Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Kitabın Adı: Kutsal Şemsiye Kitabın Yazarı: Peter L. Berger Basım Yılı ve Tarihi: 2005, İstanbul Sistematik Unsurlar Birinci Bölüm: Din ve Dünya-Kurma Her insan topluluğu bir dünya-kurma girişimidir. Toplum, bir insan ürünü olmak ve bir insan ürünü olmaktan başka bir şey olmamakla ve fakat sürekli bir şekilde üreticisi üzerinde karşı etki ücra etmekle diyalektik bir olgudur. Toplum bir insan ürünüdür, insan da bir toplum ürünüdür. Toplum fert doğmadan önce vardı ve öldükten sonra da var olmaya devam edecektir. Üstelik fert, ancak toplum içerisinde ve toplumsal süreçler sonucunda kimlik kazanan onu sürdüren ve böylece hayatına yön verecek olan çeşitli tasarıları gerçekleştiren bir şahıs olur. İnsan toplumdan ayrı var olamaz. Toplumun temel diyalektik süreci üç adımda oluşur. Bunlar dışsallaşma, nesnelleşme ve içselleşme’dir. Topluma en uygun ampirik bakış, ancak bu üç aşamanın birlikte anlaşılmasıyla mümkündür. Dışsallaşma, insanların hem fiziki hem de zihni faaliyetleriyle dünyaya doğru sürekli taşmalarıdır. Nesnelleşme, kendi asli üreticilerini kendinden çok dışa dönük bir olgusallık olarak karşılayan bir realitenin bu faaliyetinin sonucunda ulaşılan bir noktadır. İçselleşme ise sözü edilen aynı realitenin kendisini bir kez daha objektif dünyanın yapılarında sübjektif bilincin yapılarına aktarırken insanlar tarafından tekrar kendi içine mal edilmesidir. İnsan organizmasının “eksik olarak” doğma özelliği, onun içgüdüsel yapısının nispeten oturmamış niteliğiyle yakından alakalıdır. Gayri insani bir hayvan hayvan dünyaya yüksek düzeyde gelişmiş ve kuvvetle yönlendirilmiş içgüdülerle gelir. Netice itibariyle, şöyle veya böyle tamamen kendi içgüdüsel yapısıyla belirlenmiş bir dünyada yaşar. İnsanın yapısı kendi yapısı gereği eksik olarak programlanmıştır. O açık bir dünyadır. Yani öyle bir dünyadır ki, bizzat insanın kendi aktivitesiyle biçimlendirilmelidir. İnsan kendi kendine bir dünya oluşturmak zorundadır. Bu bakımdan insanın dünya-kurma çabası biyolojik açıdan ilgisiz bir olay olmayıp aksine onun biyolojik yapısının doğrudan bir sonucudur. Beşeri varoluş, insan ile bedeni ve insan ile dünyası arasında durmadan bir “denge kurma faaliyeti” dir. İnsan sürekli bir “kendine hakim olma” süreci içerisindedir. Ancak bu süreç içerisinde insan, bir dünya üretir. Sadece kendi ürettiği böyle bir dünyaya kendini yerleştirir ve hayatını gerçekleştirebilir. İnsan yalnız bir dünya üretmekle kalmaz, aynı zamanda kendisini de üretir. Daha açık bir ifadeyle, o kendini bir dünyada üretir. Dünya-kurma sürecinde insan, kendi çabasıyla kendi enerjisini toplar ve kendisine bir istikrar temin eder. O biyolojik anlamda bir insan-dünyasından sıyrılırken, beşeri bir dünya inşa eder. Bu dünya şüphesiz, kültürdür. Kültür insan tarafından sürekli bir şekilde üretilmeli ve yeniden üretilmelidir. Bu nedenle kültür yapıları, doğaları gereği değişmeye yatkın ve zorunlu yapılardır. Kültür, insanın ürettiklerinin toplamından ibarettir. Onun bir kısmı maddidir, bir kısmı da manevi. Kültürün bir unsuru olarak toplum, beşeri bir ürün olmakla manevi kültürün karakterini bütünüyle paylaşır. Toplum eylem halindeki insanlar tarafından oluşturulur ve sürdürülür. İnsan topluluklar halinde yaşar ve gerçekten insanlığını ancak diğer insanlardan koparılıp yalnızlığa itildiği zaman kaybeder. Daha da önemlisi insanın dünya-kurma aktivitesi her zaman ve kaçınılmaz olarak kolektif bir girişimdir. İnsanlar ancak birlikte aletler geliştirir, birlikte dilleri türetir, birlikte değerler bağlanır, birlikte müesseseler kurar ve benzeri şeyler yaparlar. Toplum kültürün sadece sonucu değil, aynı zamanda onun zorunlu bir koşuludur da. Toplum, insanların dünya-kurma aktivitelerine temel oluşturur, onları düzene kor ve koordine eder. İnsan bir dil icat eder, sonra bakar ki hem konuşması hem de düşünmesi o dilin gramerleriyle belirleniyor. Yine değerler üretir ve sonra bakar ki onlara muhalefet ettiği zaman suçluluk duygusuna kapılıyor. İnsan güçlü bir biçimde kendisini kontrol etmek üzere karşısına dikilen ve hatta dış dünyanın kalabalıklarını tehdit eden müesseseler kurar. Toplum yönlendirir, müeyyide kor, kontrol eder ve bireysel davranışı cezalandırır. Hatta onun çok güçlü ilahlaştırma özelliğiyle, bireyi yok bile eder. Hiçbir beşeri yapı, ferde kendisini bir gerçek gibi tanıtmaya zorlayan bir nesnellik düzeyine ulaşmadıkça doğru olarak sosyal bir hadise diye isimlendirilemez. Başka bir deyişle toplumun temel zorlayıcılığı onun sosyal kontrol vasıtaları altında yatmaktan çok kendisini gerçeklik olarak kurma ve kabul ettirme gücünde yatmaktadır. Bunun paradigmatik örneği dildir. Özel herhangi bir dil, insan yaratıcılığı, hayal ve hatta kaprisinin uzun bir tarihi sonucunda oluşur. Sözgelimi, İngiliz dilinin gelişmesini açıklayacak, bilinen hiçbir tabiat kanunu yoktur. Özgül beşeri olaylarda kaynağını bulan İngilizce, insan aktivitesiyle kendi tarihi boyunca geliştirildi ve ancak insanlar onu kullandığı ve anladığı müddetçe varlığını sürdürebilir. Nesnel bir gerçeklik olarak toplum, insan ikamet etmesi için bir dünya temin eder. Bu dünya, içerisine bir dizi olaylar şeklinde yayılan bireysel öz yaşam öyküsünü kuşatır. Gerçekten de bir ferdin özel biyografisi, sadece toplumsal dünyanın anlamlı yapıları içerisinde kavranabildiği ölçüde nesnel olarak gerçektir. Kuşkusuz fert başkalarını tuhaf ve büsbütün anlaşılamaz gibi görünen, oldukça çok sayıda sübjektif şahsi-yorumlara sahip olabilir. Bu şahsi-yorumlar ne olursa olsun, sonunda, kolektif bir biçimde kabul gören bir referans çerçevesine yerleşen ferdi biyografinin nesnel yorumu baki kalacaktır. Sosyalleşme, psikolojik olarak elbette bir öğrenme süreci olarak tanımlanabilir. Kültürün manalarına alıştırılan yeni nesil, onun yerleşik işlevlerine katılmayı ve rollerle birlikte onun toplumsal yapısını oluşturan kimlikleri kabul etmeyi de öğrenir. Sosyalleşmenin başarısı, toplumun nesnel dünyası ile ferdin nesnel dünyası arasında bir uyum kurmaya bağlıdır. Bu dünya, ferdin bilincinde (ebeveyni, öğretmenleri ve akranları gibi) anlamlı/önemli hariçten kimselerle giriştiği diyalogla inşa edilir. Yine bu dünya benzer diyalogla sübjektif gerçeklik olarak sürdürülür. Eğer böyle bir diyalog (eşin ölmesi, arkadaşların ayrılması veya göç etme) kesintiye uğrarsa, sözü edilen dünya sendelemeye ve kendi sübjektif makuliyetini yitirmeye başlar. Çoğumuzun bu istikrarsızlıktan habersiz olmasının nedeni genellikle bizim manidar başkalarıyla sürdüre geldiğimiz diyalogda yatmaktadır. Bu tür bir devamlılığın korunması toplumsal düzenin en önemli zorunluluklarından biridir. Toplumsal dünya hem objektif olarak hem de sübjektif olarak bir anlamlı düzen oluşturur. Objektif düzen bir bakıma nesnelleşme süreci içerisinde verilir. Dil olgusunun yaşam tecrübesi üzerine yapılmış bir düzen empozesi olduğu hemen görülebilir. Dil, sürüp gitmekte olan hayat tecrübesi akışı üzerine farklılaşma ve yapı empoze etmekle yasa koyar. Toplusal dünyada yaşamak, düzenli ve anlamlı bir hayat sürmek demektir. Toplum, yalnız nesnel olarak kurumsal yapılarında değil, aynı zamanda öznel olarak ferdin bilincini oluşturma konusunda da düzen ve mananın koruyucusudur. Bu nedenle toplumsal dünyadan köklü bir uzlaşma veya düzensizlik (anomi) fert için oldukça güçlü bir tehdit oluşturur. Fert bu gibi durumlarda yalnızca duygusal tatmin bağlarını kaybetmekle kalmaz, hareket halindeki istikametini bile kaybeder. Nasıl ki bir fert düzeni manidar başkalarıyla yaptığı diyalog içerisinde oluşturmakta ve sürdürmekteyse aynı şekilde bu diyalogu tamamen kopardığında anomiye saplanması da mümkündür. Beşeri varoluş esas itibariyle ve kaçınılmaz olarak dışsallaşma faaliyetidir. Dışsallaşama sürecinde insanlar realiteye mana aktarırlar. Her insan topluluğu daima manalı bir bütünlüğe yönelik dışsallaşmış ve nesnelleşmiş bir yapı oluşturur. Her toplum asla tamamlanmayan manalı bir beşeri bir dünya-kurma girişimiyle meşgul olmaktadır. Din, insanın dünya-kurma girişiminde stratejik bir yol oynamıştır. O, insanın kendini dışsallaştırmasının ve kendi öz manalarını realiteye aşılamasının en yüce sınırını ifade eder. Din ayrıca beşeri düzenin, varlığın bütününe yansıtıldığını da ima eder. Başka bir deyişle din, evrenin tamamını insan açısından manidar bir varlık olarak kavramanın cüretkar bir girişimidir.
