Zıplanacak içerik

sardunyam

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sardunyam tarafından postalanan herşey

  1. Sara hastası olduğu konusunda ciddi belirtiler var en sakin olduğu zamanlarda ilacın etkisi sürüyor, kontrolünü kaybettiği zamanlarda hastalık nüksediyor, ünlü arabada kilitli kalma olayında gerçekte yaşananda sara krizi, ancak normal şartlarda sara hastalarının devlet memurluğu dahi yapamayacak olması bu rahatsızlığını gizleme nedenlerinden biri deniliyor... Muhafazakar, baskıcı ve terbiye edici gelenekten gelen ailelerin çocuklarında genel olarak bu tür davranışlar ve kişilik bozuklukları var... Asabi oluşlarının kaynağında da bu duygu var, ezilmiş, sindirilmiş birey bir çeşit yetki kazandığında hiç hissetmediği kadar egemen olduğunda muhattab olduğu kişileri bağımlı sanıyor! Aksi davranışla karşılaşıp eleştirildiklerinde dediklerini yaptıramadıklarında kontrol dışı şeyler yapabiliyorlar
  2. Neden şaşırdınız, Türkiye ve Rusya demokrasi açısından kıyaslanamaz mı? Eğer siz Rusya'nın tamamen mafya tarafından yönetildiğini iddia ediyorsanız, bende sorarım Türkiye ne tarafından yönetiliyor? Benim söylediğim şey Putin, Rusya'yı ayağa kaldırmıştır, Ortadoğuda yeniden söz sahibi yapmıştır, yapmış olduğu son davranışta son derece şıktır, benim açımdan böyle, yaptığı şov bile olsa (ben şov olduğunu düşünmüyorum) verdiği mesaj hoştur... Rusya'yı eleştirirsiniz eleştirmezsiniz, Çeçen meselesinden dolayı olayları daha farklı açıdan da görüyor olabilirsiniz ya da belki haklısınızdır bildikleriniz somut şeylerdir... Ama Türkiye'de olanlarda hiç güzel ve umut verici değil, hemde hiç bir açıdan, bir yanda itibar kazanan Rusya, diğer yanda gittikçe batan Türkiye, onurlu ve dik duran bir lidere karşılık, ne oldum delisine dönmüş bir lider...
  3. Bak hiç yanılmamışım... Psikolojide bir gerçek vardır, ilerleyen yaşlarda davranışlarımızı ,kişiliğimizi hatta düşüncelerimizi nasıl ortaya koyduğumuz çocukken yaşadıklarımıza bağlıdır! Bütün yapı çocukluktandır, sapkınca davranışlar bile!
  4. Recep Tayyip Erdoğan'ın temelde aldığı ailevi ve toplumsal eğitim ortada... Hayatında hiç bir zaman sevgi ve saygı dolu olduğunu sanmıyorum, sevgiden anladığı itaat, saygıdan anladığı diz çökmekdir... hani zorlama nezaket ancak bu kadar kontrol edilebilinir... Bir yerde fren patlar ve gerçek ifadeler söylenir... Bu insanlar çocukluklarından itibaren emir komuta zincirinde yetişiyorlar... Ailelerinde herkes söz sahibi değil, bazılarının sözleri emir... İşte bu yüzden kendisinden hiç bir zaman anlayışlı, sevgi ve saygı dolu, nazik, kültürlü, sabırlı, sakin, hoşgörülü olmasını beklemiyorum, çocukluğunda çok hor görülmüş olmalı, şimdi acısını bizden çıkarıyor...
  5. sardunyam şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Cemaat kültüründen geldikler içinde birbirlerine biat ediyorlar bütün gördüklerin bütün duyduklarına rağmen içlerindekilerin karanlık ilişkilerini ve yanlış tutumlarını dile getirmiyorlar... Davaları var ve hedefe yürüyorlar öyle sanıyorum ki hedefe ulaştıklarını sanıyorlar, uzun zamandır bekliyorlar ve organize çalışıyorlar, bu cemaatlerin ortak oldukları ya da tamamına sahip oldukları market zincirleri var, teleffuz edilemeyecek kadar mala ve mülke sahipler, bankaları, şirketleri, gazeteleri televizyon kanalları var ve bütün bunlar aynı cemaate bağlı yüksek mevkili kişileri destekliyor ve besliyor... Bu kontrolsüz ve hızlı büyüme bazılarının başını döndürüyor, hedefe ulaşmada acele ediyorlar, hata yapıyorlar, agresifleşiyorlar, zaten yıllardır kin ve nefretle beklediler, cihata hazırlandılar, demokrasi trenini böyle kullandılar, eskiden daha renksiz durmaya çalışıyorlardı artık renk verdiler... Gazetelerinin bu düşmanca, zalimce, insafsızca ve maksatlı manşetleri/haberleri bu sebeple arttı... Çok beklediler ve kuyruğuna geldiler, fakat onları yollarında yavaşlatan Kemalistler yeni bir hamle yaptıkça çıldırıyorlar, bir partinin adının nasıl okunacağına bile talimatla karar veren başbakan ve malum gazete işte bu yüzden çok sinirli... 80 yıldır hayalini kurdukları Saidi Nursiden bu yana ince ince işledikleri İslam Devleti rüyasını gerçekleştirmek için yeminleri var! Radikal İslamcı bütün örgütlerle ilişki içerisindeler, sempati duyuyorlar, kelleler uçurulmalı diyecek kadar hedefe kitlenmişler... Malum gazete yine yeni hedefler gösterme peşinde...
  6. sardunyam şurada yorum gönderdi sardunyam'nın blog başlığı içinde sardunyam's Blog
    Çarşı hiç bir özelliği ile başka taraftarlara benzemez, onlar idealisttirler, bağımsızlıkçıdırlar kendilerine özgü duruşları vardır, işte en çok devrimci tarafları yüzünden susturulmak istenirler... Bazen stada gidince maçı izlemek yerine ÇARŞI'yı izlerim, onlarda maçı izlemez susmadan marş söylerler... Çarşı'nın simgesel adında bulunan (A) harfi barışın simgesiyle yazılmıştır, bu yönleri ile bile çok farklılar... Hayatımda bir kez daha Beşiktaş'lı olduğum için gurur duydum, ama Çarşı'yı daha çok seviyorum...
