GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
ALLAH'I İnkar Etmek
Belkide farklar şunlar olabilir; Fikir sahibi olsam da yeterli bilgi sahibi olmadığım konularda ahkam kesmemek! Yaşamımı etkileyen konularda aklı süzgeçinden geçirmeden, onları sorgulamadan bir karar vermemek! Öne sürülen görüş ve düşünceleri ben farklı düşünüyorum diye onları kökten reddetmek yerine, gerekli araştırma ve sorgulamaları yaptıktan sonra eleştirmek ya da haklıysa hak vermek! Hayır Değil!.. Bu senin düşüncen. Ben buysam, o halde o da bu olmalı diye ürettiğin varsayım...
-
Tinerci olunmaz, tinerci ölünür..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yapmış olduğu dindar nesil çıkışı Penguen dergisine kapak oldu. Erdoğan'ın karşısına küçük bir çocuk koyan Penguen, olayı soru cevap şeklinde özetlemiş. İşte o kapak:
-
ALLAH'I İnkar Etmek
Eğer eksik algılama ve varsayımlarla hüküm sahibi olmaman gerektiği sana söylendiğinde, Sen bunu aşağılama olarak algılıyorsan sana söyleyebileceğim hiç bir şey yok sayın omar... Ne kadar da haklısın, sana ifade edilenler "ancak anladığın kadarıyla yanıt buluyor"... İnsanlık tarihi boyunca tanrı kavramının geçirdiği aşamalardan söz ediliyor... Sen, yazılı olarak insanlık tarihine geçmiş bu gerçeklere uydurma diyebiliyorsun! Özgür bireylerin, özgür beyinlerin kulluğu kabullenemeyeceği söyleniyor... Sen, Kulluğa yeni tanımlar getirmeye çalışıp, dönemsel kulluktan söz edebiliyorsun! ***
-
AYKIRI SORULAR
Türkiye son 1 haftadır Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin ders kitaplarından kaldırılıp kaldırılmayacağını tartışıyor.
-
Muhafazakar Sapıklık. "Heykel Fetişizmi"
Üniversite Yönetim Kuruluna ve Rektöre bakın yahu!... Aklı evvel birileri benzetme yapmış, Üniversite Yönetim Kurulu da kaldırmış.. Üniversitelerimizin içine düştüğü estetik ve sanatsal algılamaya bakar mısınız?
-
Tinerci olunmaz, tinerci ölünür..
- BABALAR... "Sizin Babanız Hangisi?"
unutkan, komutan, demokrat, ..... **************************************************************************************************************************** . . . . . .- BABALAR... "Sizin Babanız Hangisi?"
kumandan, eğlenceli, patavatsız... ************************************************************************************************************************* .- BABALAR... "Sizin Babanız Hangisi?"
Israrcı, mafyöz, .... ********************************************************************************************************** . . .- BABALAR... "Sizin Babanız Hangisi?"
Hangisi sizinki!..- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- YORUMSUZ...
- ALLAH'I İnkar Etmek
Kimsenin kimseye sinirlendiği falan yok gereksiz çıkarımlarda bulunmanın alemi yok... Adabına uygun olarak tartışma adabını, dayatmaların gereksizliğini vurguladım sadece... "Öyle ki o kadar taşmışsınız aşağılamalar geliyor..." diyorsunuz ... Size yazdıklarımın içinden aşağılama olacak bir tek harf gösterebilir misiniz? Yine aynı yaklaşım ... Sizin inançlarınızı kabul etmeyenlere sigara ile örnekleme yapılan zararlı önermeniz... Gerçekte de ben tam tersini, sizin inanç sigarasını içerken üflediğiniz dumanın etkisi altında kalan insanların zihinlerinin karartılarak zehirlendiğini düşünüyorum... Daha önce yazılan aşağıdaki şu iletiden farklı bir yaklaşım değil bu yaklaşımınız... "Dinler bir uydurmadır,hepsi birer masaldır" Bu benim inancıma olan saygı göstermemektir.." bakış açınız, her şeyi açıklıyor kendiliğinden... Söz konusu inançlarınız olduğunda onun eleştirilmesi ve inancınızı desteklemeyen görüşlerin söylenmesini saygısızlık olarak algılıyorsunuz... "İnsanlık tarihinin gelişimi içinde, "tanrı ya da tanrılar" kavramını teke indirip onu da görünmez kılanların varsayımlarına iman etmek" tespitini yaptığımda, senin inancına saygısızlık mı etmiş oldum şimdi? Ya da bu konuda bir görüş belirtip bir tespitte mi bulunmuş oldum? Tartıtığınız muhataplarınıza "İnanmayan arkadaşlara söylüyorum.." diye futursuzca hitap edebilirken, aynı paragrafın devamında özgürlüğünü en önde tutan kişilere "kul olamaları " teklifinde bulunurken, kişileri en az sizin rahatsız olabildiğiniz ölçüde rahatsız ediyor muyum acaba diye bir sorgulama yaptınız mı kendi içinizde...- ALLAH'I İnkar Etmek
Sen neyi ne kadar algılayabildin ki, "buradakiler" hakkında hüküm sahibi olabiliyorsun? Tipik teist algılamayı, her satırında, her cümlende, her kendini ifade edişinde sergiliyorsun... Sen inanıyorsun ya tek anlayan algılayan sensin!.. İnancını, "Neye, kime , hangi haklı gerekçeyle" dayatma hakkını kendinde görüyorsun! Sana bu hakkı kim tanıdı?.. İnsanlık tarihinin gelişimi içinde, "tanrı ya da tanrılar" kavramını teke indirip onuda görünmez kılanların varsayımlarına iman etmiş olman sana çevrende yaşayan ya da bu forumda yazan diğerlerine göre nasıl bir ayrıcalık veriyor? Senin inancın olduğunu söylediğin ritüellere, varsayımlara inanıyor, onları uyguluyor olman sadece seni bağlar. Bu sana huzur veriyorsa kimseyi de ilgilendirmez... Aynı şekilde buradakiler dediğin diğerlerinin kişisel inanç ve düşünceleri de seni ilgilendirmez. Senden farklı düşünüyor olmaları ya da senin farklı düşünüyor olman bir şeyleri dayatmanın gerekçesi olamaz... İnançlarını tartışamaya açmış olman, ya da var olan bir tartışmaya dahil olman eğer seni rahatsız ediyorsa uzak durmak kişisel huzur ve ruh sağlığı açısından en doğru olanı... Hayır ben tartışırım, inancım gereği tebliğlerde de bulunurum diyorsan, bu yaklaşımın sonucu olarak öne sürülecek olan farklı görüş, düşünce ve itirazların sende yaratacağı sarsıntılara katlanmayı baştan kabullenmişsindir demektir. Ne anlatmak istediğimin yanıtını kendine şu Soruyu sorarak arayabilirsin.... Neden 'Dayı'nın "İnanan bir İNSAN,ım" demiş olması hiç bir tartışmaya neden olmuyor da, neden senin "buradaki ateistlerin hala anlayamadıkları birçok şeyler var... içlerindeki her şeyi döksünler ki gerçek ortaya çıksın..." demiş olman tepki yaratıp bu iletinin yazılamasına neden oluyor? İlkinde inancın dile gelmesi, diğerinde dayatma yapılıyor olması olabilir mi acaba? Ne dersin? Demek ki, buradakiler dediğin hiç kimse, kimsenin inancına karşı durup saygısızlık yapmıyor... Ama inancını tartışmaya açıp dayatmalarda bulunanlarla eğer gerekiyorsa karşı duruş ve düşüncelerini kişisel tasarruflarda bulunmadan açıklıyorlar... Bu ayrımın farkında olmak tartışma adabını bilmek ve yapılan tartışmaların kimseyi rahatsız etmemesi açısından önemli.!- ÇOCUK DİNSİZ DOĞAR Sayın ERDOĞAN!..