  2. Gelişim ve Kendini Gerçekleştirme Psikolojisinin Bazı Temel Önermeleri Her birimiz içgüdüsel, içsel, verili, doğal vb. nitelikte temel bir iç doğaya sahibiz. Bu doğa, önemli oranda kalıtımsal olarak belirlenmiştir ve güçlü bir şekilde kalıcı olma eğilimindedir. İnsanların içgüdüleri hayvanlardaki gibi kesin bir şekilde ne zaman, nerede, nasıl ve kiminle ne yapması gerektiğini söyleyen güçlü, yanılmaz bir iç ses değildir. Bize kalan içgüdü kalıntılarıdır. Dahası bunlar zayıf, belirsiz ve kırılgandır. Her insanın içsel doğası, hem diğer benliklerin de sahip olduğu (türe özgü) hem de eşsiz özellikler içerir. Bu içsel, derin doğanın birçok yönü, (a.) Freud’un belirttiği gibi, korku ve onaylamama nedeniyle ya da egoya yabancı olduğu için etkin bir şekilde itilmeye uğratılmıştır ya da (b.) Schachtel’in belirttiği gibi, unutulmuştur. O halde içsel, derin doğanın büyük bir bölümü bilinç dışıdır. Yaşam süreğen bir seçimler dizisidir ve bu seçimlerin temel belirleyicisi kişinin kendisidir. Kişi, gerçek bir kişi olduğu sürece, kendisinin belirleyicisidir. Kişinin bu içsel doğası engellenir, yadsınır ya da bastırılırsa bu bazen apaçık biçimlerde, bazen gizli ve dolambaçlı biçimlerde, bazen hemen, bazen de bir süre sonra hastalıkla sonuçlanır. Kişiliğinin genel hastalığının, gelişimi, kendini gerçekleştirmeyi, tümüyle insanlaşmayı tamamlayamama durumu olduğu düşünülmektedir. Hastalığın tek olmasa da ana kaynağı, özellikle yaşamın erken dönemlerinde yaşanan engellenmelerdir. Evrensel, türe özgü bakış açısına göre bizim kültürümüzün ya da diğer bir kültürün kötücül olarak nitelediği bir davranış gerçekte kötücül olmayabilir. İnsanlık benimsediği ve sevildiği zaman pek çok yerel, etnosantrik sorun da kolayca ortadan kalkacaktır. Çoğu psikolog kötücül davranışların içgüdüsel olmaktan çok tepkisel olduğunu düşünüyor. Bu da, her ne kadar insan doğasının çok derinlerinde yer etmiş olsa ve bütünüyle ortadan kaldırılamasa da, kişilik olgunlaşıp toplum geliştikçe kötü davranışın da azalmasının beklenebileceği anlamına gelmektedir. Kendini gerçekleştirme çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bununla birlikte temelde bir görüş birliği de görülebilir. Tüm tanımlarda benimsenen ya da gönderme yapılan görüşler şöyledir: a.) İçsel özün ya da benliğin, yani atıl kapasite ve gizil güçlerin gerçekleştirilmesinin, tam işlerliğin, insani ve kişisel özün varlığının benimsenmesi ya da ortaya konması. b.) Tüm tanımlarda hastalık, nevroz, psikoz, temel insani ve kişisel kapasitelerin yitimi ya da azalması en alt düzeyde ele alınmıştır. Sağlıklı çocuğun normal gelişiminde, gerçekten özgür seçim olanağı sağlandığında, kendi gelişimi için iyi olanı seçeceğine inanılıyor. Bunu hoşuna gittiği, iyi hissettirdiği, hoşnutluk ya da haz verici olduğu için yapacaktır. Bu da onun kendisi için iyi olanı herkesten çok kendisinin bildiği anlamına gelmektedir. Özgür bırakan bir yaklaşım tarzı, yetişkinlerin çocuğun gereksinimlerini doğrudan doyurması değil, onun kendi gereksinimlerini doyurmasını ve seçimlerini yapmasını olanaklı kılması, yani oluruna bırakmasıdır. Çocukların iyi bir şekilde gelişebilmesi için yetişkinler onlara ve doğal gelişim süreçlerine yeterince güvenmeli, yani çok fazla müdahaleci olmamalı, onları gelişir kılmalı ya da önceden belirlenmiş tasarımlara zorlamamalı, fakat gelişmeye bırakmalı ve otoriter bir tavır benimsemekten çok Taocu bir şekilde gelişmelerine yardım etmelidir. Engellenme, acı ya da tehlikenin hiçbir şekilde olmamasının da sakıncalı olduğunu biliyoruz. Güçlü olmak için kişinin bir engellenme dayanıklılığına, fiziksel gerçekliğin insanların arzularına kayıtsız olduğunu kavrama ve başkalarını sevme, kendisinin olduğu kadar onların da gereksinimlerini doyurmalarından hoşnut olabilme yeteneğine sahip olması gerekir. Kendi gücümüzü ve sınırlarımızı da öğrenir, zorlukların üstesinden gelerek, daha çok çaba göstererek, zorluk ve sıkıntılarla yüzleşerek, hatta başarısızlığa uğrayarak bunları geliştiririz. Gelişim ve kendini gerçekleştirmeyi olanaklı kılmak için kapasite, organ ve organ sistemlerinin işlevlerini yerine getirmek ve kendilerini dışa vurmak, kullanılmak ve uygulanmak için direttikleri kavranmalıdır. Bu kullanım doyurucudur. Kullanmamak ise rahatsızlık yaratır. Gelişim yalnızca ödüllendirici ve haz verici olmakla kalmaz, pek çok acıyı da beraberinde getirir. İleri doğru atılan her adım bilinmeze yönelir ve olasılıkla tehlikelidir. Daha çok çaba, sorumluluk gerektiren zor bir yaşam için daha sıradan ve kolay, az çaba gerektiren bir yaşamı bırakmak şeklinde de tanımlanabilir. Gelişimin hem yararları hem de zararları bulunmaktadır. İnsan nasıl gün ışığına, kalsiyuma ya da sevgiye gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde, anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine, yaşam felsefesine, dine ya da onun yerini tutan başka şeye gereksinim duyar. Kendini gerçekleştirme düzeyinde pek çok ikilik çözülür, zıtlar birlik içinde görülmeye başlanır ve ikilik içinde düşünme biçimi olgunlaşmamışlık olarak algılanır. Kendini gerçekleştiren insanlarda bencillik ve bencil olmamak daha yüksek, üst bir düzeyde birleşir. Çalışmayı eğlence, işi yan uğraşlar ile bir tutma eğilimi belirir. En üst düzeydeki olgunluğun da çocuksu bir nitelik taşıdığı görülür. Kendini gerçekleştirmek tüm insani sorunları aşmış olmak anlamına gelmez. Bütün sağlıklı insanlarda aynı zamanda çatışma, iç sıkıntısı, engellenme, üzüntü, incinme ve suçluluk duygusu da bulunur. Freud’dan, geçmişin kişinin içinde şu anda var olduğunu öğrendik. Şimdi de gelişim ve kendini gerçekleştirme kuramından, geleceğin de kişinin içinde şu anda, idealler, umutlar, görevler, ödevler, tasarılar, hedefler, gerçekleştirilmemiş gizil güçler, misyonlar, yazgı ve alınyazısı biçiminde var olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Geleceği olmayan birey somuta, umutsuzluğa ve boşluğa indirgenmiştir. Onun için zaman sonu gelmeyen bir şekilde doldurulmalıdır.
  3. Psikolojik Veriler ve İnsani Değerler Tüm canlı varlıklar, yirmi beş yıl önce düşündüğümüzün tersine, çok daha özerk, kendini yönetebilen ve düzenleyebilen bir yapıya sahiptir. Organizma büyük bir güveni hak etmektedir. Uzun vadede insan için neyin iyi olacağını bize yalnızca sağlıklı insanların seçimleri, hazları ve yargıları söyleyebilir. Bununla birlikte bazı değerler tüm insanlık için değil belirli tipteki insanlar ya da özgün bireyler için geçerlidir. Temel gereksinimler olarak adlandırdığım gereksinimler tüm insanlar için geçerli ve bu nedenle de paylaşılan değerlerdir. Kişiye özel gereksinimler ise kişiye özel değerler doğurur. Bireyler arasındaki yapısal farklılıklar, kişinin kendisi, kültürü ve dünya ile ilişkiye geçme yolları arasında seçim farklılıkları, yani değerler yaratır. Kişinin kendisi göz önüne alındığında tek bildiği şey vazgeçilmez bir sevgi arayışında olduğudur ve bunu elde ettiği zaman sonsuza dek mutlu ve hoşnut kalacağını düşünmektedir. Bu gereksinimini giderdikten sonra arayışının süreceğini, daha yolun başındayken bilemez. Temel bir gereksinimin giderilmesi, daha yüksek bir diğerinin güçlenmesine yol açacaktır. İnsanın karmaşık bir ilişkiler ağı ile örülü hiyerarşik ve gelişimsel bir değerler sistemine sahip olduğu da bir gerçektir. İnsanda, genel anlamı ile kendini gerçekleştirme adı altında özetleyeceğimiz, bir ileriye dönük olma ya da gelişim eğiliminin var olduğunu kesinlikle öne sürebilecek denli çok sayıda anlamlı, kuramsal ve deneysel veriye sahibiz. Yani insan öyle bir yapıdır ki sürekli olarak varlığın daha çok tamamlanmasına yönelir. Bu, genel olarak anlaşıldığı şekliyle, iyi değerlere, dinginlik, incelik, yüreklilik, dürüstlük, sevgi, bencil olmama ve iyi olmaya yönelik bir istençtir. İnsan doğasında, daha bütünleşmiş bir varlığa, insanlığının daha kusursuz bir biçimde gerçekleştirilmesine yönelik bir itki sergiler her zaman. Çevrenin en büyük rolü, çevrenin değil kendi potansiyelini gerçekleştirmesinde kişiye yardımcı olmak ve onu bu yolda özgür bırakmaktır. Çevre insana potansiyel ya da yetenekler vermez. Yaratıcılık, kendiliğindenlik, kişisellik, özgünlük, başkalarını önemsemek, sevme, gerçeğin peşinde koşma gibi potansiyeli, kolları, bacakları, beyni gibi türüne özgüdür. Kendini tanıma, kendini geliştirmenin, tek olmasa da, en önemli yoludur. Kendini tanıma ve geliştirme pek çok insan için zordur. Bunun için çokça yürekli olmak ve uzun savaşımları göze alabilmek gerekir. İnsanların sağlıklı eğilimlerini anlamadan zayıflıklarını da gerçekten anlayamayız. İnsanın güçlerini de, aynı zamanda zayıflıklarını da tanımakla kavrayabilir ve geliştirebiliriz.
  4. Varlığın Doruk Deneyimlerde Kavranması Varlık bilişi (V-Bilişi), kişinin eksiklik gereksinimlerinin belirlediği E-bilişinin karşıtı oluyor. V-sevgisine sahip olan kişi sevdiği varlıkta diğerlerinin göremediği özellikler görür. Yani algılayışı daha duyarlı ve güçlüdür. V-bilişi söz konusu olduğunda tüm dikkat yalnızca ve bütünüyle algılanana yönelir. Figür sanki bu zaman sürecinde her şeyden soyutlanmış, dünya unutulmuş, algılanan varlığın bütünü olmuştur. Burada dikkat aynı anda ilgili tüm olaylara yönelir. Algılanan tüm ilişkileri bağlamında ve dünyanın bir parçası olarak algılanır. V-bilişi karşılaştırma, yargılama ya da değerlendirme yapmayan biliş olarak adlandırılabilir. Deneyimin yalnızca kaba hatlarını içeren, nesneyi seçici bir şekilde, önemli ve önemsiz olmasına göre, yalnızca belirli yönleri ile veren rastgele incelemenin tam tersidir burada söz konusu olan. Kendini gerçekleştiren insanlar dış dünyayı yalnızca kendilerinden değil genelde insanlardan da bağımsız bir şekilde algılamayı daha çok başarırlar. Bu, yaşadığı yüce anlarda, yani doruk deneyimleri sırasında ortalama insan için de geçerlidir. Doğa kullanılacak, korkulacak ya da daha başka bir şekilde insani tepkiler verilecek bir şey olarak değil kendi varlığı içinde görülebilir. V-bilişi algıyı zenginleştirir. Bunu nesnenin iç zenginliği olarak adlandırabiliriz. Doruk deneyim yalnızca iyi ve hoşnut edicidir, hiçbir zaman kötücül ya da sakıncalı olarak algılanmaz. Deneyim kendi içinde geçerlidir; kusursuz ve tamdır, başka bir şeye gereksinim duymaz. Kendi kendine yeter. Kendi içinde gerekli ve kaçınılmaz olduğu duyumsanır. Olması gerektiği kadar iyidir. Doruk deneyimde gerçekliğin doğasının daha açık bir şekilde görülebileceğinin ve bu doğanın özüne daha derin bir şekilde girilebileceğinin benimsenmesi, birçok felsefeci ve tanrıbilimcinin de doğruladığı gibi, en iyi durumda ve olimpusvari bir bakış açısı ile varlığın yalnızca nötr ya da iyi olduğu anlamına geliyor. İnsan olgunlaşmasının üst düzeylerinde pek çok ikilik, çift kutupluluk ve çatışma birbirinin içinde erir, aşılır ya da çözülür. Kendini gerçekleştiren insanlar aynı zamanda hem bencildir hem de değildir. Varlığı bir bütün olarak anladığımız zaman tutarsızlık, zıtlık ve değişmez çelişkilerin algılanmasını ve eşzamanlı olarak var olmalarını da hoş görebiliriz. Doruk deneyim yaşayan herhangi bir kimse kendini gerçekleştiren insanlarda izlenen niteliklerin birçoğunu geçici olarak edinir. Yani, böyle zamanlarda kendini gerçekleştiren biri olur. Bunlar yaşadığı en mutlu ve heyecan verici anlar olmakla kalmaz, aynı zamanda en üst düzeyde olgunluğa eriştiği, bireyselleştiği, bütünlendiği, uzun sözün kısası en sağlıklı anlarıdır. Böyle dönemlerde tamamen kendi olmaya, gizilgüçlerini kusursuzca gerçekleştirmeye, varlığının özüne, tümüyle insan olmaya daha yakın bir durumdadır. Doruk deneyimlerde kişi kendini diğer zamanlara göre daha bütünleşmiş duyumsar. Kendisi ile daha barışıktır. Deneyini yaşayan benlik ile gözlemleyen benlik arasındaki ayrım silikleşmiştir. Tüm parçaları birbiri ile daha uyumlu ve verimli bir düzen içerisinde işlemektedir. Doruk deneyim sırasında kişi genellikle tüm kapasitesini en iyi şekilde kullandığını ve gücünün doruğundan olduğunu duyumsar. Kendini diğer zamanlara göre daha akıllı, kavrayışlı, kıvrak zekalı, daha güçlü ya da çekici bulur.
