Zıplanacak içerik

democrossian

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

democrossian tarafından postalanan herşey

  1. Maalesef böyle demediniz. Ayrıntılı işkence tanımları da yaparak bunların devrim sürecinde normal olduğunu söylediniz. Böyle demiş olsanız sorun yoktu. Esasen bu söylemle Tevbe adı verilmiş Kuran bölümünün insan haklarına aykırı olduğunu da zımmen kabul etmiş oldunuz. "Devrimler kanla, işkenceyle, zulümle yapılır, devrimde adalet, insan hakları olmaz" şeklinde fecaat bir söyleme imza attınız. Sonra ne büyük bir hata yaptığınızı farkettiniz ama iş işten geçmiş oldu. Buna rağmen gerçek ortaya çıksın adına Tevbe adlı bölümü değerlendirelim: Müşrikler ister üçe ayrılsın, ister beşe, ister onbeşe... İster mescidi haramda anlaşma yapmış olsun isterse başka yerde. Bunlar hiç bir şeyi değiştirmiyor. Müşrikler müslüman olmazlarsa aşamalı olarak öldürülecek. Müşriklerle anlaşma olmayacağını, anlaşmaların geçersiz sayıldığını tek taraflı zaten baştan ilan ediyor. "Onlar kazansa hiç bir şey gözetmezlerdi" diye niyet okuyuculuğu da yapıyor. Halbuki müşrikler Mekke ellerindeyken "müslümanlar necis!tir, mescidi harama sokmayın" filan demediler. Silahsız şekilde Kabeyi tavaf etmelerine izin verdiler. İsteseler hazır silahsızlarken öldürürlerdi. Ama Mekke müslümanlar tarafından ele geçirilince müşrikler necis oldu! Gördüğünüz yerde öldürün oldu! Müşrikler yok edilecek de, sınıflara ayırması şundan: Elbette bir toplumu bir anda tümden karşınıza almazsınız. Kategorize eder ve parça parça yutarsınız. 7. pasajda söylediği, 4. pasajda söylediğinden farklı bir şey değil. Yine ortada bir anlaşma var, yine anlaşma bitinceye kadar süre tanıma var. "Doğru durdukları sürece" diye tercüme ettiğiniz sözcük "ikame" kökünden türetilmiştir. Yani yine anlaşmayı ikame ettikleri, ayakta tuttukları sürece siz de anlaşmayı ikame edin diyor. Anlaşma ne zamana kadar ayakta durur? Süresi doluncaya kadar. Her anlaşma sürelidir. Sonsuza kadar süren anlaşma yoktur. İslam böyle aşama aşama çevresini yutmuştur ve insan hakları diye bir şey tanımamıştır. İnsanları inançlarından dolayı kategorize etmiş, inançları yüzünden "necis" ilan etmiş, öldürülmelerini emretmiş, mallarını ganimet, kızlarını cariye, oğlanlarını köle yapmıştır. Bu yüzden devrim değildir. Tersine yanlış işlere kutsallık kılıfı giydirerek gerilemeye neden olmuştur. Irk bağlamı yerine inanç bağlamı koyması çık daha kötü. İnanç ayrımı çok daha şiddetli bir bölücü ve ötekileştiricidir, çünkü ebediyen bağdaşmayacak bir ayrım içerir. Bir de üstelik kendi gibi inanmayanlara sonsuz insanlık dışı işkenceleri, kendine inananlara sonsuz zevkleri layık görerek ayrımı, düşmanlık ve nefreti iyice pekiştirir.
  2. Kabul edersiniz ki mucizeler, Lut kavmi gibi konuların bizim tartıştığımız konuyla uzaktan yakından hiç bir alakası yok. Bunlar tamamen ayrı tartışma konuları. O yüzden niyet okuma yok, tamamen ortada olan bir durumu tespit var. Hayali tartışmacının ise nerden çıktığını hiç anlayamadım. Ayrı konular kendi yerlerinde tartışılır deyince hayali tartışmacı mı yaratılıyor? Neml ile ilgili neyi sorduğunuz gerçekten anlaşılmıyor. Kimsenin de anlayabileceğini sanmıyorum. Bir anlayan olursa bana açıklasın, belki ben de anlarım. Sadece bir Mursi üzerinden bir kaç benzetme yapmaya, -ki o da konu ile çok ilgili- "bolca" demek gerçekten insafsızlık. Ben elbette ki yok şu mezhebe göre şöyle, yok bu mezhebe göre böyle, lakin şu cemaat şöyle der, öbür cemaat ise böyle der tarzı sayfalar değil ciltler tutabilecek yorumlardan kaçındığımı belirttim. Çünkü bunlar havanda su dövmektir, kimseye de bir faydası yoktur. Ben Kuranı niye Wiki'den ordan burdan öğreneyim? Bu Kuran Kabe'nin mahzeninde kırk kilit altında mı tutuluyor? Mollalardan başka kimsenin okuması mı yasak? Açıp Kuranı bakmak varken niye ona buna bakıp öğreniyorum ne yazdığını? Uzayca değil, allahça değil. Bir sürü insanın doğal dili olan bir dil. "onların antlaşmalarını süreleri bitinceye kadar tamamlayın" ne demek? Haram aylar çıktığı halde antlaşmalarının süresi dolmayanlar süre doluncaya kadar ellenmeyecek demek değil mi? Süreleri bitince onlara da aynısı yapılacak. Anlam son derece açık. Zaten Fransız devriminde yapılan insanlık dışı katliamları, işkenceleri örnek vererek kendinizi haksız çıkarmışsınız. Fransız devriminde yapıldı diye biz de her devrimde kan gölü mü yaratmalıyız? Her devrim yapan işkence, zulüm, katliam mı yapmalı? Bu nasıl bir mantık? Siz hiç insan hakları diye bir şey duydunuz mu, merak etmeye başladım. Devrim yapılınca insan hakları rafa mı kalkıyor, işkence sevap, katliam çok iyi bir şey, zulüm hak, adaletsizlik erdem mi oluyor, nasıl oluyor bu? Nasıl işkence ile katliama bu işler böyle yürür, doğaldır, normaldir diyebiliyorsunuz, aklım durdu! Gerçekten öneriniz yerinde, bu şekilde hiç tartışmasak daha iyi!
  3. Determinizmin teleoloji ile hiç bir alakası yoktur.
  4. Olabilir, buna hiç şaşırmam. Panteist olduğunu biliyorum. Panteist ile ateist arasında keskin bir çizgi yoktur. Heisenberg'in belirsizlik kuramına karşı çıktığında "tanrı zar atmaz" demişti. Bunun üzerine gazeteciler her gördükleri yerde tanrıya inanıp inanmadığını sormaya başladılar. Hepsinde geçiştirdi. En sonunda bir gün "ben Spinoza'nın tanrısına inanıyorum" dedi ve başka da bir şey demedi. Spinoza panteisttir ve görüşleri nedeniyle tanrıyı inkar etmek suretiyle Yahudi dininden çıktığı yönünde hahamlar tarafından ortak görüş bildirilmiştir. Propaganda amaçlı şu müslüman oldu bu müslüman oldu diye çok balon uçuruluyor ama ateistlerin böyle bir yalan propagandasına şahit olmadım. Ateistlik tüm dünyada artan bir olgu ve insanların ateist olması hiç şaşırtıcı değil. Bence düşünen, araştıran kişinin ateist olması kaçınılmaz bir sonuç. Gerçek ateist sayısı aslında çok çok fazla ama açıklayan az. İnsanlar iyice araştırıp kesin emin olmadan açıklamaktan kaçınıyor.
