Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

democrossian

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.954
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    24

democrossian tarafından postalanan herşey

  1. Sinyalleri beyne ileten sinirler, beynin kendisi de olmaz madde olmazsa. Üstelik maddeden yansımadan o sinyaller de oluşmaz. Madde üzerinden maddenin aslında olmadığını açıklamak komik olmuyor mu? Beyne yapay rüya gördürdüğünüzü varsayın. Bunun için sinyal üreteci bir bilgisayar kullanacaksınız ve beyin - bilgisayar arayüzü. Bunlar da hep madde olacak. Evreni simüle etmek için evrenden daha karmaşık ve gelişkin, organize bir bilgisayar sistemi gerekir. Evreni yaratmak varken evreni simüle eden bir bilgisayar yaratmak öyle mantıksız olur ki, bunu ancak HY gibiler hezeyan şeklinde düşünebilir. Ben bu HY akıllarına uyanların olmasından hayrete düşüyorum. Demek teknoloji geliştikçe dindarlar buna uyum sağlamakta çok zorlandıkları için hepten dengeyi kaybedecekler. Ne yapsalar dini koruyamazlar. Din giderek inandırıcılığını kaybedecek. Bundan kurtuluş yok. İnanan ancak hezeyanlara inanabilen kişiler olacak. Din can havliyle yılana sarılmış durumda. Son çırpınışları bunlar... Binlerce yıl geriye gidip Platon öğretilerine bile can simidi gibi sarılması bunu gösteriyor. Platon şöyle demişti: Mağarada sırtları dış dünyaya dönük oturan kişiler sadece gölgelerinin duvarda yansımasını görürler. Gölgeleri varlık sanırlar. Aslında asıl varlıklarını görmemektedirler. Kavramların mükemmel karşılıkları ruhlar alemindedir. Gördüklerimiz eksik gölgelerdir. Ruh bedenden kurtulunca gerçeği görür. Bu mistik, uyuşturucu, felç edici, zehirli bir fikirdir. Bu fikre kapılan soğukta uyuşmuş sinekten farksız olur. Yaşıyor sayılmaz.
  2. Aslında bu heykeller Reform ve Rönesansın başarısını, ortaçağ bataklığından kurtuluşu temsil ediyor. Nasıl da eski Yunan ve Roma kültürleri ile hristiyan inançlarını sentezlemişler. David ve Musa heykeli ile Apollon, Hades heykelleri yan yana... Bu işin mitolojiden öte olmadığını çözmüşler. Eski mitoloji ile yeni mitoloji arasında hiç bir fark olmadığını anlamışlar. Çünkü ikisine de aynı özeni göstermişler. Bir sanat, bir kültür olarak ele almışlar. Öyle kutsaldır, aman heykeli resmi yapılmaz, aman saygısızlık olur filan dememişler. İşte insanlık kültürü bu ve biz bundan daha hâla fersah fersah uzağız. Bir Muhammed resmi yap, yer yerinden oynar, cam çerçeve kalmaz. Bir film çekilip bir adam Muhammed rolü oynayabilir mi? Kıyamet kopar. İşte uygarlık, işte gerilik...
  3. Bir de belleğin bilerek kurtulmak istediği için silip yok ettiği ve bilinçaltına giden kareler var. Ben yıllardır çabalayıp çok sevdiğim kartopu kuzumun bazı görüntülerini hatırlamayı başardığım halde, kesildiğini nasıl öğrendiğimi ne yapsam hatırlayamadım. O anı beynimden tamamen yok edilmiş. Sanırsam bilinçaltımdan bile silinmiş ya da çok çok derinde, kesinlikle çıkmıyor. Babamı artık kaybettim ama hâla kuzuma nasıl kıyıp kesebildi diye hafif bir öfke içimden hâla geçiyor.
