Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Neden tekme atma ihtiyacındasınız anlaması güç!.. Size tanrınız merhametsizliği mi bahşetti?.. Size tanrı yanınızda çalışanları "Kul" olarak gör diye akıl mı verdi? Alışkanlık bu ya tanrının sizden beklediğini varsaydığınız, biz kullar ona tapınıp, yüceltilmeliyiz düşüncesini.. Kendiniz için size hizmet üreten insanlardan da bekliyorsunuz... Tanrıcılık oynamak yerine size hizmet üreten insanlara değer vermeyi denemelisiniz... Üretenin ne dediğinden çok neyi ürettiği önemsiz midir.? *** Ayrıca sorulması gereken ufacıcık bir soru var... Bilim adamlarının ve yaşamın zorluklarını aşamaya çabalarken insanoğlunun takıldığı yerlerde ne zaman, nerede tanrıdan akıl istemiştir de bu istem yukarıdan yanıt bulmuştur... Örneğin; Edison ampulu üretirken sorunlarla karşılaşıp takıldığı yerler olmuştur şüphesiz öyle değil mi? Onun bu buluşu yaparken karşılaştığı sorunlar karşısında onun tanrısı ona nasıl bir akıl vermiştir acaba bilginiz var mı?.. Neyse; Siz iş yerinizde karşınıza çıkan sorunlarınızda "takıldığınız, içinden çıkamadığınız yerlerde" tanrıdan akıl isteyin bakalım size bir yanıt gelecek mi? Eğer gelirse bizimle paylaşın lütfen... *** Yazılanlar üzerine öne sürdüğünüz bakış açısıyla değerlendirme yaptığınızda, yapacağınız çıkarım elbette bu yazdıklarınız olacaktır... Bu anlamda size hak vermemiz gerekiyor... Ama sizin de en azından anlamaya çabalamak gibi niyetiniz olması gerekiyor... Uzun lafın kısası; Sizin şöyle bir göz gezdirdiğiniz yazılanlarda anlatılmak istenen şudur... Kuru kuruya "hamdolsun" diyerek Allaha dualar etmek yetmez... Bilgiyi, bilimi, bilimsel yöntemi ve bilim adamını el üstünde tutmak gerektiğini anlamak, kavramak gerekir. "Hamdolsun verdiğin nimete, sağlık ve afiyete..." diyeceğimiz "İnsanoğlunun birikimidir." Bu birikime bilimsel yöntemleri kullanarak, üst düzeye çıkmış sorunlarımıza çözümler üreterek ulaşmıştır.
  2. Eleştirinin hedefini saptırmış olmuyor musunuz sayın 'MonDieu'... Yapılan anlamsız eyleme en ufak bir eleştiri getirmeden, yapılan saptamalara getirilen eleştiri eksik kalmıyor mu?
  3. Haberleri izlerken yüreğim parça parça oldu... Öylesine aynı koşulları yaşayan insanların dramı sergileniyordu ki... Orada hak arama mücadelesi veren insanlarla aynı yaşam koşulları ve zorluklarla baş etmeye çalışan biri olarak, ortaya çıkan görüntüler karşısında kendinle özleştirmek iç güdüsüyle bile yaklaşamıyor insan... En daramatiğide Ankara da bütün özlük hakları gaspedilen tekel işçilerinin içinde bulunduğu o koşul ve şartlar... Zavallı insanlar, genci, orta yaşlısı, emeklilik yaşına gelmiş, kadını erkeği artık kaybedecekleri bir şey kalmadıysa ne işleri var o yaşta bu soğukta aç bilaç oralarda.. Ve ülkeyi onlar adına yönetenlerin atadığı mülki amirlerin olanlar karşısında öne sürdükleri ipe sapa gelmez, mesnetsiz iddialarına ne demeli... Gasbedilen haklarımızı geri istiyoruz diyerek sorunlarını dile getirmek dışında bir amaçları olamadığı açıkca görülen insanları yine onların çocukları yaşında olan genç insanlara dövdürtmenin, bu soğukta üzerlerine su sıkarak yerlerde sürüklemenin ne kadar haklı gerekçeleri olabilir ki.. Hele beyni yıkanmış aymaz bir insanın eline aldığı biber gazı tüfeğini sadistce onun bunun suratına kendine yetki verildi diye, ne yaptığının bilincinde olmaksızın sıkıp durmasını azıcık insanlıktan nasibini almış vicdan sahibi olanlar, o görüntüleri izleyenler nasıl kabullenebilir ki ... Siz yönetime talip olurken yurttaşlarınızın iş olanaklarını arttırmak, yaşam standartlarını daha yukarıya çekmek değil miydi amacınız... Yaşam, iş, aş, insanca, insan onuruyla yaşamak değil mi? sizleri neden oralara seçti bu insanlar.. Ama siz sürekli gündem saptırıp, gerçek gündemi hep arkalara öteleme derdindesiniz ey iktidar... Ne zamanki halkın yaşmsal bir kazanımın gaspedeceksiniz, öncesinde yada o anda sansasyonel farklı bir gündem yaratıyorsunuz... Ardından, elinde ki son lokmasınıda alınca insanların, onların çocuklarının geleceğini yok edecek yaptırımlar uygulayınca bu insanlar suçlu oluyor öylemi... Peki bu insanlar göstermeye çalıştığınız gibi kanunsuz eylemler peşinde iseler, neden daha öncesinde böyle bir davranış içinde değillerdi... Yarattığınız suni gündemlerinizle şaşkına çevirdiğiniz halkınızı artık, onları kendilerini ifade edemez koşulların içine sürükleyerek varmak istediğiniz nokta sizin için olması gereken olabilir... Ama Bu halkın, insan olan her bireyi bunu hak etmiyor, insanca yaşam koşullarında yaşamak ve geleceğiyle ilgi kaygı ve korkular yaşamamak onlarında hakkı... Askerde "Onbaşı" olmuş kendi köylüsüne baskı uygulayarak, acı çektiren az gelişmiş zihniyetle bu ülkeyi yönetiyorsunuz... İçinde bulunduğumuz koşul ve şartlarda bu yaşananları gördükçe, hissettikçe, bizzat yaşadıkça ... Kahroluyorsunuz, nefret ediyorsunuz, tepki duyuyorsunuz insan olarak ... Yazıklar olsun demenin ötesinde bir cümle kalmıyor geriye... Ne yazık ki; Sevgili "AED" tünelin ucunda bir umud ışığı arayan zavallılar durumuna sürüklenmiş insanların yaşam mücadelesini, reva görüldükleri davranışları ve onlara yapılan haksızlıkların hak olarak sunulduğu günleri yaşıyoruz 2009'un son günlerinde... 2010' da sağduyunun hakim olduğu günlerin gelmesi dileklerimle...
