-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Güvercin bütün bu söylenenleri önceleri korkuyla, sonra kendine verilen görevi yapmaya hazırlanan yeni yetme bir gencin heyecanıyla dinledi. Yılan konuşmasını bitirip, kafesten aşağı doğru süzülürken, gagası ile kafesin kilidini açtı. Gözyaşı tanrısının gözlerinden damlalar süzülmeye tekrar başladığında yani zaman, gözyaşı tanrısı için tekrar akmaya başladığında, gagalı kara yılan, olmayan bir delikten dışarı süzüldü. Gözyaşı tanrısı, yılanın, göremediği bir delikten balkona çıktığını nasıl olduysa fark etti ve balkon kapısını açtı. Kara yılan, bu sırada, kendini apartmanın önündeki parka attı. Bu sırada, karşı apartmanın birinci katından atlayan iyi kalpli kel bir adam korkuyla, arkasına baka baka koşmaya başladı. Güvercin, kafesin açık olan kapısından bir hışımla çıktı ve balkona ulaştı. Gözyaşı tanrısı, korkuyla koşan iyi kalpli kel adamın, bir hırsız olduğunu anladığında, kara yılan süzülerek hırsızın cebine girdi ve gözden kayboldu. Yılan gözden kaybolduğunda, güvercin, gözyaşı tanrısının gözlerinin önünde hızla karanlığa doğru kanat çırptı. Güvercinin kaderine mecburdu. Gözyaşı tanrısı, karanlığın içinde güvercini bulmaya çalışırken, karşı apartmanın birinci katındaki pencereden bir adamın kafasını çıkardığını buldu. Karşı apartmanın birinci katındaki pencereden kafasını çıkaran adam, korku dolu gözlerle karşı apartmanın balkonundaki adama bakıyordu. Gözyaşı tanrısı, adama, parmağıyla bir yönü işaret etmesinin gerektiğini düşündü ama bunu yapmadı. Bunun yerine, kollarını kafasının üstünde buluşturdu. Gerindi ve esnedi. Sonra da odaya girip balkonun kapısını kapadı. Karşı apartmanın birinci katındaki pencereden kafasını çıkaran adam, kafasını içeri soktu. Bu sırada gözyaşı tanrısı, bir kağıt parçası gibi buruşturulmuş olan kafesi gördü. Kafesin hemen yanındaki fesleğenin yapraklarını okşayıp, fesleğenden yayılan kokuyu derin derin içine çekti. Fesleğenin güzel kokusundan medet umacak derecede çaresizdi belki ama en azından evine hırsız girmemişti. Ya da keşke girseydi. Varlığına şahit olacak biri daha olmuş olurdu böylece… Fesleğenin kokusu, burnundan dünyaya yayıldı. Karanlığın ortasında nereye gittiğini bilmeden öylesine kanat çırpan, belki sadece kanat çırpan güvercinin burnuna fesleğen kokusu geldiğinde, ne yöne gitmesi gerektiğine karar vermişti. İşte şu sokak olmalıydı. Bacası tüten apartmanın dibi. İşte şurası da manav. Evet burası. Gittikçe alçalan daireler çizerek irtifa kaybetti. Bu süre içinde, ne olduğunu bilmediği bir şeyleri arıyordu. Belki yavruları, belki kara bir yılan, belki bir solucan, belki bir insan. Hepsi olabilirdi göreceği. Ama ne olursa olsun, görmesi gerekenin ne olduğuna sade ve sadece içgüdüleriyle karar verecekti. Görecek ve anlayacaktı. Alçaldı. İşte oradaydı. Sokağın başında biri siyah biri beyaz hareketsiz iki şey… Ne? O da bilmiyor. Yeryüzüne ayak bastı ve ürkek adımlarla gördüklerine doğru yaklaştı. Ürkekçe adımlar atarken bir yandan da sanki çok gizli bir iş yapıyormuşçasına dikkatli davranmaya çalışıyor, adeta gelen giden var mı, ona bakan var mı diye etrafı kolaçan ediyordu. Yaklaştı. Yerde ağzı açık bir şekilde yatan kara kediyi gördü. Ağzının etrafındaki sinekleri de gördü. Yaklaştı. Gümüş bir tasın içindeki sütü gördü. Kediler sütü severdi. Demek ki bu kediyi sevdiği şey öldürmüştü. Kara kedinin karnına kondu. Kedinin ağzının etrafında uçuşan sineklere baktı bir süre. Sineklerden biri, kedinin ağzından içeri girdiğinde, kedinin karnının hareket etmekte olduğunu fark etti. Hemen karnından uçup, apartmanın birinci katının penceresine kondu. Uzaktan olup biteni izlemek daha mantıklı bir hareket olacaktı. Kedi, ölmüştü. Hatta kokuşmuştu. Leş kokuyordu. Sinekler, onun içine girip, yumurtalarını bırakmak için can atıyorlardı. Fakat kedinin karnı neden hareket etmişti öyle? Bu süt dolu tası oraya kim koymuştu? Kedi neden süt dolu tasın önünde cansız yatıyordu? Sorduğu bütün bu sorular ona epey zaman geçirtmişti. Bir an