Başbakan ERDOĞAN’IN BİLMEDİĞİ ATEİSTLER… AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün söylediği “Dindar çocuklar yetiştireceğiz, sizin gibi ateistler değil!..” tümcesi oldukça tepki çekti. Ben de dün hükümetlerin ve devletin böyle bişey yapmasının suç olduğunu yazdım. Sorun esasında bununla bitmiyor, esas sorun birisinin “Ateistim” demesiyle başlıyor. Çünkü ateiste suçlu gözüyle bakılıyor. Başbakanlar yada kendilerine göre belli bir yere gelmiş insanlar konuşurken dikkat etmeliler, araştırma yapmalılar. Türkiye’de kaç ateist olduğuna dair sağlıklı bir veri yok, esasında halkının çoğunlukla Müslüman olduğu ülkelerde bunu doğru saptayabilmek biraz zor çünkü ciddi bir mahalle baskısı var bu konuda. Ama ben uzun zamandır Türkiye’de ciddi oranda Teist (Tanrı yada tanrıların var olduğuna inanır, tanrılar sonsuz güce sahiptirler, evrene müdahele ederler…) ve Deist (Teistlerin aksine Tanrı evrene müdahele etmez…) olduğuna yani Tanrıya inanan ama dinle fazla haşır neşir olmayan büyük bir kesim olduğuna inanıyorum. Bu kişiler Müslüman olduklarını söyleseler de İslamın şartlarını yerine getirmezler. Oysa Kur’an, dolayısıyla İslamiyet size bu hakkı vermiyor. Dine ve Allaha inanmanın insan üzerinde bir kolaylığı var, Başa çıkamayacağınıza inandığınız bir takım olayları Allaha havale ediyorsunuz. O zaman siz yada size o şartları yaratan hükümet ve devlet paçayı kurtarıyor, protesto etmiyorsunuz. Dün de yazdığım gibi “Allah korusun – Allah bilir”le başlayan konuşmalar başladığında iş sizden çıkıyor, diyelim ki ağır hastasınız, işi Allaha havale ettiğinizde, sizin yaşam şartlarınız, bu şartlarınızı iyileştirmeyen devlet ve hükümet, sağlık konusundaki eksiklikler nedeniyle kimseye hesap sormuyorsunuz. Hesap sorulmaması da hem hükümetlerin hem de devletin ciddi olarak işine geliyor. Hiç hapis yatanınız var mı bilemem ama yatanlar bilir. Hırsızlık yada cinayetten hapse girene içerdekilerin ilk söylediği “Allah kurtarsın”dır. Yani sizin niye hırsızlık yaptığınız, neden hırsızlık yapacak kadar aç kaldığınız yada mahkemenin hiç önemi kalmamıştır artık. Sizi kurtaracak olan Allahtır. Bunları neden yazıyorum çünkü ateistlikle direkt bağlantılı. Dünyada yapılan ciddi araştırmalar var. Dünyada ateist sayısının yüzde 50’yi geçtiği yada yaklaştığı oldukça çok ülke var. Ateist sayısının yüksek olduğu ülkelere baktığımızda gıda, sağlık, eğitim ve konut sorunu açısından sorunlarını büyük ölçüde çözmüş ülkeler. Mesela Norveç, İsveç, Kanada, Avustralya ve Hollanda ateistlerin en kalabalık olduğu ülkeler. Ateist oranı Afrika, Güney Amerika ve Güney-doğu Asya’da oldukça azalıyor. Ateistlerin çok olduğu ülkelerde çocuk ölümleri yok denecek kadar az, Hırsızlık ve cinayet en alt seviyede, Sağlıksız kalma gibi sorunları yok, Eğitim de en üst seviyede. Bunların toplamı insanların “Nasıl geçineceğim?” diye bir sorunları yok. Yani insanoğlu rahata erdikçe dinden uzaklaşıyor. Uzun yıllar yaşadığım Fransa’da hapisteki hırsızların büyük bir çoğunluğu Arap yada Afrikalı Müslümanlar. Paris’te ateist olduklarını bildiğim bazı arkadaşlarımın arabalarında Kur’an asılı. Nedenini öğrendiğimde çok şaşırmıştım: “Araplar Kur’an asılı arabaları soymuyorlar…” Son yıllarda Arnavutlar da oldukça kabarık oran teşkil ediyor.. Türkler küçük hırsızlıktan girmiyorlar ya uyuşturucu yada ticari suçlardan. Ticari suçlar derken ufak bir şeylerden bahsetmiyorum, Fransız bankalar neredeyse hiçbir Türke ticari hesap yada çek hesabı açmıyor. Çünkü büyük bir çoğunluğu hep iflas göstermiş ve paraları cukka etmiş yada aldığı ticari çekle büyük oranda mal satın alıp satmış ama kendisi ortada yok. Nasıl mı yok, şirketi “X” kişiye kurduruyor, o kişiye 50 bin Euro veriyor ve onu ülke dışına gönderiyor. Fransız polisi artık ülkesinde olmayan birisini yıllarca arıyor. Fransa’da ateist oranı yüzde 48’le 56 arasında, var olan sorunlarını grevlerle, gösterilerle savaşarak çözüyor. 1 Mayıs’ta polis ara sokakların başında duruyor, nedenini sorduğumda çok şaşırmıştım, Anayola yanlışlıkla araba girmesin diye bekliyorlarmış... Bizde de biber gazı sıkmak için bekliyorlar.- ÇOCUK DİNSİZ DOĞAR Sayın ERDOĞAN!..