  4. İşçi sınıfı eylemde! 3 önemli iş kolunda çalışan işçiler dün sokaktaydı İstanbul’da itfaiyeciler belediye önünde özlük hakları için eylem yaptı, Ankara’da TEKEL işçileri hükümet ve özelleştirme aleyhine pankart açtı. Türk Ulaşım-Sen ise 16 TCDD çalışanının görevlerine iadesi amacıyla iş yavaşlattı İtfaiyecilere tazyikli su! Bu kez itfaiyeciler ıslandı. Yeni yılda sözleşmeleri sona erecek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bimtaş A.Ş.’deki sözleşmeli itfaiyeciler, Saraçhane’deki belediye binasına yürümek isteyince ortalık karıştı. Polis, itfaiyecileri tazyikli su ve biber gazı sıkarak durdurdu. İtfaiyeciler, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Taşeronlaşmaya ve özelleştirmeye hayır” yazılı pankartlar ve “İstanbul uyuma itfaiyene sahip çık”, “İşçinin hakkı engellenemez”, “İtfaiye yanıyor başkan nerede” sloganlar attı. Sözleşmesi bitecek olan 930 itfaiyeciye destek veren Türk-İş’e bağlı sendikaların temsilcileri de eyleme katıldı. Meslektaşlarının eylemine parkın yanında bulunan Fatih İtfaiye Grup Başkanlığı’ndaki itfaiyeciler alkışlarla destek verdi. Göstericiler de kendilerini alkışlayan meslektaşlarının yanına giderek slogan attı. Ne istiyorlar? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bimtaş A.Ş.’de sözleşmeli olarak çalışan itfaiyecilerin sözleşmeleri yeni yılda sona eriyor. İşsiz kalacak olan itfaiyeciler, taşeronlaşmaya ve özelleştirmeye karşı çıkıyor. Makinistler raylara yattı TÜRK Ulaşım-Sen ile BTS üyeleri, geçici olarak görevden alınan 16 TCDD çalışanı için eylem yaptı. Yurdun birçok yerinde seferler ya hiç yapılmadı ya da yavaşlatıldı. Eylemden haberi olmayan vatandaşlar, işlerine gidebilmek için geldikleri tren istasyonlarında mağdur oldu. Önceki gece 22.00’de başlayan İstanbul Haydarpaşa’daki eyleme yaklaşık 200 kişilik çevik kuvvet ekibi müdahale etti. Polis, demiryolu çalışanlarından oluşan yaklaşık 50 kişililik gruptan, kendilerine direnen ve aralarında Türkiye Kamu-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan, Türk Ulaşım Sendikası İstanbul Şube Başkanı İsmail Çiftçi, Türk Tarım Orman Sendikası İstanbul Şube Başkanı Okyay Yıldırım ve BTS İstanbul Şube Başkanı Hasan Bektaş’ın da bulunduğu 5 kişiyi gözaltına aldı. Ne istiyorlar? Demiryolu çalışanları, 25 Kasım’da özlük hakları için 1 günlük uyarı grevi yapmıştı. Bu grevde 16 TCDD çalışanı geçici olarak görevden alındı. Makinistler de önceki gece başlattıkları eylemle arkadaşlarının göreve iadesini istedi. Donsak da dönmeyiz! TÜRKİYE’NİN 21 ilinden önceki gün Ankara’ya gelen Tekel işçilerinin eylemi ikinci gününde AK Parti Genel Merkezi yakınında ve Abdi İpekçi Parkı’nda sürdü. Parktaki grup yürümek isteyince polis biber gazı kullanarak müdahale etti. Müdahale sırasında bazı işçiler baygınlık geçirirken, bazı işçiler ise tepkileri soyunup parktaki su havuzuna girerek gösterdi. Soğuk havaya rağmen havuza giren işçiler, “Biz buraya ölmeye geldik. Hakkımızı alıncaya kadar gitmeyeceğiz. Burada olmak bizim kanuni hakkımız. Biz hakkımızı almaya geldik buraya, ama bize müdahale edildi. Birçok arkadaşımız hastanede. Ölmek var dönmek yok” dedi. Ne istiyorlar? Önceki yıl tütün kısmı özelleştirilen Tekel işçileri, 4-C (sözleşmeli personel) statüsüne karşı çıkıyor, özlük haklarıyla kamu kuruluşlarına yerleştirilmelerini istiyor. Başbakan’ın “işçiler yan gelip yatıyor” sözlerine de tepki gösteriyorlar. Kaynak: Vatan 17.12.2009 Perşembe *** İŞTE GERÇEK GÜNDEM MİLLET İŞSİZ ve AÇ... AŞ ve İŞ İSTİYOR.
  5. TEKEL işçilerinin Abdi İpekçi Parkı’ndaki eylemine polis, su ve göz yaşartıcı gazlarla sert bir şekilde müdahale etti. Türk-iş Genel Sekreteri ve Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel gözaltına alındı. Milletvekilleri de eyleme üzerlerine gaz sıkıldığını, copla dövüldüklerini ileri sürdü. Müdahale sırasında, çok sayıda işçi fenalık geçirdi. Polisin, işçilere yönelik kullandığı gaz bombasının etkisiyle bir çok işçi park içinde baygınlıkgeçirdi. Eylemcilerin bir kısmı polisten kaçarak, Abdi İpekçi Parkı'ndaki havuza girerken, çok sayıda işçi de müdahaleyle birlikte parkın çevresine dağıldı.Müdahale sırasında, Türk-iş Genel Sekreteri ve Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in de göz altına alındığı bildirildi. İşçilerin yanında bulunan milletvekilleri müdahale sırasında alandan uzaklaştırılırken, bazı milletvekilleri de polisin attığı gaz bombasından etkilendi. Kaynak: Milliyet Com.tr.
