-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
İLK GURBET Yokluk olmasaydı gurbette olmazdı Gurbet olmasa sevdanın anlamı kalmazdı Bir seversin bin ayrılırsın gurbet adına Gözlerini kapatır, Kaşlarını çatar, Kızarsın yüreğinden tüm sevdalarına Belki bir sevda kalmıştı geride Belki bir can dostun, arkadaşın Olsun ne fark eder, Nasıl olsa hepsini yüreğine kapatmışsın Yani gurbeti yüreğine asmışsın. Yaz memleketim, bana bir şeyler yaz Suyunun kirecini, kesilen ağaçlarını Ardı ardına dikilen beton yığınlarını Buna rağmen; Beni nasıl özlediğini, Artık, bunaltan havanı İçime çekemediğimi yaz. Sen daha iyi bilirsin uzakları Olduğun yerde durduğundan Anlarsın elbette gurbetin yaralarından Yaz memleketim, bana yaz Kışın beni nasıl üşüttüğünü Yağmurlarınla saçlarımı Sırıl sıklam ıslattığını, Dar sokaklarını, Kesik kesik yanan Sokak lambalarını yaz Çukurlarını, bozuk yollarını İçinden geçip, içime akan Seyhan nehrini, İnsanların ve vefasızlıklarını yaz, Bu benim gurbette geçirdiğim, İlk yaz. Yaz dostum bana da yaz bir şeyler, Hep benden değil ya, Biraz da senden gelsin selamlar Düşte gör gurbeti, Nasıl ararsın biliyor musun memleketini Ne olur kısa yazma Anlat bana uzun uzadıya Hatta hiç bitmesin Okuyayım yazdıklarını, gurbet boyunca. Yaz sevdam, sen de yaz Bana bir şeyler yaz Anlat bana; Nasıl geçti bensiz bu yaz Daha ne mevsimler geçecek, Bu sadece ilk yaz. Yaz sevdam, beni özlediğini yaz İçinde yanan alevin seni yaktığını Söndürebilmek için hep ağladığını yaz Ben yokken saçlarını kısalttığını Artık gözlerine sürme çekmediğini yaz, Hiç pencereye yaklaşmadığını yaz. Ömrünü, ömrüme adadığını Resmimi öpmekten nasıl da yıprattığını Beni sana soran deniz mavisi gözlerini Ellerimi arayan ellerini Bensiz buruk çarpan yüreğini yaz. Umut dolu özlemini ve hislerini Beni Allah'a emanet ettiğini yaz Söyle bana sevdam; Nasıl geçti bensiz bu yaz Daha ne mevsimler geçecek Bu sadece ilk yaz.
-
KAYBETMEK İÇİN SEVMEDİM İnan seni kaybetmek için sevmedim Ellerini kaybetmek istemedim Saçlarını, varlığında yok olduğum gözlerini Varlığını kaybetmek istemedim Ve tüm hislerini Ben seni sen olduğun için sevdim İnan seni kaybetmek için sevmedim İçinden içimin yok olmasını istemezdim Seni istiyorum, kırlarda arzu ettiğim çiçekler hatırına Seni istiyorum, denizdeki umman anısına Ben seni istiyorum Bir başıma yürürken yollarda Kalbimden kalbine akan gözyaşları yangınında Yeminler olsun gideceğini bilemedim Varlığını kaybetmek istemedim Ben seni sen olduğun için sevdim İnan seni kaybetmek için sevmedim Kal desem kalmazsın, gel desem gelmezsin Coşkun çağlayan ırmaklarda buluşalım o zaman Kimsenin bilmediği Sadece senli ve benli İçindeki gizli sevdayı ver bana Bulmak istiyorum sendeki beni Varlığını kaybetmek istemedim ki Ellerini kaybetmek istemedim Varlığında yok olduğum gözlerini Ben seni sen olduğun için sevdim İnan seni kaybetmek için sevmedim. Ağustos sıcağının alevinde kaybettim seni Sabah serinliğinde aradım sesini Geceleri ay ışığına sordum sensizliği Bir çay bahçesinde otururken bile Aklımdan geçmedin değil hani. Kırılan bir bardağın sesiydin Gürültülü şehrin kalabalığını her an haykırışıydın Ellerinden oyuncağı alınmış bir çocuğun Donuk bakan gözleriydin Saatler gibi, günler, aylar Ve hatta Yıllar gibi ağır ağır geçtin içimden Yeter ki üzülme sen Ömrün boyunca eksilmesin tebessümün yüzünden Yine de bilmeni isterim Varlığını kaybetmek istemedim ve tüm hislerini Ben seni sen olduğun için sevdim İnan seni kaybetmek için sevmedim.
-
SEN BİLİRSİN Ve hayaller güvensizlikle yıkılır İnandırmak zorunda değilim sana kendimi Yine de kalp durur, sevdiğine kırılır Yıkılır bu dünya, tüm hatıralar yok olur Geride bir tek gözyaşlarımla yazdığım Anlamsız şiirlerim kalır... Biliyormusun; Bana gökyüzü güveniyor Her gece onu, hayran hayran seyrettiğimi biliyor Yeryüzü bensiz yapamaz Her gün yolda yürürken, adımlarımı sayıyor Ağaçlar beni çok sever ve kuşlar ve çiçekler Her gün onlara binlerce kere gülümsediğimi bilirler Ve bana çok güvenirler, Onları incitmeyeceğime emindirler Yıldızlar beni çok severler Onlara her gece, Yeni bir isim yakıştırdığımı bilirler Her gün yüzlerce kere, Gözgöze gelirim ben onlarla Tüm duygularımı paylaşırım Sonsuz güven ve aşkla. Ve insanlar; Ve insanların bazıları bana güvenmezler Sadece güveniyor gibi görünürler Aslında bu onların kendi bileceği bir şey Hiçbiri umurumda bile değiller Bir insana zorla sevdiremezsin kendini "Bana güven" diyemezsin Eğer kalbindeki yangını hissetmiyorsa Ve aslında güvenmeden seviyorsa Ona bir tek söz söyleyebilirsin "SEN BİLİRSİN" ! Güven nedir ki ? Ne kadar basitçe söyleniveriyor Evet bu dünyada, Bir insana güvenmek çok zor Ve güven gözlerde başlar Sevgi gibidir Kalbe yerleşir Sözlerde kilitlenir Duygularla perçinleşir Aşkla birleşir Ve karşılıklı hissedilir Biz birbirimize asla güvenemeyiz Çünkü; Hiçbir zaman gözgöze gelemeyeceğiz. Yağmurlar ben ağlamadan yağmazlar Bu dünyada beni sadece yağmurlar anlar Bilirler; Benim sana olan sevgim, Gökkubbeyi titretir, Arşı ihtizaza getirir, Tüm yıldızları, Sadece senin için avuçlarımda toplayabilirim Çünkü ben seni sonsuz severim Ve sana yağmurlar kadar güvenirim Yağmurlar gibiyim Yani yağmurun toprağa güvendiği gibi Ben de sana güvenirim. Çiçeklerin rüzgarlara, Gün ışığının güneşe güvendiği gibi Gecenin ortasında parlayan ay ışığına Ve aslında, kendime güvendiğim gibi Sana sonsuz güvenirim. Ve hala senin içindeki Ben'de Güven duygusu yoksa Boşver, uğraşma boşuna Çünkü gözlerime bakamayacaksın asla İçimdeki güveni aktaramayacağım sana Şimdi sana bir tek şey söyleyebilirim. "SEN BİLİRSİN" ...
-
DÜŞ Bir gün düşlerimle yaşamayı öğrendim Senin bana öğrettiğin düşlerle Dökülen göz yaşlarımı öğrendim Bir kase yi doldurup tükettiğinde Düşümde, Lambaların hep söndüğü anı istedim Ellerim ellerine dokunduğunda Yaşamayı çok sevdim Gözlerimiz buluştuğunda. Ne yazık o günden sonra Lambalar hiç sönmedi. Hep koştum gökkuşağına yetişebilmek için Ayaklarım yaralandı Dizlerimde derman kalmadı Meğer hepsi bir hayalmiş Yetişemedim, fakat Renkleri ve güzelliği içimde kaldı Bir gece düşümde seni gördüm Ağlıyordun ve bağırıyordun Bana koşuyordun, fakat düşüp kalıyordun Bu bir rüya diye sesleniyordum sana Nedense duymak istemedin Her yerin kanla doldu Biliyordum, bütün kabahat bendim Oysa ben seni düşümde Gökkuşağının altında Bana gülümsemeni görmek istedim Hiçbir zaman göremedim Çünkü, ben o günden sonra Asla düş görmedim. Saatime baktım, evimin balkonundaydım Ağustos un onaltı sı, saat gece onbir i gösteriyordu Ay' ı seyrediyordum, dolunayı Biraz serinlemişti hava Ve havada bulutlar Ay' ı kapatmak için yarışıyorlardı Derken Ay kapandı ve Karanlığa büründü gözlerim ve bir de kalbim Nedense Ay' a baktığımda Ben hep seni hatırlıyordum Bulutlara çok dargındım Milyonlarca seven göz gibi Ay'ı aradım Balıkçıların dualarına çok kızdım Seven tüm kalplerin adına, Gökyüzü adına, aldığım nefes adına Tuttuğum sözler adına, seninle tattığım güzellikler adına Yalvardım Mevla' ya, Ne olur, Ay ışığını gönder bana. Ne yazık, Ben seni hiçbir zaman göremedim Sadece fikrimin derinlerinde Ve de kalbimin içinde sakladığım Bir kır çiçeğimdin. Büyüdü o kır çiçeği, içime sığmaz oldu Düşlerimi bile yırtarak haykırdım Bana söyleyeceğin bir tek söz için Bil ki canımı verirdim Sen tüm gücünle zorladın ses tellerini, bağırdın Yazık, ben seni duyamadım, uzaktaydın Yani damarlarımdaydın Hissettiğim ama duyamadığımdın Görmeyi çok istediğim ve dokunamadığımdın Oysa ben seni düşümde Gökkuşağının altında Bana gülümsemeni görmek istedim Hiçbir zaman göremedim Çünkü ben o günden sonra Asla düş görmedim. Bir gün Seni düşünürken uykuya daldım Kavuşmayı çok istedim Lûtfettin Allah'ım Seveni sevdiğine gösterdin Bir melek gibi gökkuşağının altında Ellerini uzatıp gülümsedin bana Hep koştum gökkuşağına Yani sana, yani sonsuzluğa Ayaklarım yaralandı Dizlerimde derman kalmadı Yetişemedim, Renkleri ve güzelliği içimde kaldı Yazık ki, Mevla' m ruhsat vermedi bize. Olsun, nasıl olsa sonunda Yine gördüm seni düşümde.
-
HİÇBİR ŞEYİM Ben sana"canımsın" diyemedim Hiç fırsat vermedin Ben sana hiçbir şey söyleyemedim Aslında sen benim, hiçbir şeyimdin. İçimin yandığı anlarda hiç yanımda olmadın Buz gibi olurdum Hele bir de yağmur yağıyorsa Ben sana"canımsın" diyemedim Yağmur damlasının Bir yaprağın üzerinden düştüğü an gibiydin Gönlümden de öylece kayıp gittin Aslında sen benim, hiçbir şeyimdin. Ben sana büyük söyledim "Ömrümboyunca" dedim Gel görki Sensizbir ânı bile tüketemedim Başımı ellerim arasın alıp "Ben ne yaptım" dedim Çok istedim, fakat Ben sana hiçbir zaman "Canımsın"diyemedim Gece bir yıldızın kayması gibiydin Gökyüzünü aleve vererek kendini yok ettin Benim gönlümü de öylece yakıp gittin Ben sana hiçbir şey söyleyemedim Bana hiç fırsat vermedin Ve sen benim, hiçbir şeyimdin Aslında sen; Hiçbir zaman benim değildin.
-
ARKADAŞIM Sen benim arkadaşımsın, uzaklarda olsan bile Sesini duyamasam ve yüzünü göremesem de Merakta etmiyor değilim, belli etmesem de İçimde yaşıyorsun, yazılarda ve güzel dileklerde Sen benim arkadaşımsın, Sesini duyamasam ve yüzünü göremesem de. Yakamozun pırıltısı çekti beni sana Hani o biraz çekingen, biraz sessiz, en çokta dostluğunla Bir nedendir yaşamak, bazen sevgi ve bazen de arkadaşça En zor anında, bir de beraber gülerken bu dünyaya Sen benim arkadaşımsın, uzaklarda olsan da Yüzünü göremesem ve sesini duyamasam da. İstersen kelebekler ortak dostumuz olsun Senden bana, benden sana mesajlar uçursun Denize bıraktığın selamı yakamozlar taşısın Kardelen gibi tüm güzellikler sana erken ulaşsın Masmavi gökyüzü sevgiyle dostluğumuza hayran baksın Dedim ya, sen benim bir tanem arkadaşımsın. Bana yabancı değilsin, Kendi ellerim, gözlerim ve hatta hislerimsin Düşümdeki en güzel dostum, yani gerçek olan hayalsin Bana uzak değilsin, bil ki uzakları yakın eden sensin Senin varlığın ve bir de bana olan güvenin Sen benim içimdesin, İşte söylüyorum, En güzel arkadaş benim için sensin...
-
*** DÜŞ Yazar: M.Kemal ÖZDEMİR. Yayım Tarihi: 1999 ( Şiirleri Okumak İçin İÇİNDEKİLER Bölümünden Tıklayarak Okuyabilirsiniz.)
-
Aman tanrım. ! Sonra da "ay kilo alıyorum" diye dert yanıyorsunuz.