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan demokrat olmak için elinden geleni yapıyor da ben ve benim gibiler anlamakta zorlanıyor. Esasında Salı günleri parti başkanlarının grup toplantılarında yaptıkları konuşmaları kitaplaştırsam oldukça zengin bir kitap çıkar sanırım. Esasında bu toplantılar yıllar önce 15 dakikadan fazla uzayan Denizli- Fenerbahçe maçına benzetiyorum. Son maçtı ve bu uzatmayla Fenerbahçe şampiyonluğu Galatasaray’a kaptırmıştı. Bu maçla ilgili Denizli ve Galatasaray hakkında soruşturma açılmayınca ben bugünkü Fenerbahçe şike olaylarına inanmıyorum. Daha doğrusu tek taraflı yapıldığına inanıyorum. Neyse konumuz şike değil, Salı grup toplantılarıyla bu maçın bağını kurma nedenim, birileri skor bekler gibi birbirlerinin konuşmalarının zamanlamasını yapıp daha çok Erdoğan’dan sonra konuşuyorlar. O zaman da grup toplantısı sanki aynı TV kanalında konuşuyor gibi oluyor. Erdoğan önceki gün “Önce şu kulakların duymaya alışsın… Benim ifademde dindarlar, dinsizler diye bir ifade yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var. Bunu yine söylüyorum, bunun arkasındayım. Sayın Kılıçdaroğlu, sen bizden, muhafazakar demokrat parti kimliği sahibi AK Parti’den, ateist bir nesil yetiştirmemizi mi diye geçiştirir amacımız yok. Biz muhafazakar ve demokrat, milletinin, vatanının değerlerine, ilkelerine, tarihten gelen ilkelerine sahip çıkan bir nesil yetiştireceğiz. Bunun için çalışıyoruz.” diye konuştu. Bırakın hükümet olarak parti olarak bile dindar bir gençlik yetiştirme hakkı demokratik bir hak değildir ve bence suçtur. Aileler çocuklarını istedikleri gibi yetiştirebilirler –Ki bence onun bile bir sınırı vardır, faşist yada hırsız çocuk yetiştirme suç olmalıdır- ama bunu hükümet yapamaz. Hükümet bunu yaptığında dini devlet işlerine sonuna kadar bulaştırmış olur ki bu da zaten olduğunu söyledikleri yada sandığımız laisizme aykırıdır. İkinci konu dindar çocuk yetiştirmemenin karşılığı ateist çocuk yetiştirmek değildir. Çünkü ateizm yetiştirmekle olacak bir şey değildir. Hangi bölge yada ülkede doğarsanız doğun ilk olarak ateist doğarsınız. Çocuk dinsiz doğar, dini bilgileri çocuklara bizler veririz... Bunu yapmak için çok zorlanmayız esasında, çocuk doğduğunda “Maşallah”la başlarız, hastalandığında “Allah şifa versin”le devam eder (Ki çocuk korunmadığı için hastalanır) sınava gireceğinde “İnşallah”la okula gönderir, sevdiğini “Allahın izni”yle ister, iki taraftan biri zenginse “Allah bozmasın”la dua eder, sevmediğimiz gelin yada damadı “Allahın belası” diye tanımlar, trafikten gelecek kazaları “Allah korusun” diye geçiştirir, kıskançlıklarımızı “Allahın sopası yok ki”yle savuşturur, akraba evliliğinden dolayı sakat doğan çocuklarımızı “Allahın yazgısı” diye salaklığımızı görmezlikten gelir, başımıza gelebilecek olası bir felaketi –mesela AKP’nin tekrar tek başına iktidarı gibi- “Allah yazdıysa bozsun” diyerek siyaset yapar, hırsız siyasetçiler için “Çalıyor ama Allah için iyi çalı(şı)yor” der çocuğu allak bullak ederiz. Bugünlerde dünya nüfusunun yüzde 15’ine yakını ateist, yüzde 19’u da Müslüman. İnançları sıraladığımızda bugün üçüncü sırada ateizm. Esasında ikinci sırada bana göre, bunun detaylarını da yarınki yazımda yazacağım. Ateistler 2007’lere göre Mormonların 58 katı, Yahudilerin 41 katı, Sihlerin 35 katı ve Budistlerin de 2 katı bir sayıdalar. Ateistlerin en büyük özelliği “Yeni bir ateist yetiştirelim” diye dertlerinin olmamasıdır. Yukarıda yazdığım deyim yada söylenişlerin hiçbiri onlar için geçerli değildir, “Ateistin izniyle” bişey olmaz, “Ateist yazdıysa bozsun” denmez, Yani inançsız inancımızı dakika başı insanlara yada çocuklara zikretmeyiz. Erdoğan’ın bu demeci bence suç taşıyor, şeriatı getirmenin yolunu açıyor ve temelini kuruyor. Bunu araştıracak savcı var mı bilemem ama hiç umudum yok. Yarına daha inançlı toplumlarla ateistlerin daha yüksek olduğu ülkelerin karşılaştırmasını yapacağım. ahmetnesin Şubat 2, 2012- Kenan Evren'e ne soracaksınız?