neden buraya geldiğini hatırladı. Buraya gelmişti çünkü kafesi sarmalayan gagalı yılan ona buraya gelmesini söylemişti. Ne vardı burada? Gagalı yılan, ona buraya gelmesini söyleyerek ne yapmak istemişti? Yine sorular birikti içinde. Düşünmemeye çalıştı bir süre. Pencerenin kenarına tünedi ve kedinin karnından gelen hareketleri izlemeye koyuldu. Kedi, hamile miydi? Olabilirdi ama o kadar büyük bir şişlik yoktu, hem hamile olsa bile kedi kokuştuğuna göre, karnındaki de çoktan ölmeliydi. O bunları düşünürken, kedinin ağzının etrafında uçuşan sinekler, hızla ortadan yok oldular. Güvercin birazdan burada olmasının nedenini öğreneceğini hissetti. Kedinin ağzı, olduğundan daha büyük bir biçimde açıldı. İçinde ne varsa, dışarı çıkmak için harekete geçti. Güvercin, gözlerini kedinin ağzından (çıkacak olan her neyse, işte onu kaybetmemek için) ayırmıyordu. Kedinin vücudu içinde hareketlenen yaratık, bir süre sonra kafasını kedinin ağzından çıkardı. Güvercin, olanlara anlam veremiyordu. Kara kedinin ağzından çıkan, kara bir yılandı. Yılan ve kedinin ortak özelliği dedi güvercin içinden, sütü sevmeleriydi. Süt, biri tarafından (Kim?) Buraya konmuştu. Sütün kokusunu duyan yılan, kediden önce sütün içine atmıştı kendini. O sütü kana kana içerken kedi de sütü içmeye başlamıştı. Kedinin dalgalandırdığı sütün içinde savrulan yılan, bir süre sonra, kedinin açık olan ağzından içeri girdi ve kedi böylelikle öldü. Peki bundan güvercine neydi? O gagalı yılan, bu olanları nereden biliyordu? O bunları düşünürken, iyi kalpli kel bir adam, manavın marul tezgahının altını görebilmek için kafasını eğdi. Yılan, kedinin ağzından tamamen kurtulup manav tezgahının altına girdi. İyi kalpli kara giyimli kel adam, yılanı gördü, önce irkildi, sonra yılanın marul tezgahının altına nereden geldiğine baktı. Baktığı yerde, yatan kara kediyi gördü. Gözleri kocaman açıldı. Güvercin ona baktı. Adam kediye doğru yaklaştı, kedinin ağzının etrafındaki sinekleri kovaladı, kedinin kafasını okşadı, güvercin ses çıkardı, güvercine baktı, güvercin de ona baktı, sonra kara giyimli iyi kalpli kel adam, kediyi kucağına aldı ve oradan uzaklaşmadan önce, süt dolu tası tekmeledi. Süt yola döküldü. Yoldan geçmeyen arabalar, sütü apartmanın duvarına sıçratmadı. Güvercin adamın kucağına aldığı kediye baktı. Adam, kucağındaki kedi ile köşeyi döndüğünde, güvercin de kanatlarını adamı ve kediyi takip edebilmek için çırpmaya başladı. O da köşeyi döndüğünde, iyi kalpli kel adam arkasına taktığı bir güvercin, bir yılan, ve kucağındaki kedi ile birlikte nereye? denen yere doğru hızla ilerlemeye başlamış oluyordu.
-
Güvercin, yılanın hareketlerinin hızlandığını, yukarı, kafese doğru tırmandıkça sanki daha da kendinden emin bir tavır takındığını anlayabiliyordu. Kafesin tellerinin oldukça az aralıklarla dizili olduğunu düşündü. Bu küçük aralıklardan dışarı çıkamazdı. Dışarı çıkamazsa, uçamazdı. Bir an, bu kadar küçük aralıklardan yılanın da kendine ulaşamayacağını düşünerek rahatladı. Gözyaşı tanrısı bütün bunlar olurken, zamanın içindeki bir an’a mıhlanıp kalmış hareketsiz bir şekilde gözyaşlarını biriktiriyordu. Ya da biriktirdiğini sanıyordu. Nitekim zamanın içindeki bir an’a hapsolduğu için zaman akmıyor, zaman akmadığı için de o anda, onun evreninde hiçbir şey akmıyor, birikmiyor, yok olmuyor, bitmiyor ve başlamıyordu. Güvercin, gözyaşı tanrısının kafesin üstüne mandalla sıkıştırdığı kurumuş maydanozların içine girip, kendini sakladığı yalanını kendine söylerken, yılan, gagasını kafesin tellerinde gezdirmeye başlamıştı. Yılanın gagası, kafesin tellerine sürtündükçe rahatsız edici bir ses, bütün evi kaplıyordu. Güvercin, maydanozların arasına saklanmış, hala yaşadığına emin olabilmek için kalbinin sesini duymaya çalışıyordu. Yılan, kafesi bütün vücuduyla sımsıkı sarmaya adeta, kendiyle örmeye başladı. Kafesin etrafında daireler çiziyor, her daire bitiminde, yeni bir daireye başlıyordu. Bir süre sonra, yılan bütün kafesi kendiyle kaplamıştı. Gözyaşı tanrısı, mıhlandığı andan