Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Sizce ne olacak dersiniz? Bence dostlar alışverişte görsün, boş boğazın bir açık verdi sus be akılsız zamansız konuşma deyip açığa aldılar?...
  2. Sayın başbakan; toplumu inanç üzerinden bölen, AK Parti İl Gençlik Kolları Kongresinde "Dindar, kindar ve muhafazakar gençlik" yetiştirmeye yönelik son açıklamalarınızla açığa çıkan ayrımcı söyleminizi, bizler dindar yada dindar olmayan, çağdaş ve laikliğin gerekliliğine yürekten inanan T.C Vatandaşları olarak ürkütücü, tehlikeli ve bizim açımızdan kabul edilemez buluyoruz! Bir başbakan olarak sizin; tüm vatandaşlarınıza eşit mesafede yaklaşmanız gerektiğini, bu tutumun dilinizden düşürmediğiniz demokrasinin birinci şartı olduğunu hatırlatıyoruz! Sayın başbakan; Sizin görev sorumluluğunuz, öncelikli değeri insan ve doğa sevgisi olan ve eleştirel düşünebilen nesillerin yetişebilmesi için gerekli eğitim olanaklarının herkese eşit bir şekilde sunulabilmesi ve tüm bireylerin insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri için gereken koşulları sağlamaktır.
  3. Fazla söze gerek var mı?... Manşette Şu yazıyor... "Gençliğe Üstadın hitabesi ile seslendi"... Atanın Gençliğe Hitabının yerine, "Bilimin değil, İLİMİNİN", "Barışın ve sevginin dilinin değil, KİNİNİN" yer aldığı özlenen dindar gençliğin hitabesi... Tayyip Erdoğan’ın Özlediği Gençlik Yine Necip Fazıl’dan ... "Milli manevi değerlerine sahip çıkan, onları yaşatan, geleceğini geçmişinden aldığı güç, gurur ve ilhamla şekillendiren bir gençlik tasavvur ediyoruz. Modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum. Kökü ezelde ve dalı ebette bir sistemin aşkına, estetiğine, irfanına sahip bir gençlikten bahsediyorum."
  4. Sevgili Bilimselcinin Oğlunun da yer aldığı NARKOZ.'un Akustik Performanslarından ... NARKOZ ' un Notu:
  5. Bizimkiler Ellerini kollarını sallayarak gezerken, Bizde Adli tabip,tacize uğrayanlara suçlu gözüyle bakarken, ABD'de Mahkemeler Konuyu ciddiye alıyor. *** ABD’nin Georgia Eyaleti’nde 14 yaşındaki öğrencisiyle cinsel ilişkiye giren 39 yaşındaki ilkokul öğretmeni Shannon Alicia Schmieder, 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hukukçular öğretmenin tasarlayarak adam öldürme suçuyla yargılanan herhangi bir kişiyle aynı cezayı aldığını söyledi. Böylece Schmieder, ABD’de reşit olmayan bir çocukla cinsel ilişki yaşayan bir öğretmene verilmiş en büyük cezayı aldı. BAYGINLIK GEÇİRDİ 40 yıl hapis cezası aldığını duyan kadın öğretmen mahkemede baygınlık geçirdi. Öğretmenin Facebook’tan çocuklarına gönderdiği aşk mektuplarını gören aile, durumu polise haber vermişti. Çocuğun ailesi, aynı zamanda aile dostları olan Schmieder’den asla şüphe etmediklerini söylemişti..
  6. Bu da Haftanın kedisi... Sağlıklı beslenenlerden
  7. İstanbul Emniyeti'nde 3. KCK depremi... 700 POLİS DOĞU İLLERİNE TAYİN EDİLDİ. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde, 8 Şubat'ta Terörle Mücadele ve Organize Suçlar Şube Müdürleri'yle İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı'nın görevden alınması, 15 Şubat'ta ise emniyet amiri ve komiser düzeyinde 10 memurun başka yerlerde görevlendirilmesinin ardından 3. bir tayin dalgası daha geldi. 1. DALGA 8 ŞUBAT'TA VURDU DÜN TSUNAMİYE DÖNÜŞTÜ İstanbul Emniyeti'ndeki ilk dalga 8 Şubat 2012'de yaşandı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ve 4 MİT görevlisinin Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından ifadeye çağrılmasından bir gün sonra, Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün, İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan ile İstihbarattan Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, görevden alınarak Ankara'ya atandı. İstanbul Emniyeti'ndeki ikinci şok tayinler ise 15 Şubat'ta gerçekleşti. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü bünyesindeki KCK/PKK bürosundan sorumlu 1 şube müdür yardımcısı, 2 emniyet amiri, 1 başkomiser ve 1 komiser olmak üzere 5 kişiyle, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden 2 emniyet amiri, 2 başkomiser ve 1 komiser görevlerinden alınarak başka görevlere atandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki 52 şube müdürlüğünde, yaklaşık 35 bin polis memuru görev yapıyor. En kritik şubelerden biri olan Terörle Mücadele Şubesi'nde yaklaşık 600 polis memuru çalışıyor.
  8. KİTABIN ADI : KARANLIK BİR DÜNYADA BİLİMİN MUM IŞIĞI YAZARI : CARL SAGAN (ÖZET) Kitap yazarı Carl Sagan modern zamanlarda günümüz ve geleceğimiz için en çok ihtiyacımız olan yetilere ışık olmakla kalmıyor. Şüphe duymayı, sorular sormayı, saf olmamayı öğretmekle birlikte bize inanç ve dinlere ait, kutsal bilgileri dahi sorgulamamız gerektiğini öğretiyor... 1. Araştırmalar, Amerikalıların % 95’inin “bilim cahili” olduğunu gösteriyor. Bu, bir köleye okuma-yazma öğretmenin çok ciddi cezalarla yasaklandığı İç Savaş öncesi dönemde, neredeyse hepsi köle olan Afrikalı-Amerikalıların cehalet oranı ile aynı. 2. Birçok alanda bilgisiz olduğumuzu kabullenmektense, evrenin anlaşılamayacak denli kutsal yapıda olduğu şeklinde ifadelere başvuruyoruz. Anlamadığımız kavramlardan sorumlu tutmak üzere bir Bilinmezler Tanrısı buluyoruz. 3. Tarım öncesi zamanlarda avcı-toplayıcı atalarımızın ortalama ömrü 20-30 yıldı. Ortaçağda ve Geç Roma dönemi Avrupa’sında da öyle. Ortalama ömrün 40 civarını bulması, ancak 1870’lerde gerçekleşebildi. Yaşam süresi 1915’te 50’ye, 1930’da 60’a, 1955’te 70’e yükseldi. Bugünse, erkeler için biraz daha kısa olmak üzere, 80’lere yaklaşmıştır. 4. Ahlaki açıdan değerlendirilecek olursa, kendimizi iyi hissetmemizi sağladığı sürece, bir şeyin doğru olup olmadığını umursamamak, cebiniz doluysa paranın nereden geldiğine boş vermek kadar kötüdür. 5. Öte yandan, Yeniçağ ve din yazarları, bilim adamlarının “her şeyin buldukları kadarından ibaret” olduğuna inandıklarını öne sürüyor. Bilim adamları, birinin demesinden başka hiçbir kanıtı olmayan gizemli iddiaları reddedebilir; ama doğaya ilişkin her şeyi bildiklerini asla düşünmezler. 6. …Bizi doğrulayanı dostça kabullenir, karşı çıkana da inatla direniriz; oysa ki, sağduyu tam tersini gerektirir. 7. Örgütlü dinlerin bende güven duygusu uyandırmamasının nedenlerinden biri şudur: Belli başlı inançları temsil eden liderlerden hangisi inançlarında eksiklik ya da hata olabileceğini dile getiriyor ve öğretilerindeki olası açıkları saptamak için girişimde bulunuyor? 8. Diğer primatlar gibi insanlar da sürü halinde yaşar. Birbirimizle bir arada olmaktan hoşlanırız. Memeli olduğumuzdan soyumuzun devamı için çocuğun anne-baba bakımı görmesi şarttır. Anne-baba çocuğa gülümser, çocuk da onlara; böylece bir bağ kurulur ve güçlenir. Bebek görmeye başladığı andan itibaren yüzleri tanır. Bu becerinin beynimizde kodlu ve kalıtsal olduğunu artık biliyoruz. Bir milyon yıl önce bebekler kendilerine gülümseyen bir yüzü tanıyamıyor, anne babalarının kalbini kazanamıyor, bu nedenle de gelecekleri tehlikeye giriyordu. Bugünse, her bebek insan yüzünü hemen tanı*********** kocaman bir gülümseme ile işini garantiye alıyor. 9. Her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kandırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. Bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin bileşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür. 10. “Uçan daire” teriminin ortaya çıkışı da oldukça ilginçtir. 24 Haziran 1947 günü Rainier Dağı yakınlarında garip birtakım cisimler gören ve uçan daire teriminin türemesine yol açan sivil pilot Kenneth Arnold, yayımlanan gazete haberleri konusunda şunları söylemiş : “Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı. Gördüklerimi basına anlattığımda söylediklerimi yanlış ilettiler ve kapıldıkları heyecanın etkisiyle olsa gerek, bir iki gazete öyle çetrefilli bir anlatım kullandı ki, neden bahsettiklerini kimse tam olarak anlayamadı. Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi. Nasıl uçtuklarını betimlerken de daire şekilli bir cisim alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Gazetecilerin çoğu da bunu da yanlış anladı ve yanlış aktardı. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar. Oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim.” 11. Başarılı ikinci el otomobil alıcılarının da kanıtladığı gibi, kuşkucu yaklaşım ileri derecede bir eğitim gerektirmiyor. Kuşkucu yaklaşımın demokratik uygulamasının özünde, bilgi olarak yerleşmeye çalışan iddiaları etkin ve yapıcı bir şekilde değerlendirebilme yetisi yatıyor. Bilimin tek istediği, kullanılmış otomobil alırken ya da TV reklamlarında gördüğümüz biraların, ağrı kesicilerin kalitesini denerken gösterdiğimiz kuşkuculuğu diğer konularda da kullanmak. 12. Gerginlik durumlarında, söz konusu yabancı dilleri bilen NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) personeli kulaklıklarla gün boyu oturarak karşı tarafın yüksek rütbeli personelinin yaptığı şifreli görüşmelerden yatak sohbetlerine kadar her türlü haberleşmeyi dinlerler. 