Mini bir kronolji... 12 Eylül 1980: Ordu darbe yaptı, yönetim beş generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi'ne geçti. Kadro şöyle: Genelkurmay Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun. Bu heyet 18 Eylül'de yemin etti... 600 üyeli TBMM'nin yasama ve yürütme yetkisi bu beş kişiye geçti. Artık, “ikinci bir emre kadar” her şey yasaklanmıştı. İnsanlık, vicdan, adalet, ahlak dahil!.. 16 Eylül 1980: Bütün grev ve lokavtlar ertelendi. Elbette bir daha hiç geleyecek ikinci bir emre kadar. 1000'e yakın sendikacı teslim oldu. Grevdeki 50 bini aşkın çalışan işbaşı yaptı. DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ve MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) yöneticilerinin akşam saat 18.00'de teslim olmaları çağrısı yapıldı. 12 Eylül'ün en ünlü çağrısıdır bu: Teslim ol. Bütün Türkiye'nin teslim olması isteniyordu, zamanla anlaşıldı. 17 Eylül 1980: Gözaltı süresi biraz uzatılarak 90 güne çıkarıldı.O dönemde gözaltına alınıp hala salınmayanlar var. Örneğin Hayrettin Eren. 19 Eylül 1980: Ünlü 1402 sayılı yasada değişiklik yapıldı. Buna göre sıkıyönetim komutanları, istediği kamu personelini gerekçe göstermeden görevden alabilecekti. Gerçi görevden alınan alınmış zaten, ancak 12 Eylül, kendilerinden sonra, çok sonra gelecek iktidarlara da bir iyilik yapmak istiyordu; kararın ruhu yaşar halen. 21 Eylül 1980: Yürütmeye sivil bir vitrin eklendi: Emekli olduğu için üniforma giymeyen oramiral Bülend Ulusu başkanlığında bir (44.) hükümet kuruldu. Soyadındaki d harfi sayesinde "Bülent" ve "Bülend" isimleri karışmamış oluyordu. Nedeni zamanla anlışlacaktı. 24 Ocak Kararları'nın mimarı, Demirel'in eski müsteşarı Turgut Özal, ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev yapacaktı. ANAP kurulmuş oluyordu böylece; müdahalenin asıl nedeni de alenileşiyordu. 7 Ekim 1980: Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. 11 Ekim 1980: Alparslan Türkeş dahil 36 MHP'li (Milliyetçi Hareket Partisi) hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi. (Askeri mahkeme kararıyla) 15 Ekim 1980: Necmettin Erbakan ve MSP'liler (Milliyetçi Selamet Partisi) tutuklandı. (Yine askeri mahkeme kararı) 30 Ekim 1980: Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanlığı'ndan istifa etti. 10 Kasım 1980: Sosyalist kitaplar basan Onur Yayınlarının Sahibi İlhan Erdost, cezaevine götürülürken askeri araçta dövülerek öldürüldü. Ağabeyi Muzaffer, kardeşinin adını adına ekleyerek bugüne kadar yaşattı. Kardeşleri öldürmek ya da kaybetmek, kardeşliği öldürmeyi hedefleyen 24 Ocak kararlarının ruhuna uygun biçimde, 12 Eylülcülerin daimi hedefi oldu, hala da öyle. 3 Aralık 1980: Bir çocuk asıldı. Erdal Eren, 17 günlük bir yargılamadan sonra idam edildi.17 yaşındaydı. "Çocuklarınıza sahip çıkın" diyordu rejim, yoksa, sonu belli. 2000'lerin sonuna doğru bazı valiler bu cümleyi tekrar etti. 12 Eylül demek, korku bombasını ailelerin içinde patlatan bir rejimdir; her evde bir 12 Eylül kurulmasını da istedi, başarısız da sayılmaz ne yazık ki. http://youtu.be/UqFklS_AXUA 19 Aralık 1980: DİSK davası başladı. 27 Aralık 1980: Toplu iş sözleşmesi dolan işyerlerinde, yeni toplu iş sözleşmesiyle ilgili yetkiler, kurulan yüksek hakem kuruluna verildi. Yüksek kurul tarlasına ilk tohumlar o dönem atıldı. Şimdi kaynıyor ortalık. "Siyasetsiz devlet" hedefine doğru cince bir fikirdir. 24 Nisan 1981: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı. Erbakan için 14-36 yıl hapis isteniyor. 29 Nisan 1981: Toplam 587 sanıklı MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam istendi. MHP ve ülkücülerin giyotinden önce düşündüklerini, yaptıklarını askerler yapıyordu artık nasıl olsa. 2 Haziran 1981: Konsey ünlü kararlarından birini aldı. Bir dizi yasak getiren 52 no'lu karara göre, yasakların tartışılması ve eleştirilmesi de yasaktı. Yürürlükten kalktığını söyleyebilir miyiz bunun? 5 Haziran 1981: Cevdet Karakaş idam edildi. 21 yaşındaydı. 6 Haziran 1981: TİP Başkanı Behice Boran ve TÖB-DER Başkanı Gültekin Gazioğlu Türk vatandaşlığından çıkarıldı.Vatandaşlıktan çıkarma işleminin prosedürü basitti: Yurt dışına çıktığı anlaşılanlar yurda “davet” ediliyor, sonra da vatandaşlıktan atılıyordu. Vatandaşlıktan çıkarma, insanlıktan çıkarma işleminin uygulanamayacağı kişilere karşı etkili bir yoldur sanıyorlardı. 10 Haziran 1981: Yine idam. Veysel Gürsoy, 23 yaşında... 13 Haziran 1981: Dönemin en ünlü yasaklarından biri: Bülent Ersoy ikinci bir emre kadar sahneye çıkamayacak. 12 Eylül kimin cinsiyetinin ne olması gerektiğine de karar veren bir tür üst kuruldu da. 26 Haziran 1981: Askeri mahkemede DİSK Başkanı Abdullah Baştürk ve 51 yönetici için idam talep edildi. 22 Temmuz 1981: Kenan Evren, Erzurum'da konuştu. İlk ve ortaokullarla liselerde din dersinin zorunlu olacağını ilan etti. 24 Temmuz 1981: Erbakan tahliye edildi. 29 Temmuz 1981: Lady Diana, Prens Charles ile evlendi; düğün bütün dünya televizyonlarında naklen yayınlandı. Türkiye'de düğün saatinde sokaklar boşaldı. Hem bu küresel düğün çekmişti insanları televizyon başına, hem de Türkiye'nin ilk renkli televizyon yayını yapılmıştı. 