Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Anlaşılan o ki, Sen okudun, anladın, aklını kullandın, düşündün... Peki biz bunun böyle olduğunu nasıl anlayacağız? Kurandan başka ne okudun, Yaşar Hocadan başka kimi dinledin... Yaptığının diğerlerinden farkı yok, Aç kitabı, yaz ayeti... Bitti Her şey tamam... Bu mudur Okumaktan anlaşılan, bu mudur aklını kullanıp düşünmek? Nasılsa kitap yazıyor, al oradan yaz buraya işlem tamam. Her şey belgelendi...
  2. Gitmekle Kalmak Arasında... Bazen gitmek istersin durduğun yerden çok uzaklara. Nereye gitsem diye düşünürsün. Aslında ne yapacağını bilemezsin. Karar veremezsin, düşünemezsin. Yerinde duramazsın, yürüdükçe de yorulursun. Hem gitmek istersin hem kalmak. Gitmekle kalmak arasında sıkışıp kalırsın. Dışarı çıkıp sahile inersin, dalgaların vurduğu kayalıklara oturursun. Karşında gökyüzü ve deniz. Tesadüf ya o gün hava da deniz de bir gariptir. Gökyüzü grimsi bir renkte, deniz ise mavi yeşil karışımı, ikisi de sanki patladı patlayacak. Oturduğun yerden öylece gökyüzünü izlersin, bazen huzur verir o gri bulutlar, bazende sıkıntı. Baktıkça bir sürü şey düşünürsün. Nereye gideceğini, nasıl gideceğini hayal edersin. Bir an da her şey değişmiştir, çok güzeldir gökyüzü, o gri bulutlar, her an yağmur yağacak havası, gözlerinde cıvıl cıvıldır. Sonra birden karamsarlığa bürünürsün, aklına hep kötü şeyler gelir. Şimdi nasıl bırakıp gideyim dersin. Sevdiklerini bırakıp gitmek, habersizce, sessizce kimsenin bilmediği bir an da, kimsenin bilmediği bir yere gitmek... Gökyüzü de sen gibi kararsızdır, ne bulutlar göz yaşını döker ne de güneş doğar bulutları açar. İşte o an yağmurun yağmasını istersin, bardaktan boşalırcasına yağsın, bende iliklerime kadar ıslanayım istersin. Ama ne yağmur yağar ne güneş doğar. Ne, o kurduğun güzel hayaller gerçek olur ne de bırakıp gitmek istediğin sevdiklerin senden ayrı kalır. Bıraktığın yerden başlarsın ya da başlayamazsın , gitmekle kalmak arasında kalırsın yine... Poyraz Karayel_19.03.2012
  3. Muhabbet Kralı : Kanser Bu gece kanser ve kanser çeşitlerinden bahsedildi.Ayrıca tabii ayrıntılarıda konuşuldu.Erken teşhis,tedavi yöntemleri,hangi organlarda bulunabildiği,yaş aralığı ve korunma yolları gibi bir çok ayrıntı. Fakat şunu söylemem gerekir ki,programı izlerken aklıma geldi ve yazmak istedim.Kendi yakınlarımda bulunan ve kanser kadar ciddi,ölümcül kan hastalıklarından biri daha var ki,ismi Akdeniz Anemisi yani Talasemi,iki çeşit olduğunu biliyorum.talasemi minör ve talasemi majör olarak geçiyor.Minör olanda pek bi sorun yok,minör taşıyıcı olarak adlandırılıyor,ve bendede mevcut zaten.Etki olarak halsizlik,çabuk yorulma gibi çok büyük sayılamıyacak rahatsızlıklara sebep veriyor ama ciddi rahatsızlık olan talasemi majör olan.kendi yakınımdan bildiğim kadarıyla doğduğundan beri 15 günde bir hastaneye gidip kanı değiştiriliyor,yada yenileniyor diyebilirim.Çok fazla ayrıntısını bilmiyorum fakat yaş ilerledikçe organlar zarar görmeye başlıyor.ve sonuçları içi açıcı olmuyor.Bu şekilde hayatını sürdüren insanlar neler yapabilir,yada rahatsızlıklarını nasıl hafifletebilir ve tedavisiyle ilgili gelişmeler neler,bunları öğrenmek isteyen bir çok insan var,Bunu yazmamın sebebi Okan Bayülgen`den bu hastalık içinde bir program yapmasını istiyoruz.istiyoruz diyorum,çünkü bütün talasemi hastaları için yazıyorum.. Okan yazdıklarımı okursa tabi ki bu konuda bir program yapar,bunu biliyoruz..ama tabi önemli olan okutmak neyse kısmetse olur diyelim.. *Eski yunancada "Thalas" kelimesi deniz, "Emia" kelimesi anemi anlamına, "Thalasemia" ise Akdeniz anemisi anlamına gelir. Akdeniz bölgesinde ve göçlerle yayılarak dünyanın bir çok ülkesinde görülen kalıtsal kan hastalığıdır. D.S.Ö. (Dünya Sağlık Örgütü) nün verilerine göre, tüm dünyada 266 milyon hemoglobinopati taşıyıcısının bulunduğu vurgulanmaktadır. * TALASEMİ MAJOR: Akdeniz anemisi olarakta bilinir. Erken çocuklukta başlayan, çok ciddi bir kan hastalığıdır. Bu çocuklar kendileri için yeterli hemoglobini yeterince yapamazlar. Çocukta ilk belirtiler genellikle ilk 6 ayda ağır, ilerleyici bir hemolitik anemi şeklinde kendini gösterir. Bu çocukların yaşam boyu ortalama 3-4 haftada bir, kan transfüzyonlarına ihtiyaçları vardır. Anemiyi düzeltmek amacı ile yapılan konsantre kan transfüzyonları çocuğun yaşamını uzatırken, vücutta demir birikmesine yol açar ve çeşitli organların fonksiyonları bozulur. Demir birikimini önlemek amacıyla genellikle 3 yaş civarında özel bir pompa ile haftanın 5 günü demir bağlayıcı ilaç (Desferrioxamine) alınması zorunludur. İleri yaşlarda dalak alınarak, hastanın kan ihtiyacı geçici olarak azalır, fakat kesin çözüm değildir. Kemik iliği nakli, hastalığı tamamen düzelten bir tedavi yöntemidir. Çok pahalı bir tedavi yöntemi olmasına rağmen, son 15 yıldır kemik iliği nakli konusunda yapılan çalışmalarda özellikle uygun verici kardeşi olan küçük hastalarda başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Uygulanan ek tıbbi tedavi gereksinimleri ile beraber bir hastanın yıllık maliyeti yaklaşık 12.000-15.000$ civarındadır. Bu tür kalıtsal hastalıklardan korunmada en etkili yöntemler; 1. Toplum eğitimi, 2. Taşıyıcıların taranması, 3. Genetik danışma, 4. Doğum öncesi tanı yöntemleridir. İki taşıyıcının evlenmesi halinde ise hamileliğin 6-22. haftasında doğum öncesi tanı yapılabilir. Böylece hasta bir çocuğun doğması önlenir.Doğum öncesi tanı ile sağlıklı olacağı belirlenen bebeğin doğmasına izin verilebilir. 6 Nisan 2012 Cuma
  4. Karatay diyeti hikâye tavsiyem Evren diyeti Dean Martin. Robert Mitchum. Siyah-beyaz filmdiler. Seneler evvel öldüler. * Kenan Evren’le... Yaşıttılar. 1917’de doğmuşlardı. * Susan Hayward. 38 sene oldu rahmetli olalı. Kenan Evren’le yaşıttı. * Gregory Peck. Glenn Ford. Ay farkıyla büyük. Rita Hayword... Bir yaş küçüktü. * Nat King Cole, 2 yaş. Yul Brynner, 3 yaş. Deborah Kerr, 4 yaş. Ava Gardner... 5 yaş küçüktü. Alayı sizlere ömür. * Marilyn Monroe. 36’sında gitti. Kenan Evren’den 10 yaş küçüktü abi. * E insan merak ediyor tabii, çocukların yaşını büyütüp darağacına gönderen Kenan Evren, 95 yaşına kadar nasıl “turp gibi” gelebildi? * Her sabah... 7’de kalkar. 1 saat sahilde yürür. Duş filan, 9’da kahvaltıya oturur. 5 adet zeytin. Siyah-yeşil karışık. 1 dilim ekmek. Kızarmış, kepekli. Yağsız peynir. 3-4 çeşit reçel. Çok az bal. Evine tereyağı girmez. 1 salatalık, 1 domates. 1 bardak çay, şekersiz. Üstüne, 3 kayısı. Günkurusu olacak. 6 badem, 6 fındık. 3 adet de ceviz. Saat tam 12’de... Öğle yemeği. Titizdir. 1 dakka şaşmaz. Sadece beyaz et. Balık veya tavuk. Kırmızı et? Kırk yılda bir. Zeytinyağlı sebze. Ve, salata. Bol su. Yemek bitince... Öğle uykusu. En az 1 saat kestirir. Kalkar... Meyve. Mevsimine göre. Veya, tatlı. Hamur değil ama. İlla sütlü tatlı. Dondurma da olabilir. Fakat çikolatasız. 16.00... Çay saati. 2 adet ev kurabiyesi. Akşam yemeği? Kışın, tam 18.30’da. Yazın, tam 19.30’da. Önce çorba. Bazen börek. Kesin, zeytinyağlı sebze. Ardından ana yemek. Balık veya tavuk. En son, meyve. Alkol yok. Sigara yok. Bol su. * Bunları anlattığında... Henüz 85’indeydi. * Karatay diyeti filan... Hikâye yani. * “Kilom hep aynı, sabit tutacaksın, 12 Eylül 1980’de 74-75 kiloydum, şimdi de 74-75 kiloyum, o nedenle 20 sene evvelki elbiselerimi bile giyebiliyorum” demişti. * Ha bi de şunu demişti... * “İhtilal yaptığımda, ahali elimi öpmek için otomobilimin önüne yatıyordu, Allah sana uzun ömür versin, benim ömrümden sana versin diye dua ediyordu, sağlığımı onlara borçluyum.”