-
*** *** YAŞAMIN ANLAMI Sözlük karşılığı yaşamak hayatta olmak, varlığını sürdürmek, oturmak, eğlenmek, geçinmek, belirli bir durumda ve konumda olmak, ve bunu sürdürmek, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek, keyifli ve mutlu olmak anlamlarını içerir. Yaşamanın sözlük karşılıklarının dizilişi bile, keyifli ve mutlu olmak anlamına son sırada yer vererek, bu kavramın oluşmasında ötekilerin gerekli olduğunu belirtmeye çalışmış. Ben de insanların keyifli ve mutlu yaşamayı 'dolu dolu yaşamak' olarak da dile getirdiklerini saptadım.Dolu Dolu Yaşadım Diyebilmek için... * 'O iş' Bakış Açısında İnsan ve insanın içinde yaşadığı doğal, toplumsal ortamın koşulları birdenbire değişmediğine göre, değişiklik insanın bunlara bakışında bunları yorumlayışında olmuştur. Yaşam, bir anlamda mutluluğu arayış olduğuna göre, bakış açısı çok önemlidir. Mutluluk, insanın yaşadığı andan haz duyması, geçişte haz duyduğu bir yaşantıyı anımsaması ya da gelecekte haz duyacağı bir yaşantıyı ümit etmesidir. Mutluluk 'iyi yaşama'larla doğru orantılıdır. İyi olma, iyi yaşama durumuna kavuşmak kimine göre bireysel, kimine göre dinsel, kimine göre toplumsal yaşayışla, olur. Kimi alabildiğine özgürlüğü, kimi ilke ve kurallara sıkı sıkıya bağlılığı iyi olma ve yaşamanın tek çıkar yolu olarak kabul eder. Doğrunun, güzelin, iyinin aranması, elde edilmesi de insanda mutluluk yaratır. * 'An'ı Yaşamak Gerek Yaşanılan an geri gelmeyecek; bügünler hiç ama hiç geri gelmeyecek; yaşam akıp gidiyor. Bu nedenle yaşadığı ana, zamana sıkı sıkıya sarılmak gerek. Bir bütün olarak... *Yaşamı Sevme: Bütün hazların temelinde yaşama sevinci yeter. İnsanlar yaşamdan zevk almak için, insanlara, nesnelere ilgi ve sevgi göstermeli, ufak ufak sevgi köprücükleri kurmalıdır. Bu köprücükler insanları dünyaya bağlayan büyük yaşama sevincini oluştururlar. *** DUYA DUYA YAŞAMAK *Önce Ses Vardı İnsanın yaratılışından itibaren en soyut, en özlü anlatımı olan ses ve müzik, işlevlerinin çok ötesinde bir anlam yoğunluğu ve etki gücü taşır. Dinsel törenlerle başlayan müzik, kötü ruh ve cinlerden korunmada bazen bir ara unsur bazen sığınak noktası olmuştur. Şamanizm'deki Şaman'ların söylediği şeylerden, Bursa'lı Süleyman Çelebi'nin Mevlid'ine kadar müzik ve ritmik sözler insanlara yaşama hissi vermiştir. 'Daha dün annemizin kollarında yaşarken...' diye söylediğimiz, söylendiği zaman çocukların hoşuna giden, onları birleştirip bütünleştiren, coşturan bu şarkı basit ama güzel bir örnektir. 'Toplum Güven Üstüne Kurulmuştur'. Kendisine güvenen kişi, karşılaştığı engelleri kolayca aşabilir, sorunlara gerçekçi çözümler bulabilir, sağlıklı ilişkiler kurabilir. South'un dediği gibi 'Toplum güven üstüne kurulmuştur'. Kendine güven duymanın neticesinde muvaffakiyetler olunca kişi toplumda saygınlık gereksinimini de bedensel ya da zihinsel gücüyle doyurmaya çalışır. *Çağdaş Aşk Kavramı: Çağımızda artık ölümsüz aşk öykülerinde olduğu gibi kavuşamamanın getirdiği trajik sonlu hikayeler yok. Aşka iki özgür insanın düşünsel, duygusal, Bedensel bütünleşmesi olarak bakan görüş çağımızda git gide egemen olmaktadır. İnsan ne kadar özgürleşmişse o kadar sınırsız, çıkarsız bir sevgiyle sevebilir; böylesi bir aşk ise insanı yüceltir, dünyayı güzelleştirir. *** ÖZGÜRLÜK *Uğrunda Devrimler Yapılan Değer 1789 Fransız Devrimi insanların eşit, kardeş ve özgür olduklarını kabul etmiş ve bunları doğal özgürlük olarak nitelemiştir; artık çağımızda özgürlük anlamlı ve dolu dolu yaşamın temel şartıdır: *Özgürlüğün Toplumsal Sınırları Ailenin genel tutumu, anne babanın ayrı ayrı tutumları; Çocuğun ve gencin kız ya da erkek oluşu; eğitim biçimi, gelenek, görenek, töre, dil, din, kamu düzen, egemen ideoloji gibi temel toplumsal yapılar göreli olarak önce çocuğun, gencin, daha sonra erişkin insanın davranışlarını, tutumların, eylemlerini etkiler. Çocuklara ve gençlere, jean-Jacques Rousseau'nun 'Emile' adlı kitabında yazdığı gibi alabildiğine özgür ve özerk davranma olanağı tanınmak da insanın toplumsallaşmasını başkalarıyla bağlantı kurmasını engelleyebilir. *Evlilik: Özgürlükten Gönüllü Özveri Kişisel özgürlüklerin beraberlik adına gönüllü olarak kısıtlandığı, ama mutluluğun temel kaynaklarından biri olan toplumsal kurum, aile ve evlilik yaşamıdır. Ailesiyle birlikte, eşiyle evinde mutlu olan insan yaşamın en önemli ve temel haz, mutluluk kaynağını ele geçirmiş demektir. Evlililikten önceleri 'Ben' ve 'Sen' yerine, evlilikte 'Biz' yaşantısı ortaya çıkar. Biz yaşantısı gücünü eşlerin kişiliğinden alan grup olgusudur. *** TANRIYA BAŞKALDIRANLAR YA DA SIĞINANLAR Bu bölümde yazar dinle alakalı konuları hatalı ve sübjektif yansıtmıştır. İnsanın Tanrının buyruğuna, düzenine dengesine karşı çıkarak mutluluk arayışı (!) Adem ile Havva'nın öyküsüyle başlar. İlla insanlar günlük yaşantıda önemli rolü ve yeri olan, gözle görülmeyen, gizli bir güç olan büyüden sakınıp korunmak için 'tabu'lar geliştirmişlerdir. Dinlerin genel özelliği insanları tanrının bayraklarına uydurmak için Cennet'le sevindirme Cehennem'le korkutma olmuştur. *Tanrı'yı ve Gerçeği Kendi Yalnızlığında Aramak İnsanın Tanrı'yı, gerçeği kendi iç dünyasında arayışından, bireysel yalnızlığın gücünden yola çıkarak bulan gizemcilik-tasavvuf, sonunda evrenselliğe ulaşmakta, hazzı mutluluğu burada bulmaktadır. *** YAŞAMIN AMAÇ VE ANLAMINI ARAYIŞ *Mutluluğa Erişmenin Tek Yolu Erdemdir Bütün insanlar, sürekli olarak en yüksek iyiye ulaşmaya ve bunu elinde tutmaya çalışır. Bilginin amacı bunu sağlamaktır. Bunu sağlamayan bilginin değeri yoktur. Mutluluğa erişmenin tek yolu erdemdir. Her insan kendi erdemini yaratır. Her insanın kendi kişiliğine uyan amaçları vardır. Bunlara ulaşırsa mutlu olur, iyi yaşar. Mutluluk, acının yokluğudur. *** DOLU DOLU YAŞAMANIN BİREYSEL TEMELLERİ İnsanın yaşamından haz duyması için önce normal ve sağlıklı olmalıdır. Geleneksel tip ve ruh hastalıkları açısında uyum sağlama yeteneği bulunan insanın yapısal ve işlevsel durumu normal, sağlıklı kabul edilir. Yaşamdan zevk almak insanın mizacına da bağlıdır. Neşe, sevinç ve umudun hakim olduğu insanlar, yaşamdan daha çok haz duyarlar. *Sürekli Neşe Ya da Keder Ruhsal Bozukluklar. İki başlık altında toplarsak; 1-Mani: Sürekli haz duyan, mutlu olan, aşırı neşe, sevinç duyan, çok konuşan kendini akıllı, zeki, güçlü, güzel, büyük ve üstün gören ruhsal bozukluk. 2-Depresyon: Mutsuzluk, ilgisizlik, karamsarlık, kötümserlik, isteksizlik hali. *Ruhsal-Cinsel Gelişme Engellenirse Ruhsal-cinsel gelişmeyi engelleyen, saplantı ve takıntılı bir kişilik yapısının oluşmasında rol oynayan temel etken aile içindeki olumsuz iletişim biçimidir. Aile içindeki ilgisizlik, iletişimsizlik, parçalanmış aile, annenin olmaması ya da annenin kişiliğinin belirsiz ve silik olması olumsuz etkenlerin başında yer alır. Sürekli olarak annesi ve babası tarafından cezalandırılan, bu nedenle özür dilemek zorunda kalan çocukta güven duygusunu geliştirmez. Anne ve babaya karşı aşırı kızgınlık doğar. Bu duygular suçluluk düşüncelerini geliştirir. Annesi, babası ve çevresinden sürekli övgü alan, şımartılan çocukta ise aşırı güven oluşur. Bu durum, özsever doyuma dayalı benlik yapısına yol açar. Bu tip benlik yapısının beklentileri aşırı olduğundan düş kırıklıkları da sık görülür. Her düş kırıklığı insanın güven duygusunda azalma yapar. *** DOLU DOLU YAŞAMAK İÇİN OLANAKLARIMIZ, SIĞINAKLARIMIZ Yaşam Bir Maratondur İnsan doğumdan ölüme kadar hep bir mücadele içindedir. Küçük bir bebek ilgi ve sevgi çekmek için kardeşleriyle yarışır. İlkokula giden bir çocuk okulda hocasının gözüne girmek için yarışır, öğrenim hayatı boyunca sınavlarda arkadaşlarıyla yarışır, bir kızı elde etmek için arkadaşlarıyla yarışır, daha çok zengin olmak için iş arkadaşlarıyla yarışır. Şans Oyunları ve Paraya Düşkünlük Şans oyunları 'Ya kazanırsam' düşüncesinin verdiği umutlarla günlük yaşadığımız kederleri, kaygıları unutma ve hayal dünyasında gezintiye çıkarmak için bir kaçış yoludur. Para, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamanın yanında insanların eksik yönlerini kapatma bahanesidir. Küçüklüğünde ezilmiş bir insan erişkinliğinde bunu para kazanma da hırs göstererek kapatmaya çalışır, ve her zaman her daha fazla, fazla, fazla... *** 2000'li YILLARA DOĞRU Yeni Bir Dünya Düzenine Doğru Yeni bir uluslarüstü hukuk doğacak 'insan hakları' yeni anlayışının egemen olduğu bir düzene doğru geçilmeye başlanacaktır. 2000'li yılların ilk 20 yılından sonra insanların ilgi, sevgi, güven özgürlük, özerklik, saygınlık, yaratma, üretme, kendini gerçekleştirme arayışları; etkilerin tepkilerin oluşturduğu birleşme bütünleşme içinde, bireysel ve toplumsal sınırları belirgin yeni amaçlar, beklentiler, değerler, duygular, düşünceler ilkeler, kurallar oluşturacağını öngörüyoruz. Aile ve toplumdaki olumsuz gelişmeler nedeniyle 2000'li yılların ilk on beş yirmi yılında günümüz gençleri ve bunların yarattığı sorunların artıp yayılacağı, ancak zaman içinde aile ve toplumda bunlara çözüm getirecek yolların, yöntemlerin bulunacağı söylenebilir. Gelecekte sayılan, sayılamayan birçok nedenle bağlı olarak çocuğun ve gencin aile ve toplumla ilişkilerinde köklü değişmeler olacak. Ortak yaşayan ailelerin dışında kalanlar ailelerle toplumun ortak amaçlarını ve ilkelerini çocuğa ve gence aktarmada zorluk çekeceklerdir. ***
-
ÜZÜNTÜYÜ BIRAK YAŞAMAYA BAK ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
Hep isteriz dediğin gibi... Kimi zaman beceriyoruz da ama öyle değil mi? Beceremediğimiz zaman sorun hep yanlış tercihler yapmamızdan kaynaklanıyor. En basitinden şu bir saat içinde yaşamı nasıl yakalayacağımıza dair bir karar vermek gerekiyor. Var olan sorunlarla çözümsüz kalarak mı? Var olan sorunlara rağmen çözüm yoksa bile huzurlu olmayı tercih ederek mi? Tercih ne olursa olsun zaman akıp gidiyor işte... http://www.turkish-media.com/forum/topic/194840-dolu-dolu-yasamak/ Sevgiler... -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM VII Öğrenme Yönteminiz Nasıldır? Yöneticilik, sürekli öğrenme işlemidir. Yönetici hergün karşısına çıkan sorunları nasıl yoluna koyacağını öğrenmek zorundadır. Tecrübe İle Öğrenme: İnsan, golf sahasına gidip, on sekiz delikte oynayarak, bu konuda çok şey öğrenebilir. ‘Uygulayarak öğrenme’ de diyebiliriz. Bu yöntemde, deneme ve yanılma ağırlık taşır. İş hayatında ise çalışarak öğrenmektir. Pasif Öğrenme: İyi bir konferans ya da kitap, ne yapacağımız konusunda kafamızdaki soruları cevaplayabilir. İyi Örneklerle Öğrenme: Başkalarını izleyerek çok şey öğrenebiliriz. Kişisel, özellikle de bir işletmede yönetimin alt basamaklarında olanlar sürekli üst düzeydekilerin davranışlarını gözlemler. Hem iyi, hem de kötü yanlarını görür. Önemli nokta her düzeydeki kişi, bizler için öğrenebileceğimiz bir örnek oluşturur. Özel Rehber: İyi organize edilmiş rehberlik, öğrenmenin en etkili yoludur. Uygulamada astlarla bir anlaşmayı nasıl yaptıklarını, ya da raporları hakkında ne düşündüklerini konuşmak anlamına gelir. Öğreterek harcanan zaman, asla boşa gitmez. Asıl sorun, bu işi başarıya ulaştıracak beceri ve zamana sahip çok az kişinin bulunmasıdır. Düşünüp Tartışarak Öğrenme: Düşünme ve tartışmanın öğrenimin çok önemli bir yanı olduğuna inanıyorum. Öyle ise, bunu zaman bularak sık sık gerçekleştirmemiz gerekir. Uygulamada Mükemmele Doğru: Öğrenmekten söz edebiliriz. Ama asıl önemli olan ‘davranışlar’dır. İşin başında riski göze almak istemeyiz. Bildiklerimizi uygulayabileceğimiz ortam gereklidir. Fazla riske girmeden personele becerilerini gösterebilecekleri projeler verilebilir. Hareket En önemli nokta, bir hareket planı oluşturmaktır. Size çok yeni olan bir dalda (örneğin finansta) herşeyi birkaç günde öğrenmeyi beklemeyin. Asıl önemlisi, yaptıklarınızı düşünebilmek için kendinize zaman ayırmanızdır. Başarılı gelişmenin anahtarı, tecrübelerin üzerinde düşünebilmektir. Etkili Yönetimin Anlamında Hemfikir Miyiz? Etkili bir yöneticinin ne olduğunu, etkisiz bir yöneticinin ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Bu arada işin olumlu ve olumsuz yanlarını da açıklığa kavuşturmalıyız. Etkili olmak, insanın, durumun gerektirdiği şekle uygun hareket etmesi demektir. Ama bu tanım da bir noktada yetersiz kalıyor. Ne yapmamız gerektiğini öğreneceksek, daha açık olmalıyız. Genel anlamda yönetmek şu anlama gelir; bir grubun tek başına yapacağı işleri, onunla birlikte çalışıp başarmak ve gerçekleştirmektir. O yüzden etkili olabilmenin bir yanı da, bir yöneticinin kurduğu ilişkiler ve bu ilişkileri yürütmesidir. Buna ek olarak etkili olabilme konusu, yöneticinin teknik yönden yeterli ve çalıştığı işte bilgili olmasını da içerir. Üzerinde durulması gereken, bu teknik yön ve kişisel ilişkilerdir. Tanıdığımız Yöneticiler Etkili yönetimden neyi kastettiğimizi bir düşünelim. Hepimiz birkaç yöneticiyle çalışmışızdır. Yaptıklarını görmüşüzdür. Bazen hareketlerine hayran olmuş, bazen de eleştirmişizdir. Başka bir deyişle, onların etkinliğini yargıladığımız olmuştur. Yöneticinin etkinliği üzerinde dururken, önce kendi tecrübelerimizle işe başlayalım. Daha sonra, bu konuda yapılan araştırmaları inceleyeceğiz. Bu bölümdeki alıştırma da, bu araştırmaların uygulamadaki değerini ölçecektir. Etkili Yönetimin Kıyaslamaları İnsanın kendi tecrübeleri çok değerli birer yol göstericidirler. Ama bu tecrübeleri başkalarıyla paylaşmak da bir o kadar önemlidir. Sizin etkili davranış olarak tanımladıklarınızı, başkaları da aynı biçimde mi değerlendiriyor? Aynı şekilde, sizin etkisiz olarak tanımladığınız noktaları, başkaları da kendi tecrübeleriyle destekliyorlar mı? Bu bilgileri küçük bir grup içinde paylaşıp kıyaslamak çok yararlı olacaktır. Grupta üyeleri bu maddeler üzerinde fikir birliğine varırsa, elbette etkili bir yöneticinin nasıl davrandığı ortaya çıkacak ve herkes tarafından kabul edilecektir. Aynı zamanda hangi hareketlerden kaçınmamız ve hangi hareketleri benimsememiz gerektiğini de anlayacağız. Etkili Yönetimin Başlıca Yanları Etkili yönetimde kendi bakış açımız ve bunu başkalarıyla kıyaslamamız, onu anlamanın