  7. Karakol görevlileri ise şaşkındı. İhbar edilen gençlerin hemen hepsi eski saraya yakın ailelerin çocuklarıydı. Örneğin basılan konağın sahibi Medine Muhafız Komutanı Ferik Osman Paşa’ydı. Oğlu Mehmed Şamil ve yeğeni Hüseyin (Bereket) gözaltına alınanlar arasındaydı. Keza Fetgeriler, Gürcistan tahtına kadar yükselmiş daha sonra İstanbul’a göç etmiş, Saray’a yakın durmuş bir ailenin çocuklarıydı. Neyse ki iş sonunda anlaşıldı. Gençler sadece beden hareketleri yapıyorlardı; o dönem kötü gözle bakılan futbol bile oynamıyorlardı! Seryaver Mehmed Paşa’nın çabalarıyla gençler sürgüne gitmekten kurtuldular. Padişah affetmişti. Üstelik… Saray gençlerin beden hareketleri yapmasına izin vermişti. Korktukları olmamıştı. Hatta o günden sonra, Sultan Abdulmecid’in oğlu Abdulhalim Efendi ve Sultan Mehmed Reşad’ın oğlu Ömer Hilmi Efendi de gençleri destekledi; sık sık onları ziyaret etti. Saray’ın desteğini alan gençler 1903 martında Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurdular. İlk başkan da konağın sahibi Ferik Osman Paşa’nın oğlu Osman Şamil oldu. O yıllar; Recaizade Mahmud Ekrem’in ölümsüz eseri “Araba Sevdası” romanında yazdığı gibi Batı özentili davranışların moda olduğu dönemdi. Bu dönemin gösteriş sembolü ise atlı arabalardı. Bereket Jimnastik Kulübü’ne gençler arabayla gidip geldikleri için halk bunlara “arabalılar takımı” adını verdi. Bereket Jimnastik Kulübü’nün kuruluş öyküsü böyleydi. Takımın kaderini 31 Mart 1909 gerici ayaklanması değişecekti… İlerici Hareket Ordusu’nun takımı 1908 Temmuz Devrimi’ne (II. Meşrutiyet) karşı çıkan yobazlar İstanbul’da ayaklandı. İsyanı bastırmak için (aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu) Hareket Ordusu Selanik’ten yola çıktı. Osmanlı aydınlanmasının simgesi Hareket Ordusu’na Edirne’de de subaylar katıldı. Bunlardan ikisi, Fuat (Balkan) ve Mazhar (Kazancı) adlı subaylardı. İkisi de sporcuydu. Fuat (Balkan) eskrim yapıyordu; Mazhar (Kazancı) ise güreş ve halter ile ilgileniyordu. İstanbul’daki gerici ayaklanma bastırıldıktan sonra bu ilerici subaylar, Bereket Jimnastik Kulübü’ndeki gençlerle tanıştılar. Onlara birlikte spor yapma fikrini götürdüler. Saray’ın “arabalılar takımı” teklifi kabul etti. Ancak… Devrimci subayların teklifiyle Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi. Fuat (Balkan)’ın Beşiktaş Ihlamur’daki evinin altındaki yer yeni kulüp binası oldu. Zamanla sporcu sayısı arttı; Ihlamur’dan Akaretler’deki 49 numaraya gelindi. Bir müddet sonra da 84 numaraya taşınıldı. Gençler bu binaların arkalarındaki bahçelerde jimnastik, eskrim, güreş, halter, boks yaptılar. (Bu bahçelerin bazıları günümüzde İstanbul’un en gözde lokantalarına ev sahipliği yapıyor.) Fuat (Balkan)’ın kulübe getirdiği ilerici subaylar arasında Dolmabahçe güvenliğinden sorumlu, eskrimci Yüzbaşı Şeref de vardı. BJK’nın eskrim takımının kaptanıydı. Kardelenlerin manevi annesi Türkan Saylan için “onurumuzdur” pankartını açan Çarşı grubu kuşkusuz Yüzbaşı Şeref’i iyi tanıyordu… Çarşı duyarlı duruşunu/tavrını Yüzbaşı Şeref’ten/ Şerefler’den miras almıştı. Nasıl mı? Kurtuluşun simgesi kardelen Savaş kaybedilmiş ve İstanbul işgal edilmişti. Yüzbaşı Şeref Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Dolmabahçe önünde 120 askeriyle birlikte silahlarını teslim etti. Silahını teslim etmek Yüzbaşı Şeref’e çok ağır geldi. Ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle birkaç gün İstanbul sokaklarında dolaşıp durdu. Bir gün… Beşiktaş’ta balıkçı kahvesinde otururken yanına bir balıkçı geldi, okuma yazması olup olmadığını sordu. Teknesinin adını yazdırmak istiyordu. Yüzbaşı Şeref, balıkçının elindeki boyayı aldı ve sordu: Teknenin adını ne? Balıkçı gülen gözleriyle, “Kardelen” dedi! Yüzbaşı Şeref, Harp Okulu’nda öğrendiği “hat” ile yazdığı “Kardelen” ismi, balıkçının çok hoşuna gitti. “Ağam sana bir borcum var” dedi. Yüzbaşı Şeref işini bitirince divan kurulu üyesi olduğu Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne gitti. Morali düzelmemişti; işe yaramaz olduğuna karar verip intihar etmeye karar verdi; kulübün tavan arasına sakladığı baba yadigarı tabancasına sahibi olduğu tek mermiyi sürdü. Tabancayı şakağına dayadı. Tam sıkacakken Bahriye Subayı Ahmed Fetgeri (Aşeni) odaya daldı. Hemen silahı Yüzbaşı Şeref’in elinden kaptı. Arkadaşının koltuğunun altına girip alt kata indirdi; çay ikram etti. Arkadaşının bu çaresizliğini yok edecek bilgiyi verdi; Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gitmişlerdi. Umut Anadolu’dan doğuyordu. Yüzbaşı Şeref bu sözlerle kendine geldi. Ahmed Fetgeri Beye sarıldı; son mermisini düşmana karşı kullanacağına dair söz verdi. Anadolu’ya gidecekti. Aklına Kardelen adlı tekne geldi. Balıkçı İneboluluydu, Rum meyhanelerine balık getirmişti ve ertesi sabah memleketine dönecekti. Yüzbaşı Şeref hemen hazırlanmaya başladı. Tabancasını beline sokup tam kulüpten çıkacakken Ahmed Fetgeri elinde küçük bir torbayla karşısına çıktı. “Bunu da al” dedi. “Ama söz ver Anadolu’ya gidinceye kadar içine bakmayacaksın...” Yüzbaşı Şeref, küçük Kardelen Teknesi’ne binip yüzlerce subay gibi gizlice Anadolu’ya gitti; Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Gazi oldu. Torbada ne mi vardı? İstanbul’da azınlıkların futbol takımları Pazar Ligi maçları oynarlardı. Beşiktaş futbol takımı bu lige kabul edilmek için ısrarla başvurmuş ama hep reddedilmişti. Sonunda Beşiktaş “Türk İdman Birliği” adı altında Türk takımlarının mücadele ettiği bir lig kurdu. 1919’da bu ligin ilk şampiyonu oldu. Ödülü ise “Ertolhd” marka bir futbol topuydu. Yüzbaşı Şeref’in torbasında işte bu futbol topu vardı!.. Ahmed Fetgeri Beşiktaş’ın ilk kupa ödülünü Anadolu’ya göndermişti. Bitmedi; olayın diğer kahramanı Ahmet Fetgeri iki dönem BJK başkanlığı yaptı. Ve; 19 Mayıs’ın “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanılmasını ilk öneren isim oldu. Tüm bunlar rastlantı mı? Beşiktaş taraftarı bu devrimci tarihinden koparılıp toplumsal sorunlara sırtını dönen bir seyirci haline getirilebilir mi? İşte Çarşı bu mirasa sahip çıkmaktadır...