  5. Determinizm çok kapsamlı bir felsefedir. Determinizmi o yüzden herkes kullanmıştır. Tabii kaderciler de din hesabına determinizmden yararlanmışlardır. Bu determinizmin dini bir felsefe olduğunu asla göstermez. Bu kadar kapsamlı bir felsefeden elbette herkes yararlanır. Bunda bir acayiplik yok. Fakat determinizm çıkış noktasından materyalist bir felsefe olarak doğmuştur. Demokritos ile başladığı kabul edilir. Demokritos su katılmamış bir materyalisttir ve din ile tanrı ile hiç ilgisi olmamıştır. Ünlü Atina engizisyonunda o da yargılanmış fakat tarihe geçen müthiş bir savunma yaparak beraat etmiştir. Çok muhteşem bir hatipti. Çağının dahisi idi. Eski Yunan'da bence en büyük filozof odur. Determinizmin Roma dönemi temsilcisi ise Petronius'tur. Ünlü "rastlantının nedenleri vardır" sözü felsefe tarihine damga vurmuştur. İslam dünyasındaki temsilcisi ise Farabi'dir. Son klasik determinist ise Laplace'dır. Onun tanrı karşıtı görüşlerine rağmen klasik determinist sayılmasına yol açan, "Laplace's Demon" varsayımıdır. Modern determinizm tanrıyı kabul etmediği gibi şeytanı da kabul etmez. O yüzden Laplace son klasik deterministtir ve modern determinizme geçişin anahtarıdır. Determinizme ilk modern yorumu getiren ise Fransız Henry Poincare' dır. Dahi bir matematikçi ve çok zeki bir düşünürdü. Çağdaşları ne dediğini anlayamamışlardı. Artık tanrı determinizmden kesin biçimde kovulmuştu. Bir daha hiç bir determinist tanrıdan hiç bahsetmedi. Einstein'in determinist olduğu söylenir, bence de öyledir ama bir yandan da panteisttir. Tanrı derken ne kastettiğini bilmiyoruz.
  6. Söylediklerim elbette kişiye yönelik değil. Bu tarz çarpıtma ve anlamı gizleme yöntemleri uygulayanları kastettim. Neml suresi Mekki ise iyi ya işte, benim söylediğim doğrulanmış olur. Konuyu mucizelere kaydırarak konuyu değiştirmeye çalışmak faydasız. Mucize iddiaları elbette beni hiç ilgilendirmez. Bu tür iddiaları dini konular bölümünde tartışabiliriz. Bu Neml adlı Kuran bölümünde bir hüküm konulmuyor zaten. Süleyman kıssası anlatılıyor. İşte siz de böyle yapın hemen, saldırın müşriklere demiyor. Onu diyeceği zamana yatırım yapıyor. İşe önce öyküler anlatarak başlarsın. Öyküden, sonuçta ne tür hükümler geleceği, müşriklerin görüldükleri yerde öldürülmelerinin emredileceği belli oluyor. Ama bu bölümde henüz bunu demiyor. Dediği yer Tevbe adı verilmiş bölüm. Süleyman'ın yaptığını anlattığı işlerin artık burada aynen yapılmasını emrediyor. Hiç "müşrikler" diyerek bir inanç grubu içine girenlerin öldürülmeleri emredilebilir mi? Bu hangi insanlığa, hangi adalete, hangi vicdana sığar? Hiç insanın suçu "müşrik" olmak olabilir mi? İnanç suçu diye bir suçu kim icat edebilir? Tabii ki inanca dayalı teokrasi düzeni kurmak isteyenler. Bir kere başta bunun insan hakları ile bağdaşır en küçük yanı yoktur. Bunu baştan belirteyim. Bundan sonrasının aslında hiç önemi yok ama, gerçeğin tamamen ortaya çıkması için: Tevbe suresini hiç düzgün okumamışsınız. Anlaşma bozanlar filan diye bir şey yok. Haram aylar çıkınca her müşrik nerede görülürse öldürülecek. Müşrik diye bir kimse olmayacak. Sadece barış anlaşmaları haram aylar çıktığında henüz bitmemiş olanlara anlaşma süresi sonuna kadar ek mühlet verilecek. Anlaşmaları bittiğinde onlar da görüldükleri yerde öldürülecekler. Öldürmek istemedikleri olursa onları da sürgün edecekler. Sonuçta kurulan devlet dahilinde müşrik diye kimse bırakılmayacak. Tevbe adlı bölümde yazanlar apaçık ve tartışmasız bunlardır. Bu ifadeleri eğip bükmenin, yumuşatmanın hiç bir yolu yoktur. Yanıtınızın gerisini değerlendirmeye gerek duymuyorum. Kuranda yazanlar apaçık ve net, kesin biçimde bunlarken yok selefi şöyle demiş yok beriki böyle demişin hiç muhabbeti olmaz. Ağzı olan herkes bir şeyler der. O ne demiş bu ne demiş kim ne demiş ile uğraşmaya gerek yok. Temel kaynak apaçık ortada. Kuranda yazanları gizleyenlerin mutlaka çeşitli niyetleri vardır. En iyi olasılık, kandırılmış olmalarıdır. Bu en iyi olasılıktan başlayan yelpaze, kandırma amacı kadar kötü olasılıklara kadar gider. Kim yelpazenin neresinde yer alır onu bilmem. Şu an burada kişilerle, cemaatlerle filan uğraşmayacağım. Çünkü bunlar konuyu dağıtır. Burada konu, Kuranda ne yazdığı. Hatta bunları Kurana kimler yazdı, ona da girmeyeceğim. Ama insan haklarından zerre kadar haberi olan kişilerin yazmadığı kesin...
  7. Ben kesinlikle tek cümleyi baz almam. Verdiğim cümleyi tüm Kuran bağlamı içinde değerlendiririm. Tamamını okumadığım bir kitap hakkında değerlendirme yapmam. Kuranı ise baştan sona defalarca incelemişimdir. Çünkü toplumumu bu kadar çok etkileyen kitapta ne yazdığını merak etmişimdir. Ama buraya tüm Kuranı kopyalamamı bekleyemezsiniz. Elbette en çarpıcı cümleyi yapıştıracağım. Kuranın tümü incelendiğinde, tek olan Allah adı verilmiş tanrıya inanmayan veya ortak koşanların tümünün ortadan kaldırılmasının emredildiği görülür. Bu son derece açık ve nettir. Bunu gizlemenin hiç bir yolu, incelemeci kişiler için söz konusu değildir. Bilmeyenleri, okumayanları aldatabilirsiniz. Neml adı verilmiş sureye gelince. Burada bir İslam devletinin, allahtan başka bir şeye tapan bir devleti askeri tehditle zorla islama soktuğu anlatılıyor mu? Evet. Anlatım bu. Bu anlatım bitiyor ve başka bir konuya geçiyor mu? Evet. Başka bir konuya geçtikten sonraki söylediklerinin bu anlatım ile ilgisi var mı? Hayır. Öyle bağlamından kopararak ve alakasız yerleri birleştirerek yapılacak çarpıtmaların sonu yoktur. Bilindiği gibi ayet adı verilen pasajlar Mekki ve Medeni olarak iki döneme ayrılır. Sure adı verilen bölümlerde hem Mekki, hem Medeni pasajlar bulunabilir. Mekki olanlar güçsüz durumda iken yazılmıştır. Öyle bağlamından kopuk ele alacak olursanız, "sizin dininiz size, benimki bana" diye başkasının dinine karışmayan pasaj da vardır. Ama güç ele geçirilip Mekke işgal edildiğinde ise müşriklerin görüldükleri yerde öldürülmesi emredilmiştir. İslam dinini yumuşatmak, ılımlılaştırmak boşuna bir çabadır. Bu çaba ancak halkın aldatılıp müslümanların iktidara getirilmesine yarar. İktidarı ele geçirdiklerinde ise gerçek yüzlerini ortaya koyarlar ve ayetlerde yazanları uygulamaya başlarlar. Mursi'nin nasıl tek adam olmaya ve şeriatı getirmeye çalıştığı ortada. Öbür Mursi versiyonlarının da iktidara gelebilmek için nasıl gömlek değiştirdiklerini iddia edip iktidara gelince nasıl "dört kişi öldüyse ne olmuş sanki?" dediklerini de görüyoruz. Sanırsın dört kişi trafik kazasında ölmüş! Başlarına sopalarla vurularak öldürülmemiş sanki! Tek fark Mursi acele etti, versiyonu ise daha yavaş gitmeye çalıştı. Ama içindekini fazla da tutamadı, patlama yaşadı. "Ayyaş" söylemi, içinde bastırdıklarının bir patlamasıdır.