  6. Hamdolsun verdiğin afiyete... Günümüzde her 3,6 saniyede bir kişi açlıktan ölmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre halk sağlığına en büyük tehdit açlıktır. 2006 yılında 62 milyon kişi açlıktan ölmüştür. Dünya'daki açlık gerçeği ürkütücüdür. Afiyet veren bir tanrı yoktur. İnsanlar yardımlaşmak zorundadırlar. Kendileri afiyetle yerken aç insanları düşünmeyip, yarattığı her kulun rızkını veren bir tanrı olduğunu sanan ve kendilerini bununla teselli edenlerin insanlıkla alakaları yoktur. Tıpkı bunda binlerce yıl önceki atalarımız gibi bugün fakir bölgelerde açlıkla savaşan insanların akıllarını kullanmaları içinde bulundukları zor durumdan kurtulmalarını sağlamaz. Bilgi nesilden nesile birikir ve işe yarar hale gelir. Her nesilde taş üstüne taş koyulur. Bundan 10.000 yıl önce tarıma geçen atalarımız kendilerinden önceki nesillerin birikimlerini kullandılar. Kimse kendi kendine bir anda icat yapıp dertlerinden kurtulmadı. *** “Tanrı insana akıl verdi, bu gelişmeler bu sayede oldu” diyenlere şunları ifade ederek oturup aklı başında düşünmelerinin gerektiğini hatırlatmak son derece önemli; Bundan 15.000 yıl önce avcı-toplayıcı yaşayan atalarımızda tıpkı bizim gibi insandı. Ancak onların doğurdukları her iki bebekten biri öldü. Onların çok çetin bir hayatı oldu, 20-25 yaşına kadar zor yaşadılar. 10.000 yıl önce tarıma geçince de tüm sorunlar bir anda çözülmedi. Hala da çözülmüş değil... Bugün Dünya'nın çeşitli yerlerinde sizin yaşadığınız rahat içinde yaşayamayanlar var. Onların bu noktadan sonra akıllarını kullanmaları da pek fayda etmiyor. Kuraklıkla, hastalıkla savaşarak geçiyor ömürler. Çoğunun ömrü kısacık oluyor. *** Uzun lafın kısası "hamdolsun verdiğin nimete, sağlık ve afiyete..." diyeceğimiz Tanrı değildir. İnsanoğlunun birikimidir. Bu birikime bilimsel yöntemleri kullanarak, üst düzeye çıkmış sorunlarımıza sonuç veren çözümler üreterek ulaşmıştır. Kuru kuruya "hamdolsun" diyerek Allaha dualar etmek yetmez... Bilgiyi, bilimi, bilimsel yöntemi ve bilim adamını el üstünde tutmak gerektiğini anlamak, kavramak gerekir. Neolitik dönemden bu yana varsayımlarında yarattığı tanrıların peşinden koşarak gerçek anlamda ne kazandı insanoğlu? Yalanlarla binlerce nesli, milyarlarca hayatı kararttı! Her insan bilimin ilerlemesinde potansiyel bir adım demektir, oysa bu zihniyet nicelerini telef etti! Gelecek kuşakların daha yaşanası bir dünyayı onlara miras bırakmak için insanoğluna düşen sağduyulu yaşamsal sorumluluklardan en öncelik taşıyanı, bronz çağı mitolojilerinin düşünce sistematiğinin bugünlere taşıdığı tanrı kavramının peşini bırakmak, gerçek çözümler sunan bilimi el üstünde tutmaktır.! ***
  7. Hamdolsun verdiğin sağlığa.... Bundan 100 yıl önce insanlar için ortalama ömür beklentisi 35 yıl kadardı. Bugün bu değer gelişmiş ülkelerde 83 yıla kadar çıktı. Gerek virüsler, bakteriler, mantarlar ve zooparazitler gerekse genetik bozukluklar ve embriyolojik süreçteki aksaklıklar yüzünden pek çok hastalığa yakalanıyoruz, hatta bu hastalıklar ile doğuyoruz. Son yüzyıl içerisinde hastalıklarla savaşımızda çok büyük ilerlemeler kaydettik. Bu ilerlemelerin tamamı bilimsel çalışmalar ile sağlandı. Gökten tedavi inmedi. 1300'lü yıllarda yaşanan Büyük Veba Salgınını düşünün. Avrupa nüfusunun neredeyse yarısını öldüren dehşet verici bir olay. O dönemde bu hastalıkla savaşacak hiçbir silahımız yoktu. Ölümden kaçış yoktu. 1918'de yaşanan Grip salgınında 20 ila 100 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor. O dönemdeki Dünya nüfusuna oranlarsanız bu muazzam bir rakam. Daha bunun gibi pek çok salgın yaşadı insanlık... Hepsini yazmak mümkün değil. Web’de araştırın orada bulup inceleyebileceğiniz binlerce liste var... En azından şuraya -http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_epidemics- başvurun size gerekli bilgileri verecektir… Dinlerin insan yaşamına hiçbir olumlu katkıları olmamıştır. Taş devrinden 1900 yılına kadar geçen süre içinde ortalama ömür beklentisi 20 yıldan 34 yıla çıkabilmiştir. İnsanlar terk edip bilime yöneldiklerinde ise geçen 100 yıl gibi kısa bir süre içinde ortalama insan ömrü iki kat artarak 35 yıldan 70 yıla çıkmıştır. Böyle bir gelişmeyi hiçbir dini öğretinin sağlayamadığı aşağıdaki grafikte açıkça görülmektedir… Özetle, Gerçekte sağlık Tanrı'dan gelmiyor... Sağlık konusundaki ilerlemeleri bilimsel alanda çalışarak biz insanlar sağladık.