  4. Adam trafik kazasında ağır yaralanmış ve komaya girmiş. Bir dizi ameliyattan sonra uyandırmışlar. "Tanrım ne olur bana bir şans daha ver" diye dua etmiş. İyileşmeye başlamış ve kısa sürede ayağa kalkmış. "Bana istediğim şansı verdiğin için çok teşekkür ederim tanrım!" demiş. Sonra doktorlara: "Madem hayata döndüm, ikinci şansımı kullanacağım, beni sıfırlayın. Her yerimi estetikten geçirin, buradan çıkınca en güzel kızı tavlayayım" demiş. Servetinin yarısını ödemiş (yarısını da tavlayacağı kıza saklamış) ve doktorlar adamı cillop gibi yapmışlar. Güneş gözlüklerini takıp John Travolta edasıyla caddeye çıkmış ki, acı bir fren sesi ve her şey kararmış. "Ama tanrım" diyebilmiş son anda... "Hani bana bir ikinci şans vermiştin?" Belli belirsiz bir ses duymuş son olarak: "Kusura bakma, tanıyamadım!"
  5. Hiç düşünür müsün Gloria, anılarımız videolardan çok fotoğraflar gibidir. Bu fotoğraflar gibi. Pek kesintisiz bir video izleyemeyiz belleğimizden. Donmuş enstantaneler, bir ses, bir koku, bir yüz, bir duruş... Aklımıza takılanlar bunlardır. Bazen ayrıntılar bile silinir, bakışlar donuklaşır. Geçenlerde çocukluk kız arkadaşımı gördüm. Gözlerime inanamadım. Nasıl da değişmişti! Anılarımda saklanan o masum, neşeyle gülen yüz çoktan yok olmuştu. Yorgun bir yüzü vardı artık. Keşke görmeseydim. O çocuk yüzü kalsaydı belleğimde... Beni Temel yapar, kendi Safinaz olur, sesini cırtlatarak "Temeeeel!" diye bağırırdı, ben de ıspanak kaşıklar gibi yapıp sesimi kalınlaştırır "geldim Safinaaaz" derdim. Kahkahalarla gülerdik. Hayat sadece donmuş karelerden oluşan bir albüm. İlk sayfalara gittikçe silikleşen, siyah beyaza dönüşen kareler... Hangisi ölmüş, hangisi hâla hayatta, farketmeyen...
  6. Bir dakika ama... Tanrı egoist diye başka başlıkta dedim ve ironi olarak söylediğim açık. Bu tabii ayrıntı ama ben ayrıntılara biraz önem veririm. Ciddi söylediğimle ironik söylediğimin karışmasını istemem. Ben insan onurunun hiç bir güce boyun eğmemekle gerçekleştiğine inanırım. Ölümse ölüm. Acıysa acı. Hele olmayan, hayali bir güce sığınmayı asla kabul edemem. İnsan onuru her türlü boyun eğmeye izin vermez. Her istediğini vereceği iddia edilen bir güç bile olsa. Bu bence düşük bir menfaatperestlik. Ölmek üzereyken asla tanrı denen uyduruk hayalete dua etmeyeceğim. Onurumla öleceğim. İnsan çok çıkarcı bir yaratık. Çıkarına yaratımlarda bulunuyor. Tanrıyı da çıkar için yaratmış. Sevgi dolu tanrı ise kolay. Yaptığın küçük tatlı kurabiyelere bile tapabilirsin. Ya da kırmızı akide şekerlerine. İnanç bu, tamamen özgürdür. Tek tanrılı iddiasıyla ortaya çıkan, aslında hiç öyle olmayan din, totemlere düşman olmakla insanlığa en büyük kötülüğü yapmış. Bu bir cinayet. İnsanlık kültürüne, düşünce ve inanç özgürlüğüne karşı işlenmiş bir insanlık suçu...
  7. Şu binlerce yıllık Platon öğretisini bu yüzyılda bile tekrarlamaktan bıkmadınız ya, ne diyeyim... Bizi şurda bir kaç yüzyıllık Darwin öğretisini veya yüz yılı doldurmamış Atatürk ilkelerini ezberlemekle suçlayanların 1400 yılı da aşıp milattan önceki bin yıllarda takılmaları ve öteye geçememeleri... Bilemiyorum. Bu kadarı çok ama çok fazla ve buna isyan edersem kırıcı olacağım için susmak zorunda kalıyorum...