  5. *** Ağlamamak İçin Gülmek İster misiniz?.. O zaman hadi buyurun izleyin aşağıdaki videoyu... Dizimizin Adı: Abdülmelik'in suçu ne?.. *** Dizimizin kısa özeti şöyle; "Abdülmelik" bu Ülke için çok tehlikeli birisidir... Çünkü; Bir isteği vardır Abdülmelik'in... Abdülmelik Düşünür, İstemini dile getirir ve düşüncelerini eyleme dönüştürür... Ve eyleminden vazgeçmez Abdülmelik... Çünkü Karnın açlığını evden getireceği yiyeceklerle doyurmak istemektedir. Ve.. ve.. ve.. En tehlikelisi hakkını arar Abdülmelik... İzleyin bakalım... İzledikten sonra ağlayacak mısınız? Ya da ağlamamak için oturup Kahkahalarla gülecek misiniz? http://youtu.be/vD0Px6DANtk&
  6. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Bu noktada şu saptamayı yapmamız gerekiyor: 1980’lerden bugüne küreselleşmenin işgücü piyasaları üzerine hakim etkisi, esnek çalışmaya dayalı bir sosyal ve hukuksal örgütlenme çerçevesini işaret ediyor. Hiç kuşkusuz endüstri ilişkileri kurumlaşmasının düzensizleştirilmesi temel başlığı altında… Küreselleşmenin, ulusal hükümetlerin yasal düzenleme gücünü, buna bağlı olarak işgücü piyasası üzerindeki tasarruflarını ve sosyal koruma önlemlerini de muhtemelen etkileyeceği konusundaki bir başka tez Tanzi araştırmasından geliyor. Tanzi’de esnekliğe atıfta bulunarak, işgücü piyasası ile ilgili bugünkü düzenlemeler, uluslararası piyasalarda hüküm süren esneklikten etkilenerek, daha esnek bir yapıya kavuşacak görüşünde. Sermaye hareketleri üzerindeki düzenlemeler bir başka konu, yine benzer olarak dış ticaret, finans ve sigorta piyasaları da bu akımdan etkilenecek alanlar. Bu durum, ulusal hükümetlerin sosyal korumayı yasal düzenleme/kararnameler yoluyla düzenlemesine yeni bir boyut kazandıracak. Eğer küreselleşme, finansal istikrarı bozan unsurlar taşıyorsa, bu durumda ulusal hükümetlere geçmişe oranla istikrarı sağlama yolunda daha da büyük görevler düşecek. Ancak artan ihtiyaç, her zaman artan kabiliyeti de beraberinde getiremeyebilir (Tanzi, 2002)... Ulusal politikaların küreselleşme karşısında bağımsız belirlenme şansının olmadığını savunan bir başka görüş Chossudovsky görüşü. Buna göre, küreselleşmeye dış yardım tuzağıyla bağlanan bir ülkenin bağımsız politika geliştirmesi çok zor. Kredi anlaşması bir kez imzalandıktan sonra, hükümetin anlaşmaya uymaması durumunda ödemeler, ülkenin iki taraflı ve çok taraflı kreditörlerinin “yardım koordinasyon grubu” tarafından kara listeye alınması tehlikesini doğuracak şekilde durdurulabilir. Alınan paranın hiçbir bölümü yatırımlara yönlendirilmediği için söz konusu kredi anlaşmalarının doğası reel ekonominin yararına da değil. Ancak bir başka önemli amaca hizmet ediliyor: Uyum kredileri; kaynakları ulusal ekonomiden uzaklaştırıyor ve ülkeleri, zengin ülkelerden gıda maddeleri de dahil olmak üzere büyük miktarlarda tüketim malları ithal etmeye teşvik ediyor. Diğer bir deyişle, örneğin tarımın “uyum”unu desteklemek için verilen para, tarımsal projelere yatırılmak üzere verilmiyor. Söz konusu kredilerin dayanıklı tüketim malları ve lüks mallar da dahil olmak üzere mal ithali için serbestçe kullanılması mümkün. Bu sürecin sonucu, yerel ekonominin durgunluğa girmesi, ödemeler dengesi krizinin büyümesi ve borç yükünün artması oluyor (Chossudovsky, 1999). Chossudovsky’nin iddia ettiği gibi uyum kredilerinin kaynakları ulusal ekonomilerden uzaklaştırmak için verildiği ve yatırım için kullanılmadığı görüşünün ampirik olarak doğrulanmaya ihtiyacı olmakla beraber, bazı gelişmekte olan ülke örneklerinden, bunun çok da yanlış bir görüş olmadığını belirtmekte fayda var. ***
  7. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Bugün Devletin etrafında yapılanan kurumsallaşmış bir dünya gerçeği içinde, Devlet ve piyasa, kanun ve akit, kamu ve özel birbirine zıt kavramlar haline geliyor. Yukarıdaki çift kavramların her biri, “yeni düzenlemeler”i açıklamaya yardımcı olacak şekilde önemli değişiklikler içinde. Öteden beri ayırıma tabi tutulan kamu ve özel kavramlarıyla birlikte artık sosyal ve ekonomik kavramları da ayırıma tabi tutuluyor. Devlet’in küresel ticaret düzeni ile yer değiştirmeye başlamasından bu yana, artık kamu özel’i değil, özel kamuyu kapsamaya başlıyor (Supiot, 2001). Peki acaba ülkelerin ve özellikle GOÜ’in gerçekten küreselleşmenin etkileri karşısında bir şansı var mı? Küçük ülkelerin kendilerine özgü gündemlerini izlemeleri ve ekonomilerini hakim talimatlardan farklı şekilde yönetmeleri mümkün mü? Pek çok politika yapıcıya göre cevap “hayır”. Rodrik’e göre, “özelleşmekten, açılmaktan ve DYY çekmekten başka pek az seçenek olduğuna dair yaygın bir nakarat var. Halbuki ihracat ve DYY amaç değil araçtır. Ekonomi politikasını diğer hedefler pahasına ekonominin dış sektörlerinde yoğunlaşmaya yönlendirmek, ekonomi politikasının araçlarıyla amaçlarını birbirine karıştırmaktan başka bir şey değil. Dahası ticaret ve DYY için güçlü ekonomik büyümenin kendisinden daha elverişli bir şey yok. Yabancı yatırımcılar Botswana’nın kamu sektörünün çok büyük olmasına pek aldırmazlar. Çin tarzı sosyalizm de onları pek engellemez. Büyümeyi teşvik etmede başarılı olan politikalar büyük olasılıkla, “uluslararası rekabet gücü” konusunda da kazançlar sağlayacak. Büyük mali açıklara eğimli bir ekonomide uluslararası mali piyasaların dayatacağı disiplin, makroekonomik istikrar olanaklarını geliştirebilir. Yasal düzenleme standartlarının gelişmiş endüstri ülkeleri standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi hukuk ilkelerini geliştirebilir ve gelişmekte olan ülkelerde şeffaflığın artmasını sağlayabilir. Yine de söz konusu ekonomiye uygun olmamaları ya da başka sosyal gruplar pahasına belli bir sosyal grubun gereksinimlerine hizmet ettiklerinin düşünülmesi durumunda bu tür dışarıdan dayatılan disiplinler geri tepebilir” (Rodrik, 1999). Burada dikkat çeken bir başka konu, küreselleşmenin işgücü piyasasını düzenleyen ulusal politikalar üzerindeki yaptırım gücü. İlkesel bazda, uluslararası topluluğun, gelişmekte olan ülke hükümetlerinin temel çalışan haklarını korumalarını istemesinde yanlış bir şey yok. Kimi zaman bu yalnızca, hükümetlerin, onayladıkları UÇÖ anlaşmalarıyla kabul ettikleri örgütlenme özgürlüğü ve asgari çalışma yaşı gibi konulardaki taahhütlerini hayata geçirmeleri anlamına geliyor. Bir birliğe üye olma ve örgütlenme özgürlükleri temel sivil haklar ve bu tür özgürlüklerle iyi ekonomik performans arasında güçlü bir bağlantı olduğuna dair kanıtlar var. Ama kimi zaman GÜ’de işgücü gruplarının talepleri temel sivil hakların ve politik özgürlüklerin ötesine geçiyor ve daha düşük bir ekonomik performansa yol açabilecek sonuçlar yaratabiliyor. Rodrik’in görüşleri, küreselleşmenin ulusal politikalar üzerindeki etkisine güçlü bir destek verirken, diğer yandan aynı çalışmasında ulusal politikaların küreselleşmeyi yönlendirebildiği tezine de göndermeler yapıyor. Bu görüşler takip eden bölümde değerlendirilecek. ***