13. Cinselliği bastırılmış erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler sınıfından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, Engizisyonda güçlü bir cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor. 14. İnancı ayakta tutan şey kolay inanırlıktır. 15. Reklamların özellikle etkiye açık izleyiciler üzerinde kullandığı görsel yineleme yoluyla benimsetme yönteminin gücünü düşünün. 16. Saf bir akıl...garip şeylere inanmaktan büyük haz alır. Bulduğu ne denli garipse, onun için o kadar iyidir. Sade ve anlaşılır şeylere ise yüz vermez; çünkü onlara zaten herkes inanır. 17. Kimi anılarımız, kendi ürettiğimiz bir dokuya iliştirilmiş parçalar olabilir. Parçaları dikkatlice dikersek, her seferinde kolayca anımsayabileceğimiz, bütünsel bir öykü elde edebiliriz. Belli bir doku içinde yoğrulmamış tek tek parçaları anımsamak ise daha zordur. 18. Kuraklık, veba ve savaşın lanetlediği, sıradan insanların yararlanabileceği toplumsal ya da tıbbi hizmetlerden yoksun, halkı okur-yazar olmayan, bilimsel yöntemin ise adının bile duyulmadığı bir zamanda, kuşkucu yaklaşıma elbette ender rastlanıyordu. 19. ABD’de hemen hemen üçte ikisi 18’inden önce olmak üzere, her on kadından biri tecavüze uğramış. Son yapılan bir araştırma, polise bildirilen tecavüz kurbanlarının altıda birinin 12 yaşın altında olduğunu gösteriyor. (Üstelik bu, polise en az sıklıkla bildirilen kategoriyi oluşturuyor.) Bu kızların beşte biri, babaları tarafından tecavüze uğramış. Bu konuda çok açık olmak istiyorum: Ailelerin ya da ebeveyn rolü üstlenmiş yetişkinlerin çocuklarına cinsel tacizde bulunmak gibi ********* bir eğilim gösterdiği çok sayıda gerçek örnek var. Kimi vakalar fotoğraf, günlük, çocukta bel soğukluğu gibi somut kanıtlarla gün ışığına çıktı. Çocuklukta taciz, toplumsal sorunların olası nedenleri arasında sayılıyor. Bir araştırmaya göre, şiddet suçlarından hüküm giymiş mahkumların %85’ini çocukluklarında tacize uğramış kişiler oluşturuyor. Ergenlik döneminde anne olan kadınların üçte ikisi, çocukluk ya da ergenlik dönemlerinde tecavüze uğramış veya taciz edilmişler. Tecavüz kurbanlarında içki ve uyuşturucu bağımlılığı oranı, diğer kadınlara göre on kat yüksek. Bu, acil çözüm gerektiren gerçek bir sorun. Trajik ve doğruluğu su götürmeyen bu çocukluktaki cinsel taciz vakalarının çoğu, belleğe hatırlanması söz konusu gizli anılar şeklinde değil, hiç unutmaksızın erişkinliğe değin taşınan anılar olarak yerleşiyor. 20. Bugünse standartlarımız çok daha düşük. Çocuklarımıza duygusal olarak hoş anlamlar taşıdıkları için Noel Baba, Paskalya Tavşanı ve Diş Perisi’nden söz ediyor, sonra da erişkinliğe ulaşmadan önce kafalarını bu söylencelerden arındırmaya çalışıyoruz. Neden böyle bir geri adım atıyoruz? Çünkü yetişkin olarak ayakta durabilmeleri, dünyayı gerçekten olduğu şekliyle tanımalarına bağlıdır. Noel Baba’ya hala inanan yetişkinler adına, haklı nedenlerle endişe duyarız. 21. Öğretisel dinler konusunda, Filozof David Hume şöyle diyor: “İnsanların öyle konularda besledikleri kuşkuları kendilerine bile itiraf etmeye cesaretleri yoktur. Ölçütleri, sorgusuz inançtır ve asıl inançsızlığı, verdikleri güçlü hükümler ve yobazlıkla göstermiş olurlar. 22. Ahlakın temeli...hakkında kanıt olmayan şeylere inanır görünmekten ve bilgi sınırlarının ötesindeki sorgulanamaz önermeleri yinelemekten vazgeçmeye dayanır. 23. Yalanlara karşı hoşgörünün artması, birçok diğer kötülük için de zemin hazırlar. 24. Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. 25. Tüm kanserlerin rasgele iyileşme oranının, on binde bir ile yüz binde bir arası bir değere karşılık geldiği tahmin ediliyor. 26. Ancak, eklenmesi gereken başka bir nokta daha var: Güz Ayı, Amerika’da yaşayan geleneksel Çinli toplumlar için önemli bir festival. Festivalden önceki bir hafta içerisinde, bu topluluklarda ölüm oranında %35’lik bir düşüş olduğu bulguladı. Sonraki hafta, ölüm oranında %35’lik bir artış oluyor. Çinli olmayan kişilerden oluşturulan kontrol gruplarında ise böyle bir etkiye rastlanmadı. Durumdan intiharların sorumlu olduğunu düşünebilirsiniz; ancak yalnızca doğal kaynaklı ölümler hesaba katılmıştı. Gerginlik ya da aşırı yemeyi neden gösterebilirsiniz; ancak Güz Ayı’ndan önce ölüm oranında düşme olmasını bunlarla açıklayamazsınız. Bu etki en çok da gerginliğin önemli etkileri olduğu bilinen kalp-damar hastalarında gözleniyor. Kanser hastalarında daha küçük bir etkilenme oluyor. Yapılan daha ayrıntılı bir çalışma, ölüm oranındaki salınımların, özellikle 75 ve üzeri yaşlardaki kadınlarda görüldüğünü ortaya çıkardı. Güz Ayı Festivali’ne, evdeki en yaşlı kadınlar başkanlık eder. Demek ki ölmek üzere olan yaşlı kadınlar, geleneksel sorumluluklarını yerine getirebilmek için ölümü bir ya da iki hafta başlarından savmayı başarıyorlar. Benzer etki, yaşlı erkeklerin lider rolü üstlendiği bir ayin olan Hamursuz Yortusu sıralarında Musevi erkeklerde ve dünya çapında doğum günü, mezuniyet töreni ve benzeri kutlamalar sırasında da gözleniyor. Daha da tartışmalı bir çalışmada, Stanford Üniversitesi ruh hekimleri, metastatik meme kanseri hastası 86 kadını iki gruba ayırdılar: Birinci grup ölüm korkularını inceleme ve kendi yaşamlarından sorumlu olma yolunda teşvik ediliyor; ikinci gruba ise belirli bir ruhsal destek sağlanmıyordu. Araştırmacıları da şaşırtan sonuç, destek gören grubun daha az acı çekmekle kalmayıp, ortalama olarak 18 ay daha uzun yaşaması oldu. 27. Tarihin en acı derslerinden biri de şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü. 28. Bir bilim adamı, Paris gazetelerinden birine, ücretsiz yıldız falına bakacağına dair bir ilan verir. İstendiği üzere doğum yer ve zamanlarını bildiren 150 kadar yanıt alır. Her birine falın ne kadar doğru çıktığını soran bir anketle birlikte içeriği tümüyle aynı tek bir fal gönderilir. Yanıt gönderenlerin %94’ü (ve üstelik arkadaşlarının ve ailelerinin %90’ı) falın kendilerini en azından bir ölçüde tanımladığını bildirirler. Ne var ki, fal aslında Fransız bir seri katili tanımlamaktadır. Bir yıldız falcısı, müşterileriyle görüşmeksizin bu denli ileri gidebiliyorsa, insanlardaki ince ayrıntılara duyarlı ve pek de vicdan taşıyamayan birinin neler yapabileceğini bir düşünün. 29. Anahtar rol oynayan araçlardan biri de “hazır kılıf” denen ve herhangi birinin hemen kendine göre bir gerçek seçebileceği kadar ince ayarla oturtulmuş herkese uygun eğilimler listesi. İşte bir örnek: Kimi zaman dışa dönük, nazik ve sosyal; kimi zaman da içe dönük, temkinli ve uzaksınız. Kendinizi diğerlerine açmada çok dürüst olmanın mantıklı olmadığını düşünüyorsunuz. Belli ölçüde değişiklik ve çeşitliliği seviyor, kısıtlama ve sınırlamalarla karşılaştığınızda hoşnut olmuyorsunuz. Dışarıya karşı disiplinli ve kontrollü görünmekle birlikte, içinizden endişeli ve güvensiz hissediyorsunuz. Kişiliğinizin zayıf yönleri olmasına karşın, genellikle bunları kapatmayı başarıyorsunuz. Kendi yararınıza kullanmadığınız büyük bir kapasiteniz var. Kendinizi eleştirmeye eğilimlisiniz. Diğer insanların sizden hoşlanmaları ve size hayranlık duymalarına gereksinim duyuyorsunuz. 30. Akla dayalı bilim, kartlarını her istendiğinde gösterebilir, öte yandan akla dayalı olmayan otoritecilik, kartlarının sorulmasını inanç eksikliği sayar. 31. Hepimiz kusurlu, çağımızın ürünü yaratıklarıyız. Kendimizi geleceğin bilinmeyen standartlarına göre yargılamak adil olur mu? Kuşku yok ki çağımızın kimi alışkanlıklarını sonraki kuşaklar tarafından barbarca tavırlar olarak görülecek. 32. Cehalet bilgiden daha fazla güven telkin eder: Şu ya da bu sorunun bilim tarafından asla çözülemeyeceğini kendinden öylesine emin bir ifadeyle ileri sürenler, çok bilenler değil az bilenlerdir. 33. On bin Amerikalı bilim adamı ve mühendis, Yıldız Savaşları programında çalışmayacaklarını ya da SDI örgütünden para kabul etmeyeceklerini açıkça bildirmişlerdi. Bu durum (kişisel bedeli yüksek olsa da) bilim adamlarının, en azından geçici olarak, yoldan çıkmış demokratik bir hükümetle işbirliğini cesaretle reddedebildiğini gösteren bir örnektir. 34. CIA genel başkanı 1995’te, “kesin gizliliğin kesin çürümeye yol açacağı” yorumunda bulunmuştu. 35. Gerçek olamayacak kadar harika hiçbir şey yoktur. 36. Denenmemiş, desteksiz kavrayış, doğrunun yetersiz bir garantisidir. 37. Yeniçağcılar, eskiden olduğu gibi ne mahkeme makamına çıkarılıp yargılanıyor, ne düş gördükleri gerekçesiyle kamçılanıyor, ne de kazıkta yakılıyor. Neden eleştiriyi böylesine kötü algılıyorlar? İnançlarının, kuşkucuların öne sürebileceği en iyi karşıt savlara ne denli dayanıklı olduğunu merak etmiyorlar mı? 38. Eski bir Çin atasözü, “Çok kuşkucu olmaktansa, çok saf olmak yeğdir” diyor. 