  8. Hayal gücü elbette sınırsız ama, olamayacak tek şey, bir şey oldum, bu bitecek, sabit bir şey olacağım. Yani şu hani Fazıl Say'a on ay hapis verilmesi utancına neden olan Hayyam dizeleri var ya... Ne kadar da gerçek. Absürd olan bir şey varsa bu hurili gılmanlı inanç sistemi. Böyle bir şey hiç olabilir mi yahu? Hele şu demircan hocanın fantezileri, yani tekrarı abes artık, hiç gerek yok, biliyorsundur. Ya hiç böyle saçmalık olur mu? "Allah beni erkek yaratmış, sonsuza kadar da erkek olacağım. Allah beni sonsuza kadar kayırıp kollayacak, seks köleleri verecek bana!" Yok ya? Alır da kaçar mısın? Yani bu inancın ne kadar abes ve absürd olduğunu anlatmaya gerek bile duymuyorum, bunlar olamayacak şeyler. Eğer bir tanrı böyle şeyleri yapacak olsa, böyle tanrı olmaz komaz olaydı dememiz lazımdı. Neyse ki tanrı filan kesinlikle yok ve böyle abuk sabuk işler olmayacak...
  9. Tanrı insan haklarını yazacağına "tanrı hakları" nı yazmış. Aşırı egoistmiş. Kendine tapıyor ve her şeyin de tapmasını istiyormuş. Hakkı olan tek kendisiymiş. Başka hak yokmuş...
  10. Ben bu yazılanlarda benim yazdıklarıma yanıt oluşturan hiç bir şey göremedim. Zaten de köleliğin savunulabilecek bir yanı yok. İnsanlık dışıdır.
  11. Zaten Kuran, inanç suçu diye bir kavramı icat ettiği için insan haklarına temelden ve özünden aykırıdır. İnanç suçu diye bir kavramı uydurmak ve buna ceza vereceğini söylemek, insanlığı kökünden yok eder. İnanç suçu diye bir şey olamaz ve yoktur. Şahsen benim, bu yüzden Kuranı insanların kafalarından yarattıklarına inanmamdan beni vaz geçirecek hiç bir etken olamaz ve yok. Sadece bu neden, benim için yeterli.
  12. Elbette… Öncelikle söylemeliyim ki bahsettiğin konular çok karışık konular. O yüzden kafanın karışması ve hatta neden bahsettiğinden emin olamayışın çok normal. İçinden çıkamamak da normaldir. Önemli olan bu tür işlere kafa yormak. Çoğu kişi böyle işlere kafa yormanın zararlı olduğunu düşünür. Bense buna da yormayacaksak neye yoracağız biz bu kafayı diyorum. Derin düşüncede takıntı riski elbette var. Ama göze alınabilir ve risk önceden biliniyorsa korunulabilir. Filmi elbette izledim, bilim kurgu kültü çünkü. İzlememiş olsam ayıp olurdu. O sahneden ben de önce pek bir şey anlamadım. Benzer bir sahne, “Prometeus” filminin başlangıç sahnesi. Bir uzaylı kendini moleküllerine ayrıştırarak genetiğini dünya sularına karıştırıyor. Böyle olaylar gerçekte olmadı. Kubrick’in monoliti de yok. Bunları simgesel anlatımlar olarak ele almak gerek. Ya da Mission Mars filminde dünyayı canlandıran ve kendileri ölen Marslılar… Böyle şeyler