  8. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta daha var. Değişik sosyal grupların toplum içinde gittikçe artan bir şekilde örgütlü güç haline geldikleri ve çoğu kez yaptırım gücüne de ulaşan bu grupların hemen tamamının kendilerini Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olarak tanıttıklarına şahit oluyoruz . Böylece küreselleşmenin yaygınlaşması ile birlikte gündemdeki yerini artıran STK’lar aracılığıyla da kamuoyu oluşturma ve kamuoyunu bu şekilde etkileyerek politik nüfuz alanını artırma söz konusu olabiliyor. Halbuki günümüzde kendilerini STK olarak tanıtan bir çok kuruluşun, organik olarak kamu ile bir şekilde bağı olduğu ve kimi durumlarda finansman gereksinimlerini doğrudan kamu desteği ile sağladıklarını görüyoruz. Buna başka bir örnek olarak, siyasi partilerin finansman desteğini arkasına alan bazı kuruluşların da kendilerini STK olarak tanıtması gösterilebilir. Her ne kadar STK kavramı çok geniş ve farklı değerlendiriliyorsa da, STK’ların kabul görmüş en az beş temel özelliği olmak durumunda. Bunlar sırasıyla, STK’ların hükümet kontrolü dışında olması, siyasi bir parti olarak kurulmuş olmaması, kar amaçlı olmaması, şiddet ve suç amaçlı kurulmuş olmaması ve finansal bağımsızlığa sahip olması (Willetts, 2004). STK’ların varlık nedenleri, faaliyetleri ve arkalarına aldıkları finansman desteğinin kaynağı kamuoyu nezdinde genellikle dikkate alınmayan konular olarak ortaya çıkarken, gerek ulusal bazda, gerek uluslararası ilişkilerde STK’lara yüklenen pozitif değerle birlikte, gerçekte STK olup olmadıkları belli olmayan grupların toplum yararı gözetmeksizin, kendi amaçları doğrultusunda yönlendirme yapma güçleri de artıyor. Bu konu, özellikle dış yardıma bağımlı hale gelmiş AGÜ’in veya GOÜ’in politika yapıcılarının üzerinde önemle durması gereken bir konu. Nitekim günümüzde bu yardımların veriliş tarzı gittikçe merkez hükümetlerin insiyatifinden, bölgesel ve yerel kuruluşlara ve STK’lara kaydırılıyor. Hiç şüphesiz bunun sebepleri arasında dış yardımların kullanılması konusundaki başarısız, politik ve verimsiz uygulamalar ön sıralarda. Ancak, STK kimliğinden uzak ve uzaktan güdümlü bazı kuruluşlar aracılığıyla denetimi sağlanan veya sağlanmak isteyen kimi yardımların nihai hedefi konusunda stratejik düşünmek gerekiyor. Gerçek anlamda STK’ların toplum içinde örgütlenmeleri ve özellikle yerel ve bölgesel güçlerini toplum yararı gözeterek kullanmaları ne kadar istenen bir durumsa, bunun tersi durumların da var olduğunu unutmamak gerekiyor. (Konuyla ilgili değişik yorumlar için bakınız: Alan RUGMAN: Globalleşmenin Sonu, MediaCat Kitapları, İstanbul, 2004, s.63-76). ***
  9. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Küreselleşme, Ulusal Politika Uygulamalarını Doğrudan Etkiler Yaklaşımı (Kaçış Yok Yaklaşımı) Gelişmiş Ülkeler’in aksine, GOÜ’in çoğunda, yapısal uyum önlemlerinin uygulanmaya başlanması, daha önce devlet kontrolünde yönetilen modernizasyon ve endüstrileşme politikalarından kesin kopuş anlamına geliyor. Devlet müdahalesinin genişliği ve derinliği farklılıklar gösterse de, bir çok ülkede kopuş, geniş bir alana yayılmış, endüstrinin korunması ve ekonomideki konumu, tarımsal ürünlerin pazarlanması, döviz ve kredi dağılımı, ithalat ve ihracatın düzenlenmesi, yabancı sermaye yatırımları, teknoloji, işgücü piyasaları ve toplu pazarlık gibi konuları etkiliyor (Ghai, 1995). Ekonomik krizden etkilenen ve sonuçta uluslararası finans kurumları, kredi veren ülkeler ve ticari bankalardan destek aramak zorunda kalan ülkelerde, devletin gücünün daha çok azaldığı görülüyor. Sosyal ve ekonomik alanlarda karar verme gücünün önemli bir bölümü borç veren yabancılara devrediliyor. Devlet finansmanının daralması, hükümetleri kamu hizmetlerini ve altyapı yatırımlarını azaltmaya, kamu sektöründe istihdam ve ücret düzeylerini düşürmeye zorluyor. Ekonomide özelleştirmenin, pazar oluşumunun, gayri resmileşmenin artışı ve ekonominin daha çok uluslararası bir nitelik kazanması, ekonomik faaliyetlerin artan oranda devletin doğrudan kontrolü dışına çıktığı anlamına geliyor. Devletin gücü, vasıflı memurların kaybı, sivil hizmet ahlakının bozulması, suç, şiddet ve hukuk dışılığın artışı ile daha da azalıyor. Ulusal düzeyde yukarıda sayılan değişimlere, değişik sosyal gruplar arasındaki güç dengesinde önemli kaymalar eşlik ediyor. Yerli sermayenin bazı kesimleriyle ortak olarak çalışan yabancı yatırımcılar ve kredi veren kesimler, ulusal politikanın belirlenmesinde güçlerini ve etkilerini artırıyorlar. Benzer biçimde, ulusal iş gruplarının, özellikle yabancı sermayeye, teknolojiye ve pazarlara ulaşma olanağı olanların etkisi büyük ölçüde artıyor. İşçi sınıfı ve orta sınıfın bazı kesimleri ulusal politikayı şekillendirme güçlerinin azaldığına tanık oluyorlar (Ghai, 1995). ***
  10. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Bütün bu tanımlardan yola çıkarak küreselleşme ile ilgili bütüncül bir tanıma ulaşma denemesinde bulunursak geniş anlamda küreselleşme; dünyada mevcut uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel katmanlara ait siyasi, ekonomik, sosyal, ekolojik , kültürel ve hatta coğrafik sistemlerin, birbirlerinden farkındalıklarının gün geçtikçe artmasıyla, geçişkenliklerinin ve birbirlerini etkileme güçlerinin de arttığı ve dünya çapında bir “farkındalık ve küreye ait olumlu veya olumsuz gelişmelere bilinçli veya tepkisel cevap verme kültürünün oluştuğu”, gelişen bir süreçtir. Küreselleşme ile Ulusal Politika Uygulamaları Arasındaki Etkileşim Küreselleşme ile ilgili önemli sorulardan bir tanesi de, özellikle ülkelerin gelişmişlik, azgelişmişlik ve yoksulluk çizgisinde ilerlerken, bu konuların doğrudan küreselleşmeyle nasıl ilişkilendirileceği. Bu bölümde, genellikle küreselleşme literatüründe rastlanmayan bir konu irdelenip, küreselleşmenin etkilerini yönlendirmede ulusal hükümetlerin ne derece rol oynadığı sorusuna yanıt aranacak. Bu soruya yanıt aranırken, ülkelerin yakın tarihlerindeki tercihleri ve kararları kimi örneklerle incelenecek. Konuyla ilgili iki temel tez üzerinden hareket edeceğim: Birincisi; küreselleşmenin etkisinin ulusal politika yapıcıların tasarrufunun ötesinde bir güce sahip olduğu, dolayısıyla ulusal hükümetlerin bir tercihten çok bir yaptırımla karşı karşıya kaldıkları tezi. İkinci tez ise; ulusal politikaların, küreselleşmenin etkilerini yönlendirebileceği, faydalarını yayabileceği, zararlarını azaltabileceği tezi. Bu iki tezin temel görüşlerine yer vererek nihai bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. ***
  11. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Ekonomi tarihinin önceki dönemlerine kıyasla küreselleşme, hemen tüm ülkelerin mal ve hizmet sektörlerindeki işçileri ve işverenleri kapsıyor. Sonuç olarak, geçmişte sadece endüstriyel işçiler küreselleşmenin getirdiği uluslararası rekabetin sonuçlarına katlanırken, bugün, dünya işgücünün çok büyük bir kısmı küreselleşmenin etkilerini hissediyor. Uluslararası ticaretin ve DYY’ın hacmi büyüyor ve bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrim ekonomik geçişkenliği kolaylaştırıyor. Ancak küreselleşme bazı tartışmalı konuları da gündeme getiriyor: bir çok gelişmiş ülke (GÜ) düşük-ücretli ekonomilerin rekabetinden korkar hale geliyor ve GOÜ’in firmaları GÜ’in güçlü ÇUİ’nden kaynaklanan rekabete dayanmakta güçlük çekiyor. Bu denli değişik ve çok yaklaşım içinden, küreselleşme tanımlamasında en çok kullanılan kelimeleri yan yana getirecek olursak, şöyle bir grup ile karşılaşıyoruz: İşletmelerin sınırlar ötesi faaliyetleri, uluslararası yatırımlar, ticaret, ürün geliştirme, üretim, kaynak yaratma, pazarlama, örgüt yapılarında değişim, kapitalizmin fonksiyonlarında değişim, entegre olmuş uluslararası piyasalar, yeni gelişen bir ekonomik yapılanma, uluslararası işletmelerin belirleyiciliği, uyum sağlama kapasitesi, sert rekabet, esneklik, dünya çapında sosyal ilişkilerin güçlenmesi, birbirinden uzak yerel birimlerin birbirlerinden etkilenir hale gelmesi, yerel ve hatta kişisel sosyal tecrübelerin geçişkenliği, kültürlerin geçişkenliği, enformasyon teknolojilerinin hızlı devinimi (Leisink, 1999). Küreselleşme kavramını açıklama yolunda bazı akademik literatürde ekonometrik modeller üzerine çözümlemelere yer verilerek belirli tezlere ulaşıldığına da rastlıyoruz. Ancak bu tür tezlerin, kavramsallaştırma yolunda objektif sonuçlara ulaşabilmesini kuşkuyla karşılıyorum. Nitekim, bazı bilimsel araştırmaların sosyal ve psikolojik karar süreçlerine formüllerinde hiç yer vermemesi, bu formüllerin üzerinden ulaşılan sonuçların bilimselliğini de tartışmaya açık hale getiriyor. Hatta bazı formüllerde küresel göç hareketlerinden söz edilirken, kişilerin içinde bulunduğu psikolojik ve sosyal çevrenin “kukla değişkenle” doldurulmasının, sosyal bilimler açısından “ciddiyetten uzak” bir durum yarattığını ileri süreceğim. ***