  8. Herhangi bir kutsal kabul edilen metnin kabul veya red edilmesi şeklinde bir sorun yoktur. Sorun ve üzerinde tartışılan konu, bu metni kimin veya kimlerin yazdığıdır. Biri tanrının yazdığını iddia ederken, diğeri insanların yazdığını bilmektedir.
  9. Bir metin eğer bir konuyu açıklıkla belirtmişse, ondan ne anlaşılacağı algıya bağımlı değildir. Anlamak isteyen herkes ne söylendiğini anlar. Eğer anlamamak veya farklı anlamak gibi bir durum varsa, bunun sayısız nedeni olabilir. Anlamak istememek, anlamazlıktan gelmek, doğru anlamanın çıkarına uygun olmaması, zararlı olması... Daha bir çok neden sıralanabilir. Apaçık bir anlamı olan bir metni anlamamanın sayısız nedeni olabilirken, anlamanın tek nedeni vardır: Anlamak istemek. Eğer siz istiyorsanız şu cümleyi: "Motosikletime atladığım gibi olabildiğince hızlı şekilde geldim." Şöyle veya daha binlerce şekilde anlamak isteyebilirsiniz: "Bugün canım çok sıkkın ve başıma bela arıyorum." Bu tamamen ne anlamak istediğinize bağlı. Ama bu cümlede söylenen, motosikletle olabildiğince hızlı bir şekilde gelmiş olduğumdur. Bu cümlenin gerçek anlamı budur ve hiç bir algı onu değiştiremez. Eğer yolda bir kaza yapmış olsaydım karşısına çıktığım yargıç, bu cümlemden başka hiç bir şey anlamaz, motosikletle hızlı bir şekilde gelirken kaza yaptığım gerçeğine göre yargısını bağlardı.
  10. Ateizm ile dinsizlik farklı düşüncelerdir. Dinsizliği agnostisizm veya deizm olarak tanımlayabiliriz. Eğer tanrıya inanıyor fakat dine inanmıyorsa deisttir. Tanrının var veya yok olduğu bilinemez diyorsa dine de zaten inanmaz ve agnostik olunur. Ateizm bunlardan farklıdır. Ateizm sırf bir inancın yokluğu değildir. Yani ateist hiç bir argüman sunmadan teistler kanıtlasın, bana ne, kanıtlayamadıkları sürece inanmam deyip oturmaz. Ateizmin çok sağlam argümanları vardır. Kendi ispat argümanlarını geliştirir ve tanrının olamayacağı için olmadığını kanıtlar. Fakat ateizm sonuçta teizmin karşıtı felsefedir. Yani varlığı teizme bağlıdır. Teist iddia olmazsa ateizm de olmaz. O yüzden evet, ateizm argümanlarını teist iddialara göre kurgular ve ortaya koyar. Yani vereceği yanıt, teizmin iddia biçimine bağımlıdır. İddia neyse, ona göre yanıt vermek durumundadır. Satrançta ilk hamleyi bir taraf yapmak zorunda. Kural böyle. Anlaşalım, bir iki üç deyince aynı anda hamle yapalım diye bir şey olamıyor. Ateistler elbette aynı zamanda dinsizdirler ve din argümanlarına da yanıtları vardır. Bu ateizmin kolay kısmı ve bu da yine din iddialarına bağlı. Ateist içinde yaşadığı toplumun dininin iddialarına bakar ve değerlendirme yapar elbet. Bu iddialara karşı argüman geliştirmek ateistler için kolaydır. Örneğin iddia sahibi dinin kutsal kabul ettiği kitabının bir tanrıdan geldiği iddiasına karşılık ateist o kitabı inceler ve neden bunun insanlar tarafından yazılmış olduğunun apaçık göründüğünün kanıtlarını bulur ve sıralar. Bu bakımdan din iddiaları ateizm için çürütülmesi çok kolay iddialardır. Tüm iddiaları ateistler tarafından çürütülen teistlerin bugün sarıldıkları ve direndikleri tek iddiaları kalmıştır. O da akıllı tasarım iddiasıdır. Teistler evrenin karmaşık ve düzenli bir yapısı olduğunu, böyle yapıların bir zeka tarafından tasarlanmadan var olamayacağını ileri sürüyor ve evrime inanmıyorlar. Canlı mekanizmaların bir amaca yönelik tasarlanmış olduğunu, akıllı bir tasarımcı olmadan canlıların ortaya çıkamayacağını öne sürüyorlar. O yüzden ateizmin en önemli çalışma alanı, akıllı tasarımcı diye bir şeyin olmadığıdır. Değişimin kaçınılmaz olduğu ve zararlı değişimlerin derhal, yararsız değişimlerin ise kısa sürede işe yaramadıkları için elendikleri, yararlı değişimlerin ise işe yaradıkları için devam ettiği, böylece ortaya bir tasarlanmışlık çıktığı, ama bunun akıllı bir tasarım olmadığıdır. Ayrıca evren akıllı bir tasarımcı tarafından tasarlanmış olsa, bu tasarımcı evrenden de daha karmaşık ve düzenli bir yapıya sahip olmak zorundadır. O halde evren için gerekli olandan daha fazla akıllı tasarıma ihtiyacı vardır. O halde onu da akıllı bir tasarımcı tasarlamalıdır. Bu geçmişe doğru artan bir tasarım ihtiyacı biçiminde gidemeyeceği için, evrim gerçektir. Daha basit daha karmaşıktan değil, daha karmaşık daha basitten gelmiştir. O halde evrende en karmaşık, en gelişmiş ve en düzenli varlık, evrimle bilinç kazanmış ve var olduğu evreni inceleyen, araştıran canlılardır. Yani bizler. Evrenin başka noktalarında da evrilmişse onlar da bizdendir, bizim gibi, daha ileri, biraz geri farketmez. Daha üstün bir şey, yoktur. Apansız, evrim geçirmeden, daha basit bir aşamadan geçmeden oluşmuş hiç bir şey yoktur. Çünkü olamaz. Tabii "o halde en temeldeki en basit töz nedir" sorusu gündeme gelecektir. Buna ulaşmak çok zor olabileceği gibi, mümkün de olmayabilir. Çünkü en gelişmiş süper bilgisayarlar bitmiş bir satrancı geriye doğru analiz edebilir ama ilk açılış hamlesini asla bilemezler. Tabii satrancı akıllı insanlar oynar, kendiliğinden oynanmaz itirazı gelebilir. Eğer yeteri kadar çok fazla sayıda tahta üzerinde çeşitli hamleler yapılıyor ve anlamlı hamle yapılmayan tahtalar kenara atılıyorsa, en sonunda satrancın anlamlı bittiği en az bir tahta olacaktır. Buna da evrim diyoruz...
  11. Bu mumyayı arkadaşlarıma neti açıp göstermek için hep hazırımdır. Gerçekten etkileyici. 3800 yıldan sonra güzel bir kadın olduğunun hâla belli olması inanılır gibi değil. Hâla huzurlu bir uykuda gibi. Nasıl bu kadar başarılı bir mumyalama olabilir? Aynı şekilde kuru iklime sahip ne Mısır, ne Atacama mumyaları bu kadar başarılı kesinlikle değil. Ona bakarken asla bir ölü yüze bakıyor gibi rahatsız olmuyorum. Hâla güzelliğini koruması inanılır gibi değil. Çin'de bir yasak bölge olduğu ve burada kazı yapmanın Çin hükümetince yasaklandığı söyleniyor. Bölge gereği gibi araştırılsa Türk tarihinin açıklığa kavuşacağı belirtiliyor.