  8. sardunyam şurada yorum gönderdi sardunyam'nın blog başlığı içinde sardunyam's Blog
    tamam devamını ekliyorum o zaman ama linkide düzenledim
  9. Ağaç dikme işini ve fide yetiştirmeyi kendimize iş edinmeliyiz. Her yl belli periyodlarla bunları gerçekleştirmeliyiz, dünyanın bozulan ekolojik dengesini kısa zamanda değiştiremesekte bu gidişatı yavaşlatabiliriz... Anadolunun gittikçe çoraklaşan topraklarına ve çöl olma riski ile karşı karşıya olan alanlarına planlamayla ağaçlandırma çalışmaları yapılması için hem bireysel katkıda bulunmalı hemde yerel yöneticileri teşvik etmeliyiz. Bu taleplerimizi Orman Bakanlığına mail ve mektup yolu ile bildirirsek ciddiye alınacağımıza eminim... Tabii çevre ve orman bakanlığı internet sitesine ulaşabilirseniz Çok çalışıyorlar herhalde sitelerine ulaşılamıyor
  10. Türkiye’de “ne sağcıyız ne solcuyuz futbolcuyuz futbolcu” klişesini yıkan, toplumsal konulara duyarlı bir taraftar grubu var; Beşiktaşlı Çarşı Grubu. Tribüne ünlü devrimci CHE posteri de asıyorlar; 1 Mayıs’ta Taksim’e de yürüyorlar. Nükleer santrallere de, ırkçılığa da karşılar. Son Galatasaray maçında açtıkları “Türkan Saylan Onurumuzdur” pankartı ise polis engeline takıldı. Peki Çarşı niye devrimci? Bu tavırları hangi siyasal hareketten miras kaldı? Yıl: 1902. Yer: İstanbul -Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde bir konak. Konağın bahçesinde devrin ileri gelenlerinin genç çocukları spor yapıyorlardı. Kimi jimnastik hareketleri yapıyor, kimi güreşiyor kimi de halter kaldırıyordu. Devir Sultan II.Abdulhamid devri; bırakın idman yapmayı- sporu; iki kişiden fazla insanın yan yana gelmesine kuşkuyla bakılan bir dönemdi. Her yanda hafiyeler dolaşıyordu. Saraya jurnal mektupları yağıyordu. Böylesine bir ortamda, Yıldız Sarayı’nın hemen yanındaki Serencebey’deki bir konakta gençlerin bir araya gelmesi kuşkusuz hemen ihbar edilmişti. Sporcu gençler; Nazım Nazif (Ander), Ahmed Fetgeri (Aşeni), Mehmed Ali Fetgeri (Aşeni), Hüseyin (Bereket) Cemil, (Tayyareci) Fehmi, Mehmed Şamil, Haydar, Şevket gibi gençler gözaltına alınıp, Yedi-Sekiz Hasan Paşa komutasında ünlenmiş Beşiktaş Karakolu’na götürüldüler. Gençler karakolda bir köşede korkudan titriyorlardı. İçlerinde bahriyeli Ahmed Fetgeri gibi askeri öğrenciler de vardı. Karakol görevlileri ise şaşkındı. İhbar edilen gençlerin hemen hepsi eski saraya yakın ailelerin çocuklarıydı. Örneğin basılan konağın sahibi Medine Muhafız Komutanı Ferik Osman Paşa’ydı. Oğlu Mehmed Şamil ve yeğeni Hüseyin (Bereket) gözaltına alınanlar arasındaydı. Keza Fetgeriler, Gürcistan tahtına kadar yükselmiş daha sonra İstanbul’a göç etmiş, Saray’a yakın durmuş bir ailenin çocuklarıydı. Neyse ki iş sonunda anlaşıldı. Gençler sadece beden hareketleri yapıyorlardı; o dönem kötü gözle bakılan futbol bile oynamıyorlardı! Seryaver Mehmed Paşa’nın çabalarıyla gençler sürgüne gitmekten kurtuldular. Padişah affetmişti. Üstelik… Saray gençlerin beden hareketleri yapmasına izin vermişti. Korktukları olmamıştı. Hatta o günden sonra, Sultan Abdulmecid’in oğlu Abdulhalim Efendi ve Sultan Mehmed Reşad’ın oğlu Ömer Hilmi Efendi de gençleri destekledi; sık sık onları ziyaret etti. Saray’ın desteğini alan gençler 1903 martında Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurdular. İlk başkan da konağın sahibi Ferik Osman Paşa’nın oğlu Osman Şamil oldu. O yıllar; Recaizade Mahmud Ekrem’in ölümsüz eseri “Araba Sevdası” romanında yazdığı gibi Batı özentili davranışların moda olduğu dönemdi. Bu dönemin gösteriş sembolü ise atlı arabalardı. Bereket Jimnastik Kulübü’ne gençler arabayla gidip geldikleri için halk bunlara “arabalılar takımı” adını verdi. Bereket Jimnastik Kulübü’nün kuruluş öyküsü böyleydi. Takımın kaderini 31 Mart 1909 gerici ayaklanması değişecekti… İlerici Hareket Ordusu’nun takımı 1908 Temmuz Devrimi’ne (II. Meşrutiyet) karşı çıkan yobazlar İstanbul’da ayaklandı. İsyanı bastırmak için (aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu) Hareket Ordusu Selanik’ten yola çıktı. Osmanlı aydınlanmasının simgesi Hareket Ordusu’na Edirne’de de subaylar katıldı. Bunlardan ikisi, Fuat (Balkan) ve Mazhar (Kazancı) adlı subaylardı. İkisi de sporcuydu. Fuat (Balkan) eskrim yapıyordu; Mazhar (Kazancı) ise güreş ve halter ile ilgileniyordu. İstanbul’daki gerici ayaklanma bastırıldıktan sonra bu ilerici subaylar, Bereket Jimnastik Kulübü’ndeki gençlerle tanıştılar. Onlara birlikte spor yapma fikrini götürdüler. Saray’ın “arabalılar takımı” teklifi kabul etti. Ancak… Devrimci subayların teklifiyle Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi. Fuat (Balkan)’ın Beşiktaş Ihlamur’daki evinin altındaki yer yeni kulüp binası oldu. Zamanla sporcu sayısı arttı; Ihlamur’dan Akaretler’deki 