39. Çin uygarlığı baskı makinesini, barutu, roketi, manyetik pusulayı, depremölçeri, sistematik gök gözlemlerini ve gök olaylarının tarihini tutmayı buldu. Hintli matematikçiler, aritmetiği rahatlatmanın ve dolayısıyla niceliksel bilimin esası olan sıfırı keşfettiler. Aztek uygarlığı, kendisini işgal edip ortadan kaldıran Avrupa uygarlığınınkinden çok daha iyi bir takvim geliştirmişti. Aztekler, gezegenlerin konumunu daha uzun vadeli olarak ve çok daha iyi tahmin edebiliyorlardı. Ancak, bu uygarlıklardan hiçbiri, diyor Cromer, bilimin kuşkucu, sorgulayıcı, deneysel yöntemini geliştiremedi. Bu yöntem tümüyle Eski Yunan’dan gelmeydi: Nesnel düşünmenin Yunanlılarca geliştirilmiş olması, birtakım özel kültürel etmenler gerektirmiş olmalı. · İlki, erkeklerin akıllarını kullanıp tartışarak birbirlerini ikna etmeyi ilk kez öğrendikleri meclislerdi. · İkincisi, kendi içine kapanma ve dar kafalılığı önleyen denizciliğe dayalı bir ekonomiydi. · Üçüncüsü, yolcu ve bilimcilerin ziyaret edebileceği, Yunanca’nın yaygın kullanıldığı bir dünyanın varlığı idi. · Dördüncüsü, kendi öğretmenlerini kiralayabilen bağımsız bir tüccar sınıfının varlığı idi. · Beşincisi, kendi başlarına liberal akılcı düşünmenin özetleri sayılabilecek yazınsal başyapıtlar olan İlyada ve Odysseia idi. · Altıncısı, rahiplerce yönetilmeyen edebi bir dindi. Yedincisi ve sonuncusu da bu etmenlerin 1000 yıldan fazla süre varlığını sürdürmüş olmasıydı. Tüm bu etmenlerin büyük bir uygarlıkta bir araya toplanmış olması oldukça rastlantısal idi; ikinci bir kez de tekrar etmedi. 40. Bilim hem aşırı batıl inançlardan hem de aşırı adaletsizlikten kurtulmamızı gerektirir. Genellikle hurafeler ve adaletsizlik, aralarında sızılmaz bir işbirliği yürüten dini ve laik otoritelerce dayatılır. Siyasi devrimlerin, din konusunda kuşkuculuğun ve bilimin yükselişinin aynı anda yürüyebilmesi şaşırtıcı değil. Hurafelerden kurtulmak, bilim için gerekli bir koşul, ama yeterli değil. 41. ABD’de standart okul yılının 180 gün olmasına karşılık bu rakam Güney Kore’de 220, Almanya’da 230 ve Japonya’da 243. Bu ülkelerin bazılarında çocuklar cumartesi günleri de okula gidiyor. Amerikalı ortalama ortaokul öğrencisi ev ödevine haftada 3,5 saat ayırıyor. Gerek sınıfta gerekse sınıf dışında çalışmaya ayrılan toplam zaman haftada 20 saat. Japon beşinci sınıf öğrencileri haftada 33 saat çalışıyorlar. ABD’nin yarı nüfusuna sahip Japonya her yıl ABD’den iki kat fazla yüksek dereceli bilim adamı ve mühendis yetiştiriyor. 42. Amerikalı çocukların çoğu aptal değil. Çok çalışmamalarının bir nedeni, çabalarının karşılığında pek az somut yarar sağlıyor olmaları. Sözel beceriler, matematik, fen ve tarih alanlarında yeterlik (yani konuyu gerçek anlamda bilmek), ortaöğretimden sonraki ilk sekiz yılında ortalama genç erkeklerin kazançlarında bir artış sağlamıyor. Bu nedenle birçoğu da sanayiden çok, hizmet sektörünü yeğliyor. Ekonominin üretken sektörlerinde ise işin rengi değişiyor. Yeterli müşteri olmadığı için değil, işe giren işçilerin çok azı basit aritmetik hesapları yapabilecek düzeyde olduğu için iflasın eşiğine gelen mobilya fabrikaları var. Başlıca elektronik şirketlerinden biri, işe başvuranlarının %80’inin beşinci sınıf matematik sınavını geçemediğini bildiriyor. ABD (özellikle yitik üretkenlik ve eğitimde iyileştirmeye giden harcamalar alanında), işçiler büyük çoğunlukla yazamadığı, okuyamadığı, sayamadığı ve düşünemediği için yılda 40 milyar dolar zarar ediyor. 43. Büyümekte olan bir kanser, yakınındaki kan damarlarını çevreleyen hücrelere her yana iletilmek üzere bir bildirge gönderir: “Kana gereksinmemiz var” demektedir mesaj. Endotel hücreleri, kanser hücrelerine gerekli kanı sağlamak üzere yardımsever bir tavırla kan damarı köprüleri kurar. Nasıl bir süreçtir bu? Mesajın yolu kesilebilir ya da iptal edilebilir mi? 44. Yalnız özgür insanların eğitilmesi gerektiğini söyleyen çoğunluğa değil, yalnız eğitimlilerin özgür olduğunu söyleyen düşünürlere inanmalıyız. 45. İnsanlığın dünyada bulunduğu sürenin %99’u boyunca kimse ne okudu ne de yazdı. 46. Son araştırmalar, yetersiz beslenen birçok çocukta anlama ve öğrenme kapasitesinde azalma, yani “bilişsel yetersizlik” görüldüğünü bildiriyor. Bu durumun ortaya çıkması için çocuğun açlık çekiyor olmasına da gerek yok. Hafif bir beslenme yetersizliği bile (Amerika’da yoksul kesimde en çok görülen tür olanı..) bu bozukluğa yol açabiliyor. Anne yeterince yemiyorsa doğmadan önce, bebeklikte ya da çocuklukta baş gösteren bilişsel yetersizlik, yeterli besin almama durumunda vücudun sınırlı besin kaynağını ne şekilde kullanacağı konusunda verdiği kararın bir sonucu. Vücut için önce yaşamayı sürdürmek, sonra gelişmek geliyor. Beslenmenin dayattığı bu önem sıralaması boyunca, vücut öğrenmeyi son sıraya koymak zorunda kalıyor. Sonuç olarak organizma için zeki ve ölü olmaktansa, aptal ama canlı olmak önemlidir. 47. Çoğu sağlıklı çocuk gibi öğrenmeye heves ve şevk beslemektense, yetersiz beslenen çocuk kolay sıkılır, ilgisiz ve tepkisiz olma eğilimi gösterir. Yetersiz beslenme daha ciddi boyutlara ulaştığında (kimi uç örneklerde), düşük kilolu ve küçük beyinli doğumlar görülebiliyor. Bununla birlikte, sağlık bakımından kusursuz görünen bir çocuk bile yetersiz demir alıyorsa, ilgisini odaklamakta güçlük çekebilir. Tahminlere göre demir eksikliği anemisi Amerikalı yoksul çocukların dörtte birini etkiliyor olabilir. Bu rahatsızlığın etkileri arasında, çocuğun ilgi süresinin az ve belleğinin zayıf olmasının yanında, yetişkinliğe kadar uzanabilen diğer kötü sonuçlar var. 48. Nazi propaganda bakanı Josef Goebbels, “Kamuoyunun şekillenmesini denetlemek devletin mutlak hakkıdır” demişti. Toplumsal değişimden hoşlanmayanlar, bilime kuşkuyla bakma eğilimi gösterebilir.. Ata Fecob'un Katkılarıyla...
  9. "Köpekler ve Erkekler" bilmelidir ki, "Kediler ve Kadınlar" her istediğini yapar ve yaptırırlar. Eğer denk gelirde "Bir erkek için saç saça baş başa kavga eden iki kadını" izleme şansına sahip olursanız eğer, iki kedinin kavga etme sesini çıkardıklarını fark ederek şaşkına dönebilirsiniz... Bu şaşırtıcı benzerliğin farkına vardıktan sonra gözlemledikçe anlarsınız ki, her ikisi de sırnaşmayı bilir, ilgi ister, şefkat istediklerinde mırrrlarlar, küçük oyunlara bayılırlar. "Kediler ve Kadınlar" çevrelerinde ikamet edenleri bir gezegen olarak kabul ederler. Onlara göre herkes bir yörüngede olmalı, herkes etrafında dönmelidir. Çünkü onlar için, kendilerinin belli bir yörüngede olmaları ve her yörüngeye göre (farklı) enerji vermeleri yeterlidir. "Köpekler ve Erkekler"e sevgiyi hissetseler de geçer gider hemencecik. Bu duygunun onlarda sevgi engelli değil de duygu engelli bir nefret oluşturduğuna şahit olursunuz. Hatta öyle kadınlar vardır ki, insan bedeninde kedi ruhuyla yaşamakla lanetlenmiş olarak bir kedinin tüm duygu kapasitesini barındırırlar. Her daim içlerinde taşıdıkları ve hep kendilerine yonttukları bu yüce duygu onları, kendilerine yanaşanlara her an pençe atmaya hazır bir duyarlılık kazandırmıştır… Bütün bu gerçeklere rağmen "Kediler ve Kadınlar" arasında böylesine benzerlikler olması "Köpekler ve Erkekler" için her zaman tercih sebebidir, kedilere ve dahi kediye benzeyen kadına tapıldığı tarih boyunca hep görülmüştür! "Kediler ve Kadınlar", "Köpekler ve Erkekler" in onları bir türlü kavrayamadığı, eşi ve benzeri bulunamaz duygusal varlıklardır vesselam! ***
  10. Alkollü içki satan işletmeleri isim isim isteyen AKP Komisyon Başkanı Cevdet Erdöl, gelen tepki üzerine ikinci yazıda bu talepten vazgeçti. TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı, 22 Aralık 2011'de Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu'na (TESK) resmi bir yazı göndererek, alkollü içki satan büfe, bakkal, market, birahane ve içkili lokantaların illere göre listesini istedi. AKP Komisyon Başkanı Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl imzalı yazıda ayrıca, alkollü içkilerin adını afişe ederek satış yapan işyerlerinin bildirilmesi talep edildi. Gerekçe olarak 'Alkollü içki sektörünün etkin şekilde denetlenmesi, alkollü içki tüketiminin sağlığa, sosyal hayata ve ekonomiye verdiği zararların azaltılması amacıyla komisyonda yapılacak çalışmalar' gösterildi.
  11. "Gül'ün damarlarında AKP kanı dolaşıyor" CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, MİT Yasası'nda değişiklik öngören yasayı onaylamasına, "Damarlarında hala sıcak bir şekilde AKP kanı dolaşıyor. Kendini sıcak siyasetin içinde hissediyor hala" yorumunu yaptı. "Hükümetin acelesini anlıyordum da Sayın Cumhurbaşkanı'nın acelesini anlayamadım. Birlikte izledik, sabahın 6'sında Genel Kurul'dan geçti, 7 saat içinde Sayın Cumhurbaşkanı onaylıyor. Meclis'e gelişi de bir ilginç biliyorsunuz, Sayın Meclis Başkanı da hiç incelemeden alelacele, görülmekte olan bir davaya bakmadan, bizim gensorularımızda aklına geliyor da, hükümetin gönderdiği bir kanun teklifi veya tasarı da aklına gelmiyor bunlar. Sayın Cumhurbaşkanı ne yazık ki toplumun tüm kesimlerinin cumhurbaşkanı olamadığını bir kez daha göstermiştir. Damarlarında hala sıcak bir şekilde AKP kanı dolaşıyor. Kendini sıcak siyasetin içinde hissediyor hala. Yazık bu ülkenin geldiği noktaya, Meclis Başkanı'nın tutumu, Hükümetin tutumu ve Cumhurbaşkanı'nın tutumu hepsi bir birini tamamlıyor. Tarafsızlığını yitirmiş bir Meclis Başkanı ve Türkiye'de tüm kesimlerin Cumhurbaşkanı olamamış bir Cumhurbaşkanı."