  12. Çok yerinde bir konuya değinmişsiniz. Bu konu son derece önemlidir ve üzerinde uzun tartışmalar yapılabilecek bir konudur. Ben de kendimi ateist olarak etiketlemem. Kendimi tanıtma biçimim bu değildir. Benim dini inancım elbette söylediğim gibi yok. Felsefi inancım var. O da determinizmdir. Benim ana felsefem, inancım bu. Ateizm değil. Ateizm benim din konusundaki inancımdır. Yani dini konuda görüşümü belirtmek için bu tanımlamayı kullanırım. Etiketleme yapmak istememe konusunda son derece haklısınız. ne başkalarını zaten etiketlemek doğru değil de, ne de kendini bile etiketlememek gerekiyor. Etiketleme iyi bir şey değil. Ama görüşlerin tanımları vardır. Bundan kaçınılamaz. Görüşler belli kategoriler içine girerler. Lafa ben şuyum ben buyum diye girmek elbette doğru değil. Ama lafın yeri gelirse ateist olduğumu, din konusunda görüşümün bu olduğunu açıklamaktan kaçınmıyorum. Ne burada, ne yüz yüze konuştuğum kişilere karşı. Tabii ki lafın belli bir yere gelmesi lazım ki bunu açıklayayım. Durduk yerde etiketleme yapmak elbette gereksiz. Ama laf geldiğinde bundan kaçınırsam kendimi kötü hissederim. Doğru bildiğimi söylediğim için başım sık sık belaya giriyor. Henüz atlatamamış olduklarım da var şu anda. Hep doğru bildiğimi söylemem yüzünden. Ama hâla vazgeçmiş değilim. Ölünceye kadar doğru bildiğimi söyleyeceğim. Ateizm elbette teizm bazlı bir görüştür. Yani teizm olmasa ateizm de olmazdı. Varlığı teizmin varlığına bağlıdır. Bu bakımdan sadece din konusundaki duruşu temsil eder. Temel görüş olma niteliğine sahip değildir. Varlığı başka bir görüşe bağlı olan bir görüş, ana hayat görüşü elbette olamaz. Fakat tanrının varlığı veya yokluğu felsefi bir sorundur. Buna felsefi bir yanıt verilmek zorundadır. Buna yanıt vermek istemiyorum diyemezsiniz. Teistler tanrı vardır dediği sürece ateistler de tanrı yoktur diyeceklerdir. Bundan kaçınmanın bir yolu yoktur. Teistler tanrı vardır demeyi bıraksınlar, ateistler de tanrı yoktur demeyi bırakırlar. Tanrı derken Zeus gibi yıldırımlar çaktıran veya Poseidon gibi fırtınalar yaratan bir tanrı kastedilse, durum dediğiniz gibi. Kanatlı atların da, alev soluyan ejderhaların da var olmadığını kanıtlamak gerekmediği gibi, bu tanrıların da yokluğunu değil, varlığını kanıtlamak gerek. Ama "evren (tanrı veya bir akıl, bir güç tafafından) tasarlanmış mıdır" dediğinizde felsefi ve ciddi bir soru ortaya atmışsınızdır. Bu soruya yanıt vermekten asla kaçınılamaz. Felsefe bu soruya yanıt aramak zorundadır. Felsefenin başlıca görevi bu tür sorulara yanıt aramaktır. Buna yanıt aramayacaksa kapıya kilidi vursun, çeksin gitsin. Hoca Nasreddin bakkallığa heveslenmiş. Ama beceremiyormuş. Bir kadın gelmiş, "hoca yağ var mı?" "Yok." "Hoca şeker var mı?" "Yok." "Hoca peki iki ekmek ver." "Hanım kızım o da yok." "E be hocam, o yok bu yok, kapat git o zaman dükkanı?" "Ben de öyle yapacağım da hanım kızım, anahtarı arıyorum, o da yok!"
  13. Kuranda "din allahın dini oluncaya kadar savaşın" şeklinde iki ayrı yerde ifade bulunduğunu islam dinini az buçuk araştırmış herkes bilir. Bu ifadeye göre nerede din Allahın dini değilse, orada savaşmanın bir islami vecibe durumuna getirilmiş olduğu açıkça görülüyor. Zaten Kurandaki Neml adı verilmiş bölüm de bunu destekler. Süleyman, güneşe tapan bir kavim olduğunu haber alır almaz derhal ordulara hazırlanmaları talimatını verir. Gelen haber, sadece ora halkının güneşe taptığıdır. Ordular hazırlanırken derhal bir mektup da hazırlatarak Allaha tapmalarını, yoksa ordusuyla geleceğini bildirir. Görülüyor ki, müslümanlar, kendi inançlarına göre, kendi tanrılarına tapmayan her toplumla savaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Peki herhangi bir devletin düzenli ordusu bu işi yapıyor mu? Hayır, yapmıyor. Peki ne olacak, müslümanlar açısından soruyorum elbette. Yani ne yapacaklar? Kuran'daki ifade açık ve kesin. "din allahın dini oluncaya kadar savaşın". Burada "savaşın" diye tercüme edilen kelime "katiluhum" dur. Katil, bildiğiniz öldürme. "hum" eki "onlar" demektir. Durum en temel kaynağında son derece açık ve net. Durumu şöyle bir örnekle açıklayayım: Bir ülkeye gitmek istiyorsunuz, sizi uyarıyorlar. O ülkenin anayasasında şöyle şöyle maddeler var diyorlar. Açıp kontrol ediyorsunuz, gerçekten tehlikeli hükümler var anayasada. Başka birileri de diyor ki, "bakma sen öyle yazdığına onları uygulamıyorlar. Rahatça gidebilirsin." Uyarıları ve anayasa metninde yazanları dikkate alıp gitmemek mi doğru olur, yoksa uygulamıyorlarmış nasılsa diye umursamamak mı? Gideceğiniz ülkenin anayasası apaçık yazıyor, önünüzde de duruyor. Metinleri uygulanmıyormuş diye görmezden gelmek akıllıca mıdır? İster istemez bu açık emir karşısında bazı müslümanlar asimetrik silahlı yanıtla ortaya çıkmak isteyecekler ve çıkıyorlar.