  12. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Küreselleşmeyi açıklama yolunda, içeriğine daha geniş bir perspektiften bakmayı tercih eden görüşler de bulunuyor. Çok ayrıntılı tanımlamalar olmasa da, bu tanımlamaların, küreselleşmenin anlaşılması sürecine getirdikleri boyutlar ve düşündürdükleri ile önemli bir katkı sağladığına inanıyorum. Bu tanımlardan bir tanesi, küreselleşme kavramını, dünyanın bir bölgesinde meydana gelen sosyal, politik ve ekonomik faaliyetlerin bir parçası olan olayların, alınan kararların, kürenin bir diğer tarafındaki bireyleri ve toplulukları etkilemesiyle ilişkilendiren ve kavramın öncelikle bunu ifade ettiğini öne süren Held-Mcgrew-Goldblatt-Perraton tanımı. Tanıma göre, bunun ötesinde küreselleşme, sınırlar arasındaki ilişkinin rastlantısal veya düzensiz olmadığını daha ziyade düzenlendiğini (örneğin; karşılıklı bağımlılığın farkedilir bir şekilde yoğunlaşması, dünya düzeni içindeki toplumların ve devletlerin öğelerini aşacak bir duruma erişmiştir) öne sürüyor. Küreselleşme ile ilgili tatmin edici bir tanımlama şu öğelerin her birini içermelidir: Esneklik, Yoğunluk, Hız ve Etki (Held ve diğerleri, 2003). Aynı araştırmacılar diğer bir çalışmalarında küreselleşmeyi şu şekilde tanımlıyorlar: “Küreselleşme; suçtan kültüre, materyalizmden ruhbanlığa kadar çağdaş sosyal yaşamın tüm parçalarının dünya çapında birbirlerine olan bağımlılıklarının genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanmasıdır” (Held ve diğerleri, 1999). Küreselleşme kavramına uluslararası sosyal siyaset açısından önemli bir referans olan Uluslararası Çalışma Örgütü bakış açısından da yer vermek gerekir. Uluslararası Çalışma Örgütü; küreselleşmeyi, ana teması altındaki düşüncenin, ekonomilerin ve toplumların süregiden bir şekilde entegre olduğu bir süreç olarak değerlendiriyor. Küreselleşme; yeni teknolojiler, yeni ekonomik ilişkiler, aralarında hükümetler, uluslararası örgütler, işletmeler, işgücü ve sivil toplum kuruluşlarının da (STK) bulunduğu ulusal ve uluslararası çok geniş bir politika yelpazesi tarafından yönlendiriliyor (www.ilo.org, 2004) . Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından hazırlatılan bir diğer araştırmada da küreselleşme ile ilgili şu yorumlar dikkat çekici (Torres, 2001): “Küreselleşme kavramı çok geniş bir kullanma alanı bulmakla beraber, anlamı her zaman tam olarak “açık” değil. Küreselleşme; ticari serbestleşmenin, yatırım ve sermaye akışının ve teknolojik değişimin ivmesiyle yönetilen ülkelerde hızlı ekonomik entegrasyon olarak tanımlanabilir”. ***
  13. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Konuya iktisadi ağırlıklı bakış açısıyla yaklaşan ve özellikle yabancı sermayeye açık olmayı kavramın kilit unsuru haline getiren yaklaşımlar da var. Bardhan bunlardan bir tanesi. Bardhan’a göre küreselleşme; temel olarak uluslararası ekonominin entegre olması ve özellikle de dış ticarete ve yatırıma açık olmak anlamındadır (Bardhan, 2000). O’Rourke da benzer unsurları ön plana çıkardığı tanımlamasında küreselleşmeyi, ticari engellerin giderek azaldığı, göçlerin önündeki engellerin ortadan kalktığı, sermaye akışının hızlandığı, Doğrudan Yabancı Sermaye’nin (DYY) serbest kaldığı ve teknoloji transferlerinin hızlandığı bir ortam olarak açıklıyor (O’Rourke, 2001). Küreselleşmeye karşı olumlu yaklaşımları ile bilinen Legrain, küreselleşme kavramı ile ilgili gerek popüler kültür eserlerine gerekse Giddens gibi sosyologlara eleştirel bir gözle yaklaşıyor. Legrain’in görüşleri özetle şu şekilde: “Lexus ve Zeytin Ağacı kitabında Thomas Friedman küreselleşmeyi “soğuk savaş sistemi”nin yerine geçmiş bir sistem olarak adlandırıyor. Bunun 1989 civarında başladığını düşünüyor. Soğuk savaşın sona ermesinin ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının 1990’larda küreselleşmeye ivme kazandırdığı doğrudur. Ancak küreselleşmeyi 1989’da başlayan bir sistem olarak değerlendirmesi doğru değil. Dünya ekonomisinin büyük bölümü 1989’dan önce ticaret ve finans aracılığıyla zaten entegre olmuştu. Dahası, küreselleşme bir “sistem” değil, soğuk savaş sırasında başlayan ve bugünde devam eden bir entegrasyon ve uluslararasılaşma süreci. Eğer 1945’den 1989’a kadar olan sürece Soğuk Savaş egemense, bundan sonra gelen küreselleşme değil Amerikan hegemonyası. Diğer yazarların da düşünceleri karışmış gözükuyor. Alman sosyolog Ulrich Beck, küreselleşmeyi, bağımsız ulus devletlerin, sınırötesi bazı aktörlerin güçleri, oryantasyonları, kimlikleri ve ağlarıyla erozyona uğratıldığı ve önemini yitirdiği bir süreç olarak tanımlıyor. İngiliz sosyolog Anthonny Giddens ise küreselleşme için, “iletişim devrimi”, “hafif ekonomi”, “1989 sonrası dünya” ve hatta “kadın ve erkek arasındaki büyüyen eşitlik” kavramlarını kullanıyor (Legrain, 2002) ”. ***
  14. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Son olarak, var olan yönetim stratejilerinin ekonomi politikaları söz konusu olduğunda, keyfiyetten kurala doğru bir kayma olduğunu, meşru siyasi, ekonomik ve endüstriyel eylemleri birbirinden ayıran sınırların yeniden çizildiğini ve çeşitli alanlarda karar verme mekanizmalarının parçalandığını ve yetki devrini içeren apolitikleştirme kavramı tarafından karakterize edildiğini savunacağım. Para ve emeğin düzenlenmesi gibi devletin temel eylemleri anlamında, 1980’lerin ortalarından beri apolitikleştirilmiş yönetim formları yönünde ciddi bir tercih görülüyor. Apolitikleştirme olarak anlamını bulan “küreselleşme dili”, karar vermenin politik yönünü ortadan kaldırarak ve böylece politika uygulamalarının etkinliğini artırarak, devlet yöneticilerinin küresel sistemdeki değişimlerden faydalanabilmelerini sağladı. Kısaca, post-modernist ideolojinin, küreselleşme ve apolitikleştirmenin beraberinde getirdiği stratejiler ne bizim için yeniler, ne de kurulu iktidar odaklarının sonunu simgeliyorlar” (Burnham, 2003). Acaba Burnham yaklaşımından şu sonucu çıkartabilir miyiz? Küreselleşme, apolitikleştirmeyi beraberinde getirirken, bundan yararlananlar yine “yönetici elit” oluyor. Nitekim karar almanın politik yönünün ortadan kalkmasının onlar için “elem verici” bir yönü bulunmuyor. Hatta bireylerin yönetilmesinde bu durum onların elini daha da güçlendiriyor. Makalenin ilerleyen bölümlerinde, küreselleşmenin getirdiği apolitikleştirmenin (ve hatta kitlelerin siyasi, sosyal ve kültürel yapı içinde tekdüzeleşmelerinin ) Devlet bürokrasisinin bireylerce hala “baba” olarak görüldüğü toplumlarda çok daha “makbul” olduğu üzerinde duracağız. ***