olmadı. Fakat bunlar salt gerçeğe dair düşünsel yansımalar. Gerçek ise şu: Big bang ilk başlangıç değildir. Zaman ve mekana sınır koymak olanaksızdır. Sonsuz zamanda belli bir an gelip niye tek bir evren oluşsun? Evren bir canlı gibi doğan, büyüyen ve ölen bir şeydir. Fakat ölmekle yok olmaz. Nesli devam eder ve evrimleşir. Buna çoklu evrenler kuramı diyoruz. Bu döngü sonsuzdur, varlık var edilmemiştir. Bu yüzden yok da olmaz. Biçim değiştirir. Önemli olan şu ki evrenlerin de canlılar gibi nesiller boyu evrimleşmesi. Evrim için bir genetik mekanizma şart. Biz canlılar genetik yapımız sayesinde evrimleştik. Genetik olmadan evrim olmaz. Evrenlerin genetiğinin ise karadelikler olduğu düşünülüyor. Hawking karadelik tarafından yutulan her şey gibi bilginin de yok olacağını söylemişti. Uzun tartışmalardan sonra karadeliklerin bilgiyi saklayabileceğini kabul etti. Bu eğer gerçekse, çok önemli. Bib bang oluşumunun, karadeliklerin çarpışması ile tetiklendiği sanılıyor. Çünkü kozmik mikrodalga fonunda dalgalanmalar var. Bu desen, galaksi topaklaşmasının tetikleyicisi. Aksi halde düz bir patlama maddeyi homojen dağıtır ve hiçbir şey oluşmazdı, gazdan başka. Peki karadeliklere varlık bilgimizi yollayabilir ve başka bir evrende yeniden var olmamızı sağlayabilir miyiz? Anahtar soru bu. Monolit de bence bu depolanmış bilgiyi simgeliyor. Ama tabii bunu bir taşa depolayamayız. Bilgiyi bozulmadan çok uzun süre saklamanın yolu karadelikler gibi görünüyor. Bunu anlamak için çok ileri teknoloji gerekiyor. Ama güneş en az bir milyar yıl daha dostça ışıyacak. Vaktimiz var… Varlık sorunu en çok kafa yorduğum konudur. Oldum olası bunu düşünürüm. Düşünüyoruz o halde varız. Ama neden? Nedenler benim için çok önemlidir. Şu şöyle ama neden? Bu ise böyle, neden şu şöyle de bu böyle? Kademeli olarak her şeyin neden böyle olduğunu bulmak zorundayız. Bulacağız da. Nasılsa yok olmak diye bir şey yok. Süreç sonsuz ve deneyimler de sonsuz… Yani hayata belirli bir şey olarak gözümü açtım ve bu tek deneyimim. Bu tek deneyim sonucunda da sabit bir şey olacağım. Hiç böyle saçma bir şey olabilir mi? Bu olanaksız. Böyle yapan tanrı iddiası kesinlikle kabul edilemez. Tüm canlılara iyi davranın. Hepimiz her şeyi deneyimleyeceğiz. Belki bir yaprak biti olmak ve bitki özsuyu emmek süper bir şeydir, nerden biliyorsunuz? Erkek olununca nasıl oluyor, hiç merak etmedin mi Gloria? Peki adamlar acaba kadın olmanın nasıl olduğunu merak etmez mi? Tek bir yaşam deneyimi ve sonrası sabit. Böyle bir şeyin olabilirliği sıfır. Buna asla ve asla inanmam. Hayatta inanabileceğim son şey bu olurdu.