  14. democrossian şurada cevap verdi: Canraşit başlık Felsefe
    Bunu her zaman çok merak etmişimdir. Nasıl bir evrimsel süreçte kedi türünün dışkısını gömme alışkanlığı edindiğine hayret ve merak duyuyorum. Bu davranışı vahşi kediler pek göstermiyorlar. Evcil kedinin (felis domesticus) uzak akrabaları zaten göstermiyor fakat, en yakın akrabası olan küçük vahşi kedilere bakmak lazım. Bunlar hakkında böyle bir araştırma var mı bilmiyorum. Fakat tahminsel bazı görüşleri biliyorum. Bu tahminlere göre kedi bu davranışı evcilleştikten sora edindi. Kedinin 10 bin yıl önce evcilleştiği hakkında kesin kanıtlar var. Bu da tarımın başlangıcı ile denk düşen bir tarih. Muhtemelen insanlar ilk olarak bir kedinin tarım ürünlerinin depolandığı yerlerde dolaşmasına göz yummuş olmalılar. Çünkü burada kemirgenler çoktur ve onları avladığı için insanlar bundan hoşlanmıştır, tabii kedi de… Derken kedi yavrulamış ve yavrular için ortamı güvenli bulmuştur. Çünkü diğer kendinden büyük yırtıcılar insanlara fazla yaklaşmamaktadır. İnsanlar bu kedi yavrularını kendilerine alıştırmışlardır. Doğada bir bölgede baskın olmayan kedilerin, güçlü kediler tarafından bölgeden çıkarılmamak amacıyla varlıklarını gizlemek için dışkılarını gömdükleri hakkında bilgiler var. Demek kedi insanlarla birlikte yaşamaya başlayınca insanın baskın olduğunu ve insanın gölgesinde yaşadığını, alana hakim olduğunu belirten işaret bırakmasına gerek olmadığını, tam tersine alanda egemenlik iddiasında bulunmasının aleyhine olduğunu kavramıştır. Kedi çok zeki bir hayvan. İnsanın pislikten hoşlanmadığını da kısa sürede anlamıştır. 10 bin yıl bu davranış biçiminin evrimsel olarak kalıcı olması için, yani genetik olarak otomatik aktarılması için kısa bir süre. Yani bir örümceğin ağ örmesi gibi tümüyle genetik gereği otomatikleşmiş bir davranış olamaz. Kedi duruma göre kakasını gömmeyi veya gömmemeyi tercih etmeyi milyonlarca yılda genlerine geçirmiş olmalı. Nitekim erkek kediler tersine alan işaretlemek için dışkılarını gömmemeyi tercih edebiliyor, eğer insan baskısı yoksa. Kedi hızla öğrenen ve mantık yürüterek karar verebilen bir hayvan. Ben bunu çok gözlemledim. Kedi mantığı neredeyse kusursuz diyebilirim. O halde evcil kedi, doğasında çok uzun bir evrimsel süreçte kazandığı deneyimi, mantıksal olarak karar vererek uyguluyor ve kakasını gömmenin yararını biliyor. Bu konuda aşırı titizlik de gösterdiğini yakından biliyorum. Klozeti kullanmayı ve sifona basmayı bile öğrenen kediler görülmüştür. Tabii ki hiç edinmediği bir davranışı öğretilmeden, kendiliğinden göstermesi olanaksız. Ama genetiğindeki mirası mantık kullanarak hemen açığa çıkarabiliyor. Ben kediyi hayvanlar alemindeki mükemmellik timsali olarak görürüm. Özellikle insanın gözlerinin içine bakarak niyetini okuma gibi bir yeteneği vardır. Ben de onun gözlerine bakarak iletişim kurmaya, zihnini anlamaya çalışırım ama nafile… O benim zihnimi belki okuyor, ama onun zihni benim için gizemini maalesef koruyor. Keşke okuyabilseydim, süper olurdu…
  15. Mumyalamadan çok daha ileri teknikler bulundu. Bunlardan en iyisi, plastikleştirme yöntemi. Bir ceset uzun ve pahalı işlemlerden sonra plastikleştirilebiliyor. Bu iş ölümün hemen ardından yapıldığı için bozulma da olmuyor. Plastikten yakınınız salonunuzda koltuğunda oturabilir. İşlem çok pahalı ama, her şeyde olduğu gibi Çin'de ucuza yapılıyormuş. Çinliler işi epey ilerletmişler. Şu anda bir çok tıp fakültesi Çin'e sipariş veriyormuş. Ama tabii onların istediği plastikleştirilmiş cesetler anatomi atlaslarındaki türden. Eğitim amaçlı. İşlemin ayrıntılarını okumuştum ama şu an unuttum. İlk iş olarak damarları özel bir sıvı ile doldurarak işe başlıyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam aylar süren bir işlem. Bu arada Türkler eskiden mumyalamada Mısırlılardan daha iyiymişler. Türk kadın mumya yazınca resimler geliyor, hayret edilecek kadar bozulmamış. Kirpikler bile duruyor.3800 yıllık, dile kolay...
  16. democrossian şurada cevap verdi: Canraşit başlık Felsefe
    Kuzenlerimiz olan şempanze, goril ve orangutanlarla aramızda ne kadar kültürel mesafe varsa, aynı mesafe duygularımız arasında da vardır. Onların aynen bizim gibi duygulanmalarını bekleyemeyiz. Fakat bir kadın biyolog olan Patricia Moehlman, Afrika'daki ünlü Serengiti ovasında hayvan göçlerini izlerken, bir olaya tanık olur. Sırtlanlar bir ceylan yavrusunun peşindedirler. Anne ceylan sonuna kadar yavrusunu korumak için her türlü yola başvurur. Sırtlanlara saldırmayı bile göze alır. Ama sonunda yavrusunu kaptırır. Öylece yavrusunun parçalanışını izler. Sırtlanlar uzaklaşırlar. Anne ceylan donmuş, kaskatı durmaktadır. Göçten geri kalmıştır. Artıkları yemek için çakallar gelir. Anne ceylan birden çakallara büyük bir hırsla saldırır. Bir anne olan biyologa bu davranış çok insani gelir. O anda anne ceylanın zihnini okuyabilmek için yakıcı bir istek duyar ama bunun bir yolu yoktur. Ölen arkadaşının başında bekleyen ve kimseyi ona yaklaştırmayan kedi ve köpek hikayelerini bilirsinizdir. Ben daha yakın zamanda saksağanların ölü bir arkadaşlarına köpekleri yaklaştırmamak için saldırdıklarını gördüm. Kontrol ettim, saksağan yeni de ölmemişti. Yani belki ölmemiştir diye düşünmeleri için de neden görünmüyordu. Bazen hayvanlar bize çok şey öğretebiliyor. Ben yakın bir şekilde sahibini gömüldüğü mezara kadar izleyen ve mezarın başında saatlerce bekleyen kedi biliyorum. Yakınları çok duygulanmış ve kediyi almak istemişler, fakat o zaman kaçmış. Bunu köpek yapsa acayip gelmezdi ama, kedinin yapması çok ilginç. Kedi bağımsızlığına çok düşkün hayvandır. Böyle bağlılık pek yapmaz. Atlar sıklıkla sahiplerini kurtarmışlar, düştüğü yeri diğer insanlara göstermişlerdir. Yunusun yüzgecine tutunarak kıyıya varan deniz kazazedelerine pek inanasım gelmiyor ama anlatılıyor. En bilinen örnek, kedinin ciddi bir ısırışla dişleri etinizi makas gibi kesebilecekken, onunla oynadığınızda çok ölçülü ısırması ve oyunun heyecanına kapılmadıkça tırnaklarını çıkarmamasıdır. Çok oynar şımartırsanız dikkatini kaybeder. Oynarken çok heyecanlanıp deli gibi perdeye kornişlere kadar tırmanan kedi görmüşümdür. Benim kuşum inanılmayacak derecede evden kaçma eğilimi sıfır bir kuştu. Balkona uçar, U çizer geri gelirdi. Buna inanamazdım, çünkü muhabbet kuşları fırsatını buldu mu kaçarlar. Hayvan deyip geçmeyin. Ne düşündüklerini hiç birimiz bilmiyoruz...