  12. BÜTÜN Türkiye nefesini tuttu, bu davaya odaklandı. 3 Temmuz’dan beri konuşulan şike davasında, 401 sayfalık iddianame 3 TRT spikeri tarafından 3 günde okundu. Soruşturmanın Silivri ayağı tamamlandı, şimdi gözler savunmaların alınacağı Çağlayan’a çevrildi. 20 Şubat Pazartesi gününden itibaren artık savunmalar konuşulacak. “Cuma günü çıkarız” diyen Cemil Turan’a Aziz Yıldırım böyle karşılık verdi
  13. Korkunç Asansör Şakası - Lütfen Dikkatli Olun
  14. Facebook'un İşe Alımlarda ki Önemi ! Sosyal ağların işe alım sürecinde büyük önem taşıdığını göz önünde bulundurmamız gerekiyor.Öyle ki; şirketlerdeki işe alım personellerinin %91′i bir adayı işe almadan önce o kişinin sosyal ağlardaki profillerine bakmakta. Bu sosyal ağların hala en popüleri ise tartışmasız Facebook. Son günlerde ne kadar “Ben Facebook kullanmıyorum artık” diyen kişileri görsek de Facebook hala dünyanın tartışmasız birincisi. Hal böyle olunca işe alım personellerinin adayları Facebook’ta araştırması kaçınılmaz oluyor. HireRabbit’in yaptığı bir araştırmaya göre geçen sene işe alım yapan personellerin %48′i Facebook’ta en az bir kere işe almak için personel avına çıkmış durumda. Kaynak:SosMed
  15. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    16 Şubat 2012-02-16 Silivri Toplama Kampı B/3 Alt Tecrit Hücresi Sevgili Nazlı Ilıcak; Altan Öymen (Ağabey); Enver Aysever Öncelikle uzun bir hasretle sizleri ve değerli izleyicilerinizi selamlıyorum, kucaklıyorum, sevgilerimi ve özlemlerimi sunuyorum. Ne yazık ki benim A.İ.H.M.’ne yaptığım başvuruyla ilgili olarak 14 Şubat günkü programınızı izleyemediğimi söylemekten utanıyorum. İnanın üç aydan fazla bir süredir televizyon izlemiyorum. Kendime bir program yaptım. Elimde bulunan: Felsefe, Antropoloji, Mitoloji sözlükleri ile Churchill, Kant, Bolivar, Rousseau biyografileri ve tabii ki Enver’in romanı ile Nazlı hanımın denemesini bitirmeye ve bu arada yeni kitabımla ilgili son düzenlemeleri yetiştirmeye çalışıyorum. Mazeretim umarım kabul görür. Umarım beni saygısızlık etmiş saymazsınız. Programınızı izleyemediğim için sizden ve izleyicilerinizden özür dilerim. İnanın 24 saat yetmiyor. Bağışlayın. 23 Eylül 2008’den buyana tutukluyum. 28 Şubat 2011’den buyana da bir tecrit hücresinde tutuluyorum. Tek başıma ve duruşmalar dışında hiç kimse ile görüştürülmüyor, kimse ile konuşturulmuyorum. Ama iyiyim. Bu süreç içinde beni en çok sevindiren hukuki gelişme A.İ.H.M.’nin Tuncay Özkan kararıdır. Bu karar avukatlarımın ve benim bir hukuk zaferimizdir. Çünkü mahkeme ile ilk kez devam eden ve iç hukuk yolları tükenmeyen bir davaya müdahil olmak gereği duymuştur. Bu ilk kez olmaktadır. Ayrıca ilk kez bir başvuruyu ret etmemiş, kabul ile değerlendirmeye almıştır. Bugüne kadar yüzlerce başvuruyu geri çevirdi çünkü. İlk hukuk zaferimiz, budur. Mahkeme ayrıca iki noktada başvurumuzu haklı görerek, Türkiye’den savunma istedi. Bunlar; uzun tutukluluk ve yargılama usulü ile ilgilidir. En önemli kazanımımız, bu ara karar için savunma talebidir. Bu Türkiye’de tutukluluk ve yargılama hukukunu kökünden değiştirecektir. Türkiye’den 10 Nisan’a kadar savunmasını sunması istenmiştir. Savunma Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinin ihlali nedeniyle istenmiştir. Bu karar 4 Ocak 2012 tarihlidir. Bunun üzerine Özel Yetkili Mahkemeler, Adalet Bakanlığınca uyarılmış, benim yargılandığım davada, sorgular askıya alınarak duruşmalara yeniden bir şekil verilmek yoluna gidilmiştir. Ben ve avukatlarım, işkenceye dönüşen uzun tutukluluk uygulamasına karşı elde ettiğim bu gelişmeyi sevinç ve mutlulukla karşılıyoruz. Çünkü bu konuda alınacak olumlu bir karar, bütün tutuklulukları kapsayacaktır. Bu çok önemlidir. Çünkü biz en başından beri; bizi yargılayın, yargılanmak ve aklanmak istiyoruz ama; 1- Tutuksuz yargılayın, 2- Adil yargılayın, 3- Hızlı yargılayın, dedik. Dördüncü yılına giden tutukluluğumda, bu noktada bütün uygulamaları kökünden değiştirecek A.İ.H.M. kararı, bizce çok önemli ve değerlidir. Ancak henüz işimiz bitmedi. Nihai karar önemlidir. Ama bütün kalbimle inanıyorum ki, karar lehinize olacak. Böylece bu toplama kampından beter işkence sonlanacak. Uzun tutukluluk zorbalığı Türkiye’de bitecek. Avukat Ahmet Çörtoğlu’nun emeğini dostlukla selamlıyorum. Kararla ilgili olarak beni acı acı güldüren ve; başka ne yapabilirler ki, dedirten değerlendirmeleri görüyorum. Kararın kendisini ve başvurumuzu değil; özel yetkili savcılığın iddialarını, karar diye halka sunuyorlar. Savcılığın A.İ.H.M.’ne yolladığı ve karar ekinde bulunan A.İ.H.M.’nin üstüne basa basa savcılık iddiaları diye yazdıklarını karar olarak haber yapıyor ve konuşuyorlar. Yargılandığımız mahkemenin vermediği ve veremeyeceği kararları, A.İ.H.M.’ne verdirdiler. Hatta A.İ.H.M.’ne, Ergenekon Terör Örgütü vardır, bile dedirttiler. Mahkeme diyemedi daha. Diyorum ya ellerinden ancak bu geliyor: Yalan ve kirlilik. Avukatlarımın, Avukatım Ahmet Çörtoğlu imzası ile A.İ.H.M.’ne yolladığı başvuru metni, 2009 tarihlidir. Sayın Çörtoğlu şu üç noktada başvuru yapmıştır. 1) Kötü muamele ve sorguda yasak usullerle ilgili sözleşme maddelerinin ihlali. 2) Adil yargılanma ile ilgili maddelerin ihlali. 3) uzun tutukluluk ve yargılama biçimiyle ilgili sözleşme ihlalleri. Mahkeme bunun üzerine başvuruyu kabul etmiş, savcılıktan yani Türkiye’den savunma almıştır. Savunmayı ve şikayetimizi değerlendirmiş ve karara varmıştır: 1) Kötü muamele ve gözaltında-sorguda iddialarımızı kanıtlayacak delil sunamadığımız, uygulamada sözleşmeye aykırı tutumu gösterir bir durumun olmadığına 2) Davanın çok karışık olduğuna; iddianamenin kalınlığı, dava sayısı ve sanık çokluğu nedeniyle, davanın devam ettiği de vurgulanarak süreçler sona ermediğinden bu konuda başvurunun (Adil yargılanma noktasında) “ZAMANSIZ” yapıldığına karar verilmiştir. A.İ.H.M.; Tuncay Özkan hakkında yargılandığı mahkemenin ne karar vereceğinin, devamında Yargıtay’ın ne diyeceğinin belli olmaması nedeniyle sonuçtan memnun olmamam durumunda her zaman başvuru yapabileceğimi hatırlatarak; ayrıca safahatta oluşacak ihlalleri de kendisine bildirmemi istemiştir. Sonuç olarak A.İ.H.M., sözleşmenin Adil yargılanma ile ilgili kısmına dönük olarak başvuruyu değerlendirmeyi iç hukuk yolları tükenmediği için, dava devam ettiği için, ele almamıştır. 3) A.İ.H.M. başvurumuzun uzun tutukluluk süresi, adli kontrolün uygulanmaması, mukayeseli yargılama yapılmaması noktasındaki başvurumuzu, karar vermeye değer bulmuş, bu noktada ara karar vereceğini açıklamış ve Türkiye’den ek savunma istemiştir. Bunu da sözleşmenin 5.3 ve 5.4 maddelerine aykırılıktan talep etmiştir. Olayın özeti budur. Türkiye 10 Nisan’a kadar savunma verecektir. A.İ.H.M.’de bir karar açıklayacaktır. Bu karardan yola çıkarak, A.İ.H.M. “Ergenekon Terör Örgütü” var dedi, Tuncay Özkan’ı reddetti, Ergenekon’a A.İ.H.M. tokadı palavralarını üretenlere sadece acıyorum. Aynı zamanda bir skandala imza atan ve A.İ.H.M.’ne yalan beyan yollayanlara da acıyorum. Buradan Adalet Bakanı’nı, H.S.Y.K.’yı göreve çağırıyorum ve suç duyurusunda bulunuyorum. Türkiye’den savcılığın yolladığı fezlekede yalan beyanlar bulunmaktadır. Savcıları bu yalanlarını ispata davet ediyorum. Benimle ilgili bütün yazan, söyleyenlere de hodri medya diyorum. 1- Benim evimde bomba ve mühimmat çıktığı kuyruklu yalandır. Ev arama ve tespit tutanaklarım mahkeme dosyasında mevcuttur. Avukatlarım her isteyene bunları verecektir. Evimde yapılan aramada bomba ve mühimmat bulunmamıştır. Bu kuyruklu yalandır. İftiradır. Ne felakettir ki, A.İ.H.M.’ne evimde bomba ve mühimmat çıktığını savcılık söylemiştir. Gerçeği bildiği halde böyle davranmanın takdirini sizlere bırakıyorum. Bu yalan nedeniyle A.İ.H.M. bazı ihlallerle ilgili başvurumuzu olumsuz karşılamıştır. Bu yalanla ilgili olarak A.İ.H.M., Adalet Bakanlığı, H.S.Y.K. nezdinde hukuki her girişimde bulunacağız. Evime gelen polislere ruhsatlı tabancam ve mermilerimi kendim teslim ettim. Bomba, mühimmat yoktur, tutanaklar açıktır. Ben A.İ.H.M.’ne bu yalana sığınarak gidenleri kınıyorum. Çaresizliklerinin son noktası budur. Günü gelince benden özür dileyecekleridir. Bunu mahkemede de dile getirdim: Özür dileyecekler ama bu yapılan artık suçtur. 