iyi bir yoludur. Yine de, etkili yönetim korusunda yapılan araştırmalara bir göz atmamız gerekiyor: Ohio Üniversitesi’nde yapılan (Fleihman) araştırmalardan biri, yöneticilerin iki etken üzerinde önemle durmaları gerektiğini ortaya koydu. Yönetim hayatının ilk yıllarında varolan beklentiler, kişinin gelecekteki davranışları üzerinde de etkisini koruyacaktır. Bu görüş, başka alanlarda da, Rosenthal ve Jacobson’un klasik araştırmalarında ortaya atılmıştır. Araştırmalar, öğretmenlere bir test sonucu seçtikleri bazı öğrencilerin yüksek gelişme potansiyeline sahip olduklarını açıklamışlardı. Oysa bu öğrenciler rasgele seçilmişti. Ama aynı öğrencilerin bir süre sonra imtihan edildiklerinde, seçilmeyen öğrencilere kıyasla gerçekten kendilerini geliştirdikleri görüldü. Öğretmen, bu öğrencilerden çok şey beklemiş, öğrenciler de bu beklentilere cevap vermişti. Kısaca, kişi saygı duyduğu insanların kedisinden beklentileri olduğunu hisseder ve destek görürse, bu beklentilere cevap verecek ve kendisini geliştirecektir. Beklentilerin, insanların gelişmeleri üzerinde şaşırtıcı etkileri olabilir. J. Tirling Livingstone, bulgularını şöyle özetliyor: a-Bir yöneticinin astlarından beklentileri ve onlara davranış biçimi, kişilerin çalışmasını ve mesleklerinde ilerlemesini etkilemektedir. b-Üstün yöneticilerin ender bir özelliği de, yüksek iş beklentileri yaratabilmek ve astların bu beklentilere cevap vermelerini sağlama yeteneğidir. c-Etkili olamayan yöneticiler, bu gibi beklentiler meydana getiremezler ve bunun sonunda astların randımanlarında düşüş olur. d-Astlar, genellikle kendilerinden beklenildiğine inandıkları işleri yaparlar. Astlar Nelere Bakarlar? Yöneticilerin davranışlarının, astların davranış ve dürtüleri üzerinde büyük etkisi vardır. Myers, etkili yönetim konusunda şu sonuçlara varıyor: a-Etkili yönetim, kişilerin işletme hedeflerine ulaşırken aynı zamanda kişisel hedeflere de ulaşmasını sağlar. b-Hedeflere ulaşırken, kişiyi yönetmektense, kişi tarafından yönetilir. c-Yöneticinin gelişim felsefesini yansıtır. İşte, önemli noktaların bir özeti: Yöneticilerinin kendilerini Yöneticileri tarafından teşvik ettiğini düşünenlerin Kabul teşvik edilmeyenlerin Kabul sözünü ettikleri özellikler oranı sözünü ettikleri özellikler oranı a-Onunla konuşacağınız zama[disiyle rahatça konuşulur. (80+)]nı dikkatle seçmeniz gerekir.(50+) b-Patron olduğu için, kendi bile sizin fikirlerinize [fikirlerinin üstün olduğuna değer verir(90+)]inanır.(40+) c-Şirket hedeflerinin kendi [anlatmaya çalışır](80+) leri için ne anlam taşıdığını astlar kendileri çözerler.(50+) d-Grubuna, kendi istediği [bilgiyi vermeye çalışır.(60+)]kadar bilgi verir.(70+) e-Astlarından beklentileri [fazladır(80+)] her gün değişir.(50+) f-Astlarının büyük risklere [doğru teşvik eder.(80+) atılmasına engel olur.(50+) g-Hataya yer yoktur; hele sanız, bunları unutmaya hele, kendisini zor duruma hazırdır.90+sokacak hatalara...50+ h-Ortada hata varsa, bunu cekte aynı hataları engelle-kimin yaptığını bulmayameye çalışır90+çalışır40+ Fiedler yaptığı bir başka araştırmada, bir yöneticinin etkili bir biçimde nasıl davranacağına karar vermeden önce bilmesi gereken üç husus olduğunu ısrarla belirtiyor: a-Yönetici ile personel arasındaki ilişkiler olumlu mu? Olumsuz mu? b-Görev tekdüze ve olağan mı, yoksa yaratıcılık ve yenilik mi getiriyor? c-Yöneticinin işletme içindeki otoritesine dayanan yetkisi güçlü mü, yoksa zayıf mı? Fiedler, ilişkileri iyi, görevi tekdüze ve olağan, otoritesi güçlü olan bir yöneticinin, otoriter olabileceğini öne sürüyor. Ama, ilişkilerin zayıf, görevlerin karmaşık, otoritenin düşük olduğu bir ortamda, yönetici daha demokratik ve adil davranacaktır. Önemli Bir Etken: Beklentiler Buna ek olarak Richard Glube, yönetimde başarıyı diğer bir etkene bağlıyor: Başkalarının Duygularını Anlayabilme. Glube’nin araştırmaları, yüksek performans ve üretim gösteren grupları idare eden yöneticilerin, yönetim tarzlarını duruma göre ayarladıklarını ortaya koydu. Böyle gruplarda, çalışanlar da işlerinden çok memnundular. Araştırmalar, kişinin bir işletme içindeki ilk tecrübelerinin, gelecekteki gelişmelerini bir dereceye kadar etkilediğini gösteriyor. Berlew ve Hall, şu görüşe varıyorlar: ‘Beklentileri yüksek olan bir işi başaran yeni yöneticiye daha zor bir görev verilecektir. Yönetici şirketin gitgide artan beklentilerine karşılık verdikçe, katkı düzeyi de artacaktır’. Patronları tarafından teşvik edilmeyenler, patronlarının kendilerini sınırladığına ve güvenmediğine inanıyorlar. Hareket Yolları House’un araştırmalarından şu sonuçlar ortaya çıkmıştı: 1-Yöneticiler, belirlenen şirket hedeflerine ulaşmış astlarını ödüllendirirlerse, iş hayatlarından memnun ve tatmin olmuş astlarla çalışırlar. 2-Yöneticiler, eğitip yönlendirerek hedeflere ulaşma ile ödül arasındaki bağlantıyı açıklarlarsa, astlar daha rahat ve verimli çalışacaklardır. 3-Yönetici, görevin başarılmasında astlara yardımcı olarak ve zor görevlerde onları destekleyerek, astların memnuniyetini, dolayısıyla işgücünü artırabilir. 4-Yönetici, işin baskısını ve gerilimi azaltarak astların daha olumlu bir ortamda çalışmalarını sağlayarak, onları memnun edebilir. *** -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM V. Neler Sizi Ve Başkalarını Çalışmaya Özendirir? Önce bizi etkileyen güçlerin açık bir analizini yapmak gerekir. Kişisel Güçler: İçimizdeki güçlerdir. Örneğin, acıktığımızda harekete geçeriz. Kendi kendinize ‘Kişisel ihtiyaçlarım yüzünden neler yapıyorum?’ diye sorun. İtici Güçler: Çalışma hayatında üstünüzün sizden beklentileri de büyük bir itici güçtür. Aynı şekilde astlarınızın ve iş arkadaşlarınızın üzerindeki baskı da itici güçlerdir. Şöyle sorun: ‘Bende itici gücü meydana getiren başkalarının beklentileri nelerdir?’ Çekici Güçler: Sizin dışınızda var olan ve sizi çeken güçlerdir. Yeni araba, ev almak gibi... *** BÖLÜM VI Toplantılarınız Başarılı Mı? Hangi yöneticiyi ararsanız, büyük ihtimalle toplantıdadır. Toplantıların boş yere vaktinizi aldığını mı düşünüyorsunuz? Gerektiğinden fazla mı toplantı yapılıyor? Toplantıların başarılarını ölçmek için bir sistem bulunamamıştır. Görev, İlişki Endeksinin Kullanımı 1-Ekip Toplantılarının Gözden Geçirilmesi: Toplantıların verimli olup-olmadığını gözden geçirmek için zaman bulmak hayli güçtür. Ama toplantıları gerçekleştireceksek, gözden geçirmeye ayıracağımız zaman, toplantılarda boş yere harcanacak zamandan çok daha az olacaktır. ‘Bir sonraki toplantımız nasıl daha fazla verimli olabilir?’ diye soru sorulabilir. 2-Tartışmalar İçin Bir Liste: Kurs sırasında tartışırken kullanabilecekleri bir liste verilebilir. 3-İş Alıştırmaları: Kurslarda sık sık alıştırmalar yapılabilir. Gruplarda Sorun Çözmenin Olumlu ve Olumsuz Yanları: 1-Bir yönetici, kırgınlıklara yol açmadan, yenilik getirebilecek bir tartışma ortamı yaratma yeteneğine sahip olmalıdır. 2-Tartışmayı yöneten kişi, sorun çözme işleminin ayrı yönleri üzerinde durulmasını sağlarsa, çözümün niteliği ve kabul ediliş biçimi gelişecektir. 3-Bir ekibin birlikte çalışabilmesi için yöneticinin, değerlendirmekten çok, anlamak amacıyla dinlemesi, üyeler arasındaki doğru iletişimin sorumluluğunu üstlenmesi, ifade edilmiş duygulara karşı duyarlı olması, azınlıkta kalan görüşleri koruması, tartışmayı yönlendirmesi ve özetleme yeteneğine sahip olması gerekir. Toplantılarda Davranışlar -Arayan Davranışlar (Öneri araya, açıklama arayan, tepki arayan, fikir birliği arayan) -Veren Davranışlar (Öneride bulunan, katkıda bulunan, destekleyen, zorlukları belirten) -Rockham’a göre en önemli davranış, başkalarının sözlerine olumlu katkıda bulunabilmektir. Toplantılarda ‘En iyi fikri nasıl üretebiliriz?’ havası olması gereklidir. Anlaşma sağlanamazsa, beyanda bulunmaktan çok, soru sormaya başlayın. Böylece toplantıdaki sorunlara eğilmeye teşvik edeceksiniz. *** -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM III Nasıl Bir İşte Çalışmayı Tercih Ediyorsunuz? Kişilere seçenek verilirse, çoğumuz hangi işlerden hoşlandığımızı ve o işi nasıl yapmak istediğimizi biliriz. Bu ilke çoğumuz için geçerlidir. Bazıları düzenli çalışmaktan hoşlanırlar Ötekiler fikirlerini ve yaratıcı güçlerini gerektiren işleri benimserler. Bazıları başkaları ile beraber çalışmakta güçlük çekerler, fakat nedenini bir türlü anlayamazlar. İş tercih profillerini kıyaslamak ve kişinin işini nasıl yürüttüğünü tartışmak çok yararlı olabilir. Böyle bir tartışma sonucu karşınızdakinin tercih ve becerilerini anlayabilir, birbirinizi tamamlayabilirsiniz. Yönetimde yükseldikçe hem sistemli, hem de yaratıcı olmak zorundasınız. Bu nedenle bir yaklaşımınız güçlü, diğeri zayıfsa, zayıf olan yönünüzü tercihlerinize aykırı düşse bile geliştirmeye çalışmalısınız. İş Seçimi Çoğu insanın, onları belli bir mesleğe çeken ya da iten bir takım kişisel nedenleri vardır. Kendi işinizi düşünün! İşinizden memnun musunuz? Kaç kez iş değiştirdiniz. Çoğumuz bizi ilgilendiren konularda meslek seçeriz. İyi bir ekip oluşturma; Bir yöneticinin görevi kişinin tek başına etkili bir biçimde yapamayacağı bir işin bir ekip oluşturmaktır. Bu yüzden her ekipte beceri ve yeteneklerin dengede olması gerekir. Satıcı: Kafasında iyi bir fikri olan ve bu fikri başarıya ulaştırmak için büyük riskleri göze alan kişidir. Yenilikçi: Yenilikçi de bir çeşit kaşiftir. Ama büyük riskleri göze almaktan kaçınır. Yenilikçi yeni fikirler üretir. Uyumcu: Uyum sağlamaktan hoşlanan kişi ya da koordinatör. Standartların, değerlerin ve ilkelerin üzerinde önemle durur. Temelde düzenli kafa yapısına sahiptir. Düzenleyici: Bu kontrolcü tip, ötekinin tam tersine sistemleri yürütmekten, makine, para ve diğer somut şeyleri düzenlemekten hoşlanan kişidir. Bu da ayrıntılarla uğraşmayı sever, kurallara önem verir. Siz dairenin neresindesiniz? *** BÖLÜM IV Kendinizi Nasıl Görüyorsunuz? Kendimizi zeki, yetenekli ve bilgili görürsek, sabırsız, kararsız, yavaş ve yetersiz kişilerden daha farklı görürüz. O yüzden kendi görüntümüz, sürdürdüğümüz yaşam tarzının temelidir. Kişisel Tercih İndeksi: Toplumsallık Puanı: Bazıları arkadaşlıktan ve başkalarının yakınlıklarından hoşlanır. Görünmeyi tercih ederler. Böyleleri çevrelerindeki kişilere açık olurlar. Patronun personeli üzerinde kesin tavrı olmalıdır. Personel, patronla eşit olmadığını hissedecek, ama eşitmiş gibi konuşabilecektir. Güç Puanı: Gücün ne anlama geldiğini anlamak için kendi işletmenizi düşünün. Öteki departmanlarla kıyasla, kararlar üzerinde söz sahibi misiniz? İş dağılımı, bütçe, terfiler ve ücret artışları konusunda karar kimdedir? Bir işletmede güçlü kişi çalışanları ve kaynakları etkileyen kişidir. Kendi istedikleri yapıldıkça, çoğu insan seve seve gücü başkalarına verir. Asıl güçlü kişi, kendi kararlarını onaylamayanlar konusunda tedbir yetkisine sahip olanlardır. Kullanış biçimi çok önemlidir. Astlar, yöneticiyi, adil davranışlarına bakarak yargılarlar. Mc.Celelland ‘Yöneticilik görevi, işleri tek başına daha iyi yürüten birinden çok, başkalarını etkileyebilen birini gerektirir’ Burnham ‘Dahası yöneticinin yetki arzusu, başkaları tarafından sevilme arzusundan fazla olmalıdır’. Ellerindeki gücü iyi kullanan önderler, aynı zamanda insan ilişkilerine de önem vermişlerdir. Modern işletmelerde artık güç ve otoritenin yerini, sorun çözebilen yetenekler almışlardır. Başarı Puanı: Yüksek başarı puanı, sizin işe yaklaşımınızı gösterecektir ve çok çalışmaya hazır başarı kazanmak isteyen yüksek hedefleri olan kişidir. Başarılı bir yönetici kendisi ve ekibi için ulaşılması mümkün ama çaba gerektiren hedefler saptamaktadır. Ne Yapmalısınız? Toplumsallık: Geliştirmek istediğiniz becerinizi saptayın. Örneğin, mülakat, toplantılarda konuşma, iş yemeklerinde rahat olabilme gibi... Sonra yeni fikirlerinizi yavaş yavaş uygulayın. Örneğin, karakter olarak kapalı birisi iseniz, girgin biri olmaya kalkışmayın. Ama açık sorular sorarak ilişkilerinizi geliştirebilirsiniz. Güç: Güç ve yetkiyi çoğaltmanın tek yolu, terfi etmektir. Terfinizdeki en büyük faktör, şimdiki işinizde gösterdiğiniz başarıdır. Başarı: Daha çok üretmek istiyorsanız, size neyin engel olduğunu bulmaya çalışınız. Bilgi, teknik, teknoloji ya da kaynak eksikliği mi? İşletme içindeki engellere bakın. Sorunları belki de kolaylıkla çözebilirsiniz. Başarılı kişiler, başaracaklarına inananlardır. *** -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM II Çalışma Hayatınızın Neresindesiniz? Yönetim basamaklarında yükseldikçe sonucu beklemekte zorlaşır. Olayları mümkün olduğunca önceden görmek ve plan yapmak icabeder. Hepimizin davranışlarımızı etkileyen planları vardır. Ama bilincinde değilizdir. İlk işiniz neydi? Şimdiki işinize benziyor muydu? Bu soralar cevap aranabilir: Bir örnek: Mühendisler ve yöneticiler: Soru: ‘Neden mühendislerimizi yönetici durumuna gelip terfi edince başarılarında bir düşüş oluyor’? Mühendislerle, işlerindeki değişiklik hakkında konuştum. Mesleklerinde dönüm noktasına gelmişlerdir. Çoğu huzursuzdu. ‘Saatlerce toplantılarda oturmaktan başka bir şey yapmıyorum’ dedi birisi ‘Yönetici olduğumda ne yapacağımı bilediğim için kendimi suçlu hissediyorum’ dedi diğeri. Şimdi mühendislerden teknik bilgilerinden ziyade planlama, programlama, insan ilişkileri ile ilgili konular isteniyordu. Neredesiniz? Kendi durumunuzu düşünün. Dönüm noktasına mı yaklaşıyorsunuz, yoksa şu anda o noktadan geçmek temisiniz. Sizinle aynı düzeyde olan iş arkadaşlarınızla toplanın ve onların neler yaptıklarını, yeni işe nasıl yaklaştıklarını görmek için seminer düzenleyin. Başkalarının sizden beklentileri, sizin yönetim görevlerinizin gerçeklerini anlamanızda çok yararlı olabilir. Yakınınızda ki kişilerin beklentileri olması, size baskı yaptıkları anlamına gelir. Sizden maddi bir şeyler bekleyeceklerdir. Toplantılara katılmanızı bekleyeceklerdir. Beklentilerin planlanması; bir süre, örneğin üç ay zaman tanıyın, neler yapılması lazım geldiğini belirtin. Ancak toplantılar düzenleyerek ve sorunları konuşarak baskı ve beklentilerle başa çıkılabilir. Yöneticilerin çoğu zanlarını işle ilgili planlar hazırlamakla geçirirler. Aynı ilke, kendinizi yönetmekte de geçerlidir. Yönetimde yükseldikçe hiçten bir şeyler oluşturabilme’ yeteneği daha çok önem kazanmaktadır. *** -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM I Ne tür bir işiniz var? İnsanlar Ve Zaman:Burada kime ne kadar zaman ayırdığınızı düşünebilirsiniz. Zamanınızı nasıl ölçersiniz. Olayları kayda geçirmenin, her dakikayı kaydetmenin dışında daha kolay bir zaman izleme yöntemi vardır. Faaliyet analizi: Bu analizde işinizin belli bölümlerini içerdiğini kendi tecrübelerinizden bildiğiniz önemli faaliyetleri saptayın. Sonra, her faaliyete ayırdığınız zamanı günlüğünüze kaydedin. Unutmamak için her saat başı, o önemli faaliyeti yazın. Bir yöneticide aranması gereken en büyük özellik, konuşma becerisidir. İkincisi de yöneticilerin kendi zamanlarını planlamada güçlük çekmeleridir. Yönetim rolleri aşağıdaki gibidir: 1-Şef, 2-Grup lideri, 3-Aracı, 4-Bilgi, 5-sözcü, 6-Girişimci, 7-Kaynak dağıtan, 8-Sorun çözen, 9-Pazarlıkçı, 10-Kişisel. Bunları düşünüp gelecek yıl şu sorulara cevap aramalısınız. 