kurtulup hayata, ve zamana geri dönebilse, kafesin yerinde oluşan bu kara deliğin ne olduğuna bir anlam vermeyecek, yavaşça kara deliğe yaklaşacak, elini kara deliğe dokunduracak ve o an, kara deliğin muhteşem çekim gücüne kapılarak sonsuz bir yokluğun içinde kaybolacaktı. Güvercin, yılanın, kafesi sıkmaya başladığını, kanatlarına değen tellerden anladı. Biraz sonra, yılan bütün bir kafesi sımsıkı saracak, kendisi de içinde, boğularak can verecekti. Yapacak pek bir şey kalmamıştı. Kaderine razı olup, ölümü beklemekten başka çaresi yoktu. Her yer karanlık olduğundan gözlerini kapatmaya gerek duymadı. Güvercin sürekli ışıkları açık olan bu evin içinde, uzun zamandır hissedemediği bir geceyi hissediyordu. Gece hissi, güvercini sıkıca sarmaya başladığında, güvercin garip bir huzur bile duymaya başlamıştı. Bitmiyordu gece, yılan, gitmiyordu. Karanlık, artık her şey olmuştu. Güvercin karanlıkta yaşamaya alışacağını düşünmeye başlamıştı ki, kafesin üstünden peydah olan bir aydınlık, kafesin içine sızdı. Güvercin, aydınlığın sızdığı delikten yılanın kafasını gördü. Yılan, sanki bir kan davasının kan alacaklısı gibi sert ve dimdik başıyla, kafesin içinde sıkışmış olan güvercine bakarken, güvercin ise dökmesi gereken kanı dökmeye; kaderine, razı olmuş bir gelin gibi gözlerini süzüyordu. Yılan, birden konuşmaya başladı. “Neden onları bırakıp gittin? Sen onları bırakıp gitmeseydin, ben onlara yaklaşamayacaktım. Sen, o yavruların annesi! Sen orada olsaydın, ben o yavruları yemeyecektim. Damağıma yapışan bir yavru güvercin gagası, yaralarımı deşmeyecekti sürekli. Kim bilir hangi alemlerden akıttıkları zehirli bedduaları beni bu hale getirmeyecekti. Öldüm işte sonunda. Ruhum bedenimden ayrıldığında, artık bu haldeydim. Şimdi sana, yapman gerekeni söylemeye geldim. Yavrularının beddualarını susturacaksın! Onlara yeniden hayat vereceksin! Manav’ın yanındaki sokağın başında, süt dolu bir tasın yanında öylece yatıyorum! Git ve beni bul! Bul ki, bir kağıda hapsolmuş ruhum özgürlüğüne kavuşsun. Bul ki, yavrularının bedduaları sussun! Git buradan! Hemen!”
-
GÜVERCiN GECESi Simsiyah gözleriyle uzun uzun süzdü gözyaşı tanrısını. Gözyaşı tanrısının kurumaya yüz tutan göz pınarları, yerdeki kilimin çiçek desenlerini belki de son kez bereketliyordu. Evin ışıkları hiç kapanmıyordu. Güvercin, simsiyah gözlerini bazen florasanın beyaz ve rahatsız edici ışığından sakınmak için kapatıyor, gözyaşı tanrısının yanaklarından süzülen damlaların kilime değdiği anda çıkarttığı büyük gürültüyle irkiliyor, kanatlarını hafifçe kaldırıyor, gözlerini aniden kocaman açıyor. Boynunu önce öne, sonra sağa sonra sola çeviriyor, kafasını aşağı eğip gözyaşı tanrısının yanaklarından süzülen damla veya damlaların kilimdeki çiçeğin üzerinde bıraktığı koyuluğu fark edince her şeyin yolunda oluşundan edindiği kayıtsızlıkla gözlerini kapıyordu. Güvercin gözlerini her kapadığında aynı kabusu görmekten, kulaklarında sürekli gezinen beddualardan, gözyaşı tanrısının akıttığı gözyaşlarından bıkmıştı artık. Yaşayamıyordu böyle. Güvercin, bir gayretle gözlerini kapattığında, nereden geldiği hangi delikten girdiği ve kim tarafından gönderildiği belli olmayan, kap kara, gagalı ve gerçekliği noksan bir yılan, odanın içinde, başıboş gezinmeye başladı. Yılan, yeni ayak bastığı şehirde nereye gideceğini bilemediğinden elinde bavuluyla oradan oraya şuursuzca savrulan bir taşralıydı. Odanın açık olan ışığından o da rahatsız olmuş olacak ki, belki de daha önce girdiği bir savaşta hasar görmüş olan sağ gözünü kapattı. Tek gözüyle odanın içinde, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, esrik ve dengesiz hareketlerle, bir masanın altına, bir kanepenin altına, bir gözyaşı tanrısının terliğiyle ayaklarının arasına, bir balkon kapısının kenarına gidiyor, her gittiği yerde, kayıp olan çocuğunu arayan bir annenin, çocuğunu sorduğu herkesten aldığı “görmedim” yanıtının yüz ifadesini takınıyor, ve başka bir yöne doğru hareketleniyordu. Güvercin gözlerini açtı, yılanı gördü. Gagasını