2- Evimde yapılan aramada gizli MİT belgeleri ile M.G.K. tutanakları çıkmamıştır. Yalandır. Savcılık A.İ.H.M.’ne yalan beyanda bulunmuştur. A.İ.H.M. yanıltılmıştır. 3- Savcılık Kanaltürk satıldıktan aylar sonra beni tutuklamıştır. A.İ.H.M.’ne Kanaltürk hâlâ benim yönetimimdeyken tutuklandığımı ve bu sırada iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’ne program desteği yaptığımı, onların istekleri doğrultusunda yayın yapmak için televizyon kurduğumu yazmışlardır. Hepsi yalandır. Dosyada 32. Gün programında Nazlı Hanım ile katıldığım program ile Sevan Nişanyan ile çıktığım Teketek programı dışında hiçbir programın kaydı, çözümü bulunmamaktadır. Bunlar hukuk skandalıdır. Ama başka ne yapabilirler ki? Gerçek şudur: Kanaltürk satılınca 128 gazetecinin eşyası bir depo kiralanarak, odalarından alınmış ve buraya konulmuştur. Polis bu depoyu da aramış, burada en erken tarihi 1998 olan 20 kadar Gizli ibareli MGK tutanağı ki, hepsi Kürt Sorunu ve Kuzey Irak ile ilgilidir, değerlendirme raporlarıdır ve Operasyon, Abdullah Öcalan Neden Verildi, Ne Olacak, CIA Kürtleri, Bush ve Saddamın Gölgesinde Entrikalar Savaşı kitaplarımda kullanılmıştır. Bir tek dava açılmamıştır. Ki ben 301’den iki kez yargılanıp beraat eden, hem de Genelkurmayca şikayet edilen bir gazeteciyim. Bunları hemen kabul ettim benimdir, dedim. Ayrıca Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın kimlikleri de aynı kutuda bulunmuştur. Ayrıca aynı yerde bulunan Susurluk Raporu ile Susurluk düğün fotoğraflarının da benim olduğunu söyledim. Bugün suçlandığım o fotoğraflar, Susurluk ana davasında delil oldu. Ben savcılığa teslim ettim. Susurluk Raporunu televizyonda ve gazetede ben açıkladım. Yeşil’in MİT ve JİTEM elemanı olduğunu, Etibank’tan maaş aldığını, cinayetlerde ve Öcalan’ın öldürülmesi için kullanıldığını ben kamuoyuna açıkladım. Faili meçhul cinayetlerini ben sıraladım. Bunları DGM savcılarına da ben verdim; istediler, tutanakla, ifademle teslim ettim. Hepsi Susurluk Davasının ana delilleridir. Kaldı ki Yeşil’in kimlikleriyle ilgili yayınlarım nedeniyle MİT tarafından suçlandım. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandım. MİT o zaman bu kimlikleri, “Kozmik odasına girerek çaldığım” suçlamasını ileri sürdü. Yargıtay kararı ile beraat ettim. Dava sırasında, Susurluk düğün fotoğrafları nedeniyle 6 yıl hapis cezası aldığını söyleyen ve beni yaşamı boyunca düşman gördüğünü açıklayan İbrahim Şahin ile aynı örgütte bulunmakla suçlanıyorum. O yönetici, ben üye. Hatta Nazlı Hanım duruşmaya geldiğinde; “Yok şimdi olmadı, Tuncay ile Şahin aynı örgütte olamaz” dedi. Ama olan budur. Şimdi aklınıza; Tuncay Özkan neden evinde silah bulunduruyor, sorusu gelebilir. Yanıtlayacağım. Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinin İran destekli bir terör örgütünce işlendiğini savladım. Sonuçta benim savım doğru çıktı. Mahkemelerin kararı ortada. Ancak bu araştırmalarım sırasında yabancı bir gizli servisin beni öldürteceği bilgisi üzerine MİT İçişleri Bakanlığı Merkez Koruma Kurulu’na bilgi vermiş. O tarihte evim ve kendim yakın koruma altına alındım. Halen de korunmaktayım. Gülmeyin, gerçekten koruma altındayım. İstanbul İl Koruma Kurulu, cezaevinde bana çağrılı koruma sistemi ile korunmamın devam ettiğini bildirmem durumunda cezaevinde de koruma sağlanacağını resmi yazıyla bildirdi. Zaten tutuklandığımda da korumam evde idi. Ayrıca iki kez evime ve bana mafya gruplarınca bombalı ve silahlı saldırıda bulunulmak istendi. Bunları İstanbul polisi önledi. Failler ceza aldı. Bir kez uyuşturucu ve tarihi eser kaçakçısı bir milletvekilinin adamlarınca öldürülmek istendim; failler Sakarya’da planlama yaparken ele geçti. Bir kez AKP’li eski bir milletvekilinin tuttuğu korucu çetesince Kanaltürk’ten çıkarken kurşunlandım. Bunların delili Matkap Operasyonu dosyasında mevcut. Bu nedenle İstanbul Emniyetinden, ruhsatlı tabanca aldım. Eve gelen polislere de ruhsatımla beraber teslim ettim. Gelelim el bombaları meselesine. Bu depoda yapılan aramada iki adet içi mum dolu olan, kapsülü, patlayıcısı, maşası, fünyesi bulunmayan ve benim değil bir başka gazeteci arkadaşımızın masasında bulunan, mumluk olarak kullandığı el bombası kabı, ki ona da bir polis adliye muhabiri hediye etmiş, bilirkişi raporlarına ve benim ifadelerime rağmen savcılarca bomba yapıldı. Üstelik bana yazıldı. A.İ.H.M.’ne de evimde bulunan bombalar olarak bildirildi. Pes diyorum. Zamanınızı daha fazla almayacağım. Soruyorum: Beni tutuksuz yargılasalardı, ben de huzurunuza gelip her sorunuza belgelerle yanıt verseydim ne değişirdi? Çok değişir değil mi? O yüzden, susturulup unutturulmak için dört yıla yakındır tutukluyum. Kaldı ki örgüt üyeliğinden ceza alsam, yatacağım hapis süresi 4 yıl 8 ay 10 gündür. Ben zaten dört yıldır tutukluyum neredeyse. Suçlanmam örgüt üyeliğidir. Ben gazeteci değilmişim! Teröristmişim! Ama bunları benim mesleğe başlattığım ağızlara hiç mi hiç yakıştıramıyorum. 17 kitap yazdım. MİT üzerine kitabım 50. baskısını geçti. Öcalan kitaplarımın korsanlarından yakalananlar 250 binden fazla. Yunanca, İngilizce ve Arapçaya çevrildi yazdıklarım. Yüzlerce ödül aldım. Binlerce makale yazdım. Ama ben gazeteci değilim. Ayıp, diyorum. Benden gizli belgeler çıkmış, Susurluk Raporu çıkmış, Yeşil’in fotoğrafları çıkmış. Ne çıkacaktı ki? Gazeteciden belge çıkmaz mı? Şimdi (Allah korusun) eviniz basılsa sizden ne çıkar ki? Bugünler geçer. Ölmez de bu hücrelerden sağ çıkarsak, halkımızın önünde her şeyi açık açık konuşuruz. Hatalarımız varsa özür dileriz. Sevaplarımızı da terbiyemiz gereği sessizce geçiştiririz. Çünkü bize utanmayı da öğrettiler. Ben milyonlarca insanın gözüne bakarak meydanlarda konuştum. Alnım o günkü gibi ak ve dik. Hiç yala söylemedim halkıma. Hâlâ yalansız yaşıyorum. Ölümden korkmuyorum. Ama utanmaktan korkuyorum. O nedenle herkesi tarih önünde utanacağı sözlerden uzak durmaya davet ediyorum. Ben bu suçları işlemedim. Hayatım boyunca teröre, mafya, kirli siyaset, yolsuzluk ve insan hakları ihlallerine, faşizme karşı mücadele verdim. Barış ve özgürlük için savaştım, hâlâ savaşıyorum. Mahpushane bu kavgamın özgürlüğümün ve cesaretimin kefaleti oldu. Ben hakkımı halkıma helal ettim. Onlar da helal etsin. A.İ.H.M.’nin vereceği kararla yakında, Nisan’dan sonra, yani baharda kavuşacağımız umudundayım. Sizleri, izleyicilerinizi, sevenlerimi, beğenmeyenleri saygı, hasret ve sevgilerimle selamlıyorum. Özgür günlerde programınızda bana yer ayırın da anlatayım istiyorum. Yalansız, riyasız, çarpıtmadan, belgeli. Özgürce kucaklaşmak üzere; görüşmek üzere… Hoşçakalın… Tuncay Özkan
  16. Silivri Cezaevi’nde 1 yıldır tutuklu bulunan gazeteciler Pehlivan ve Terkoğlu, tartışma yaratan kitapları ile ilgili soruları avukatları aracılığıyla yanıtladı. İşte “Sızıntı/Wikileaks’te Ünlü Türkler” kitabıyla ilgili soruların ve Silivri’den gelen cevapları: 1- Wikileaks belgeleri ilk yayınlandığında bir süre konuşuldu ama sonra unutuldu. Siz neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz? Barış Pehlivan: Sorunuzun yanıtı aslında içinde var: Unutuldu! Medya bu belgelere hem korkudan, hem artık gazeteciliği bıraktığından hem de maalesef tembelliğinden gerekli ilgiyi göstermedi. Düşünebiliyor musunuz; Türkiye ve dünya siyasetine dair onbinlerce resmi belge herkesin erişiminde ama kimse açıp da okumuyor bile... Silivri cezaevine atılmamıza rağmen, buna gönlümüz elvermedi. Çok zor da olsa, önemli belgeleri perde arkasıyla, analizlerle kitaplaştırmak istedik. Ve başardık... İstiyoruz ki; 10 yıl sonra da başvurulacak bir referans kitabı olsun. Barış Terkoğlu: AKP iktidarının ilk günlerinde Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “bu topraklarda 200 yıldır ilk kez iç dinamiklerle dış dinamikler örtüşüyor” demişti. Akdoğan’ın sözlerinin kendi baktığı yerden haklılığı var. Gerçekten de son 10 yılda Türkiye’nin yaşadığı dönüşümde bu uyumun parmak izlerini görüyoruz. 