  5. Savunma ve Gelişim Bir sonraki basamak, tanıdığımız ve hatta artık sıkıldığımız bir öncekinden öznel olarak daha haz ve mutluluk verici, içsel olarak daha doyurucu bulunuyorsa gelişim söz konusudur. Bir şeyin bizim için doğru olup olmadığını anlamanın yegane yolu, bunun herhangi bir seçeneğe kıyasla öznel olarak daha iyi olmasıdır. Her insanın içinde her iki tür güç de bulunur. Gücün bir türü onu korkuya karşı savunmada kalmaya ve güvenceye yönelmeye zorlar. Risk almaktan, elinde olanı bırakmaktan, bağımsızlıktan, özgürlükten ve kendi başınalıktan korkmasına, geçmişe bağlı kalmasına neden olur. Diğer tür güç onu benliğin bütünlüğüne ve özgünlüğüne, kapasitesinin bütünüyle kullanılmasına, derinde, gerçek ve bilinçdışı benliğini kabullenirken dış dünyaya güvenle açılmasına yönlendirir. Sağlıklı gelişim sürecini kişinin tüm yaşamı boyunca yaşadığı sonsuz özgür seçim koşulları olarak düşünebiliriz. Kendiliğindenliği sağlıklı olan bir çocuk dış dünyaya, kendiliğindenliği içinde, içsel varlığına tepki olarak ve içinden gelerek merak ve ilgi ile uzanır ve sahip olduğu yetenekleri dışa vurur. Bunu, korku tarafından engellenmediği, cesaretini koruyabilecek denli güvende olduğu sürece yapabilir. Bu süreçte haz deneyimi ya rastlantısal olarak yaşanır ya da yardımcılar tarafından ona sunulur. Kendini, bu hazlardan korkmayıp seçim yapabilecek ve bunları yeğleyebilecek denli güvende hissetmeli ve benimsemelidir. Haz deneyimleri tarafından onaylanan bu deneyimleri seçebiliyorsa deneyime geri dönüp yineleyebilir, doyuma ulaşana ya da sıkılana dek bunların tadını çıkarabilir. Bu noktada aynı şekilde ama daha karmaşık deneyim ve zengin başarılara yönelme eğilimi gösterir. Bu tip deneyimler sadece ilerlemek anlamına gelmez. Aynı zamanda benlik, kesinlik duygusu, yeterlik, ustalık, kendine güven ve saygıda bir geri besleme etkisi de yaratırlar. Yaşamı oluşturan bu sonu gelmeyen seçimler dizisinde güvenlik ve gelişim arasında bir seçim yapılır. Yalnızca kendini güvende duyan çocuk, daha fazla güvenlik istemeyeceğinden ve bu gereksinimini doyurmuş olduğundan doğal olarak gelişime eğilimli olacaktır. Çocuğun seçimlerini kendi doğasına göre yapabilmesi ve gelişebilmesi için seçimlerinin doğru ölçütü olarak kendi öznel deneyimlerinden aldığı hazzı ve sıkıntıyı benimsemesine izin verilmelidir. Diğer bir ölçüt seçeneği de seçimin bir başka kişinin dileğine göre yapılmasıdır. Böyle bir durumda benlik kaybolur. Ayrıca bu durum seçimi salt güvenliğe indirger. Seçim koşulları gerçekten özgürse ve engellenmiyorsa çocuktan çoğunlukla ileriye doğru gelişmesini bekleyebiliriz. Her ne kadar kesin seçim çocuk tarafından yapılacaksa da çevre de bu süreçte çeşitli açılardan önemlidir. Çocuğun güvenlik, ait olma, sevgi ve saygı gibi temel gereksinimlerini karşılarlar. Bu sayede çocuk kendini tehlikeden uzak, özerk, ilgili ve doğal hissedebilir; böylece de bilinmeyene yönelmeyi göze alabilir. Çevre gelişimi seçmeyi olumlu bir çekicilik ve güvenlik içinde sunarken gerilemeyi de daha az çekici ve daha sıkıntılı olarak gösterebilir. Bu şekilde varlık psikolojisi oluş psikolojisi ile bağdaştırılabilir ve çocuk yalnızca kendisi olarak ilerlemeyi ve gelişmeyi sürdürebilir.
  6. Eksiklik Güdülenmesi ve Gelişim Güdülenmesi İnsanların nevrotik olmasına neden olan nedir? Yanıt, özetle nevrozun özünde ve başlangıcında bir eksiklik rahatsızlığı olarak ortaya çıktığı yönündedir. Belirli doyumlara ulaşamamaktan kaynaklanıyordu. Birçok nevrozda, diğer karmaşık belirleyicilerin yanı sıra güvenliğe, ait olmaya ve özdeşleşmeye, yoğun sevgi ilişkilerine, saygınlık ve itibara duyulan ve doyurulmamış bir özlem yatmaktaydı. Gelişim, yalnızca temel gereksinimlerin tamamıyla ortadan kalkana değin doyurulması bağlamında değil, bu gereksinimlerin dışında ve üzerinde yer alan belirli bir gelişim güdülenmeleri, yetenek, kapasite, yaratıcı eğilimler, yapısal gizilgüçler olarak anlaşılacaktır. Bu yaklaşım, temel gereksinimler ile kendini geliştirmenin, çocukluk ile olgunluğun çeliştiğinden daha fazla çelişmediğini görmemize de yardımcı olacaktır. Biri diğerine aktarılmaktadır ve bir diğerinin gerekli ön koşuludur. Gereksinimi olumsuz anlamda ele alan yaklaşımlarda bünyenin temel amacının can sıkıcı gereksinimden kurtulmak ve böylece gerilimin düşürülmesi, bir dengeye, devinimsizliğe, acıdan arınmış atıl bir duruma ulaşmak olduğu görülür. Oysa, ağırlıklı olarak gelişime güdülenmiş kişileri ele aldığımızda durağanlaşma kuramı tam anlamıyla işe yaramaz oluyor. Bu tip insanlarda gereksinimin giderilmesi güdülenmenin ve heyecanın azalmasına değil artmasına yol açacaktır. Arzuları yoğunlaşacak ve yükselecektir. Bu tip insanlar kendi üzerlerinde gelişirler ve gittikçe daha az değil, eğitimde olduğu gibi, daha çoğunu isterler. Durağanlaşmak bir yana, kişi daha da etkinleşir. Gereksinimin giderilmesi gelişim isteğini köreltmez, keskinleştirir. Gelişimin ödülü ve heyecanı kendi içindedir. İyi bir doktor olmak, keman çalmak ya da marangozluk gibi hayranlık duyulan becerilere sahip olmak, evreni ve insanlığı ya da kendini gittikçe daha yoğun anlamak, hangi alanda olursa olsun yaratıcılığını geliştirmek ve en önemlisi iyi bir insan olmayı istemekte olduğu gibi. Eksikliklerin giderilmesi hastalığı önler; gelişim gereksinimin doyurulması ise sağlığı besler. Kendini gerçekleştirmek kişiye özgüdür, çünkü her insan farklıdır. Eksiklikler, yani türe özgü gerekler gerçek kişilik tam anlamıyla gelişmeden önce gereğince karşılanmalıdır. Nasıl tüm ağaçları güneşe, suya ve çevreden edinecekleri besine gereksinimi varsa tüm insanlar da kendi çevrelerinden edinecekleri güvenliğe, sevgiye ve statüye gereksinim duyarlar. Bunlara duyulan gereksinim yalnızca diğer insanlar tarafından, yani yalnızca kişinin dışında giderilebilir. Bu da çevreye oldukça bağımlı olmak anlamına gelir. Bir bakıma başkaları tarafından yönlendirilmesi ve onları onayına, sevecenliğine ve iyi niyetine duyarlı olması gerekir. Bu da, esnek bir şekilde kendini uydurması, ayarlaması, tepkilere yanıt vermesi ve dış koşullara değişerek uyum sağlaması gerektiği anlamına gelir. Kendisi bağımlı değişkendir, çevresi ise bağımsız, değişmez olandır. Buna karşılık kendini gerçekleştiren, temel gereksinimleri doğal olarak doyurulmuş insan, çevresine çok daha az bağımlı ve çok daha fazla özerktir. Kendi kendini yönlendirmektedir. Onları yöneten belirleyiciler çevresel ve toplumsal belirleyicilerden çok içsel olanlardır. Diğer insanlara daha az bağımlı oldukları için onlar hakkında daha az kararsızlık yaşar. Onlara karşı daha az kaygılı, daha az düşmanca davranır, övgü ve sevecenliklerine daha az gereksinim duyar. Eksikliğe güdülenmiş insan, güçlü bir şekilde gelişime güdülenmiş insana göre, diğer insanlara çok daha fazla bağımlıdır. İnsanlar bir bütün, karmaşık ve kendine özgü bireyler olarak değil kullanılabilirlikleri bağlamında değerlendirilir. Diğer bir insan ise, onay, beğenme ve sevgi kullanılabilirlik özelliklerinden çok algılanan kişinin içsel nesnel özelliklerine dayanır. Sevilmeye değer olduğu için sevilir, sevgi verdiği için değil. Kendini gerçekleştiren insanlar genellikle gereksinim gideren özellikleri soyutlama ya da karşısındakini bir araç olarak görme eğiliminde olmadıklarından değer biçmeyen, yargılamayan, müdahaleci ve kınayıcı olmayan bir tutum sergilerler. Tutkusuz seçimsiz bir farkındalık içerisindedirler. Bu da daha açık ve içgörülü bir algıya ve karşıdakinin daha iyi anlaşılmasına olanak verir.
  7. Kitabın Adı: İnsan Olmanın Psikolojisi Kitabın Yazarı: Abraham H. MASLOW (Çev. Okhan Gündüz) Basım Yılı ve Yeri: 2001, İstanbul Sağlık Psikolojisine Doğru İnsan sağlığı ve hastalığı üzerine yeni bir anlayış doğuyor. Bu anlayışın temel varsayımları: 1- Her birimizin değiştirilemez ve değişmez bir içsel yapısı vardır. 2- Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir. 3- İçsel doğanın bilimsel açıdan incelenmesi ve keşfedilmesi mümkündür. 4- İnsan doğası asla düşünüldüğü kadar kötü değildir. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret vb. insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimli tepkilerdir. 5- Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz. 6- İnsanın içsel doğası zayıf ve hassastır. Alışkanlıklara, kültürel baskıya ve olumsuz tavırlara kolaylıkla boyun eğer. 7- Reddedilmesine karşın kendini gerçekleştirmek üzere içten içe direnir. Her birimizin kavraması gereken yaşamsal ve dokunaklı bir gerçek var; türümüze özgü erdemlerden her uzak düşüşümüz, kişinin kendi doğasına karşı işlediği her suç, ayrıcalıksız herkes bilinçaltımızda bir iz bırakır ve kendimizi küçük görmemize neden olur. Bizi utandıran bir davranışımız hanemize kara bir leke olarak kaydedilir; dürüst, güzel ve iyi davranışlarımız ise olumlu birer puan olarak. Ya özsaygımız artar ve kendimizi benimseriz ya da küçük görür, aşağı, değersiz ve sevgiden yoksun hissederiz. Kişilik sorunları çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara karşı bir başkaldırıdır. Ne yazık ki insanların çoğunun karşılaştıkları kötü davranışlara tepki vermediği kanısındayım. Kendilerine yapılanı sineye çeker, tepki vermeye yıllar sonra başlarlar. Bu tepki de nevroz ya da psikoz olarak kendini gösterir. Gelişim ve ilerleme acı ve çatışma ile sağlanabilir. Üzüntü ve acı insanların gelişimi için gerekli ise insanları acı ve üzüntüden sürekli olarak korumaya çalışmaktan kaçınmalıyız. Acı ve üzüntü bazen yapıcı olabilir ve nihai olumlu sonuçları göz önüne alınırsa arzu edilebilir. .
  8. Wilhelm Reich - Dinle Küçük Adam kitabından anekdotlar "...dinle küçük adam! Sana "küçük adam", "sıradan insan" diyorlar; yeni bir çağ, "sıradan insan çağı" başladı diyorlar. Bunu söyleyen "sen" değilsin küçük adam. Onlar söylüyor bunu, büyük ulusların başbakanları, koltuklanmış işçi liderleri, kentsoylu ailelerin tövbekâr evlatları, devlet adamları söylüyor, filozoflar söylüyor sana bunu. Geleceğini eline veriyor, geçmişinden hiç sual etmiyorlar. Korkunç bir geçmişin mirasçısısın sen küçük adam. Mirasın, avucunun içinde alev alev yanan bir elmastır. Bunu sana söyleyen, benim; beni dinle. Her doktor, her ayakkabıcı, teknisyen ya da eğitimci, işini doğru dürüst yapmak ve yaşamını kazanmak için, eksikliklerini bilmek zorundadır. Birkaç on yıldır, şu yeryüzünde yönetici rolü oynamaya başlamış bulunuyorsun. İnsanlığın geleceği, senin düşüncelerine ve senin yapacağın şeylere bağlıdır. Ama öğretmenlerin ve efendilerin, aslında nasıl düşündüğünü ve gerçekte ne olduğunu söylemiyorlar sana; seni kendi geleceğine egemen olma yetisi verebilecek yönde eleştiren ve bu eleştiriyi dile getirme yürekliliğini gösteren tek kişi yok. Yalnız bir anlamda "özgürlüğüne sahip"sin sen; kendi yaşamını yönetmeyi öğrenmeme ve kendini eleştirmeme özgürlüğüne sahipsin. Şöyle bir yakınmayı hiç duymadım senin ağzından: "gelecekte kendimin ve dünyamın efendisi olmak yolunda yürütüyorsunuz beni, peki ama insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olacağını anlatmıyorsunuz hiç, düşünce ve davranışlarımdaki yanlışları bana söylemiyorsunuz." Yönetimi elinde tutan kişilerin, "küçük adamı" yönetmelerine izin veriyorsun. Ama sen, hiç sesini çıkarmıyorsun. Yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötü niyetli güçsüz adamlara seni temsil etme yetkisini veriyorsun. Her seferinde aldatıldığını anlıyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor." * * * "...kes sesini sevgili küçük adam. Yaşamın çok sefil, çok perişan, sesini çıkaracak halin yok. Seni kurtarmak istiyor değilim, ama sırtında beyaz bir gecelik, suratında maske, acımasız kanlı elinde bir iple beni asmaya bile gelsen, sana söyleyeceklerimi, bu konuşmamı tamamlayacağım. Kendi boynunu ipe dolamadan beni asamazsın sen küçük adam. Çünkü ben, senin yaşamını, dünyayı içinde duymanı, senin insanlığını, sevgini ve yaşama sevincini temsil ediyorum. Yok, hayır, beni öldüremezsin, küçük adam. Bir zamanlar sana gereğinden çok inanıyordum ya hani, o vakit senden korkuyordum da. Şimdi seni aştım ama binlerce yılın bakış açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana. Kendinden korkma duygundan kurtulmanı istiyorum. Daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni istiyorum..." * * * "...sen hiçbir şey değilsin, küçük adam, hem de hiçbir şey. Bu uygarlığı kuran sen değilsin. Akli başında efendilerden yalnızca birkaçı kurdu bu uygarlığı. Bir kurma işinin içine girdiğinde, neyi kurmakta olduğun konusunda hiçbir fikrin yoktur. Ayrıca, özgür de değilsin, küçük adam. Özgürlüğün ne olduğu konusunda hiçbir fikrin yok. Özgürlük içinde yasamasını bilmezsin bile. (...) özgürlük konusunda terbiyesizlik ediyorsun, küçük adam. Ama özgürlüğü küstahlıkla karıştırmak köleliğin özgün özelliklerindendir." * * * "... Diktatörler, despotlar, kurnazlar, zehirliler ve sırtlanlara bir yaşlı bilgenin kelimeleriyle sesleniyorum: kutsal sözler ektim yeryüzüne kötülükler silinecek yakında palmiyeler solduğunda kayalar parçalandığında anlı şanlı krallar gazel misali havaya savrulacak tufandan çıkan bir gemi benim sözlerimi taşıyacak ve tohumlar yeşerecek dünyada" * * * "...kendini şimdiki konumundan farklı hissedebileceğini düşünmeye cesaret bile edemiyorsun: boynu bükük olmak yerine özgür; plancı olmak yerine ise açık; bir hırsız gibi gece değil de, gündüz de sevebilen. Sen aslında kendini aşağılıyorsun, küçük adam. 'ben kimim ki bir fikrim olsun, hayatımı belirleyeyim ve dünyayı sahipleneyim!' gerçek büyük adamdan tek bir farkın var: büyük adam da bir zamanlar küçük adamdı, fakat sadece tek bir özelliğini geliştirdi; nerede küçük ve kısıtlı düşünmesi ve davranması gerektiğini biliyordu. Herhangi bir görevin baskısı altında, zamanla küçüklüğünün ve önemsizliğinin nasıl mutluluğunu tehdit ettiğini hissetmeyi öğrendi. Demek ki büyük adam, nerede ve ne zaman küçük adam olacağını bilir. Küçük adam ise küçük olduğunun farkında değildir ve bunun farkına varmaktan da korkar."