da gördü. Kanatlarını çırptı, öttü. Yılan, gözyaşı tanrısının bacaklarına dolandı. Güvercin kanatlarını daha kuvvetlice çırptı, boğazını yırtarcasına öttü. Yılan, gözyaşı tanrısının kulağına, gagasını dayadı. Güvercin, çıkardığı bu kadar gürültüye rağmen, gözyaşı tanrısının onu duymayışına bir anlam veremiyordu. Kendi çıkardığı gürültüyü duymasa bile, nasıl oluyor da bacaklarına dolanan, kulağının dibindeki bu gagalı yılanın soğuk nefesini hissedemiyordu? Güvercin korkuyordu. Küçük kalbi, görmemesi, duymaması, bilmemesi gereken şeylere o kadar çok maruz kalmıştı ki, artık atmıyor, sadece titriyordu. Gözlerini gagalı yılana dikti. Gagalı yılanın, gözyaşı tanrısının kulağında bir şeyler aradığını fark etti. Yılan, gözyaşı tanrısının kulağını kokluyor, sanki oralarda bir yerlerde kendi için bırakılmış bir işareti bulmak istercesine gagasını gezdiriyordu. Gagalı yılan, gözyaşı tanrısının kulağında aradığı işareti bulamayıp, süzülerek kendini kilime bıraktığında, güvercin derin bir “oh” çekmedi çünkü, gagalı yılan, gözlerini bir an odanın içinde gezdirdi, çok geçmeden güvercini fark etti, ve ona doğru hareketlenmeye başladı. Güvercin, bir yılandan ne gibi farklarının olduğunu düşünmeye başladı. Düşünmek için çok az zamanı vardı ama düşünmek zorundaydı, çünkü ancak, yılanda olmayıp kendinde olan bir özellik sayesinde yılandan kurtulabilirdi. Düşünmeye başladığında, bir yılanla hiçbir benzerliğinin olmadığını, her şeyinin tamamen farklı olduğunu fark etti, gaga hariç. Bu güne kadar bir iki tane yılan görmüştü ve hiçbirinin bu yılan gibi bir gagası yoktu. Bu yılanın diğer yılanlarla arasındaki fark gagasıydı. Ve yılanın gagası, aynı zamanda, güvercine benzeyen tek yönüydü. Bu da demek oluyordu ki, bu her şeyiyle tamamen güvercinden farklı olan yaratık, bir şekilde, belki kazandığı bir zafer sonrasında kendine bir gaga edinmişti. Güvercin bunları düşünürken, yılan güvercine yaklaşmaktaydı. Vücudunu, güvercinin kafesinin altındaki masanın bacaklarına doladı. [1] Yazarın Notunu OKU:
-
“Kartların yerlerini değiştiriyorlar” dedi. “Efendim!” “Gözbağcılar diyorum, el çabukluğuyla kartların yerlerini değiştiriyor.” “Nasıl?” Saçları dağınıktı. Bu soğukta bahçedeki bankta yan yana oturuyoruz. Elleri böğründe, öne arkaya sallanmaya başladı… Sayıklar gibi hızlı hızlı söyleniyordu; “Bul karayı al parayı oyuncuları… Ağızlarındaki sakız, değişim, özgürlük, demokrasi… Görmelisin bunları! Ahali devamlı yanlış kartlara oynuyor… “Ne anlatıyorsun?” diyebildim. Ayağa kalktı… “İç dünyalara ait dini inançları devletin temellerine taşıyıp, düşünceyi, sanatı, bilimi, içeri tıkıyorlar.” Manzaraya daldım. Nasıl güzel kar yağıyor… Doğa sessizce gelinliğini giyerken alegorik ahkâmların olabildiğince uzağında olmak isterdim… Ama Türkiye’de yaşıyoruz. Biliyoruz, duyuyoruz, görüyoruz… Ve dostumun susmaya hiç niyeti yok. Konuşuyor; “Karşı Devrim Festivali bu… Yazarlardan, basılmamış kitaplara, orduya kadar hız kesmeden sürüyor. Melelerle molla düzeni düşlerinden, Cumhuriyet Bayramı ve 19 Mayıs törenlerini iptal etmeye, ilkokul öğrencilerini umreye götürmeye kadar, birbirinden çarpıcı filmler izliyoruz. Daha vizyona girecek pek çok dudak uçuklatıcı senaryo var! Bütün bu karanlık hikayeleri bünyesinde toplayan başyapıt, insanların korku mağaralarına püskürtüldüğü ‘İleri Demokrasi’ isimli polisiyedir.” Bahçeyi seyrediyorum… Ağaçlar hayalet gibi… Karlar kraliçesi rüzgarlı etekleriyle bale yapıyor sanki. Konuğum bembeyaz dekorun ortasında anlatıyor; “Dinler, inançlar, mezhepler, kimlikler üzerinden siyaset yapanlar… Tercihlerden, farklılıklardan rahatsızlık duyanlar, ülkenin kültürel zenginliğini tuzbuz ettiler… Elde ikiye ayrışmış siyah-beyaz bir fotoğraf kaldı. Cumhuriyeti koruma refleksini asla yitirmeyenler… Ve karşı devrimcilere verdikleri destekle bugünlerin kara filmini yaratanlar… Bilgi kirliliği ile kafaları karıştırılmış, kabullenmiş, tepkisiz, sorgulamayan, reddetmeyen… Korkular ve kalıplar içinde gerçek özgürlüklerden