  15. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    *** Küreselleşmeden sanki bir doğa gücüymüş gibi bahsedilmekle beraber asla böyle bir şey söz konusu değil. Devletler, iş çevreleri ve sosyal gruplar küreselleşmenin gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Özetle küreselleşme, politik ve ekonomik etkilerin birleşiminden doğan bir dizi karmaşık süreçlerden oluşuyor (Giddens, 2000). Giddens’ın; küreselleşme ile ilgili yorumlarında yer verilmesi gereken bir başka alıntı da şu şekilde: “İletişim devrimi ve bilgi teknolojisinin yaygınlaşması küreselleşme süreçleriyle yakından bağlantılı. Bu durum ekonomik alanda dahi böyle. En yoksul bölgeleri de kapsamı içine alan ve anında gerçekleşen elektronik iletişim, yerel kurumları ve gündelik yaşamı sarsıyor. Peki artık ulus-devlet “hayali” bir olgu konumuna gelmekte, yönetimler de varlıklarını yitirmekte mi? Elbette hayır, fakat ulus-devlet yapısının değişim içerisinde olduğu bir gerçek. Keynesci ekonomi yönetiminin temelini oluşturan ve ulus-devletlerin eskiden sahip oldukları bazı güçler etkinliklerini yitirdiler. Küreselleşme bu bağlamda ulus-devletlerden ayrılıyor. Bununla birlikte, küreselleşme yeni talepler ve aynı zamanda yerel kimliklerin üretilmesi için yeni fırsatlar yaratmak suretiyle etkisini gösteriyor. Birleşik Krallık’taki İskoç ulusalcılığının yakın zamanlarda ortaya çıkan ani yükselişi istisnai bir örnek olarak düşünülmemeli (Giddens, 2000).” Bir diğer sosyolog, Burnham, küreselleşmeyi kavramlaştırırken şu konulara dikkat çekiyor: “İlk olarak, küreselleşmeyle ilgilenen bir çok kuram, devlet ve piyasayı, sosyal gerçekliğin birbirinden ayrıştırılmış ve izole edilmiş, birbirine dışsal ve oluşsal bir biçimde var olan iki yönü olarak gördükleri için, devlet piyasa ilişkisini tatmin edici bir şekilde kavramsallaştıramıyorlar. Bunun sonucu olarak da, popülist (ve yanlış yönlendirici) bir “devlet iktidarını piyasaya kaptırdı” iddiası çıkıyor ortaya. İkincisi, uluslararası yeniden yapılanma sürecinin ulus devlet tarafından emeği daha sıkı disipline etmek ve emek-sermaye ilişkisini yeniden organize etmek amacıyla üstlenildiğini tartışacağım. Bu noktada belirtmeliyiz ki, küresel kapitalizm hala antagonistik (muhalif-karşı) bir devlet sistemi olarak kuruluyor ve küresel ekonomi politiği karakterize eden değişimler, kökleri emek-sermaye çelişkisinde yatan sorunları çözmek amacıyla devletler tarafından ortaya konuluyorlar. ***
  16. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Sosyoloji
    Küreselleşme Nedir? Küreselleşme kavramını açıklamaya yönelik bir çok tanım bulunuyor. Tanımların ortak özelliği de; “ortak bir tanım üzerinde anlaşmaya varamamaları”... Bu da çok doğal, nitekim, küreselleşmeyi açıklamada yararlanılan dünya görüşleri, bakış açıları ve ideolojiler değiştikçe, tanımın içeriği de değişiyor. Literatürde yer verilen bu tanımlamaların bazılarına değindikten sonra, tanımların elverdiği ortak paydalar ışığında biz de yeni bir tanıma ulaşmaya çalışacağız. Sosyal bilimci Giddens, küreselleşmenin, nasıl anlaşılacağı, yeni bir kavram olup olmadığı ve yol açacağı sonuçların neler olabileceği gibi pek çok yönüyle sorgulanan bir kavram olduğunu belirtiyor. Bir ölçüye kadar farklı politik yönelimlerle ilişki içerisinde birbirine zıt iki fikir ortaya çıkmıştır. Bazıları küreselleşmenin tamamen bir mit olduğunu ya da çoğunlukla uzun süreli yönelimlerin bir devamı olduğunu ileri sürüyor. Bu bakış açısı, sosyal demokrasiyi koruma ve geliştirme arzusundaki görüşlere cazip geliyor. Söz konusu bu görüşler için, küreselleşme yeni liberallerin bir icadı. Bunun bir taklit olduğunu görüp gerçeği fark ettiğimizde daha önceki yaklaşımımıza (sosyal demokratik) devam edebiliriz. Diğer kutupta ise, küreselleşmenin sadece gerçek değil, aynı zamanda son derece yaygınlık kazandığını söyleyen görüşler bulunuyor. Küreselleşme, sadece ya da öncelikle ülkelerin ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılıkları anlamına gelmiyor, fakat içinde yaşadığımız dönemde zamanın ve mekanın dönüşümünü de dikkate almamız gereken bir kavram. Ekonomik olsun ya da olmasın, uzakta meydana gelen olaylar bizleri önceki dönemlere göre daha doğrudan ve anında etkiliyor. Öte yandan, bireyler olarak aldığımız kararlar etkileri bakımından da küresel etkiye sahip. Örneğin sağlık amacıyla bireylerin uyguladıkları diyetler, belki de dünyanın öteki ucunda geçimini gıda üreticisi olarak temin eden insanları etkiliyor. ***
  17. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Sosyoloji
    Giriş; Küreselleşme kavramı, son dönemlerin en çok tartışılan ve hakkında yargıya varılan kavramlarından biri. Gerek akademik gerekse popüler literatür içinde kendine önemli biryer bulan küreselleşme konusunun ele alınış biçimi, genellikle ideolojik kaygılardan uzak tutulamıyor. Küreselleşmenin yol açtığı gelişmeler, kendisi ile ilgili yargıları da genellikle iki kamp etrafında topluyor: Küreselleşme karşıtları veya ona şüpheyle yaklaşanlar ve küreselleşmeyi gelişme ve yeni fırsatlar ile açıklamaya çalışanlar. Küreselleşmeyi açıklayan kaynakların, konuya tek bir bakış açısı ile yaklaştıklarında, bu bakış açısını destekleme yolunda bazı verilere ve karşıt görüşlere yer vermedikleri gözleniyor. Bu durum, küreselleşme sürecinin etkilerinin objektif olarak değerlendirilmesinde önemli bir eksiklik olarak kabul edilmeli. Küreselleşmenin kavramsal içeriği ve unsurları ile ilgili tartışmalar da hala devam ediyor. Hatta küreselleşmenin başlangıç dönemi olarak birbirinden çok uzak zaman dilimleri ifade ediliyor. Küreselleşmenin unsurları üzerinde ( uluslararası ticaret ve uluslararası ticarete açık olmak, sermaye hareketliliği, iş gücü hareketliliği, çok uluslu işletmeler , üretimin değişen yapısı, teknoloji üretme kullanabilme ve endüstri ilişkilerinde dönüşüm-yeni istihdam biçimleri) genel olarak bir anlaşmaya varıldığını söylemek mümkünken, bu unsurların hizmet ettikleri amaçların, yine iki karşıt görüş açısından farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu görüşler de; kapitalizmin küreselleşmeyi kullanarak ulusu (ve onun temsil ettiği değerleri), sosyal boyutu ve emeği ezip geçtiği görüşü ile, küreselleşen liberalizmin yeni fırsatları ve gelişmeyi beraberinde getirdiği görüşü. Fizik, biyoloji ve kimya gibi bilimlerde gözle görülebilen, ölçülebilir sonuçlara daha kolay ulaşılırken, sosyal bilimlerin yapısı buna daha az elverişli. Bunun belki de en önemli nedeni, sosyal bilimlerin, değişkenlerin beklenen sonuçlara göre kurgulanıp steril bir ortamda denetimli deney yapılmasına çok nadir izin vermesinden. Sosyal bilimler daha çok geçmişteki tecrübelere ve verilere dayalı kanıtlarla çalıştığından, araştırmacıların genellikle çok farklı dersler çıkardığı tarihe atıf yapması da kaçınılmaz oluyor. Küreselleşme konusunda oluşmaya başlayan bilgi birikimini yeterli olarak gören kimi araştırmalar, özellikle iktisadi ve sosyal açıdan sıkıntılı dönemlerde fikir oluşturma yolunda kolayca yargıya varabiliyor. Hatta kimi zaman bu yargılar, doktrin oluşturma gibi iddialı sonuçlara da yönelebiliyor. Ekonomik ve sosyal açıdan küreselleşmenin en çok eleştirilen yönleri, ülkeler arasında derin eşitsizliklere yol açması, işsizliği artırması, ülkelerdeki gelir dağılımını olumsuz etkilemesi, çok uluslu işletmeler aracılığıyla egemen olduğu iş gücü piyasalarını düzensizleştirmesi ve nihayet yoksulluğu yaygın bir hale getirmesi. Bu tezlerin karşısında, küreselleşmenin gelişmenin öncüsü olduğu ve her geçen gün insanlığın önüne yeni fırsatlar çıkardığı antitezlerinin de azımsanmayacak miktarda destekçisi bulunuyor. Bu noktada, küreselleşmenin bir dayatma mı yoksa bir tercih mi olduğu sorusu da tartışılıyor.
