Zıplanacak içerik

evrensel-insan

 Saygıyla Anıyoruz
  • Katılım

  • Son Ziyaret

evrensel-insan tarafından postalanan herşey

  1. Allah'a inanmak icin bir sebep mi var? Ayrica insanoglu tarihinde binlerce ilah,put, tanri v.s. ortaya atmis, Allah'in bu binlercesinden inanmak adina farki nedir? Neden "Alah'tan baska ilah yoktur, inanacak? Allah'a inananlar, neye gore ve neden diger tanrilara inanmiyorlar?
  2. Toplumumuzun neden dusunce uretmedigini ve dusunce/dusunme ile delilik arasinda nasil bag kurdugunu aciklayan nedenlerden biri de, tarihi olarak "dusunen adam" heykelinin, neden "akil hastahanesi" nin bahcesinde oldugu. Bugün dünyanın birçok ülkesinde, Rodin'in 'Düşünen Adam' heykelinin kopyaları bulunmaktadır. Ve bu kopyalar, bulundukları her ülkede; müze, sanat galerileri ve üniversiteler gibi birçok önemli yapıya değer katmaktadır. (Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) Hal böyleyken insanın aklına şu soru takılıveriyor: Peki o zaman biz, heykeli akıl hastanesinin bahçesine niçin koyduk? Merak edenler için hikayesi şöyle: Rodin’in “Düşünen Adam” heykelinin kopyasının akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dan çıkmış. 1953 yılında bir dergide heykelin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga, heykelin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunmuş. Aslında güzel sanatlar mezunu olmayan Künmat, salt eli yatkın olduğu için heykeli yapmayı kabul etmiş. Ancak Künmat, heykelin bitmesine az kala ‘Ben paramı isterim.’ demeye başlamış. İstediği miktar ise 40 bin liraymış. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde zaten ‘heykel ödeneği’ olmadığı için Künmat’ın talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine sinirlenen Künmat; heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan işi öylece bırakmış. Hastane yönetimi ne yapacakları hususunda kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, imdada yetişerek; heykelin kolunu tamamlayabileceğini söylemiş. Heykeli tamamlayınca da, mükafat olarak hastaneden taburcu edilmiş. Heykelin tamamlanmasından sonra, hastane başhekimine ‘Neden bahçeye düşünen adam heykeli dikildiği’ hakkında sorular soran gazeteciler ise şu cevabı almış: “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.” Ancak heykel o günden sonra gazetelerde çıkan tüm ‘Dikkat! Tımarhaneden azılı ve tehlikeli bir deli kaçtı, aramızda dolaşıyor.’ şeklindeki haberlerin öznesi durumuna gelmiş. Ve böylece, düşünmek ile akıl hastalığı arasındaki eşsiz bağlantı, istemeden de olsa kurulmuş... Bu saçma bağlantı ne yazık ki birçok Yeşilçam filminde de sıkça işlenmiştir. Ve bu sayede toplum hafızasında, 'düşünmek' ile Bakırköy arasındaki bağlantı daha da güçlü bir hale gelmiştir. Rodin’in en önemli eserlerinden biri olan 'Düşünen Adam'ın ülkemizdeki serüveni ne yazık ki bu şekilde gelişmiş.. Ancak heykeli, bir üniversitenin bahçesine ya da şehrin önemli bir noktasına taşımak gibi bir alternatif de halen mevcut. Dunyanin baska hic bir yerinde, "dusunen adam" hastahane ya da akilhastahanesinde degildir. (Fransa: Paris'te kendi adını taşıyan müzenin bahçesinde.)
  3. CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çok önemli yolsuzluk ve usulsüzlüklerin yapıldığını, iddia etti. DİYANET İŞLERİNDE KARIŞIK İŞLER... “Yolsuzluk ve usulsüzlüklerle ilgili meblağları biliyorum ama yine de Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazılı soru önergeleriyle sorarak teyit etmek istedim. Bu yolsuzluk ve usulsüzlükleri yapmak için ya Allah korkusu olmayan bir vicdana yada derin bir cehalete sahip olmak gerekir.” diyen Bülent Kuşoğlu Diyanet İşleri Başkanlığı’na şu konuları sordu; 1- Vekâlet yoluyla kesilen kurban paralarından ne kadar gelir elde edilmektedir? Elde edilen gelirin akıbeti ne olmuştur? 2- Hac ve Umre işlemleri ile ilgili Türkiye Diyanet Vakfı’na aktarılan meblağlar ne kadardır? 3- Yurt dışındaki vatandaşlarımızın Hac ve Umre ziyaretlerinden elde edilen gelirlerin akıbeti nedir? 4- Diyanet Radyo ve Televizyonu’nun gelir ve giderleri ne kadardır? Kaynakları nedir? 5- Diyanet İşleri Başkanlık makamının temsili ödenekleri ne kadardır, nereden karşılanmıştır? 6- 2010 yılında meydana gelen depremde Haiti’ye yardım için toplanan meblağlar neden gönderilmemiş ve vakfa aktarılmıştır? Bülent Kuşoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel bütçeye tabi bir devlet kuruluşu, Türkiye Diyanet Vakfı’nın ise özel hukuk kişisi olduğunu belirterek, “Diyanet yetkilileri bu çok önemli ayrımı görmeden, devlet imkânlarını babalarının çiftlikleri gibi kullanıyorlar, Dinle uğraşan bir kuruma hiç yakışmıyor, kul hakkı yeniyor.” dedi. Kuşoğlu; “Haiti için halktan bağış toplanıp gönderilmemesi ve üstelik vakfa aktarılması doğru ise tam bir uluslararası skandal” yorumu da yaptı.
  4. Matematiğiniz zayıf mı? Kağıt üstünde çarpım işlemlerini yapamıyor musunuz? TEOG sınavlarının gündemimize girdiği şu günlerde ilginç bir matematik hesaplama yöntemini gösteren bir video sosyal medyada fenomen haline geldi. İzleyince siz de şu güne kadar matematik hocanıza böyle bir yöntemi öğretmediği için sinirlenebilirsiniz. RADİKAL - Sayılarla aranız iyi değil mi? Birden fazla basamaklı sayıları çarparken klasik yöntemi uygulamakta güçlük mü çekiyorsunuz? O zaman size bir müjdemiz var. Japon bir Youtube kullanıcısının paylaştığı bir video, çarpma işlemiyle derdi olanlara eşsiz bir deva sunuyor. İlginç yöntemde sayılar değil çizgiler kullanılıyor. Son derece pratik ve basit bu hesaplamayı sizler için adım adım paylaşıyoruz, uygulayın, ne kadar şaşırtıcı olduğunu göreceksiniz... https://www.youtube.com/watch?v=2ZLT9w-gkjE
  5. TEOG'un ikinci gün sınavına 'kek' tarifi sorusu damga vurdu. 8. sınıf öğrencilerine yönelik düzenlenen birinci dönem merkezi ortak sınavları TEOG tamamlandı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), TEOG sorularının ilk dönem çözümlerini MEB EBA'dan yayınlamaya başladı. Soruları değerlendiren uzmanlar Fen Bilimleri testinde iki soruda hata olduğun dile getirdi. İngilizce'de 'kek yapımı' ile ilgili soru ise öğrencileri en çok zorlayan soru oldu. Birinci gün oturumu dün gerçekleştirilen birinci dönemi TEOG sınavları bugün yapılan sınavlarla sona erdi. TEOG-2′de öğrenciler Fen ve Teknoloji, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ile Yabancı Dil dersleri sınavlarına girdi. TEOG’da dün Türkçe, Matematik ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi sınavları yapılmıştı. Toplam 1 milyon 174 bin 427 öğrenci, dün ve bugün üçer dersten sınava girdi. Sınavlar yurtiçinde 970 merkez, 16 bin 237 okul, 91 bin 349 salonda; yurtdışında ise 7 ülke, 14 merkez, 22 okulda yapılırken toplam 200 bin öğretmen görev yaptı. Yurt içi ve yurt dışındaki merkezlerde her iki gün yapılan oturumlar 09.00, 10.10 ve 11.20′de başladı. Sınavda her ders için dört seçenekli çoktan seçmeli testlerden oluşan 20 soruluk A, B, C, D kitapçık türleri kullanıldı. MAZERET SINAVLARI 12-13 ARALIK’TA Geçerli mazeretlerini belgeleyerek sınava katılamayan öğrenciler için mazeret sınavları 12-13 Aralık’ta yapılacak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın takvimine göre TEOG ortak sınav sonuçları ocak ayı içinde açıklanacak. Öte yandan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle TEOG’a katılması gereken 2 bin 700 öğrenci sınavlara giremedi. Bu öğrenciler herhangi bir mazeret bildirmeksizin, Milli Eğitim Bakanlığı kararıyla aralık ayında yapılacak mazeret sınavlarına katılacak. İkinci dönem TEOG ortak sınavları ise 27-28 Nisan 2016’da yapılacak. Mazeret