda buluşmak dileğiyle... *tna
-
BİR ALLAH'A İNANMAK GEREKSİZDİR EN DOĞRUSU ONU HİÇ DÜŞÜNMEMEKTİR.
*** Dinsel baskı ve korkularından uzak kalarak Allah'ın varlığını insan zekasını önde tutarak kavramaya çalışan sağduyulu herkes için... ALLAH'IN VARLIĞI HAKKINDA KANAAT EDİNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR *** Bir şeyin var olduğuna veya olabileceğine birini inandırmak için ona bu şey hakkında birbiriyle çelişmeyen... Ve birbirini ortadan kaldırmayan şeyler söylenmelidir. Oysa; şimdiye kadar " Allah'ın" varlığı ile ilgili ne söylendiyse ya anlaşılmaz ya da tümüyle çelişkilidir... Bütün insanların bilgisi az çok aydınlandığı ve olgunlaştığı halde nedense Allah'a ait bilgi hiçbir zaman aydınlanmadı. Hatta, Allah'a ait bilginin, birtakım kuruntuların, belirsizliklerin etkisiyle daha da çok karartıldığı görülüyor. En uygar milletler, en derin düşünürler bu konuda en geri kalmış milletlerle ve en bilgisiz, anlayışı kıt kişilerle aynı düzeyde. Çünkü; her din ancak, "mantık"ta iddiayı kanıt kabul etme hatası üzerine kurulmuştur: Bedavadan varsayar ve sonradan ürettiği varsayımlarla kanıtlar! Bugüne kadar üretilen bütün varsayımlara rağmen gerçek şu ki; "ALLAH'IN VARLIĞI KANITLANAMAMIŞTIR." Niteliklerinin bizce anlaşılmaz olduğu bütün semavi dinlerde ifade edilen, Doğası ve içeriği bilinmeyen bir tanrının varlığına inanılabileceği, içtenlikle ileri sürülemez. "Niteliklerinin anlaşılmaz ve birbiriyle çelişen bir Allah'ın var olduğu iddiası varsayımdan öte bir şey olamaz..." Bir şey, birbirini karşılıklı olarak bozan, mantıken birleştirilmeyen ve... Anlaşılmayan iki düşünceyi kapsıyorsa; O şey hayal ürünüdür. *** *tna
-
DİYANETLE İLGİLİ İLGİNÇ TESPİTİMİZ...
tamam diyelimki siz haklısınız... ne gibi eşitlik söz konusu biraz açar mısınız ?..
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
*** Yukarıda alıntı yaptığım kişiler forumda bilinçli olarak ilgiyle takip ettiğim kişiler... İnsanlar fikir sahibidirler, bu fikirlerini kendilerince doğru olduğu için inançla ifade ederler... Karşılarındaki kişilere bu fikirlerini anlatmaları onları ikna etmeye çalışmaları sadece düşünce açıklama değil geniş bir kitleye hitap ediyorsanız... Bir fikri, düşünceyi veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla yapıyorsanız aynı zamanda propagandadır... İnsanlar inandıkları fikirleri yaşamın gerçeklerine uysun uymasın, doğru yada yanlış dile getirirler... Bu nedenle de karşıt fikirler tartışılır... Fikir tartışmaları kişisel hakaret ve karalamalar içermediği sürece düşüncelerimize zıt yada yanlışlarımızı dile getiriyor diye saygısızlık olarak algılanmamalı bence... Ayrıca edinmiş olduğumuz düşünceler aynı zamanda yaşamın gerçekleri karşısında test edilerek doğrulanmak zorundadır...Bireysel olarak herzaman bu testi sağlıklı olarak yapmamızda mümkün olamıyor çoğu kez... O nedenle karşıtlarımızın da deneyimlerini değerlendirmek, düşünsel açılımımızda yararlanmasını bilene doğru açılımlar sağlıyor her zaman... Fikirlerin doğruluğunu ve geçerliliğini, bizim ona katılıp katılmadığımız değil sosyal ve toplumsal yaşamın ondan ne kadar olumlu etkilenip etkilenmediği, doğal yaşamın bu yararlı bir düşüncedir onayı belirler... _İçkinin günah olduğunu kabul edip ardından içki satışını yapan bir kişinin çelişkiler içinde olduğunu söyleyebilir miyiz? _İşyerinde kitap defterin yanısıra vida, civata satıpta ben hırdavatçılık yapmıyorum demek ne kadar geçerlidir? _Gerçekliğin onaylamadıklarını kendi fikrimiz bu diye ısrarla savunmak yerine karşıt fikirlerin ne demek istediğini anlamak,kavramak amacıyla araştırmak sağduyulu bir insan tavrı değil midir.? *tna
-
SOKAĞI DİNLEMEK!SOKAKTA ÇOCUKLUĞUMU ARAMAK!