200 yıllık modernleşme hareketimizin sonucu olan kurumlar küresel güçler tarafından dönüşüme zorlanıyor. İçeri de ise, o kurumları yeniden tanımlamak isteyen siyasi iktidar var. Biz Wikileaks belgeleri ile Türkiye’nin son 10 yılında yaşanan değişimin fotoğrafını çekebileceğine inanıyorduk. Sızıntı kitabında da bunu yaptık. Kitabın kurgusunda da bunu görebilirsiniz. Wikileaks konusunda okuyucu bilgilendirildikten sonra Erdoğan, AKP ve Gülen cemaatinin anlatıldığı bölümler geliyor. Ordu, Balyoz ve Ergenekon bunu takip ediyor. PKK’ya ilişkin tartışmalar ve dış politika ile tamamlanıyor. Parçalar birleşince son 10 yılın ya da birilerinin sevdiği ifadeyle “Yeni Türkiye”nin oluşumunun teorisi ortaya çıkıyor. 2- İncelediğiniz kriptolar arasında sizi en çok şaşırtan hangisi oldu? Barış Pehlivan: Şaşırtan değil de gülümseten çok belge oldu. Örneğin, hem siyaset, hem bürokrasi hem de medyadan birçok önemli isim; ABD’li diplomatlara sürekli birilerini gammazlıyorlar! Sanki karşılarında “Güzin Abla” varmış gibi; dertlerini/şikayetlerini anlatıyorlar. Dahası; bunu yaparken de kendilerine hiç toz kondurmuyorlar. Ama büyükelçilerin tüm bunların farkında olması ve asıl görüşlerini kriptolara yansıtması beni çok sık gülümsetti. Barış Terkoğlu: Kuşkusuz şaşırmak insan aklının en güzel refleksi. Ancak bu ülkede öyle şeyler yaşıyoruz ki belki de bu refleksimizi kaybettik. Yine de ülkedeki elitlerin ABD elçileriyle başbaşa kaldıklarında söyledikleri ile topluma yansıttıklarının arasındaki farkı görmek herkesi şaşırtır sanıyorum. 3-“Sızıntı” kitabı Türkiye’nin gündemine oturdu. Gazetelerin manşetleri kitapta yer alan kriptolara ayrıldı. Böyle bir ilgi bekliyor muydunuz? Barış Pehlivan: Medya geç de olsa “uyandı”, diyelim. Gerçek demokrasinin ve hukukun olduğu bir ülkede; örneğin polisin verdiği Ergenekon brifingi ortaya çıksa, dönemin İçişleri Bakanı ve ilgili polisleriyle ilgili soruşturma başlar. Biz de ise; Emniyet Genel Müdürlüğü “yalanlıyor” sadece... Ne yani; o kriptoda anlatılanları, görsel sunumları, isimleri, olayları ABD Büyükelçiliği kendi mi uydurdu? Kaldı ki; tek brifingden söz etmiyoruz. Kriptoda başka brifingler de yer alıyor, hem de polislerin isimleriyle birlikte... “Dışardaki” gazeteci arkadaşlar kriptoları ayrıntılı incelerse onlarca manşetlik haber çıkarabilir. Odatv aracılığıyla; kitabımıza haberlerinde, TV programlarında ve köşelerinde yer veren meslektaşlarıma ayrıca çok teşekkür ederim. Barış Terkoğlu: Bazı bölümleri yazarken çok konuşulacağını tahmin edebiliyordum. Büyükanıt ve Balbay’a ilişkin Türk polisinin Amerikalılar’a söylediklerinin gündem olacağı aşikardı. Ama bütününe ilişkin beklediğimin ötesinde ilgi gördük diyebilirim. Cezaevi’nde karşılaştığım Mustafa Balbay, “insanların işlenmiş bilgiye ihtiyacı var” sözleriyle kitabın gördüğü ilginin sebebini bence de özetledi. 4-Cezaevinde kitap yazmanın zorlukları neydi? Barış Pehlivan: Cezaevinde kitap yazmak zor. Hele de kitabı iki kişi yazıyor ve birbirinizi hiç görmüyorsanız çok daha zor. Biliyorsunuz; Barış Terkoğlu’yla ayrı koğuşlardayız. Ama bizi cezaevine atanlar, içimizdeki gazetecili tutkusunu hapsedemediler, aksine daha çok bağlandık mesleğimize. Sanırım bu aşk bizi motive etti. Bu vesileyle, avukatlarımıza ve Odatv çalışanlarına tekrar teşekkür etmek isterim. Bu kitap sizlerin desteği olmadan çıkamazdı... Barış Terkoğlu: Cezaevinde hiçbir şey kolay değil. Ama insan, iradesiyle tüm zorlukların üstesinden gelebilir. Merak ediyorsanız, 12 Eylül hapisanelerinde daktilo kullanabiliyordunuz. Bugün yasak. Tutuklular yazılarını kurşun kalemle yazıyor. Kaynaklar elinizin altında değil. Bu nedenle cezaevinde arşivcilik gelişiyor. Beraber çalıştığınız kişiyle büyük ihtimalle aynı koğuşta kalmanız da engelleniyor. Bu da büyük bir zorluk. Tüm bunlara rağmen ben hapishane kötümserliğini sevmiyorum. Dünyayı değiştirmek isteyen ve bunu yapabileceğine inanan insan, her koşulda gülerek mücadele etmeyi seçmeli. O yüzden şikayet etmek istemem. Burası bir hapishane. Nazım’ın dizelerindeki gibi eğer “adımlarını tarihin akışına uyduran, temelleri çöken bugüne vuran, yarını kuran” isek, duvarları tanımamak durumundayız. 5- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Barış Pehlivan: “Sızıntı”yı okuyanlar bizim neden hapiste olduğumuzu da anlayacaktır. Bizi dört duvar arasına atanlar, işte bu gazeteciliği yapmamızı istemediler. İstediler ki; yalanlarla dolu operasyonel kitaplar/haberler yazalım. Odatv duruşmasında da söyledim; bedeli ne olursa olsun kalemimi satmayacağım, boynumu eğmeyeceğim. Bu zulümler, bu davalar gelip geçicidir; kalan tarihe düştüğünüz notlardır. Barış Terkoğlu’yla birlikte onur duyacağımız bir notu bu kitap sayesinde tarihe geçirdiğimizi düşüyorum. Barış Terkoğlu: Odatv’ye teşekkür ederim. Dışarıda sizinle beraber inandığımız gerçekleri yazmak isterdim. Malum nedenlerle mümkün değil. Bir toplum için düşünenler, yazanlar hapis ise toplum da hapis oluyor. Belki yanınızda olup size soğuk gerçekleri armağan edemiyoruz. Ama artık dokunanı yakan bir Bastille’imiz var. Kabe-i hürriyet oldu. Hepimizin esareti aynı duvarların ardında. İnanıyorum ki güneşi beraber doğuracağız. Sancılarını duyuyorum.
  17. Türk Tabipleri Birliği, geçen yıl Başbakan’ın Hopa mitingi öncesi çıkan olaylarda hayatını kaybeden Metin Lokumcu’nun biber gazından öldüğünü söylüyor. Adli Tıp Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi’nin otopsi raporuna göre Metin Lokumcu kalp ve akciğer rahatsızlığı yüzünden ölmüştü. TTB raporu ise biber gazını işaret ediyor. Başbakan’ın Hopa mitingi öncesi çıkan olaylarda hayatını kaybeden Metin Lokumcu’nun ailesi konuştu; "Hiçbir şey bizi Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri kadar üzmedi" Hiç kimse Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri kadar üzmedi. Gazetecilerden de isimleri tam hatırlamıyorum, yaşlıca biri vardı, gerçekten kaale alamadım. Aşırı gülünçtü söyledikleri. Babamın çevresi terör örgütüymüş. Babam Ergenekon’cuymuş da bizim mi haberimiz yokmuş? Bu rapor hukuki mücadelenizde neyi değiştirecek? Şimdi İstanbul Adli Tıp’tan bir rapor daha bekliyoruz. Ama en çok istediğim Trabzon Adli Tıp’takilerin yargılanması. Bugün bize oldu yarın başkasının başına gelebilir. Bizim şansımız, işi bilen çok avukatımız vardı. Zaten otopsinin geç başlamasından şüphelenmiştik biz. Ölüm saati de yanlış raporda.
  18. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    AKP ve yandaş yazarlara bakarsak Türkiye hızla sivilleşen bir ülke! Ama gelin görün ki sivilleşme dediğimiz şey sadece askerin kışlasına dönmesinden ibaret değildir. Kamu yönetiminin, devletin görevlilerinin de hesap verebilmeleri ile de ilgilidir. Üniformalı devlet görevlilerinin yerini, üniformasızlar alıyorsa vesayet rejimi de sürüyor demektir. Sivilleşmeyi sadece “rejim üstündeki asker gölgesinin kalkmasından ibaret zannedenler için” Türkiye’nin sivilleştiğini söylemek kolay ve yeterli tabii... Devlet görevlileri işledikleri suçlar ya da kamu hizmetini görürken yaptıkları hatalar nedeniyle, Hesap vermiyorlarsa, Hesap sorulamıyorsa... Orada “otoriter bir yönetim var demektir." Ve "sivil bir demokrasiden de söz edilemez."
  19. Burası Türkiye İleri demokrasi ve insan haklarının en iyi yaşandığı bir ÜLKE.! O nedenle Hakim sınıfların devleti yöneten kurumları sizden alacağı varsa canınıza ot tıkar. Ama sizin bir alacağınız ya da talep ettiğiniz bir hakkınız varsa sürüm sürüm süründürür... Ey bu topraklarda yaşayan bizlerin, hakkını, hukukunu ve özgürlüğünü koruması için atalarımızın birlikte kurduğu devletimizin şu anda iş başında olan sevgili elit yönetenleri, müdürleri, memurları..vs.vs..; Üç kuruşluk alacak için onca masrafa katlanıp haciz bildirimi yapmayı biliyorsunuz da... Ey benim canım vatandaşım, siz galiba şu bankada var olan üç kuruşunuzu on yıldır bu hesapta duruyor ve işlem yapmamışsınız, bundan sonrasında ne yapmak istersiniz diye iki satır yazı yazmak çok mu zorunuza gidiyor? Kafasına kuş sıçtığında şans oyunları aklına gelen ve her an oramızı buramızı çimdikleyerek ağzımıza tükürenlere oy vermeyi bir görev bilen bizlerin, önemsemediğimiz ufak tasarruflarımızı bile bir takım mevzuatlar yaratıp, aç gözlü hakim sınıflar adına gasp etmeyi ihmal etmeyenlerin kerhen yaptıkları bu uyarıyı göz ardı etmeyin isterseniz...