sınavları, 14-15 Mayıs 2016’da gerçekleştirilecek. ÖĞRENCİLER DÜN 'ÖMER DAYI' BUGÜN 'KEK' SORUSUNDA YANLIŞ YAPTI Dün Türkçe'deki 'Ömer Dayı' sorusunun damga vurduğu TEOG sınavında bugün ise uzmanlar 'kek yapımı' ile ilgili İngilizce sorusunu öğrencilerin yapamadığını dile getirdi. Uzmanlar dün ve bugün yapılan birinci TEOG sınav sorularıyla ilgili değerlendirmede bulundu. Oğuzkaan Koleji Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim Uzmanı Hatice Yılmaz, iki soruda hata olduğunu dile getirdi. Yılmaz, sorulara ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: "Her iki günde yapılan 6 sınav genel olarak değerlendirdiğimizde son üç yılın yanı en zor sınavı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yılki sınavlar öğrencilerin konularla ilgili edim ve kazanım çıkarma becerilerini de ölçmeye yönelik hazırlanmış. Ayrıca sınavlar 8. sınıf konularından yapılmış olmakla birlikte özellikle Türkçe ve matematikte öğrencinin 6. ve 7. sınıf bilgilerine de sahip olunması gerekiyor." SON ÜÇ YILIN EN ZOR TÜRKÇE SINAVI Eğitim Uzmanı Yılmaz, sorulara ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu: Türkçe ; Son 3 yılın en zor Türkçe sınavı. A Kitapçığı 1. Soru: (Sözcükte Anlam) anlamı bulma açısından zorlayıcı. Her seçenekte değişik sözcük ve anlam var. 2. Soru: Kurcalamak deyiminin cümleye kattığı anlamla ilgili çeldiriciler çok güçlü. (A-D) doğru Yanıt B. 4. Soru: 'Ömer DAYI' sorusu öğrenciler. Öznel Nesnel kavramını karıştırmış. 5. Soru: (Neden sonuç ilişkisi) alışılmışın dışında biraz daha zorlayıcı. (bir tık daha kapalı) Önceki TEOG’larda çok açık soruluyordu. 7. Soru: (Yazı Türü) zorlamışlar. Ama soru çok açık. 14 Soru: İtiraza sebep olabilir. Bu soru iki ayrı metnin karşılaştırması ortak yönü olmayanı soruyor. Teorik olarak iki cümlede karşılaştırma var. İki paragrafta da birer karşılaştırma cümlesi var. Birinde olması gerekiyordu, virgülün (soruyu hazırlayanlar) (Karşılaştırma değil, bilgi verme diyebilirler) 17. Soru: geçmişe göre daha alt görevlerine değinilmiş. Sıkça bilinenden daha alt bir soru tipi. (Soru çok güzel hazırlanmış) Sorular genel anlamda anlaşılır ve geçen yıla göre biraz daha zor. Matematik ; 16 soru geçen yılla hemen hemen aynı.4 soruda zorlamışlar. A KİTAPÇIĞI 3.SORU: Üslü ve ondalıklı sayılar birlikte kullanılmış. Geçmiş bilgilerin kullanılmasını gerektiriyor. (Hem 8.sınıf hem 6. Sınıf konusu) 6.SORU: Üslü sayılar. Sorunun çözümü için öğrencinin tam kare sayıları bilmesi ve yorum yapabilmesi gerekiyor. (Özellikle bu tarz sorular orijinal ve yorum gerektiren sorulardır.) 9.SORU: Köklü sayılarda sıralama sorusu. Mantık ve yorum gerektiriyor. En çok eleyen soru. Öğrencilerin büyük çoğunluğu ilk kez böyle bir soru tipi ile karşılaşmıştır. 18-19. SORU: İkisi de kara köklü sayı sorusu. Çözüm için öğrencinin 7. Sınıf geometri konularını da bilmesi gerekiyor. Özetle geçen yıldan daha zorlayıcı cevabı net olan sorular. Öğrencinin mantık yürütme becerisini ölçmeye yönelik sorularla zorlamışlar. Din Kültürü Ahlak Bilgisi Geçen yıla göre daha seçici bir sınavdı. Yorum sorusu fazlaydı. A KİTAPÇIĞI 9. SORU: Seçici soru okulda para bulan öğrenci davranışının ayet karşılaştırması ağırdı. 19. SORU: Kaza sorusu çok mantıklı olmamakla birlikte cevabı açıktı. 2 HATALI SORU VAR Fen Bilimleri Genel anlamda geçmiş TEOG sorularına göre daha eleyici. Hatalı olduğunu düşündüğümüz sorular dışındaki sorular çok güzel hazırlanmış. A KİTAPÇIĞI 2. VE 3. SORULAR: öğrencilerin bilimsel düşünme becerilerini ölçmeye yönelik paragraf soruları şeklinde sorulmuş. Bu tür sorularla ilk defa karşılaştılar. Bu iki soru aynı zamanda eleyici sorulardı. Son üç yılın en zor sınavı Fen Bilimleri sınavı olduğunu düşünüyoruz. 13. SORU: Soruda cismin yoğunluğunun suyun yoğunluğundan büyük ya da eşit olduğu belirtilmeliydi. Bu haliyle soru çift cevaplıdır. Hem B olabilir, bakış açısına göre C’ de olabilir. 16. SORU: Şekildeki terazinin eşit kollu terazi olduğunun belirtilmesi gerekiyordu. Soruyu çözememiş olanlar itiraz edebilir. TC İnkılap Tarihi: İnkılap tarihinden yorum ağırlıklı paragraf soruları sorulmuş. Soruların çözümü için hem bilmek hem de yorum yapabilmek gerekiyor. Öğrencilerin en çok, soruyla öğrencilerin dikkati ölçmeye çalışılmış. A KİTAPÇIĞI 9. Soru: Öğrencilerin en çok zorlandığı soru olmuş. Bu soru öğrencinin bilgiyi yorumlayıp çıkarım yapmasını gerektiriyor. Daha önceki TEOG lara göre güçlük derecesi daha fazla olan bir sınav olmuş. Soruların büyük bölümü öğrencilerin anlama ve yorumlama becerisini ölçmeye yönelik hazırlanmış daha üst düzey davranışları içeriyor. KEK YAPMAYI BİLMEYEN... İngilizce: Fırında kek yapmayı bilemeyen İngilizceden 1 soruyu kaçırdı. İngilizce soruları anlama ve yorumlamaya dayalı olduğu için dil alt yapısı gerektiriyor. Önce ki yıllarda olduğu gibi gramer ve sözcük ile ilgili sorulardan çok öğrencinin okuduğunu anlama ve uygun durumu düşen ifadeyi bulmaya yönelik sorular ağırlıkta idi. Öğrenciler en çok 'C KİTAPÇIĞINDAKİ' Fırında kek yapmakla ilgili bir sıralama sorusu olan 10. soruda yanlış yapmışlar. Sınav soruları edinim ve kazanımlara bağlı hazırlanmış. İŞTE O SORU Kek nasıl yapılır? 1.ADIM Fırını önceden 180 dereceye ısıtın 2.adım Yumurtalar ve şekeri bir kasede karıştırın 3.adım Yağ, süt, un ve kabartma tozu ekleyin 4.adım Tüm malzemeleri karıştırın ve karışımı kaba dökün 5.adım Fırına koyun ve otuz dakika pişirin 6.adım Servis etmeden önce on dakika soğumaya bırakın Soru: Diğer malzemeleri eklemeden önce …. yapıyoruz a. otuz dakika pişiriyoruz b. on dakika soğumasına izin veriyoruz c. karışımı kaba döküyoruz d. yumurtalar ve şekeri bir kasede karıştırıyoruz Sorunun doğru yanıtı 'd' şıkkı
  6. TEOG'DA 13. SORU İPTAL TEOG sınavında iptal edilen 13. soru, tüm öğrenciler için doğru kabul edilecek. Milli Eğitim Bakanlığı, Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş (TEOG) sistemi kapsamında yapılan ortak sınavlarda, Fen ve Teknoloji dersinde yer alan bir sorunun iptal edildiğini açıkladı. Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre, TEOG sınavının bugün yapılan Fen ve Teknoloji dersi yazılısı, A kitapçığında yer alan 13. soru, (B kitapçığında 19, C kitapçığında 18, D kitapçığında 15. soru), "başka bir seçeneğin de doğru olma ihtimali ve teknik nedenlerle hazırlanan bilimsel rapor doğrultusunda" iptal edildi. Bu soru, tüm öğrenciler tarafından doğru cevaplandırılmış olarak değerlendirilecek. Darisi Basliktaki sorunun basina.
  7. Türkçe bölümünde bir paragrafın içinden çıkan Ömer Dayı konulu edebiyat sorusu öğrencilerin en çok zorlandığı sorulardan birisi oldu. TEOG sınavının Türkçe bölümünde ortaya çıkan Ömer Dayı konulu soru öğrencilerin tepkisini çekti. Çelişkili olduğu iddia edilen Ömer Dayı'lı soruya sosyal medyadan çok fazla tepki geldi. İşte o soru : Birincisi dilbilgisi kurallarina gore, her cumlede bir ozne ya da gizliozne ya da zamir bulunur. Sorudaki "oznellik" yani oznel nitelik, her bir ozne tarafindan tasinabilir. Eger buradaki "oznelnitelik" ten kasit, "canli" ise; O zaman, Birinci siktaki "gunes" canli olmadigi icin oznel nitelik tasiyamaz. Ikinci sikta, bugdayi yolan Omer dayidir ve oznel nitelik tasir. Ucuncu sikta, gozleri kamastiran gunes cansizdir ve oznelnitelik tasimaz. Dorduncu sikta da gizli ozne var, yani ofkelenerek dogrulan, gerinen ve belini kuturdeten Omer dayi. Eger resimdeki gibi sadece dorduncu sik dogru ise, ikinci sikkin dogru olmadigi, yanlistir. Ikinci sik ile dorduncu sik arasindaki tek fark ilkinde ozne belirtilmis, ikinci de gizlenmistir.