  18. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Sosyoloji
    Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılardan global bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir. Tanımdan da anlaşılacağı gibi küreselleşme sadece sosyolojinin konusu değildir fakat sosyolojik açıdan toplumsal alandaki bir değişimi ifade etmektedir. Küreselleşme kavramının en çarpıcı özelliklerinden biri, olası etkilerinin çok sayıda ve çeşitli olduğu izlenimini vermesidir. Küreselleşme, yalın toplumsal gerçekleri oldukça aşan spekülasyonlar, varsayımlar, güçlü toplumsal imgeler ve metaforlar üretme kapasitesiyle olağanüstü doğurgan bir kavramdır. Hatta, bir çok düşünürün de belirttiği gibi bu kavramın çok boyutluluğu onu, sınırlarını çizme uğraşını bile zora sokmaktadır. Bu anlamda küreselleşme, sosyal bilimlerin her dalında yaygın kullanılan bir kavram olmakla beraber, genellikle bir "durum"dan, daha çok bir "akım"ı veya bir zihniyeti ima eder hale getirilmiştir. Değişimi anlamak açısından Robertson' şöyle der: "...Küreselleşme teması anlayışları aralarında farklılık göstermesine rağmen küreselleşme diye adlandırılan şeyi anlamanın en iyi yolunun, dünyanın 'birleşik' hale geldiği, ama kesinlikle safdil işlevselci tarzda bütünleşmediği 'biçim sorunu' üzerinde yoğunlaşmak olduğunu düşünmektedir” Dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç değildir. Çünkü küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir. Giddens’a göre küreselleşme, tek bir süreç değildir, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesidir. Üstelik çelişkili ya da birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir. Çoğu insanın gözünde, küreselleşme basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların elinden alınıp küresel arenaya aktarılmasından ibarettir. Bu sürecin toplumsal yaşama yönelik bir etkisine bakarsak Giddens, modernliğin sonucu olarak değerlendirdiği küreselleşmeyi, uzak yerleşimlerin birbiri ile ilişkilendirildiği yerel oluşumların millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bu çok boyutlu kavram etki ettiği toplumsal gerçeklik türüne göre bireylerin kafasında da çeşitli anlamlar oluşturmaktadır. Bu anlamda bazıları için küreselleşme, kapitalizmin gücünü temsil ederken, bazıları için de, dünyanın batılılaşmasını ifade etmektedir. Bazıları küreselleşmenin yoğunluk ve artan melezleşmeyle birlikte heterojenlik yarattığını düşünürken, bir diğer grup homojenliği artırdığını düşünmektedir. Devlet dışı sosyal organizasyonlar küreselleşmeyi, çevre hareketi, demokratikleşme ve insanileştirme gibi pozitif sosyal amaçları sağlayacak kaldıraç olarak görürken, iş adamları için artan kâr ve güç stratejisi ve hükümetler için de çok sık olarak devlet gücünde artış sağlamanın yerine kullanılmaktadır. Giddens, küreselleşmeyi, bir çeşit sadece veya kısmen batılılaştırma olarak görür. Elbette batılı ülkeler ve daha genelde sanayi ülkeleri, yoksul ülkelere kıyasla dünyadaki gelişmeleri hâlâ çok daha fazla etkileyecek güce sahiptirler. Ama küreselleşmenin başka bir boyutu, beraberinde giderek merkezsizleşmeyi; belli bir ülkeler grubunun denetiminin ortadan kalkmasını, büyük kuruluşlarının denetim gücünün iyice azalmasını da getirmesidir. Sonuç olarak bu küreselleşmeyi daha iyi anlayabilmek için bu kavramın toplumsal yaşama olan etkilerini ayrı ayrı başlıklar halinde ele alıp değerlendirmek gerekecektir. Ama unutulmaması gereken unsur bu etkileri ayırma çabasının sadece küreselleşmenin daha kolay anlaşılabilmesine yönelik olduğudur. Kaynaklar: Arslanoğlu,R. (2000).Kent,Kimlik ve Küreselleşme,Bursa:Ezgi Kitabevi. Vatandaş,C.(2002).Küreselleşme Sürecinde Toplumsal Kimlikler ve Çokkültürlülük,İstanbul.Değişim Yayınları. Kaya,Y. (2005). Sosyal ve Kültürel Değişme, İstanbul: Turan Yayıncılık. Tomlinson,J.(2004).Küreselleşme ve Kültür (A.Eker çev.),İstanbul:Ayrıntı Yayınları Giddens,A.(2000).Elimizden Kaçıp Giden Dünya (O.Akınhay çev.),İstanbul:Alfa Yayınevi. Robertson,R.(1999). Küreselleşme Toplum Kuramı ve Küresel Kültür (Ü.H. Yolsal çev.) Ankara:Bilim ve Sanat Yayınevi. Steger, M. B. (2006). Küreselleşme (A. Ersoy çev.) Ankara:Dost Kitabevi
  19. 1- Kanser bulaşıcıdır Kanser hastalığı bulaşıcı değildir. Bu nedenle, kanserli hasta ile iletişime geçmek, yakınında bulunmak, elini sıkmak diğer insanları kansere yakalanma açısından riske atmaz. Bununla birlikte, seyrek de olsa, virüslerin neden olduğu bazı kanser türleri bulunuyor. Belli durumlarda bu virüsler bulaşabilir ve o zaman kanser olma riski artabilir. Bunların başında gelen HPV virüsüyle gelişen rahim ağzı kanseri riski ise son yıllarda kullanılan aşı ile artık azalıyor. 2- Kanser hastası olan ebeveynin çocuğunda da kanser gelişir. Bu bilgi de genel anlamda doğru değildir. Bazı kanser türlerine kalıtsal yatkınlık ve genetik geçiş bilinmektedir. Bazı kalın barsak kanserleri gibi. Ama bu genellenemez. Bazen de ailsel yatkınlıklar sözkonusu. Örneğin, meme kanserlerinin yüzde 5-8’inin kalıtsal olduğu biliniyor. Yani, çok özel durumlar dışında, ebeveynin kanser olmasına bağlı olarak çocuklarında da kanser görüleceği yolunda bir kural bulunmuyor. 3- Saç boyası, parfümler gibi dış etkenler kanser yapar. Her türlü toksik maddenin vücudumuzdaki hücreler ve DNA’ları üzerinde etkisi vardır. Toksik maddelerden ne kadar uzak durursak o kadar sağlıklı yaşayabiliriz. Bununla birlikte, saç boyası ve deodorant gibi kozmetik maddelerin kanser gelişmesiyle ilişkisi kanıtlanmış değildir. 4- Pozitif düşünceyle kanseri yenmek mümkün. Kanser tedavisinde pozitif düşünce son derece önemli olsa da tek başına yeterli değildir. Önemli olan, hastaların hem fiziksel hem de ruhsal sağlıklarının tedavi süresince korunabilmesidir. Özellikle de cerrahi girişim, ilaç tedavisi ve radyoterapi sırasında hastanın psikolojik durumu korunup, pozitif düşünceye sahip olması sağlandığı zaman sonuçlar çok daha iyi oluyor. 5- Kanser olduğu hastaya söylenmemeli. Hasta yakınlarının, “morali bozulur, daha kötü olur” inancıyla hastadan tanıyı saklamaya çalışması yanlış bir düşüncedir. Akli yetileri yerinde olmak koşuluyla, hastaya tüm gerçek, kendisinin talep ettiği kadar ve doğru bir şekilde verilmeli, tedavi seçenekleri hasta ile paylaşılmalı ve yapılacaklar için rızası alınmalıdır. 6- Kanserde cerrahi işlemler hastalığın yayılımını artırır. Bu da son derece yersiz bir inanıştır. Birçok kanser türünde en etkin tedavi, cerrahi tedavidir. Hastalıklı organın ya da tümörün çıkarılması, hastanın çok daha uzun süre yaşamasını ve hastalığın geri gelme riskinin anlamlı olarak azalmasını sağlıyor. 7- Biyopsi yapmak kanserin yayılımını hızlandırır. Biyopsiler, hastalığın tanısını koymak ve tedavisini planlamak için olmazsa olmaz girişimlerdir. Hastalarda zaman zaman biyopsi yapıldığında hastalığın sıçradığı, kötüleştiği ya da dağıldığına ilişkin korkular ortaya çıksa da bu korkuları destekleyen bilimsel çalışmalar bulunmuyor. 8- Bir kere kanser olduktan sonra işe dönmek oldukça zordur Yanlış bir inanıştır. Artık birçok kanser hastası, tedavi tamamlandıktan sonra yaşıtları kadar yaşam şansına sahip oluyor. Örneğin meme kanserinde, özellikle erken evrede yakalanan hastalarda tedavi tamamlandıktan sonra hastalığın yeniden ortaya çıkma olasılığı son derece düşüktür. Tiroid kanseri, deri kanseri kanserlerde tam şifa sunmak mümkündür. Hedef, hastaların tedavi sonrası normal yaşamına dönmeleridir. 9- Erkekler meme kanseri olmaz. Bu da yanlış bir inanıştır. Her 100 meme kanseri hastasından birisi erkektir. Özellikle ailelerinde kalıtsal meme kanseri olan erkeklerde meme kanseri daha sık görülür. Bu nedenle erkekler de memelerinde bir kitle fark ederlerse zaman kaybetmeden bir hekime müracaat etmeliler. 10- Kronik kabızlık çekenler kolon kanseri olur. Bu da yalnızca bir söylentidir. Kabızlık ile kolon kanseri veya rektum kanseri arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu gösteren bilimsel bir çalışma bulunmuyor. Bununla birlikte, barsak alışkanlıklarının, kişisel düzenin nedensiz bir şekilde değişmesi bir kalın barsak belirtisi olabilir ve buna dikkat edilmelidir.