15 Ağustos 1981: Dev-Sol Davası başladı. 141 idam istendi. 12 Ekim 1981: Bülent Ecevit, dört konuşması nedeniyle yargılandı. 6 bin kişinin girmek için başvurduğu Danışma Meclisi üyeleri MGK tarafından açıklandı. 15 Ekim 1981: Bütün siyasi partiler “resmen” de kapatıldı. Malvarlıklarına el konuldu. Malvarlığına el koyma da sık duyulan bir sözdü. Bu söz, cumhuriyetin ve öncesinin tarihine de uygundur. Halen de uygun. Devlet verir, devlet alır; devlet tabii ki vermese de alır. 23 Ekim 1981: Evren ve arkadaşlarının üyelerini seçtiği Danışma Meclisi ilk toplantısını yaptı. Bu sırada genel seçimle seçilmiş 31 milletvekili tutukluydu. 2011'de de tutuklu milletvekilleri var, "Ne ilgisi var" diyenlere, "Haklısın, yok!" deyip geçelim. 26 Ekim 1981: Nazlı Ilıcak siyasi partilerin kapatılmasını eleştiren iki yazı yazdığı için, Tercüman Gazetesi süresiz kapatıldı. "Süresiz kapatma" demek, paşaların paşa gönlü istediğinde açması demekti. 2 Kasım 1981: Bülent Ecevit, MGK'nın cep anayasası niteliğindeki 52 numaralı kararını dört ay hapis cezasına çarptırıldı. 6 Kasım 1981: 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası yürürlüğe girdi. Yükseköğretim o gün bugündür düştükçe düşer. 3 Aralık 1981: Ecevit hapiste. 20 Aralık 1981: Dönemin en ünlü ekonomik aktörleri haline gelmiş olan bankerler birbiri ardına ortadan kaybolmaya başladı. MGK çözümü hemen buldu: Bankerlere ilişkin haberlerin verilmesi yasaklandı. Kural hala geçerli değil mi? Soyulana dair haberler için üçüncü sayfa var, soyanlara dair haberler hemen hemen yasak. 15 Mart 1982: Devlet Bakanı İlhan Öztrak açıklıyor: Uluslararası Af Örgütü'nün 60 işkenceyle ölüm iddiasından 15'i doğru. Eh, sadece 15 ise iddia, neden kabul edilmesin ki? 24 Mart 1982: Cadde, sokak, meydan ve parklara 12 Eylül öncesinde verilmiş, 'milli birlik ve bütünlüğümüzle bağdaşmayan' isimlerin derhal değiştirilmesini emreden genelge çıktı. Dağın taşın kurdun kuşun ismini değiştirme geleneği bu dönemde en sevilen lengüistik devlet sporuydu. 10 Nisan 1982: Ecevit yine hapiste. 17 Mayıs 1982: Barış Derneği davası başladı. 30 sanık hakkında 8 yıldan 30 yıla kadar hapis istendi. Bu, kitle davaları yoluyla muhalefet öğütme işlemi 12 Eylül'de sandıktan çıkarılıp parlatılmış bir devlet işlemidir; makina işliyor halen. 18 Mayıs 1982: Diyarbakır Cezaevi'nde dört PKK tutuklusu, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganı eşliğinde kendilerini yaktı. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık'ın bu eylemi, hem dönemin Diyarbakır Cezaevi'nin koşullarının ne kadar insanlık dışı olduğunun göstergesidir hem de 12 Eylül yöneticilerinin yasak ve baskılarla yok saydıkları Kürt varlığının yakında nasıl patlayacağının alametidir. 21 Haziran 1982: Bankerlerin şahı Banker Kastelli kaçtı. Fakirlerin paraları zaten uçmuştu, hep uçar ya. 13 Temmuz 1982: Yeni anayasa tasarısı, yani gelecek planı açıklandı. Dar bir elbise lazımdı topluma, Evren, "Önceki anayasa bol geldi" demişti zaten evvelinden. 14 Temmuz: Turgut Özal hükümetten istifa etti. 4 Eylül 1982: Askeri savcı, 10 DİSK uzmanı için idam istedi. 19 Ekim 1982: 186 idam talepli ana Dev-Yol davası başladı. 7 Kasım 1982: Yeni Anayasa için halk oylaması yapıldı. 16 milyon 945 bin 545 'Evet', 1 milyon 584 bin 661 'Hayır'oyu çıktı. Kenan Evren de bu oylamayla yedi yıllığına cumhurbaşkanı oldu. MGK'nın diğer üyeleri Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri oldu. 25 Kasım 1982: 'Sayın muhbir vatandaşlar' mevzuat korumasına alındı: Muhbir güvenliğine ilişkin bir genelge yayımlandı. Ankara'da darbenin ilk yılında 20 bin 921 ihbar yapılmış, bunun üzerine 18 bin 525 kamu görevlisi işlem görmüştü. 1983 Zülfü Livaneli'nin 'Ada'sı yılın siyasi/kültürel olayı niteliğindeydi. 24 Nisan 1983: Siyasi Partiler Yasası çıktı. 20 Mayıs 1983: Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu, yane tabelası asıldı. 1 Temmuz 1983: Evren, Genelkurmay Başkanlığını Kara Kuvvetleri Komutanı'na devretti. 6 Kasım 1983: Sadece üç partiye izin verilen seçimler yapıldı. Turgut Özal yönetimindeki ANAP yüzde 45.1 oyla sürpriz (!) biçimde birinci çıktı. Necdet Calp'in yönettiği Halkçı Parti (HP) yüzde 30.4 ile ikinci oldu. Evren ve arkadaşlarının silah arkadaşı, emekli paşalardan Turgut Sunalp'ın çok güvendiği MDP'si hayal kırıklığına uğradı: Yüzde 23.. Sunalp, işkencehanelerdeki “cop sokma” iddialarına verdiği şu yanıtla, 12 Eylül tarihindeki güzide yerini aldı: “Niye öyle yapalım, elimizde taş gibi delikanlılar var.” Seçime girmek isteyen 15 siyasi partiden 12'si, 750 kurucu adaydan 435'i, 1682 milletvekili adayının 672'si veto edilmişti. Erdal İnönü ve onun genel başkanlığında kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) de veto yemişti. 1984: 2 Ocak 1984: Katma Değer Vergisi (KDV) deneme amaçlı olarak başlatıldı. "Katma değeri bize ver, biz de çar çur edelim" mealindeki kanun, hayli espri yaratılmasına yol açtı. Ağlamanın yerini tutar gülmek ya... 6 Ocak: Türk Parasını Koruma Kanunu değişti, döviz taşımak suç olmaktan çıktı. 