  8. Erkekler öldürmeye devam ediyor Kadına yönelik şiddet olaylarına tepkiler ne kadar büyüse de olaylar dinmiyor ve gün geçtikçe artıyor. 2015 yılının 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”ne kadar sadece Türkiye’de 255 kadın öldürüldü. Gizem Özlen / İstanbul Ortaya çıkan gerçeklerde dünya üzerinde her ülkede dört aileden birinde aile içi şiddet görülüyor. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ülkemizde ailelerin %34’ünde fiziksel şiddet, %53’ünde sözlü şiddet uygulanmakta ve ev içi şiddet yoğun olarak yaşanıyor. Türkiye’de son 5 yılda 1134 kadın, sadece 2015 yılı içerisinde ise 255 kadın öldürüldü. Kadına yönelik şiddet bitmemekle kalmıyor, gün geçtikçe daha da artıyor. Geçtiğimiz günlerde ise ünlü bir oyuncunun sevgilisine şiddet uyguladığı haberleri gündeme düştü. “TÜRKİYE’DE KADINA KARŞI CİNSİYETÇİ BİR DİL VAR” 11 Şubat 2015’te canice öldürülen Özgecan Aslan’dan sonra farkındalık artmaya başlasa da şiddet durmadı. Özgecan Aslan cinayetinden sonra konuşan Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Türkiye’de kadın karşıtı ve cinsiyetçi bir dil olduğunu, bu dil ile kadına karşı şiddet arasında bir ilişki olduğunu söylemişti. Kadına karşı şiddeti büyük ölçüde Türkiye’de kadına verilen değerin az olmasına bağlayan Narlı, ”Türkiye’de erkeklerin kadına karşı şiddeti, cinsel saldırıyı rahatlıkla kullanmasının en önemli sebeplerinden biri; kadının değersiz olduğu anlayışının fazla yaygın olması. Erkek çocuğuna aile tarafından doğduğu andan itibaren cinselliğiyle gurur duyması öğretiliyor. Çocuğa erkeklik anlatılırken kadınları kullanmasının doğru olduğu söyleniyor” diyerek şiddetin nedenlerine değinmişti. “KADINA YÖNELİK ERKEK ŞİDDETİ MÜNFERİT DEĞİL SİSTEMATİKTİR” Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Av. Selin Nakipoğlu ise, ”Eşitlik politikaları Türkiye’de aile birliği politikalarını bozuyor”, “Kreş eken huzurevi biçer” gibi söylemlerle erkek egemen sistemi besleyen, sistemin sırtını sıvazlayan, tecavüzü sıradanlaştıran, suçların cezasını kuşa çevirenler vuku bulmuş ve bulacak tüm kadına katliamlarından, şiddetten sorumludur. Çünkü biz biliyoruz ki kadına yönelik erkek şiddeti münferit değil, sistematiktir” demişti. BUGÜN MÜCADELE GÜNÜ
  9. Londra’da bulunan sanat merkezi Southbank Center, son 50 yılın en güzel 50 aşk şiiri arasına Nazım Hikmet’in ‘Severmişim Meğer’ şiirini de aldı. Şiirler, Southbank Center’ın şiir dalında uzman ekibi tarafından bir yıllık bir çalışmayla 30 ülkeden şairleri arasından belirlendi. Seçmeler yapılırken modern döneme ağırlık verildi. Ekip üyelerinden James Runcie, ”Gerçekten uluslararası ve üslup bakımından da çeşitlilik barındıran bir liste oldu. Zor olan, sadece 50 şiir seçmekti” dedi. NazımSeçilen şiirler farklı şair ve aktörler tarafından 20 Temmuz’da Southbank’ta düzenlenecek etkinlikte seslendirilecek. Bazı şiirler kendi dillerinde okunacak. Bunlardan biri de Nazım Hikmet’in ‘Severmişim Meğer’ şiiri. Severmişim Meğer yıl 62 Mart 28 Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım akşam oluyor dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen ben sürmedim Platonik biricik sevdam da buymuş meğer meğer ırmağı severmişim ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin ister uzasın göz alabildiğine dümdüz bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa bilirim benden önce duyulmuş bu keder benden sonra da duyulacak benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere benden sonra da söylenecek gökyüzünü severmişim meğer kapalı olsun açık olsun Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın kulağıma sesler geliyor gök kubbeden değil meydan yerinden gardiyanlar birini dövüyor yine ağaçları severmişim meğer çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi İzmir’in kavakları dökülür yaprakları bize de Çakıcı derler yar fidan boylum yakarız konakları Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına ucu işlemeli yolları severmişim meğer asfaltını da Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e asıl adı Göktepe ili bir kapalı kutuda ikimiz dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır bunu bir kere daha yazdımdı çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi önde körüklü kaat fener belki böyle bir şey olmadı …. çiçekler geldi aklıma her nedense gelincikler kaktüsler fulyalar İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı çiçekleri severmişim meğer üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948 yıldızları hatırladım … severmişim meğer gözümün önüne kar yağışı geliyor ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın meğer denizi severmişim hem de nasıl ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer ister altlarında olayım ister üstlerinde ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası severmişim yağmuru severmişim meğer ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider yağmuru severmişim meğer ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde yanında pencerenin altıncı cıgaramı yaktığımdan mı bir eski ölümdür benim için Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye saçları saman sarısı kirpikleri mavi zifiri karanlıkta gidiyor tren zifiri karanlığı severmişim meğer kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften kıvılcımları severmişim meğer meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir yolculuğa çıkmışım gibi seyredere
  10. 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne girerken, Türkiye'nin kadın cinayetleri haritası çıkarıldı. Son 5 yılda en az 1134 kadın öldürüldü, öldürülen iki kadından birinin faili kocası veya eski kocası oldu, 235 cinayet ise devam eden ayrılık veya boşanma sürecinde yaşandı. 2010-2015 yılları arasında en az 1134 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye’de, "saçını kızıla boyatmak", "yeni elbise almak", "patates köfte yapmamak", "tuzluğu uzatmamak" veya sadece "gıcık olmak" dahi bir kadın cinayetinin bahanesi olabildi. Türkiye haritasına bakıldığında son 5 yılda kadın cinayetinin kayıt altına alınamadığı il sayısı ise sadece 3. Bianet'ten Ceyda Ulukaya imzasıyla yayınlanan haberde, kadincinayetleri.org sitesinin Türkiye’de 2010-2015 yılları arasını kapsayan 5 yıllık dönemde işlenen kadın cinayetlerini veritabanı oluşturma amacıyla haritalandırdığı belirtildi. Cinayetlerin il ve ilçelere dağılımının görülebildiği harita üzerinden, kadın cinayetlerini faillerine göre, faillerin bahanelerine göre, şiddet ya da boşanma unsurlarına göre sınıflandırmak ve haber kaynağına ulaşmak mümkün. Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı desteğiyle yürütülen araştırmaya dayanarak hazırlanan kadincinayetleri.org, cinayetlerin önlenmesi ve bu alanda oluşturulacak politikalara katkı sağlamayı amaçlıyor. 2015 verileri de eklendikten sonra site her ay güncellenen bir görünüme kavuşacak. KADIN CİNAYETLERİNİN FAİLLERİ Türkiye’de 2010-2015 yılları arasını kapsayan dönemde en az 1134 kadın öldürüldü. 5 yılda öldürülen kadınlardan; - 608’inin faili kocası veya eski kocası oldu - 161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşı oldu - 213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabası oldu. KADIN CİNAYETLERİNİN BAHANELERİ Erkeklerin kadınları öldürmek için öne sürdüğü bahanelerde de çeşitlilik söz konusu. Erkeğin ifadesi temel alınarak oluşturulan bahaneler kategorisinde öne çıkanlar aldatılma şüphesi, barışma isteğinin reddi, kadının ayrılma ya da boşanma isteği ve ‘namus’ ya da ‘töre’. 1134 cinayetin; - 217’sinde kadına yönelik sistematik şiddet, taciz veya tehdit vardı. - 141’i şiddet, taciz veya tehdit karşısında kadınların güvenlik amacıyla resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşandı. - 234 cinayet, devam eden bir ayrılık veya boşanma sürecinde işlendi. CİNAYET YERLERİ 1134 cinayetin 676’sı çiftlerden birine ait veya ortak evde ya da kadın veya erkeğin ailesinin evinde gerçekleşti. 225 cinayet, sokak, park, bahçe, ormanlık alan vb. kamuya açık alanda yaşandı. Kadının işyeri ve evin önünde gerçekleşen cinayetler ise çoğunlukla erkeğin kadını takibini içeren, dolayısıyla planlı cinayetlere işaret etmektedir.