Ben İslam düşmanı değilim ki!... Fırsatçı hiç değil... Bu sizin öngörünüz... Birinin yaşamın gerçekleri içinde çevresinde yaşamını ve hayatını etkileyen bir konuda eleştiride bulunması ona düşman olduğu anlamını taşımaz... Kendinizde alıntılayıp ifade ediyorsunuz... Sizin İslam önerinize yönelik bende başka şeyler dedim... Sorunun temelinde inançların çarpık önerme ve yaklaşımlarının etkisi olduğununu söyleyip eleştirince... Hemen yaftayı yakıştırmış ve yapıştırmışsınız... İslam düşmanı... Fırsatçı... *** Yazdıklarıma katılmıyor olmanız son derece doğal ve hakkınız... Ama sizde biliyorsunuz ki, artık hafızanızın bir yerinde yazılanlar duruyor... Bu gün için "anlam veremediğiniz bilgiler" bir gün gelecek belli bir konuyu anlamaya çalışırken yerli yerine oturucak istesenizde istemesenizde... Sizin için olmasa bile bu başlığı okuyan diğer katılımcılar arasında yazılanların demogoji olmadığına... Konuyu farklı açılardan da değerlendirerek "anlamak, kavramak, araştırmak" ihtiyacı ile ele alındığına hak verenler çıkacaktır... Sizin bu ayrı meseledir, neyse diyerek geçiştirdiğiniz konuların üzerindeki örtüleri kaldırarak altında yatan gerçekleri görmek isteyecek katılımcılarında olacağı düşüncesi ile yazılmıştır yazılanlar... Sizin duygu sömürüsü diye algıladıklarınızı "Bu anlayış hangi koşullarda oluşmuş, bugün nasıl bir dünyada yaşıyoruz?" sorularının yanıtını aramak gerektiği üzerine değerlendirme yapan sağduyulu katılımcılarda olacaktır... *tna
-
LAİKLİK DÜŞMANLARININ YÜRÜTTÜĞÜ EN YIKICI PROPAGANDA:
Cyrano'nun yerinde tespitiyle başlamak istiyorum... "Karşı olduğu ve nefret ettiği bir görüşe, alenen karşı çıkamama, içindeki söyleyememe".. İçimizdekileri açıkca dillendiremiyorsak.! Ne yapılabilir... 1- Taraf gibi görünüp o değerlerin özünü ve içeriğini ortadan kaldırmak için içi boşaltılır... 2- Olduğundan farklı görünmeye çalışarak "Takiye" yapılır... 3- En etkili yöntemlerden biri olan kafaların karışmasını sağlayacak polemik söylemler geliştirilir... *** Gerçek olan şu ki; Cumhuriyetimizin kurularak, toplumun çağdaş bir çizgide yeniden yapılandırılması aşamasında bu üç yöntem sürekli kullanıldı. Son dönemde temel değerlerin iyiden iyiye yıpratılaması için bu çevreler ikdidar erkinide ellerinde tutarak herşeyi yapıyorlar... Oysa her ifade eğer polemik ve bu yöntemleri içinde barındırıyorsa kendi içinde kendinin reddini barındırır... Nasıl mı.? Onların gerçek düşüncesi Devletin islami kurallarla yönetilmesi... Bunu açıkca ifade edemez ve yukarıdaki yöntemleri uygulayarak şu söylemi