  20. “Bu kadar uzun yaşamak güzel değil, hayli sıkıntılı”. Hepimizin çok yakından tanıdığı bir insanın ağzından döküldü bu kelimeler. Çok şey ifade ediyor bu kısacık cümle. İnsani açıdan baktığınız zaman çok farklı, Kendi yaşamın güzelliklerinden bahsederken başkalarının yaşamını ıskalayan birinin ağzından dökülünce çok farklı... *** "Hastanede iktidar yıllarını düşünüyor. Bir zamanlar kral. Bir zamanlar astığı astık, kestiği kestik. Ağzından çıkan her cümle yasa, hatta anayasa niteliğinde. Bir zamanlar onunla bir dakika konuşmak için pek çok şeyi vermeye hazır binlerce insan var. Onu yüceltmek, ona yaranmak için insanlar birbiriyle yarışıyor. Yarış akıl almaz, kendisine trene binip, kolunu kompartımanın penceresine dayayıp, poz vermesini önerenler bile var. Okul kitaplarında yer alan Atatürk’ün ünlü fotoğrafı benzeri bir poz. Ne de olsa, Atatürk’ten sonraki en büyük lider o. Çevresi değil, büyük çoğunluk öyle söylüyor kendisine. İşin garibi, o da inanıyor buna..." Yukarıdaki satırları Yalcın doğan sütununda : “Darbeler orduyu yıpratıyor” diyen Kenan Evren için yazmış. Şimdilerde “Bu kadar uzun yaşamak güzel değil, hayli sıkıntılı”. olduğunu düşünen Evren. 32 yıl sonra yaptığı darbe nedeniyle yargılanmasına bugün başlanan Kenan Evren hasta yatağında geçmişe yaptığı yolculuğunu değerlendiriyor. Aynen kendi ifadesiyle: "Gaza Geldim" demiş Bir ibretlik vesika Yalçın doğanın Kenan Evrenin ağzından aktardıkları... Bir zamanlar onun peşinden koşanların, şimdilerde kimlerin peşinde koşuşturduklarını anlamak açısından türnusol kağıdı Evrenin bu söyledikleri... Okumalı.. Okunmalı...Anlamalı... Şimdikilerin yaptıklarından hiç farklı olmayan "Amerikan, İngiliz ve Alman. v.b" yetkilileri tarafından nasıl kullanıldığının bilinçsizce itirafları. Bir ibret belgesi... *** “Etrafımda herkes benim her yaptığımı alkışlıyor, her yaptığımın doğru olduğunu söylüyor, herkes beni vazgeçilmez olarak görüyordu”. Bu alkışlar sadece içeriyle sınırlı değil, dışarıda da benzer tavırlar dikkatini çekiyor. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı sona ereceği zaman, 1989’da: “Amerikan, İngiliz ve Alman Büyükelçileri geldi bana. Anayasada bir değişiklikle, benim Cumhurbaşkanlığı süremin uzatılmasının Türkiye için çok yararlı olacağını söylediler”. Gaz gerçekten müthiş, içerden ve dışarıdan. Böyle bir durumda aynaya bakan bir kişi, kendisini geçmiş liderlerle karşılaştırıyor, anaların böyle bir evlat doğurmadığına gerçekten inanıyor. Evren Türkiye’de iktidarlara özgü fotoğraflar çekiyor. Liderin çevresinde oluşan birinci, üçüncü, beşinci halkaları, bunların uzantılarını, bu davranış halinin liderleri nasıl raydan çıkarabileceğini aktarıyor. Şu örnek tam ders alınacak türde: “Sivas’ta meydanda konuşuyordum, binlerce insan toplanmıştı. Ben teröristlerden söz edince, o kalabalık hep bir ağızdan “as, as” diye tempo tuttu. Ben de, asmayalım da, besleyelim mi, dedim. Bu sözü sonradan başıma çok kalktılar”. Meydanlarda öyle bağıranlardan, karşısında el pençe divan duranlardan şimdi eser yok. Çünkü, o bugün yargılanacak. Evren 96 yaşında. Bir süredir hastanede yatıyor. Fizik olarak iyice küçülmüş, kabuğuna çekilmiş: “Şu halime bak, içerde olsam, ne olur, dışarıda olsam ne olur”. Hastanede ne arayan var, ne soran. Telefonu bir kez bile çalmıyor. En yakınları bile, kendisini ziyaret etmekte tereddüt içinde. Çünkü, o bugün yargılanacak. Düşenin dostu olmaz, vaziyeti. *** 12 Eylül’e giden yolda, kendisinin nasıl önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra Genelkurmay Başkanı olduğunu anlatırken: “Aklımdan bile geçmiyordu, çünkü benden kıdemli, benim önümde iki orgeneral vardı, ama Cumhurbaşkanı Korutürk ile Başbakan Demirel anlaşamadı, iki komutan emekli oldu, sıra bana geldi, oysa ben emeklilik için İzmir’de evimi bile hazırlamıştım”. Geçmişle bugün arasında gidip geliyor. Kendine göre bilanço çıkartıyor. O bilançonun en vurucu yönü, darbe yapan birinin darbeye ilişkin yorumu: “Darbeler aslında çok kötü. En çok da, orduyu yıpratıyor. Ben bunu 27 Mayıs’ta da yaşadım, 12 Eylül’de de. Ordu hem kendi içinde tedirgin oluyor, hem dışarıya karşı çok hırpalanıyor”. *** Bu "BÜYÜK PİŞMANLIK" ları aktardıktan sonra şu yorumu yaparak bitiriyor Yalçın Doğan yazısını; "12 Eylül’ü ve devamını ben Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olarak birebir yaşadım. O haşmetli iktidarı yakından gördüm. Sıkıntı, tedirginlik, sığınacak hiç bir yer yok. Uykusuz gecelerin haddi hesabı yok. Ertesi gün yine devam mı, yoksa ne, nerede, nasıl, koca bir ulus için hayatın karşılığı olan soruların hiç biri geçit vermiyor. Hepsi belirsiz. Evren’in, bir arkadaşıma söylediği, bu ilk elden aktardığım itirafları ibretlik. Görkemli iktidar bile olsan, tek adam bile olsan, ihtilal bile yapmış olsan, yıllar sonra gelen yalnızlık ve büyük pişmanlıklar için artık vakit çok geç. Ve bugün sanık sandalyesi. Senin ve benzerlerinin tarihteki yeri değişmiyor. İnsanlara çektirdiğin acılar, hapisler, sürgünler, haksızlık ve hukuksuzluk tarihe bıraktığın miras." *** Kenan Evrenin yıllar sonra kendisi ile ilgili söyledikleri bunlar ve durumu bu vaziyette... Asıl sorgulama yapması gerekenler Kenan Evrenlerden Darbenin lideri Evren paşa ve Cumhurbaşkanı yaratanlar değil mi?... Bu Cumhuriyeti Yurttaşları Değil mi?... Kendi sorgulamamızı yapmadığımız ve bu sorgulamadan dersler çıkaramadığımız sürece konjonktür değiştikçe daha çok Evrenler yaratacağımız yadsınamayacak bir gerçek! Şimdilerde görüntüde "Orta doğunun" mazlum halklarının temsilcisini yarattığımız gibi... Hani şu iran temsilcisinin "Türkiye Emperyalistlerin taşaronu oldu" dediği TC. Hükümetinin Başbakanı... Erdoğanı % 50'li lere varan destekle bizler yaratmadık mı? Gün gelip onunda kişisel öz eleştirilerini dinleyeceğiz elbette...
  21. MAHİR ÇAYAN VE ARKADAŞLARI CEZAEVİNDEN NASIL KAÇTI. Mahir’lerin Kızıldere’de yakalanmasından önce, Maltepe Cezaevi’nde yatarken arkadaşları ile büyük firara giden yolda tünele ilk çekici vuran Oktay Kaynak, cezaevindeki arkadaşları ile anlatılması mümkün olmayan bir bağla bağlı olduklarını, bir daha öyle bir dostluğu göremediğini ve yaşamadığını belirtti On’ları Kızıldere’ye götüren sürecin başlangıcı, Maltepe Cezaevi’nden firar edişleri…Kırk yıl sonra İzmir’de konuşan Mahir Çayan’ın, Cihan Alptekin’in, Ulaş Bardakçı’nın Ömer Ayna’nın ve Ziya Yılmaz’ın cezaevi arkadaşı Oktay Kaynak, belki de ilk defa duyduğumuz şeyleri son kez söylediğini açıkladı. Mahir’lerin Kızıldere’de yakalanmasından önce, Maltepe Cezaevi’nde yatarken arkadaşları ile büyük firara giden yolda tünele ilk çekici vuran Oktay Kaynak, firar öncesini, tünelin kazılışını ve Mahir’ler ile geçirdikleri dönemi İzmir TAKSAV’ın düzenlediği söyleşide anlattı. Maltepe’den kaçma fikrini ilk defa Cihan Alptekin’e açtığını söyleyen Kaynak, Cihan’ın ise kendisine “Nasıl yaparız nasıl olur? Bir tık yapsak duyuyorlar. Bir çekiş sesi bile firar suçuna girer, ya beceremezsek?” dediğini onun ise “Zaten içerideyiz ne olacak deneyelim” deyip ikna ettiğini ve sürecin böyle başladığını söyledi. TÜNELDEN AÇTIĞIM BİR DELİKTEN YILDIZLARI SEYREDİYORDUM Anlatırken duygulanan Oktay Kaynak “Tünel kazmamızı istemeyenler oldu, ama ben bir başlarsak inananların çoğalacağını düşünüyordum. Sonunda insanlar ikna oldu ve çalışmalara başladık. Bir arkadaşımızdan bize ısrarla çekiş getirmesini istedik, sapını birinden ucunu birinden getirttik. Sonra tuz ruhu istedik, o da geldi. Bizim kaldığımız koğuş eski bir çay ocağıydı ve kendine ait bir tuvaleti vardı. Sadece bizim koğuş kullanıyordu. Temizlik bahanesi ile istediğimiz tuz ruhu ile yerdeki betonu çürütüp, çekiş ile de kazmaya başladık. (Cezaevi yönetimi “Amma da titiz mahkumlar geldi” diyordu bizim koğuştakiler için.) Tünelden çıkardığımız toprakları tuvalete atıyor, cebimizde havalandırmalarda dışarıya bırakıyorduk. Bir süre sonra bunlar yetmedi ve yastıklarımızı, yorganlarımızı doldurmaya başladık. Sürünerek gidebileceğimiz büyüklükte bir tünel kazmıştık, içinde ampulümüz vardı. Tünelde yönümüzü doğru tespit etmek için bir de yön haritası yapmıştık, ondan yararlanıyorduk. 