  13. İnsanı köle yapmak zaten kötü davranmaktır. Artık bal börekle de beslesen neye yarar? Özgürlüğü yok. Kaldı ki Kuran’a göre hür bir adam bir köleyi veya kadını öldürürse kısas uygulanmaz. Adalet bile olmadıktan sonra neye yarar? Çünkü Kuran’da kısasın “hüre hür, köleye köle, dişiye dişi” (2/178) uygulanacağı yazar. Üstelik yine Kuran’a göre itiraz etmiyorsa cariyeye fuhuş yaptırılabilir. Çünkü kuranda “cariyelerinizi istemedikleri halde fuhuşa zorlamayın” (24/33) yazar. Demek itiraz etmiyorlarsa zaten zorlamaya gerek yok. Gerisi daha feci, zorlama durumunda allahın affedici olduğu yazar. Affedilen kim? Cariye mi? Suçlu mu da affedilecek? Zorlandığına göre suçlu değil, suçlu zorlayan sahibi. Demek affedilen de o! Üstüne üstlük zorlamaya hiçbir yaptırım koymaz. Ne dünyevi, ne uhrevi! Bitmedi, bir de “mükatebe” esası koyar. Buna göre cariye bir miktar parayı öderse hür olacaktır. Bu da cariyeyi fuhuşa teşvik eder. Parayı kazanıp hür olabilmek için fuhuş yapacaktır. Hâla bitmedi, mehir ödeyerek hür kadınlarla evlenmeye gücü etmeyen erkeklere cariyeleri ücretini ödeyip nikahlamalarını söyler. Sahibi olan bir cariyeyi nasıl nikahlarsınız ücretini verip? Bu ancak geçici nikahla olabilir. Mealciler bu ayette sahtekarlık yapıp ücreti mehir diye tercüme ederler. Halbuki ayette ücret geçer. Bu ayetlere dayanarak mecelle yasası, yakın Osmanlı tarihine kadar cariyenin çocuğunu babası belirsiz ve köle saymıştır. Ancak efendi “çocuk benden” derse çocuk hür olur, annesi de hür olurdu ve mehir ödeyerek nikah gerekirdi.
  14. Tarih boyunca kadınlara nezaket göstermenin gereksiz olduğu, kadınların aslında kabalıktan hoşlandığı düşünüldü. Bu algı elbette değişiyor ama, büyük ölçüde de sürüyor. Persephone’in zamanla Hades’i sevmeye başladığı anlatılır mitolojide. Bu algının evrimsel ve hayvansal bir kökeni var elbet. Erkek hayvanlar kıyasıya, bazen ölümüne dövüşür dişiler için. Dişi de mücadelede en güçlü olduğunu kanıtlayanı tercih eder. Neden? İşte bunun yorumu yanlış. Dişi kaba, hoyrat ve güçlü olandan hoşlandığı için tercih etmiyor. Biliyor ki onun yavruları da güçlü olacak. Tercihinin tek nedeni bu. Dünyaya güçlü kuvvetli bir yavru getirmek istiyor. Dişilik özveridir, erkeklik bencilliktir. İşin doğasında bu var. Gerisi insanın kültürel evrimine kalmış. Kültürel evrim, doğal evrime yön verdiği gün, insan türü bir devrimin arefesinde olacak…
  15. Aslında bir hata yapmışım. Kastettiğim heykel Hades’in Persephone’ı yer altı dünyasına kaçırışı idi. Burada Hades’n vahşi tutkusu ve Persephone’ın çaresizliği müthiş verilmiş. Bu heykellerin en az bir saat etrafında dönüp tüm ayrıntılarını incelemek gerekiyor. Her açıdan bakışta farklı bir ilham veriyorlar. Resimde bu hazzı alamıyorsunuz. Tek bakış açısı var. Resme ışık ve gölgeleri kullanarak derinlik vermek bambaşka bir yetenek, o ayrı. Heykellerde ışıklandırmayı da tabii iyi yapıyorlar. Heykelin üç boyutlu oluşu bambaşka bir duygu ama… Her açıdan ayrı bir duygu veriyor. Sanırım artık hareket eden heykeller önem kazanacak. Robot heykeller. Ben bir