  17. Olur böyle şeyler. Ben de müslümanken ateist oldum. Tanıdığım bir çok kişi de var, müslümanken benden ileri ateist olan, radikal ateist değilim diye bana kızan. Videonun başından adamın bir duygusal travma sonucu müslüman olduğu belli. Zaten bu işler böyle yürür. Adamın duygusal travması anne kaybı. Annesi çok iyi bir insan olduğu, çok hakettiği halde mutlu bir evlilik yaşayamadan ölmüş. Adam bunu hazmedemiyor. Annesinin, iyiliklerinin karşılığını bir şekilde alması gerektiği konusunda şiddetli bir duygusal durumu var. O iyi kadının ölüp, mutlu bir hayat yaşamasıyla mutsuz bir hayat yaşaması arasında hiç bir fark olmamasını içine sindiremiyor. Daha baştan psikolojik durumunu ele vermiş. Tabii çok yanlış düşünüyor. Evrim iyiye doğru ilerler ve ilerlemesi için bireylerin ölmesi şarttır. Ölüm olmadan evrim olmaz. Ölüm olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Hepimiz mutlaka ölmeliyiz. İyiliklerimiz ve kötülüklerimizi geride bırakarak. Bu hayat tecrübelerinin toplamı, insanlığın biyolojik evrimin ötesinde, daha önemli olan kültürel evrimini geliştirir. Çok çalışkan ve zeki biriysek, insanlığa anlamsız ve gerçek dışı dogmatik inançlar bırakacağımıza, bilimsel gelişme miras bırakabiliriz. Bu ise en önemli evrim, bilimsel evrimdir. Bilimin ise nereye kadar yol alacağını kimse kestiremiyor. Evreni fethedebilecek miyiz, varlık bilgimizi kodlayıp bir karadelikte saklayarak başka bir evrende yeniden filizlenmemizi sağlayacak bir bilgi tohumu bırakabilecek miyiz? Bunları kestirmek için henüz çok erken. Güneş bir milyar yıl daha dünyamıza dostça ışıyacak ve çok büyük bir aymazlık yapmazsak, bu çok uzun bir süre... Belki de bunları başaracaklar ve yepyeni şartlarda, yeni bir evrende yeni şanslarımız olacak. Çünkü tek bir evrenin apansız oluşması mantıksızdır. Çoklu evrenler olmalıdır. Bu evrenler de canlılar gibi doğar, genişler, ölür ve evrimleşirler.
  18. İkiz kuleler saldırısını gerçekleştiren teröristlerin isimleri bellidir. Bunlar saldırı hazırlığı için pilotaj eğitimi almışlardır. Planlarını inceden inceye hazırlamış ve nasıl en fazla zararı verebileceklerini hesaplamışlardır. Bunun için uçakları çarpmadan önce yana eğmişlerdir. Böylece kanat depolarındaki benzin olabildiğince fazla kata boşalmıştır. Uçak benzini katkısız ve yüksek kalorili bir yakıttır. Otomobil benzininde vuruntu olmaması ve motorun gürültülü çalışmaması için yanmayı yavaşlatıcı katkılar kullanılır. Uçak benzini ise saftır ve son derece parlayıcıdır. Yüksekte esen rüzgarların da etkisiyle benzin yüksek ısı vererek yanmıştır. Bu yüksek ısı, binaların çelik konstrüksiyonunu hızla korozyona uğratmış ve yumuşayan çelikler, üst katların ağırlığını taşıyamaz hale gelmiştir. Üst katların aniden çökmesi, alt katların üzerine çekiçle vurma gibi şiddetli bir etki yapmıştır. Zaten aşağı akan benzinin bir kısmı da alt katlarda yangın çıkardığı için alt katların dayanımı da azalmıştı. Çelik konstrüksiyon binalarda çelik iskelet cam ve alçı ile kaplanır. Uçak çarptığı anda zaten çarpma bölgesinde şiddetli darbeyle cam ve alçı toz halinde dökülmüş ve benzin direk çelik iskeleti sarmıştır. Çelik normal şartlarda çok sert olmakla birlikte ısı etkisiyle yumuşar ve özelliğini kaybeder. Bu, uçağın çarptığı katlarda olan olay. Çelik ani darbelerle ise fayans gibi kırılır. Titanik bu yüzden parçalanıp ikiye bölünmüştü. Bu da alt katlarda olan olay. Çiviyi tahtaya saplamak için çok büyük kuvvet gerekir ama çekiçle çok rahat çakarsınız. Üst katların yanma bölgesinde alt katların üzerine çökmesi, bu etkiyi yapmıştır. İkiz kulelerin çökmesi Ortadoğu'da bayram şeklinde kutlanmıştır. Yani bu olayın planlanması bir yana, bu yönde bölgede şiddetli bir eğilim zaten vardı. Sonuç alındığında bayram yaparak ölümleri kutladılar. Bu da gösteriyor ki ABD ye ciddi bir zarar vermek için büyük bir istek mevcuttu. Ama tabii bu İslamcı terörist örgütleri ABD Sovyetlere karşı kurmuştu. Silah geri tepti. Sonra tekrar tepti, Afganistan ve Irak mahvoldu. Bu işler böyle yürüyor. Silah bir o tarafa tepiyor, bir bu tarafa. Kazanan ise silah tröstleri... Sanırsam Savaş Tanrısı filmini izlemişsinizdir. Nicholas Cage oynamıştı. Savaş tanrıları kan ister. Kana kan, sonra kana yine kan, yine kana kan... Böyle sürer gider ve böyle beslenirler.
  19. Fazla da üzülmeyin. Bu dünyada absürd iddialar ortaya atmanın bir sınırı kalmadı. Bu absürd ötesi iddialara göre Ay'a hiç bir zaman gidilmemişmiş! Ara ara absürdlük hevesi hortlar, bıkmadan usanmadan birileri Mars'ın o sene Ay kadar görüneceğini iddia etmekten nedense bir türlü usanmazlar. Yani üzülmeye değmiyor. Absürdlük artık sınır tanımıyor.
  20. Bunun en acı örneği 1979 da yaşanan Kabe baskını olayıdır. Bu olayda, krallığa karşı ayaklanan isyancılar Kabe'yi ele geçirdiler. Buradan propaganda yürüteceklerdi. Suudi krallığı kendi güçleri ile bu olayla baş edemeyince Fransa'dan özel timler çağırdı. Fakat müslüman olmayanların Kabe civarı olan "mescidi haram"a girişleri ayet dayanağı ile haram olduğu için timler çalışamadılar ve başarılı olamadılar. İsyancılar ise durmadan propaganda yapıyordu ve sorunun çözümü Suud krallığı açısından acildi! Amerikan özel kuvvetleri bu sorunu çözebileceğini bildirince Suud krallığı hemen kabul etti. Amerikalılar mescidi harama girmeden bu isyanı bastırmanın olanaksız olduğunu söylediler. Suud müftüsü hemen çözümü buldu: Askerlere şehadet getirtilecek ve içeri dalacaklardı. Kağıtlara latince harflerle şehadet yazıldı ve askerlere dağıtıldı. Amerikalılar ciklet çiğneyerek ve ağızlarını yayarak, gülüşerek bu kağıtları okudular. Artık müslüman olmuşlardı. Mescidi harama dalıp isyancıları öldürmeye başladılar. Elektrikli su, zehirli gaz, ateşli silah, el bombası, her şeyi kullanarak isyancıların önemli kısmını öldürdüler. Kalanlar başka çare olmadığını görünce teslim oldular. Mescidi haram dahilinde sinek öldürmek bile haram sayılıyordu ama bunlar krala, yani Allaha karşı geldikleri için sinek bile sayılmazlardı. Sinekler Allaha isyan etmezdi ki! Sağ yakalanan 400 kadar isyancı Suudilere teslim edildi. Amerikan özel timleri yine cikletlerini çiğneyerek ve nasıl müslüman olduklarıyla ilgili şakalaşıp gülüşerek çekip gitti. Suudiler Kuran ayeti gereğince isyancıların bir ellerini ve bir ayaklarını çaprazlama kestiler. Sonra kanlar içindeki insanları astılar. Kanlı cesetler insanlara ibret için teşhir edildi. Suudi - Amerikan yakınlaşması bu olayla başlamıştır.