49 numaraya gelindi. Bir müddet sonra da 84 numaraya taşınıldı. Gençler bu binaların arkalarındaki bahçelerde jimnastik, eskrim, güreş, halter, boks yaptılar. (Bu bahçelerin bazıları günümüzde İstanbul’un en gözde lokantalarına ev sahipliği yapıyor.) Fuat (Balkan)’ın kulübe getirdiği ilerici subaylar arasında Dolmabahçe güvenliğinden sorumlu, eskrimci Yüzbaşı Şeref de vardı. BJK’nın eskrim takımının kaptanıydı. Kardelenlerin manevi annesi Türkan Saylan için “onurumuzdur” pankartını açan Çarşı grubu kuşkusuz Yüzbaşı Şeref’i iyi tanıyordu… Çarşı duyarlı duruşunu/tavrını Yüzbaşı Şeref’ten/ Şerefler’den miras almıştı. Nasıl mı? Kurtuluşun simgesi kardelen Savaş kaybedilmiş ve İstanbul işgal edilmişti. Yüzbaşı Şeref Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Dolmabahçe önünde 120 askeriyle birlikte silahlarını teslim etti. Silahını teslim etmek Yüzbaşı Şeref’e çok ağır geldi. Ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle birkaç gün İstanbul sokaklarında dolaşıp durdu. Bir gün… Beşiktaş’ta balıkçı kahvesinde otururken yanına bir balıkçı geldi, okuma yazması olup olmadığını sordu. Teknesinin adını yazdırmak istiyordu. Yüzbaşı Şeref, balıkçının elindeki boyayı aldı ve sordu: Teknenin adını ne? Balıkçı gülen gözleriyle, “Kardelen” dedi! Yüzbaşı Şeref, Harp Okulu’nda öğrendiği “hat” ile yazdığı “Kardelen” ismi, balıkçının çok hoşuna gitti. “Ağam sana bir borcum var” dedi. Yüzbaşı Şeref işini bitirince divan kurulu üyesi olduğu Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne gitti. Morali düzelmemişti; işe yaramaz olduğuna karar verip intihar etmeye karar verdi; kulübün tavan arasına sakladığı baba yadigarı tabancasına sahibi olduğu tek mermiyi sürdü. Tabancayı şakağına dayadı. Tam sıkacakken Bahriye Subayı Ahmed Fetgeri (Aşeni) odaya daldı. Hemen silahı Yüzbaşı Şeref’in elinden kaptı. Arkadaşının koltuğunun altına girip alt kata indirdi; çay ikram etti. Arkadaşının bu çaresizliğini yok edecek bilgiyi verdi; Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gitmişlerdi. Umut Anadolu’dan doğuyordu. Yüzbaşı Şeref bu sözlerle kendine geldi. Ahmed Fetgeri Beye sarıldı; son mermisini düşmana karşı kullanacağına dair söz verdi. Anadolu’ya gidecekti. Aklına Kardelen adlı tekne geldi. Balıkçı İneboluluydu, Rum meyhanelerine balık getirmişti ve ertesi sabah memleketine dönecekti. Yüzbaşı Şeref hemen hazırlanmaya başladı. Tabancasını beline sokup tam kulüpten çıkacakken Ahmed Fetgeri elinde küçük bir torbayla karşısına çıktı. “Bunu da al” dedi. “Ama söz ver Anadolu’ya gidinceye kadar içine bakmayacaksın...” Yüzbaşı Şeref, küçük Kardelen Teknesi’ne binip yüzlerce subay gibi gizlice Anadolu’ya gitti; Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Gazi oldu. Torbada ne mi vardı? İstanbul’da azınlıkların futbol takımları Pazar Ligi maçları oynarlardı. Beşiktaş futbol takımı bu lige kabul edilmek için ısrarla başvurmuş ama hep reddedilmişti. Sonunda Beşiktaş “Türk İdman Birliği” adı altında Türk takımlarının mücadele ettiği bir lig kurdu. 1919’da bu ligin ilk şampiyonu oldu. Ödülü ise “Ertolhd” marka bir futbol topuydu. Yüzbaşı Şeref’in torbasında işte bu futbol topu vardı!.. Ahmed Fetgeri Beşiktaş’ın ilk kupa ödülünü Anadolu’ya göndermişti. Bitmedi; olayın diğer kahramanı Ahmet Fetgeri iki dönem BJK başkanlığı yaptı. Ve; 19 Mayıs’ın “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanılmasını ilk öneren isim oldu. Tüm bunlar rastlantı mı? Beşiktaş taraftarı bu devrimci tarihinden koparılıp toplumsal sorunlara sırtını dönen bir seyirci haline getirilebilir mi? İşte Çarşı bu mirasa sahip çıkmaktadır... 19 Mayıs Bayramı Yalanı Bugünlerde sıkça söylenir-yazılır oldu; “19 Mayıs Bayramı’na ne gerek varmış; çocuklar çile çekiyormuş; zaten Atatürk’ün yaşamının son yılında biraz da zorlamayla bayram ilan edilmiş” vs. vs. Bunları iddia edenler kendi yaşadıkları toprağın ne kültürünü ne de tarihini biliyor. Bir anımı anlatmalıyım: Yıllar önce CNNTÜRK haber toplantısında, lise öğrencilerinin 19 Mayıs’ta çile çektikleri ve bu nedenle bu ulusal bayrama gerek olup olmadığı tartışıldı. Bayrama karşı çıkanlar İstanbul’un iyi okullarında okuyan öğrencilerdi. Ve ne yazık ki CNNTÜRK editörleri arasında aynı görüşü paylaşan meslektaşlarımız vardı. Hiç unutmam dedim ki, “19 Mayıs’ın bırakın ülkemiz tarihini, sömürgelikten kurtulmaya çalışan milletler için ne kadar önemli olduğu konusuna yabancılaşmış olabilirsiniz. Ancak: Erzurum’da, Trabzon’da, Yozgat’ta, Van’da ve nice bölgelerde bir genç kızın yaşamı boyunca ilk kez renkli-canlı giysiler giyip, arkadaşının elini tutarak, dans ederek şölen havasında kutlama yaptığını biliyor musunuz?” Hayır hiç böyle düşünmemişlerdi. Onların kafasındaki Türkiye Nişantaşı-Bebek vs