rüyamda böyle bir şey görmüştüm ve çok etkilenmiştim. Adaletin simgesi gözleri bağlı kadın, terazisini kaldırıyor ve kefeler bir süre salınıp dengeye geldiğinde teraziyi indirip kılıcını havaya kaldırıyordu. Ben aslında Michelangelo’nun sadece Musa heykelindeki o sert ve yönetken yüzle ayağa kalkıverecek ve buyruklar vermeye başlayacak gibi duruşuna hayrandım. Tabii David’in vücudu da kusursuz. Sanırsam ünlü yönetmen Spielberg Yapay Zeka'daki kusursuz robot çocuğa bu yüzden David adını verdi. Fakat Bernini çok daha üretkenmiş. Zaten bir şeyin çokluğu, aleyhine oluyor. Anadolu en zengin tarih hazinesi, ama tarihin belki de en az değerli olduğu yer. Zaten zamanında bir uçtan bir uca meşe denizi imiş. Ben insanların bir şeyi göz göre göre yok edişinden dehşete kapılıyorum. Gözünün önünde bitiyor işte, ama son büyük meşeler piknik odun kömürü yapılmak için devriliyor. İnsanı piknikten de nefret ettirirler be! Bir dağ görüyorum, son kalan kökler kuraklığa direnmek için büzüşmüş, küçük, sert yapraklar vererek direnmeye çalışıyorlar. Zamanında şırıl şırıl aktığı belli olan çakıllı kuru dere yatakları güneşte kavruluyor. Bir dağ bu hale nasıl getirilir, ben bilmiyorum. Baltayı kapan doğruca gitmiş dağa… Taşıyabildiği kadar kesmiş. Biz bu gezegenin felaketiyiz, ben onu biliyorum. Başka da bir şeyin aslında pek önemi kalmıyor…
  16. Ha yani Kaddafi'ye yaralı halde o tekmeleri kendini hatırlasın diye allah attırdı öyle mi? Hayır yani, adam az sonra allaha kavuşacak zaten, allah kendisi "gel bakalım, ben allah" diye hatırlatsa olmuyor mu? İnsan gibi yargılansa da cezalandırılsa suçu her neyse, kıyamet mi kopuyor? Yaralı halde tekmelemeyip insan gibi davranılsa allah güceniyor mu? Yani yapacak başka yorum kalmadı, denecek başka bir şey de kalmıyor yahu!
  17. Ama geçmiş zaman kullandım dikkat ederseniz. Yani artık çok geç. O zamanında yapılacaktı. Bu saatten sonra çok ama çok yapay kalır. Olmaz yani, olabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Tren kaçtı. Din devri kapanacak bundan sonra, ne reformu? O iş biteli çok oldu maalesef...
  18. Kahretsin, bir saattir heykele bakıp duruyorum. Beni büyüledi, çiviledi. Tüm detay resimlerini indirdim. Olamaz ya, her detay olağanüstü. Şu meleğin elbisesinin rüzgarda uçuşan tül gibi kıvrışmasına bakıyor musunuz? Ruhani bir varlık hissini nasıl da vermiş! Teresa'nın elbisesi öyle değil. Kaba yün kumaş. Meleğin gülümseyişi beni çıldırtıyor. Bu gülümseme taşa nasıl verilir yahu? O gamzeler, o bakış... Vay canına... Olağanüstü. Bir de Apollon'un Dafne'yi kaçırmaya çalışması heykeli var. Ya detaylar olağanüstü artık. olamaz böyle bir şey ya! Üstelik David heykeli de Michelangelo'nun David'inden daha güzel! Yani Angelo'nun David'i hiç düşmanına bakar gibi bakmıyor ve sapan atacak gibi de durmuyor. Bir kıza aşık olmuş aptal bir oğlana benziyor aslında. Fakat hakkı yenmez, hatlar kusursuz. Ona lafım yok. Bernini'nin David'i ise öfke, aksiyon ve adrenalin dolu. Tam Golyat'ı indirmek üzere olan bir David. Bernini'ye şapka çıkarıyor ve saygıyla eğiliyorum.