  21. Müslümanların "kelam ilmi" adını verdikleri ve bunun anlamı her neyse, bu işi ortaya atanların yaptığı yorumların tümü "mecaz" argümanına dayanır. Bu kelamcılar oturmuşlar, Kuranda ne kadar akla aykırı, kabul edilemez, olmayacak anlatım var, hepsini "mecaz" deyip geçiştirmişler. Kuranda Allahın elinin biat eden müminlerin elleri üzerinde olduğu mu söyleniyor? "Mecaz"! Kuranda Allahın gökte tahtında oturduğu mu söyleniyor? "Mecaz"! Kuranda yıldızlar kandil, şeytanlara atmalık taşlar mı deniliyor? "Mecaz"! Hatta bu mecaz işi giderek öyle raydan çıkmıştır ki, günümüzde ayetlere mecaz demenin hiç bir sınırı kalmamıştır. Bu işi başlatan tabii kelamcılar. Bir iş bir başlamaya görsün, artık çığrından çıkar. Zaman modernleştikçe ve Kuranın bu modern çağa ayak uydurmasının kesinlikle olanaksız olduğu görüldükçe, mecaz iddiaları ayyuka çıkmıştır. Kuranda hırsızın elini kesme gibi insanlık dışı bir ceza mı var? "O öyle değil o! Hani adamın ayağını kahveden kesersin, kahveye gitmez ya! İşte öyle! Hırsızı hırsızlıktan men etmek!" Kuranda, cehennemde inanmayanlara yapılacağı iddia edilen insanlık dışı, hiç bir insan vicdanının kaldıramayacağı ve bu akıl dışı anlatımlara inanmayı, sağlam vicdanın direk reddedeceği sadistliğin mümtaz örnekleri işkence anlatımları mı var? "Mecazdır o mecaz"! Görüldüğü gibi mecaz deyip işin içinden sıyrılınamayacak hiç bir konu yok. Bu savunu tarzına göre, "bu gün parlak, bulutsuz ve güneşli bir gün olacak" cümlesinden asıl kastedilen, "bu gün gökyüzünden parlak ışıklar saçan bir UFO'nun geleceği ve bize güneş gibi parlak bilgi ışıkları getireceği" olabilir. Bu kadar sıradan bir cümle, insanlığın kurtuluş gününü müjdeliyor olabilir. Tabii inanırsan...
  22. Muhammede ilk ayetin mağarada iken Cebrail tarafından getirildiği ve Cebrail'in Muhammed'i sıkıştırıp oku diye üstelediği filan elbette uydurma hikayeler. Bu hikaye üzerine şimdiye kadar söylenenlerden başka bir şey ilave etmeye gerek yok. Biz Kuran'da bu konuda ne yazıyor, ona bakalım. Kuran güvenilir, doğru bir kaynak olduğu için değil. Kuranı da dönemin Arapları yazmıştır, tıpkı hadisler gibi ama, Kuran'ın bir farkı var. Kuran ibadet amacıyla sürekli okunduğu için ezberleniyordu. İşleri güçleri Kuran ezberlemekten başka hiç bir şey olmayan ashabı Suffa denen adamlar vardı. O yüzden Kuranı değiştirmek pek kolay bir iş değildir. Ömer bile recm ayetini Kurana almadıklarını farkettiğinde Muhammed ölmüş olduğu için bir şey yapamamış, bu ayet dışarda kalmıştır. Ben demiyorum, rivayet öyle. Ki Ömer, Kuranı yazan ekibin en güçlü üyesidir. Muhammed'in tek görevi, ekip tarafından kararlaştırılan ayetleri Allahtan geldi diye duyurmaktan ibarettir. Ekip Muhammedi bizim sana söylediklerimizden başka bir şeyi ayet diye duyurursan seni öldürürüz diye tehdit etmişlerdir. Bunu da Kurana yazmışlardır. Neyse, Kuranda ilgili olay 81 nolu bölümün 19-25 pasajları arasında bahsedilir: 19. o şüphesiz değerli bir elçinin getirdiği sözdür 20. o elçi güçlü arşın sahibi katında çok itibarlıdır 21. o orada sayılan güvenilendir 22. arkadaşınız mecnun değildir 23. andolsun ki onu apaçık ufukta görmüştür 24. gaybın bilgilerini esirgemez 25. o lânetlenmiş şeytanın sözü de değildir Görüldüğü gibi Kuranı yazan ekibin derdi gücü, Kuranı kendilerinin yazmadığına, Allahtan bir elçi tarafından Muhammede getirildiğine insanları inandırmak. Öbür yok Cebrail Muhammedi sıkıştırmış, yok oku diye üstelemiş, Muhammed okuma bilmem demiş filan bunlar işin hikaye kısmı. Ekip bir tek konuya odaklanıyor: "Bu ayetleri biz yazmıyoruz, Allah bir elçi ile Muhammed'e gönderiyor." İnsanların inanmasını istedikleri tek konu bu. Gerisi önemsiz, teferruat ve rivayet. Bu arada Muhammed'in mecnun olduğu için böyle sözler sayıkladığı, ayetlerin şeytandan geldiği gibi iddiaları da reddetmekten geri durmuyorlar. Tek dertleri var: "bu ayetleri Allah Cebrail ile Muhammede gönderiyor. Biz filan haşa yazmıyoruz. Başkası da göndermiyor. Muhammed kendi de uydurmuyor." Bunu kabul ettirirler, ayetleri kendilerinin yazdıklarını ve Muhammedi kullandıklarını gizleyebilirlerse amaçlarına ulaşacaklar. Tarih gösteriyor ki bunu başarmış ve amaçlarına ulaşmışlar.
  23. democrossian şurada cevap verdi: Canraşit başlık Felsefe
    İnsana hiç bir sahip olduğu, kendi dışından verilmemiştir. İnsan her ne biliyorsa kendi deneyimleri ile öğrenmiş ve kendi aklıyla keşfetmiştir. İnsan türü, diğer kuyruksuz primat türlerinden evrimsel olarak ayrıldıktan sonra, milyonlarca yıl boyunca avuç içi baltadan başka bir icat yapamamıştır. Bu baltaya bir sap takmak ve daha sonra da mızrak, ok yapmak insanlık tarihinde daha dün yapılan buluşlar kadar yenidir. Tekerlek, yazı, demir, bunlar insanlık tarihine göre kıyaslandığında çok yeni buluşlardır. Bu bakımdan, insana sahip olduklarını tanrı verdi demek, tamamen dogmatik bir uydurmadır. Tanrı diye bir şey zaten yoktur. Evrimsel olarak bize en yakın tür, yani en yakın geçmişte ayrı türler haline geldiğimiz, evrimsel kuzenimiz olan şempanzeler, sürü içgüdüsü ile çok vahşi, çok saldırgan, hatta yamyam olabilirler. Tıpkı kuzenleri olan bizler gibi. Fakat birey olarak nazik hayvanlardır. Bir şempanze ile rahatlıkla pikniğe gidebilirsiniz. Size çalı çırpı toplar, uygun boyda kırar ve yere yerleştirip ateş yakabilir. Etleri şişe geçirip ateşte çevirerek kızartıp size ikram edebilir. Çok da duyarlıdırlar. Yine başka bir kuzenimiz olan Bonobo isimli bir goril, işaret dili öğrenmiş ve doğum günü hediyesi olarak ne istediği sorulunca bir kedi yavrusu istemiştir. Getirilen kediyi ihtimamla beslemiş, büyütmüş ve kedi yaşlanıp ölünceye kadar bakmıştır. Kedi nerede diye işaret diliyle sorulduğunda işaret diliyle kedi gitti, ben üzgün işaretleri yapmıştır. Bir şempanze yere bir şey düşürdüğünüzde nazikçe alıp size uzatır. Bir bilimci bir deney yapmış. Kalemini kasten yere düşürüp iki şempanzenin yerden alıp kendisine vermelerini sağlamış. Fakat ödül olarak birine muz, birine salatalık veriyormuş. Bu adaletsizlik bir kaç kez tekrarlanınca salatalık alan şempanze isyan etmiş. Açıkça görülüyor ki vicdan, evrimsel bir kazanımdır. Biyolojik bir kazanımdır, çünkü evrim beyinlerimizde ayna nöronlar gelişmesini sağlamıştır. Bu nöronlar empati sağlar. Karşımızdakinin sevinçleri, acıları bize de yansır. Bu nöronlar şempanzelerde de vardır fakat insanda fazladır. Kendimizi başkalarının yerine koyabilir, onların başına gelenlerin bizim de başımıza gelebileceğini, iyilik ve kötülüklerin yansıyıp geri dönebileceğini, iyiliklerin yaygınlaştığı toplumlarda bireylerin mutlu ve huzurlu, kötülüklerin yaygınlaştığı toplumlarda bireylerin huzursuz ve mutsuz olacaklarını çok iyi biliriz. Sonuç olarak vicdan, evrimsel bir kazanımdır. Kimse tarafından bahşedilmiş bir şey değildir.