1-Gelecek yıl şu işlere daha az zaman harcamalıyım: 2-Gelecek yıl şu işlere daha fazla zaman harcamalıyım: 3-Gelecek iki, üç ay içinde başarmayı planladığım en önemli şeyler şunlardır. Yaptıklarınızı yazmak, anlaşılması çok güç olan şeyleri açıklığa kavuşturmanın bir yoludur. Bir yöneticinin görevi önce kendisini, sonra diğerlerini organize etmektir. -Zamanınızı alan başlıca faaliyetler nelerdir? -ilerleme için hangi engelleri aşmak zorundasınız? -Rolünüzü geliştirmede ne gibi seçenekleriniz var? Görevlerin değerlendirilmesinde, yapıcı bir yaklaşım: 1-Gözden geçirilen dönem içerisinde, astınıza yaptığı önemli işlerin bir listesini hazırlamasını isteyin. Bu dönem, üç ile altı ay, en çok bir yıl olmalıdır. 2-Toplantının ilk bölümünde olumlu yönler üzerinde durun. Bunların nasıl daha fazla geliştirilebileceği üzerinde plan yapın. 3-Zayıf, eksik bölümleri sona bırakın, ona soru sorarak sebeplerini araştırın. 4-Yöneticinin, konuları astıyla eğitim ya da rehberlik çerçevesinde tartışması önemlidir. Yönetici, astı istediği sürece onu eğitmeli, astının hedefinden sapma görürse rehber olmalıdır. İşinizi bilin Bazen çok konuşur, hiçbir iş yapmayız. Ama bazen de yeterince konuşmayız. Bana kalırsa yöneticiler ve astları yönetimin rolünün ne olduğunu ve görevlerin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini aralarında oturup konuşmuyorlar, sonuç olarak her şey ile ilgili kişilerin davranışlarına bağlıdır. Bu yüzden yöneticinin olumlu bir davranış ortamı oluşturması çok önemlidir. *** -
NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** BÖLÜM I Ne tür bir işiniz var? İnsanlar Ve Zaman:Burada kime ne kadar zaman ayırdığınızı düşünebilirsiniz. Zamanınızı nasıl ölçersiniz. Olayları kayda geçirmenin, her dakikayı kaydetmenin dışında daha kolay bir zaman izleme yöntemi vardır. Faaliyet analizi: Bu analizde işinizin belli bölümlerini içerdiğini kendi tecrübelerinizden bildiğiniz önemli faaliyetleri saptayın. Sonra, her faaliyete ayırdığınız zamanı günlüğünüze kaydedin. Unutmamak için her saat başı, o önemli faaliyeti yazın. Bir yöneticide aranması gereken en büyük özellik, konuşma becerisidir. İkincisi de yöneticilerin kendi zamanlarını planlamada güçlük çekmeleridir. Yönetim rolleri aşağıdaki gibidir: 1-Şef, 2-Grup lideri, 3-Aracı, 4-Bilgi, 5-sözcü, 6-Girişimci, 7-Kaynak dağıtan, 8-Sorun çözen, 9-Pazarlıkçı, 10-Kişisel. Bunları düşünüp gelecek yıl şu sorulara cevap aramalısınız. 1-Gelecek yıl şu işlere daha az zaman harcamalıyım: 2-Gelecek yıl şu işlere daha fazla zaman harcamalıyım: 3-Gelecek iki, üç ay içinde başarmayı planladığım en önemli şeyler şunlardır. Yaptıklarınızı yazmak, anlaşılması çok güç olan şeyleri açıklığa kavuşturmanın bir yoludur. Bir yöneticinin görevi önce kendisini, sonra diğerlerini organize etmektir. -Zamanınızı alan başlıca faaliyetler nelerdir? -ilerleme için hangi engelleri aşmak zorundasınız? -Rolünüzü geliştirmede ne gibi seçenekleriniz var? Görevlerin değerlendirilmesinde, yapıcı bir yaklaşım: 1-Gözden geçirilen dönem içerisinde, astınıza yaptığı önemli işlerin bir listesini hazırlamasını isteyin. Bu dönem, üç ile altı ay, en çok bir yıl olmalıdır. 2-Toplantının ilk bölümünde olumlu yönler üzerinde durun. Bunların nasıl daha fazla geliştirilebileceği üzerinde plan yapın. 3-Zayıf, eksik bölümleri sona bırakın, ona soru sorarak sebeplerini araştırın. 4-Yöneticinin, konuları astıyla eğitim ya da rehberlik çerçevesinde tartışması önemlidir. Yönetici, astı istediği sürece onu eğitmeli, astının hedefinden sapma görürse rehber olmalıdır. İşinizi bilin Bazen çok konuşur, hiçbir iş yapmayız. Ama bazen de yeterince konuşmayız. Bana kalırsa yöneticiler ve astları yönetimin rolünün ne olduğunu ve görevlerin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini aralarında oturup konuşmuyorlar, sonuç olarak her şey ile ilgili kişilerin davranışlarına bağlıdır. Bu yüzden yöneticinin olumlu bir davranış ortamı oluşturması çok önemlidir. *** BÖLÜM II Çalışma Hayatınızın Neresindesiniz? Yönetim basamaklarında yükseldikçe sonucu beklemekte zorlaşır. Olayları mümkün olduğunca önceden görmek ve plan yapmak icabeder. Hepimizin davranışlarımızı etkileyen planları vardır. Ama bilincinde değilizdir. İlk işiniz neydi? Şimdiki işinize benziyor muydu? Bu soralar cevap aranabilir: Bir örnek: Mühendisler ve yöneticiler: Soru: ‘Neden mühendislerimizi yönetici durumuna gelip terfi edince başarılarında bir düşüş oluyor’? Mühendislerle, işlerindeki değişiklik hakkında konuştum. Mesleklerinde dönüm noktasına gelmişlerdir. Çoğu huzursuzdu. ‘Saatlerce toplantılarda oturmaktan başka bir şey yapmıyorum’ dedi birisi ‘Yönetici olduğumda ne yapacağımı bilediğim için kendimi suçlu hissediyorum’ dedi diğeri. Şimdi mühendislerden teknik bilgilerinden ziyade planlama, programlama, insan ilişkileri ile ilgili konular isteniyordu. Neredesiniz? Kendi durumunuzu düşünün. Dönüm noktasına mı yaklaşıyorsunuz, yoksa şu anda o noktadan geçmek temisiniz. Sizinle aynı düzeyde olan iş arkadaşlarınızla toplanın ve onların neler yaptıklarını, yeni işe nasıl yaklaştıklarını görmek için seminer düzenleyin. Başkalarının sizden beklentileri, sizin yönetim görevlerinizin gerçeklerini anlamanızda çok yararlı olabilir. Yakınınızda ki kişilerin beklentileri olması, size baskı yaptıkları anlamına gelir. Sizden maddi bir şeyler bekleyeceklerdir. Toplantılara katılmanızı bekleyeceklerdir. Beklentilerin planlanması; bir süre, örneğin üç ay zaman tanıyın, neler yapılması lazım geldiğini belirtin. Ancak toplantılar düzenleyerek ve sorunları konuşarak baskı ve beklentilerle başa çıkılabilir. Yöneticilerin çoğu zanlarını işle ilgili planlar hazırlamakla geçirirler. Aynı ilke, kendinizi yönetmekte de geçerlidir. Yönetimde yükseldikçe hiçten bir şeyler oluşturabilme’ yeteneği daha çok önem kazanmaktadır. *** -
*** NASIL BİR YÖNETİCİSİNİZ ... *** GİRİŞ : Yöneticiliğe Yaklaşımınız Nasıl? Ne tip bir yöneticisiniz? Yöneticiyi, başkalarının yaptıkları işten sorumlu kişi olarak tanımlıyoruz. Herkesin çalışma yolu farklıdır, başarılı olabilmesi için güçlü yönlerini geliştirme, zayıf yönlerini de en aza indirmesi gerekir. ‘Yöneticiler eğitilebilir mi?’ sorusuna evet diye cevap verilebilir. Her insan fıtratına göre yönetim tarzı sergiler. Zeka, öğrenimle bir noktaya getirilse de, önemli bölümü anne ve babamızdan kalıtımsal olarak kalmaktadır. Acaba bir okulu idare eden yönetici, aynı şekilde fabrikayı da idare edebilir mi? Yazar, bütün koşullarda ve farklı durumlarda etkili olabilecek bir önderin var olmadığını ileri sürüyor. Kişilerin yeteneklerini ortaya çıkarıp ona göre istihdam edilmesi gerekmektedir. Kişi, beceri ve yeteneklerini geliştirip daha çok öğrense de kolay kolay kişiliğini ve çalışma biçimini değiştiremez. Yöneticinin görevleri nelerdir? Yönetim işetmenin can damarıdır. Yöneticinin eski otoritesi zayıflamıştır. Çoğunluk otoriter kişilerden hoşlanmamaktadır. Kişiler bu saygıyı ilerindeki başarı ile kazanmak zorundadırlar. Bu gün artık ‘rıza’ yoluyla yönetim çağını yaşıyoruz. Steward, yaptığı araştırmalarda yöneticilerin vakitlerini % 75’ini başkaları ile konuşarak geçirdiğini saptamış. Bu yönden, konuşma yeteneği yönetici için önemlidir. Yöneticiler hem konuşmayı, hem dinlemeyi bilmelidirler. Dikkat! ‘Bu kitabı kendi kendinize uygulamanız gerekmektedir. Kitaba hiçbir katkıda bulunmayıp, okuyanlar ondan bir şeyler istifade edemezler. Kitap sizden çok şey istemektedir. Ancak, bütün testleri buraya kaydetmemiz zor olduğu için bu size bir fikir verebilir. ***
-
ÜZÜNTÜYÜ BIRAK YAŞAMAYA BAK ...
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
*** I.BÖLÜM: ‘Sorun Sızdırmayan Bölmelerde Yaşayın’ Başlığının kullanıldığı bölüm:Burada 1871’yılının baharında Montreal Hastanesi’nde stajyer tıp öğrencisi olan ve geleceğini, bir de nasıl para kazanacağını düşünüp üzülen ve daha sonra 11 kelimelik bir sözcüğü okuduktan sonra üzülmeyi bırakıp kendi adına belirlediği amaç doğrultusunda yapması gerekenlere çalışan William Osler’in hayatı ve ünlü bir doktor oluşunu anlatır. Osler daha genç ve yalnız bir öğrenci iken nasıl hayatta yaşayacağını ve zengin olacağını düşünerek çok üzülür ve hayatını kaosa sokar. Bu arada 11 kelimelik şu cümleyi bir kitapta okuyunca onun hayatı değişir. Devrinin en iyi doktoru olur. Ve öldükten sonra hayatı iki ciltlik bir eserde yayınlanır. Bu sihirli söz:‘Asıl görevimiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil elimizdeki belli olanla ilgilenmektir’. Sözüdür. Osler bu sözün etkisinde kalarak geçmiş hatalarını ve kötü olayları unutup geleceğe bakmıştır. Ayrıca gelecekle ilgili tüm korku ve endişelerini bırakmıştır. Böylece kendi deyimiyle ‘Sorun sızdırmayan bölmeler’ oluşturmuştur. Ve kendi anını, hayatın bulunduğu anı yaşamaya ve elindeki imkanları değerlendirmeye çalışmıştır. Bu teknikle Osler genç bir asistanken, Oxford Üniversitesi Tıp Profösörü olmuş, Britanya Kralı ona şövalye ünvanı vermiştir. Bu konuda Said Nursi hazretleri: ‘Sabrınızı geçmiş ve geleceğe dağıtmayın’ demektedir. Şeytan insana gelecekte yapacağı işleri çok göstererek sanki onların hepsini o anda yapacakmış gibi bir ruh sıkıntısı vermektedir. Bundan dolayı geçmiş ve gelecek, insan olarak bizi ilgilendirir. Fakat daha gelecek gelmemiş; geçmiş ise bitmiştir. Bizim için önemli olan şimdiki andır. Onu değerlendirirsek, başarıya ulaşırız. II.BÖLÜM Herhangi bir kötü olay karşısında insanın üzüntüsünü nasıl yenmesi gerektiği Amerikalı ünlü işadamı ve aynı zamanda Cornegie’nin öğrencileri olan bu kişilerin hayatlarından örnekler verilerek anlatılır. Herhangi bir üzüntüden kurtulmanın sihirli yöntemini bu sefer işadamı Willies Corrier’in hayatından anlatacaktır. Bu kişi hava soğutma sisteminin mucidi ve şu andaki Corrier Klimaları’nı üreten şirketin sahibidir. Corrier bir şirkette çalışmaktadır. Burada kendisinden gaz temizleme sistemi kurmasını isterler ve bunun maliyeti şirketin neredeyse yarı fiyatıdır. Ama başarılı olursa karlı bir iştir. Carrier bu sistemi uygulamaya başladı. Fakat başarısız oldu. Hem şirket çok büyük kayba uğradı. Hem de kendi kariyeri sıfırlandı. O, buna çok üzülmüş bir şekilde, yerinden kımıldayamıyordu. Bu ortamdayken üzüntüyle hiçbir yere varamayacağını anlayarak üç basamaktan ibaret olan şu yöntemi uyguladı. 1-Olayı inceleyip, en kötü olasılık nedir? Bunu araştırmak. 2-Gerekirse bu en kötü olasılığa hazırlanmak. 3-Sonra sakince zararı azaltmanın yollarını aramak. Bu yöntemle işe eğilen Carrier 20.000 Dolar zarar yerine 15.000 dolar kar elde etti. III.BÖLÜM Üzüntü size ne getirir? Yazar, ‘İşadamları ve yöneticiler işlerinden ve kişilerden dolayı çok üzülmekte ve bunun etkisiyle genç yaşta ölmektedirler’ diye yorum yapmaktadır. Mayo Clinic’den doktor Alvarez, ülser ağrılarının sinirsel gerilimin şiddetine göre arttığını ve azaldığını söylemektedir. Platon, doktorların en büyük hatasının hastaları ile ruhsal ve fiziksel olarak ilgilenmeleri olduğunu söyler. Platon’a göre ruh ve beden bir bütündür.Carnegie tıp biliminin gerçeği kabul etmek için iki bin yıl beklemesi gerektiğini ve buna bağlı olarak da ‘Psikosomatik’ adlı hem ruhsal, hem bedensel tedavi biliminin yeni geliştiğini söylüyor. Montaigne, Bordeaux’ya belediye başkanı seçildiğinde ‘sorunlarınızı ciğerlerimle değil ellerimle çözeceğim’ demişti. Cornell Üniversitesi Tıp doktorlarından Russel Lecid eklem hastalıklarının sebebini şöyle açıklıyordu: 1-Ailede geçimsizlik 2-Para sıkıntısının getirdiği üzüntü 3-Yanlızlık ve sıkıntı 4-öfke. Çin Derebeyleri tutsak aldıkları düşman askerlerinin ellerini ve ayaklarını bağlayarak bir su fıçısının altına koyarlar, oradan bir delik açarak, tutsağın başına küçük su damlacıkları bırakırlar ve tutsağı çıldırtana kadar bunlar devam ederlermiş. Doktor A. Carrel ise:‘Modern şehirlerin kargaşası içinde kendini rahatlatabilen insan sinir hastalıklarına karşı aşılanmış sayılır’ diyor.Carnegie üzüntü, stres ve iç sıkıntısının verdiği maddi ve manevi tesirin önlenmesi için yukarıdaki örnekler gibi yaşanmış olaylardan örnekler vererek insanın kendini üzüntü kurbanı yapmaması gerektiğini söyler. Yazar, yaşam ve olaylar karşısında insanoğlunun üzülüp, bunalıma girmesi gibi kötü sonuçların önlenmesi için örnekleri Amerika’da yaşayan ve Hıristiyan olup inancı yarım olan insanlar üzerinde durmaktadır. Halbuki Müslüman olan bir insan Allah’a inanmış, tam tevekkül etmiş ve kainattaki tüm olayların Allah’ın kudretinde olduğuna inanmaktadır. Bir sineği O (c.c.)’nun yarattığı gibi, koca bir Güneş’i de O (c.c.) yaratmıştır. Dolayısıyla herşeyde Allah’ın ve kaderin payı vardır. Said Nursi Hazretleri: ‘İman Tevhidi, Tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyn’i iktiza eder’ sözü bize çıkış noktası olmaktadır. IV.BÖLÜM Üzüntü veren sorunları nasıl çözebiliriz? Sorunları çözmenin üç ana yöntemini öğrenerek her türlü üzüntüyle savaşabiliriz. 