bihaber… Doğasını, denizini, dağını, atasını, geleceğini sahiplenmeyen insanlar.” “Buz çiçekleri muhteşem görünüyor…” “Bir de, aydınlığını söndürdükçe daha çok yıldızlaşan ekran markaları var... Tek gözleri hep kapalı olan ‘sahibinin sesi’ demokratları. Birkaç tematik kanal ve bağımsız yayınlar dışında ortalık sütliman. Dördüncü kuvvetten düşen medyanın sanal gündeminde suya sabuna dokunmayan haberler… Ve çoğunlukla zırcahillere yönelik saçmalıklar... Bir mekanizmayı harekete geçiren sözde güç, kraldan çok kralcıların karartma gecelerinde güvende…” Akşam denizi donuk ve sütlimandı… Kuşların dansını seyrederken, dostumun son cümlesine takıldım. İstemsiz olarak ayağa kalkıp konuşmaya başladığımı hatırlıyorum; “Güven mi dedin? Acaba öyle mi? Sahnelenen oyun, özgüvenden çok bir korkunun temsiline benziyor. Korkunun… Çünkü içindeki küçük atmosferin evrensel çağda bir gülüş soluğundan öte bir şey olmadığını bilmenin ezikliği… Tanrıyı bile kendince yöreselleştirip, bu usdışı dar kalıpları koca bir ülkenin kaderi yapmaya çalışmanın beyhude gayretkeşliği… Ki, içinde birazcık inanç taşıyan birisi, başkalarının yazgısı ile böyle vicdansızca oynamanın en büyük günah olduğunu bilir. Üzerindeki kasvetli örtüyü atıp, ülkeyi aydınlığa çıkaranlara karşı kötücül bir kinle sürüp giden karanlık av, korkularının hücresinde çağdan saklananların hezeyanlarından başka bir şey değil. Yazılarından, kitaplarından ötürü hapse atılanlar, asla terk etmeyecekleri sınırsız düşünceleriyle sonsuza kadar özgürdür... Ama onları duvarların arkasına koyarak tutsak ettiklerini sananlar, kendi iç zindanlarında cehennemi yaşar.” Kar tipiye çevirdi. Yavaşça akşam oluyordu… Dostum taş merdivene oturdu. Verandada gezinip içini dökme sırası bende idi; “Gerçek sanattan, çağdaş bilimden, sevgiden, akıldan yana olanlar, usdışı saplantılarla uzlaşamaz. O halde, adı ‘muhalefet’ olanların, ayaklarında pranga varmışçasına beyaz bayrağı çekip, bu paslı mekanizmanın parçası görünümünde tutuk ve işlevsiz devinmeleri ne kadar anlamsız…” Dizlerime yaklaşan karda bahçenin kenarındaki taflanların yanına kadar gittim. Komşunun kedisi Romeo bata çıka beni takip ediyordu. “Bak Romeo” dedim… “Göz alıcı renklerle süslenmiş karanlık lunaparktan tarihe trajikomik izler yansıyor… Çağdaş yaşam korkusunun, sanatla, bilimle, kadınla, evrensel güzelliklerle savaşı dünya sömürgenlerinin sevdiği görüntülerle sürüyor. Atatürk Türkiye’sinin kanatlarını koparıp tekrar şark cumhuriyetlerinden birine çevirebilirler mi?.. Ki, görgüsüz para metropollerinde ABD’ye secde edenlerin yaşadığı o şeriat ülkelerinin pek çoğu, öteki dünya masallarıyla avunan, bilim adına bin yıllardır çöp bile yaratamamış bir coğrafyanın biçareleridir.” Romeo kocaman gözleriyle yüzüme baktı, karlara gömülerek yan bahçeye doğru koşmaya başladı. Arkasından bağırıyordum; “Gördüğüm ülke manzarasında boyası bulunan, hangi makamda kim varsa, hiçbiri benim gönlümdeki ülkenin yöneticisi olamaz. Kendilerine biat edenlerle birlikte yarattıkları korku imparatorluğu ise sadece boyun eğmekten başka gidecek yolu olmayanları bağlar.” Yokuşta patinaj yapan bir arabanın inlemesi duyuldu. Verandada kimse yoktu. Dostum üşüyüp içeri girdi herhalde… Odama yöneldim, kayıt cihazını açtım. Biraz reverb… Güzeeel! Bir kar bestesi yapmak için gitara uzandığım an kulaklığımda sokak kapısının kapanışı yankılandı. Merdiven boşluğunda bir şarkı mırıldanarak uzaklaşan ayak sesleri duydum; “Her şey bitti dediğin anda, bir gül kök salar damarlarında.” Sonrasızlığı reddedenlerin mantrasını seslendim içerden, duydu mu bilmem; “Her şey biter bir şey bitmez.” Işık ve sevgiyle… İlhan İrem 30.01.2012 01:39
-