idi. Yoksa böylesine anlamlı bir ulusal bayrama insan neden karşı çıkar? Yobazları, Cumhuriyet devrimlerinin karşıtlarını anlayabiliyorsunuz. Ya bunları? Zaten bunlar değil midir; mahalle baskısının olmadığını söyleyenler! Neyse asıl yazmak istediğim bunlar değil… 19 Mayıs’ın bayram ilan edilmesiyle ilgili yalan yanlış bilgiler verenlerdir; bunlara sorgusuz sualsiz inananlardır. Ve görünen o ki, bu çevrelerin hiçbiri tarihimizi bilmiyor… En azından 19 Mayıs Bayramı törenlerinde gençlerin neden beden eğitimiyle ilgili gösteriler yaptıklarını bile düşünmüyorlar! Tarih 12 mayıs 1916 Kadıköy İttihatspor (bugünkü Fenerbahçe) sahasında Darülmualimin (Erkek Öğretmen Okulu) öğrencileri,öğretmenleri Selim Sırrı (Tarcan) nezaretinde Osmanlı tarihinde ilk kez toplu halde beden terbiyesi gösteri yaptı. “Jimnastik Şenlikleri” adı verilen bu tören öğrencilerin yürüyüşüyle başladı. En önde bayrağı taşıyan öğrenci Ruşen Eşref (Ünaydın) idi. Gösterilere katılan öğrenciler arasında, Münir Hayri Egeli, Hıfzırrahman Raşid Öymen, Nizameddin Kırşan, Aziz Berker, İsmail Hakkı Tonguç, Hayri Ardıç, Hamid Koşay gibi ileriki yılların ünlü isimleri vardı. Bu tarihten sonra Selim Sırrı Bey’in yurda tanıttığı “İsveç Jimnastiği” hızla diğer okullara da yayıldı. Ve her yıl bu gösteriler mayıs ayının üçüncü cuma günü, “Jimnastik Şenlikleri”, “Mektepliler Bayramı”, “İdman Bayramı”, “Jimnastik Bayramı” adı altında düzenlendi. Gösteriler Cumhuriyet’in ilanından sonra da sürdü. Günü değişmekle birlikte hep mayıs ayı içinde yapıldı. 1936 yılında “İdman Bayramı” şenlikleri ilk kez 19 Mayıs gününe denk geldi. 20 Haziran 1938 tarihli “ulusal bayram ve genel tatiller hakkında 2739 sayılı kanuna ek kanunla, Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs (1919) günü Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edildi. Yani… 19 Mayıs Bayramı değişik isimlerle 22 yıldır yapılıyordu. Yazdım: 19 Mayıs şenliklerinin gençliğe mal edilmesi için, spor kongresinde “Gençlik ve Spor Bayramı” teklifini ilk kez Beşiktaşlı Ahmet Fetgeri Aşeni verdi. Çarşı, 19 Mayıs Bayramı’nı da her yıl büyük bir coşkuyla kutlamalıdır. Çünkü onun bayramıdır... 27 MAYIS 1960 ASKERİ MÜDAHALESİNİN ÜZERİNDEN 49 YIL GEÇTİ Bu yılda her siyasal çevre kendi ideolojik safına göre tavır takındı; ona göre yazdı; ona göre konuştu. Fakat bu arada yine tarihsel maddi hatalar yapıldı. Son dönemde özellikle tv ekranlarında sık sık “dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok” genellemesiyle karşılaşıyorum. Örneğin; deniyor ki, “hiçbir demokratik ülkede başbakan idam edilmedi.” Halbuki demokrasinin beşiği sayılan Fransa’da bile başbakan idam edildi. 15 ekim 1945’de Başbakan Pierre Laval iki haftalık jet bir yargılamayla kurşuna dizildi. Suçu? Vichy Hükümeti’nin Başbakanı Laval II. Dünya Savaşı’nda Almanya’yla işbirliği yapmıştı. Savaş bitince Laval, vatan hainliği iddiasıyla 4 ekim’de Yüce Divan önüne çıkarıldı. Yani Yüce Divan kararıyla sadece Başbakan Adnan Menderes idam edilmemişti. Hatta ne yazık ki Menderes ile Laval arasında benzerlikler de vardı. Örneğin her iki mahkeme de yıllar sonra önyargılı olmakla suçlandı. Keza… Laval, idamdan az önce hap içerek intihara kalkışmış; doktorlar eski Başbakanı kurtardıktan sonra bir manga askerin karşısına çıkarmışlardı. Bu durum rahmetli Adnan Menderes’in son günlerine benzemekteydi; Menderes de bilindiği gibi idamdan az önce hap içip intihara kalkışmış; kurtarıldıktan sonra idam sehpasına çıkarılmıştı. Tıpkı Yassıada mahkemesi kararları gibi, Laval davası da Fransa’da haksız yargılama olduğu gerekçesiyle hala tartışılmaktadır. Yani ne yazık ki uygarlığın beşiği sayılan Avrupa ülkelerinde bile başbakanlar idam edilmişti. Bu nedenle genelleme yaparken dikkatli olmak gerekir; tabii bilinçli olarak kamuoyu yanıltılmak, yönlendirilmek istenmiyorsa… Gelelim ikinci saptırmaya… Türkiye’de ilköğretim öğrencilerine her sabah hep bir ağızdan 'Andımız'ı okutma uygulaması yine gündeme getirildi. Bu kez Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, katıldığı televizyon programında bir üniversiteli öğrencisinin sorusu üzerine, "toplum tartışabilir, herkes tartışabilir." dedi. Bu söz üzerine bazı yandaş medya yazarları hemen tartışmaya atladılar. “İstemezük” dediler. “Andımız çocuklara işkence gibi geliyor, söylenmesin.” Ve eklediler: “Zaten dünyanın neresinde böyle bir uygulama var?” Oysa vardı… Üstelik “demokrasi kıblesi” ABD’de… Amerika’da ilköğretim öğrencileri and içiyordu: " I pledge allegiance to the flag of the United States of America, and to the Republic for which it stands: one Nation under God, indivisible, with Liberty and Justice for all." Yani mealen diyorlar ki: Amerika Birleşik Devletleri'nin bayrağına; ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete; bağlılık için and içiyorum. Herkes için özgürlük ve adaletle, Allah’ın gözetiminde, bölünmez tek vatana inanıyorum. Peki yandaş medya bu ABD andını bilmiyor mu? Umut ederiz bilmiyorlardır! Bilip de yazıyorlarsa, asıl ıstırap duymamız gereken bu yalancı halleridir. Soner Yalçın OdaTv