1-Olayı ve özelliğini kavramak 2-Olayı ve özelliğini çözümlemek 3-Bir karara varıp ona göre hareket etmek. Yazar bu kurallarla üzüntüye ve strese girmiş bir insanın, ondan kurtulmak için önce olayı incelemesi ve daha sonra çözüm kurallarını gerçekleştirmesi gerektiğini söyler. Örneklerle ve yaşanmış olaylarla buna örnek gösterir. Andre Maurois: ‘Kişisel isteklerimize uyan herşey gerçek gibi görünür; uymayan ise bizi öfkelendirir’ demektedir. V.BÖLÜM İşinizle ilgili sorunların verdiği üzüntünün yarısını yok etmenin yolu Carnegie, ‘Sizin üzülmenize sebep olan olayı inceleyerek bir kağıt, kalem alın ve şu soruların cevaplarını yazın’ der: 1-Sorunu inceleyin. Colombia Üniversite dekanı Hawkes’in şu sözünü hatırlatarak, ‘Üzüntünün yarısı, sorunu yeterince anlamadan çözmeye çalışmaktan kaynaklanır’ demektedir. 2-Elde ettiğiniz bilgileri yeterince inceledikten sonra karar verin. 3- Kararınızı verince hemen harekete geçin. Olası sonuçları düşünüp kuşkuya kapılmayın. 4-Eğer uygulamada herhangi bir kuşku oluşursa şu soruları cevaplayın: a-Sorun nedir? b-Sorunun nedenleri nelerdir? c-Olası çözüm yolları nelerdir? d-Sizin öğrendiğiniz en iyi çözüm yolu nedir? VI.BÖLÜM Üzüntüyü kafanızdan çıkarmanın yolları Üzüntüye zaman kalmıyor. II.Dünya savaşının en kızgın zamanında Churchill günde 18 saat çalışırken üzerine aldığı sorumluluktan dolayı üzülüp, üzülmediği sorulunca ‘fazla meşgulüm, üzülmeye zamanım kalmıyor’ cevabını vermişti.Doktor Cabott ‘Üzüntünün en iyi ilacı çalışmaktır’ diyor. Öyleyse üzüntüyü yenmenin birinci kuralı ‘Boş kalmayın acı sizi yutmadan eyleme başlayın’ VII.BÖLÜM Kuruntuya kapılmayın. En korkunç felaketlere göğüs gereriz fakat parmağımızın ağrıması gibi küçük şeylere yeniliriz. Harry Vane’nin başının kesilmesi sırasında giyotinin bulunduğu platforma çıkınca cellattan bıçağı, ensesindeki çıbana dokundurmamasını istemişti. Dolayısıyla küçük sorunların yaşamımızı zehir etmesine izin vermemeliyiz. Unutmamak gerekir ki yaşam küçük şeylerle uğraşmaya değmeyecek kadar kısadır. VIII. BÖLÜM Üzüntülerinizin önemli bir bölümünü yok edecek bir yasa: Olaylar karşısında sakin, dikkatli ve hoşgörülü olmak gerekir. Sinirlenildiği zaman telaşlanma olayını bir kez ayrıntıları ile düşünelim. Niçin üzülüyorsun? Üzüntüyü yenecek diğer kural ‘Kayıtlara bakalım, sonra soralım kendimize’ olasılıklar yasasına göre beni üzen olasılığın gerçekleşme olasılığı nedir. IX.BÖLÜM Kaçınılmaz olan şeylerle işbirliği yapın. Hepimiz yıllarca hoş olmayan birçok durumla karşılaşırız. Bunlar başka türlü olamaz. Önümüzde iki seçenek var: Ya onları zorunlu diye kabul edip alışacağız ya da isyan edip yaşamımızı zehir edeceğiz. William James: ‘Öyle olmasını kabullenin, olayları kabullenmek, hoş olmayan sonuçları önlemeye doğru atılan ilk adımdır’. Epiktetos dokuz yüzyıl önce ‘Mutluluğun tek bir yolu vardır. O da irademizin gücünden üstün olan şeylere üzülmekten vazgeçmektir’ demiştir. CARNEGİE bu bölümde yaşamış birçok örnek vererek ve Batıllı filozoflardan okuduğu kitaplardan öğrendiği hayatla ilgili fikirleri yazmıştır. Müslümanlıkta Kader İnancı’nın bir nevi açıklamasını yapmaktadır. Tevekkül eden, olaylar karşısında Allah’a sığınan insan mutlu olur. Hem de iki saadeti birden elde eder. Hem dünya, hem ahiret saadetini. Böylece diğer kural; ‘Üzüntü sizi yenmeden siz onu yenmek isterseniz zorunlu şeylerle işbirliği yapın’ X.BÖLÜM Kaygılarınıza ‘Dur’ demeyi bilin. Bir olayın gerçek değerini saptayıp, ona göre davranmak, zihni rahatlığa kavuşturan en önemli etkenlerden biridir. Bunun için, ‘Üzülmeye neden olan şeyin gerçek değeri nedir? Ve bu olaya ne zamana kadar üzülmeliyim?’ Bu soruları cevaplayarak üzüntünün insanın hayatını mahvetmesine izin vermemek gerekir. XI. BÖLÜM ‘Talaş biçmeye çalışmayın’. Geçmişte meydana gelen olaylar, bitmiştir. Bugün artık onların tesirinde kalmanın hiç bir olumlu tesiri olmayacaktır. Yani ‘Talaş biçilmez’. Çünkü daha önce biçilmiştir. Geçmiş de öyledir. Olmuş bitmiş şeylere üzülmeye başlamak talaş biçmeye uğraşmak gibidir. Onun için insanların gözyaşlarını boş yere dökmesinin gereği yoktur. Tabii ki hepimizin yanlışı, kabahati olmuştur. Olsun! Kim yanlışlık yapmamış ki Napoleon bile önemli savaşlarının üçde birini kaybetmiştir. Belki bizim yanlışlarımız Onunkinden daha kötü değildir. XII.BÖLÜM İnsanın huzur ve mutluluk getirecek ruhsal ve zihinsel yapıya ulaşması gerekir. Bunun için de insan kendini devamlı mutlu kılmalıdır. Yoksa hem yaptığı işte, hem de insanlarla arasındaki ilişkilerde başarısız olur. XIII.BÖLÜM ‘Kin tutmanın büyük bedeli’ Shakespeare: ‘Düşmanınız için öyle çok kızdırmayın ocağı. Çünkü o ocak sizi yakacaktır’ demektedir. Yani kin tutan ve nefret eden insana bunların çok zararı vardır. Bunun için. ‘Düşmanlarımıza kin beslemeyelim. Aksi halde onlar verdiğimiz zarardan fazlasını kendimize veririz. ‘Sevmediğiniz insanları düşünmeye bir dakika bile harcamayın’. *** -
*** ÖNSÖZ Kitap Türkiye'de halk katındaki dinsel inançların siyasal eylemi etkilendirmesine ilişkin bir kavramlaştırma modeli olarak bilgiler içermektedir. Din'in bir toplum olayı olduğunu, yumuşak ideolojiler arasında insan davranışlarına yön veren bir unsur olduğunu belirtmektedir. Kitap olanı anlatmıştır. Toplumun yapısının anatomisini ortaya çıkarmıştır. Osmanlı İslam toplumunun ve bugün ki Türkiye'nin batı toplumlarından ayrılan bazı özelliklerinin var olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Modern davranış bilimleri olan sosyoloji, psikoloji ve antropolojinin metodlarından bir sentez yapılarak meseleler incelenmiştir. Batılı siyasal bilimcilerden, sosyologlardan, antropologlardan bol bol yararlanılmıştır. Din sosyolojisinin tahlillerinin bir toplumu anlatmadaki imkanlarından yararlanılmıştır. Kitap çok geniş bir alana yayılmıştır. Fikirciliğin topluluktaki etkisi gösterilmiştir. dinin bir toplum olayı olduğu toplumu şekillendirdiği ortaya konulmuştur. Türk halkının ümmet yapısından yeni çıkmış bir toplum olduğu ileri sürülmüştür. Hurafelerin halk katındaki gücü vurgulanmıştır. Halk kültürünün insanların menfaatlerine daha kısa yoldan cevap verdiği örneklerle ispat edilmiştir. Kitap objektif bakış açısıyla, ilmi tahlillerin, metodların ışığı altında yazılmıştır. Kitapda toplumun anatomisi batılı sosyal ilim adamlarının kuramına göre açıklanılmaya çalışılmıştır? Dinin toplumdaki gücünün tam hakkı verilmemiştir. Dinin toplumun bütün sorunlarını çözmede tek başına kesinlikle yetersiz kalacağı ileri sürülmüştür. *** DİN ve İDEOLOJİ: İdeoloji idare edilenler arasında yaygın yönlü fakat sınırlı belirsiz fikir kümeleridir. Bu süreçte insan eylemine yön veren şekillendiren iç yapı vazifesi görür. Yirminci yüzyıl bu açıdan bakıldığında en kesif anlamda ideolojik bir çağdır. Geniş kapsamlı ideolojiler önemini toplumsal eylemle din arasındaki ilişkiler açısından göstermektedir. İdeolojileri sert ve yumuşak olarak ikiye ayrılabilir. Sert ideoloji sistematik bir şekilde işlenmiş temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlanmış muhtevası kuvvetli bir yapıdır. Yumuşak ideoloji kitlelerin çok daha şekilsiz inanç ve bilgisel sistemleridir. Dinsel inançlar önemli yumuşak ideolojiler arasında yer alır. 1- Siyasal Bilimlerde İdeoloji Araştırmaları: İdeoloji günümüzde artık siyasal bilimlerin toplandığı önemli eksenlerden biri haline gelmiştir. Yani kitle toplumunun belirmesiyle inançlar önem kazanmıştır. Siyasal bilim, insanlar arasında "güzel" ve "iyi"yi anlamanın ve hakim kılmanın bilimidir. Kitle inanç ve tutumlarının-siyasal sürecin ayrılmaz bir parçası sayılması son yirmi yıllarda gelişen "davranışsal" siyasal bilimlerin getirdiği tutumdur. Çünkü davranışsalcılık davranışları olduğu gibi gösterir. Siyasal bilimciler, ideolojileri daha çok Locke, Rousseau veya Marx gibi kimselerin fikirlerinin "melezleşmiş" yozlaşmış şekilleri olarak yorumlamışlardır. Sabine'in Faşizmi ele alış tarzı bunun klasik örneğini teşkil eder. Ona göre Faşizm Hegel'in ve Nietzsch'nin fikirlerinin yozlaştırılmış bir şeklidir. Sabine, bir taraftan Mackinder'den bir taraftan Nietszch'tden ve bir taraftan Hegel'den gelen akımların belli bazı yönlerinin faşistler tarafından niçin seçildiğini, bu karışımın ve yalnız bu karışımın bir toplum şeklinin psikolojik mukavelesini nasıl sağladığını araştırmıyor. Modern bir siyasal bilimcinin yaklaşımı ise meseleyi bu şekilde koymak olurdu. Davranışsal siyasal bilimlerin ana amacı siyasal bilimleri diğer fiziki ve matematik bilimlerin genel kuralları içine sokmak olmuştur. Bu yaklaşıma göre, fizik nasıl maddi varlıklar arasında kural ilişkileri arıyorsa, siyasal biliminde genellik değeri olan kurallar araması gerekir. Böyle bir çaba peşinde koşarken açıklığını kaybetmemesi için yapılacak olan en iptidai ayırımda "olan"ı olması gereken"den ayırmaktır. Böylece davranışsal siyasal bilim, her şeyden önce iki asır önce Hume'nin bulduğu basit bir prensibi kendisine rehber edinmiştir. Bir "olan"dan bir olması "gereken" çıkarılamaza. Başka bir ifade ile, siyasal bilim bilimsel olmak istiyorsa; a- amacı bakımından kendisini sınırlandırmalı ve deneysel olmalıdır. b- Metodu bakımından daha önce bilimsel bir nitelikte ortaya çıkmış olan bilimlere benzemeğe çalışmalıdır. Davranışsal siyasal bilimlerin ideolojileri kapsamasının önemli bir nedeni vardır. Siyasal bilim bir toplum olayını inceler. Toplum yapıları ise, düzenliklerini toplum bireylerinin içinde bulundukları durumları "anlamaları" sayesinde muhafaza ederler. "Anlama"nın insan topluluklarındaki yapısal önemi son yirmi yılda muhtelif şekillerde işlenerek artık sosyolojinin esasları arasına girmiştir. İdeoloji bir anlam kümesi olarak toplumun stratejik fonksiyonlarının birinin başköşesini tutmaktadır. İdeolojileri bu açıdan ele aldığımız zaman onları, insanlara istikamet vermeğe yarayan birer "harita" olarak görürüz. Toplumun mutlaka halledilmesi gereken problemlerinden biri, kişilerin şahsiyetlerinin dengesini sağlamaktadır. Denge her şahsın hayatının ilk yıllarından itibaren kendine tedricen bir "şahsiyet" imal etmesiyle sağlanır. Tam bir kimlik ancak çocukluk ve ergenlik bunalımlarının başarı ile çözülmesiyle ortaya çıkar. Bunalımlardan sağlanan başarı kişinin kimliğine her defasında yeni bir kat ilave eder. İdeoloji bu kimlik tamamlama sürecine iki yerde girmektedir. Bir kere kişinin kendisine imal ettiği kişilik bütünleşmiş bir tutuklar ve davranışlar tümü olduğu bir "iç ideoloji" teşkil eder. Kişinin bu vicdani kılavuzu bir nevi ideolojidir. İkinci planda bu krizlerden bazıları mesela ergenlik krizi, dış alemde bulunan ideolojilerin etkisine özel bir şekilde tabidir. Gençler kendi kişiliklerinin son katını verecek olan cevapları dış alemdeki siyasal ve sosyal ideolojilerde ararlar. İdeolojiler, yönetilenler katında da mevcuttur. Bunu Lane'in çalışmalarında görüyoruz "Sıradan Amerikalı inandıklarına niçin inanıyor? Lane'in gayesi bir New England kasabasında "sokaktaki adam"ın siyasetle ilişkili olarak kafasının içindekileri tespit etmeğe çalışmaktadır. O basit vatandaşın fikri kalıplarının kendi içindeki anlamını atamaktadır. Üzerinde durduğu kişiler her ne kadar nisbeten basit kimseler iseler de dertleri, kaygıları, tutumları ve inançları bir sosyal kimlik meydana getirmektedir. Sokaktaki adamın fikirleri mantıki tutarlılığa sahip değilse de yaşadığı çerçeve içine konduğu zaman bir tutarlık kazanmaktadır. İdeolojinin ortaya çıkardığı bu psikolojik uyum fonksiyonlarının en önemlilerinden biri dinsel fonksiyondur. Lane bu fonksiyonu ideolojik bütününün bir alt kategorisi alarak ele almaktadır. Lane'in denekleri için din, ideolojilerin diğer parçaları gibi gidişine uymak zorunda kaldıkları bir dünyada psikolojik bir denge kurmanın yollarından biridir. Din bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada belirli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektedir. İdeoloji ve Bilim Sosyolojisi Kendi toplum biliminde ideoloji teorisine o kadar önemli bir yer veren Marx için, ideoloji hala gerçeğin tahrif edilmiş algılarının araştırılmasıyla sınırlandırılmıştır. Marx, burjuva algılarının aşırı "ideolojik" kalıpları ve onların uzun vadede bu sınıfın ortadan kalkmasına yol açacak olan "hakikat"le uyarsızlıkları üzerinde çok durdu. Onun için bilgi, kesin toplumsal şartların "ideolojik refleksi" olduğundan burjuva, dünyayı Pinti Hamit'in dar açısından görmeye mahkumdu. Yönetici sınıfların ideolojik tahrifinin ideolojik niteliğe bürümenin tek şekli olduğu Marx'tan sonraki araştırmaları da etkileyen bir tutumdur. Bilginin toplumsal kökleri hakkında görüşlerimizi genişletmek çabasında bulunmuş Manheim bile öncelikle yönetici sınıfların düşünceleri ile ilgilenmişti. Zamanımızda sosyal bilimlerde kaydedilen ilerlemenin dini "endişe azaltıcı" ve "kişiliği billurlaştırıcı" sembolik bir süreç olarak kavramlaştırmamızı yol açmış ve bu anlamda "yumuşak" bir ideoloji olarak incelenmesinin imkanlarını ortaya çıkarmıştır. Günümüzün dinle uğraşan sosyal antropologlarının ekseriyeti Marx'ın tek yönlülüğüne, aksi istikamette çalışan tek yönlülükle cevap vererek artık dinin otorite strüktürlerini destekleyen yönlerini bir tarafa bırakmaya temayül etmektedirler. Din'i Türkiye'de bir eylem aracısı olarak ele almamız gerekir. Bunun nedeni dinin Türk kültürün de önemli bir unsur olarak belirmesidir. Aralarında seçim kaybetmiş "laiklerin" başta bulunduğu bir kısım politikacılar din faktörünün Türkiye'de karşısına geçilmez bir varlık olduğunu anlatırlar? Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Türkiye'de fertlerin kişilik ve kimlik krizlerini halletmekte zorluk çekmiş oldukları açıktır. Türkiye'nin değer boşluğu gözleri kamaştıracak kadar belirlidir. "Alt sınıflarda bu değer boşluğu İslami olarak bildikleri itikatlara sıkı sıkıya sarılmak suretiyle halledilmek istenmiştir. *** II. BÖLÜM DİN SOSYOLOJİSİ VE DİNSEL DAVRANIŞ Desroche'un işaret ettiği gibi bir tek din sosyolojisi teşekkül etmemiş her sosyoloğun ilgi alanına göre din sosyolojileri ortaya çıkmıştır. Din sosyolojisinin tekli bir yapısı yoktur. Bu sahada ana tartışmaları ortaya çıkarmış olan düşünürler de din sosyoloğu olarak tanınmış olan kimseler değildir. Bunlar her sosyal bilincinin zaman zaman fikirlerine geri gelmek mecburiyetinde kaldığı iki klasik düşünürdür. Kal Marx ve Sigmund Freud. Marx ideoloji konusuna ilk defa olarak bir din meselesi dolayısıyla önem vermiş olduğunu göstermektedir. Dinle kurulan bu ilişkiyi Marx'ın fikirlerini Feuerbach'a giden köklerinde aramak gerekir. Feuerbach’ın tezinin, esası algılama hakkında bir bulgusuna dayanıyordu. Ona göre var olduğu kabul edilen şeyler algılanabilir veya duyulabilir. Bundan çıkan sonuç şudur. Allah'ın varlığı onun algılanabileceği bir şekil olmazsa ispat edilemez. Böylece ona göre din bilimin kanıtları aslında kör ve etkisiz varsayımlardır. Feuerbach bu görüşleriyle Marx ve Engelsi etkilemiştir. Marx’ın din için "halkın afyonu" tabirini ilk defa olarak kullandığı Hegel'in Hukuk Felsefesinin Kritiği" adındaki makalesi Feuerbach'ın bu fikirlerinin tesiri altında yazılmıştır. Cümlenin tümü oldukça nadir bulunabildiği için kendi başına ilginçtir. "Din, başkasına tabi yaratıkların iç çekişmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ruhsuz olayların ruhudur. Din halkın afyonudur. Marx'a göre, din eleştirisi genel bir dünya anlayışına yol açmaktadır. İnsan dindeki aldatmacayı anladığından itibaren kendi kendine esir ettiği şartların ortadan kaldırılması zorunluluğunu da anlar. Görüldüğ gibi Marx'a göre ideoloji ile din arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur. KÜLTÜR Toplumsal bilimlerin en kaypak ve anlaşılması en zor kavramlarından biri kültürdür. Teknik anlamda kullanılmadığı zaman beraberinde getirdiği çağrışımlar Picasco, Mozart, Beethoven, tiyatro, edebiyat ve sanatla ilgilidir. Fakat teknik anlamda kültürün çok daha geniş kapsamı vardır. Her toplumun toplumsal özelliklerinin bir maddi dayanağı vardır. Mesela, sepet örmenin çok önemli olduğu bir toplumda sepet örebilmek için kurutulmuş saz saplarına veya bir çok ince dallara ihtiyaç vardır. Bu "belli bir şekilde işleme" dal türünden maddi bir olay mıdır, yoksa öğrenilen sembollerle anlatılan bir işlem olması bakımından maddi değil midir? Önemli olan, belirli bir sepet örme veya evlenme veya hükümranlık veya harbetme şeklini toplum içinde nasıl herkes tarafından bilinen, diğer kuşaklara da geçirilen bir model haline geldiğidir. Bunu sağlayan yolların tümüne "kültür" denmektedir. Kültür bütünlerinin bir kere ortaya çıktıktan sonra toplumun, değişen şartları dolayısıyla ihtiyaçları değiştiği zaman bile, kendini devam ettirmeye eğilimli olmasıdır. Mesela, doğum kontrolünün kötü olduğu şeklinde dinsel planda oluşan bir inanç, DDT kullanan ve o sayede o zamana kadar rastlanmadık bir şekilde üreyen bir toplum da başlangıçtaki toplumu yaşatıcı fonksiyonunu kaybettiği halde, kendiliğinden meşru inanç olmaktan çıkmaz. *** III. BÖLÜM DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN İSLAM Bu konunun amacı islami inançların Türkiye'de halk katındaki gelişme şeklinin etkilerini incelemektir. Araştırılan alan islamiyetin bugün, Türkiye'de sokaktaki adamın fikri kalıplarını etkileme mekanizmasıdır. Daha uzak amaç bu fikri kalıplar ile toplumsal ve siyasal eylem arasındaki bağları bulmaktır. Bu itibarla islam dinini incelerken onu tümüyle değil, halkın islami inaçlarına ilişkin bazı yönleriyle ele almak gerekiyor. Daha sonra da Türkiye'de bunların nasıl şekillenebilmiş olacakları aranıyor. Kısaca doğmadan çok doğmanın halkın inançlarına bununda toplumsal eylemine olan etkisi araştırılıyor. "Her ne kadar islamiyeti, biz bir din olarak tanımlamaya eğilimliyse de, Peygamberin onu daha çok bir millet olarak tanımlamış olması muhtemeldir. D.S. Margoliut'un bu ifadesi islamiyetin bir millet olarak kavramlaştırılmış olmasının yapı bakımından sonuçlarını bunların neler olduğunu araştırmaya itiyor. Bir sistem olarak islamiyet bu açıdan diğer dinsel sistemlerden nasıl ayrılıyor? İlk başlarda islamiyetin toplumsal yapı bakımından belki en önemli niteliği, kabile ilişkilerinin çok kuvvetli olduğu bir ortamda belirmiş olmasıdır. Fakat islamiyet esas itibariyle mevcut olan bir şehirsel yapının üzerine kurulmuş yapıttır. Fakat bu şehirsel yapı gelişmemiş olduğundan dinin birleştirici rolü burada her zamankinden kuvvetli olmuştur. İslami inancın bu yapısal pekiştirici rolü dolayısıyladır ki islam dininden az da olsa ayrılanlar islam devletinin dışında kalırlar. Bunlar böylece bir anda hem zındık hem toplumdışı ve hem de devlet dışı kişiler olurlar. Dinin islam toplumunda ifa ettiği fonksiyonunun en soyut ve sembolik başka bir ifade ile ideolojik şekli, müminin kendini Allah'a tüm teslimiyeti fikrinde belirir. Bu teslimiyetin özel bir şekli insanın şeriate teslimiyetidir. Teşekkül eden cemaatın başında bir idareci değil Allah'ın kendisi mevcuttur. İslamiyeti kabul eden bir kabile başkanı Peygamber'e "sen bizim hükümdarımızsın" dediği zaman peygamber ona "hükümdar Allah'tır, ben değil" cevabını vermiştir. Bu toplum örgütlenmesinin dinsel bir formüle dayanması olayının örneğin siyaset için olan sonuçlarını bir islamiyet alimi şöyle ifade etmiştir. "İslamiyet Allah'ın dolaysız idaresi milletin üzerinde gözlerini diken ilahın hükümranlığıdır. Diğer toplumlarda civitaş, polis devleti olarak bilinen birlik ve düzen ilkesi islamda Allah tarafından temsil edilir. Allah ortak yarar uğruna çalışan en üst kuvvetin adıdır. Böylece kamu hazinesi "Allah'ın hazinesi" ordu "Allah'ın ordusu" hatta kamu görevlileri bile "Allah'ın memurlarıdır". Allah'ın toplum hayatına nezaret ediciliği islamiyetin ideolojik yönünden biridir. Bunun yanında islamiyetin yanında getirdiği bir diğer özellik toplum içinde örgütlenme şekillerinden bazılarını kabul etmeyişidir. Bunlar Dürkheim'in ikincil yapı adını verdiği kuruluşlarıdr. Şehirlere özerklik verilmemiştir. Şehir Batıda olduğu gibi siyasi bir güce sahip, kendi kanunlarını çıkaran ve özel mahkemeleri olan bir birim değildir. Ele aldığımız bu meselenin diğer bir yönü ise, islam toplumlarında tüzel kişiliğe hiçbir zaman Roma'da tanındığı kadar geniş bir örgütlenme meşruiyet ve hareket serbestisi tanınmamış olmasıdır. Bu ikincil yapıların yerini ümmet yapısına bağlı olarak "tarikat" yapısı görmektedir. Müslüman aleminin özelliklerinden birinin "ümmetçi yapısı olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta, Atatürk devrimleri bazen Türkiye'de ümmetçi yapıyor ortadan kaldırmak için girişilmiş bir çaba olarak değerlendirilir. Bunun yerini vatandaş, birey, yurttaş ideolojisi yerleştirilmeye çalışılmıştır. İslamiyette imanın ve ideolojinin oynadığı kapsayıcı rol çok büyüktür. İslamiyet yalnız bir din olarak değil, bir sosyal kimlik aracı olarak çalışmaktadır. Batı toplumlarında toplumsal eylemi şekillendiren bu rollerin yerini islam toplumunun sunduğu islam dininin kapsayıcı talimatlarıdır. Ümmet iyiyi emreder, kötüyü yasaklar. Böylece "İslam toplumlarında, Batı toplumlarında çok daha önemli bir fonksiyonu olan "değer"lerin yerine "normlar" geçmektedir. Kişisel planda tercihler daha azdır. İslam toplumu biraz önce gördüğümüz üzere, bir normlar toplumudur. Bu normlar ise şahısta utancı çok özel şekilde ortaya çıkarır. Burada utanç toplumun beğenmediği bir hareketi yapmış olması dolayısıyla toplumun gazabına uğrayacağı korkusu şeklinde belirir. Burada kendi inançlarını saklar. İnsanın kendi öz inançlarını saklayabileceği onları açığa vurmaması gerektiği bunun tehlikeli bir iş olduğu, ülkemizde, her politikacının bildiği gibi hala geçerli bir düşünce tarzıdır. Söz konusu ettiğimiz safhada önemli bir olay "özdeşleştirme"dir Çocuk çok saygısı veya sevgisi olan birini örnek olarak seçip onun gibi hareket etmek istemesidir. Çoğu zaman bu örnek kişi, baba veya bir diğer akrabadır. İslam toplumlarında babanın abdest alması ise "bismillah" ile başlaması ve günlük yaşantıları ile iç içe geçmiş olan diğer dinsel davranışları, müslümana bir hayat yaşamanın ayrılmaz parçaları oldukları ölçüde, çocuğu aynı şekilde hareket etmeye itecektir. Çocuk islami hayatın gerekleri hakkındaki bilgilerinin büyük bir kısmını bu özdeşleştirme mekanizmasından alacaktır. Yahya Kemal Özdeşleştirme sürecini Türk İslami toplumunda nasıl çalıştığının bize güzel bir tasvirini vermiştir. (Ezansız Semtler). İslam toplumunda tespit edilen insanlar arası birincil ve duygusal ilişkilerin önemi, ümmet yapısından gelen emirlerle desteklenir. Konukseverlik, eşdostla iyi geçinme, dinsel bayramlarda başkalarının yaptıkları kötülükleri bağışlama, sert ilişkiler kurmamaya çalışmak, bütün bunlar islami inancın tamamıyla ideolojik yönünü oluşturan ümmet hissinin telkin ettiği hareketlerdir. Gaza: Ghazw, gazanın kökü Arap kabilelerinin mahalli talan faaliyetlerine verilen addır. Gazi, bu bakımdan bir kabilenin geçim vasıtasını İslam devleti kurulduktan bir kaç yüzyıl sürdürmüş olan bir kimsedir. Max Weber islam dininin bir üst tabaka için talan imkanını veren bir yapıt olduğunu iddia etmiştir. İslamiyetin amaçlarını böylece tanımlamak meseleyi belkide biraz fazla basitleştirmektir. Fakat herhalde cihad islamiyetin başından beri islam toplumunun önemli bir yönünü teşkil etmiştir. İslamiyet uğruna savaşmak, islami toplumlarda çok yüksek sayılan değerler arasında başta gelmektedir. Wittek'in belirttiği gibi kuruluş devrinde Osmanlı İslam’ının her yönü gaza ideolojisi ile girift haldedir. Seyyid Battal Gazi böylece Araplardan Türklere intikal eden bir kahraman haline gelmiştir. İslamiyetin bütün özelliklerini yani: a- Toplumun genel hatlarını tamamlayıcı b- Talimat ve yönverici c- İdeolojik ve kültürel anlamları topluma mal edici d) Kişinin korunmasını sağlayıcı e- İkincil yapıların yokluğunda, toplumsal seyyaliyet sağlayıcı fonksiyonlarının nasıl elde edildiği tarikatların oynadığı rolde görebiliriz. Tarikatlar İslamiyet yayıldıkça onun muhtelif şekillerine tamamen uymayanlar bu uyumsuzluklarının cevabını Ortodoks islam dışında kişinin ve grupların yorumuna açık olan gizemcilikte (mistisizm) onun örgütlenmiş şekli olan sufilikte bulmuşlardır. Sufiliğin kendi içinde kurumsallaşması tarikatların kurulmasına yol açmıştır. Tarikatçıların resmi ulemanın kuru doğru yoldan ayrılmayan kılı kırk yararak sonuçlara varan öğretilerinden ayrıldıkları onlara cazip şekiller verdikleri bilinen bir özelliktir. Edebiyat, sanat gizemcilik bed'i ihtiyaçların büyük bir kısmı tarikatlar tarafından karşılanmıştır. Bilhassa halk arasında tarikat yapısıyla birlikte dinsel kültüre paralel olan heterodoks bir kültür gelişmiştir. Halk arasında Osmanlı devlet sınıfının İranlılaşmış edebiyatının yerini ilahiler rağbet bulmuş, Yunus Emre ona en yakın yazar tipi olmuştur. Karizma Birçok rakip halifeliklerin baştan itibaren halifeliği paylaşmadıkları bir ortamda müslümanların aradıkları asıl meşruiyyet kaynağı islamiyetin şanına uygun bir ortamda sürdürebilecek bir güce sahip olmaktır. Bu güçte karizma olarak nitelenmektedir. *** IV. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA YAPI ve KÜLTÜR Osmanlı toplumu iki ana sınıfa ayrılıyordu. Askeri denen ilki saltanat beratı ile padişahın dinsel yetki yada yürütme yetkisi tanıdığı kimseleri, yani saray memurları, mülki memurlar ve ulemayı içine alıyordu. İkincisi reaya olup vergi veren, fakat hükümete katılmayan bütün müslüman ve müslüman olmayan uyrukları içine alıyordu. Şehirlerde lonca zenaatları vardı. Devlet loncaları tüccarların tekelci davranışlarına karşı koruyordu. Tüccar kapitalist oligarşilerinin kurulmasını önlüyordu. Büyük devlet memurlarının olağanüstü yollardan kazanılmış servetleri müsadere edilmesi muhtemeldi. Buda vakıfların kurulmasını teşvik etti. Osmanlı iktisadi kontrol siyasetinin saiki hisbe olduğu kadar askeri yapıyı da desteklemektir. Bunun kanıtı tahıl ticareti siyasetidir. Tüketiciler ve ordu ihtiyacı yararına yalnızca üreticilere baskı yapıldı. "Medeni Toplum" Yokluğu Osmanlıda merkez hükümetinden bağımsız olarak işleyebilen ve mülkiyet haklarına dayanan toplum bölümü görünmüyordu. Hegel bunu medeni toplum diye adlandırıyordu. Hegelde sivil toplum özü teşkilatlanma hürriyeti kavramıdır. Osmanlıda tüzel kişiliğin kurulmasına pek imkan tanınmıyordu. Durkheim ikincil yapıları toplumda yerini alamamıştı. H.Ar. Gibb ikincil yapıların en yakın Osmanlı karşılığını tasvir etmiştir. Esnaf loncaları köy kurulları ve göçebelerin aşiret teşkilatları. Osmanlıda statücülük ve bürokrasi çok yaygındı. Kısaca Osmanlı sistemi yayılmışlıkta hafifletilmiş statü sistemi diye nitelendirilebilir. Temelde tüzel kişilik kavramı vakıf kurumuna münhasırdı. Devlet buna haklı bir şüpheyle bakıyordu. Zira memurlar bunu kişisel servetlerini devletin müsaderesinden kaçırmak için kullanıyorlardı. Katı statü düzeni iki kültürün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunlardan ilkine saray kültürü, diğerine de taşra kültürü denebilir. *** V. BÖLÜM CUMHURİYET DEVRİNDE "VOLK" İSLAMI Cumhuriyet dinin toplumun şekillenmesinde görev dışı ilan edildiği bir dönem olmuştur. İdeolojilerle toplum hayat, tanzim edilmek istenmiştir. Halk kültürü ile aydınlar kültürü arasındaki farklılık Cumhuriyet Türkiye’sinde de sürdürüldü. Halkla alakalanan yazarlarımız bile halkın cehaletini göstermeğe çalışmışlardır. Medeniyet arama salt seçkinler katında yürütülen bir faaliyet olmuştur. Halk dini seçkinler dışlanmıştır. Halk İslamı kuraldışı sayılmıştır. Fakat halk kişiliğini kendi değer yargılarına göre tanımlamaya devam etmiştir. Kemalizm kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratmadığı ve yeni bir fonksiyon görmediği için bir rakip ideoloji rolünü oynayamamıştır. Kemalizmin bir diğer zaafı dine rakip olabilecek ideolojilerin ortaya çıkmasına müsaade etmemiş olmasıdır. Ümmet Dünya Görüşü Ümmet dünya görüşünün Cumhuriyet aydınlarına tevarüs etmiş olan şekli sosyal hakikatlerin basit hakikatler oldukları fikridir. Bundan dolayı kendi içinde bir anlam taşımayan "hurafe" kavramı ülkemizdeki birçok aydınlar için yeterli bir izah teşkil etmektedir. Fakat bu hurafelerin bir sistemi olduğu da karşısına geçilmez basit bir gerçektir. VI. BÖLÜM AMPİRİK KANITLAR 1- Din sosyolojisi bakımından a- Dinin gerek kişi katında gerek toplum yapısı katında bir fonksiyonu vardır. b- Dinin kişi katındaki etkisi şudur. Kişi din aracılığıyla kontrol altına alamadığı bazı kuvvetlere tabi olduğu hissine karşı bir kişisel güvenlik mekanizması kurar. c- Dinin toplum katındaki fonksiyonu *Etrafındaki dünyayı anlamasına yarayan bir model temin etmesinde *Toplum ilişkilerini pekleştiren yönler vermesinde belirir. 2- İslami inanç bakımından a- Dinselle dinsel olmayanı islamiyet ten birbirinden ayırmak zordur. Herhalde kişinin sosyal kimliği dinsel kalıplarla teşekkül eder. b- Dini doğmanın islami toplumlarda ideolojik bir mütenazırı vardır. O da ümmet dünya görüşüdür. c- İslamiyet’te seçkinler dini-halk dini şeklinde başlangıçtan beri bir ayrılık olmuştur. d- Allah'ın kapsayıcılığı ve kişilerin Allah önünde eşitliği anlayışı bu ikiliği kapatma fonksiyonu görür. 3- Osmanlı imparatorluğu yapısı bakımından a) Osmanlı imparatorluğunda halk kültürü ile seçkinler kültürü arasındaki ayrılık kendini din alanında da belli etmiştir. 4- Türkiye Cumhuriyeti bakımından a- Cumhuriyetin modernleştirici aydınları bu dini ikiliğe önem vermemişlerdir. b- Teklif ettikleri hal çarelerinde ümmet yapısına sandıklarından çok daha bağlı kalmışlardır. c- Türkiye Cumhuriyetinde tüzel kişiliğin hukuk teorisine girmesi ve batılı hukuk normlarının tatbiki ilk defa olarak dine devletten ayrı olarak teşkilatlanma şansını tanımıştır. ***
-