  11. Yukaridaki baslik ve konu: Birincisi evrensel-insan Zihniyetinin Qua Felsefesi ile yazilacaktir. Ikincisi, evrensel hukuk insanhaklari temelli hak ve ozgurlukler olarak yazilacaktir. Yani ne Turkmen milli/dini bakis acisini ne de Turkmen kavramini kullanan bir politik, etnik/milli ve de dini/mezhepsel, cikar ve duygu somurusu bakis acisini icermeyecektir. Turkmenler bilinen sekli ile Turkic halklarindan (Turklerin de icinde bulundugu turk boylarini ve dillerini iceren halklar grubu) biridir. Gunumuzde kendi adlarina bir ulke ve devletleri vardir. Ayrica O.Dogu'da Iran, Irak ve Suriye'de yasamaktadirlar. Irak'ta 3 milyon, Iran'da 3 milyon ve Suriye'de de yine 3 milyon civarinda bir nufuslari vardir. Irak'ta cografi/siyasi olarak bir "Turkmeneli" bolgesi bulunur. Suriye'de de genelde Suriye'nin batisi ve kuzey batisinda yogundurlar. Guncel olarak Suriye ve Irak topraklarinda devamedegelen savas ve catismalar temelinde konu ele alinacaktir. Yani basligimiza ve konuya Iran topraklarinda yasayan turkmenler dahil edilmeyecektir. Kokeni ingilizce olan "arabization" yani araplastirma ve "kurdification" yani kurdlestirme Turkmen halki acisindan basligimizin konusudur. Bugunlere gelmeden once, Turkmenlerin Hem Saddam hem de bugunku Esad rejiminde, her turlu katliama ve asimilasyona ugratilmak icin hak ve ozgurluklerinden mahrum birakildigini soyleyelim. Ayrica Turkmen etnik halkinin dini ve mezhepsel temelde hem sunni hem de sii mezheplerini de icerdigini soyliyelim. Iste bu araplastirma konusu aslinda bugunku sorunlardan once baslayan bir konudur. Kurtlestiorme konuisu ise tamamen etnik bir baski ve zorlama ve de asimilasyon konusudur. Kisaca Turkmenler kendilerine ait ve hak ve ozgurlukleri olan etik milli ve dini degerlerinden koparilmak icin hem dini hem de milli baski ve katliamlara ugramistir ve ugramaktadir. Bu acidan Suriye ile Irak'taki durumlari da farklilasir. Irak'ta kurd halki ile ic ice bir cografyada yasarlarken, Suriye'de hem Esad rejimi hem de emperyalizmin yetistirdigi ve Esad'a karsi kullandigi "muhalif" denilen terrorist gruplarin elinde bulunan alanda yasamaktadirlar. Ayrica Suriye'de bugun ISID'in kontrolunde olan ve iki kurd halki elinde olan topraklarin arasinda kalan ve tam da Turkiye sinirinda yer alan cografyada da yogun olarak bulunmaktadirlar. Burada emperyalizm eliyle, turkmenler sanki bu muhalif terrorist gucler eli ile Esad rejiminden korunuyor gibi gosterilmektedir. Irak'ta ise ugradiklari kurtlestirme politikasi altindadirlar. Ilginc olan Turkmenler ile ilgili guncel politik cikar ve somuru tarafli haberlerinin disinda medya ve basinda kitleye onlarin evrensel hukuk insan haklari ve hak ve ozgurlukler temelinde yasananlari yansitma yoktur. Ya haberler, turk milliyetciligin turkmenleri politik cikar olarak kullanmasi, ya da muhalif terrorist guclerin onlari koruyormus gibi gosterilmesidir. AKP bile yolladigi tirlardaki silahlari sanki Turkmenlere yardim icin yollama olarak gostermistir. MHP'de turk milliyetciliginden dolayi ve turkmenleri kurdlere tercih ettiginden sanki turkmenlerin yanindaymis gibi bir politika gutmektedir. Buradan bir kac onemli sonuc cikar. Esad ve Rusya'nin ortak muhalif teroristleri bombalamalarinin Turkmenleri bombalamalari anlamina gelmedigi. Kurd silahli guiclerinin Turkmenlere gosterdigi tavrin "sutten cikmis ak kasik" olmadigi. Emperyalist guclerin Turkmenleri degil, Esad muhalifleri terrorist gucleri destekledigi yarattigi besledigi ve yardim ettigi. Emperyalist guclerin turkmenleri degil, kurdleri destekledigi ve yardim ettigi AKP hukumetinin Turkmenleri degil, Esad'a muhalif terrorist gucleri destekledigi ve yardim ettigi. Kurdlere karsi cikmak icin, Turkmenleri koruyormus gibi kendini gosterdigi Kisaca emperyalist guclerin ve AKP'nin politik amaci Turkmenler uzerine degil; Esad'i devirecek muhalif terrorist gruplar uzerinedir. Turkmenler bu konuda politik duygu somurusu olarak kullanilmaktadir. Rusya Esad tarafinda turkmenleri ile degil, Esad'a muhalif terrorist guclerini bombalamaktadir. Kurdler bunyesindeki turkmenleri asimiliye ederken ve kurdlesmeye zorlarken, Turkmenler ile degil; Esad ile birlikte muhalif terror gucleri ile savasmaktadir. Ayni sekilde IRAK'ta resmi hukumet ile birlikte ISID ile savasmaktadir., Burada ISID'a ayri bir paragraf acalim. Isid Irak'ta hem kurdler hem de rejim ile savasirken, Suriye'de yine kurdler ve rejim ile savasirken, politik cikar farkindan dolayi da muhalif terror gucleri ile catismaktadir. Ayrica ISID bugun sadece Irak ve Suriye rejimleri ve de kurd cografyasi icin degil; onu yaratan emperyalist gucler ve rusya icin de vurulmakta olan bir terror gucudur. ISID'i her turlu yaratiminda ve yetismesinde besleryen ve yardim/yataklik eden AKP bile gostermelik te olsa "vurmaktadir." Emperyalist gucler ISID'a karsi Kurtleri korur ve desteklerken, AKP ISID ile birlikte kurdleri vurmaktadir. Emperyalist gucler ve AKP Esad muhalifi teroristleri besler ve desteklerken, Rusya ISID'in yaninda onlari da vurmaktadir. Kisaca tum bu karmasa ve kaos ortaminda, belki de insan haklari evrensel hukuk ve hak ve ozgurlukler Adina, basina pek yansimayan ve yansisa da sadece politik cikar ve duygu somurulu yansiyan Turkmenler, her turlu baski katliam ve asimilasyon politikasina maruz kalmaktadirlar. Gorundugu gibi de politik cikar ve duygu somurusunun yanlarinda oldugunu gosterir gostermelik destek disinda, Esad, Kurdler, Muhalif teroristler, emperyalist gucler, Irak hukumeti, Irak kurdleri ve ISID tarafindan kusatilmislardir. AKP'den de ozde degil, sozde yardim gormektedirler. Kisaca Turkmenleri Irak ve Suriye'de koruyan ve kollayan hic bir devlet hukumet silahli guc ve terror orgutu yoktur. Bir yerde "kendi kaderlerine" terk edilmislerdir. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  12. Tam 24 yıldır “Ali Baba ve 40 Haramile”olarak bilinen oyun, bundan böyle yeni ismi “Ali Baba ve 40” olarak sahnelenecek. Devlet Opera ve Balesi tarafından 1991’den beri ‘Ali Baba ve 40 Haramiler’ adıyla sahnelenen opera eseri artık ‘Ali Baba& 40’ adıyla sahneleniyor. DHA’nın haberine göre 2015-2016 sezonu için hazırlanan programda eserin adından ve afişinden ‘Haramiler” sözcüğü çıkarılmış durumda. 1989’da hazırlanan ve dünya prömiyeri 1991 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından gerçekleştirilen Ali Baba ve 40 Haramiler, 24 yıldır bu isimle sahnelendi. 24 Temmuz 2014’te Rengim Gökmen’in görevden alınması sonrasında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür ve Sanat Yönetmenliği görevine vekaleten getirilmiş olan Selman Ada’nın bestelediği, librettosunu Tarık Günersel’in yazdığı eser, 2015-2016 sezonunda Ankara, Mersin ve Antalya Devlet Opera ve Balesi tarafından programa alındı. Ancak ünlü eser, bu sezonda hırsız anlamına gelen ‘Haramiler’ sözcüğü sansürlenerek, ‘Ali Baba&40’ olarak operaseverlerle buluşmaya başladı. Ali Baba ve 40 Haramiler adlı operanın bestecisi olan Selman Ada, Muhammed peygamberin doğumunu ve hayatını anlatan ‘Mevlid’i de bestelemişti. Selman Ada geçen yıl, Devlet Opera ve Bale personeline ‘tayt, kolsuz penye, şort, streç ve çivi topuklu ayakkabı giyme yasağı’ getiren genelgeye imza atmıştı.
  13. İnternette biraz zaman geçirmek insanların kedileri sevdiğini anlamaya yetiyor. Fakat kedilerin insana karşı duyguları aynı netlikte bilinmiyor. Sadık olarak bildiğimiz köpeklere kıyasla kediler insanlarla çok da alakalı değiller gibi görünüyor. Ancak kedilerin sandığımızdan daha dikkatli olduğu ve mutlu olduğumuz zamanları anladıkları ortaya çıktı. Yeni bir araştırma, kedilerin insanın duygusal ifadelerine karşı hassas olduğunu gösteren güçlü veriler içeriyor. ABD’nin Michigan eyaletindeki Oakland Üniversitesi’nden Moriah Galvan ile Jennifer Vonk 12 kedi ve sahipleri üzerinde bir araştırma yaptı. Sahipleri gülümsediğinde ve kaş çattığında kedilerin farklı davrandığı görüldü. Sahibi gülümsediğinde kediler mırlama, sürtünme ve kucağa oturma gibi “pozitif” davranışları daha fazla sergiliyor ve somurtma durumuna kıyasla onlara daha yakın zaman geçirmek istiyordu. Araştırmanın sonuçları Animal Cognition adlı dergide yayımlandı. Kediler sahipleri yerine yabancılarla olduklarında farklı davranıyordu. Kişilerin gülümseme ya da somurtmasından bağımsız olarak aynı miktarda pozitif davranış sergiliyorlardı. Bu sonuçlar kedilerin insanın yüz ifadesini okuyabildiğini ve bunu zamanla öğrendiğini gösteriyor. Köpeklerin insanın yüz ifadesinden anladığı bir süredir biliniyordu. Fakat kedilerin de benzer yeteneklerinin olduğuna dair verilere ilk kez rastlanıyor. Aynı konuda daha önce yapılan tek araştırmada net bir sonuca varılamamıştı. Galvan ve Vonk’un vardığı sonuç kedilerin insan duyguları ile sandığımızda daha uyumlu olduğunu gösteriyor. Fakat bu onların empati hissetmesi anlamına gelmiyor. Sahiplerinin gülümsemesi ile ödül arasında bağlantı kuruyor olabilirler. İnsanlar mutluyken kedilerine bir şeyler verme ihtimali daha yüksektir. Kediler insanın ruh halini gerçek anlamda anlamasa da araştırmada insan mimiklerini çok iyi ayırt ettikleri, ayrıca insana ilgi gösterdikleri görüldü. Vonk, araştırmalarının, kedilerin sahiplerine karşı sanıldığı kadar kayıtsız olmadıklarını gösterdiğini söylüyor. Kedilerin duygusal zekalarını keşfetmek neden uzun zaman aldı? Bu, tepkilerinin fazla belirgin olmamasından kaynaklanabilir. Mırlanma ve sürtünme gibi pozitif davranışların yanı sıra kedilerin hallerinden memnun oldukları zamanlarda vücutlarının ve kulak ve kuyruk hareketlerinin belli bir biçim aldığı görüldü. Buna karşılık bilim insanları köpeklerin mutlu ve kızgın yüzler karşısında farklı tepki gösterdiğini uzun zamandır biliyordu. Bunun nedeni köpeklerin tepkilerini daha açık ifade etmeleri olabilir. 2011’de yapılan bir araştırmada, köpeklerin kızgın bir insanla karşılaştıklarında farklı vücut hareketleri sergilemek yerine onlardan aktif bir şekilde kaçındıklarını göstermişti. Kedilerle köpeklerin insan duygularına karşı farklı tepki göstermeleri tarih öncesine dayanıyor. Köpeklerin insan mimiklerine daha güçlü tepki vermesi onlarla yaşama uyum sağlamada daha uzun zaman geçirmiş olmasıyla bağlantılı olabilir. Bu yıl yapılan bir araştırma, köpeklerin 30 bin yıl önce evcilleştirildiğini ortaya koydu. Kediler ise 10 bin yıl kadar önce muhtemelen Orta Doğu’da evlerde görülmeye başlandı. Fakat bu konuda kesin sonuçlara varmak için henüz erken. Köpeklerle ilgili araştırma sayısı kabarıkken kedilerin tepkileri konusunda çok az sayıda çalışma var. Kediler insanın en sevdiği evcil hayvan olabilir ama onlar hakkında öğrenmemiz gereken çok şey var daha. Neden mırladıklarını bile bilmiyoruz örneğin. Fakat son araştırma, kedilerin kayıtsızlığı yönündeki yargıları değiştirebilir. Belki de sahiplerine karşı sevgilerini köpekler kadar açık göstermiyorlardır. Bu makalenin İngilizce aslını BBC Earth’te okuyabilirsiniz.