geliştirirler... "Devlet laik olabilir kişi laik olamaz"... Bu söylemi, her alanda topluma dayatarak onları buna inandırdıkları zaman o değerin içeriği boşaltılmış anlamı ve işlerliği ortadan kaldırılmış olacaktır... Amaçta budur zaten... Oysa, % 99'u müslüman söylemleriyle kafalarındaki gerçek düşünce nedir? " Kişi müslüman-(dır)- olabilir ve Devlette islami kurallarla yönetilecektir..." Kafalarındaki bu söylem doğru ve geçerliyse...Demek ki... "Kişiler Laik olabilir ve devlette laik kurallarla yönetilebilir..." Ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundaki temel esaslardan biride "Laiklik" ilkesidir... *** İşi tersinden ele alalım... "Kişiler müslümandır devlet İslami kurallarla yönetilecektir" gerçek düşüncesini ile... "Kişiler laik olamaz...Devlet laiktir " diye takiye, polemik yaparak kavram kargaşası oluşturmaya kalktığınızda kendi ifadeleriniz sizi çürütür... "Kişiler müslüman olamaz... Devlet İslamdır." polemiğine ulaşır... Gelde çık işin içinden... Polemik böylesine saçma yaklaşımlar bütününü içinde barındırır... Amaçlanan esas nokta başbakanın "Kişiler hem müslüman hemde laik olamaz" söylemiyle açığa çıkıyor zaten... Toplumun kafasını, onların düşünmeden kabul eden, saçmalıklara pirim veren, inançları adına görmemezlikten gelen tarafına yönelerek, istismara kalktığınızda varılacak nokta tam da içinde bulunduğumuz durumu özetliyor... *** *tna
-
BASINDAN SEÇMELER - KÖŞE YAZARLARININ GÜNDEMİNDEN
Al sana açılım... Vatanımız özgür ve bağımsız … Yüzyıllardır ayakta... Şimdi evlatlarını çağırıyor … Özgür bağımsız Ermenistan’a * Milli marşları bu...Alkışlayacaklar. * Korkma, sönmez … Bu şafaklarda yüzen al sancak * Eminim ıslıklayacaklar. Yuhlayacaklar. * Halbuki, bugün o statta enstrümantal şekilde çalınacak olan İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yapan kişi, Ermeni... "Ne mutlu Türküm diyene" diyebilen vatandaşlarımızdan biri o... Edgar Manas. * 1875’te İstanbul’da doğdu. 1964’te İstanbul’da vefat etti. 1922’de İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yaptı; 1923 ile 1933 arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders verdi. * Var mı haberi Gül’ün? * Ne kadar da şahane açılım yaptığını göstermek için yanına Fransız gazetecileri filan alacağına, Edgar’ın torunlarından birini alsaydı, daha iyi olmaz mıydı? * Madem 1915’te kese kese sülaleleri kuruttuk... "Hani soykırım?" diye sormanın, en büyük kanıtı değil midir, Mustafa Kemal’in İstiklal Marşımızı emanet ettiği Edgar Manas? ***
-
SOKAĞI DİNLEMEK!SOKAKTA ÇOCUKLUĞUMU ARAMAK!