  9. Dinle Küçük Adam Kitabın adı: Dinle Küçük Adam Yazarı: Wilhelm Reich Çeviren: Şemsa Yeğin; Resimleyen: William Steigh Yayınevi: Payel yayınları Basım yeri: İstanbul, Wilhelm Reich - Dinle Küçük Adam Bu kitap; bilimsel bir belge değil, konusu insan olan bir çalışmadır. 1954 yılı yazında, yayınlanma amacı güdülmeden, Orgone Enstitüsü Belgelikleri için yazılmıştır. Bu kitap, birkaç on yıl boyunca sokaktaki Küçük Adamın kendine neler yaptığını önce çocuksu bir saflıkla, daha sonra büyük bir şaşkınlık ve nihayet dehşet içinde izleyen bir doğabilimci ve tıp doktorunun içindeki fırtına ve çatışkıların ürünüdür: Sokaktaki Küçük Adam, nelere katlanmak durumunda kalmakta, nasıl isyan etmektedir? Düşmanlarını el üstünde tutmasının, dostlarınıysa öldürmesinin nedenleri nelerdir? Bu Küçük Adam, "halkın bir temsilcisi" olarak belli bir gücü ele geçirdiği durumlarda bu yetkisini nasıl boşa harcamakta, ziyan etmekte, yanlış kullanmaktadır? Neden, aynı gücü daha önce elinde bulunduran ve onu, Küçük Adamı ezmede kullanan üst sınıfların sadist bireyleri gibi davranmakta, eline geçirdiği o yönetme gücünü nasıl olup da acımasız bir baskı aracı haline getirmektedir?... (...) İnsanların içinde bulunan "yaşamı temsil eden şey", toplumsal ve insansal karşılıklı ilişkiler içinde son derece doğal ve saftır; bu yüzden, koşulların insana egemen olduğu durumlarda tehlikeye düşer. İnsanın içindeki "yaşayan şey", kendi türünden olan bir insanın da, yaşamın yasalarına kendisi gibi uyduğunu, doğal, yardımsever ve özverili olduğunu varsayar. Sağlıklı çocuklara ya da ilkel insanlara özgü olan bu doğal temel davranış, coşkusal veba var olduğu sürece, insanın akılcı bir yaşam düzeni sağlama savaşımında en büyük tehlike olarak boy gösterecektir. Çünkü vebalı birey de kendi türünden olan canlıların, kendi düşünme ve davranış biçiminin özelliklerini taşıdığını varsayacaktır. Doğal ve bozulmamış birey, bütün insanların doğal olduğuna inanır ve ona göre davranır. Vebalı insansa, bütün insanların yalan söylediğine, çalıp çırptığına, başkalarını dolandırdığına ve üstünlüğü ele geçirme çabası içinde çırpındığına inanır. Açıkça görülüyor ki, insanın içindeki "yaşayan şey" zayıf ve tehlikelere karşı dayanıksız durumdadır. Vebalı bireye elini uzatsa, kolu kapılacak, varı-yoğu alınacak sonra da kendisiyle alay edilecek ya da ihanete uğrayacaktır; güvendiği herkes onu aldatacaktır. Bu böyle gelmiştir; ancak böyle gitmemelidir. İnsanın içindeki "yaşamı temsil eden şey"in korunma ve gelişmesi savaşımında, katılık gerektiği durumlarda katı olunmasının zamanı gelmiştir; insan, hakikatlere korkmadan tutunduğu sürece katı davranmakla doğallığını yitirecek değildir. Kitle içinde yaşayan bireyin zırhlarla kaplı yapısında bulunan karanlık ve tehlikeli dürtüleri harekete geçirip, onları örgütlü siyasal cinayetler işlemeye götürerek öldürücü kötülüklere neden olan ölümcül vebalı bireyler, verimli, çalışkan, aklı başında milyonlarca insan arasında her zaman için çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadır; bu olgu umut vericidir. Kitlenin bir parçası haline gelen bireyde bulunan coşkusal vebanın mikroplarına karşı yalnızca tek bir panzehir vardır: bireyin, kendi içinde bulunan "yaşamı temsil eden şey"in canlılığını duyması. Bu "yaşamı temsil eden şey" güç elde etmeyi değil, gücün insan yaşamında oynaması gereken rolü üstlenmesini ister. İnsan yaşamı, sevgi, çalışma ve bilgiden oluşan üç temel direk üzerine kurulmuştur.
  10. ZERDÜŞTÜN BAŞLANGIÇ SÖYLEVİ Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp dağlara çıktı. Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkardı ve on yıl bundan bıkmadı. Ama en sonu gönlünde değişme oldu ve bir sabah tanla kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi: " Ey ulu yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu senin mutluluğun! On yıldır mağaramın üstüne yükselir durursun: ışığından ve yolculuğundan bıkardın ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı! Ama biz seni her sabah bekledik, senden fazlalığını aldık ve kutsadık seni bunun için. Bak! Pek çok bal toplamış bir arı gibi, bilgeliğimden usandım; onu almaya uzanacak eller gerek bana. İnsanlar arasında bilgeler delilikleriyle, yoksullarda zenginlikleriyle bir daha sevininceye dek, vermek dağıtmak isterim. Derinliklere inmeliyim işte bunun için: tıpkı senin akşamları denizin ardına inişin ve alt dünyaya ışık iletişin gibi, ey taşkın yıldız! Aralarına inmek istediğim insanların dediği gibi batmalıyım sencileyin. Kutsa beni öyleyse, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bakan ey durgun göz! Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin! Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Zerdüşt yine insan olmak ister." - Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı. Zerdüşt dağdan yalnız indi ve kimseyle karşılaşmadı. Ama ormana girdiğinde, kutlu kulübesinden ormanda kök aramaya çıkmış yaşlı bir adam belirdi birden önünde. Ve şöyle dedi yaşlı adam Zerdüşt'e: "Yabancı değil bana bu gezgin kişi: yıllar önce geçmişti buradan. Adı Zerdüşt'tü; ama değişmiş. O gün külünü dağlara götürüyordun: bugün de ateşini vadilere mi götüreceksin? Kundakçılığın cezasından korkmuyor musun? Evet, Zerdüşt'ü tanıdım. Dupduru gözleri ve ağzında tiksinti hiç yer etmemiş. Oynar gibi değil mi yürümesi? Değişmiş Zerdüşt, çocuk olmuş Zerdüşt, uyanmış biri Zerdüşt: uyuyanlar arasında neyleyeceksin? Sanki denizde yaşardın yalnızlığında ve deniz seni taşırdı. Yazık, kıyıya mı çıkmak istiyorsun? Yazık, gövdeni yine kendin mi sürükleyesin istiyorsun?" Zerdüşt cevap verdi: "insanları seviyorum." "Neden" dedi ermiş, "ormanın ıssızlığına çekildim ben? İnsanları fazla sevdiğim için değil mi? Tanrıyı seviyorum şimdi: insanları sevmiyorum. İnsan fazla eksik bir şey bence. İnsan sevgisi yıkım olurdu benim için." Zerdüşt cevap verdi: "Sevgi de ne söz! Ben insanlara armağan götürüyorum." "Onlara bir şey verme" dedi ermiş. "Onlardan al daha iyi ve onlarla birlikte taşı, -bu onların daha çok hoşlarına gider: yeter ki senin de hoşuna gitsin! Ve onlara vermek istersen, sadakadan fazlasını verme, onu da dilensinler senden!" "Hayır" diye cevap verdi Zerdüşt. "Ben sadaka vermem. Yoksul değilim o kadar." Ermiş Zerdüşt'e güldü ve şöyle dedi: "Öyleyse hazinelerini onlara kabul ettirmeye bak! Onlar yalnızlardan kuşkulanırlar ve bizim armağanlarla geldiğimize inanmazlar. Adımlarımız sokaklarından pek ıssız çınlar. Ve gece yataklarındayken, güneş doğmadan çok önce birinin geçtiğini işitseler, kendi kendilerine soracaklardır: nereye gider bu hırsız? Gitme insanlara, ormanda kal! Hayvanlara git daha iyi! Neden benim gibi olmak istemiyorsun, ayılar arasında ayı, kuşlar arasında kuş?" "Peki, ormanda ne yapıyor ermiş?" diye sordu Zerdüşt. Ermiş cevap verdi: "Türküler düzüp söylüyorum ve bu türküleri düzerken gülüyor, ağlıyor ve mırıldanıyorum: böyle övüyorum tanrıyı. Türkü söyleyerek, ağlayarak, gülerek ve mırıldanarak övüyorum benim tanrım olan tanrıyı. Peki, sen armağan olarak bize ne getiriyorsun?" Zerdüşt bu sözleri işitince ermişi esenledi ve dedi:" Ne vereyim ben size! Çabucak gideyim de bir şey almayayım sizden!" ve ayrıldılar böylece, yaşlı adamla Zerdüşt, iki çocuk gibi gülüşerek. Ama Zerdüşt yalnız kalınca, şöyle dedi gönlüne:"nasıl olur! Bu yaşlı ermiş, tanrının öldüğünü daha işitmemiş ormanında." Zerdüşt ormanın kıyısındaki en yakın kente vardığında, birçok kimseyi pazar yerinde toplanmış buldu: çünkü bir ip cambazının oynayacağı bildirilmişti. Ve Zerdüşt halka şöyle buyurdu: Ben size üstinsanı öğretiyorum. İnsan alt edilmesi gereken bir şeydir. Onu alt etmek için ne yaptınız? Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden öte bir şey yaratmışlardır: peki siz bu büyük yükselişin inişi olmak ve insanı alt edecek yerde hayvanlara dönmek mi istiyorsunuz? İnsana göre maymun nedir? Gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç. İnsan da tıpkı böyle olacaktır. Üst insana göre: gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç. Solucandan insana dek yol aldınız ve sizde çok şey daha solucandır. Maymundunuz bir zamanlar ve şimdi bile insan, her maymundan daha maymundur. İçinizde en bilgeniz bile uyumsuzluktur, bitki ve görüntü melezidir. Ama bitki ya da görüntü olun mu diyorum size? Bakın, size üstinsanı öğretiyorum! Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. İsteminiz desin ki: Üstinsan yeryüzünün anlamı olacaktır! Yalvarırım size kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın ve inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz açanlara! Ağı saçanlardır onlar, bilerek bilmeyerek. Hayatı hor görenlerdir onlar, çürüyen ve ağılanmış kişiler, yeryüzü bıkmıştır onlardan: bırakın gitsinler! Bir zamanlar tanrıya karşı işlenen günah en büyük günahtı, ama tanrı öldü, onunla birlikte öldüler o günahkârlar da. Yeryüzüne karşı günah işlemek şimdi en korkuncudur ve bilinmezin özünü yeryüzünün anlamından üstün tutmak! Bir zamanlar can, gövdeyi hor görürdü: bu hor görme de en üstün şeydi: -can, gövde cılız, ********* ve aç olsun isterdi. Böylece gövdeden ve yeryüzünden kurtulmayı kurardı. Ah, bu canın kendisi cılız, ********* ve açtı: ve işkence bu canın tutkusuydu! Ama siz de, kardeşlerim, söyleyin bana: gövdeniz, canınız için ne diyor? Canınız, yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlık değil mi? Evet, kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi. Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, işte bu denizdir, onda batabilir sizin büyük hor görmeniz. Yaşayabileceğiniz en büyük şey nedir? Büyük hor görme saatidir. Mutluluğunuzun bile size ********* geldiği saat ve usunuzun ve erdeminizin. Dediğiniz saat: "Benim mutluluğum nedir ki! Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o. Ama varlığı kendisi haklı çıkarmalı mutluluğum!" Dediğiniz saat: "Benim usum nedir ki! Aslanın, yiyeceğine duyduğu özlemi duyuyor mu bilgiye? Yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!" Dediğiniz saat: "Benim erdemim nedir ki! Daha beni çıldırtmadı. Ne kadar bıktım iyiliğimden ve kötülüğümden! Hep yoksulluk ve kirlilik ve acınacak rahatlıktır o!" Dediğiniz saat: "Benim doğruluğum nedir ki! Ateş ve kömür değilim bakıyorum da. Oysa doğrular ateş ve kömürdürler!" Dediğiniz saat: "Benim acımam nedir ki! Acıma, insanı sevenin çivilediği çarmıh değil midir? Oysa benim acımam çarmıha germe değildir." Hiç böyle konuştunuz mu? Hiç böyle haykırdınız mı? Ah, böyle haykırdığınızı duysaydım bir! Günahınız değil, yetingenliğiniz haykırıyor göklere, günahınızdaki bayağılık haykırıyor göklere! Sizi diliyle yalayacak şimşek nerede? Sizi aşılayacak çılgınlık nerede? Bakın, size üstinsanı öğretiyorum: o, bu şimşektir; o, bu çılgınlıktır!