** Bu hikayede anlatılanlar, gerçeklikle çakışık kurgusal bir gerçeklikte yaşanmıştır. * “Lanetli bir şafak vaktini izlerken insan, kör edici Güneş’i, tüttürüldüğünde kafa yapan herhangi bir maddenin dumanıyla bulandırıyor. Hayatta kalmak için gerçeği reddediyor. Kaçınılmaz olan aydınlanmadan korkuyor ve bu konuda çok da haklı.” Böyle dedirtti insan, böceğe. “Yaşam ve ölüm arasındaki geçiş formuyuz. Endişelenecek çok şeyimiz kalmadı. Olgunluğunu tamamlamak için her kadının yaşamak zorunda olduğu o bekaretin reddine benziyor, deneyimlediğimiz. Beyin, kendini savunmak için öğrendi. Öğrenmek, onu yok etti. Ölümü getiren hayatta kalma istenci. Cehaletten bilgeliğe yapılan o geçiş, masumiyetin yırtılışı, acı ve değişim. Her yükseliş, bir çöküşe; her barış, bir savaşa; her gelişim, bir yok oluşa ilerler. İnsan, öldüğü ana dek, ergenliğini tamamlamayacak.” diye devam etti böcek. “Biz burada böcekleri sevmeyiz.” dedi insan. Gözlüklerini çıkarttı. Dimdik baktı, salınan antenlere. “Gezinir durursunuz ortada, ya da sinersiniz bulduğunuz bir boşluğa. Sırtımızdan geçinirsiniz. Ve çekinmeden, istediğinizi yapabileceğinizi söylersiniz! Zerre kadar utanmadan, istediğiniz an ölmeye hakkınız olduğunu iddia edersiniz. İnanmazsınız şöyle dediğimizde: doğumunuza siz karar vermediniz, ölümünüze de veremezsiniz! Size izin vermeyiz.’ Savurur durursunuz antenlerinizi, bizim algılayamadığımızı algıladığınızı iddia edersiniz!” “Haklısın.” dedi böcek. “Antenleri olmayanların üstüne gelmek, bizim suçumuz. Bu bir körden, siyahı seçmesini beklemek gibidir. Sağırlarla konuşulmaz, onlarla alay edilir!” “Siz kimsiniz!” diye çıkıştı insan, “Kimsiniz, bizimle dalga geçeceksiniz! Büyüğüz biz, istersek, hepinizi ezeriz!” “Ağırlıkça büyüksünüz.” dedi böcek, “Hepimizi ezersiniz. Kendinizi ezmekten acizken, ne işe yarar ki! Çirkin sözlerle konuşuyoruz diye bize böcek dersiniz. Oysa bizler, yalnızca gerçekçiyiz.” “Zararlısınız! Zehirliyorsunuz bizleri, pisliğiniz içimize akıyor.” “Pisliğimiz her insana bulaşmaz, merak etme. Bizi doğa yetiştirdi, taşıdığımız, onun pisliği. Hepiniz üstün değilsiniz, onu taşıyacak denli!” “Ayartıyorsunuz kimimizi. Ölüm saçıyor sözleriniz. Ölüm saçıyor, gerçek dedikleriniz. İnsanlara vahşet özgürlüğü getiren fikirlerle yayılıyorsunuz, evlerimizin, iş yerlerimizin altından geçen kanalizasyonlara.” “Çok yaşamak istiyorsunuz diye, size saygı duymuyoruz. Ve aslında, vahşet özgürlüğünü ve kötülüğü biz yaratmadık. Biz yalnızca, onu belirli bir zümreden alıp, herkese dağıtıyoruz. İnsanlara ezilmek zorunda olmadıklarını, ama dilerlerse ezilebileceklerini söylüyoruz. Ezebileceklerini de söylüyoruz. Bütün sevap ve günahların kişisel olduğunu anlatıyoruz. Onlara sevap diye öğretilen her şeyin, kendi çıkarları namına günah işlemek olduğunu öğretiyoruz.” “Siz böcekler, ne anlarsınız sevgiden, saygıdan, kardeşlikten? Ne anlarsınız arkadaşlıktan!” “Biz, düşmanlarla dostları birbirinden ayrı tutmayız. Nasıl ki, hayat ölümün bir çeşidiyse, düşmanlık da dostluğun, beraberlik de yalnızlığın çeşitleridir. Sevgi, saygı, arkadaşlık dedikleriniz, kuyu kazmanın farklı biçimleri. Hayat dediğiniz, ölümün şekil değiştirmiş hali.” “Siz! Siz! Ah! Siz!” “Evet, biz?” “Siz. Ne anlarsınız yaşamaktan? Ne anlarsınız ondan tat almaktan? Ha? Cevap ver bana böcek, cevap ver!” “Hayat, ölü maddenin, ölümü hissetmesi olarak da yorumlanabilir.” “Bu sözler, size yaşam bahşeden annelerinize büyük saygısızlık!” “Var olmama huzurumuzu elimizden almak büyük gaddarlık.” “Nasıl bir tutarsınız ölümü hayatla, farkında değil misin yaşadığının, yaşadığımızın?” “Yaşamak, yaşadığınızın sanılması, ve/veya yaşadığınızı sanmaktır.” “Siz de mutlu değilsiniz halinizden, düşündüklerinizden. Yine de çekinmiyorsunuz, hastalığınızı bulaştırmaktan, ilerletmekten! Hem yanıyor canınız, hem acı veriyorsunuz! Zor değil istediğimiz, sökün antenlerinizi, bizimle olun!” “İnsanları sivri dilleri olduğu için suçlamayın. Sivri şeyler batar, bu bir basınç olayıdır. Canı yanan, acı verir, bu bir seçim değil, etki-tepkidir. Antenlerimizi, yani bize acı veren hayati parçalarımızı ise biz üretmedik.” “Ne de olsa, bu kaybedeceğiniz bir savaş. Siz tanrısızlar iyi bilin, melekler bizimle beraber!” “Melekler, askerleri güçlü olanların yanındadır.” “Biliyoruz intihar yanlısı sözlerle bağırdığınızı. Biliyoruz ölmeyi arzuladığınızı. Ama sakın yapmayın. Sizi biz katledeceğiz!” “İntihar, ölme isteğinden değil, acıdan kurtulma isteğinden kaynaklanır. Buyrun, öldürün bizi, işimiz kolaylaşır.” “O halde, size dünyayı zindan ederiz!” “Dünya, hali hazırda bir zindan. Biz nefretle ve kötülükle beslenen şeytanlarız. Bizi bize karşı savaşarak yıldıramazsınız.” “Biz insanları iyileştiriyoruz, siz onları zehirliyorsunuz. Ve bizden üstün görüyorsunuz kendinizi.” “Modern psikoloji, insanları direnir hale getirmek üzerine kuruludur. Direnmek, ağrı kesici gibidir. Ağrılarınızı hafifletir, ama onları tedavi etmez.” “Kahrolun!” “Anlaşılan, ‘Kahrol!’ demiş Tanrı, en başta, ‘Ol!” değil.” “Tanrı da nefret ediyor sizden!” “Hayır, siz nefret ediyorsunuz bizden. Ve Tanrı sanıyorsunuz kendinizi. ‘Sizi korkmaktan koruyoruz.’ bahanesiyle, korku salıyorsunuz, başka insanların içine.” “Hoşuna gidiyor değil mi, böyle konuşmak? Sevilmemek, dışlanmak? Bir mazoşiste uygundur ancak, farklının linç kurbanı olacağı yerde, farklı olmaya çalışmak.” “Normal olmaya çalışmaktan vazgeçtiğim günden beri, anormal olmaya çalışmakla suçlanıyorum. Olay bundan ibaret.” “Şeytan!” diye bağırdı insan. “Ve şeytanlar, ilkel primatlardan evrimleşti.” diye yanıtladı böcek. O anda insan, büyük bir gururla, akıl edebileceği en başarılı karşılığı vererek ezdi böceği. Böcek doğadan beslenmişti. Ondan yemiş, ondan içmiş, ondan gelmiş ve ona karışmıştı. Bir zamanlar insan olan böceğin kanında dolaşan zehir, doğadan gelmişti ve yalın ayağından bedenine karıştı, onu ezen insanın. Yok etmek istediğini kendine kattı insan, bilmeden, her zaman yaptığı gibi. Böcekler, tükenmişler, çirkinler, kötüler, katiller, tecavüzcüler ve her çeşitten şeytan, gerçekliğin kendisini insana enjekte etmek amacıyla kullandığı şırıngalar, kendisini tanıtmak amacıyla yayın yaptığı kanallardır. Bilince ulaşan insan, bilincin kendisini yok etmesinden kaçamayacak. Gerçeklerle ittifak kursa da, gerçeklere karşı savaş verse de. Mert Demir
-
DİKKAT... "Deniz Feneri Saldırgan Yapıyor.!" ... Eşkiya Meclis kürsüsünde.
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Bu kez saldırı bizzat hukuk eliyle hukukculara ... Bakalım sıra biz sıradan vatandaşlara ne zaman gelecek? O zaman gülebilecek miyiz bakalım ağlanacak halimize?.. Ne dersiniz? *** Ben kendi payıma şunları ifade etmek isterim; Dünya evimiz... Evet üzerinde yaşayan tüm canlıların, ulusların, halkların, hepimizin evi.. Ama evimiz yaşamak için gitgide tehlikeli olmaya başladı. Çünkü evdekiler sürekli birbirleriyle kavga edip duruyorlar... Sorun aslında içimizdeki art niyetli, çıkarcı ve kavgacı insanlar değil. Sorun "Onlara ses çıkarmayarak çözümsüzlüğe davetiye çıkaran biz diğerleri"- 11 cevap
-
- deniz feneri
- Kamer Genç
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
CHP'li Aldan: Deniz Feneri savcıları konuşsun
GeceKuşu şurada cevap verdi: tm_haberci başlık Türkçe Haberler
Deniz Feneri soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcıları için iddianame düzenlenmesi üzerine bir açıklama yapan Yargı-Sen, bu davanın yargıya atılmış bir hiza bombası olduğu vurguladı. Yargıçlar ve Savcılar Birliği Sendikası (YARGI-SEN), Deniz Feneri soruşturmasını yürüten eski savcılar hakkında dava açılmasını yargıya atılmış bir hiza bombası olarak değerlendirdi. -
Başbakan Erdoğan 'Demokrat Abla'yı çok severmiş!.."
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Demek "demokrat" Abla'ya gıcık olan bir ben değilmişim... Adamcağızların başına neler neler gelmiş haberimiz yokmuş... Biz buralarda çok şanslıymışız meğerse... Konuşmalarından içimiz daraldı, ruhumuz karardı, afakanlar bastı basacak derkeeeen... Kumandadan kanal değiştirip "Oh dünya varmış yahu" diyebiliyoruz en azından... -
Muhafazakar Sapıklık. "Heykel Fetişizmi"
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
-
Sevgili politika şunun çevirisini de yapsaydın daha iyi olurdu aslında... Belki googlenin çat pat çevirisi konunun daha iyi anlaşılmasında yararı olur...
-
Google'ın 'yeni sözleşme' tuzağı. Google'ın 'yeni sözleşme'sine dikkat!