Zamanında okurken anlam veremediğiniz bilgiler, bazen belli bir konuyu anlamaya çalışırken yerli yerine oturuyor. Tıpkı başlıkta yazılan yazıların birinde sokak çocukları ile ilgili çözümün İslamiyet’te olduğu önerisi... Ve yukarıdaki alıntıda ifade edilenler üzerine... Konuyu bu açıdan anlamak, kavramak, araştırmak ihtiyacı ve zorunluluğunda olduğu gibi *** Konuyu araştırdım… İslamiyet'te en başından itibaren gelinle evlenme yasağı var. Evlat edinme yasağı ise daha sonra çıkmış. Hz. Muhammed önceleri "Muhammed'in oğlu" diye çağrılan, evlat edinmiş olduğu Zeyd'in eski eşi Zeynep ile evlenmiş. Evlat edinme yasağı ile ilgili ayetler Zeyd ile Zeynep'in boşanması ile Zeynep ile Hz. Muhammed’in evlenmesi arasındaki dönemde inmiş...(?)... Zeyd'in 'oğul' statüsü de bu sırada değişmiş. EVLAT EDİNMEK CAİZ MİDİR? İslamiyet gelmeden önce evlat edinmek yaygın bir adetti. Hatta Peygamber (sav) nübüvvetinden evvel cari olan adet üzere Zeyd b. harise'yi evlat edinmişti. Ama İslamiyet geldikten sonra onu yasakladı. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Muhammed sizin erkeklerinizden kimsenin babası değildir" (Ahzab suresi). Peygamber (sav) şöyle buyurur: "Babasından başka bir kimseye mensup olduğunu söyleyen kimseye babası olmadığını bildiği halde cennet haramdır (Buhari-Müslim). Ve böylece İslamiyet evlat edinmeyi yasaklamış oldu. Evlat edinmek çok çirkin bir iştir. Varis olmayan varis olduğu gibi, varis olan da mahrum bırakılır. Kaynak: İslam Fıkıh Ansiklopedisi... http://www.sevde.de/İSLAM_FIKHI *** Evlatlık ayrı bir meseledir;... Neyse deyip geçmek çözümü istemekten çok ertelemeye yönelik bir yaklaşım... İslam'da evlat edinmek yasak, buna karşılık kimsesiz çocuk büyütmek sevap. Ama koşulları var: Asla mirasçı olamayacak! Bu arada Hz. Muhammed, "Yetimi himaye eden kimse ile ben cennette şahadet parmağı ile orta parmak gibi yakın olacağız" da demiş. İslam'da evlat edinme yasak... Himayesine aldığınız yavruların size baba demesi yasak, çünkü kan bağınız yok... Ayrıca onlara miras da bırakamıyorsunuz. Çocuğa sürekli onun gerçek babasının siz olmadığını hatırlatmalısınız... Ama yetimi himaye edebilirsiniz... İslam dininin, sokaklardaki ve yuvalardaki çocuklarımızla barışmada, Onları temel insan hakları açısından sahiplenmekte... Açıkça telaffuz edilmese de çok büyük bir engel olarak karşımıza çıkacağını çözümün islamiyette olduğu önerisi yapılmadan önce hiç düşünmüş olanlar var mı acaba?... Bu islami yasak söz konusuysa "İslam" nasıl "tek ve kesin" bir çözüm olabilir?... Sizin;... "İslam'da İslam kardeşliği, öksüz ve yetimlere özel ilgi, insani yardım vurgulanmış" "sorunların temeline inilerek müthiş bir toplumsal bütünleşme ortamı hedeflenmiştir." ... Demenize karşın... İslam fıkıhı "Evlat edinmek çok çirkin bir iştir. " "Varis olmayan varis olduğu gibi, varis olan da mahrum bırakılır..." diyerek... Kimsesiz ve sahipsiz çocukları sorunun temeline inerek sahiplenmek yerine... "mal mülk ve paylaşım adına" onları reddediyor... *** Evlat edinme konusunda Türkiye'de bir anlayış sorunu var. Çevrenizi biraz daha duyarlı bir şekilde gözlemlerseniz eğer... Dikkat edin, evlat edinen biri için 'evlatlık aldı' deniliyor... Evlatlık başka şey, bir evlat edinmek başka... "Evlatlıkta himaye var"... "Evlat edinmede ise kan bağı olmaksızın, 'gerçek' anne-babalık"... Dillendirilmese de alttan alta bakışımızın neden, nasıl etkilendiği ortada... "Evlatlık ayrı bir meseledir" "Neyse bu ayrı mesele ayrıntılar işin uzmanlarından öğrenilmelidir" diye geçiştirilebiliyor... Türk ailesi yüzlerce yıllık birikimin izlerini taşıyor. Bu anlayış hangi koşullarda oluşmuş, bugün nasıl bir dünyada yaşıyoruz? İslamiyetin çözüm olduğu önerilerine karşın... Eğer yukarıdaki linki tıklarsanız... Evlat edinmek çok çirkin bir işmiş... İslam fıkıhında...Böyle buyuruluyor... *tna