  20. Bilindiği üzere 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62 nci maddesine göre, bankalar nezdlerindeki mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklardan hak sahibinin en son talebi, işlemi, herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak on yıl içinde aranmayanlar zaman aşımına tabidir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62 nci maddesinin uygulanmasına ilişkin yayımlanan yönetmeliğin 8 inci maddesi gereğince zaman aşımına uğrayan mevduat, katılım fonu, emanet ve alacakların listesi Şubat ayı başından itibaren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu internet sitesinde üç ay müddetle ilan edilecektir. Bu çerçevede listede isim ve hesap bilgileri yer alan kişilerin en geç 15 Mayıs 2012 tarihine kadar hesaplarının bulunduğu bankanın ilgili şubesine geçerli kimlik belgeleri ile başvurmamaları halinde yasa gereği zaman aşımına uğramış olan mevduat, emanet hak ve alacakları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilecektir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Zamanaşımı Hesapları Önbildirim Sorgulama
  21. Hayatımızın hikayesine kattığımız yapraklar… Nefes aldığımız her gün... Güneşin doğuşuyla canımıza katılan hayatlar... Hatalarımız.. Yaşam şekillerimiz başarılarımız… Mutluluklarımız… Üzüntülerimiz… Hikayesine kapıldığımız hayatımız… Ne zaman en son kontrolümüzden çıktı? Bizi bizden daha iyi sorgulayan “biri” arayışına girmeyi çoktan bıraktık. Peki hayatlarımızın kontrolü kimde? Hayatın akışında mı? Hayatın akışına bir şahsiyet kazandırmayı ne çok sevdik. Hayatın akışı yani kaderimiz… Öyküm... Pencereden baktığımda her yan bembeyazdı. O kadar sessizdi ki çocuk aklımla konuşmaya korktum bir an..çocukluğumun geçtiği evin penceresinden dışarıyı izliyorum. Beş yaşındayım. Ne çok büyüğüm diyorum içimden, hava kararmıştı. Bütün gün dedemi bekledim camda. Bana söz vermişti ormandan çam ağacı getirecekti. Çocukluğumun mucizesiydi bu, karlarla örtülü dağların eteklerinden bir çam ağacı bizim evin salonuna geliyordu bu gece. O camdan bakarken ne hayaller kuruyordum. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Evin içi sıcacık, kömür sobamız o kadar çok ısınmıştı ki kıpkırmızı olmuştu. Az evvel içine attığım çam kozalağı yüzünden annemden azar işitmiş camın önünde dedemi beklemeye devam etmiştim. Şimdi düşünüyorum da, ben babamı hiç tanımadım. Dedemin bana verdiği şevkat sayesinde babamı hiç özlemedim. Babam niye yok demedim. Ben dedemi çok seviyordum. Gülen, boncuk gibi gözleri vardı dedemin, pamuk gibi elleri. Mutluydu benim dedem, beni çok seviyordu. Ben onun biricik torunuydum. Annem, annem çok zor günler geçirmişti benim. ikinci dünya savaşını görmüştü bir kere kolay mı. Erken yaşında ölen anneannemin ardında üç yetim kız kalmışlardı. Annem almıştı onları kanatlarının altına, yokluklar içinde geçen hayatları balkan insanını anlatıyordu.. Novipazar..kalbimin atmaya başladığı yer…güneşin doğuşunu ilk gördüğüm yer..kuşlarla böceklerle ilk tanıştığım yer..sevgiyi ilk öğrendiğim..özlem duygusunu ilk tattığım yer..memleketim.. Penceresinden baktığım küçük evimiz..her tarafından soğuğu hissettiğimiz..sıcacık yuvamız..çocukluğumun evi.. Camdan bakmaya devam ederken düşündüğüm tek şey “dedem nerede kalmıştı”…saf temiz çocukluğum..bakmaya devam ederken akşamın karanlığında bir karaltı görür gibi oldum..bastım çığlığı..dedem bu dedem..sırtına yüklenmiş çam ağacını ağır ağır eve doğru yürüyordu…kalbimin atışları hızlanmıştı..kapıdan içeri girdiğinde üşümüştü…ben o kadar küçüktüm ki ağaç kocaman gelmişti gözüme..sevinçten yerimde duramıyordum…ağacı pencerenin önüne yerleştirdik..üzerine yağan karlar erimişti bile…bütün gün teyzemle hazırladığımız bezden kağıttan yaptığımız süsleri bağlamaya başladım ağaca..o gün bir de kocaman bir yıldız almıştık çarşıdan..ağacın en tepesine takmak için..bütün gece ağacı süsleyerek oynadım… o kadar mutluydum ki masal dünyasında gibiydim…en son süslemem bittiğinde ağacın altına saklandım… sanki kimse beni göremezmiş gibi.. görmesin gibi.. bu benim ağacımdı hem…dedem bana getirmişti..kimse karışamazdı bana.. dedem..canım benim..o yoklukta tek torununu mutlu etmek için uğraşıyordu..ne kadar mutlu olsam da bunun değerini biliyor muydum acaba..bunu hatırlamıyorum…tek bildiğim onu çok seviyordum…şefkatli..sevgili dedem.. Dedem çok uzun yaşamadı..kısa bir süre sonra öldü…ne çok üzülmüştüm..ne çok ağlamıştım..ilk acımı yaşıyordum..ikinci acısını yaşıyordu annem..teyzelerim..ikinci kez öksüz kalmışlardı..dedem evimizin direğiydi..mutluluk kaynağımızdı..genç yaşında annesini kaybeden bir genç kadın iki genç kız ve bir çocuk..balkanların ortasında…hayatın ortasında..hayatı öğreniyorduk acımasızca…daha çok acılı tarafını gören annem artık gülümsemiyordu çok kez..anlamıyordum yine çocuk halimle..dedem ölmeden evden ayrılan teyzem dedemin ölümü ve onun isteği üzerine eve geri dönmüştü..en küçük teyzem..yıllarca kırgınlıklar sebebiyle eve dönmek istememişti..uzak şehirlerde yaşamış…geçici işlerde çalışmıştı..dedem ölünce bu onu çok etkilemişti..dedemin son isteğini yerine getirmek hem de kırgınlıklara bir son vermek için eve dönmüştü..ne çok sevinmiştim…çok seviyordum onu..geldiği gün sokağın başından sesini duymuştum..iki çanta dolusu çikolata ve şekerlemeyle koşuyordu sokaktan bana seslenerek…gülümseyerek…onu görünce nefesimin kesildiğini hatırlıyorum..küçücük bir çocuğu mutlu etmek ne kolaydı..evimizde dedem öldüğünden beri bunu kimse pek düşünmez olmuştu..sıkıntılar yokluklar bunu unutturmuştu.. Evimizdeki neşe teyzemle geri dönmüştü…bir süredir evimizde yaşanan düzensizliklere teyzem bir nokta koymuştu..gelişinin ertesi günü evimizin ilk önce temizliğini yapmış..evin içi çiçek gibi kokmaya başlamıştı..teyzem evin düzenine temizliğine çok dikkat ediyordu..evin içinden güzel yemek kokuları gelmeye başlamıştı…evimiz eski sıcaklığına geri dönüyordu…içim ısınıyordu tekrar… Artık iki teyzem de çalışıyordu..ben okula gitmeye başlamıştım..okula gitmeyi çok seviyordum..arkadaşlarımı…orada olmayı çok seviyordum…öğretmenlerim de beni çok seviyordu..içlerinden biri sadece bana aynaya çok baktığım için kızıyordu..ama biliyordum beni yine de seviyordu..çünkü çocuklar sevildiğini hisseder… … Ogüne dair net olarak hatırladıklarım, güneşin ilkbahara yakışan yakıcılığı, bahçedeki hanımeli, şebboy ve güllerin insanın içini bayıltan kokusu..annem teyzelerim ve ben bahçedeki yaseminin gölgesinde…çimlerin üzerine oturmuştuk…küçük teyzem yine her zamanki neşesiyle pikapta son günlerin moda olan bir şarkısını koymuş…plak döndükçe o da eşlik ediyordu…hepimiz gülümsüyorduk..çiçeklerimiz boyumdan uzundu…sokağımız bizim sesimizle eğleniyor gibiydi…komşularımızdan bazıları evimizin önünden geçerken selam veriyor gülümseyerek şarkının nakarat kısmına eşlik edip el sallayarak uzaklaşıyorlardı…hayat ne güzeldi.. Bahçemizde kedimiz vardı…Kedimizin yavruları…ve köpeğimiz ”sonja”…hepimizi sevgilisi..o zamana kadar gördüğüm en akıllı en duygulu hayvan..hayvanlar iç güdüleriyle hareket eder sözünü çürüten sonja… Hayatımın en güzel günleri…tüm yaşananlara rağmen özlemini en çok hissettiğim anlarım.. İki teyzemin de çalışmasıyla maddi gücümüz toparlanmaya başlamıştı…evimizi güzelleştirmiştik..çok güzel bir hayatımız vardı.. Kırlarında koştuğum meyve bahçelerimiz vardı..kasabamızın uzağında…zaman zaman gidiyorduk “semenjaca” ya… Piknik yapıyor..erikleri elmaları dalından koparıyorduk…o meyvelerin tadını hala başka bir yerde alamadım…bazen bir meyvede hatırlar gibi oluyorum en fazla… … Ogünlere dair hatırladıklarım hep çok güzel anlar..nergis kokan…lale sümbül kokan bahçeler…bahçelerinde koşuştuğum topraklar… Çocuktum..çocukken ne üzebilir ki insanı..biri elinden oyuncağını alırsa en fazla birkaç saniye üzülür bir çocuk..sonra tekrar yeni oyunlara dalar..ben de gerçek bir çocukluk yaşadım..özlemle andığım…hatırladıkça gözlerimin dolduğu yüreğimin kabardığı günlerim çocukluk günlerim.. … Her güzel şey gibi kısacık çocukluğum.. Gözlerimi gerçek dünyaya açtığımda, özlemin ne demek olduğunu anladım. … Ogünlerde çocukça hatırladığım büyüklerin konuştuğu sohbetler oluyordu. Tito’ dan bahsediyorlardı. Yugoslav lider Tito..ne çok seviliyordu..kimdi bu Tito..çok daha küçükken anlayamıyordum..Almanları yugoslavyadan kovmayı başaran Tito Yugoslav halkının kahramanıydı..Sosyalist Yugoslavya nın başbakanı olmuştu..tüm Yugoslav halkı tek bir çatı altında birleşmişti Tito sayesinde..hristiyanı müslümanı kardeşçe yaşıyordu yıllardır..bunu da Tito ya borçluyduk..o olmasaydı inci taneleri gibi dağılırdık sanki..artık bunlar konuşuluyordu sokak aralarında…ev ziyaretlerinde..belki de çok kötü günler bizi bekliyordu..çetelerden bahsediyorlardı..zulüm yapıyordu bu çeteler..bulgar çeteler..çetnikler..anlayamıyordum..oyun oynamak varken..hayatın tadını çıkarmak varken neden bunlar konuşuluyor yaşanıyordu..aileler korkuyordu.. Bindokuzyüzaltmışbeş yılındaydık…ben onbir yaşındaydım.. Artık bizim evde de bu konular konuşuluyordu sürekli…annem buradan gitmek gerektiğini söylüyordu..belki de türkiyedeki akrabalarımıza haber verip, yanlarına gitmemiz gerekiyordu..ilk duyduğumda şaşırmıştım..çocuktum..burayı terk etmenin ne anlama geleceğini bilmiyordum ki..o sene hayatımız çok güzeldi..düzenimiz oturmuştu..okula gidiyordum..altıncı sınıfa geçtiğim yazdı..yaz tatilindeydim..hayat çok güzeldi… Bir gün teyzem türkiyeye turist olarak gitmekten söz etti..oraya gideceksek önceden gidip görmeliydik oraları..ya yapamazsak..alışamazsak..