  24. democrossian şurada cevap verdi: pinarkesilmez başlık Sağlık (Genel)
    Bütün güzel kokular gibi gülyağı da çok uçucu bir madde ve ne ile karıştırılırsa karıştırılsın kalıcılığını çok da artırmak olası değil. Su ile karıştırmak en kötü fikir. Çünkü su bu molekülleri çözemez. En iyi çözücü alkoldür ve kokuyu en etkin hale alkol getirir. Bazı yağlar da çözücüdür ve iyi fikir. Alkol kadar hızlı buharlaşmayan yağlar kokuya bir ölçüde kalıcılık sağlar. Neyse, çok kalıcı hale getirmeye de gerek yok zaten. Çünkü burundaki koku reseptörleri ilk algılamada yüksek uyaran sinyali üretirler. Koku uzun süreliyse reseptörlerin sinyal düzeyleri düşmeye başlar. Reseptörler bile akıllı, kendilerini boşa yormuyorlar. Ortamda sürekli bulunan bir koku, giderek tümüyle algılanamaz hale bile gelebiliyor. Gül bahçesine ilk girişte enfes kokudan çarpılırsınız. Ama bir saat orada oturun, kokuyu zor almaya başlarsınız. Gün boyu oturursanız koku sanki kaybolmuş gibi olur. Parfümeri bu yüzden topluma hitap eden bir olgudur. Sürekli birlikte yaşadığınız kişinin parfümüne burnunuz alışır. Ama parfüm kullanan biri ile ilk karşılaşanlar parfümü derhal hisseder. Ben şahsen asansöre bindiğimde filanca benden önce asansördeymiş diye hemen anlarım. Halbuki birlikte yaşadığı kişi bu parfümü algılamayabilir. Parfümleri sürekli kullanmayın. Aralıklarla değiştirerek farkedilirlik sağlayabilirsiniz elbette ama, kişiliğinizi en iyi yansıttığını düşündüğünüz bir parfüm vardır. Onu her gün kullanmayın ki kullandığınızda farkedilsin.
  25. Önceki onayladığım cümleler son derece doğruydu ama bu cümle yanlış. Böyle bir garantiyi nerden alabilirsiniz ki? Yok böyle bir garanti. Suikast ve kargaşa amaçlı bir fedailer grubu yetiştirip bunların beynini yıkamak ve koşulsuz itaatlerini sağlamak için bir inanç sistemi üretmek her zaman olan olaylardan. Özellikle de dinler ölüm sonrası huriler, şaraplar, bol yiyecek vaadiyle fedaileri göz göre göre ölüme gönderebilmek için biçilmiş kaftan. İnanç sistemleri mutlaka kötü amaçlar için kurulmaz. Böyle bir koşul da yok. Sonradan yozlaştırılmaları da ihtimal dahilinde. Ama bunların olasılık dahilinde olması, hep böyle olduğu anlamına gelmez. Tüm inanç sistemleri iyi amaçlarla kurulmuş ama sonradan yozlaştırılıp kötü amaçlara alet edilmiştir diye bir genelleme yapmanın bir yolu yok. Her üç olasılığın da olabilirlikleri var. İyi niyetle kurulmuş bir, kötü niyetle kurulmuş iki, iyi niyetle kurulmuş ama yozlaştırılmış üç. Hatta dördüncü olasılığı da eklemeye bir engel yok: Kötü niyetle, yağma, talan, köleleştirme amacıyla kurulmuş ama birileri düzenlemiş, iyi amaçlar için kullanılabilir hale getirmeye çalışmış. Bu da bir olasılık. Örneğin bir inanç sistemi kendine bağlanmayanları ölüm sonrası işkencelerle tehdit eder, ama birileri kalkıp bunu düzenler, ölüm sonrası işkencenin insanlık suçu işleyenlere yapılacağını iddia eder. Bu durumda niyet hadi diyelim iyi olsun ama, bu yöntem mutlaka geri teper. Birileri de kalkar, orijinal halini savunur. Böylece de inanç suçu diye bir uydurma yaratılmaya devam edilir. İnanç sisteminin ana kaynağı kitabı iyi bilenlerin bunu yapmasının önüne geçemezsiniz. Sizin çarpıtarak yaptığınız iyileştirmeleri yutmazlar. İyi niyetli de olsanız bir de üstüne üstlük çarpıtmakla, yozlaştırmakla itham edilirsiniz. Çünkü bu yaptığınız düzenleme, bizzat sistemin kurucularını ölüm sonrası işkenceye mahkum edebiliyor!!! Ne demek istediğimin, hangi sistemi ve kurucusunu veya kurucularını kastettiğimin anlaşıldığını umarak isim vermiyorum. Ben isim vermekten çekinmem ama, rencide amaçlı yazdığım iddiasıyla üzerine alınan olabiliyor. Maalesef ifade özgürlüğünde alacağımız daha çok yol var. Tarihsel değerlendirme yapılırken kimsenin duyarlıkları, alınganlıkları dikkate alınamaz. Ama koşullarımızın realitesi o ki özgürce fikir açıklandığı zaman hakaret, aşağılama, rencide etme iddiaları gündeme getiriliyor. Ülkeyi bir mağdur edebiyatıdır sardı. Öldürülürsün, hâla katil mağdurdur. Ne yapalım, ne kadar köfte, o kadar ekmek deyip bu kısıtlı özgürlüğü sineye çekelim. Bu kadarlık özgürlük ortamında anlayana sivrisinek saz demekten başka çıkar yol kalmıyor. Gerçi ülkemizin kurucusu en büyük devrimci Atatürk'e hakaret etmeye hiç bir yaptırım uygulanmazken, hatta teşvik varken, nutuk, gençliğe hitabe bulundurmak iddianamelerde suç kanıtı olarak tanımlanırken dinin bu kadar kalkanlanması utanç verici ama günümüz koşullarının cilvesi, bu da geçer yahu diyeceğiz ne yapalım. Neyse, sonuç olarak inanç tartışmaları bitmek bilmez bir doğaya sahiptir ve insanlık tarihinde icat edilmiş en güçlü ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, ötekileştirici araçlardır. Laiklik de tam bu yüzden var. Devletlerin ideolojisi, dini filan olmaz. Kişilerin elbette olur. Bu kişiler laik olmaz anlamına gelmez. İnancını devlete temel yapmaya kalkmayan kişi de inancı ne olursa olsun laiktir. İnancı din değil, ateizm ve dinsizlik de olsa, bunun da devletin yapısını kurmakta baz alınmasını öneremez. Tanrıya inanmak gibi inanmamak da bir inançtır. Biri olduğuna inanıyor, biri olmadığına inanıyor. Ateizm bazlı devlet de kurulamaz. Laiklik bunu da içerir. Devlet yapılanmasında din ile tanrı ile dogma ile ilgili hiç bir önerme bulunamaz. Laiklik budur. Ben ateistim. Ama inancımı asla devlete baz olması için önermem. Din devletine ne kadar karşıysam, ateist devlete de o kadar karşıyım. Kimsenin dini beni hiç ilgilendirmediği ve bağlamadığı gibi, benim ateistliğim de hiç kimseyi ilgilendirmez ve bağlamaz. Ateistsem kendime, dindarsa kendine...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.