-
AYKIRI SORU - YORUM VE SORGULAMALAR
sevgili "taklamakan" "Yazılarımda bu tür polemiğe açık kolaylıkla gerçekliliği saptırılabilecek tür diyalog ve tartışmalara girmemeye çalışıyorum..." ifademde anlatmaya çalıştığım tür diyalog ve tartışma sn.kafedengi tarafından örneklenmiş... "üzgünüm ama , sizin sorularınıza cevap yok." diyerek gereksiz kısır çekişmelere girmemek olumlu olmuş... Gerçi buna da gerek yoktu ama tam bu noktada keserek polemiğin uzaması engellenmiş... *** Sn. "kafedengi" Elbetteki Türkiye Cumhuriyetinde bu tür absürt düşüncelere sahip inanç sahibi yada şövenist kafa yapısında insanlar azınlıkta... Sorunun özünde inanç değerlerini "Tanrı" istedi diye kendisi gibi düşünmeyen komşusunu kesebilecek düzeyde abartan sapkın kişiler eleştiriliyor... Ancak hafızanızı biraz zorlarsanız "Tanrı" istedi diye çocuğunu kurban eden babaların gazete ve televizyonlarda çıkan haberlerini anımsayacaksınız... Çok Haklısınız siz elbette inanmıyor diye komşunuzu kesmek gibi bir düşünce içinde olamıyacak kadar sağduyu sahibisiniz... Ama unutmayın ki, Afkanistan da İslam inancından Hıristiyanlığa geçen kişinin ölüm cezasına çarptırılması hala hafızalarda yerini koruyor... Ülkemizde din değiştirdi diye ölüm cezasının olmaması, inanmıyor diye komşusunu kesmeyi düşünmeyenlerin çoğunlukta olması, İslamiyete inananlar arasında bu tür düşünce ve yaklaşımların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor... Tıpkı bizde recim ve elkesme gibi cezaların olmamasının İslamiyette bu cezaların olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi... *** Sn. "kafedengi"; İnanıyorum ki, yazılanların içeriğini anlatılanları anlamak için okuduğunuzda verebilecek tutarlı ve herkesin yararlanacağı düzeyde yanıtlarınız muhakkak vardır... Ama sizi rahatsız ettiğini düşündüğünüz yada içeriğini kavramadan yanıtladığınız yazılara verdiğiniz polemik yanıtlar... Şimdi yazacaklarıma alınsanızda, kızsanızda gerçek şu ki, yazdıklarınızın anlamını basitleştiriyor... Örneğin yukarıdaki yazınızda kendi bakış açınıza göre açmaz olarak gördüğünüz noktaları polemik konusu yapmak yerine, Soruya soruyla yanıt üretmek yerine, konunun özüne yönelik düşüncelerinizi bizlere aktarmış olsaydınız... Katılınsın yada katılınmasın üzerinde düşünülmeye değer bir paylaşımda bulunmuş olurdunuz... Başlıkların içeriğine saygılı ve hepimizin yararlanacağı paylaşımlarda buluşmak dileğiyle... *tna
-
Ateistlerin iyman edeceğinimi zannediyoruz.?
Okuduğunuzdan anladıklarınızla yazılanlar ne kadar da farklı şeyler öyle değil mi? Taklamakan, "Sizin ruh diye adlandırdığınız şey , BİLİNÇ tir." demiş... Siz, "sn taklamakan o can degıl bılınctır demıs." diye anlamışsınız... *** Taklamakan "ruh diye adlandırdığınız şey , BİLİNÇ tir." ifadesini kullandığına göre devamındaki mantığınıza göre konuyu şu şekilde sulandırmamız daha uygun... *** Galiba okuduğunuzu farklı anlayıp yada yorumladığınızı kavradığınız zaman... işaret ettiğiniz noktaya gerekli açıklamanın tarafınızdan "pardon" olarak verilmesi gerektiğini kabul etmeniz gerekiyor...