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Google'ın 'yeni sözleşme'sine dikkat! 1 Mart'tan itibaren gizlilik politikasını değiştirecek olan Google'ın birçok servisinin kullanılabilmesi için kişisel bilgilerin kullanım hakkının şirkete devri gerekecek. İnternet devi Google, 1 Mart tarihinden itibaren ‘gizilik politikası’nda yeni bir döneme geçiyor. Bununla ilgili süreci başlatan şirket, Google’ın ücretsiz servislerinden yararlanan kullanıcıların yenilenen sözleşmeyi onaylayarak bu hizmetleri kullanması şartını getiriyor. Burada kullanıcıya herhangi bir seçenek sunmayan şirket, açık bir dille sözleşmeyi kabul etmeyenlerin servisi kullanamayacağını ifade ediyor. Bununla ilgili bildirimlere başlayan Google, hedefini ‘gizlilik politikalarını sadeleştirmek’ olarak açıklıyor. Şirket bu yolla onlarca farklı servisini tek bir sözleşme altında topluyor. Daha önce her bir servis için farklı sözleşme imzalanma karmaşasının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor. Google'ın arama motoru hizmeti ise oturum açmadan da kullanılabildiği için bu hizmeti kullanırken kişisel bilgiler girmek mecburi değil. Aynı şekilde kullanıcının bilgilerinin bir kısmı ya da tamamını Google hesabından kaldırmak da mümkün. Firma, farklı hesaplarda yer alan bilgilerin birbirinden ayrılması için aynı anda birden fazla farklı hesapla oturum açılmasına olanak verdiğini ve Google Dashboard ile farklı Google hesapları arasında bilgi paylaşımı kontrol edilebildiğini söylüyor. PEK ÇOK SORU İŞARETİ VAR Milliyet'in haberine göre, tüm bunlara karşılık bu servisleri kullanmak isteyenlerin online platformda altına imza atarak kabul ettiği şartların detaylarına bakıldığında ‘mahremiyet’ ve ‘bilgi transferi’ ayağındaki maddeler dikkat çekiyor. Toplanan bilgilerin geniş bir alana yayılıyor olması, bu verilerin ne zaman ve nerelerde kullanılacağının açıkça belirtilmemesi pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Bu değişikliğin ardından gelen yorumlar başta Amerika ve Avrupa bölgesinde olmak üzere Google’ın kanun koyucu kurumlar ile başının belaya gireceğine işaret ediyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkenin yerel tarafta bu sözleşmeye karşı alacağı tavır merak konusu. 60 FARKLI SÖZLEŞME TEK METİNDE BİRLEŞTİ Google’ın ‘arama’ dahil servislerinden herhangi birini kullanıyor olanları bu yeni sözleşme bağlıyor. Şirket gizlilik politikası tarafında 60’a yakın sözleşmeyi birleştirerek tek bir metin altında birleştiriyor. İşte bu servislerden bazıları... * e-posta için Gmail * Online dökümanlar için GDocs * Video için YouTube * Harita için Google Maps * Arkadaşlık için Google Plus * Online günlük için Blogger * Anlık sohbet için GTalk * Tarayıcı tarafında Chrome CEP’TEN KİMİ ARADIĞIMIZI NE YAPACAK? Google yeni dönemde kullanıcının pek çok bilgisini bilgisayara, cep telefonuna, tablet PC’ye otomatik olarak yerleştirdiği programlar yoluyla toplayacak, bunları sunucularında depolayacak ve çeşitli amaçlar için kullanıyor olacak. Örneğin Google, cep telefonundan kendi servisine erişim sağlayan bir kullanıcının bırakın internette yaptığı arama sorgularını, cep telefonu numarası, çağrı yapan tarafın numarası, yönlendirilen numaralar, çağrıların tarihi ve saati, çağrıların süresi ile SMS bilgileri de kayıt altına alınıp, depolayacak. ‘ÇEREZ’ ATIP BİLGİ ÇEKİYOR Google bilgi toplamak ve depolamak için çeşitli teknolojilerden yararlanıyor. Bu durum şu anlama geliyor: Bilgisayarınıza, telefonunuza minik bir program (çerez, tanımlayıcı) yükleyeceğim ve onun üzerinden sizinle ilgili bilgileri merkeze çekeceğim. Toplanan tüm bu bilgileri kullanma hakkına da sahip olacağım. Google ayrıca, belirli bir servisteki kişisel bilgileri, diğer Google hizmetlerindeki bilgilerle (kişisel bilgileriniz de dahil) birleştirebileceğini de kullanıcıya kabul ettiriyor. ‘TOPLUYORUZ ÇÜNKÜ...’ Google bu yapıya geçişle birlikte kullanıcıların karşısına onu çok daha yakından tanıyan bir şirket olarak çıkmayı vaat ediyor. Şirket bu yöntemle birlikte arama sonuçlarında, ekrana gelen reklamlarda kullanıcının ilgi alanına göre hızlı sonuç çıkaracağını belirtiyor. NEREDEYİM BİLECEK! Google konum (bulunulan yer) bilgileri etkin olan bir Google servisi kullanıldığında, mobil cihazın gönderdiği GPS sinyalleri üzerinden bilgi toplayıp, bunları işleyebilecek. Şirket bunun yanı sıra cihazdaki kablosuz erişim noktaları ve baz istasyonları üzerinden de konum bilgisi çekebileceğini belirtiyor. ntvmsnbc Güncelleme: 11:16 TSİ 30 Ocak. 2012 Pazartesi -
Hak, fırtınalı okyanuslarda ıssız bir adadır.Yeterince kararlı ve donanımlıysan bir gemiye binip o ıssız adaya ulaşır ve hakını alabilirsin. Tatlı su havuzlarında hak aramak ise şefaatçiliktir. Havuza ne doldurdularsa onunla yetinirsin...
-
Orijinal kopya...
-
Tıraşlanmak... Sıradaki tamamlasın?...
-
KütüK
-
Kamara .>> Aramak
-
Sessiz Çığlık
-
Örnek Türkçe Cümle :
-
Tabiatüstü gitmek olay.
-
Yanıt: Stajyerin belli mi?
-
Staj yerin belli mi?
-
Birdirbir
-
satmak - maksat