17 METRELİK TÜNELİ 4 AYDA KAZDILAR 17 metrelik tüneli üç dört ay gibi bir sürede kazdık. Kazma sürecinde böbreklerimi üşüttüm, daha sonra ameliyat oldum. Tünelin bir yerinden yukarıya küçük bir delik açtım ve oradan bir yıldızı seyrediyordum, yıldız başka bir yıldızdı. Tüneli kazarken Cihan Alptekin’e “Bu bir firar değil, bir eylem. Böyle bir eylem bekli de bir daha hiç olmayacak’’dedim. “Bu eylem kitleleri çok etkileyecek ve bize olan güvenlerini artıracak’’ dedim. Firardan 1-2 hafta önce kaçan 5 kişiye ilaveten ben de onlarla birlikte kaçmak üzere tünele girdim. Ama tünelin ağzını açmayı yetiştiremedik. Bir moral bozukluğu oldu. O arada da bizim İstanbul’daki arkadaşlarımız yakalandı. Bizim saklanabileceğimiz yer kalmadı. Mahir’in grubu da iki kişiden fazla saklayamayacaklarını söylediler ve ben içeride kaldım. Kendimi Deniz’in söylediği gibi bilime adadım, antrolopoji ile uğraştım, hala da uğraşıyorum. “TÜNELİN UCUNDAN İÇERİ KEDİ SALDILAR” Firarın ertesi günü akşama kadar koğuşa kimseyi sokmadık. İsyan çıkardık, kapılara ranzaları koyduk, arkadaşlarımıza zaman kazandırmak için ertesi gün akşama kadar direndik. Bizim ile arası iyi olan bir askeri göndermişlerdi öğrensin diye ama o da öğrenemeden gitti. Askerin birinin ayağı tünelin ucundan içeri düşünce firar olduğunu anladılar. Tünelin sonunun nereye çıktığını anlamak için içine kedi salmışlardı. Tünelin ağzına tüm kirli çamaşırlarımızı tıkadığımız için ilk önce anlayamadılar. Koğuşa gelen Sıkı Yönetim Ordu Komutanı Faik Türün yanında müdürler ile koğuşa geldi. İsimler saymaya başladı, ‘’Cihan Alptekin, pırrr’’, “Mahir Çayan, pırrrrrr” dedi. Firar böylece ortaya çıkmış oldu” şeklinde anlattı. Her sorunun mutlaka bir çözümü olduğunu düşündüğünü, o soruna uyacak onunla örtüşecek bir uygulamanın varlığına inandığını söyleyen Kaynak, “Her cezaevinden kaçılabilirdi” dedi. Firarın gerçekleştiği günü de anlatan Oktay Kaynak, Mahir Çayan’ın “Beni kesin asarlar, ben gideyim” dediğini ve iki defa kendisi de dahil kaçmayı düşündüklerini ancak her seferinde tünelin çıkışında bir sorun çıktığını ve kaçamadıklarını söyledi. VEDALAŞAMADILAR Cihan Alptekin’den bahsederken her seferinde gözleri dolan Kaynak, Cihan’ın çok umut dolu bir insan olduğunu ve sanki kemiklerinin bile mezarında hala durduğuna inandığını ifade etti. Mahir Çayan’ın son aylarda kendi koğuşlarına geldiğini ve o nedenle kendisi ile sadece üç dört ay kadar kalabildiğini söyleyen Kaynak, cezaevindeki arkadaşları ile anlatılması mümkün olmayan bir bağla bağlı olduklarını, bir daha öyle bir dostluğu göremediğini ve yaşamadığını da sözlerine ekledi. Cihan Alptekin, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz ile firar öncesi vedalaşamadıklarını söyleyen Kaynak, onlar ile yaşadığı günleri unutamayacağını söyleyerek söyleşisini sonlandırdı. BİR DEVRİMCİ DAYANIŞMA ÖRNEĞİ Söyleşimin sonraki bölümünde konuşan Oğuzhan Müftüoğlu Maltepe cezaevinden kaçan Mahir Çayan ve arkadaşlarının Ankara'ya gelişlerini anlattı, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için yaptıkları çalışmalardan örnekler verdi. Kendisinin yakalanmasından sonra Ankara'da eylem yapma olanaklarının kalmaması nedeniyle Karadeniz'e geçen Mahir Çayan ve arkadaşlarının, Ünye radar üssündeki İngilizleri kaçırmaları sonrasında Kızıldere'de katledilmeleriyle Türkiye'deki devrimci hareketin bir döneminin sona erdiğini anlattı. Oğuzhan Müftüoğlu, Kızıldere eyleminin bir yanıyla çok değerli arkadaşlarını kaybetmelerine karşılık, sonraki dönemin devrimci ruhunun oluşumunda büyük bir rol oynadığını ve çok büyük bir devrimci dayanışma örneği teşkil ettiğini söyledi. OKTAY KAYNAK KİMDİR? THKO davasından 9 yıl ceza alan Oktay Kaynak, sırası ile Maltepe, Selimiye ve Niğde Cezaevlerinde yattı. Şimdi Urla'da yaşayan 62 yaşındaki Kaynak'ın Deniz Cihan adından bir kızı var. Cezaevinde iken aradığı sorulara cevap bulmak için deneyler yapan Kaynak, bu yolda ilerleyerek antropoliji ile ilgilenmeye başladı. Konferanslar veren, sempozyumlara ve uluslar arası toplantılara katılan Oktay Kaynak, cevaplarını aradığı soruları sormaya devam ediyor. Gülsen Candemir/BirGün
  22. Başbakan Erdoğan’ın başı son dönemde yargıyla belada. Şike davasıyla başlayan MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasıyla devam eden süreçte yargı yine Erdoğan’ı kızdıracak bir karar aldı. Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nin özelleştirilmesiyle ilgili yürütmeyi durdurma kararını uygulamadığı gerekçesiyle Başbakan ve beş hükümet üyesi 10 bin TL tazminata mahkum oldu. TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası’nın açtığı davada kararı Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi verdi. Elbette Erdoğan’ın hüküm giydiği mahkeme kararına herkes saygı duyuyor. Ancak merak edilen şu: Erdoğan’ı mahkum eden bu kararın yargıyla krize denk gelmesi tesadüf mü? HSYK, Erdoğan’ın yargılandığı davada artık alışılagelen müdahaleleri yapmayarak bir ceza mı kesti? Bir diğer merak edilen ise bu karar Erdoğan’ı Yüce Divan’a götürür mü?
  23. Soner Yalçın'ın cezaevinde tamamladığı kitabı satışa çıktı. Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan kitap "Samizdat" adını taşıyor. Soner Yalçın'ın kitabına seçtiği Samizdat ismi Rusça bir kelimeden geliyor. Rusça sam (kendi) ve izdat (yayım) kelimelerinden türemiş olan, "Samizdat", muhaliflerin yazdıkları ancak sansürden korumak için el altından dağıttıkları yayınlara verdiği isim olarak biliniyor. Kitabının tanıtımında şu ifadelere yer verildi: "Benim ülkemde; düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülür. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran, arayan, kovalayan zihne sadece düşmanlık edilir. Düşünen insanın korunağı yoktur... Benim ülkemde; iktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen her zorba güç, yalnızca kendi isteğinin onaylanmasını, gururunun okşanmasını ister... Benim ülkemde; kafasıyla değil, ağzıyla konuşan yorumcular, açıklayıcılar, gerçekleri başka kalıplara sokarak özgürlüğü çürütmenin gönüllü aracılığını yaparlar... Benim ülkemde; bir gazeteci - yazar hapse atılarak yayınevine, gazetesine baskı yapılarak, sonsuza kadar sessizliğe - unutuşa mahkûm edilmeye çalışılır... Ama benim ülkemde; gerçekler de inatçıdır. Mutlaka yazılır. Samizdat gibi..."
  24. Bir sınıf arkadaşı Yargıtay Üyeliğine atanınca, Bülent Arınç, mutluluğunu; “Güzel Allah’ım, verdikçe veriyor!” diyerek açıklamıştı Hatılarsınız! Bülent Arınç, Esir Irak’lı Abdullahın, Arınçgillerin "Güzel Allah’ına" yalvarışlarını okurda Hüngür hüngür ağlar mı dersiniz? Ya bizler bunca çifte standartın var olduğu bir ortamda yaşarken bizler neler hissediyoruz? Aşağıdakileri okuduktan sonra yüreğimizin bir kenarında bir sızı hissedebilecekmiyiz? Hissedip de Arınçgillerin bu çiftye standartlarına ne oluyor yahu sizne yapıyorsunuz, yeter artık diyebilecek miyiz? Abdullahlar ağladıkça, boyunlarındaki tasmalarıyla öldükçe, Obamalar, Clintonlar, Arınçgiller, Haşimi, Maliki, Barzaniler, Tayyipler, Krallar, Şeyhler kazanıyor, gülüyor… Ve ABD’nin verdiğini, “Güzel Allahım verdikçe veriyor” diyerek saklıyorlar gözümüzden. Arınçgillere verdikçe veren Güzel Allah, Iraklılardan, Libyalılardan, Afganlılardan, Pakistan, Bosna ve İslam aleminden de esirgiyor hikmetini; açlık ve yokluğun dışında hiçbir şey vermiyor onlara da… Fukaralıklarına, acizliklerine bomba yağdırıyor! Arınçgillerin Güzel Allah’ı, Irak’lı Abdullah’ı da, Nur Bacıyı da duymuyor, yetişip kurtarmıyor; ama Arınçgiller ne istiyorsa on katını, yüz katını veriyor; yağdırıyor… Tayyipgiller ve Arınçgillerin Güzel Allah’ı şimdi, Suriye’ye karşı savaşan, İsrail ve ABD işbirlikçilerini destekliyor. Ve “ABD, İsrail nerede, AKP Hükümeti orada” diyenleri yanıltmıyor. ABD’li Corc, Irak’ta esir, Irak’lı Abdullah’ın, Ebu Garip’de esir Nur Bacının değil, bizim, hepimizin, Irak zulmüme sessiz kalıp, Suriye’yi, İran’ı, Türkiye’yi, Irak’a benzetmek, peşkeş çekmek isteyenlerin ırzına geçiyor… Ve bizim güzel halkımız, Arınçgillerin Güzel Allah’ının neden İslam Ülkelerinin değil de hep Corc’un tarafında olduğunu, güçlüyü, katili, zorbayı koruduğunu sorgulamıyor. Murtaza Demir

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.