-
BİR ALLAH'A İNANMAK GEREKSİZDİR EN DOĞRUSU ONU HİÇ DÜŞÜNMEMEKTİR.
Sizi tebrik ediyorum... Konunun içeriğiyle ilgili tartışmak yerine kıyısında köşesinde dolanarak, Konuyla ilgisiz laf olsun diye kısır ve kişiselleşmiş yaklaşımlar üretmeyi başarabildiniz... *** Bu başlık, “Tanrının varlığı” hakkında tartışılmasının uygun şart ve olanaklarını sağlayarak, Anlamlılığı konusunda -deneysel doğrulama- kurallarını benimseyerek, Doğrulanabilirliğini -Akıl yürüten, olgucu- bir bakış açısıyla anlamak, anlaşılabilirliğini sağlamak amacıyla açılmıştır… Buradaki hedef günümüze değin insanoğlunun düşünce yapısını ve yaşamını etkileyen "Tanrının varlığı ve yokluğu" konusunda “Akla dayanan, Akılsal” veya “Varsayılan, Anlatılan” ama doğrulanabilirliği, anlamlı oluşu “mantık ve kanıtla” desteklenebilen Ve bunların da ötesinde bu iddialarının doğruluk ve yanlışlıklarının entelektüel düzeyde tartışılabilmesi amacıdır… Gerçek şu ki; inanan bir teist için tanrı vardır ve tanrı hakkında anlamlı bir şekilde konuşmak birtakım sorunlar barındırsa da, mümkündür. Tanrıya inanan birinin, Tanrısı hakkında söylediği her ifadenin doğruluğu ve yanlışlığı sonunda istese de istemese de İnsan oğlunun sağduyusu öne çıkınca böyle bir "Tanrının" var olup olmadığı problemine dönecektir. Ortaya çıkan bu problem onları bu konuda entelektüel düzeyde tartışmak yerine, Ne yazık ki konunun sulandırılması yönünde yaklaşımlar üretmeye ve yazılar yazmaya yönlendiriyor… *tna
-
SOKAĞI DİNLEMEK!SOKAKTA ÇOCUKLUĞUMU ARAMAK!
Sevgili ali; Biraz önce izlediğim TV programında ilk adı "Alirıza" olan islam düşünürü ve uzmanı... İslamiyetin "Evlatlık kurumunu" reddettiğini, yasakladığını iddia ediyordu... O an aklıma eğer söyledikleri doğruysa ...ki; Kurandan örneklerle iddiasını kanıtlamaya çalıştı... 4 kadına izin veren bir inanç sistemi... Evlatlık kurumunu neden reddeder diye bir soru düştü... "aile kurumunu güçlendirmek; toplumsal dayanışmayı yerleştirme" yaklaşımında samimi ve doğru düşündüğünü kabul ediyorum... Ancak bunu sadece tek ve kesin çözüm olarak islamiyete bağlamak ne kadar doğru bir teşhis... Bu islami yasak söz konusuysa " İslam" nasıl "tek ve kesin" bir çözüm olabilir?.. Üzerinde düşünmek gerekli...
-
tanrı herkezı esıt sartlardamı dunyaya getırıyo
Yazdıklarım bir yorum ve zan değil... Bire bir yazdıklarınızı okuma, değerlendirme, ifade ve anlatımlarınız üzerine hakkınızda kanaat edinme... Ama önemli olan benim yazdıklarım da değil... Sizin sizi hepimizden daha iyi biliyor olmanız... Bize düşen beyanlarınızı ön yargısız olarak kabul etmek... Ancak yapabileceğimiz şey bu son yazdıklarınızla daha sonra yazacaklarınızın tutarlılığını değerlendirmek.ki.. Sizi "fettulahcı misyoner yaklaşımlarını benimsemiş biri olarak algılamamız ortadan kalksın..."