*** 3 BÖLÜM ÇOCUK EĞİTİMİ VE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER Hepimizin Ortak İhtiyacı; Sevgi: Çocuklardaki sevgi ihtiyacını hiçbir dönemde ihmal edilmemeli ve esirgenmemelidir. Çocuğun en önemli psikolojik ihtiyacı içten sevilmektir. Sevginin eksikliği kadar aşırısı da tehlikelidir. Sevgiyi açığa vurmamanın bir çok yolları vardır. Sıcak bir bakış, bir gülüş gibi kolaylıkla sevgi belirtilebilir. Dinimizde bile sevginin ayrı bir önemi vardır. Bir hadisi şerifte "Biriniz mü'min kardeşini sevdiği zaman sevgisini ona bildirsin" denilmektedir. SEVGİDEN SONRA ÇOCUĞUN EN ÖNEMLİ İHTİYACI OYUNDUR Oyun çocuğun duygularını, özlemlerini, kokularını, kısacası iç dünyasını yansıttığı bir tiyatro sahnesidir. Oyunun çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesi ve yetmesinde önemli bir etkendir. Oyun yoluyla çocuk duygularını ve ihtiyaçlarını ifade imkanı bulur. Oyunun sünnette de yeri olduğunu ilgili rivayetler incelendiğinde görülmektedir. Bunlar gayeli ve hoş vakit geçirici oyunlar olarak sınıflandırılmaktadır. KADININ ÇALIŞMASI, ÇOCUK ve BAZI MESELELERİ Kadın şerefli bir mahluktur. İslam dini kadının toplumda önemli bir yeri olduğunu belirtir. Bir hadisi şerifte peygamberimiz "Hangi bir ana evinde oturur ve çocuklarının terbiyesi ile uğraşırsa o ana cennette benimle beraberdir." denilmektedir. yapılan araştırmalar ülkemizde çalışan kadınların büyük çoğunluğunun ekonomik sıkıntı ile çalışma mecburiyetinde olduğunu belirtmektedir. Maalesef çalışan kadınlara büyük tuzaklar kurulmaktadır. Bunlardan birisi de modadır. Moda altında evvela kadının yuvasını yıkmak, aile yuvasından ayırmak, kadının maddi güzelliğini ortaya koyarak onu orta malı haline getirerek aileyi yıkmaktır. Güzellik yarışmaları adıyla çağdaş cariye pazarlarının büyük coşkuyla televizyonlarda gösterilmesiyle kölelik anlayışını egemen kıldırdığını ortaya koymaktadır. Kadın erkeğe göre daha zayıftır. İş görme kapasitesi erkeğinkinden %30 daha azdır. Çalışan kadın evine, erkeğine, çocuğuna zaman ayıramamaktadır, bu yüzden ailede sosyal statü bozulmaktadır. İşten dönen kadın yorgun hayliyle ev işlerini aksatmakta ve evinde hasta olan çocuğuna zaman ayıramamakta, işine de gerekli dikkati verememektir, bu yüzden çocuk istememektedir. Çalışan kadınların çocuklar evdeki kadınların çocuklarından daha çok hastalanmaktadır. Yapılan pek çok araştırma çalışan anne çocuğunun ne kadar erken yaşlarda yabancı eline verirse ruh sağlığının tehlikeye girme ihtimalini yükseltmektedir. Anne ilk yıllarda çocuğu ile kuramadığı iletişimi son yıllarda telafi edemez bir çok sorunların çıkmasına sebebiyet verir. Peygamberimizin çocuklara İslami terbiye verebilecek olanlar önce annelerdir demiştir. Çocuklara rasgele isim verilmemeli, çocuğa anlamı güzel olan güzel şeyler hatırlatan isimler verilmelidir. Aile içi kavgalar çocuğun ruh dünyasını etkiler, bu yüzden kavgaların çocuk önünde olmamasına dikkat edilmelidir. Eşler arasında arzu edilen sağlıklı ilişki ancak İslami eğitim ile sağlanabilir. Araştırmalar televizyonun çocuklar salgıdan hale getirdiğini göstermekte ve zamanını çalmaktadır. Türk toplum yapısına uygun programlar olmamaktadır. Aileye düşen çocuklara örnek olmaktır. Belli saatlerde televizyon kapatılıp, birlikte kitap okunmalıdır. TEK ÇOCUK VE PROBLEMLERİ: Araştırmalar tek çocuğun içtimai hayata uyumunda çeşitli problemlerle karşılaşabileceğini göstermektedir. Müslüman nüfusun artmasından endişe eden batılılar tek çocuk yapmayı tavsiye etmektedir. Tek çocuğun çoğu zaman kardeş özlemi çekmesidir. Bu da çocuğun ruh sağlığını olumsuz şekilde etkilemektedir. Dayak çocuğu terbiye eder mi?: Çocukluk yıllarında dövülen kişinin içine kapanık ve suç işlemeye temayülle olduğu yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Çocuğa sevgi ve şefkatle yaklaşmalı, dayak en son çare olmalıdır. Sünnette ise çocuğa dayakla sadece korkutmaya cevaz vermiştir. Çocuklar Arkadaş Seçiminde Yönlendirilmelidir: Çocuğun sevgi ve güven gibi bazı ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlarını arkadaşları giderir. İyi arkadaş işi alışkanlıklar kazandırır. Çocuk yeteneklerini arkadaşları ile birlikte iken ortaya koyar. Çocuğun salih kişiler ile arkadaşlık kurması sağlanmalıdır. Zira Allah'ın emirlerine muhalif kişilerden uzak tutmalıdır. Çocuk kitapları nasıl olmalı: Çocuk kitapları yaşına göre ve ilgi çekici olmalı, çocuk kitap okurken olay ve kahramanları çoğu olumlu yönde etkilemeli. Kahramanlıklar abartılmamalı, kin ve düşmanlık olmamalı çocuğa olumlu bir mesaj vermelidir. Sigara zararları ve kurtulma yolları: Tütün bünyesinde insanlar için 400'e yakın zehirli madde bulunmakta. Dudak dil kanserinden tutun, sinir sisteminin tahribatına kadar sayısız hastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Yapılan araştırmalarda sigarayı bırakmaya yardımcı ürünlerin yetersiz olduğu görülmektedir. Buna karşın uzmanlar sigarayı bırakmada güçlü bir irade en etkili silah olduğu kanısındadırlar. ***
-
*** 2 BÖLÜM DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI Kardeşler Arasında Geçimsizlikler: Ailenin çocuklar arasında ayırım yapması çocukları geçimsizliğe ittiği görülmektedir. Kardeşler birbirinden farklı karaktere sahip olabildiği gibi ailenin birini diğerinden üstün tutması ona farklı davranması diğerinde karakter bozukluğuna sebebiyet vermektedir. Aralarındaki bir anlaşmazlığa kendi aralarında çözümlemeleri sağlanmalıdır. ÇOCUK VE KORKU: Aile açısından kolay bir yol olduğu için kullanılan korku çocuğun geleceğini etkilemektedir. Korkunun bazı belirtileri ise kalp ve nabız atışlarına artış, mide kasılması, nefes alıp verme düzensizleşir, kan deri yüzünden çekilir, yüz sararır. Çocuklar neden korkar?: Okul çağındaki çocuklar sınavdan korktuğu gibi, ana babanın hasta olmasından, vahşi hayvan, yangın, karanlık gibi sebepleri de sayabiliriz. Korkuyu yenebilmek için en iyi çare onu doğrudan ele almaktır. Hayvandan korkan çocuğu hayvanı sevdirmek gibi yollara başvurmaktır. ÇOCUK VE YALAN: Çocuk doğuştan yalancı olmaz, yanında sık sık yalan söylenmesi ve baskı altında yalan söylemeğe sebebiyet vermemek, en iyisidir. İslamiyet yalanı tasvip etmemiştir. Çocuğun yalan söylemesinin önlenebilmesi çocuklara İslami bir terbiye vermekle mümkündür. Onların yanında büyüklerin yalanlarını söylememeli ve yalan söyleyene mükafat kabilinden davranışlardan kaçınılmalıdır. SOLAKLIK ÖNLENEBİLİR Mİ: Solaklığın sonradan edinilen bir alışkanlık olduğunu Dr. A Blau Ana el kitabında bazı deliller ileri sürmüştür. 1860 yılında Broca solaklığın beyin ile ilişkisi olduğunu beyan etmiştir. İnsan beyninin iki yarım küreden ibaret olduğu, sağ taraftaki organları sol küreden idare edildiği söylenmektedir. Sağ elle kullanma zorlanan çocukların geçici bir süre kekemelik gösterdiği görülmektedir. Kazalarda sol eli kullananların daha fazla kaza yaptığı belirtilmektedir. Solak çocuklara yardımcı olabilmek için sağ ellerini kullanmaları teşvik edilmelidir. Sünnette de tavsiye edilen sağ eldir. Hadisi şerifte bu konuya dikkat çekilerek peygamberimiz sağ elinizle yiyin ve içiniz demiştir. ÇOCUKLARDA ÖFKE NÖBETLERİ: Çocukların öfke nöbetleri, ailelere bazı mesajlar vermektedir. Öfke nöbetlerini işaret olarak kullanan çocuklar ailenin kendilerini yatıştıracağını bildikleri için öfkelenirler. Çocuğun aç ve susuz yorgun olması fizyolojik ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar bu durumu giderinceye kadar öfkelenirler, çocuklara sık sık cezalar ve gururunu rencide edici davranışlar çocuğun öfkelenmesine sebebiyet verir. Öfke nöbetlerini önlemek için sıkıntı veren rahatsızlıklardan korunmak haksız yere ceza verilmemeli, arkadaşları arasında ayırım yapılmamalı, öfkenin zayıflık belirtisi olduğu kadar kuvvet belirtisi olduğunu da söylemek durumundayız. Öfkeli çocuklar oyuna ve teskin edici durumlara yönlendirip kendine güven sağlanması sağlanmalıdır. ÇOCUKTA TUVALET TERBİYESİ Çocuğa tuvalet terbiye verebilmek için en uygun zaman bir veya bir buçuk yaş arasıdır. Bu dönem çocuğun yürümeye başladığı zamandır. Çocuk bir yaşın altındayken tuvalet ihtiyacını farkedemez. Çocuk tuvalet ihtiyacını hissettiği zaman bazen düşünceli, bazen de abdest mahallini tutarak belirtir. bu zamanda çocuğa baskı yapmak sinirli olmasına yol açar. Tuvalet eğitiminde önemli faktörlerden birisi de mesafe kontrolünün farklı dönemlerde edinilmesidir. Bu konuda ebeveyne tavsiyeler ise çocuğa hem yemekten sonra ve yatmadan önce yataktan kalktıktan sonra çocuğa oturağa oturtulmalı ve oturak rahat olmalıdır. Bu hususta baskı uygulanmamalıdır. Kesinlikle azarlanmamalıdır, bu denemeler sonuç vermezse vaktin erken olduğu düşünülmelidir. BEBEKLER NİÇİN AĞLAR? Bebeğin ağlaması onun bir rahatsızlığını belli eder. Bebekler 3-4 haftalık oluncaya kadar gözünden yaş gelmez ve sadece bağırır. Ağlamasının veya bağırmasının sebepleri ise aç olması, altının ıslak olması, karnının ağrıması, hazımsızlık, yorgunluk, bir yerine iğne veya bir şeyin batması, karanlık, hareketlerini kısıtlayacak şekilde fazla giyinik olması, diş çıkarma döneminde bulunması gibi sebeplerden başka sevilmek arzusu bebeğin ağlama sebepleridir. Bu durumda ağlama sebepleri araştırılıp, kucağa alınıp gerekli ilgi gösterilmelidir. BEBEKLER İÇİN KORUYUCU TESTLER: Yeni doğmuş bebekler muhtemel bir hastalığa karşı doğumdan sonra yapılan muayenelerdir. Doğumdan sonra 5-10 gün sonra muayene yapılmalıdır. Doğuştan olma kalça çıkığı ve fenilketonri denilen zeka geriliği için Guthrie Deneyi yapılmalıdır. Çocuğa yapılabilecek testlerden birisi de idrar muayenesidir. Kanda aşırı derecede birikmiş bulunan oksijenin körlüğe sebebiyet verecek fibroplozi adı verilen durumunun önlenmesi gibi bir çok sıhhi testlerin uygulanması gereklidir. ÇOCUKLAR İÇİN KORUYUCU AŞILAR: Çocuk sağlığı için gerekli bir aşı takvimi uygulanmalıdır. Buna göre tüberküloz, boğmaca, difteri, tetanoz, çocuk felci, çiçek, kızamık, kızamıkcık, kabakulak ve tifo aşısını yaptırmalı ve çocuğun sağlığı için bütün tedbirler zamanında olmalıdır. Hoşa gitmeyecek durumların meydana gelmemesi için üzerinde önemle durulmalıdır. Çocuğun aşırı hareketli olması, çocuğun yerinde duramaması bir sorunu var demektir. Tıp dilinde bu çocuklara Hiperkinetik çocuk denilmektedir. Bu çocuklarda zeka üstün orta ve geri olabilir. Aşırı hareketlilik okulda ve evde bazı baskılara maruz kalması sebebiyle çocuğun hareketlilikle dışa vurmasıdır. Aşırı hareketliliğin belirtileri saklanmak, kaçmak, asi olmak, kavga etmek, uyumsuz davranışlarda bulunmak gibi durumlardır. Bu durumlar çevresini de rahatsız ederler. Zeki olmalarına rağmen bazıları toplum dışına itilmektedir. Araştırmalar neticesinde beyindeki bazı maddenin oranlarının değişik olması hareketliliği meydana getirmektedir. Bunun tedavisi için, Hekim pedagog psikolog sosyal hizmet uzmanları ile aile ve öğretmenlerin de bu tedaviye katılmaları önemlidir. İlaçla tedavi ise bir uzman tarafından yapılmalıdır. SIKILGANLIK ÇOCUĞUN BAŞARISINI ETKİLER: Sıkılgan çocuklar çekingen davranırlar. Cümle kurmakta zorlanır ve fazla duygusaldır. Bildikleri bir şeyi söylemeğe cesaret edemezler. Çocuğun sıkılgan olma sebepleri ise kendi başına iş yapmasına izin verilmeyişi, ölüm, boşanma gibi sebeplerle sevgine mahrum olması, sakatlık gibi bir şekil bozukluğu sıkılgan olma sebepleri, bunu önlemek için öncelikle çocuğunu kendine güven duymasını sağlamak, okumaya teşvik, kabiliyetine göre sorumluluk verilmesiyle önleme yoluna gidilebilir. ÇOCUKTAKİ SALDIRGAN DAVRANIŞLAR ÖNLENEBİLİR Mİ? Çocuğun saldırgan olup olmadığı davranışlarına bakılarak karar verilir. ruhi sorun ve çevresiyle uyum sağlayamayan çocuklar saldırgandır. Sebepleri ise; çocuğun üzerine fazla düşme, aile fertlerine saygısızlık, annenin rolünü az bulmaktır. Ana okuluna, eşya kırma ilkokulda arkadaşlarına saldırma, serbest yetişmiş çocukla saldırgan olma sebeplerindendir. Saldırgan davranışları önlemek için saldırganlığın hoş olmadığı anlatılmalı, her fırsatta eğitilmelidir. Her isteği yerine getirilmemelidir. Her isteği yerine getirilirse onu bir vasıta olarak kullanabilir: BİR TÜR KONUŞMA BOZUKLUĞU: KEKEMELİK Konuşma akışında telaffuz duraklaması şeklinde ortaya çıkan bozukluğu kekemelik diye tanımlayabiliriz. kekemelik büyük oranda ruhi sebeplere dayanmaktadır. Aşırı heyecanla ilgisi büyük önemli sebeplerden birisi de ailenin çocukla iletişimidir fazla baskı çocuğun konuşmasına izin vermeme gibi sebeplerdir. Bu çocuğun kendine güvensizliğine, arkadaş ilişkilerinin bozulmasa okuldaki başarısızlığına sebep olabilir. Bunun fiziksel bir özellikten mi, ruhi bir rahatsızlıktan mı kaynaklandığı belirlenmeli ve gereken