  8. Hamdolsun verdiğin nimetlere... Daha ilkokul çağlarındayken öğrendiğimiz ama yorumlamaktan aciz kaldığımız bir gerçek var; insanlar yiyeceklerini kendileri yetiştirmeye yani tarım faaliyetine bundan 10.000 yıl önce başladılar. Daha önce avcı-toplayıcıydılar. Yani doğada kendi kendine biten bitkileri toplarlardı, kendi kendine üreyen ve yetişen hayvanları avlarlardı. Bugün yediğimiz bitkilerin, hayvanların ve mantarların neredeyse tamamı bizim yapay seçim yolu ile evcil hale getirdiğimizi, ehlileştirdiğimiz türlerdir. Eğer insan yerleşiminden uzak, yaban hayatının hakim olduğu bir bölgeye giderseniz orada yiyecek bulmakta büyük güçlük çektiğinizi görürsünüz. İçecek temiz su bulmak bile zordur. Yabanda bizim alışkın olduğumuz ıslah edilmiş bitkiler, çiftlik hayvanları yoktur. Yerleşim alanlarımız içinde bile besin olarak tükettiğimiz türlerin ataları olan yabani türleri görebilirsiniz. Örneğin Anadolu'da bir yol kenarında yabani buğday türlerini görebilirsiniz. Daha çelimsizdir, taneleri çok küçüktür, ama ıslah edilmiş buğday gibi insan bakımına muhtaç değildir. Benzer şekilde yabani bir elma ya da armut tatsız ve serttir. Yabani muzun çekirdekleri vardır. Islah ettiğimizi türlere birkaç örnek verelim, Buğday; 10.000 yıl kadar önce Anadolu'da ıslah edildi ve tarımı yapılmaya başlandı. Bundan önce sadece vahşi türler vardı, bu türlerin en dolgunları nesiller boyu seçilerek yeterli dolgunluktaki taneler elde edildi. Patates; 10.000 yıl kadar önce Şili Takımadalarında ıslah edildi ve tarımına başlandı. Avrupa'nın patatesle tanışması ise 1536 yılında oldu. İnek; Neolitik dönemde (başlangıcı MÖ 9500) ıslah edilip çiftlik hayvanı olarak kullanılmaya başlandı. Bugün dünyada 1.3 milyar kadar büyük baş hayvan bizim kontrolümüz altında çiftliklerde yaşarlar. En iyi et verimi, en iyi süt verimi bakımından seçerek gereksinimlerimize göre nesilden nesile şekillendirdiğimiz bir canlıdır inek... Vahşi atalarına ve bugün yaşayan vahşi kuzenlerine göre çok farklıdır, bakımıza muhtaçtırlar. Tavuk; 10.000 yıl kadar önce Vietnam'da evcilleştirilmiştir. 2003 yılında dünyada 23 milyar tavuk yaşamaktaydı. Herhalde bugün bu rakam çok daha fazladır. Teker teker tüm evcil türleri, ıslah edilmiş türleri yazmak işi uzatır. Buradan yola çıkarak herkes kendi bilgi edinimi için gerekli araştırmaları yapabilir, hatta yapmalıdır da! Ana fikir bellidir; insanlar bundan 10.000 yıl önce Dünya'nın çeşitli yerlerinde kendi bilgi birikimleriyle deneyerek ve iyisini seçerek kendi nimetlerini kendileri yetiştirmeye başlamışlardır. Bundan önce yaşam daha çetindir, daha belirsizdir. Tarıma geçilmesi insanoğlunun en önemli dönüm noktalarından biridir. Tarımla birlikte yıldızlar artık göç eden, avlanan kabilelere yol göstermekle kalmamış takvimlerin de oluşturulmasında kullanılmıştır. Neolitik dönemin (Taş Devrinin son dönemi) insanları her ne kadar tarım konusunda büyük bir atılım yapmış olsalar da Güneş, Ay ve yıldızların ne olduklarını anlayamamışlardı. Güneş'in canlılık verdiğini anlamışlar ve büyük bir saygı duymuşlardı, yıldızları gökte sabit ışıklar, yol göstericiler olarak kutsallaştırmışlardı. O dönemde tarımla birlikte artan yerleşik yaşam, büyüyen insan toplulukları ve insanlar arası etkileşim organize göksel dinlerin de köklerinin atılmasını sağladı. Ancak günümüze geldiğimizde bu organize dinlerin kökenlerinin unutulduğu gibi tarım öncesi yaşamın koşulları ve tarıma nasıl başlandığı da unutuldu. Nimet gökten gelir sanılmaya devam edildi. Zamanla tek bir varlığa indirgenen ve her şeyin yaratıcısı kabul edilen bir tanrının bu nimetleri verdiği fikri baskın çıktı. Oysaki nimeti veren Tanrı değildi, insan deneyerek kendi elde etmişti nimetleri. İnsan son yüzyıl içinde bir atılım daha yaptı ve tarımı geleneksel halinde çıkarıp bilimsel bulgularını tarım alanında uyguladı. Önce tarımda makine kullanmaya başlayıp verimi arttırdı, sonra yapay gübrelerle (örneğin; azotlu gübreler) kullanımı ile verimi üst seviyeye çıkardı. Genetik müdahalelerle daha dayanıklı tarımsal bitkiler elde etmemiz mümkün oldu. Kısacası; Gerçekte beslenmemizi ve diğer ihtiyaçlarımızı sağlayan nimetleri biz insanlara tanrı vermedi, biz çabalayıp kendimiz aldık.
  9. "Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete..." diyerek dualar edeceğimiz gerçekte Tanrı mıdır, “Allah” mıdır ?. Gerçekte beslenmemizi ve diğer ihtiyaçlarımızı sağlayan nimetleri biz insanlara tanrı mı verdi ?. Sağlığımız, sağlıklı ve afiyette olmamız Tanrı'dan mı geliyor ?. Aklımızı ve düşünme yeteneğimizi gerçekte Tanrı mı bağışladı insanoğluna? *** Ama o aklı veren Tanrı'dır, Sağlığımızı ve nimetleri bize bağışlayan, veren Tanrıdır, ” Allah” dır diyenler aşağıdaki ileti dizisini sonu kadar okusunlar lütfen… Okumanın, öğrenmenin yazılanları kabul etseniz de etmeseniz de hiçbir zararı yoktur insanoğluna. Okursanız düşünürsünüz, dünürseniz araştırırsınız, araştırırsanız öğrenirsiniz, öğrenirseniz gelişirsiniz. Sonuçta; Düşünen, irdeleyen, araştıran ve gelişime açık özgür birer birey olursunuz. Neye karar verirseniz verin, kararlarınız ve düşünceleriniz size ait olur. Başkalarının doğruları ve önermeleriyle değil.. Kendinize ait düşüncelerinizle yaşamı algılayıp, değerlendirme özgürlüğüne sahip olursunuz… 50
  10. İsmi Serhat ŞAHİN… 9 Aralık çarşamba akşamı saat 19:30 sıralarında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Dokuzçeşmeler Kampüsü önünde otobüs beklerken saldırıya uğradı... Neden mi uğramış kendi ağzından okuyup anlamaya çalışalım... Saldırıya uğrayan öğrenci şöyle bir not yazmayı da gerekli görmüş olayın ardından geçen sürede ortaya çıkan bazı gelişmeler üzerine... Birileri yazmadan ben yazayım, nasılsa yazılacak : İslam hoşgörü dinidir, gerçek İslam’da böyle şeyler olmaz. Yapan çocuk hata yapmış tasvip etmiyoruz...