  11. sardunyam şurada bir başlık gönderdi: Komedi - Eğlence Vidoları
    Ya böyle bir aşk olmaz iyi dinleyin gülmekten bayılacaksınız hakikaten böyle konuşuyorlar benim kuzenler bile Ordulu aşık
  12. Dünya trajediyi yaşıyor zaten sadece bizde değil Avrupa'da Amerika'da Tayyip Erdoğan'la aynı frekansta liderler var, bana göre bu son 80 yılın en kötü liderleri dünyayı yönetiyorlar... Sarkozy, Berlusconi, Obama, Merkel, Talat, Talabani, Barzani...v.s. yok birbirlerinden farkları...! Bu sosyal yapının, toplumsal tercihlerin, kitlelere sunulan kişilerin somut örneklerini yaşıyoruz, seviye gittikçe düşüyor, liderlerine bak kitleleri değerlendir artık... Benim anlamakta son derece zorlandığım birşeyde devlet başkanlarının pop star muamelesi görmesi özellikle Amerikan halkı son derece sığ yaşıyor, sığ düşünüyorlar bizde gittikçe onlara benzetiliyoruz malum Küçük Amerika olma yolundayız...
  13. Sence öğrenme ihtimali var mı?
  14. İşin o boyutlarını bilemem ama Putin'in, Rusya'ya kazandırdıkları ortada en azından kendi ülkesi adına bir vatansever olduğu belli... Rusya'nın çıkarlarını gözettiği ortada... Türkiye'de de muhalif olmanın bedeli hakaretten ibaret değil, eskiden öldürüyorlardı, ancak öldürülen kahraman oluyordu şimdi Ergenekon zanlısı denip Silivri'ye kapatılıyor, bu daha kötü... İsminizin altına "terörist" imzası düşüyorlar ki ölümden bile zor! Rusya'nın dağılmasından sonra en başta kadınlarının fuhuş batağına düşmesi, Rus mafyasının halka eziyet etmesi, ailelerin parçalanması gibi büyük toplumsal buhranlar yaşanmasının ardından Putin, Rusya'ya itibarını geri kazandırdı... Ben bu yaptığınında şov amaçlı olduğunu düşünmüyorum bana göre sosyal bir mesaj vermiştir dünyaya ve çok önemlidir... Bunun onda birini bile RTE'nin yapabilme ihtimali yok, zaten yaptıkları herşey ülke menfaatine zarar veriyor, sayelerinde Türkiye sürekli itibar kaybediyor, Ab'nin ve Abd'nin emirlerini yerine getirmekten öte gidemiyor... Tüsiad'a kafa tutmakla, Davos'ta fatih kesilmekle Putin'in işçi maaşlarını ödetmesi aynı değil... Ayrıca RTE işçi haklarını şov amaçlı bile olsa savunmayacak kadar emek düşmanı...
  15. Bir hafta keçilerin peşinde dağlardaydık. Kıl çadırlarda konakladık. İspanyol isviçreli ve alman arkadaşlarımızla Tümata önderliğinde çoban turunu başarıyla tamamladık. Tohum toplamayı ihmal etmedim tabiki. Fotoğrafları bu linkte: fotoğraf Tohumdaki bilince yaklaşmanız dileklerimle Sevgiler/bir dost Ağaçlandırma çalışmalarında birinci gaye birim alandaki topraktan en yüksek odun hasılatı almaktır. Bu gayeye ulaşmak için ağaçlandırma çalışmalarında; yetişme ortamı şartları iyi olan ve özellikle yoğun kültür metotlarının uygulanabileceği sahalarda Hızlı Gelişen Türlerle yapılacak dikimlere önem verilmektedir. Ağaçlandırma alanlarında monokültürden kaçınmak için en az % 30 oranında yapraklı türlere yer verilmektedir. Bu oranın sağlanmasında doğal yapraklı türlerin gelişme özellikleri, yangına karşı dirençleri ve yetişme ortamı özellikleri dikkate alınmakta, mevcut yapraklı türlerin muhafazası ve yeni yapraklı tür dikimi suretiyle karışım sağlanmaktadır. Ağaçlandırma çalışmaları sırasında doğal flora ve faunanın oluşturduğu ekosistemin korunması ve geliştirilmesi amacına yönelik önlemler de alınmaktadır. Bu bağlamda; doğal vejetasyon içerisindeki endemik (sadece Ülkemize veya o yöreye özgü) türler ile Ihlamur, Kestane, Ardıç, Yabani Kiraz, Alıç, Üvez, Porsuk, Şimşir gibi türlerin yanı sıra tıbbi ve aromatik özellik taşıyan türler de münferit veya gruplar halinde muhafaza edilmektedir. Göl, gölet ve baraj havzasındaki mevcut doğal türler aynen muhafaza edilmekte ve ıslah önlemleri alınmaktadır. Ayrıca meyili yüksek olan alanlardaki doğal türler, cins ve vasıflarına bakılmaksızın korunmaktadır. Dere içi yapraklı vejetasyonu olduğu gibi muhafaza edilmektedir. Muhafaza edilen dere içi vejetasyonu içerisindeki kuru ve dejenere olmuş bireyler sahadan uzaklaştırılarak mevcut türlerin gelişmesine imkan tanınmaktadır. Orman köyleri civarındaki ağaçlandırma çalışmalarında yeterli genişlikte tampon saha bırakılmaktadır. Bu tampon sahalar gerektiğinde özel ağaçlandırmalara konu edilmekle birlikte, yetişme muhiti şartlarının elverdiği ölçüde tali ürün veren ve yöre halkının dikilmesini istediği Kestane, Ihlamur, Ceviz, Fıstıkçamı yada hızlı gelişen Kavak, Akasya, Okaliptus vb. türlerle plantasyonlar yapılmaktadır.