25 Şubat: Ferit Edgü'nün 'O' adlı romanından uyarlanan 'Hakkari'de Bir Mevsim'in gösterimi engellendi. Film beş yıl sonra gösterilebildi. 15 Ağustos 1984: PKK'nın silahlı elemanları Şemdinli/Eruh'u bastı. 25 Ekim: Son idam. Hıdır Aslan Bursa'da cezaevinde asıldı. 1985: 1 Ocak 1985: KDV'li dönem resmen başladı. Bu yıl içinde Ahmet Kaya'nın ilk albümü çıktı. Adı manidar: Ağlama Bebeğim. Ahmet Kaya, 'Acılara Tutunmak'ı da aynı yıl çıkardı. 10 Ocak 1985: TRT'de, “Türkçenin yapı ve işleyişine ters düştüğü” gerekçesiyle çok sayıda sözcüğün kullanılması yasaklandı: Anı, devrim, özgürlük, ulus, eleştiri, etkinlik yasaklanan sözcüklerden bazıları... 4 Şubat 1985: Turgut Özal, Türkiye'nin çok nadir yaptığı bir işe imza attı. Özal, Cezayir ziyaretine gitti ve Türkiye'nin Cezayir'in bağımsızlığını tanımamasının hata olduğunu söyledi. Türkiye bir konuda özür diliyordu. 26 Şubat 1985: Tarık Akan, 'Pehlivan'daki rolüyle Berlin'de jüri özel ödülü kazandı. Gidemedi, çünkü pasaport verilmedi. 16 Mart 1985: Peter Ustinov'un, Yaşar Kemal'ın romanından çektiği 'İnce Memed'inin Türkiye'de gösterimi yasaklandı. Sivil iktidar, askerin yasakçılığını aratmıyordu. 18 Mart 1985: Bankaların televizyonda yayın yapma yasağı kaldırıldı. 26 Mayıs 1985: Ankara Sıkıyönetim Komutanı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları'na ait 135 bin civarında kitabın imhasını emretti. Bu ünlü emrin dışındaki imhaların sayısını kestirmek imkansız. Milyonlarca kitabın imha edildiğini öne sürmek hiç abartılı olmaz. Gözaltına alınan yüzbinlerce kişinin, kapatılan onbinlerce dernek ve kuruluşun, kapısına kilit vurulan çok sayıda yayınevinin kitapları da aynı darbeci özeni gördü çünkü. 7 Haziran 1985: TRT, Meclis dışındaki partilerin faaliyetlerini haber yapmama kararı aldı. Zamanla bütün basın bu kararı alacak ise, kökleri bu tarihtir. 11 Haziran 1985: Pişmanlık Yasası yürürlüğe girdi. Takip eden 1,5 yıl içinde 497 başvuru oldu. Bunlardan 29'u geçerli itiraf sayıldı. Böylece, özellikle 90'lı yıllardaki karanlığın önemli figürlerinden itirafçı ordusu yaratılmaya başlandı. Darbecilerden ve yardakçılarından pişman olan yok hala. 12 Haziran 1985: Polisin yetkilerini olağanüstü artıran tasarı yasalaştı. O gün bugündür artıp duruyor yetkileri. 8 Temmuz 1985: ABD Başkanı Ronald Reagan, İran, Libya, Kuzey Kore, Nikaragua ve Küba’yı “terörist ülkeler konfederasyonu” diye tanımladı. 13 Temmuz 1985: Köy muhtarlarından, yurttaşların "siyasi temayülü" ve "ideolojik durumu"nu gösterecek belgeler istendi; muhatap jandarma karakolları 22 Ağustos 1985: Büyük şair, 'İkinci Yeni' akımının öncü isimlerinden Turgut Uyar öldü 20 Eylül 1985: Operacı, halk müziği yorumcusu Ruhi Su öldü. Ruhi Su, tedavi için yurtdışına gitmek istemiş, ancak kendisine pasaport verilmemişti. Ruhi Su'nun cenazesini, hala devam eden 12 Eylül ikliminin ağır havasına rağmen 10 binler uğurladı. 1986 13 Ocak 1986: İşkenceye cezanın arttırılması ve sorguda avukat hazır bulundurulması önerisi TBMM tarafından reddedildi. 28 Ocak 1986: Amerikan uzay mekiği Challanger kalktıktan 72 saniye sonra patladı. Mekikteki yedi kişi can verdi. 8 Şubat 1986: Balıkesir'de 5 bin işçi yürüdü. Bu 12 Eylül sonrası ilk sınıf eylemi. 6 Mart 1986: Muzır Neşriyat Yasası çıktı; sansür tartışması başladı. Peşinden dergilerin, kitapların poşete konulması, toplatılması vs. gibi uygulamalar başladı. Ahmet Altan, Haydar Dümen, Pınar Kür gibi yazarlar ilk mağdurlar arasındaydı. 26 Nisan 1986: Çernobil patladı. Dünya kazayı 30 Nisan'da öğrendi. O dönem Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Ukrayna'nın Kiev kentindeki nükleer santralda meydana gelen kaza bütün Avrupa'yı etkiledi. Bugün Karadeniz'deki kanser vakalarının altında bu kazanın yattığı inancı çok güçlüdür. O dönem radyoaktivitenin insanları etkilememesi için her ülke kendince tedbir almıştı; Türkiye hariç. Avrupa ülkeleri Türkiye'den fındık alımını durdurdu, çayda radyasyon olduğu açıklandı. Bizim yöneticiler, “Batı tezgahı. Radyasyon yok, varsa da kaynatınca geçer” dedi. 15 Aralık 1986: Olimpiyat şampiyonu halterci Naim Süleymanoğlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçti. 1987 14 Şubat 1987: Dersim sürgünü bitmemiş! Tunceli'deki 234 köyde yaşayan yaklaşık 50 bin kişinin Antalya, İzmir ve Muğla'ya yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Dayanak, Orman Kanunu'ydu; şaka değil, 6931 sayılı Orman Kanunu'ndan bahsediliyor. 22 Şubat 1987: Andy Warhol öldü. 24 Şubat 1987: Sovyetler Birliği lideri Gorbaçov, “glastonst” (açıklık) politikasını ilk defa dillendirdi. Türkiye, kendisine demokrat sanan bir devlet olarak, bunu beğendi. 4 Mart 1987: Turgut Özal, kalp ameliyatı olduğu ABD'deki hastanedeyken, uydu aracılığıyla Bakanlar Kurul toplantısına başkanlık etti. Uzaktan kumandalı hükümetler çağı için teknoloji iyi bir nimet, hep öyle oldu. 7 Nisan 1987: MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası bitti. Türkeş'e 5 yıl 11 ay 8 gün hapis cezası verildi. 