- Zerdüşt böyle konuştukta, halktan biri bağırdı: "İp cambazını yeterince dinledik; artık kendisini görsek!" Ve bütün kalabalık Zerdüşt'e güldü. Ama bu sözlerin kendisi için söylendiğini sanan ip cambazı, başladı oyununa. Fakat Zerdüşt halka baktı da, şaştı. Derken şöyle buyurdu: İnsan, hayvanla üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, -uçurum üstünde bir ip. Korkulu bir geçiş, korkulu bir geri bakış, korkulu bir ürperiş ve duraklayış. İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil: insanda sevilebilecek olan, onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır. Ben, yaşamasını bilmeyenleri severim, meğerki batmasını bileler; çünkü bunlardır karşıya geçenler. Ben, büyük hor görenleri severim, çünkü bunlar büyük saygılılardır ve karşı kıyıya duyulan özlem okları. Ben, batmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayanları, yeryüzü bir gün üstinsanın olsun diye, kendilerini yeryüzüne kurban edenleri severim. Ben, bilmek için yaşayan ve bir gün üstinsan yaşasın diye bilmek isteyeni severim. Böyle ister o kendi batışını. Ben, üst insana ev kurmak, toprak, hayvan ve bitki hazırlamak için çalışanı ve türeteni severim: çünkü böyle ister o kendi batışını. Ben, erdemini seveni severim: çünkü erdem batma istemidir ve özlem oku. Ben, kendisi için bir damla bile ruh ayırmayanı, baştanbaşa erdemin ruhu olmak isteyeni severim: ruh olarak böyle yürür o köprünün üstünde. Ben, erdeminden eğilim ve yazgı yapanı severim: böylece o, erdemi uğruna yaşamak ister, ya da hiç yaşamak istemez. Ben, bir sürü erdem istemeyeni severim. Bir tek erdem, iki erdemden daha erdemdir, çünkü yazgının asıldığı daha zorlu düğümdür o. Ben, gönlü har vurup harman savuranı severim. Ne teşekkür bekler, ne de teşekkür eder: çünkü hep verir o ve kendini korumak istemez. Ben, zar kendine uygun düşünce utananı ve soranı severim: "Ben düzenci bir oyuncu muyum yoksa?" çünkü yok olmak ister o… Ben, işine başlamadan önce altın sözler saçan ve hep söz verdiğinden fazla yapanı severim: çünkü batışını ister o… Ben, gelecektekileri haklı çıkaranı ve geçmiştekileri kurtaranı severim: çünkü şimdikiler eliyle yok olmak ister o. Ben, tanrısını yola getireni severim, çünkü tanrısını sever o: tanrısının öfkesinden yok olması gerekir de. Ben, yaralanmada bile gönlü derin olanı ve küçücük bir şeyden yok olabileni severim: böyle geçer o köprüyü seve seve. Ben, gönlü dolup taşanı severim, öyle ki kendini unutur ve her şey onun içindedir: her şey onun batışı olur böylece. Ben özgür ruhlu ve özgür yürekli olanı severim: böylece kafası, yüreğinin yalnız içi olur, ama yüreği batmaya zorlar onu. Ben, insanların üstünde asılı o kara buluttan tek tek düşen ağır damlalar gibi olan herkesi severim: onlar şimşeğin gelişini haber verirler ve haberci olarak yok olurlar. Bakın, ben şimşeğin habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım: oysa şimşek, üstinsandır. Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra, yine halka baktı ve sustu. "İşte ordalar," dedi gönlüne, "işte gülüyorlar: beni anlamıyorlar, ben bu kulaklara göre ağız değilim. Gözleriyle işitmeyi öğrenmeleri için, kulaklarını mı patlatmalı? Dümbelek gibi, vaiz gibi ötmeli? Yoksa yalnız kekemeye mi inanırlar? Onların gurur duydukları bir şeyler vardır. Onları gururlandıran şeye ne diyorlar? Kültür diyorlar, -bu onları keçi çobanlarından ayırıyormuş. İşte bundandır, kendileri için "hor görme" sözünün kullanılmasından hoşlanmazlar. Ben de gururlarına sesleneyim bari. Onlara en hor görülesi şeyden söz açacağım, "bu, son insandır." Ve halka şöyle buyurdu Zerdüşt: İnsanın, kendine bir erek edinme zamanı gelmiştir. İnsanın en yüksek umudunun tohumunu ekme zamanı gelmiştir. Toprağı bu iş için yeterince verimli daha. Ama bu toprak bir gün yoksullaşacak ve güçten kesilecek ve hiç ulu ağaç yetişmeyecek onda. Yazık! İnsanın, özlem okunu insandan öte salamayacağı ve yayının, vınlamayı unutacağı zaman geliyor. Size diyorum: hora tepen bir yıldız doğurabilmek için, kişinin içinde kargaşa olmalı daha. Size diyorum: daha var sizde bu kargaşa. Yazık! İnsanın artık yıldız doğuramayacağı zaman geliyor. Yazık! En hor görülesi adamın, kendini artık hor göremeyenin zamanı geliyor. Bakın! Size üstinsanı gösteriyorum. "Sevgi nedir? Yaratma nedir? Özlem nedir? Yıldız nedir?" -böyle sorar da son insan, göz kırpar. Yeryüzü artık küçülmüştür ve üstünde, her şeyi küçülten son insan sıçramaktadır. Toprak piresi gibidir o, kökü kurutulamaz: son insan, en uzun ömürlüdür. "Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar. Güç yaşanan bölgelerden ayrılmışlardır: kişiye sıcaklık gerekir de. Komşu daha sevilir ve ona sürtünülür: kişiye sıcaklık gerekir de. Sayrı düşmek ve kuşkulu olmak günahtır onlarca: sakınarak yürünür. Budaladır, daha ayağı taşlara ya da insanlara takılıp sendeleyen! Ara sıra biraz ağı: tatlı düşler kurdurur bu. Ve çokça ağı sonunda, tatlı bir ölüm için. Daha çalışılır, çünkü iş eğlencedir. Ama eğlencenin zarar vermemesine bakılır. Artık zengin ya da züğürt olunmaz: ikisi de pek sıkıntılıdır. Kim buyurmak ister daha? Kim söz dinler: ikisi de pek sıkıntılıdır. Bir sürü ki çobansız! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: başka türlü duyan, deliler evine gönüllü gider. "Eskiden bütün dünya deliymiş" böyle derler de en inceleri, göz kırparlar. Akıllıdırlar ve olup biten her şeyi bilirler: alaylarının sonu gelmez böylece. Daha bozuşulur, ama hemen barışılır, yoksa mideleri bozulur. Gündüz için küçük hazları ve gece için küçük hazları vardır: ama sağlığı sayarlar. "Biz mutluluğu bulduk" -böyle derler de son insanlar, göz kırparlar.- Zerdüşt'ün, "öndeyiş" de denen ilk konuşması burada sona erdi: çünkü bu sırada kalabalığın bağrışması ve sevinci, sözünü kesti. "Bize ver bu son insanı, ey Zerdüşt" diye bağırıyorlardı, "bu son insanlardan eyle bizi! Üst insanı biz sana bağışlarız sonra!" Ve bütün kalabalık çılgınca seviniyordu ve dudaklarını şapırdatıyordu. Ama Zerdüşt üzüldü ve gönlüne dedi: "Beni anlamıyorlar: ben bu kulaklara göre ağız değilim. Anlaşılan pek fazla kalmışım dağlarda, pek fazla dinlemişim dereleri ve ağaçları, şimdi keçi çobanlarına söz söyler gibi konuşuyorum onlarla. Durgun gönlüm ve duru, sabahleyin dağlar gibi tıpkı. Oysa beni soğuk sanıyorlar ve korkunç şakalar yapan alaycının biri. Ve işte bana bakıyorlar ve gülüyorlar: ve gülerken benden nefret ediyorlar. Gülüşleri buz gibi…" Derken bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran bir şey oldu. Çünkü bu arada ip cambazı oyununa başlamıştı: küçük bir kapıdan çıkmış, iki kule arasına ve pazar yerinin ve halkın üstüne gerili bir ip boyunca ilerliyordu. Tam yarı yoldayken, küçük kapı bir daha açıldı ve alaca bulaca giysiler içinde, soytarıya benzer biri uğradı dışarı ve öncekinin ardından hızlı hızlı yürüdü. "İleri, seni topal seni", diye haykırdı korkunç sesi, "ileri, seni miskin, sinsi, saz benizli seni! Yoksa ayağımın altına alırım seni ha! Bu kuleler arasında ne işin var? Senin yerin kulenin içi, kitlemeli seni, kendinden üstün olanın yolunu tıkıyorsun!" -Ve her sözle birlikte gittikçe yaklaşıyordu öndekine: fakat bir adım kala, bütün ağızları susturan ve bütün gözleri fal taşı gibi açtıran o şey oldu: şeytan gibi çığlık kopardı ve yolunu tıkayan adamın üzerinden atladı. Fakat beriki, rakibinin kazandığını görünce, başı döndü ve ipini şaşırdı; attı sırığını ve sanki bir kol ve bacak çevrintisi gibi, sırıktan daha tez, daldı derine. Pazar yeri ve halk, fırtınaya uğramış bir deniz gibiydi: kalabalık darmadağın olmuş, hele gövdenin düşeceği yerde, birbirine girmişti. Fakat Zerdüşt yerinden kıpırdamadı ve gövde paramparça ama henüz canlı, yanı başına düştü. Az sonra, yaralı kendine geldi ve Zerdüşt'ü yanında diz çökmüş gördü. "Ne yapıyorsun öyle?" dedi sonunda. "Şeytanın bana çelme takacağını çoktandır biliyordum. Şimdi cehenneme sürükleyecek beni: ona engel olacak mısın?" "Şerefim hakkı için, dostum," diye cevap verdi Zerdüşt, "bu söylediğin şeylerin hiçbiri yoktur: ne şeytan var, ne cehennem. Canın, gövdenden bile önce ölecektir: hiçbir şeyden korkma artık!" Adam gözlerini kuşkuyla kaldırdı. "Söylediğin doğruysa" dedi sonra, "hayatımı yitirmekle hiçbir şey yitirmiş olmayacağım. Ben, dayakla ve bir lokma yiyecekle oyun öğretilmiş bir hayvandan fazla bir şey değilim pek." "Ne demek" dedi Zerdüşt, "sen tehlikeyi iş edindin, bunda hor görülecek ne var. Şimdi de işin yüzünden ölüyorsun: bunun için seni kendi elimle gömeceğim." Zerdüşt bunu söyledikten sonra, can çekişen adam daha fazla karşılık vermedi; yalnız, teşekkür için Zerdüşt'ün elini arıyormuş gibi, elini kımıldattı. Bu sırada akşam oldu ve pazar yeri karanlığa büründü: derken halk dağıldı, çünkü merak ve yılgı dahi yorulur. Ama Zerdüşt, yerdeki ölünün yanına oturdu ve düşünceye daldı: böylece zamanı unuttu. Sonunda gece oldu ve soğuk bir yel, yalnızın üstünden esmeye başladı. Derken doğruldu Zerdüşt ve gönlüne dedi: Gerçek, Zerdüşt iyi balık tuttu bugün! İnsan değil tuttuğu, ceset. Tekin değil insan varlığı ve hala anlamsız: soytarının biri yıkım olabilir onun için. Ben insanlara, varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum: Üstinsandır bu, - o kara buluttan, insandan çakan şimşek. Ama ben onlardan uzağım daha ve benim düşüncem onlara bir şey söylemiyor. Ben onlara göre daha deliyle ceset arası bir şeyim. Karanlıktır gece, karanlıktır yolları Zerdüşt'ün. Gel, soğuk ve katı yoldaş! Seni kendi elimle gömeceğim yere götüreyim. Zerdüşt bunu gönlüne dedikten sonra, cesedi sırtladı ve yola koyuldu. Daha yüz adım gitmemişti ki, bir adam sokuldu yanına ve kulağına fısıldadı, - bakın hele! Kuledeki soytarıydı bu konuşan. "Git bu kentten, ey Zerdüşt" diyordu, senden nefret eden pek çok burada. İyilerle doğrular senden nefret ediyorlar, seni düşman ve kendilerini hor gören biri sayıyorlar; hak dine inananlar senden nefret ediyorlar ve seni kalabalık için tehlike sayıyorlar. Talihin varmış ki, sana güldüler: Gerçek, soytarı gibi konuştun. Talihin varmış ki, şu ölü köpekle arkadaşlık ettin; böylece alçalarak yakayı kurtardın bugün. Ama git bu kentten, yoksa yarın üstünden atlarım, bir diri bir ölünün üstünden nasıl atlarsa." Bunu dedikten sonra adam kayboldu: ama Zerdüşt karanlık sokaklardan yoluna yürüdü. Kentin kapısında mezarcılarla karşılaştı: onlar meşalelerini yüzüne tuttular, Zerdüşt'ü tanıdılar ve hayli alay ettiler. "Zerdüşt ölü köpeği götürüyor: ne