  16. Yoktan var olmak işte tamda bu! Matematik herşeyi açıklamaz ama yaklaştırabilir...
  17. Allah'ı düşündüğümde diyorum ki, en zeki insandan daha zeki, en mükemmelinden daha mükemmel, en mantıklısından daha mantıklı, en hoşgörülüsünden daha hoşgörülü, en gerçeğinden daha gerçek ve en adaletlisinden daha adil olmalı... Şimdi bir insan düşünelim ki bütün yönleri ile harikulade, son derece insancıl, adil, sevgi dolu, cesur, akıllı, zeki, başarılı, üstün, bir teknik sahibi, gerçekçi, bilimsel, sanatsal ve deha...! Böyle birini kandırmak kolay olmaz, böyle biri insanlar arasında ayrım yapmaz, böyle biri akıl dururken, saçmalıkla uğraşmaz, zenginle fakirin arasında seçim yapmaz, birine Cleveland derken, diğerine ssk demez, hatta birine mısır ihracatına gir ve vergisini bir geceliğine sıfırla deyip, diğerine işsiz kal demez! Peki insanların en şahanesi bile bunları yapmayacakken, etik ve vicdani kurallara uyacakken, akıl ve zeka ile değerlendirecekken, haksızlık yapmayacakken Allah denilen yüce varlık bu kadar ilkel olabilir mi? Öyle ise onun üstünlüğü nerede kalır? Rabbine sormuş Cleveland demiş, buna kargalar bile ancak güler... O nasıl bir Rab derler adama? Bazılarına torpil mi geçiyor yoksa?
  18. Güzel bir yaklaşım, bende benzer bir düşünceyle yaklaşıyorum... Varlık denilen şey adına madde dediğimiz ve varlığını bildiğimiz herşey, sonsuz değerde üstelik evreni kuşatan ve henüz ulaşamadığımız zaman dilimlerinde ve farklı yaşam formlarında hatta farklı madde boyutlarında bulunan, etkileşen, devinen bütünlük... "Evrenin bir sonu var mı, varsa (ki her maddenin nesnel yapısına göre bitiş noktası var) ondan sonrasında ne var? Evren ölçülemeyecek kadar büyük mü, bu büyüklük nasıl gerçekleşti?" Seninde dediğin gibi varlığın karşılığı yokluk, sıfırda denilebilir ama tam karşılığımıdır bilemiyorum, belki anlamamızı kolaylaştırabilir... Öyle ise Allah "yokluk"tur da denilebilir... Yokluğun esasen varlıktan çok daha gerçek olduğunu ve üstelik yokedilemez olduğunu düşünmek gerekir... Yokluğun (felsefenin en zevkli sorgulamasıdır) tanımlamasını yapabilmek için varlığı bilmek gerekir işte belkide bu yüzden madde bedenle deneyim halindeyiz... Belkide Kuran'ın bizden istediği "anlamak/anlamaya çalışmak" tamda budur, varlık varlığını yokluğa borçludur, onu var eden yokluktur!
  19. Parola söyleriz Parola Türk işi medya nasıl fikir Şaka şaka katılacak olanlarla son gün özel bir görüşme yaparak birlikte karar veririz birbirimizi nasıl tanıyacağımıza... ADALAR GEZİ İstanbul Adaları’nın en büyüğü Büyükada’dır. Yüzölçümü 5,4 kilometrekaredir. Maltepe sahiline uzaklığı ise 2300 metredir.Adalar’da, biri güney diğeri kuzeyde olmak üzere iki tepe bulunur.Güneydeki tepe, 203 metre yükseklikteki Yücetepe’dir. Kuzeyde ise İsa Tepesi bulunmaktadır. Seyahatnamelerden ve tarihi olaylardan anlaşıldığı kadarıyla Büyükada, Bizans döneminde de, Osmanlı döneminde de hep meskun kalmıştır. 19. Yüzyılın ilk yarısında 3 bin kadar olduğu tahmin edilen Büyükada’nın nüfusu, Adalar’a vapur işlemeye başladıktan sonra artmış, 20. Yüzyıl başlarında 5 bini aşmıştır. Ada’nın nüfusu bugün 8 bin civarındadır.Ancak ada, yazları günübirlik ziyaretler ve yazlığa gelenler nedeniyle kalabalık olmaktadır. 19. yüzyıl ortalarında Büyükada’yı anlatan yabancılar akşamüstleri iskele çevresindeki şıklığı, zerafeti, sahildeki gezintileri ballandıra ballandıra anlatırlar. 20. Yüzyılın ilk çeyreği boyunca Rumların ağırlık taşıdığı ada halkı ve yazlıkçı gayrimüslimlere ek olarak Osmanlı aydın ve yazarlarının da önemli bir bölümü Büyükada’nın güzelliklerini ve toplumsal atmosferini paylaşmışlardır. 1. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet sonrasında Rum halkını kaybeden Büyükada’daki canlılık 1930’lara kadar büyük ölçüde kaybolmuştur. Ancak, 1940’lı yıllara doğru, Cumhuriyet dönemi devlet ileri gelenlerinin ve yüksek bürokrasinin, varlıklı kesimlerin rağbet ettiği bir sayfiye yeri olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Büyükada, bu dönemde yeni köşklerle, özenli ve zevkli yapılarla süslenmiş, İstanbul halkının günlük gezinti yerlerinin de başında yer almıştır. Adanın Kuzey-Güney doğrultusuna dik olarak çıkan Dil Burnu’nun iki yanındaki Yörük Ali ve Nizam Plajları, Luna Park, Aşıklar, Viranbağ kır gazinoları, korulukları, biri iskeleden başlayıp Ada’nın tüm çevresini dolaşan büyük tur, diğeri Araba Meydanı’ndan başlayıp Dil’den, Aşıklar Kır Gazinosu’ndan Lunapark’a oradan da Maden’e geçerek binildiği noktaya dönülen küçük tur olmak üzere araba turları, Luna Park meydanındaki süslü eşeklerle yapılan geziler Büyükada gezilerinin başlıca eğlenceleri haline gelmiştir. Ada’nın en yüksek tepesinde Aya Yorgi kilise ve manastırı bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, miladi 6. Yüzyılda inşa edilmiştir. Bu mevkide, bir çok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları bugüne kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır. İsa Tepesi’nde ise Hristos Kilise ve manastırı bulunmaktadır. Kumsal semtindeki Ayios Dimitrios Kilisesi de Ada’nın önemli dini yapılarındandır. Adadaki Ortodoks cemaat, büyük ayinlerini burada yapar. Büyükada’da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni 2. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii’dir. Mimari açıdan batı etkisinde inşa edilmiş bulunan bu cami, Ada Camii sokağında bulunmaktadır. Büyükada’ya, günümüzde Sirkeci, Kabataş ve Bostancı’dan kalkan Ada Vapurları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin deniz otobüsleri ile ulaşmak mümkündür. Adada otomobil yasağı vardır. Bu da, Ada’nın gürültüden uzak, havası temiz bir mevki olarak kalmasını sağlamaktadır.