  11. Tekel İşçilerinin Eylemi TEKEL işçileri AK Parti'nin önünde: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Yatarak para kazanma dönemini kapattık" dedi; TEKEL işçileri de bu sözleri protesto etmek için AK Parti Genel Merkezi önünde eylem yapmaya başladı. Türkiye'nin dört bir yanından sırt çantalarıyla, battaniyeleriyle Ankara'da toplanan işçiler, hükümeti, başbakanı ve kendilerine tanınan 4-C yani sözleşmeli personel statüsünü protesto ediyor. Tek-Gıda İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, bekleyişin gece boyunca süreceğini söyledi... Devamını Okumak için : -http://www.cnnturk.com/2009/ekonomi/genel/12/15/tekel.iscisinin.eylemi.basladi/555348.0/- *** TEKEL işçileri Ak Parti Genel Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti Fevzi Kızılkoyun - ANKARA / DHA 15 Aralık 2009 İş yerleri kapatıldığı için özlük haklarıyla kamu kuruluşlarına yerleştirilmelerini isteyen TEKEL işçilerinin eylemi başladı. Türkiye'nin çeşitli kentlerinde sabah saatlerinde Ankara'ya gelen işçiler, Armada Alışveriş Merkezi önünde otobüslerden inerek Ak Parti Genel Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçti. Ancak polis ekipleri geniş güvenlik önlemleri alarak ve barikatlar kurarak işçilerin genel merkeze yürümelerine izin vermedi. Ak Parti Genel Merkezi yakınlarındaki Yaşam Sokak'ta oluşturulan polis barikatına kadar yürüyen işçiler, burada 'İş ekmek yok, açılım da yok', 'Ölmek var, dönmek yok', 'işçiyiz haklıyız kazanacağız', 'Vur vur inlesin Başbakan dinlesin' şeklinde sloganlar attı. '4-C'ye hayır', 'Geleceğimizle oynamayın', 'Bu ateş sizi de yakar' şeklinde pankartlar açan bazı işçilerin aşırı soğuğa rağmen yarı çıplak soyunarak tepkilerini dile getirmeleri dikkat çekti. Yaşanan izdihamdan fenalık geçirenler olurken, baygınlık geçiren bir işçi ise eylemin yapıldığı yerin hemen arkasında bulunan özel bir hastaneye kaldırılarak tedaviye alındı. Devamını Okumak için : -http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13204336.asp-
  12. bende şerefine o zaman Afiyet olsun... Doğrusu aşağıdaki kahveye hayır diyemezdim...
  13. Sayın Erdoğan; Eski bir forum üyesi olan sizin deneyimlerinize ve gözlemlerinize saygı duyuyor yorumunuza, anlatmak istediklerinize ben de katılıyorum... Bence o kadar deneyimlisiniz ki, ön görününde ötesinde, forumun görünen ve görünmeyen yüzü üzerine yukarıdaki tespitleri bile yapabiliyorsunuz... Yukarıda irdelediğiniz kişilikler üzerine yapmış olduğunuz yorumlar sizin için elbette geçerlidir... Ancak şunu da gözardı etmemek gerekirdi diye düşünüyorum... Önerilmelerine karşın öncesinde ve sonrasında onların böyle bir talep ve istemleri hatta olumlu olumsuz yanıtları da yok... Bence tüm forumdaşların iyi niyetli oldukları ön kabulüyle yola çıkarak onlar üzerinden görüş belirtmiş olmamanızı tercih ederdim... Böyle bir yaklaşım ve ön görüyle belkide" incinmek gibi bir duyguya "kapılabilecek olmalarının önüne geçmiş olurduk diye düşünüyorum... Devamında; Şahsım adına verdiğiniz mesajı iyi algıladığımı, başlığın içeriğini de göz önünde tutarak ne yapmak istediğinizi çok iyi anladığımı belirtmekte yarar görüyorum... Ancak yapmış olduğunuz tespitte "ya da başka bir şey var" ifadenize dikkati çekmekte yarar görüyorum. Evet hiç bir şey göründüğü gibi olmayabilir, cümle sonlarını"...yor" olarak bitirerek görüş belirtmek kesinlik belirtir ama o kesinlik bir anlık görünümle algınan sonuçları da ifade ediyor olabilirler... Çünkü çekilen fotoğrafların öncesi ve sonrası da söz konusudur... Yukarıdaki ifadenize ben de imzamı atarım... Çünkü aynen orada ifade edilenler çerçevesinde düşünüyorum... İlave olarak şu ayrıntıları da ekleyebilirim; Bırakalım herkes doğru ya da yanlış, eksik ya da hatalı kendisini ifade etsin... Özgür düşünceye, seviyeli iletişime taraf, forum kurallarına uyulmasında iyi niyetli üyeler ve uygulanmasında kararlı ama tarafsız bir denetim zaten gerekeni sağlayacaktır... Bunun ötesindeki yaklaşımlar, aşırıya kaçmak, karşımızdakileri saf ve istediğimiz gibi yönetilecek kişiler olarak görmek ve haddimizi aşmak anlamına gelir. Herkesle duyarlı yaklaşımlar ve yararlı paylaşımlarda buluşmak dileklerimle... Sevgiler..