  19. Benzer davanın hakimi içtihat kararına uymazsa temyizi de yer. Zaten temyiz bunun için. Yoksa hakim isterse katil olduğuna kanaatim oluşmadı deyip kanıtları görmezden de gelebilir, beraat de verebilir. Ama temyiz var. Keyfi davranamaz. Ha, tuz da kokar, o ayrı konu. Koktuğu da çok oluyor. Biz olması gerekeni yazıyoruz. Hakim "bu bizden, iyi etmiş eline sağlık, allaha inanmamak ha? Vay allahsız. Haketmiş ölmeyi" diye katili bile beraat ettirmek isteyebilir. İnsan bu. Su misali kıvrım kıvrım akar. Necip Fazıl'ın tek doğru sözü de bu olsa gerek. Hukuku guguk edenler hukukun herkese lazım olacağını unutmamalılar. Çok beylik bir laf olsa da çok doğru bir laf. Bugün hukuk kendilerine hiç lazım olmayacakmış, hukuk nalıncı keseriymiş gibi davranan öyle çok kişi var ki... Ne diyelim, onlar bari adil yargılanırlar, işlenmeden kararlaştırılmış suça göre sonradan yaratılmış sahte kanıtlarla yargılanmazlar. Kendileri öyle yapmadılar, hukuku nalıncı keserine çevirdiler ama onlara bile bu hukuksuzluk yapılmamalı.
  20. Yargıtay kararları emsal oluşturur. İçtihada takmışsınız da ne yahu? Fizik dersinde konu yerçekimi ise, öğretmene kafayı yerçekimine takmışsın mı diyeceğiz? Konu bu, konu damın başındaki saksağan heralde değil. Telefon kayıtları yine şöyle kanıt değil: Bir kişi telefonda filancayı öldüreceğim dese, yani başkasına, öldüreceğini söylediği kişiye değil. Buna dayanılarak cinayete teşebbüsle suçlanamaz. Ama bunu toplum içinde, görgü tanıkları huzurunda söylese, bu cinayete teşebbüstür. Çünkü tanıkların o kişiye gidip "seni öldüreceğini söyledi" deme durumu var. Filanca filancayı öldürecekmiş dedikodusu çıkması ve mağdurluk durumu var. Basına böyle bir demeç vermek de aynı şekilde suçtur. İki kişi şifahen konuşsa, tanık olmasa, dinleme cihazıyla dinleme yapılsa yine teşebbüs suçu oluşmaz. Bu tanıksız konuşmayı yayınlayıp deşifre etmek, kamuoyuna açmak suçtur asıl. Çünkü aksi halde öldürüleceği söylenen kişi duyup tedirgin olmayacaktı. Ama direk telefonu açıp "seni öldüreceğim" demek her zaman suçtur. Bu tehdit kayda alınırsa da mahkeme beraat verirse temyiz hakkı doğardı yani, iletişim suçları düzenlenmeden önce de olsa yargıtay bu beraati bozardı...
  21. Gerçek anlamda suç diye bir şey yoktur. Çünkü nedensellik o eylemi oluşturmuştur. Bu nedensellik o kadar derindir ki, asla tam olarak çözemeyiz. Fakat sonuçta nedensellik o eylem ile sonuçlanmıştır. Bu nedenselliğin ise çok azı eylem sahibi tarafından şekillendirilmiştir. Başta doğa tarafından, çevre tarafından oluşturulmuştur. Peki suç yoksa ceza niye var diye soracaksınız. Olmak zorunda da ondan. Çünkü yeni mağdurlar yaratmaması için o eylemi suç olarak tanımlayıp önlemek gerekiyor. Suç olarak tanımlayıp cezalandırarak tekrarını önlemezseniz mağdura sürekli yeni mağdurlar eklenecektir. Mağdurların suçu o kişi ile karşılaşmak olamaz. Bunu önlemek için kimsenin onunla bir daha karşılaşmamasını sağlayacaksınız. Ceza dediğimiz budur. Tanrı ise zaten adalet için değil, suçu, tecavüzü, gaspı meşrulaştırmak için yaratılmıştır. Tanrıyı yaratmadan bunları meşru gösteremezsiniz. Çünkü tanrı olmayınca bütün insanlar eşit olur. Tanrıya inanan, az inanan, ortak koşarak inanan ve hiç inanmayan diye bir takım yapay ayrımlar üretemezsiniz. Çifte standart üretmenin bir yolu kalmaz. Dindeki "allah için nefret, allah için sevgi" (Arapçası el buğzu fillah vel hubbu fillah) kavramı tam olarak budur. İnanca göre insan ayrımı. Bu ise insan haklarına temelden, kökten ve kesin biçimde aykırıdır. Kabul edilmesinin bir yolu yoktur.