  20. Arkadaşlar öğrenmiş olduğumuz bilgiye göre Büyükada'ya, Kabataş iskelesinden vapur kalkıyor, dolayısıyla buluşma yerimiz Kabataş İskelesi oluyor ve buluşma saatimiz 08,45, tarih aynı 14 Haziran 2009... Kabataş/Büyükada vapur sefer saatleri: GİDİŞ sabah en erken 07,00 kalkış/08,45 varış daha sonraki sefer 09,10 kalkış/10,40 varış (biz bu seferde kalkan vapurla gidelim diyoruz) DÖNÜŞ akşam 15.00 / 17.15 / 18.45 saatleri var en son vapur 21.30'da Büyükada'dan kalkıyor... Dönüş içinde sanırım 17.15 ve ya 18.45 uygun olur... KABATAŞ İSKELESİ BULUŞMA YERİ... Saat 08,45 vapur 09,10 da kalkmadan herkesin yetişmesini diliyorum... Ayrıca Kadıköy ve Bostancı iskelelerinden de Büyükada'ya vapur seferleri yapılıyor... İsteyenler bu iskeleleri kullanabilirler Büyükada'ya ulaştığımızda iletişim kurarak buluşabiliriz...
  21. Cüneyt Zapsu İstanbul boğazında bir yatla kaza yaptı 2 yabancı ile boğazın ortasında ne konuştu? Yatta neden Amerikan bayrağı vardı? Ve Zapsu, daha sonra R. Tayyip Erdoğan'la boğazda özel olarak görüştü... Neler konuşuldu bilinmiyor ve sanırım vatan konusunda tercihleri bizimkinden farklı...
  22. Diyanet'in varlığıda pek birşey değiştirmiyor sevgili politika, daha önce bende senin gibi düşünüyordum ama devlet kasasından dünyanın parası aktarılıyor buraya oysa bu ülkede devlet artık okul yaptırmıyor yani diyanete harcanan para eğitime harcanmıyor, devlet laik yapısını korusa ve uygulasa o zaman din hiç kimsenin tekelinde olamaz, bireysel yaşanır ve uygulanır, devlet bu konuda sadece denetleyici olmalıdır, fakat devletin denetleme mekanizması hiç çalışmıyor, ne hastanelerde, ne kamu alanlarında, ne özel sektörde, hala rüşvet heryerde geçerliliğini koruyor... okulların hali içler acısı ama camiler şatafattan geçilmiyor işte bu durumda bir inanç sömürüsüdür, insanların eğitim hakkı toplumsal ele alınır sosyal devletin en birinci vazifesi budur. Diyanet ve fetva kurulu tek bir anlayışı benimsiyor ve toplumun geneline hitap etmiyor, birey baz alındığında inanç her kişiye göre değişkenlik gösteriyor ama sistem tek tip varediyor... Diyanet var ve cehaletin önüne ne yazık ki geçemiyor!
  23. Bu gece kına gecesi mi yapıyor olaki? Allah bir yastıkta kocatsın güzel dostumu ve sevdiceğini... Bir ömür boyu mutlu olun mutlu mesut yavrucaklarınız olsun...
  24. Din uğruna kiminle savaşacaklar? Bu soruya cevap vermeliler, hangi dini savunuyorlar o savundukları din ezilen insanlığın haklarını savunuyor mu, insanları inançlarından ötürü yargılıyor mu, dışlıyor mı, öldürülmelerine vacip diyor mu? Eğer doğru birtane ise o doğruda Temel İnsan Hakları baz alınmalı, Allah bütün evrenin Allahıysa (ki elbette öyle) o zaman evrenin haklarıda bütünden savunulmalı, Allah bütün canlılığın Allahıysa değil insanları inançlarına göre ayırmak, değil renklerine veya tiplerine göre ayırmak hepsine eşit gözle bakıyor olmalıdır... Cihat edilecekse eğer Allah adına bunu dile getiren, sokaktaki tekmelenen kediden, kutuplarda yaşamını yitiren kutup ayısından, bile bile yakılan ormanlardan, rant için kesilen ağaçlardan, başıboş diye zehirlenen köpeklerden dahi vicdanen sorumlu olduğunu bilmek zorundadır... Her aç bırakılanın hakkını savunmak zorundadır... Irzına geçilen kız ve erkek çocukların namus ve şerefini savunmak, bedensel ve zihinsel ızdıraplarını dindirmek zorundadır, suçluya cezasını hakkıyla vermek, kurbanın hakkını korumak zorundadır... Bütün bunları görmezden gelip, kendisini belli bir kesim adına söz sahibi yerine koyan hatta Allah adına, Allahlık taslayıp Cihat ilan eden sahtekardan başka hiçbirşey değildir...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.