8 Mart 1987: Kadın Çevresi Yayıncılık, Feminist adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Yazarlar: Ayşe Düzkan, Handan Koç, Minu, Defne, Filiz k., Serpil, Gül, Sabahnur, Vildan, Stella Ovadis 14 Nisan 1987: Türkiye, AB'ye üyelik başvurusu yaptı. O zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğuydu. Halen de kapıda durup duruyor. 22 Nisan 1987: SHP'de programın Kürtçeye çevrilmesini isteyen Turgut Atalay disiplin kuruluna verildi. 29 Haziran 1987: Cem Karaca Türkiye'ye döndü. 5 Temmuz 1987: Profesör İdris Küçükömer öldü. Askerin, darbenin, devletin ne demek olduğunu bilen, anlatmaya çalışan nadir isimlerden biriydi. 14 Temmuz 1987: Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kuruldu. 22 Ağustos 1987: Özal, Bursaspor, Antalyaspor, Kocaelispor ve Diyarbakırspor'un birinci lige alınması emrini verdi. Futbol ve siyaset iyi iki kardeş değil mi? 6 Eylül 1987: Demirel, Ecevit, Erbakan gibi eski siyasi liderlerin siyaset yasaklarının kalkmaması için halkoylaması yapıldı. %49'luk 'hayır'oyuna karşılık, %51'lik 'evet'oyu çıktı. 29 Kasım 1987: Genel seçimler. ANAP'taki erime belirginleşiyor; yine birinci parti ama oyu yüzde 36.31'de. İkinci SHP, oyu 24.74 ve üçüncü DYP oyu 19.14. Bu seçimde Ecevitlerin DSP'si yüzde 8.53, Erbakan'ın RP'si yüzde 7.16'da... Kapitalizme hizmette ayak değiştirme vaktinin yaklaştığını gösterir bu seçimler. 11 Aralık 1987: Tiyatro ve sinema sanatçısı Adile Naşit öldü. 26 Mart 1989: Erdal İnönü'nün SHP'si yerel seçimlerde yüzde 28.69'la (il genel meclisi oranı) birinci parti oldu; Demirel'in DYP'si 25.13'le ikinci, Özal'ın ANAP'ı yüzde 21.8'le üçüncü. RP ve DSP yüzde 9'larda. 9 Kasım 1989: Yeni cumhurbaşkanı Turgut Özal. Kenan Evren artık özgürce resim yapabilecekti. Marmaris'e çekildi. Resimlerine dönemin TÜSİAD üyesi ünlü iş insanları müşteriydi. Beğenilerinin sanatsal mı siyasal mı yoksa iki alanda birden bir düzey uygunluğu sorunu mu olduğunu tartışmak gerekir mi bilinmez. 24 Aralık 1991: Genel seçimler, 1980'lerin bittiğini açıkça ortaya koydu: Birinci parti yüzde 27'yle Demirel'in DYP'si, ikinci parti yüzde 24'le Mesut Yılmaz'ın ANAP'ı, üçüncü parti yüzde 17'ye yakın oyuyla Necmettin Erbakan'ın Refah'ı. Ecevitlerin DSP'si yüzde 7'de... Bu seçimde Kürt partisi DEP, SHP'yle, Türkeş'in Milliyetçi Çalışma Partisi (sonradan tekrar MHP olacak) ise Refah'la birlikte sandığa gitti. (19 Aralık 2010, Radikal)- Kenan Evren'e ne soracaksınız?
- Tinerci olunmaz, tinerci ölünür..
Sayın Başbakan ne kadar iyi bir Polemikci olduğunu bir kere daha tescilledi... Dedi ki; “Dindar olmasın da tinerci mi olsun?” Sanki "Dindar olmayın Tinerci olun" diyen varmış gibi... Popülist otoriteryen aklın söylemleri, popüler bilgi ve değer üretim aygıtlarının mitlerini kullanmayı eskiden beri sever. O mitler de anlatıcı ve dinleyicilerinin toplumdaki yerini işaretler. Tinerci miti Türkiye’de ana akım medyanın ve cemaat türünden toplumsal zihin belirleyici öznelerin son 30 yıldır üretip çeşitlemeyi sevdiği anlatılardan biri. Tinerci, diğer uyuşturucu ya da uyarıcı kullanıcılarının tam aksine daima sokaklarda, daima güncel hayatın içinde, orta-üst sınıfın gezmeyi tozmayı sevdiği yerlerin diğer sınıflarla temas zaman ve mekânlarında ortaya çıkan radikal bir lanetli figürüdür bu mitlerde. Ne daha eskilerin bilinen sokak figürlerinden şarapçılara, cigaracılara benzer ne de başka düşkünlere. En önemli özelliklerinden biri “çocuk”luklarıdır; tinerci daima “çocuk”tur; ama daha eski İstanbul söylencelerinin köprü altı çocukları da değildir onlar. Zaten ne uzun süre yaşayabilir, ne de yaşadığında çocukluktan çıkacağı bir zihinsel gelişim imkânı bulabilir. Tinercinin ne güzellemesi yapılabilir, ne romantize edilebilir, ne estetize edilebilir. Binaları ateşe vermişlerdir, kadınları, adamları öldürmüşlerdir, hatta bir Taksim cinayetinde SAS komandosu öldürdükleri bile kayıtlara geçmiştir. Böyle bir kötülük imgesidir tinerci popüler mit üretim aygıtlarında. Kimdir bu tinerci? Toplumdan nefret eden birilerinin getirip parkların kuytularına, gece hayatının hareketli yerlerinin civarına, büyük kent meydan ya da dehlizlerinin beklenmedik sotalarına, eğlence dinlence için rağbet gören bölgelerdeki kıyı köşelere bıraktığı bir dünya dışı yaratık mı? Bir tür toplumsal kötülük kaynağı mı? Başbakan Erdoğan’ın “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” lafından sonra, O lafa yönelik eleştirileri savuştururken sorduğu “Dindar olmasın da tinerci mi olsun?” sorusuyla birlikte düşünürsek, Başbakan Erdoğan ve demek ki onun takipçileri için tinerci derin bir toplumsal kötülük figürüdür; Dindar olmazsa nesiller, tinerci olacaklardır. Sahiden öyle mi?.. Sahiden tinerci din ya da etik ya da hukukla ilgili yetişme eksikliklerinin yarattığı bir figür müdür?.. Bakalım. Tiner bir uyuşturucu ya da uyarıcı olarak özgün bir tarihe sahiptir. Toplumda yayılışını da açıklayan sınıfsal bir tarihtir bu. Bilinen doğal uyuşturuculardan değildir. Laboratuvarda uyuşturucu ya da uyarıcı olarak geliştirilen maddelerden ya da o yönleri keşfedilmiş ilaçlardan