  14. Buradaki mantık şu: "Bu devlet hepimizin değil; Türk ırkının: Bir tarafta onlar, diğer tarafta Kürtler" Sorun bu yüzden çözülemeyecek... Bu kafa yapısından dolayı... Biz de sizin gibi asiri milliyetcilerin herkesi, hak arayanlari bile MILLIYETCI diye tanimlamasindan dolayi bu sorunun cozulemeyecegini soyluyoruz. Gelde cik isin icinden! Diyarbakirli... . Sayın diyarbakırlı; Çok sayın, çok saygı değer, çok değerli arkadaşım... Tengeriin ile aranızda diyaloğun akışı alıntıladığım gibi sırasıyla bu şeklide... Yani okuyunca insanın dudakları uçukluyor... Akış sırasına göre okuyunca tespit ve çıkarımlarınıza yapılan eleştiri sorunun neden bu kafa yapılarıyla çözümsüz kalacağı ifade edilirken ... Siz hemen yaftayı yapıştırıyorsunuz... "Aşırı Milliyetci" El insaf yani hiç mi Tengeriinin yazılarını anlamak için okumuyorsunuz... Onu milliyetçi hele aşırı olarak nitelemeniz nasıl kolaycı bir yaklaşımla kişileri kendinize karşıt ve öteki olarak algılama yolunu seçtiğinizi açıkca ortaya koyumuyor mu?... Dediğin gibi "kendi kendini elestirmedigi surece, bir takim hatalar itiraf edilmedigi sürece" ifadesinin ardında durup, tutarlı olmak adına ister öz eleştiri ister itiraf bu yaklaşımlarının nedenini sorgulamalısın... Unutmamalısın kendini anlatmak,anlaşılmak, ifade etmek istiyorsun... Onun için yazıyorsun bunca yazıyı... Bu yaklaşımlar karşısında yazılarını okuyanlar sana nasıl hak verecek... Üzerinde biraz düşünmelisin bu konunun ve bu yaklaşımlarının... Uzaktan davulun sesi hoş geliyor sevgili kardeşim... Oralardan söylemler üreterek sorunlar çözülmüyor... Ülke de bizzat bu kanın, ateşin ve göz yaşının içinde yaşayarak sağduyunun ne olması gerektiğini algılamak lazım... Hep birlikte yaşayacağız ve göreceğiz... Bu olanlar "Hak aramanın" masum yansımaları mı yoksa farklı bir amaç ve algılamanın ayak sesleri mi? Ordan burdan kıyısından köşesinden ifadelerle olmuyor sevgili kardeşim... Açık olmak lazım, net olmak lazım, her şeyi söylemekten çekingen davranmak tutarsızlığı getiriyor... Ne demek istediğimi anladığını sen de, ben de, yazılanları takip eden herkes de anlıyor ve görüyor, yorumluyor her şeyi... Yine de sana ve gurupculuk yaparak yazışan arkadaşlara ithamlarda bulunmaktan ve bu yaklaşımların uzlaşıdan uzak, çözümsüzlüğe neden olacağı düşüncesidir hala iyi niyet ve anlamak kaygısıyladır bu kendini ifade ediş tarzı... El İnsaf be kardeşim; Bu kadar anlamamızlıktan gelen, kolaycı ve yaftacı yaklaşımların kime ne yararı var söyler misin lütfen... Çok sayın, çok saygı değer, çok değerli arkadaşım...
  15. Şu kırmızıyla işaretlediğim kısma herkesin dikkatini çekmek istiyorum, hani okullarda bize öğretilmişti ya,Türkiye demokrasisinde hangi ülkeyi örnek almıştı? Fransa değilmiydi o yanlışmı biliyorum.... Hayır yanılmıyorsunuz... Ancak bizlere verilen o okul bilgilerini bile yaşama geçirme sorunu olduğu yada bilinçli olarak demokrasinin tanımına, algılamasına bile aykırı, özünden uzaklaştırıp farklı yönlere çekmeye çalışıldığı açıkca görülüyor ifadelerde... Bende size en alt satırı alıntıladım... Öncelikle şunun yanıtını vermeniz gerekiyor... Bir ulus devletin iki ayrı marşı olur mu? Şimdi bu talep demokratik bir talep midir? Yoksa demokrasi lafzlarıyla başka bir kavramdan mı söz edilmek istenmektedir?.. Şimdi son bir kaç soru daha... _Yurttaşlık bazında kim ben Kürt'üm dedi de içiçe bir arada yaşadıkları komşusu, iş arkadaşı, karısı, kocası, bakkal, manav, otobüs sürücüsü hayır sen Kürt değilsin mi dedi....(Yani yaşamın ta içinde, yani evde, okulda, işte, çarşıda...) _Demokrasinin beşiği olarak üzerine yazılar yazdığınız Fransa'da yurttaş olarak hayır ben Fransa milli marşını değil kürt asıllı olduğum için kürt marşımı söylerim deyin bakalım size ne diyecekler... Bu şekilde kavramları birbirine karıştırarak yerinde, sağlıklı tespitler yapmış olmuyorsunuz... Üstüne yanlışlıklarınızı dile getirenlere nedense ya yanıt vermiyor yada onlara taraf olduğu düşüncesiyle yaklaşıyorsunuz... Yapmayın bunu karşınızdakilere karşıtlık düşünceleriyle yaklaşmayın... Fransız yurttaşlarının feodaliteye karşı kazandığı aydınlanma mücadelesiyle, içinde bulunduğumuz koşulları birbirine karıştırarak aynı şeylermiş gibi sunmayın... Feodal köklerinden düşünce bazında bile kurtulamamış zihniyetin ayrılıkçı bakış açısıyla ortaya koyduğu söylem ve eylemlerini insanlık ve demokrasi kazanımıymış gibi sunmak doğru değil, teröre başvurmakla demokrasi mücadelesi aynı şey değil... Birbirine karıştırmayın Lütfen... Olmuyor, tutarlı olmuyor... Her şeye rağmen karşınızdaki insanların iyi niyeti tek başına yeterli olmuyor... Niyetler karşılıklı aynı olduğu zaman anlamak, anlaşılmak, bir sonuca ulaşmak mümkün olabiliyor ancak... Yoksa sen ne dersen de ben bildiğimi söylerim demekle bir yere varılamıyor... Düşüncelerinizi belirtmemizin amacı uzlaşmak mı yoksa çatışmak mı? Bak ne diyor şu anda tv'de bir yurttaş " Ben bir Roman çocuğuyum ya, ben istermiyim Kürt kardeşimle çatışmak" Hadi zulum yaptığı iddia edilen Türkleri bir kenara bıraktık, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bu roman çocuğu ne demek istiyor acaba üzerinde durup düşünmek gerekmiyor mu? Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum, içimde kalmasın... Aynı dizin altına Türkiye'den mektuplar ... başlığını açtım... "Okuyan herkes ders alsın, ibret alsın ... " diye... Ama görüyorum ki tüm tartışmalara katılan arkadaşlar, okumadılar da ondan mı acaba? Bir satır bile görüş belirtmemişler... Merak ediyorum; Yurttaş düşüncelerini dile getirdiği için mi? Polemik yapılmasına uygun olmadığı için mi? Yoksa onların bu sağduyulu açıklamalarına söyleyecek bir şey yok, doğru söze nedir düşüncesi mi? Ama ne olursa olsun, karşıtlık üreterek bir yere varılamayacağını artık herkesin anlaması gerekiyor...