  22. Mahkeme beraat vermiş. O anda sanık hür. Ama yargıtay bozuyor ve tekrar tutuklanıyor. Bu nasıl bağlayıcı olmama durumu? Yargıtay denetim yapıyorsa iyi ya işte, içtihat hukuki bir sonuca yol açıyor. Tutuklunun beraatine yol açabiliyor, mahkeme direnmezse, serbest kalanın tekrar tutuklanmasına yol açıyor. Hukuki sonuçları olan kararlar nasıl bağlayıcı olmaz? Ortada ceset varsa suç oluyor da, hayatı zehir olmuş, her gün elli kere tehdit telefonu alan, korkudan işe gidemeyen, maddi manevi zararlara giren, psikolojik tedavi gören bir mağdur ortada yok mu? Örnek verdiğim yüksek frekans üreteci silah olarak tanımlanmazsa ve katili içeri atamazsa içtihat diye bir kavram ne işe yarar? Yargıtay yargıçları "bizim kafamıza göre böyle, isterseniz uygulayın, sizin güzel kafanıza yatmadıysa uygulamayabilirsiniz" demek için mi oturuyorlar orada?
  23. Teresa'nın melek tarafından canının alınışı. Bernini özellikle kumaş kıvrımlarında çok ustalaşmış. Bir de heykele yüz ifadesi vermek zordur. Teresa'nın ölüm acısı ve tanrıya kavuşma mutluluğunun birarada oluşu, meleğin hem şefkat, hem acımasızlığı müthiş... Yani bu kadar olur. Elbisesinin ucundan nazikçe tutuşu, okunu hoyratça değil ama acımasızca kaldırışı, başını yana eğerek acımasızca gülümseyişi ürpertici. Ya Teresa'nın o dingin ama acılı huzur, teslim olmuşluk ifadesi... Çok müthiş. Heykellerin ilk nereden yontulmaya başlandığını hep merak ederim. Sanırsam tepeden. Önce meleğin saçlarını yapmış olmalı... Alt kısmın o sırada sadece bir mermer parçası olduğunu düşünmek sabrı zorlayan bir durum. O mermer bu hale nasıl geldi? İnanılmaz.
  24. Yargıtay içtihatla verdiği karara dayanarak mahkeme kararını bozar ve yeniden yargılama ister. Bu nasıl bağlayıcı olmama? Kararı bozuyor. Elini kolunu sallayıp gidecekken gidemiyor. Verilen yanlış mantığa göre diyelim bir alet icat ettiniz ve bu aleti beynine yöneltip örneğin yüksek frekansla beynini tahrip ederek bir insanı öldürdünüz. Böyle bir suç aleti tanımı yok diye beraat mı edeceksiniz? Mahkeme ettirse bile yargıtay içtihatla beraat kararını bozar. Böyle olmasa mucitler rahatlıkla cinayet işlerlerdi, hiç bir sorumlulukları da olmazdı.
  25. Örnek bir yargıtay içtihadı, spreyin silah olduğu yönündedir. Yine bir yargıtay içtihadı da doping kullanan sporcunun sorumluluğunun antrenörüne de yüklenmesi yönünde olmuştur. Telefonla tehditlerin kaale alınmaması diye bir şey söz konusu bile olamaz. Öyle bir şey olsa insanları tehdit etmek çok kolay ve risksiz olurdu. Mağdurun psikolojisini bozmak ve hayatını zehir etmek sorumsuz bir eylem olamaz, bunun düşünülebilirliği yok. Yargıtay içtihatla bunun suç olduğuna hemen karar verir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.