hoş değil mi Zerdüşt'ün mezarcı olması! Ellerimiz bu kebaba dokunamayacak kadar temizdir de. Zerdüşt şeytanın lokmasını mı aşırmak istiyor? Peki! Afiyet olsun! Şeytan, Zerdüşt'ten daha usta bir hırsız olmasa bari! -o, ikisini de aşırır, ikisini de yer! Ve gülüştüler ve baş başa verdiler. Zerdüşt buna bir şey demedi ve yoluna yürüdü. Ormanlar ve bataklıklardan öte iki saat yol aldıktan sonra, kurtların aç ulumalarını o kadar dinledi ki, kendisi dahi acıktı. Derken, ışığı yanan bir evin önünde durdu. "Açlık" dedi Zerdüşt, "beni haydut gibi bastırıyor. Ormanlarda ve bataklıklarda bastırıyor beni açlığım ve derin gecede. Ne tuhaf huyları var açlığımın. Çokluk, yalnız yemekten sonra gelir bana, bugünse hiç gelmedi: nerdeydi ki?" Ve bunun üzerine Zerdüşt, evin kapısını çaldı. Yaşlı bir adam çıktı; elinde ışık vardı ve sordu: "bana ve tedirgin uykuma gelen kim?" "Bir diriyle bir ölü" dedi Zerdüşt. "Bana yiyecek içecek bir şey ver, gündüz yemeyi unuttum. Açları besleyen, kendi gönlünü canlandırır: böyle der bilgelik." Yaşlı adam gitti, ama çabucak döndü, Zerdüşt'e ekmek ve şarap sundu. "Burası açlara göre bir yer değil" dedi, "onun için burada oturuyorum. Hayvanla insan, ben yalnıza gelirler. Yoldaşına da yedirip içirsene, o sende yorgun." Zerdüşt cevap verdi: "yoldaşım sağ değil, ona kolay kolay yemek yediremem." "Bana ne," dedi yaşlı adam ters ters, "kapımı çalan, verdiğimi almalı. Yiyin ve uğurlar olsun!" Bunun üzerine Zerdüşt, yola ve yıldızlara bel bağlayarak iki saat daha yürüdü: çünkü gece yürümeye alışıktı ve uyuyan her şeyin yüzüne bakmayı severdi. Fakat tan ağarırken, Zerdüşt kendini sık bir ormanda buldu, yol yoktu görünürde. Derken ölüyü, bir ağaç kovuğuna yerleştirdi kurtlardan korumak istiyordu. Kendisi de toprak ve yosun üzerine uzandı. Ve hemen uykuya daldı, gövdesi yorgun, gönlü durgun. Uzun zaman uyudu Zerdüşt ve yüzü üzerinden yalnız tan değil, sabah dahi geçti. Ama sonunda gözleri açıldı: şaşmış, baktı Zerdüşt ormanın ve sessizliğin içine; şaşmış, baktı kendi içine. Derken, birdenbire karayı gören bir gemici gibi, çabucak doğruldu ve sevinçten bağırdı: çünkü yeni bir gerçek görmüştü. Ve gönlüne şöyle dedi: "İçime bir ışık doğdu: yoldaşlar gerek bana, diriler, istediğim yere götürebileceğim ölü yoldaşlar ve cesetler değil. Beni, benim istediğim yere, kendi istekleriyle izleyecek diri yoldaşlar gerek bana. İçine bir ışık doğdu: sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt! Sürünün çobanı ve köpeği olmayacak Zerdüşt! Niceleri sürüden çekmek, bunun için geldim ben. Halk ve sürü bana kızacak: çobanlar, haydut diyecekler Zerdüşt'e. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine iyiler ve doğrular derler. Ben çobanlar diyorum ya, onlar kendilerine hak dine inananlar derler. İyilere ve doğrulara bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan: oysa o, yaratıcıdır. Bütün inançların erlerine bakın! En çok kimden nefret ediyorlar? Kendi değer levhalarını parçalayandan, bozandan, yasa bozandan: oysa o, yaratıcıdır. Yoldaşlar arar yaratıcı, cesetler değil ve sürüler ve inançlar değil. Yaratma arkadaşları arar yaratıcı, yeni levhalara yeni değerler kazıyanları. Yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: çünkü ona göre her şey, hasada hazırdır. Ama yüz orağı yok: bu yüzden başakları yolar da, canı sıkılır. Yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilenleri. Yıkıcılar denecek onlar için, iyi ile kötüyü hor görenler denecek. Oysa hasatçılar ve bayram edenler onlardır. Yaratma arkadaşları arıyor Zerdüşt, hasat arkadaşları ve bayram arkadaşları arıyor Zerdüşt: sürülerden ve çobanlardan ona ne! Ve sen, ilk yoldaşım benim, uğurlar olsun! Seni ağaç kovuğuna iyice gömdüm ve seni kurtlardan iyice sakladım. Ama senden ayrılıyorum: vakit erişti. İki tan arası, bana yeni bir gerçek geldi. Ne çoban olacağım ben, ne mezarcı. Halka söz söylemeyeceğim artık: ben ölüyle son kez konuştum. Yaratıcılara, hasatçılara, bayram edenlere katılacağım: gökkuşağını göstereceğim onlara ve üstinsana çıkan merdiveni. Tek-barınanlara söyleyeceğim türkümü ve çift-barınanlara ve her kimde işitilmemiş için kulak varsa, mutluluğumla ağırlaştıracağım onun yüreğini. Varacağım ereğime, ben kendi yolumu yürüyorum: duraklayanların ve geride kalanların üzerinden atlayacağım. Benim ilerleyişim, onların batışı olsun böylece!" Güneş tam tepedeyken, gönlüne söylediği buydu Zerdüşt'ün: derken sorarcasına yukarı baktı, çünkü başının üstünde bir kuşun tiz çığlığını işitmişti. Bakın hele! Bir kartal havada geniş değirmiler çizerek uçuyordu ve ona bir yılan, ev gibi değil, dost gibi asılmıştı: çünkü yılan, kartalın boynuna dolanmıştı. "Bunlar benim hayvanlarım!" dedi Zerdüşt ve yürekten sevindi. "Güneşin altındaki en gururlu hayvanla güneşin altındaki en bilge hayvan, araştırmaya çıkmışlar. Zerdüşt daha sağ mı, bilmek istiyorlar. Gerçek, sağ mıyım daha? İnsanlar arasında yaşamayı, hayvanlar arasında yaşamaktan daha tehlikeli buldum; tehlikeli yollarda yürüyor Zerdüşt. Bana hayvanlarım yol göstersinler!" Zerdüşt bunu der demez, ormandaki ermişin sözlerini hatırladı, iç çekerek şöyle dedi gönlüne: "Daha bilge olsam! Baştan aşağı bilge olsam, yılanım gibi tıpkı! Ama ben olmazı istiyorum: onun için hep bilgeliğimle yürümesini dileyeyim gururumdan! Ve bilgeliğim beni bir gün yüzüstü bırakacak olursa: -ah, kaçmaya bayılır o!- gururum deliliğimle kaçsın o zaman!" -Böyle başladı Zerdüşt'ün batışı.
  11. Böyle Buyurdu Zerdüşt - F. Nietzsche Kitabın adı: Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also sprach Zarathustra) Yazarı: Friedrich Nietzsche Yayınevi: Varlık yayınları Yayın Tarihi: Ocak 2004 'Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiçkimse için Bir Kitap' (Orijinal adıyla Also sprach Zarathustra), Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Kitabı belirli bir kategori içerisinde tanımlamak genelde zor olmuştur: Bir edebiyat eseri ve aynı zamanda felsefî bir çalışmadır. Nietzsche kendisi kitabı "yazılmış en derin" eser olarak tanımlamıştır. Eser, birçok farklı konu ve tarz barındırmaktadır. Nietzsche'nin felsefî görüşleri açısından önemli bir yer tutan kitap, birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında zamanındaki kulaklara göre ağız olmadığını kendisinin daha sonraki kuşaklar tarafından anlaşılacağını söyler. Özellikle yüzyıl sonra anlaşılacağını söylemesi gerçekleşen bir kehanet olarak görülebilir. Elbette tek tek filozoflarda Nietsche'nin çalışmalarını değerlendirenler olmuştur. Ancak asıl olarak Nietzsche 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel bir ilginin konusu olur ve post modern felsefeler tarafından her anlamda değerlendirilmeye başlanır. Onun perspektivizmi, tarihselciliği, bilgi-iktidar düşüncesi, dil'i kavrayış biçimi yeniden ve yeni anlam katmanlarıyla değerlendirilmeye başlanmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise Nietzsche en derin teorik tartışmalardan en sıradan sohbetlere kadar herkesin dilindeki isimlerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Nietzsche'nin kendi istediği ve düşündüğü anlamda anlaşılıp anlaşılmadığı tartışmalı olmakla birlikte, yüzyıl sonra kendisine pek çok kulak verenin ortaya çıktığı kesindir
  12. Deliliğe Övgü Kitabın adı: Deliliğe Övgü (Morias enkomion seu laus stultitiae) Yazarı: Erasmus Yayınevi: Kırmızı Yayınları Çeviren: Nusret Hızır Özgün adıyla: Morias enkomion seu laus stultitiae. Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran şey, gerçek bilgelik olma niteliğiyle doğrudan doğruya deliliğin kendisidir. Kitapta delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, bu arada özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur. Yapıtın yazılışını izleyen sonraki yüzyıllarda -haklı olarak- düşünce düzeyindeki bağnazlığın her türlüsüne yönelen bir eleştiri diye yorumlanması, belki de bugüne değin koruduğu kalıcılığın baş nedenidir.
  13. Sizce ne olacak dersiniz? Bence dostlar alışverişte görsün, boş boğazın bir açık verdi sus be akılsız zamansız konuşma deyip açığa aldılar?...
  14. Sayın başbakan; toplumu inanç üzerinden bölen, AK Parti İl Gençlik Kolları Kongresinde "Dindar, kindar ve muhafazakar gençlik" yetiştirmeye yönelik son açıklamalarınızla açığa çıkan ayrımcı söyleminizi, bizler dindar yada dindar olmayan, çağdaş ve laikliğin gerekliliğine yürekten inanan T.C Vatandaşları olarak ürkütücü, tehlikeli ve bizim açımızdan kabul edilemez buluyoruz! Bir başbakan olarak sizin; tüm vatandaşlarınıza eşit mesafede yaklaşmanız gerektiğini, bu tutumun dilinizden düşürmediğiniz demokrasinin birinci şartı olduğunu hatırlatıyoruz! Sayın başbakan; Sizin görev sorumluluğunuz, öncelikli değeri insan ve doğa sevgisi olan ve eleştirel düşünebilen nesillerin yetişebilmesi için gerekli eğitim olanaklarının herkese eşit bir şekilde sunulabilmesi ve tüm bireylerin insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri için gereken koşulları sağlamaktır.
  15. Fazla söze gerek var mı?... Manşette Şu yazıyor... "Gençliğe Üstadın hitabesi ile seslendi"... Atanın Gençliğe Hitabının yerine, "Bilimin değil, İLİMİNİN", "Barışın ve sevginin dilinin değil, KİNİNİN" yer aldığı özlenen dindar gençliğin hitabesi... Tayyip Erdoğan’ın Özlediği Gençlik Yine Necip Fazıl’dan ... "Milli manevi değerlerine sahip çıkan, onları yaşatan, geleceğini geçmişinden aldığı güç, gurur ve ilhamla şekillendiren bir gençlik tasavvur ediyoruz. Modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum. Kökü ezelde ve dalı ebette bir sistemin aşkına, estetiğine, irfanına sahip bir gençlikten bahsediyorum."
  16. Sevgili Bilimselcinin Oğlunun da yer aldığı NARKOZ.'un Akustik Performanslarından ... NARKOZ ' un Notu:
  17. Bizimkiler Ellerini kollarını sallayarak gezerken, Bizde Adli tabip,tacize uğrayanlara suçlu gözüyle bakarken, ABD'de Mahkemeler Konuyu ciddiye alıyor. *** ABD’nin Georgia Eyaleti’nde 14 yaşındaki öğrencisiyle cinsel ilişkiye giren 39 yaşındaki ilkokul öğretmeni Shannon Alicia Schmieder, 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hukukçular öğretmenin tasarlayarak adam öldürme suçuyla yargılanan herhangi bir kişiyle aynı cezayı aldığını söyledi. Böylece Schmieder, ABD’de reşit olmayan bir çocukla cinsel ilişki yaşayan bir öğretmene verilmiş en büyük cezayı aldı. BAYGINLIK GEÇİRDİ 40 yıl hapis cezası aldığını duyan kadın öğretmen mahkemede baygınlık geçirdi. Öğretmenin Facebook’tan çocuklarına gönderdiği aşk mektuplarını gören aile, durumu polise haber vermişti. Çocuğun ailesi, aynı zamanda aile dostları olan Schmieder’den asla şüphe etmediklerini söylemişti..