  14. 5 ülkeden 1500 katılımcı ile yapılan dürüstük araştırmasının en kötüleri Çin ve Türkiye oldu! Siz olsanız dürüstlük testinde ne yapardınız? East Anglia Üniversitesindeki araştırmacılar çeşitli ülkelerin vatandaşlarının ne kadar dürüst olduğunu görmek için 15 ülkeden 1500 kişiyle bir test gerçekleştirdiler ve dürüstlük testinin sonuncuları Çin ile Türkiye oldu. Dürüstlük ölçümü için katılımcılara iki görev verildi. İlk önce insanlardan yazı-tura atmaları ve her tura için ödeme yapılacağı söylendi. Katılımcılardan gelen turaları dürüstçe raporlamaları istendi. İkinci olarak bir müzik ile ilgili soruların bulunduğu testi Google’dan yardım almadan çözmeleri istendi. Bu iki test sonucunda en çok Çin ve Türkiye’den katılımcıların hile yaptığı tespit edildi. Araştırmacılar dürüstlüğün ülkeler arasında büyük farklılıklar gösterdiğini tespit ettiler. İlk testte Biritanyalılar, ikinci testte Japonlar en dürüst ülke çıkarken Çin ve Türkiye sınıfta kaldı. Ayrıca katılımcılara en yalancı olduğunu düşündükleri millet soruldu ve katılımcılardan en çok Yunanistan cevabı alındı. Çalışmaya Türkiye, Brezilya, Çin, Yunanistan, Rusya, İsviçre, ABD, Arjantin, Danimarka, Büyük Britanya, Hindistan, Güney Afrika ve Güney Kore dahil edildi YAZI TURA TESTİNİN DÜRÜSTLÜKSIRALAMASI 1. Büyük Britanya 2. Güney Afrika 3. Portekiz 4. Yunanistan 5. İsviçre 6. Danimarka 7. Türkiye 8. ABD 9. Arjantin 10. Rusya 11. Brezilya 12. Hindistan 13. Güney Kore 14. Japonya 15. Çin MÜZİK TESTİNİN DÜRÜSTLÜK SIRALAMASI 1. Japonya 2. Büyük Britanya 3. ABD 4. Danimarka 5. İsviçre 6. Güney Afraika 7. Güney Kore 8. Yunanistan 9. Arjantin 10. Rusya 11. Brezilya 12. Portekiz 13. Hindastan 14. Çin 15. Türkiye
  15. Doç. Dr. Bilge Selçuk, Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi ve Queensland Üniversitesinde onursal kıdemli araştırmacı. Current Biology dergisinde yayımlanan ve medyada çok ses getiren ‘The Negative Association between Religiousness and Children’s Altruism across the World’ başlıklı makalenin yazarları arasında. Doç. Dr. Bilge Selçuk ile ses getiren dindarlık ve paylaşımcılık konulu çalışması üzerine bir söyleşi... Kısa bir süre önce alanında uzman bilim insanları tarafından yürütülerek Current Biology dergisinde yayımlanan bir çalışma, dünya bilim çevrelerinde geniş bir yankı uyandırdı. Çocukların paylaşma ve cezalandırma davranışları ile ebeveynlerin/ailelerin dindarlık düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen bu çalışmaya, ABD, Çin, Güney Afrika, Kanada, Türkiye ve Ürdün olmak üzere 6 ülkeden yaşları beş ila 12 arasındaki 1170 çocuk ve aileleri katılmıştı. Paylaşma davranışlarının ölçümü için çocuklara ‘diktatör oyunu’ adlı bir oyun oynatıldı. Oyunda çocuklara 10 adet çıkartma verilerek, bunları isterlerse çıkartması olmayan çocuklarla paylaşabilecekleri söylendi. Ahlaki uyarlılığı ölçmek üzere ise çocuklara bir karakterin başka bir karakteri kazara ya da bilinçli olarak ittiği kısa animasyonlar izletildi. Ardından çocuklara animasyonlardaki karakterlerin davranışlarının ne kadar kötü olduğu ve o karaktere nasıl bir ceza verilmesi soruldu. Sonuçlara göre ailenin dindarlık düzeyi arttıkça, çocukların kendilerine verilen çıkartmaları paylaşma davranışı azalıyordu. Kendisini Hristiyan ve Müslüman olarak tanımlayan ailelerin çocuklarında paylaşma davranışı, kendisini inançsız olarak tanımlayan ailelerin çocuklarına göre daha düşüktü (Şekil 1). Ayrıca dindar ailede yetişmenin paylaşım davranışı üzerinde etkisi, çocuğun yaşı arttıkça, güçleniyordu. Buna rağmen, dindar annelere sorulduğunda çocuklarını ortalamadan daha duyarlı ve empatik değerlendirdikleri, yine bulgular arasında. Çalışmada cezalandırma davranışlarına da bakıldı. Burada, kendisini Müslüman olarak nitelendiren ailelerin çocuklarının, başka birisine zarar geldiği durumları diğer çocuklara oranla daha zalimce buldukları, zararı veren kişinin ise daha sert bir biçimde cezalandırılması gerektiğini düşündükleri gözlemlenmişti. Ilk sema "dini olmayanlar" ikincisi "hristiyan" ve ucuncusu de " musluman" Şekil 1: Dindar aile etkisi ve paylaşımcılık davranışı. Y-ekseni çalışmaya katılan çocuklarda ölçülen "paylaşımcılık" değerini göstermektedir. Sütunlar ise, soldan sağa, kendini "inançsız", "Hristiyan" ve "Müslüman" olarak tarif eden ailelerin çocuklarını göstermektedir. p-değerleri ise karşılaştırmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu göstermektedir. Şekil makaleden alınmıştır. Dindar aile ortamının çocuklarda ceza fikirleri ve paylaşımcılık davranışlarının üzerindeki etkiyi inceleyen çalışma medyada geçtiğimiz hafta içinde büyük ses getirdi. Makale, hassas bir konuyu incelemeye cesaret ettiği için övgüler alırken, bazı kaynaklarca da eleştirildi. Çalışmanın yazarlarından biri Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bilge Selçuk’tu. Selçuk’a çalışması ve genel olarak alanda yürütülen çalışmaları yorumlarken hangi noktalara dikkat edilmesi hususunda sorular yönelttik. Makaleniz konusunda tebrik ederiz. Özellikle bu tip sosyal konuları çalışmak bazı zorlukları beraberinde getirebiliyor. İlk olarak merak ettiğimiz çalışmayı gerçekleştirirken, ya da veri toplarken özel bir zorluk yaşayıp yaşamadığınız. Yaşadık elbette. Öncelikle şunu söylemek lazım, Türkiye’de psikologlar için araştırma yapmak her zaman zordur. Psikoloji, uğraştığı konular itibariyle kişiye hep özel konularda sorular sorar. Araştırmanızda incelediğiniz konu en genelinden kişinin toplumsal konularda düşüncesi veya tutumları olduğunda dahi özeldir ki, biz araştırmalarımızda katılımcılara çocukluk deneyimlerinden, ilişkilerinden, maruz kaldıkları travmatik olaylara kadar pek çok konuyu sorabiliyoruz. Ve katılımcılar sorularımıza doğru cevap vermeye çekinirlerse veya sorulara içtenlikle cevap vermezlerse araştırmada elde ettiğimiz veriler güvenilir olmuyor, araştırmalarımız amacına ulaşmıyor. Bu sebeple bilimsel araştırmalarda belli etik kurallar vardır, çalışmalarda elde ettiğimiz bilgileri kimseyle paylaşmayız, her koşulda gizli tutarız. Bunu katılımcılarımıza araştırma başlamadan önce yazılı ve sözlü olarak açıklarız. Bu tür sorunların yanı sıra Türkiye’de insanların araştırmalara katılma deneyimleri az, bilimsel araştırmalara dair bu bilgileri yetersiz. Üstelik ülkedeki siyasi ortamdan dolayı fişlenmekten korkanlar, bilimsel araştırmalara katılmaya da çekiniyorlar. Oysa araştırma için katılımcılardan alınan tüm bilgiler gizlidir, kimseyle paylaşılmaz. Bu araştırmamızdaysa ailelerin dinlerine, dini gereklilikleri ne kadar yerine getirdiklerine ve dindarlıklarına dair sorular olduğu için çalışmamızda yer almak istemeyen birçok aile oldu. “Koç Üniversitesi bu soruları sorarak bizi çok hayal kırıklığına uğrattı, demek siz de dinimiz konusunda bilgi topluyorsanız artık” gibi açık açık söyleyenler oldu. Velilere elimizden geldiğince anlatmaya gayret ettik, araştırmanın amacının bu anne-baba özellikleri ile çocukların vicdan gelişimi ve sosyal davranışları arasındaki ilişkiyi incelemek olduğunu açıkladık. Veri topladığımız bir dönem Gezi zamanına denk geldi; o aylarda bu tür çekinceler arttı. İstanbul’da başladığımız veri toplama sürecini İzmir’de tamamlamak zorunda kaldık. Bu konuda bilinçli ve bilimsel çalışmalara destek olan okul yöneticileri, eğitimciler ve veliler olmasa psikoloji alanında çalışan araştırmacıların işi çok zor.Sanıyorum farkına varmamız gereken önemli bir konu bu; çalışmadan ilerleme olmaz, bir konu üstüne düşünmeden, araştırma yapmadan bilgi üretilemez. Psikoloji alanında, evet, sınırlı konuda da olsa hayvan araştırması yapılır ama bizim esas odağımız, esas malzememiz insandır. İnsanın davranışlarını anlamaya, açıklamaya çalışırız. Din de insanoğlu üstündeki etkisi bakımından belki de en ilgiye değer konulardan biri ve uluslararası literatürde din ve psikoloji ilişkilerini inceleyen çok araştırmacı ve araştırma var, ama bizde yok. Sanıyorum farkına varmamız gereken önemli bir konu bu; çalışmadan ilerleme olmaz, bir konu üstüne düşünmeden, araştırma yapmadan bilgi üretilemez. Psikoloji alanında, evet, sınırlı