önceden bilmek gerekiyordu..ailece karar verdik..gidilecekti..teyzem ve ben birlikte türkiyeye, istanbula gidiyorduk..Allahım hayat ne güzeldi…şarkılarda bahsedilen istanbula gidiyordum.. … Ogece sabaha kadar uyuyamadım..arada bir gözlerim yenik düşse de uykuya rüyamda istanbul’ u görüyordum. Masallarda geçen istanbula gidiyorduk yarın sabah.. … Uzun süren neşeli bir otobüs yolculuğumuz olmuştu. Yolda şarkılar söylemiştik hep beraber..istanbul’ a vardığımızda çocuk enerjisiyle sanırım pek yorgunluk hissetmiyordum..daha çok heyecanlıydım..kalbim deli gibi çarpıyor..sürekli etrafımı gözlemliyor..çevreyi inceliyordum..büyük teyzemler istanbula çok önceden gelip yerleşmişler..düzenlerini kurmuşlardı..biz de bu kısa gezi için onların yanına gelmiştik..bizi çok güzel karşıladılar..balkanlara özgü sıcaklık samimiyet ve misafirperverlikle ağırladılar bizi.. Kapıdan içeri ilk girdiğimde bizim nefis Boşnak böreğinin kokusu geldi burnuma…içerisi düzenli, temiz ve tertipliydi..ama ne çok insan vardı..bizim Boşnak insanı böyledir işte..çoluk çocuk gelinler torunlar hep bir arada yaşarız..zorlukları çok olsa da alışılmış bir durumdur bu Boşnaklarda..özellikle erkek çocuklar..ev tek katlıysa mutlaka üste kat çıkılır erkek çocuk evlenince orada oturur..yemekler hep birlikte yenir çaylar kahveler birlikte içilir..gece geç saatlerde herkes evine çekilir..bu durumlarda en çok gelinler yorulur..herkesin işine koşar Boşnak gelini..evdeki her şey gelinden sorulur..sabah kahvaltısı..sobanın yakılması..çocuklarının karnını doyurulması..okula gönderilmesi..temizlik..yemek..çamaşır bulaşık..tabii bu işler hem kendi evi için hem kayınvalidesi için geçerlidir..iki evin idaresi ne kadar yorsa da bu gelinin sorumluluğundadır..zordur Boşnak gelininin işi..ama buna rağmen temiz titiz ve beceriklidir…dolabında yemeği tatlısı böreği hep hazırdır.. Karnımı doyurduktan sonra benimle aynı yaşlarda olan kuzenlerimle bahçeye çıktık..güzel bir bahçesi vardı evin..ama bizim kendi bahçemiz burnumda tütmeye başlamıştı..ama o nasılsa bizimdi..şimdi bu bahçenin tadını çıkarmak lazımdı..bahçede oyunlar oynandı atlandı zıplandı..sonra kuzenlerimden biri bisikletini getirdi..çok güzeldi..gözlerimi kocaman açmış bisikleti incelerken kuzen beni bisikletle gezdireceğini söyledi..sevinçten boynuna atlamıştım..bisiklete bindik ve o zaman tek tük arabanın bile geçmediği pendik’ in sokaklarında bisikletimizle gezmeye başladık..uçuyor gibiydim..o kadar güzeldi ki..geçtiğimiz sokaklar hep gül bahçelerine sınırdı..her bahçeden değişik çiçek kokuları geliyordu..ben bir yandan çığlıklar atıyor bir yandan kahkahalarla gülüyordum..deli gibi sevinçliydim..o kadar uzun yoldan geldikten sonra bile yorgunluk hissetmiyordum.. … Teyzemin mis gibi böreğinin kokusu sokağın başına kadar gelmişti sanki..belki bana öyle gelmişti..o kadar acıkmıştım ki..hep beraber tüm akrabalar masanın etrafına oturduk..kalabalık bir ailede yaşamak ne güzeldi..bir sürü çocuk vardı..teyzem pamuk elleriyle böreği parçalamıştı..boşnak böreğinin güzelliği buradaydı…sıcakken elle parçalayacaksın boşnak böreğini..tiril tiril titrerken o börek daha soğumadan bitiyordu..insan kalabalığın içinde daha bir iştahla yiyor sanki..hele çocukken.. Yemekler yenmiş bulaşıklar yıkanmış tatlı ve kahve servisi yapılmıştı..adet üzere yugoslavyadan gelirken rahat lokum getirmiştik..kahvenin yanında ikram edilmişti minik lokumlar..bu aslında bir Osmanlı geleneğiydi.. Uykum gelmişti bütün gün koşuşturmaktan yorgun düşmüştüm..olduğum yerde uyuya kalmıştım..beni daha sonra yatağıma götürmüşlerdi..sabah uyandığımda bunun nasıl olduğunu hatırlayamamıştım..
  22. Rahim iç tabakasında gerçekleşen olaylar Rahim iç tabakası adet döngüsünün ilk gününden itibaren salgılanan östrojen hormonu etkisiyle kalınlaşır. Yumurtlama gerçekleştiğinde salgılanan progesteron hormonu bir yandan östrojen hormonunun bu kalınlaştırıcı etkisini frenler, öte yandan rahim iç tabakasını özel bazı maddeler salgılamaya yönelterek döllenmesi muhtemel bir yumurta hücresinin yerleşmesi ve gebeliğin başlaması için elverişli duruma getirir. Rahim iç takasında adet döngüsünün ilk yarısında östrojen hormonu hakimiyetinde gerçekleşen kalınlaşma proliferatif evre (proliferasyon=kalınlaşma), ikinci yarısında progesteron hormonu hakimiyetinde gerçekleşen salgılama ise sekresyon evresi (sekresyon= salgılama) adını alır. Neden kanama olur? Yumurtlama sonrası yumurtalıkta oluşan Sarı Cismin ömrü 14 gündür. Sarı Cisim "yaşlandıkça" salgıladığı progesteron hormonu azalır. Kandaki progesteron hormonu belli bir seviyenin altına indiğinde rahim iç tabakası desteğini kaybederek "yıkılmaya" başlar. İşte bu "yıkılma" kanamayla birlikte olduğundan adet kanaması adını alır. Sarı Cismin ömrünün sabit olarak 14 gün olmasının özel bir anlamı vardır: 28 günde bir adet kanaması gören bir kadında yumurtlama 14. günde olmaktadır, halbuki 30 günde bir adet kanaması gören bir kadında yumurtlama günü 30-14=16. gündür. Aksine 26 günde bir adet kanaması gören bir kadında ise yumurtlama günü 26-14=12. gündür. üstteki resim rahim iç tabakasında adet döngüsünün ilk gününden itibaren başlayan kalınlaşma sürecini şematik olarak göstermektedir. Alttaki şemada ise adet döngüsünün günlerine göre vücutta oluşan hormon seviyeleri görülmektedir. Östrojen hormonunun kanda artmasından hemen sonra LH hormonunun da bariz bir şekilde arttığına dikkat ediniz. Şemada ayrıca progesteron hormonu salgısının yumurtlamadan önce oldukça düşük olduğu, yumurtlamadan sonra ise bariz bir şekilde arttığı gözlenebilir. Adet Döngüsü Uzunluğu Adet döngüsünün süresi, yani adet kanamasının ilk gününden bir sonraki adet kanamasının ilk gününe kadar geçen zaman ortalama 28 gündür. Kadınların %15'i 28 günde bir adet kanaması görürlerken, %0.5'i 21 günden daha kısa, %1'i 35 günden daha uzun bir zamanda kanama görürler. Adet kanamasının ilk başladığı zamanı takip eden 5-7 yıllık süre içerisinde adet döngüsü genellikle daha uzundur. Hormon salgılayan sistemler olgunlaştığında üreme çağına özgü düzenli kanama paterni ortaya çıkar. Kadın 40'lı yaşlara geldiğinde hormon salgısındaki doğal değişiklikler döngünün yeniden uzamasıyla sonuçlanır. 2-8 yıl devam eden bu süre sonunda menopoz ortaya çıkar. Bu süre içerisinde adet döngüsünün uzamasını belirleyen temel olay yumurta hücresinin olgunlaşmasına kadar geçen sürenin uzamasıdır. Şekilde üst üste yer alan üç eğriden ortada olanı kadınların çoğunda görülen adet döngüsü süresini gösterirken bu eğrinin üstünde ve altında yer alan eğriler kadınların %5'inden daha azında görülen adet döngüsü süresinin kadının yaşına göre dağılımını göstermektedir. Dr. Kağan KOCATEPE
  23. Adet döngüsünde yumurtalıkta gerçekleşen olaylar Her adet döngüsünün başında yumurtalıklardan birinde yumurtalığın dış yüzeyine yakın yerleşimli yumurtalık hücrelerinden biri beyinden salgılanan FSH hormonu etkisiyle olgunlaşma sürecine girer. Olgunlaşan yumurta hücresi bu süreçte içi berrak bir sıvı dolu olan ve folikül adı verilen bir kesecik içindedir. Başlangıçta birkaç milimetre olan folikül, adet döngüsünün ortasına yaklaşıldığında 16-20 milimetre çapına ulaşır. Folikül içinde adet döngüsünün ilk günlerinden itibaren giderek artan miktarlarda salgılanan östrojen hormonu folikül olgunlaştıkça ve büyüdükçe daha da çok miktarlarda üretilir ve kana geçer. Kandaki östrojen en yüksek seviyeye ulaştığında beyinde luteinize edici hormon (LH) salgısını uyarır. LH salgısı 12 saat gibi kısa bir sürede hızla artar ve doruk noktasına ulaşır. LH hormonu seviyesinin bu denli hızlı artmasıyla olgun folikül yapısı en ince noktasından çatlar ve içindeki yumurta hücresini serbest bırakır. 28 günlük adet döngüsü olan bir kadında yaklaşık 14. gün gerçekleşen bu olaya yumurtlama adı verilir. Serbestleşen yumurta hücresi komşu Fallop tüpünün saçakları tarafından yakalanarak tüp içine alınır. Yandaki resimde bir Fallop tüpünün kesiti görülmektedir. Fallop tüpü saçakların bulunduğu uçta karın boşluğuyla, diğer uçta rahim içi boşlukla temas halindedir. Saçakların aktif hareketleri yumurta hücresinin karın boşluğuna düşmesini engeller ve tüp içine giren yumurta hücresi, tüpün içinde bulunan silya adlı tek yönde harekete izin veren özel "tüycükler" yardımıyla Fallop tüpünün içinde rahim içi boşluğa doğru ilerler. Folikül çatladıktan sonra "çatlama bölgesinde" Sarı Cisim (lat: Corpus Luteum) adı verilen bir yapı oluşur ve bu yapı progesteron hormonu üretmeye başlar. Sarı Cisim gebelik oluştuğunda bebeğe hormon desteği vermek üzere yaklaşık 10. gebelik haftasına kadar progesteron hormonu salgılamaya devam eder. 10. haftadan itibaren bebek kendi progesteron hormonunu kendisi üretebilecek hale gelir ve görevi devralır. Gebelik oluşmazsa Sarı Cismin işlevi 14 günde biter ve sarı cisim geriler. Sarı Cismin hormon salgısının durmasıyla kanda progesteron hormonu seviyesi kısa sürede düşer ve bu rahim iç tabakasının desteğini kaybederek "yıkılmasına" neden olur. Bu "yıkılma" adet kanamasıyla birlikte olur ve "yıkılan" doku kanamayla birlikte vücuttan atılır. Adet kanamasıyla birlikte yeni bir adet döngüsü başlar. Yumurtalık dokusunda adet döngüsünün ilk yarısında östrojen hormonu hakimiyetinde gerçekleşen folikül olgunlaşması foliküler evre, ikinci yarısında Sarı Cisim (Corpus Luteum) tarafından salgılanan progesteron hormonu hakimiyetinde gerçekleşen evre luteal evre adını alır.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.