değildir. Zaten “tiner” aslında bir dizi başka maddeyle birlikte, bir grup adıdır aslında, konu “bağımlılık” olunca. Maddeleri sıralamak ile tinerin ve tinercinin soykütüğünü görmeye yarayacak araştırmanın yolunu gösterebilir: Bally, benzin, çakmak gazı, çeşitli temizleme sıvıları, sprey boyalar, ayakkabı boyası, eskiden daktilolarda kullanılan siliciler, çeşitli mobilya ve taş cilaları… “Sokak çocukları”ndan “tinerci”ye geçişin ara istasyonu, tiner ve o adın çağrıştırdığı diğer maddeler başlıbaşına bağımlılık maddeleri olarak aranıp bulunur olmadan önce kullanıldıkları sanayi siteleri, her türlü oto tamir, bakım işleri yapan yerler, mobilyacılar, ayakkabı üretim atölyeleridir. “Tiner” bir proleter uyuşturucusudur. Tinerci çocuk, sanayiye çırak çıkarılmış bebedir; kısa sürede göz feri çalınır. Sanayi sitelerinde, üstüpü koklayan çocuğun sokağa kaçışıdır tiner. Kölelikten kaçışa doğru bir salto mortaledir. Kapitalistik zenginliklerin parıltısının altında yatan çocuk emeğinin toplumun yüzüne vurulduğu yerdir tinerci çocuk. Bir cinayetin maktulü ve delilidir. Bu cinayetin failleri dindar da olabilir dinsiz de. Bugün artık yolu hiç çıraklığa, çocuk sanayi işçiliğine düşmeden tinerle zehirlenmiş geniş nüfuslar var olabilir; bu tinerin yoksul çocuklar tarafından bir uyuşturucu olarak keşfinin kaynağının bizzat endüstri sahaları olduğu gerçeğini değiştirmez. Kullanıcılarının artık çıraklık yapmasa da yoksul çocuk oluşunu değiştirmez. “Tinerci”yi “dindar, bilgisayar kullanmayı bilen, parası bol, arabası altında, istikbali önünde, güveni yerinde” gençliğin alternatifi olarak gören ve gösteren söylem, o işçi çocukların sırtından zenginliklerine zenginlik katan kişi ve grupların söylemidir. Yani tinerciyle dindarı karşıtlaştıran söylem, Bizzat tinerciyi var eden sistemin görülmesini engelleyen ideolojik düzeneklerin ürünüdür. Dindar olmayan tinerci olmaz, kimse merak etmesin. Tinerci olunmaz çünkü. Tinerci ölünür. O bir uyuşturucu değil, sınıfsal bir saldırıdır. Tinerci bedensel ve ruhsal olarak bitirilmiş bir proleterdir. Tinerci aşağılaması sınıfsal bir aşağılamadır, bütün emeğin aşağılanmasıdır. Tiner, etik ya da dinsel ya da başka değer düzlemlerinde konuşulacak bir mesele değildir. O devlet dersinde öldürülen çocuğun sanayi dersinde yaşamı çalınan kardeşidir. Madencinin, kot kumlama işçisinin, tersane çalışanının, topraksızlaştırılan köylünün, Yaşam alanlarından zorla sökülüp atılan insanların oğlu, kızı ya da kardeşidir. Din ve dindarlık çocukları kendiliğinden tinerden, açlıktan, tepelerine inen bombalardan korumaz; Korusa o vahim sanayi sitelerinde korurdu, korusa Somali’de korurdu, korusa Uludere’de korurdu. Evet, “tinerci” söylemleri, sınıfsal hakikatleri gizlemeye, ters çevirmeye yönelik ideolojik-mitolojik söylemlerden sadece biridir. Bugün bir kez daha başbakanın söylemlerinde polemik malzeme olarak yer aldı. Ne kadar örtüleyici, gizleyici, zihin şaşırtıcı söylemler üretirlerse üretsinler, Kendileri bu söylemlere ne kadar inanırlarsa inansınlar, Ne kadar medya, akademi desteği alırlarsa alsınlar, İşledikleri ve halen işlemeye devam ettikleri sınıfsal suçları gizleyemeyecekler...- AYKIRI SORULAR
AKP’nin kronik rahatsızlığı haline gelen “Ergenekon” söylemi tekrar baş gösterdi. Yazar Paul Auster daha önce Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığını dile getirerek, “O ülkeye gitmem” demişti. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan, Paul Auster’e “Sen gelsen ne olur gelmesen ne olur” şeklinde cevap verdi. Bu açıklamalardan sonra Taraf gazetesinden Demiray Oral; “PAUL AUSTER DE ERGENEKON’DAN TUTUKLANACAK MI?..” diye yazdı... . Çok geçmeden beklenen oldu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, Paul Auster’i de ’Ergenekoncu’ ilan etti! İşte gördünüz gibi… AKP eleştirmeye kalkmak, bırakın Ergenekon’a, sizi ABD’li Neocon’lara kadar götürebilir... Yorumu sizin!..Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
- BABALAR... "Sizin Babanız Hangisi?"
Navigation
Configure browser push notifications
Chrome (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions → Notifications.
- Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Select Site settings.
- Find Notifications and adjust your preference.
Safari (iOS 16.4+)
- Ensure the site is installed via Add to Home Screen.
- Open Settings App → Notifications.
- Find your app name and adjust your preference.
Safari (macOS)
- Go to Safari → Preferences.
- Click the Websites tab.
- Select Notifications in the sidebar.
- Find this website and adjust your preference.
Edge (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions.
- Find Notifications and adjust your preference.
Edge (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Click Permissions for this site.
- Find Notifications and adjust your preference.
Firefox (Android)
- Go to Settings → Site permissions.
- Tap Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.
Firefox (Desktop)
- Open Firefox Settings.
- Search for Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.