yapılmalıdır. TİKLERİN YOK EDİLMESİ MÜMKÜN MÜ? Tik bir kas kümesinin katıldığı tepki ya da hareketi hiçbir amacı olmadan içten gelen zorlamalarla istek dışında yapılan harekettir. Kanner'e göre belirgin özellikleri ise Huzursuz, Hassas, alıngan, bencil, yılgınlık ve kolayca yorgunluk gösterir. Başlıca sebepleri sıkı disiplin uygulanan hareketini izin verilmeyen çocuklarda hem gözünü oynatışına gerilimden kurtulma isteğini belirtir. Nasıl yok edebiliriz? Bunun için huzurlu bir ortam sağlamalı hareketlerinden dolayı baskı yapmamalı sorunlarına inilmeli ve gerekli endişeleri azaltılmalı, ilaç tedavisi ile hekim reçetesiyle uygulanmalıdır. ÇOCUK TIRNAKLARINI MI KEMİRİYOR Tırnak yeme daha çok sinirli ve endişeli çocuklarda görülen ailenin baskısı ve sert öğretmenin etkisine kalan çocuklara görülür. Önlenebilmesi için bu tırnak yemeye iten sebepler ortaya çıkarılmalıdır. Buna göre çare ve tedavi uygulanmalıdır. Tırnak yemenin kötü bir alışkanlık olduğu anlatılıp kendine inandırılmalıdır. ÇOCUKTA PARMAK EMME: Çocuğun emme isteğinin çeşitli sebeplerle vaktin öne sona erdirilmesi çocuğun psikolojik ihtiyacı parmak emmekle giderdiği bir durumdur. Emzirilen bebeklerde parmak emme isteği yeterince doyurulmayan bir çocukla başlangıçta görülen emme alışkanlığı zamanla başka hareketlerde eşlik edebilir. Saçını çekebilir. Lorenze göre parmak emme davranışı stres durumunda ortaya çıkan bir yer değiştirme hareketidir. Çocuğu parmak emmekten vazgeçirebilmek için en iyi tedavi yolu, çocuğun ilgisini başka yere çekmek ve kendisine telkinlerde bulunmak ve onun anlayabileceği bir şekilde anlatmak olacaktır. ÇOCUĞUNUZ OKULA GİTMEKTEN KORKUYOR MU: Çocuğun okul korkusu bir endişe sebebiyle okula gitmeyi reddetmesi, bu konuda isteksiz görünmelidir. Kimi çocuk okula gitmemek için evde oyalan bazen de bir hastalık uydurur. Biz buna okul korkusu diyoruz. Okul korkusunun sebepleri ise, evden uzakta olma, anne şefkatinden uzakta bulunma, öğretmen öğrenci ilişkisi başarılı olamıyorsa bu da okul korkusunun sebeplerindendir. Çocuğun okuldan korktuğunun başlıca belirtileri okul korkusu olan çocukların mide bulandırıcı, karın veya baş ağrısı şeklindedir. Elinden tutulup okula götürüldüğünde ağlayarak gider. Evde kalan çocuk bir süre sonra yatışır. Okul korkusu karşısında alınacak tedbirler ise aile çocuğa soğuk-kanlılıkla yaklaşmalıdır. Dişi ağrıyan kimsenin dişçiye gitmekten korkması ne kadar yararlı olursa çocuğun evde kalması da aynı şekilde olur. ***
-
*** *** 1. BÖLÜM ÇOCUK SAĞLIĞI BEBEĞİN TEMEL GIDASI Anne Sütü: Bebeğin büyüme özelliklerine ve ihtiyaçlarına en uygun gıda anne sütüdür. Zaruri durumlar olmadıkça anne sütünden vazgeçilmemelidir. Bu konu üzerinde peygamberimiz hadisi şeriflerinde bebek anne sütünden mahrum edilmemeli, ondan daha hayırlı süt yoktur buyurmuşlardır. Anne Sütünün Oluşumu: Doğumdan sonra anne beyninde bulunan Hipofiz adlı salgı bezinden salgılanan prolakdin adlı maddenin uyarısıyla annenin memelerinde süt yapımı başlar. Bebeğin memeyi emmesi sırasında beyindeki merkezden oksitosin denilen hormonun salgılanmasıyla süt kanalları kasların kasılmasıyla kasılmasını sağlayarak sütün dışarı akmasını sağlar. Memeden geçen her 300 mililitre kandan 1 mililitre süt oluştuğu hesaplanmıştır. Anne Sütünün İçinde Neler bulunur: Anne sütünün içinde bebeğin ihtiyaçlarına cevap verebilecek oranda şeker, protein, yağ, madensel tuzlar ve vitamin bulunur. Anne sütünün faydaları sayısızdır. En belli başlıları ise kolay sindirilmesi, ishal, kabızlık, gaz sancısı gibi rahatsızlıklar daha az olur. Bebek hastalıklarından çocuk felci, solunum ve bağırsak hastalıkları daha az görülür. Anne sütünde demir, kalsiyum ve D vitamini bulunduğundan bebekte kansızlık ve kalsiyum eksikliğiyle ilgili kemik zayıflığı görülmez. Beynin gelişmesine lüzumlu olan yağ asidi anne sütünde daha fazla bulunur. Bebeğin anne sütüyle beslenmesi anne ile çocuk arasında psikolojik bir yakınlıkla manevi yönde de gıdasını alır. ÇOCUĞUN SÜTTEN KESİLMESİ Çocuğun sütten kesilmesi dinimizde Kur'an-ı Kerim'de Ahkaf ve Lokman surelerinde 30 ay ile iki yıl arasında belirlenmiştir. bakara suresinde iki yıl olarak hükme bağlanır. Anne ve babanın anlaşarak daha önce de sütten kesmeleri halinde sorumlulukları yoktur. Vaktinden önce bebeğin sütten kesilmesi çocukta uykusuzluk, heyecan, kızgınlık, iştahsızlık ve kusma gibi durumlar meydana getirebilir, çocuğa alıştırarak kademeli olarak sütten kesmelidir. Yolculuk, iş çıkarma, koruyucu aşı zamanlarında sütten kesmemelidir. Sütten kesilen çocuğun bir yıl içinde demir eksikliği olacağından ara sıra yağsız et, yeşil sebzeler verilmeli sağlık yiyeceklerden, pirinç; patates, meyve verilmeli, ayrıca bir yiyecek günlüğü tutmanın faydası vardır. ÇOCUĞUN SAĞLIĞI İÇİN YETERLİ UYKU ŞART Yeni doğan bebekler günün büyük bir kısmını uykuda geçirir. İlk iki ay süresince 16-18 saat uyurlar. Bazan uykusu geldiği halde huzursuzlaşır. Yemekten önce ağlarlar. Bunlar normal sayılmalıdır, fakat bir rahatsızlığı olup olmadığı araştırılmalıdır. Bezinin kirli olması, bir yerinin ağrıması, üşümek veya terlemek gibi rahatsızlığı varsa ortadan kaldırılmasıyla rahat ve normal olarak uyur. İlk aylarda gaz sıkıntıları olacağından kucağa alıp gaz sıkıntısından kurtarmalıdır. İyi bir uyku alışkanlığı kazandırmak için, belli saatlerde odasının havalandırılarak kendi kendine uyumaya alıştırılmalıdır. Çocuğun uykusunun sünnete göre tanziminde ise, çocuklar sabah namazında uyandırılmalı kerahat vakti çıkıncaya kadar uyku uyumalarına müsaade edilmemeli, yatsı namazına kadar yatırılmamalıdır. Çocuğunuz uykuya dalmakta zorluk çekiyorsa bunun sebepleri araştırılmalıdır. Çoğu zaman organik bir hastalığın belirtisi olabilir. Yeni doğan bebekler zamanının beşte dördünü uykuda geçirir. Uykusuzluğun başlıca sebepleri ateş, karın ağrısı, kulak ağrısı, açlık ve öksürük olabilir. Çoğu zaman azarlanan ve dövülen ailedeki kavgalara şahit olan çocuklar kolaylıkla uyuyamaz, uykusuzluk çocukta sert mizaç geliştirir. Uykusuzluğa karşı ebeveynlerin alabileceği tedbirler ise yatmadan önce çocuğa korkulu masallar anlatmamalı, uyku kaçıracak oyunlar oynamaması sağlanmalı, aile içi kavgalar çocuk önünde yapılmalıdır. Yatmadan önce bir bardak süt uyumasını sağlayabilecektir. ÇOCUKTA İŞTAHSIZLIK PROBLEMİ Çocuklarda iştahsızlık sebebi olarak ateşli hastalıklar sarılık, nezle, grip, sinir hastalıkları, düzensiz yemek, çocukta iştahsızlık yapabilir. Bu durumda sevdiği ve yenmesi kolay yemeklerle beslemeli, fazla ısrarcı olunmamalıdır. Üzüntü ve kaygıda çocuklarda iştahsızlık yapabilir. İştahsızlık karşısında alınabilecek tedbirler ise bir hastalığa bağlı iştahsızlık götürülen bir hekimin tavsiyelerine uymakla mümkündür. Sofrada çocuğa baskı ve abur-cubur yemesini önlemekle, sofrada samimi bir hava estirmekle kötü haber konuşmamakla, kardeşler arasında ayırım yapmamakla ve damak zevkini yemekler çocuğun yemesini sağlayabilecek tedbirler olarak düşünebiliriz. ÇOCUKLARDA BÜYÜME GELİŞME Çocuğun ilk yılları büyüme ve gelişmesinin en hızlı olduğu dönemlerdir. Çocuğun bakımı çocuğun sağlıklı gelişmesini sağlamaktır. Yeni doğan çocuk doğumdan 4-6 hafta sonra süt çocuğu özelliğini alır. Yenidoğan çocuk ortalama 50 cm boyundadır, bundan bir kaç cm eksik veya fazla olabilir. İki yaşını bitiren çocuk oyun çocukluğu dönemine girmiştir. 6 yaşını bitiren çocuk ise okulu çocuğu çağındadır. Çocuk doğduğunda 270 kemiği vardı. Normal çocuklarda kemik olgunlaşması belirli yaşlarda belirli aşamalara ulaşır, buna kemik yaşı denir. Ergenlik çağında kemik sayısı 350'ye ulaşır tam gelişmiş vücutta bazı kemiklerin birleşmesiyle 206 kemik bulunur. Kas gelişimi: Bebeğin kas ağırlığı tüm vücudun %23 kadarken 15 yaşına doğru %33'e, 20 yaşına doğru bu oran %45'i bulur. Kaslar sinir sistemi ile aynı paralellikle gelişir. Diş gelişimi ise çocuğun çıkan ilk dişlerine süt dişleri denir. Bunlar 20 tanedir. İlk çıkan dişler alt orta kesicilerdir. Çocuk 7 yaşına geldiğinde süt dişleri düşer, kalıcı dişler çıkar, çocuk 12 yaşına geldiğinde 28 tane kalıcı dişi vardır. İlk Aylarda: Çocuk ilk ayda ışık kaynağına bakar, zil sesine tepki göstermek, Avucuna konan parmağı tutmak gibi özellikler gösterir. 2. ayda dolaşan birini takip eder kendi kendine sesler çıkarabilir. İlk aydan 24. aya kadar çocuk aşamalar halinde ismini öğrenmekle beraber sandalyeye tutunmak, oyun yapmak, emeklemekten tutun yürümeğe kadar gelişim sürecini tamamlamağa çalışır. ***
-
*** İşte zirve nokta... Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu'nun 27 Şubat tarihli köşe yazısının başlığı. Bir hafta gecikmeli de olsa okumak şerefine eriştim bu yazıyı. Yazısında “Şu tarihi sözler bir kenara yazılmalıdır" diye AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’dan bir alıntı yapmış. Bence not almalısınız bu yazdıklarını hafızanızın bir kenarına. Yazıyı okuyun ve hafızanıza kazıyın. Çünkü; Bugün balık olabilme çabasıyla tarihe not düşme çabası içerisinde olanların Gün gelip sular çekildiğinde, karıncaların saflarına katılabilme telaşıyla neler söylediklerini duyduğunuzda, O günlerle bu günleri anlamak için yapacağınız karşılaştırmada size çok yararı dokunacaktır. Hepinizin çok iyi tanıdığı duyarlı bir yurttaşımız yazılan bu köşe yazısına gerekli yanıtı vermiş. Onun ismini burada belirtmeden sadece söylediklerini alıntılamakla yetineceğim. Şöyle yanıtlamış Bayramoğlunu... Evet bu sözler çok tarihi gelmiş Ali Bayramoğlu’na. Ben de uzun bir tümce yazsam tarihi olur mu bilemem, ama bu yazacaklarıma Bayramoğlu’nun imza atmayacağından adım gibi eminim: “Türkiye’de hava puslanmayacak. Bunu böyle bilsinler. Sular artık tersine, yokuş yukarı akıtılamayacak. Bugün olan normalleşmedir… Hukuk işliyor, bağımsız yargı görevini yapıyor. Artık dokunulmazlık kaldırıldı. Aksi ispat edilemediği müddetçe hiç kimse suçlu ilan edilemez. O yüzden hakkında 4-5 tane dava olan AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan suçlu ilan edilemez. İspat edilene kadar kendisine kalpazan denilemez, evrakta sahtekarlık yapıyor denemez. Ancak hiç kimse de hukukun üzerinde değildir. Hiç kimse imtiyazlı değildir. Hiç kimse hesap sorulamaz değildir. Doğal olarak Recep Tayip Erdoğan da hukukun üzerinde ve dokunulamaz değildir. Bu, işte hukukun kuralıdır. Bunlar işin temelidir. Bütün soru işaretlerini, bütün tereddütleri, bütün ithamları ve iddiaları açıklığa kavuşturacak olan sadece bağımsız değil, bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bir ülkenin başbakanı hakkında bu kadar dava olması hoş değildir, bağımsız ve tarafsız yargı kendisini ya aklamalıdır yada suçu neyse cezasını vermelidir. Başkaları için bu tümceleri söyleyen bir başbakan yargı reformu konusunda hiç, ama hiç inandırıcı olamaz.” Ali Bayramoğlu yazısında “Başbakan’ın şu günlerde söylediği sözler, bir resmi duruşun ifadesi olarak da okunmalıdır.” demiş. Ben de benzeri duruş sergiledim sanırım, ama resmi değil, umarım mahsuru yoktur Bayramoğlu, sanırım sen de hukukun eşit olduğunu savunanlardansın, beni anlarsın. Erdoğan’ın söylediklerini çok önemseyen Bayramoğlu, benim yazdıklarımı da önemser mi, yoksa ilerde bir gün yargılanacak Erdoğan için ceza alırsa... “Ben onun demokratlığına takıntılıydım, parasına değil…” mi diyecektir… BEN BÖYLE DÜŞÜNMÜYORUZ DA… Kırmızıyla belirginleştirmeye çalıştığım ifadeleri hafızanıza kazı-ma-lı-sı-nız... Kazıyın lütfen, bugün ahkam keserek tarihe not düşenlerin gelecekte söyleyeceklerine, bu söylediklerini hatırlatıp "Yok Canım, öyle mi.! " diyebilmek için.
-
" TEKEL işçilerinin eylemi, Hükümete karşı bir darbe hazırlığı mıdır? "
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
TEKEL DİRENİŞİ ... TEKEL Çadırları Kalkıyor, Direniş Ülkeye Yayılacak TEKGIDA-İŞ, TEKEL işçilerinin eylem çadırlarını kaldırma kararı aldı. Sendika başkanı Türkel 1 Nisan'da bin kişinin TÜRK-İŞ'te toplanacağını söyledi. Hükümetin bu süre içinde 4C uygulamasını kaldırmasını istedi. "AKP'liler sokaklarda rahat gezemeyecek." Danıştay kararının ardından, TEKEL işçileri Ankara'daki direniş çadırlarını kaldırıyor. İşçilerin örgütlü olduğu TEK GIDA-İŞ sendikasının başkanı Mustafa Türkel, Bugün Ankara'da yaptığı basın toplantısında hükümete işçilerin karşı çıktığı 4C uygulamasından vazgeçmek için bir ay süre verdi. Türkel, 1 Nisan'da işçilerin direnişin 78 gündür sürdüğü TÜRK-İŞ binasında bin kişiyle buluşacaklarını, ertesi gün de eylem takvimlerini açıklayacaklarını bildirdi. -
On Yıl Sonra Türkiye Nerede Olur? *** HSYK'nın, yetki aşımı gerekçesiyle Erzurum savcısının özel savcı yetkilerini elinden almasından sonra, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan'ın AKP'nin hukuk kurmaylarıyla yaptığı toplantıdan sonra zehir zemberek bir açıklama yaptı: Bu konuşmasının bir yerinde "Bu ülkenin kutlu yürüyüşü asla ve asla durdurulamaz." dedi. Konuşmasını kendi demokrasi anlayışına dayandıran Arınç'ın kastettiği "kutlu yürüyüş" deyiminin anlamı açık: Deyim, her ne kadar konuşmanın tümü itibariyle demokrasiye doğru bir yürüyüş gibi kullanılmış izlenimi veriyorsa da, Dinsel bir hedefe doğru gidiş, kitlelerin dini duygularına hitap eden demagojik bir anlam taşıdığı açık. *** Arkadan AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan konuştu: "Türkiye'nin Ak Parti'ye 10 sene daha ihtiyacı var. Bu memlekette kimin kızının başı örtülü, hepsini fişlemişler. Kimin çocuğu İmam Hatip'e gidiyor hepsini fişlemişler. Kim muhafazakar, kim Ramazan'da oruç tutuyor hepsini fişlemişler. Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu arkadaşlar" dedi. Öyle anlaşılıyor ki, AKP milletvekili vatandaşları "Biz" ve "Onlar" diye ikiye ayırıyor ve intikam peşinde koşuyor. Ayrıca bu işi bitirmek için de on yıl daha iktidarda kalmak istiyor. *** AKP bu "fişleme" işine sahip çıkmadı. Sözcü Çelik, Milletvekilinin sözlerini desteklemediklerini belirtti. Ama bu sözlerin genel bir yaklaşımı yansıttığı yadsınabilir mi? Şimdi bu iki konuşmanın ardından: AKP iktidarı "İnsanları fişleyerek, on yıl daha Kutlu Yürüyüşüne" devam ederse On yıl sonraki Türkiye ne olur, düşünebiliyor musunuz? ***