  18. Bu da Haftanın kedisi... Sağlıklı beslenenlerden
  19. İstanbul Emniyeti'nde 3. KCK depremi... 700 POLİS DOĞU İLLERİNE TAYİN EDİLDİ. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde, 8 Şubat'ta Terörle Mücadele ve Organize Suçlar Şube Müdürleri'yle İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı'nın görevden alınması, 15 Şubat'ta ise emniyet amiri ve komiser düzeyinde 10 memurun başka yerlerde görevlendirilmesinin ardından 3. bir tayin dalgası daha geldi. 1. DALGA 8 ŞUBAT'TA VURDU DÜN TSUNAMİYE DÖNÜŞTÜ İstanbul Emniyeti'ndeki ilk dalga 8 Şubat 2012'de yaşandı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ve 4 MİT görevlisinin Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından ifadeye çağrılmasından bir gün sonra, Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün, İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan ile İstihbarattan Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, görevden alınarak Ankara'ya atandı. İstanbul Emniyeti'ndeki ikinci şok tayinler ise 15 Şubat'ta gerçekleşti. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü bünyesindeki KCK/PKK bürosundan sorumlu 1 şube müdür yardımcısı, 2 emniyet amiri, 1 başkomiser ve 1 komiser olmak üzere 5 kişiyle, İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden 2 emniyet amiri, 2 başkomiser ve 1 komiser görevlerinden alınarak başka görevlere atandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki 52 şube müdürlüğünde, yaklaşık 35 bin polis memuru görev yapıyor. En kritik şubelerden biri olan Terörle Mücadele Şubesi'nde yaklaşık 600 polis memuru çalışıyor.
  20. KİTABIN ADI : KARANLIK BİR DÜNYADA BİLİMİN MUM IŞIĞI YAZARI : CARL SAGAN (ÖZET) Kitap yazarı Carl Sagan modern zamanlarda günümüz ve geleceğimiz için en çok ihtiyacımız olan yetilere ışık olmakla kalmıyor. Şüphe duymayı, sorular sormayı, saf olmamayı öğretmekle birlikte bize inanç ve dinlere ait, kutsal bilgileri dahi sorgulamamız gerektiğini öğretiyor... 1. Araştırmalar, Amerikalıların % 95’inin “bilim cahili” olduğunu gösteriyor. Bu, bir köleye okuma-yazma öğretmenin çok ciddi cezalarla yasaklandığı İç Savaş öncesi dönemde, neredeyse hepsi köle olan Afrikalı-Amerikalıların cehalet oranı ile aynı. 2. Birçok alanda bilgisiz olduğumuzu kabullenmektense, evrenin anlaşılamayacak denli kutsal yapıda olduğu şeklinde ifadelere başvuruyoruz. Anlamadığımız kavramlardan sorumlu tutmak üzere bir Bilinmezler Tanrısı buluyoruz. 3. Tarım öncesi zamanlarda avcı-toplayıcı atalarımızın ortalama ömrü 20-30 yıldı. Ortaçağda ve Geç Roma dönemi Avrupa’sında da öyle. Ortalama ömrün 40 civarını bulması, ancak 1870’lerde gerçekleşebildi. Yaşam süresi 1915’te 50’ye, 1930’da 60’a, 1955’te 70’e yükseldi. Bugünse, erkeler için biraz daha kısa olmak üzere, 80’lere yaklaşmıştır. 4. Ahlaki açıdan değerlendirilecek olursa, kendimizi iyi hissetmemizi sağladığı sürece, bir şeyin doğru olup olmadığını umursamamak, cebiniz doluysa paranın nereden geldiğine boş vermek kadar kötüdür. 5. Öte yandan, Yeniçağ ve din yazarları, bilim adamlarının “her şeyin buldukları kadarından ibaret” olduğuna inandıklarını öne sürüyor. Bilim adamları, birinin demesinden başka hiçbir kanıtı olmayan gizemli iddiaları reddedebilir; ama doğaya ilişkin her şeyi bildiklerini asla düşünmezler. 6. …Bizi doğrulayanı dostça kabullenir, karşı çıkana da inatla direniriz; oysa ki, sağduyu tam tersini gerektirir. 7. Örgütlü dinlerin bende güven duygusu uyandırmamasının nedenlerinden biri şudur: Belli başlı inançları temsil eden liderlerden hangisi inançlarında eksiklik ya da hata olabileceğini dile getiriyor ve öğretilerindeki olası açıkları saptamak için girişimde bulunuyor? 8. Diğer primatlar gibi insanlar da sürü halinde yaşar. Birbirimizle bir arada olmaktan hoşlanırız. Memeli olduğumuzdan soyumuzun devamı için çocuğun anne-baba bakımı görmesi şarttır. Anne-baba çocuğa gülümser, çocuk da onlara; böylece bir bağ kurulur ve güçlenir. Bebek görmeye başladığı andan itibaren yüzleri tanır. Bu becerinin beynimizde kodlu ve kalıtsal olduğunu artık biliyoruz. Bir milyon yıl önce bebekler kendilerine gülümseyen bir yüzü tanıyamıyor, anne babalarının kalbini kazanamıyor, bu nedenle de gelecekleri tehlikeye giriyordu. Bugünse, her bebek insan yüzünü hemen tanı*********** kocaman bir gülümseme ile işini garantiye alıyor. 9. Her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kandırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. Bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin bileşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür. 10. “Uçan daire” teriminin ortaya çıkışı da oldukça ilginçtir. 24 Haziran 1947 günü Rainier Dağı yakınlarında garip birtakım cisimler gören ve uçan daire teriminin türemesine yol açan sivil pilot Kenneth Arnold, yayımlanan gazete haberleri konusunda şunları söylemiş : “Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı. Gördüklerimi basına anlattığımda söylediklerimi yanlış ilettiler ve kapıldıkları heyecanın etkisiyle olsa gerek, bir iki gazete öyle çetrefilli bir anlatım kullandı ki, neden bahsettiklerini kimse tam olarak anlayamadı. Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi. Nasıl uçtuklarını betimlerken de daire şekilli bir cisim alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Gazetecilerin çoğu da bunu da yanlış anladı ve yanlış aktardı. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar. Oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim.” 11. Başarılı ikinci el otomobil alıcılarının da kanıtladığı gibi, kuşkucu yaklaşım ileri derecede bir eğitim gerektirmiyor. Kuşkucu yaklaşımın demokratik uygulamasının özünde, bilgi olarak yerleşmeye çalışan iddiaları etkin ve yapıcı bir şekilde değerlendirebilme yetisi yatıyor. Bilimin tek istediği, kullanılmış otomobil alırken ya da TV reklamlarında gördüğümüz biraların, ağrı kesicilerin kalitesini denerken gösterdiğimiz kuşkuculuğu diğer konularda da kullanmak. 12. Gerginlik durumlarında, söz konusu yabancı dilleri bilen NSA (Ulusal Güvenlik Dairesi) personeli kulaklıklarla gün boyu oturarak karşı tarafın yüksek rütbeli personelinin yaptığı şifreli görüşmelerden yatak sohbetlerine kadar her türlü haberleşmeyi dinlerler. 13. Cinselliği bastırılmış erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler sınıfından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, Engizisyonda güçlü bir cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor. 14. İnancı ayakta tutan şey kolay inanırlıktır. 15. Reklamların özellikle etkiye açık izleyiciler üzerinde kullandığı görsel yineleme yoluyla benimsetme yönteminin gücünü düşünün. 16. Saf bir akıl...garip şeylere inanmaktan büyük haz alır. Bulduğu ne denli garipse, onun için o kadar iyidir. Sade ve anlaşılır şeylere ise yüz vermez; çünkü onlara zaten herkes inanır. 17. Kimi anılarımız, kendi ürettiğimiz bir dokuya iliştirilmiş parçalar olabilir. Parçaları dikkatlice dikersek, her seferinde kolayca anımsayabileceğimiz, bütünsel bir öykü elde edebiliriz. Belli bir doku içinde yoğrulmamış tek tek parçaları anımsamak ise daha zordur. 18. Kuraklık, veba ve savaşın lanetlediği, sıradan insanların yararlanabileceği toplumsal ya da tıbbi hizmetlerden yoksun, halkı okur-yazar olmayan, bilimsel yöntemin ise adının bile duyulmadığı bir zamanda, kuşkucu yaklaşıma elbette ender rastlanıyordu. 19. ABD’de hemen hemen üçte ikisi 18’inden önce olmak üzere, her on kadından biri tecavüze uğramış. Son yapılan bir araştırma, polise bildirilen tecavüz kurbanlarının altıda birinin 12 yaşın altında olduğunu gösteriyor. (Üstelik bu, polise en az sıklıkla bildirilen kategoriyi oluşturuyor.) Bu kızların beşte biri, babaları tarafından tecavüze uğramış. Bu konuda çok açık olmak istiyorum: Ailelerin ya da ebeveyn rolü üstlenmiş yetişkinlerin çocuklarına cinsel tacizde bulunmak gibi ********* bir eğilim gösterdiği çok sayıda gerçek örnek var. Kimi vakalar fotoğraf, günlük, çocukta bel soğukluğu gibi somut kanıtlarla gün ışığına çıktı. Çocuklukta taciz, toplumsal sorunların olası nedenleri arasında sayılıyor. Bir araştırmaya göre, şiddet suçlarından hüküm giymiş mahkumların %85’ini çocukluklarında tacize uğramış kişiler oluşturuyor. Ergenlik döneminde anne olan kadınların üçte ikisi, çocukluk ya da ergenlik dönemlerinde tecavüze uğramış veya taciz edilmişler. Tecavüz kurbanlarında içki ve uyuşturucu bağımlılığı oranı, diğer kadınlara göre on kat yüksek. Bu, acil çözüm gerektiren gerçek bir sorun. Trajik ve doğruluğu su götürmeyen bu çocukluktaki cinsel taciz vakalarının çoğu, belleğe hatırlanması söz konusu gizli anılar şeklinde değil, hiç unutmaksızın erişkinliğe değin taşınan anılar olarak yerleşiyor. 20. Bugünse standartlarımız çok daha düşük. Çocuklarımıza duygusal olarak hoş anlamlar taşıdıkları için Noel Baba, Paskalya Tavşanı ve Diş Perisi’nden söz ediyor, sonra da erişkinliğe ulaşmadan önce kafalarını bu söylencelerden arındırmaya çalışıyoruz. Neden böyle bir geri adım atıyoruz? Çünkü yetişkin olarak ayakta durabilmeleri, dünyayı gerçekten olduğu şekliyle tanımalarına bağlıdır. Noel Baba’ya hala inanan yetişkinler adına, haklı nedenlerle endişe duyarız. 21. Öğretisel dinler konusunda, Filozof David Hume şöyle diyor: “İnsanların öyle konularda besledikleri kuşkuları kendilerine bile itiraf etmeye cesaretleri yoktur. Ölçütleri, sorgusuz inançtır ve asıl inançsızlığı, verdikleri güçlü hükümler ve yobazlıkla göstermiş olurlar. 22. Ahlakın temeli...hakkında kanıt olmayan şeylere inanır görünmekten ve bilgi sınırlarının ötesindeki sorgulanamaz önermeleri yinelemekten vazgeçmeye dayanır. 23. Yalanlara karşı hoşgörünün artması, birçok diğer kötülük için de zemin hazırlar. 24. Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. 25. Tüm kanserlerin rasgele iyileşme oranının, on binde bir ile yüz binde bir arası bir değere karşılık geldiği tahmin ediliyor. 26. Ancak, eklenmesi gereken başka bir nokta daha var: Güz Ayı, Amerika’da yaşayan geleneksel Çinli toplumlar için önemli bir festival. Festivalden önceki bir hafta içerisinde, bu topluluklarda ölüm oranında %35’lik bir düşüş olduğu bulguladı. Sonraki hafta, ölüm oranında %35’lik bir artış oluyor. Çinli olmayan kişilerden oluşturulan kontrol gruplarında ise böyle bir etkiye rastlanmadı. Durumdan intiharların sorumlu olduğunu düşünebilirsiniz; ancak yalnızca doğal kaynaklı ölümler hesaba katılmıştı. Gerginlik ya da aşırı yemeyi neden gösterebilirsiniz; ancak Güz Ayı’ndan önce ölüm oranında düşme olmasını bunlarla açıklayamazsınız. Bu etki en çok da gerginliğin önemli etkileri olduğu bilinen kalp-damar hastalarında gözleniyor. Kanser hastalarında daha küçük bir etkilenme oluyor. Yapılan daha ayrıntılı bir çalışma, ölüm oranındaki salınımların, özellikle 75 ve üzeri yaşlardaki kadınlarda görüldüğünü ortaya çıkardı. Güz Ayı Festivali’ne, evdeki en yaşlı kadınlar başkanlık eder. Demek ki ölmek üzere olan yaşlı kadınlar, geleneksel sorumluluklarını yerine getirebilmek için ölümü bir ya da iki hafta başlarından savmayı başarıyorlar. Benzer etki, yaşlı erkeklerin lider rolü üstlendiği bir ayin olan Hamursuz Yortusu sıralarında Musevi erkeklerde ve dünya çapında doğum günü, mezuniyet töreni ve benzeri kutlamalar sırasında da gözleniyor. Daha da tartışmalı bir çalışmada, Stanford Üniversitesi ruh hekimleri, metastatik meme kanseri hastası 86 kadını iki gruba ayırdılar: Birinci grup ölüm korkularını inceleme ve kendi yaşamlarından sorumlu olma yolunda teşvik ediliyor; ikinci gruba ise belirli bir ruhsal destek sağlanmıyordu. Araştırmacıları da şaşırtan sonuç, destek gören grubun daha az acı çekmekle kalmayıp, ortalama olarak 18 ay daha uzun yaşaması oldu. 27. Tarihin en acı derslerinden biri de şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü. 28. Bir bilim adamı, Paris gazetelerinden birine, ücretsiz yıldız falına bakacağına dair bir ilan verir. İstendiği üzere doğum yer ve zamanlarını bildiren 150 kadar yanıt alır. Her birine falın ne kadar doğru çıktığını soran bir anketle birlikte içeriği tümüyle aynı tek bir fal gönderilir. Yanıt gönderenlerin %94’ü (ve üstelik arkadaşlarının ve ailelerinin %90’ı) falın kendilerini en azından bir ölçüde tanımladığını bildirirler. Ne var ki, fal aslında Fransız bir seri katili tanımlamaktadır. Bir yıldız falcısı, müşterileriyle görüşmeksizin bu denli ileri gidebiliyorsa, insanlardaki ince ayrıntılara duyarlı ve pek de vicdan taşıyamayan birinin neler yapabileceğini bir düşünün. 