  16. Sevgili 'Diyarbakirli'; Yine, yeniden ve hep aynı şeyi yapıyorsun... Görünüşte farklı bir konuyu ele alıp, ardından bambaşka bir şeyi öne sürüp 'burada da görüldüğü gibi' hep aynı yaklaşımı gösteriyorsun... "Kutuplaşma, ayrışma, bölünme, kanlı savaş" Ardından bir taraftan hiç de bunu istemediğini dile getiren ama klasikleşmiş "aba altından sopa gösteren" kaçamak söylemler... Bu kafa karışıklığı ve bilinçli yada bilinçsiz uyguladığın bu yaklaşım ve yöntemler çözülmesi gerekli bir sorun olarak duruyor karşımızda... Sevgili 'Diyarbakirli'; Güncel gelişmelere dair takip ettiğin kaynakların sende yarattığı bu kafa karışıklığına yol açan tek yanlı bilgilenmenin ortadan kalkması için şu bilgilerin açıklanması gerektiğine inanıyorum... *** Bir toplumdaki her siyasal, ideolojik ve etnik akımın profesyonel temsilcileri, politikacıları vardır... Bunlar demokrasinin vaz geçilmez parçalarıdır. Bu temsilciler olacaktır ki, çatışmalar, farklılıklar ve bunların yarattığı sorunlar demokratik ilkeler çerçevesinde dile getirilsin ve çözümler üretilebilsin. İşte tam bu noktada, siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri gibi örgütlenmeler çerçevesinde ortaya çıkan bu temsilcilerin ne yaptığı, ne söylediği, nasıl tavır aldığı büyük önem kazanır. İktidar, muhalefet, parlamento içindeki ve dışındaki siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, tavırlarını dayatmacılıktan, baskıdan, ayrımcılıktan, bölücülükten, şiddetten, terörden yana mı belirleyecektir... Yoksa uzlaşma, bütünleşme, barış içinde birlikte yaşama hedefine yönelik çabalar mı egemen olacaktır... *** Bir ülkenin, bir toplumun bölünmesi, parçalanması sayıca veya siyasal olarak azınlıkta olan grubun veya grupların iradesiyle olmaz, olamaz... Ancak bir ülkedeki, bir toplumdaki sayısal veya siyasal çoğunluk isterse, o ülke, o toplum bölünebilir... İşte bu nedenle ayrılıkçı akımlar teröre başvurur: Topluma kin ve nefret tohumları ekmeye, düşmanlık yaratmaya çalışır... Amaç, toplumdaki insanları canlarından bezdirmek, birbirine düşman etmek, "Ne olacaksa olsun" dedirtmek ve bu yolla ayrımcılığı gerçekleştirmektir. *** Bilmem anlatabildim mi sevgili Sevgili 'Diyarbakirli' ? ... Ülkenin içinde bulunduğu koşullar senin dışarıdan izlediğinden ve kendine empoze ettiğin koşullardan çok daha farklı... Umarım fiziksel olarak ne kadar önemliyse; "Düşünsel, Kültürel ve Bilinçlenme" açısından da, tek yönlü beslenmenin sakıncalarını değerlendirip, çok yönlü sağlıklı beslenmenin yararlarını önemseyerek gerekenleri yapmak için çaba harcamaya başlayabiliriz... Anlamak, anlaşılmak ve ortak yurttaş değerlerimizde buluşmak adına; Aydınlık günler diliyorum...
  17. Sevgili Jan; Sence "Jose Mujica" ile üstü kapalı kıyaslamamızı istediğiniz "ele başı" nın verdikleri mücadeleler aynı şeyler mi? Ülkeler bölünmedi tabiki; O liderler ülkelerinin bölünmesi için mücadele vermediler ki... not: "ele başı" diyorum çünkü "Mujica tam 15 yıl hapiste yatan bir ''ele baş''tı" diyerek neyi ima etmeye çalıştığını göstermek istedim... Aslında çok rahatlıkla "Abdullah Öcalan'da diyebilirdim..
  18. Benim genele önerim sağduyu içinde düşünerek söylem ve davranışlar göstermeleri gerektiği... Ama size önerim; Söylemek istediklerinizi üstü kapalı değil açık ve net ifade etmeniz gerekliliğidir ... Detaylara girmeden önce anlaşılır olsun diye, ... "Değer yargılarından arınmış, bilimsel, tarafsız" bir tanımlama yapmam gerekiyor... İdeoloji "Dünya ve toplum hakkında birbiriyle tutarlı olan inanç ve düşünce sistemi" dir... Tüm yazılarınızı okuduktan sonra ortaya sizin savunduğunuz, dile getirdiğiniz ifade ve söylemlerinizin yukarıdaki tanıma uygun bir ideolojiyi değil, üstü kapalı ve duruma, koşullara göre değişkenlik gösteren yaklaşımlar ürettiğiniz ortaya çıkıyor... Geçen hafta içinde öne sürdüğünüz görüşlerinizde ayrışmanın yanlışlığını ifade ederken... Açıklamakta çekingen davrandığınız kafanızdaki ideolojik kavramlar bu gün kalkmış şunu dile getiriyor... "TURKLERI ve KURTLERI bir araya getirecek ve anlastiracak oneriniz var mi?" Peki bir araya gelmeleri sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Ben şüphe ile bakıyorum anlamlı bulduğunuzu ifade etsenizde... Çünkü; karşıt olarak algıladığınız kişiler ve onların öne sürdüklerini siz ... "Dediklerinizin hepsi bos ve propaganda!" diye algılıyorsunuz... Aslında öneriye bile gerek yok sayın arkadaşım... Sadece kulağımızı, gözümüzü açık tutarak sağduyulu olmamız yeterli... Yaşamımızı ve yurttaşlarını bir öteki ve karşıtımız olarak algılamadan çözümlemeler yeterli... Ama bunun için öncelikle yukarda tanımı yapılan ideolojik bakış açısına sahip olmak gerekli... Fazla uzatmak istemiyorum, ben öneri yerine seninle birlikte herkesinde okuması için aşağıdaki ilişimi vermek istiyorum... http://www.turkish-m...eden-mektuplar/ "Bu ülkenin çilesini çeken, derdini yüklenen insanların ne düşündükleri okunsun diye" "Okuyan herkes ders alsın, ibret alsın diye..." Umarım okunur ve umarım okursun ve umarım herkes kendi payına gereken dersleri çıkarır... Ancak; Önemli olduğunu düşündüğüm aşağıdaki alıntı, "Aslında öneriye bile gerek yok sayın arkadaşım..." diyerek ne anlatmak istediğimin anlaşılması açısında çok ama çok önemli...