konuda da olsa hayvan araştırması yapılır ama bizim esas odağımız, esas malzememiz insandır. İnsanın davranışlarını anlamaya, açıklamaya çalışırız. Din de insanoğlu üstündeki etkisi bakımından belki de en ilgiye değer konulardan biri ve uluslararası literatürde din ve psikoloji ilişkilerini inceleyen çok araştırmacı ve araştırma var, ama bizde yok. Çalışmanızda da kullanıldığı gibi psikoloji alanında baskın bir şekilde kullanılan nicel ölçüm yöntemlerinin farklı sonuçlar ortaya koyabileceği de zaman zaman eleştiri konusu oluyor. Ölçüm konusunda düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz? Nicel ölçümler konusunda ne tür eleştiriler var bilemiyorum. Psikoloji nitel yöntemlerden ziyade nicel ölçüm yöntemleri kullanır. Yine de derinlemesine mülakata dayalı nitel yöntemleri de nicel yönteme ek olarak kullandığım araştırmalarım vardır. Fakat bu yöntemleri, kültürler arası karşılaştırmaya dayanan araştırmalarda kullanmanız zordur; o durumda farklı ülkelerden elde ettiğiniz verilerin karşılaştırılabilirliği çok problemli olur. Bir araştırma kurgulanırken bunların hepsi düşünülür; çalışmanın amacına göre yöntem ve ölçme aracı belirlersiniz. Sadece belli bir kültüre odaklanan bir araştırmada nitel yöntemler kullanmak daha mümkün. O zaman da başka sorular, başka eleştiriler ortaya çıkar. Her araştırma kendi sınırlılıkları içinde değerlendirilir. Bazı bilimsel çalışmalar, diğer disiplinler ve akademi dışından kişilerce duyulduğunda, çalışma sonuçları oldukça öznel yorumlanabiliyor. Bu durum her ne kadar bütün alanlar için geçerli olsa da, psikoloji bilimi özelinde, bilimsel sonuçları yorumlarken okuyucuların neleri göz önünde bulundurmasını önerirsiniz? Psikoloji alanında çalışanlar makaleleri nasıl okuyacaklarını bilirler, araştırmaların güçlü yönlerini ve sınırlılıklarını okuyunca anlarlar. Diğer okuyucular ise bilimsel makalelerin kendilerini okumaktan ziyade, bunların medyada verilen hallerini okuyabiliyorlar ancak. Bu durumda medyaya büyük sorumluluk düşüyor. Medya, araştırmaları haber yaparken okunurluğu artırmak için sansasyonel başlıklar kullanırsa, ki bu herhalde meslek etiğine aykırıdır, o durumda okuyucunun yapabileceği bir şey yok. Bizim de araştırmacılar olarak önerimiz olsa olsa sansasyonel tüm başlıklara okuyucuların temkinli yaklaşmalarını öğütlemek. Bugün Türkiye’de de, dünyada da medya, özellikle gazeteler ve internet gazeteleri veya internet haberciliği diyelim, bunu çok yapıyor. Medya, çocukların kendinden daha dezavantajlı durumda olan başka çocuklarla elindekini paylaşma davranışına dair bir araştırmanın bulgularını “Dindar ailelerde çocuklar daha paragöz oluyor” diye duyurduğunda, bu yoruma araştırmacı da şaşırır ve kızar elbette. Medya okuyuculuğu önemli; hepimizin bu konuda kendimizi geliştirmemiz lazım. Son olarak, bilimsel bilgi üreterek bütüncül bakış açıları geliştirmek ve bireylerin hayat kalitelerini arttırmak amaçlarımız arasında. Bu bağlamda, çalışmanızın sonuçlarının özellikle aile-çocuk ilişkilerine ve aile içi değerlerin aktarımını anlamamıza nasıl katkıda bulunduğunu düşünüyorsunuz? Bilim hem bilim içindir, hem de insan ve toplum içindir. Yani bilimsel araştırma sonuçları bireylerin ve toplumların esenliği, daha iyi olmaları, ileriye gitmeleri için de kullanılır. Ama bir tek araştırma bu işlevi görür mü? Her araştırmanın belli özellikleri vardır ve ortaya koyduğu sonuçlar, o çerçevede değerlendirilir. Bir araştırma sorusunu inceleyen tüm çalışmaları bir arada ele almak ve sentezlemek için meta-analiz çalışmaları yapılır. Mesela yakında çocuklarda olumlu sosyal davranışlar ve zihin kuramı becerisi ilişkisi üzerine bir meta-analiz çalışmamız yayınlanacak; o makalede bu bağlantıyı inceleyen 76 araştırmayı sentezledik ve bir sonuca ulaştık. Tek tek araştırmalar birikir ve en nihayetinde bir bütün olarak değerlendirilirler. Ama bilimde her bir araştırmanın bütüncül bir bakış açısı ile bir konuya bakması söz konusu değildir; hatta nadiren böyle bir şey görülür. Bir araştırma gayet sınırlı bir soruya, tek bir özel konuya da odaklanabilir. Bir başka araştırma bir başka özel konuya odaklanabilir ve tüm bu araştırmalar biriktiği ve bir araya geldiği zaman anlamlı bir bütün ortaya çıkabilir. Aile-çocuk ilişkisini incelememiş, aile içi değerlerin nesiller arası aktarımına bakmamış bir araştırmanın bu konuda bir bilgi vermesi elbette mümkün değil. Kendini inançsız, Hıristiyan veya Müslüman olarak tanımlayan ailelerin çocukları incelediğimiz özellikler bakımından neden farklılık gösteriyor, bu araştırmamız ile bunu bilmemiz mümkün değil. Bu, ancak başka bir makalenin konusu olabilir. Şu anki bilgimizle ancak spekülatif yorumlar yapabiliriz. Kendini belli bir dine ait hissetmediğini söyleyen annelerle, Müslüman veya Hıristiyan olduğunu söyleyen aileler arasında ne tür farklılıklar vardır ki, inancı olmayan ailelerdeki çocuklar daha çok paylaşma davranışı gösteriyorlar? Acaba bu ailelerde otoriter ebeveynlik mi daha düşük, çocuk odaklı bir yetiştirme biçimi mi daha yaygın? Çocuğun pozitif değerleri içselleştirmesi, gerektiğinde fedakarlık yapabilmesi için önemlidir. Ama bir otorite figürünün ne yapılacağını dikte etmesi, içselleştirme sürecine zarar verir. Peki, çocuğun bir kişinin zarar gördüğü durumda, bunu yapanın kasten yaptığını ve daha şiddetli cezalandırılması gerektiğini düşünmesi neden olur? Bu algılar ve davranış eğilimleri neden ve nasıl gelişir? Tüm bunlara cevap ararken bakmamız gereken yer çevredir. Çevre, ama çevrenin hangi özellikleri? Bilim insanları bunlarla uğraşır. Bu bilgileri ortaya çıkarabilirsek, aileleri ve eğitimcileri bilgilendirebiliriz, çocuklarına farklı davranmalarını öğütleyebiliriz, yol gösterebiliriz. Gelişim psikologları için bunlar önemli konulardır; çünkü yetişkinliğin temeli çocuklukta atılır. Barış içinde yaşayan bir toplum için çocukluktaki sosyal ve ahlaki gelişimle ilişkili olan unsurları da bilmek gerekir. Sanıyorum hemfikir olmamız gereken konu, bilimsel çalışmalarda herhangi bir konunun tabu olmaması gerektiğidir. Bilim, meraktan beslenir, gelişme ancak bilimle ve bilginin paylaşılmasıyla olur. Dün matbaa bulunmasaydı, bugün kitaplar basılıyor, çoğaltılıyor, dağıtılıyor olmazdı. Bugün internet aynı işlevi görüyor. Kitapları, yazıları, ağaç kesmeden, çok daha hızlı ve daha masrafsız şekilde paylaşabiliyoruz. Özellikle Türkiye gibi insanların kitaba, gazeteye para vermediği bir ülkede internet gazeteciliği çok kritik bir rol oynuyor. Bu mecralarda bilgiyi paylaşmak çok kıymetli ama sorumlu şekilde elbette. ....................................................................................................................................................... İlgili makale: Decety, J., Cowell, J. M., Lee, K., Mahasneh, R., Malcolm-Smith, S., Selcuk, B., & Zhou, X. (2015). The Negative Association between Religiousness and Children’s Altruism across the World. Current Biology. doi: /10.1016/j.cub.2015.09.056