29. Anahtar rol oynayan araçlardan biri de “hazır kılıf” denen ve herhangi birinin hemen kendine göre bir gerçek seçebileceği kadar ince ayarla oturtulmuş herkese uygun eğilimler listesi. İşte bir örnek: Kimi zaman dışa dönük, nazik ve sosyal; kimi zaman da içe dönük, temkinli ve uzaksınız. Kendinizi diğerlerine açmada çok dürüst olmanın mantıklı olmadığını düşünüyorsunuz. Belli ölçüde değişiklik ve çeşitliliği seviyor, kısıtlama ve sınırlamalarla karşılaştığınızda hoşnut olmuyorsunuz. Dışarıya karşı disiplinli ve kontrollü görünmekle birlikte, içinizden endişeli ve güvensiz hissediyorsunuz. Kişiliğinizin zayıf yönleri olmasına karşın, genellikle bunları kapatmayı başarıyorsunuz. Kendi yararınıza kullanmadığınız büyük bir kapasiteniz var. Kendinizi eleştirmeye eğilimlisiniz. Diğer insanların sizden hoşlanmaları ve size hayranlık duymalarına gereksinim duyuyorsunuz. 30. Akla dayalı bilim, kartlarını her istendiğinde gösterebilir, öte yandan akla dayalı olmayan otoritecilik, kartlarının sorulmasını inanç eksikliği sayar. 31. Hepimiz kusurlu, çağımızın ürünü yaratıklarıyız. Kendimizi geleceğin bilinmeyen standartlarına göre yargılamak adil olur mu? Kuşku yok ki çağımızın kimi alışkanlıklarını sonraki kuşaklar tarafından barbarca tavırlar olarak görülecek. 32. Cehalet bilgiden daha fazla güven telkin eder: Şu ya da bu sorunun bilim tarafından asla çözülemeyeceğini kendinden öylesine emin bir ifadeyle ileri sürenler, çok bilenler değil az bilenlerdir. 33. On bin Amerikalı bilim adamı ve mühendis, Yıldız Savaşları programında çalışmayacaklarını ya da SDI örgütünden para kabul etmeyeceklerini açıkça bildirmişlerdi. Bu durum (kişisel bedeli yüksek olsa da) bilim adamlarının, en azından geçici olarak, yoldan çıkmış demokratik bir hükümetle işbirliğini cesaretle reddedebildiğini gösteren bir örnektir. 34. CIA genel başkanı 1995’te, “kesin gizliliğin kesin çürümeye yol açacağı” yorumunda bulunmuştu. 35. Gerçek olamayacak kadar harika hiçbir şey yoktur. 36. Denenmemiş, desteksiz kavrayış, doğrunun yetersiz bir garantisidir. 37. Yeniçağcılar, eskiden olduğu gibi ne mahkeme makamına çıkarılıp yargılanıyor, ne düş gördükleri gerekçesiyle kamçılanıyor, ne de kazıkta yakılıyor. Neden eleştiriyi böylesine kötü algılıyorlar? İnançlarının, kuşkucuların öne sürebileceği en iyi karşıt savlara ne denli dayanıklı olduğunu merak etmiyorlar mı? 38. Eski bir Çin atasözü, “Çok kuşkucu olmaktansa, çok saf olmak yeğdir” diyor. 39. Çin uygarlığı baskı makinesini, barutu, roketi, manyetik pusulayı, depremölçeri, sistematik gök gözlemlerini ve gök olaylarının tarihini tutmayı buldu. Hintli matematikçiler, aritmetiği rahatlatmanın ve dolayısıyla niceliksel bilimin esası olan sıfırı keşfettiler. Aztek uygarlığı, kendisini işgal edip ortadan kaldıran Avrupa uygarlığınınkinden çok daha iyi bir takvim geliştirmişti. Aztekler, gezegenlerin konumunu daha uzun vadeli olarak ve çok daha iyi tahmin edebiliyorlardı. Ancak, bu uygarlıklardan hiçbiri, diyor Cromer, bilimin kuşkucu, sorgulayıcı, deneysel yöntemini geliştiremedi. Bu yöntem tümüyle Eski Yunan’dan gelmeydi: Nesnel düşünmenin Yunanlılarca geliştirilmiş olması, birtakım özel kültürel etmenler gerektirmiş olmalı. · İlki, erkeklerin akıllarını kullanıp tartışarak birbirlerini ikna etmeyi ilk kez öğrendikleri meclislerdi. · İkincisi, kendi içine kapanma ve dar kafalılığı önleyen denizciliğe dayalı bir ekonomiydi. · Üçüncüsü, yolcu ve bilimcilerin ziyaret edebileceği, Yunanca’nın yaygın kullanıldığı bir dünyanın varlığı idi. · Dördüncüsü, kendi öğretmenlerini kiralayabilen bağımsız bir tüccar sınıfının varlığı idi. · Beşincisi, kendi başlarına liberal akılcı düşünmenin özetleri sayılabilecek yazınsal başyapıtlar olan İlyada ve Odysseia idi. · Altıncısı, rahiplerce yönetilmeyen edebi bir dindi. Yedincisi ve sonuncusu da bu etmenlerin 1000 yıldan fazla süre varlığını sürdürmüş olmasıydı. Tüm bu etmenlerin büyük bir uygarlıkta bir araya toplanmış olması oldukça rastlantısal idi; ikinci bir kez de tekrar etmedi. 40. Bilim hem aşırı batıl inançlardan hem de aşırı adaletsizlikten kurtulmamızı gerektirir. Genellikle hurafeler ve adaletsizlik, aralarında sızılmaz bir işbirliği yürüten dini ve laik otoritelerce dayatılır. Siyasi devrimlerin, din konusunda kuşkuculuğun ve bilimin yükselişinin aynı anda yürüyebilmesi şaşırtıcı değil. Hurafelerden kurtulmak, bilim için gerekli bir koşul, ama yeterli değil. 41. ABD’de standart okul yılının 180 gün olmasına karşılık bu rakam Güney Kore’de 220, Almanya’da 230 ve Japonya’da 243. Bu ülkelerin bazılarında çocuklar cumartesi günleri de okula gidiyor. Amerikalı ortalama ortaokul öğrencisi ev ödevine haftada 3,5 saat ayırıyor. Gerek sınıfta gerekse sınıf dışında çalışmaya ayrılan toplam zaman haftada 20 saat. Japon beşinci sınıf öğrencileri haftada 33 saat çalışıyorlar. ABD’nin yarı nüfusuna sahip Japonya her yıl ABD’den iki kat fazla yüksek dereceli bilim adamı ve mühendis yetiştiriyor. 42. Amerikalı çocukların çoğu aptal değil. Çok çalışmamalarının bir nedeni, çabalarının karşılığında pek az somut yarar sağlıyor olmaları. Sözel beceriler, matematik, fen ve tarih alanlarında yeterlik (yani konuyu gerçek anlamda bilmek), ortaöğretimden sonraki ilk sekiz yılında ortalama genç erkeklerin kazançlarında bir artış sağlamıyor. Bu nedenle birçoğu da sanayiden çok, hizmet sektörünü yeğliyor. Ekonominin üretken sektörlerinde ise işin rengi değişiyor. Yeterli müşteri olmadığı için değil, işe giren işçilerin çok azı basit aritmetik hesapları yapabilecek düzeyde olduğu için iflasın eşiğine gelen mobilya fabrikaları var. Başlıca elektronik şirketlerinden biri, işe başvuranlarının %80’inin beşinci sınıf matematik sınavını geçemediğini bildiriyor. ABD (özellikle yitik üretkenlik ve eğitimde iyileştirmeye giden harcamalar alanında), işçiler büyük çoğunlukla yazamadığı, okuyamadığı, sayamadığı ve düşünemediği için yılda 40 milyar dolar zarar ediyor. 43. Büyümekte olan bir kanser, yakınındaki kan damarlarını çevreleyen hücrelere her yana iletilmek üzere bir bildirge gönderir: “Kana gereksinmemiz var” demektedir mesaj. Endotel hücreleri, kanser hücrelerine gerekli kanı sağlamak üzere yardımsever bir tavırla kan damarı köprüleri kurar. Nasıl bir süreçtir bu? Mesajın yolu kesilebilir ya da iptal edilebilir mi? 44. Yalnız özgür insanların eğitilmesi gerektiğini söyleyen çoğunluğa değil, yalnız eğitimlilerin özgür olduğunu söyleyen düşünürlere inanmalıyız. 45. İnsanlığın dünyada bulunduğu sürenin %99’u boyunca kimse ne okudu ne de yazdı. 46. Son araştırmalar, yetersiz beslenen birçok çocukta anlama ve öğrenme kapasitesinde azalma, yani “bilişsel yetersizlik” görüldüğünü bildiriyor. Bu durumun ortaya çıkması için çocuğun açlık çekiyor olmasına da gerek yok. Hafif bir beslenme yetersizliği bile (Amerika’da yoksul kesimde en çok görülen tür olanı..) bu bozukluğa yol açabiliyor. Anne yeterince yemiyorsa doğmadan önce, bebeklikte ya da çocuklukta baş gösteren bilişsel yetersizlik, yeterli besin almama durumunda vücudun sınırlı besin kaynağını ne şekilde kullanacağı konusunda verdiği kararın bir sonucu. Vücut için önce yaşamayı sürdürmek, sonra gelişmek geliyor. Beslenmenin dayattığı bu önem sıralaması boyunca, vücut öğrenmeyi son sıraya koymak zorunda kalıyor. Sonuç olarak organizma için zeki ve ölü olmaktansa, aptal ama canlı olmak önemlidir. 47. Çoğu sağlıklı çocuk gibi öğrenmeye heves ve şevk beslemektense, yetersiz beslenen çocuk kolay sıkılır, ilgisiz ve tepkisiz olma eğilimi gösterir. Yetersiz beslenme daha ciddi boyutlara ulaştığında (kimi uç örneklerde), düşük kilolu ve küçük beyinli doğumlar görülebiliyor. Bununla birlikte, sağlık bakımından kusursuz görünen bir çocuk bile yetersiz demir alıyorsa, ilgisini odaklamakta güçlük çekebilir. Tahminlere göre demir eksikliği anemisi Amerikalı yoksul çocukların dörtte birini etkiliyor olabilir. Bu rahatsızlığın etkileri arasında, çocuğun ilgi süresinin az ve belleğinin zayıf olmasının yanında, yetişkinliğe kadar uzanabilen diğer kötü sonuçlar var. 48. Nazi propaganda bakanı Josef Goebbels, “Kamuoyunun şekillenmesini denetlemek devletin mutlak hakkıdır” demişti. Toplumsal değişimden hoşlanmayanlar, bilime kuşkuyla bakma eğilimi gösterebilir.. Ata Fecob'un Katkılarıyla...
  21. "Köpekler ve Erkekler" bilmelidir ki, "Kediler ve Kadınlar" her istediğini yapar ve yaptırırlar. Eğer denk gelirde "Bir erkek için saç saça baş başa kavga eden iki kadını" izleme şansına sahip olursanız eğer, iki kedinin kavga etme sesini çıkardıklarını fark ederek şaşkına dönebilirsiniz... Bu şaşırtıcı benzerliğin farkına vardıktan sonra gözlemledikçe anlarsınız ki, her ikisi de sırnaşmayı bilir, ilgi ister, şefkat istediklerinde mırrrlarlar, küçük oyunlara bayılırlar. "Kediler ve Kadınlar" çevrelerinde ikamet edenleri bir gezegen olarak kabul ederler. Onlara göre herkes bir yörüngede olmalı, herkes etrafında dönmelidir. Çünkü onlar için, kendilerinin belli bir yörüngede olmaları ve her yörüngeye göre (farklı) enerji vermeleri yeterlidir. "Köpekler ve Erkekler"e sevgiyi hissetseler de geçer gider hemencecik. Bu duygunun onlarda sevgi engelli değil de duygu engelli bir nefret oluşturduğuna şahit olursunuz. Hatta öyle kadınlar vardır ki, insan bedeninde kedi ruhuyla yaşamakla lanetlenmiş olarak bir kedinin tüm duygu kapasitesini barındırırlar. Her daim içlerinde taşıdıkları ve hep kendilerine yonttukları bu yüce duygu onları, kendilerine yanaşanlara her an pençe atmaya hazır bir duyarlılık kazandırmıştır… Bütün bu gerçeklere rağmen "Kediler ve Kadınlar" arasında böylesine benzerlikler olması "Köpekler ve Erkekler" için her zaman tercih sebebidir, kedilere ve dahi kediye benzeyen kadına tapıldığı tarih boyunca hep görülmüştür! "Kediler ve Kadınlar", "Köpekler ve Erkekler" in onları bir türlü kavrayamadığı, eşi ve benzeri bulunamaz duygusal varlıklardır vesselam! ***
  22. Asla bir salakla tartışmayın.. Çünkü dışarıdan bakanlar hanginizin salak olduğunu anlamayabilir.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.