  19. Bir mektup da benden: Sn. Altaylı; Anne tarafından Abazayım… Baba tarafından ise Karadenizli… Her ne kadar bize “Laz” denirse de biz “dil” bilmeyiz. Rumca ve Ermenice de… (Halaçoğlu’nun son araştırmasını referans aldığımızda muhtemelen Türk Boylarından biri olan Çepni boyundanız.) Ayrıca, ben Abazaca da bilmem… Anneme sorardım: “Anne neden öğretmedin?” “Gerek yoktu ki oğlum” derdi… Aslında benim ana dilimin Abazaca olması gerekiyordu… Annem ne büyük bir suç işlemiş Allah’ım… Asimile olmuşuz bilmeden… Sn. Altaylı; Ben hayatım boyunca, hiçbir zaman, hemşericilik yapmadım. İnsanları etnik kimliğiyle değerlendirmedim. Benim için hepsi aynıydı ve Dostluklar önemliydi… Gelibolu’ya gittiğimde, Roman çalgıcalar gelir, sormadan masama otururlar. Eğer beni içlerinde tanımayan biri varsa, ona, “çekinme ağabey “ bizden derler… “O beni tanımayan”, suratıma bakar muhtemelen içinden “bu adam nasıl bizden ya”der ama sonra arkadaşının ne demek istediğini anlar… Yanlış anlaşılmasın arada çıkar ilişkisi yoktur… İçki muhabbeti de… Benim onlara gösterdiğim hürmeti onlar da bana gösterirler. Doğu’dan veya Karadeniz ilinden gelmiş bir inşaat işçisiyle, nereli olduğunu sormadan sohbet ederim. Onlarla ekmeğimi paylaşırım. O(nlar) benimle ekmeğini paylaşır… Birlikte zeytin yeriz, peynir yeriz, domates yeriz… Sigara tüttürürüz… Gırgır yaparız, şamata yaparız… Dertleşiriz… Şimdi bana birileri diyor ki; “Hey sen vatandaş! Bak bu Kürtlerin haklarını tanı”… İyi de ben onların haklarına hiçbir zaman saygısızlık yapmadım ki? “Olur mu? Ana dilde eğitim göremiyorlar”… İyi de sevgili büyüklerim… Bu ülkenin alayı ana dilde eğitim yaparsa, ben bir Roman kardeşimle nasıl sohbet edeceğim… Onunla aynı şarkıları nasıl söyleyeceğim… Onunla aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere nasıl güleceğim… Eğer bir Kürt beni, ben onu anlamazsam… Bir Abaza, bir Arnavut’u anlamazsa, Bir Boşnak bir Manavı anlamazsa nasıl ortak payda da buluşacağız?… Nasıl kardeşlik, yarenlik, dostluk yapacağız… Önümüze konan nedir biliyor muyuz? ... Farkında mıyız? 12 Eylül sonrasında acı çekenler, işkenceye uğrayanlar yine bu ülkenin her bölgesinde yaşayanlar değil miydi? Acılar yarıştırılabilir mi? ... Hepimiz acı çekmedik mi? ... Nedendir bu ayrıştırma… Yıllarca ben kendimi Türk bildim… Annem bana ana dilini öğretme gereği duymadı… Şimdi niye bana anadilim hatırlatılıyor… Bir bilen var mı? ... Var mı? “O zaman şunu bil siz aynı millet değilsiniz!” ... Biz nasıl aynı millet değiliz… Bin yıl birlikte niye yaşadık? Kız aldık, kız verdik… İç içe geçtik… Aynı bayramları kutladık, aynı yasları tuttuk… Ne oldu da ayrı düşürüyorsunuz bizleri… “Ben anlamaz Amerika anlar!” ... “O da anlamazsa PKK anlar!” ... Olay budur… Sn. Altaylı… Açılım denen şey gerçekte bir PKK dayatmasıdır… Baş koşul; Apdulah Öcalan'ın af edilmesi, Daha sonra da, ana dilde eğitim aykırılığı… En sonunda da, “biz sizi istemiyoruz” resti! Saygılar; Alıntı: fatihaltayli.com.tr_Hasan Tevfik - 10/ARA/2009
  20. Bunu yazan da bir Kürt;
  21. Türkiye'den mektuplar ... Bu başlığı, bu ülkenin çilesini çeken, derdini yüklenen insanların ne düşündükleri okunsun diye açıyorum. Onların mektuplarına ... Okuyan herkes ders alsın, ibret alsın diye... Bu mektup bir Kürt yurttaşımızdan; Alıntı: fatihaltayli.com.tr_10 ARALIK 2009
  22. Başlığı açan arkadaşımızın neler yazdığının tekrar hatırlanması amacıyla alıntılamak istedim... Başlığın açılış tarihine dikkat edersiniz... "11 Mayıs 2003" Ne dersiniz hala yerimizde sarıyoruz öyle değil mi? Benim önerim biraz zaman ayırıp tartışmaya katılan arkadaşların baştan sona başlığın gelişimini gözlemlemeleri... Başlık iletisinden başlayıp bugüne, en son kendi yazdığınız iletiye kadar bir kez okuyun ... "Demogojik yaklaşımlarla başkalarını suçlamak gibi kolaycı bir yöntem kullanarak bir arpa boyu yol alınamayacağı gerçeğine" Sizler de hak verecek misiniz bilemiyorum? İletilerden birinde dikkatimi çeken bir ifade var onu da paylaşmak isterim... Hep birlikte, ortak vatanı paylaşan yurttaşlar olarak sağduyulu olmanın yararlarını göz ardı etmeden çözümler üretmek... Karşıtlıklar yaratarak hiçbirimizin hiçbirimize yararı olmayacağının artık anlaşılması dileklerimle...
  23. Sevgili 'AED'; Farkındalığımızı arttırdığın için teşekkürler.. Lütfen ulaştığın kaynaktan gelişmeler oldukça bizlere aktarmaya devam et... Duyarlı yaklaşımların ve yararlı paylaşımların için... Her anlamda bize olan katkılarının devamı dileklerimle...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.