  16. Yukarida basliktaki cumleyi daha net algilama Adina, konu ve kavramlar ile ilgili olarak, sitemizdeki asagida linki verilen basliklara bir goz atmakta yarar var. http://www.turkish-media.com/forum/blog/1121/entry-7193-vahsi-kapitalizm/ http://www.turkish-media.com/forum/blog/1121/entry-7194-kapitalizmdeki-vahsilik-ve-kolelik-iliskisi/ Emperyalizmi terorizm ile ic ice gecmesinin direk emperyalist devlet saldirisi olarak degil de, baska bir ulkeye disaridan mudahele etmek olarak, tarihi SSCB'nin Afganistan'a saldirisi ardindan; buradaki konuclanmis El-Kaide gucu ve onun basi Usama Bin Laden'in ABD emperyalizmi ile isbirligi olarak baslar. Tarih 1960'lardir. Iste emperyalizm, bu tarihten sonar politik olarak kendi cikari Adina ve kendince mesru ve mubah kilacagi acidan yeni bir evreye girer. Terorizmin kelime anlami "korku salmak" tir. Aslinda emperyalizm kendi ulke ve toplumu bunyesinde genelde havoc politikasi izleyerek kendi halkinas direk korku salmaz. Korkuyu yarattigi terorizm ile iki sekilde salar. Birincisi disaridan ele gecirecegi ulke bunyesinde terror hareketi yaratarak ve yasatarak Ikincisi kendi halkina kendi ulkesinde kisa vadeli terror yasatarak Buradan farkli bir sonuc cikar. Emperyalizm terror ile korku salmak ile kalmaz, kendi ulkesinde yarattrigi terror ile de disarida saldiracagi ulkeye saldiri onayi aslmak icin, kendi toplumunun destegini alir. Ikiz kuleler katliami sonrasi olan gibi. Eger ulke emparyalist olamamis ise ic somuruyu daha cok yogunlasacagindan vahsi kapitalizme yonelir ve burada biten havoc politikasi sopa politikasina doner ve bizzat teroru ulkenin kendi devleti ve hukumeti yaratir ve uygular. Turkiye'de oldugu gibi. Kisaca 1960 oncesi uygulanan sopa politikasinin bugunku geldigi nokta terorizmdir. Yalniz burada emperyalizm ile yaratrtigi terorizm arasindaki iliski her zaman istendigi gibi gitmez. Sonucta emperyalizmin buyutup besledigi ve yedirip icirdigi yardim ve yataklik ettigi ve her turlu gereken silahi sagladigi terorizm, palazlanmaya baslayinca, kendi basina hareket etmek ister ve boylece kendini yaratan emperyalizm ile ters duser ve hatta savasma noktasina gelir. O.Dogu'da Suriye ve Irakta yaratilan ISID ve bugunku geldigi nokta gibi. Aslinda burada emperyalizm, kendi bulundugu dali kesmektedir. Sonucta terror yarattigi ve estirdigi bir ulkede terror baskisindan dolayi bir multeci kitlesi olusur ve bu kitle emperyalist ulkelere dogru yola cikar. Ikincisi kendi ulkesinde terror estirdigi ulkenin vatandaslari orgutlenir. Sonucta emperyalizm gibi terorun de bir ulkesi siniri dini milliyeti irki v.s. yoktur. Buradan ucuncu sonuc olan emperyalizmin kendi ulkesinin yarattigi terore acilmasi ve bu teroru kendi ulkesinde yasamasidir. Bugun Fransa'da oldugu gibi. Sonucta yarattigi terror sagladigi terrorist olarak, hem terror estirdigi ulke ile sinirli degildir, hem zaten o ulkenin disindan nakledilmistir ve dolayisi ile emperyalist ulkelerin kendi vatandaslarini da icerir. Fransa katliamlarinda adi gecen Fransiz polis ya da belcika dogumlu terrorist gibi. Aslinda terror ve terorizmin ne oldugu her yonu ile farklilasir. Ideolojisi ya emperyalizminm cikar politikasidir, ya da yarattigi terror hareketinin kendi ideolojisi ve de inancidir. Bunyesindeki teroristler, dunyanin dort bir yanindan her yasta ideolojide inancta bu isi para icin, kendi hurriyeti icin, inanci icin, ideolojisi icin, macera icin v.s. yapmak isteyenlerdir. Burada anlasilacagi uzere terore terrorist tasiyan ulkeler arasi aglar da kurulmustur. Evet emperyalizm ve ulkemizdeki gibi vahsi kapitalizm her yonu ile terror estirerek yani korku salarak politik cikarini yurutmektedir. Buradaki birinci sorun, toplumun kendisine korku salanin kim ve ne oldugunu bilmemesdi ustelik, guc olarak ona siginmasidir. Yani emperyalizm ve vahsi kaspitalizm, sadece teroru yaratmak ve uygulamak ile kalmaz, ayni zamanda sanki teroru yaratan o degilmis gibi, bir de seni guc olarak koruyormus ve kolluyormus gibi hareket eder. Bunun yaninda kendi yarattigi bu teroru kendi pozitif uygulasa bile, negative algida koruyarak sanki onun ile mucadele ediyormus gibi gorunur. Ustelik kendine karsi olan temelde bu korkuyu tum topluma yaymak Adina, her saldirdigina tutukladigina gozaltinaaldigina katlettigine de "terrorist" damgasi vurur ve onlarin yani halkin her turlu insan haklarindan ve evrenselhukuktan dogan eylemlerini "terrorist eylem, terore destek, terror orgutu ile iliski" v.s. olarak degerlendirir. Zaten su an ulkemizde olmakta olan da budur. Buradan su sonuc cikar. Ne emperyalizm, ne de vahsi kapitalizm her turlu devlet hukumeti ve her turlu kurum ve kurulusu ile, terorizme karsi olamaz ve degildir. Aksine ya acikca kendi devleti eli ile ya da yarattiklari ile bu teroru daimi destekler ve uygular. Zaten kendi yarattigi ile mucadelesi ancak kendi politik cikar ve somurusune zarar verdigi anda devreye girer. Yani hic bir zaman toplumlarin halklarin selameti sagligi guvenligi v.s. icin boyle bir mucadele soz konusu degildir. Aslinda bakildiginda, emperyalizmi de, vahsi kapitalizmi de, ayakta tutan tek guc de, bu terorizmdir. Bugun terorizmi yaratmasa ve uygulayamasa ne emperyalizm ne de vahsi kapitalizm yasamini surduremez. Cunku emperyalizm de vahsi kapitalizm de yonetim ve yonlendirim olarak zora baskiya mudaheleye yasaga v.s. dayanir. Iste bunu da en iyi terror saglar. Cunku terror korku salar sindirir susturur caresiz birakir. Bugun basta O.Dogu'da Suriye veIrakta Afrika'da Asyada Avrupa'da kisaca dunyanin dort bir yaninda olan bu katliamlari saldirilari catismalari ve her turlu icerde ve disardaki devlet terorunu algilamak Adina unutulmamasi gerek sey; TERORIZM, EMPERYALIZM VE VAHSI KAPITALIZMIN SILAHLI VE VURUCU GUCUDUR. EMPERYALIZM TERORIZM ILE SAVASMAZ, ONU YARATIR, BESLER BUYUTUR VE UYGULAR EMPERYALIZM TERORIZMI SAYESINDE HER TURLU POLITIK CIKAR VESOMURUSUNU YURUTUR VE HER TURLU KENDI TERORUNU DE MUBAH VE MESRU KILAR. Son olarak aslinda emperyalizm ektigini bicmektedir. Bu da iki turludur. Sen toplumlari bulundugu yerden rahatsiz edersen, yarin bu toplumlar gelir senin ulkene yerlesir. Sen her turlu teroru mesru ve mubah kilarsan, o terror gelir seni senin ulkende vurur. Burada ise aci olan emperyalizm ve onun yarattigi ve uyguladigi terorunden, bunu yaratanlarin yani yonetenlerin degil; hic bir bu konuda birt parmagi olmayan toplumlarin ve halklarin zarar gormesidir. Teror, teror saldirilari emrini verenleri degil; terorun oldugu yerde bulunanlari yasayanlari yani toplumu ve halklarini vurur. Kisaca terorden hic bir cikari olmayanlar zaten terore ve her turlusune karsi olabilir. Yalniz ve maalesef teroru de onlar yasar. Cunku terror zaten yaratilis olarak onlar icindir. Demekki burada yapilacak sey, terorun verdigi "korku salma" algisindan arinmis olmak olacaktir. Yani HIC BIR TEROR VE TERORIZM TOPLUMU VE HALKLARI YILDIRAMAZ, SUSTURAMAZ, YASAM HAKKINI ELINDEN ALAMAZ. Dolayisi ile EMPERYALIZMIN ISTEDIGI TOPLUMLARIN VE HALKLARIN TERORE TESLIM OLMASI IKEN, TOPLUMLAR VE HALKLAR AKSINE AYAKTA KALABILMEK ICIN YASAM SAVASLARINA DEVAM ETMELIDIR. BU DA ANCAK BARIS ILE OLUR, CUNKU TGOPLUMLARIN VE HALKLARIN ELLERINDE SILAH YOKTUR, VURUCU GUCLERI DE DIRENCLERI AZIM VE KARARLILIK ILE VERDIKLERI YASAM MUCADELESI VE TERORUN SALDIGI KORKUDAN KORKMADIKLARINI GOSTERMELERIDIR. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  17. İn ve de at kullanilabilir.
  18. İlkokul ders kitaplarında "Ali al-i, Ela, el-a, Oto ise ot-o" şeklinde hecelendi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından okullarda ücretsiz olarak dağıtılan kitaplar hata ve yanlışlarla dolu. Hecelemeler ve basit hesaplamaların yanlışlığı dikkatleri çekerken, “Ali’nin al-i, Ela’nın, el-a, ana kelimesinin an-a, ada kelimesinin ad-a, alet kelimesinin ise al-et şeklinde hecelenerek çocuklara öğretilmesine veliler tepki gösterdi. Birgün’den Hicran Karahan’ın haberine göre, Çocuğu bu sene birinci sınıfa başlayan Sibel Ak yeterli ön çalışmaların yapılmadan okuma-yazmaya geçildiğini belirterek, “Devletin verdiği kitaplar yetersiz ve yanlışlarla dolu olduğu için öğretmenimizin kararıyla kaynak kitaplar aldık. Derslerde kaynak kitapları, evde çektirdiği fotokopileri kullanıyoruz. Öğrendiği kadarıyla okuma çalışması yaparken heceleri yanlış ayırdığını görüyorum, ‘Biz böyle öğreniyoruz’ diyor. Ayrıca okuma metinlerinde elle, ite gibi argo anlamı olan sözcükler kullanılıyor” diye konuştu.Bu sene ikinci sınıfta okuyan oğlunun eğitim yetersizliği nedeniyle okuldan soğuduğunu ifade eden Dilek Güngör, “Oğlum ikinci sınıf, hâlâ kelimeleri hecelerine doğru olarak ayıramıyor. Çünkü öğrenirken, “Ali’yi al+i, Ela’yı, el+a” diye öğrendi. Türkçe kitaplarındaki metinlerin uzunluğunda da, matematikte de aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Eğitim sisteminin altında eziliyoruz, yapılan değişikliklere ayak uyduramıyoruz” dedi.Özel okulda birinci sınıfların öğretmenliğini yapan Ümit Özcan, ''Kitapta ‘alet’ sözcüğü ‘al ve et’ şeklinde hecelenmiş. Okuma parçaları çok uzun, sona gelindiğinde öğrenci anlam bütünlüğü kuramıyor, neredeyse her cümle için resim yapılmış” ifadelerini kullandı.
  19. Katliamın birinci ayında, aynı meydanda: ‘Yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz’ Ankara Katliamı’nın birinci ayında Ankara Garı önünde anma gerçekleştiren emek ve demokrasi güçleri katliamın hesabının sorulması için tarihi nitelikte bir hukuki ve siyasi mücadele yürüteceklerini belirterek, ‘Yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz’ dedi. Ankara Katliamı’nın birinci ayında Ankara Garı önünde bir araya gelen emek ve demokrasi güçleri, katliamda hayatını kaybeden yoldaşları için anma gerçekleştirdi. Katliamın yaşandığı saat 10.04’te yapılan saygı duruşunun ardından, meydanda bulunan anıta karanfiller bırakıldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB adına ortak basın açıklamasını okuyan KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen, “Kendi hayallerini gerçekleştirmek için savaştan, kutuplaşmadan, gerginlikten, halkların arasına düşmanlık tohumları ekmekten her kim, hangi güç odakları beslenmek istiyorsa, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü, saat 10.04’te barış irademize bomba koyanlar onlardır” dedi. ‘Koruyamadıklarınızı daha fazla mağdur etmeyin’ 100’ü üzerinde yurttaşın hayatını kaybettiğini ve 400’ün üzerinde yurttaşın ise yaralandığını belirten Özgen, “Terör saldırısında yaralanan ve bütün tedavileri yasal olarak devlet tarafından karşılanması gereken arkadaşlarımızdan halen tetkik tedavi ücretleri isteniyor. İlgili makamlara yazdığımız uyarı yazıları görmezden geliniyor, telefonlarımız açılmıyor. Başbakan’a çağrıda bulunuyoruz. Bu ayıbı derhal düzeltin. Koruyamadıklarınızı daha fazla mağdur etmeyin” dedi. “AKP’nin Ortadoğu ve savaş politikaları bölgeyi kan gölüne çevirdi” AKP’nin Ortadoğu ve savaş politikalarının Ankara Katliamı’na sebep olduğunu ifade eden Özgen, “AKP iktidarı izlediği ırkçı, ayrımcı, tekçi, mezhepçi bir siyaset ekseniyle başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da da sorunların derinleşmesine, haklar arasında çatışmalı ortamların sürekli kendisini üretmesine neden olmuştur. IŞİD, El Nusra, El Kaide, Şam Cephesi ve daha birçok çeteci, paramiliter güçlere direkt veya dolaylı destek ve yardım nedeniyle ülkeler kan gölüne çevrildi. Bizlerin ve diğer tüm muhalif kesimlerin bu politikaların eninde sonunda ülkemize yansıyacağı ve AKP hükümetinin çeteci güçlerle girdiği kirli, grift ilişkilerin suç olduğu yönündeki uyarılarımız ciddiye alınmadığı gibi adım adım AKP ve yandaş medya eliyle çeteci güçlerin hedefi haline getirildik. Dolayısıyla 10 Ekim bu politikalardan ve sivil darbe ortamından ayrı ele alınamaz, değerlendirilemez” dedi. ‘Halkı beyaz toroslarla korkutanlar katliamı açığa çıkarmayacaktır’ Katliamın mücadelede bir dönüm noktası olduğunu ve halkı beyaz toroslarla korkutmaya çalışanların katliamın faillerini açığa çıkarmayacağını belirten Özgen, “10 Ekim Katliamı emek, demokrasi ve barış mücadelemizde artık bir dönüm noktasıdır. Geleceğimizi belirleyecek bir nitelik taşımaktadır. Katliamın gerçek faillerinin açığa çıkarılıp cezalandırılmaması durumunda yeni katliamlar, yeni saldırılar kaçınılmaz olacaktır. Halkı beyaz toroslarla korkutmak isteyenlerin, faili meçhulleri açığa çıkarmak için en ufak çaba harcamak bir yana, açılan davaları da kapatanların, polise sınırsız yetki verenlerin, günlerce sokağa çıkma yasakları ilan edenlerin, buralarda çocuk, kadın onlarca sivilin yaşamını yitirmesine neden olanların, ülkemizi IŞİD’in ve çetelerin arka bahçesi haline getirenlerin bu katliamı açığa çıkartmayacağı açıktır” dedi. ‘Tarihi nitelikte bir hukuki ve siyasi mücadele yürüteceğiz’ Katliamın davasının yüzyılın davası olması için tarihi nitelikte bir mücadele yürüteceklerini belirten Özgen, “10 Ekim katliamına ilişkin tarihi nitelikte bir hukuki ve siyasi mücadele yürütecek bir yandan da saldırılara ilişkin davaların takipçisi olacağız. Yaşamını yitiren ve yaralanan arkadaşlarımız adına ve kurumsal olarak suç duyurularında bulunduk. Gerçekler açığa çıkarılıp katiller hesap verinceye kadar bu davanın peşini bırakmayacağız. Yüzün üzerinde yoldaşımızı yitirdiğimiz bu davanın yüzyılın davası olması için ne gerekiyorsa, nasıl bir mücadele yürütmek gerekiyorsa bundan kaçınmayacağız” dedi. Gar meydanı anıt mekan haline getirilecek Gar meydanının anıt mekan haline getirileceğini ve bunun toplumsal mücadele için önemli olduğunu belirten Özgen, bunun için yapılacakları şu şekilde sıraladı: 10 Ekim Katliamı sonrasında Ankara Gar Meydanı ve çevresinin mevcut mekansal biçimi ile sıradan bir mekan, trafik kavşağı şeklinde kullanılmaması gerekmektedir. 100’ün üzerinde yurttaşımızın hayatını kaybettiği, yüzlercesinin yaralandığı, binlercesinin bu acıya tanık olduğu ve milyonlarcasının derinden etkilendiği bu alçak saldırı sonrasında Ankara Gar Meydanı ve çevresi Türkiye halkları için bundan böyle farklı bir anlam ifade edecektir. Bu anlamın katliamın yaşandığı mekanda karşılık bulması ve meydanın “anıt mekan” haline getirilerek yeniden düzenlenmesi bizim sorumluluğumuzdadır. Katliamın gerçekleştiği Gar Meydanı ve çevresinin, ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekebilecek, toplumun farklı kesimleri tarafından benimsenebilecek geniş katılımlı uluslararası bir yarışma aracılığıyla yeniden düzenlenmesi için her türlü girişimde bulunacağız. Emek, barış ve demokrasi meydanının 10 Ekim Ankara katliamında yitirdiklerimizi anacağımız, günümüz siyasi ortamını ve toplumsal mücadele pratiklerini hatırlayacağımız bir anıt mekan olarak düzenlenmesi, en azından hem kaybettiğimiz canlarımızın umutlarını geleceğe taşımamızı sağlayacak hem de yaşadığımız bu toplumsal travmayı aşmamızda bize yardımcı olacaktır. Son olarak iktidar uğruna katliam yapanlardan hesap soracaklarını belirten Özgen, “Barış Karanfili yoldaşlarımıza vereceğimiz söz halklarımızın özlemini çektiği barışı sağlamak ve iktidar uğruna her şeyi yapabilecek kadar gözü kararanları, katliamı gerçekleştirenleri açığa çıkarıp hesap sormak olacaktır” dedi. Açıklamanın sonunda her ayın 10’unda gar önünde anma gerçekleştirileceği belirtildi.
  20. Katliamın birinci ayında İstanbul’da söz verildi: “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz” “Ankara Katliamı’nı unutmayacağız, affetmeyeceğiz” diyenler Galatasaray Meydanı’ndaydı. Eylemde katillere inat sokakta olma, halkın örgütlü gücüyle direnme ve çocuklar ölmesin diye barışı dillendirme sözü verildi. Birinci ayında Ankara Katliamı için “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz” diyenler Emek ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Basın açıklaması öncesi devrimciler tarafından zincir kurularak ve üst araması yapılarak güvenlik önlemi alındı, “Katili tanıyoruz” yazılı dövizler taşındı. Açıklama öncesi yapılan konuşmalarda da “Bizi öldürerek bitiremezler, asıl sağ kalanlardan korksunlar. İşte yine buradayız, sokaktayız” denildi. ‘Bize düşen yine direnmektir’ Kitlenin hep birlikte oturma eylemine başlamasıyla birlikte basın açıklamasının okumasına geçildi. Açıklamayı Sema Barbaros okudu. Katliamdan bu yana geçen 30 günde devletin bu alçak saldırının failleriyle ilgili hedef saptırdığını, gerçek sorumluyu gizlemeye çalıştığını söyleyen Barbaros, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da, Cizre’de, Silvan’da katili tanıdıklarını ifade etti. “Örgütlenmiş alçaklığa, dizginsiz zulme karşı tek güvencemiz halktır, halkın örgütlü gücüdür. Bize düşen direnmek, direnmek ve yine direnmektir” diyen Barbaros, hiçbir zalimin ilelebet iktidarda kalamayacağını hatırlattı, insanlık tarihinin iyi ile kötünün, ilerici ve gerici güçlerin, karanlık ile aydınlığın savaşı olduğunun altını çizdi. Bu toprakların barış ve kardeşliğe olan inancına dikkat çeken ve katliamda yaşamını yitirenlerin soluk bir fotoğrafa dönüşmesine izin vermeyeceklerini kaydeden Barbaros “Susmayacağız, unutmayacağız, affetmeyeceğiz” diyerek açıklamasını sonlandırdı. ‘Çocuklarımız ölmesin diye barış istiyoruz’ Açıklamanın ardından Gökmen Dalmaç’ın eşi Firdevs Dalmaç söz aldı. “Biz öldük, bizden sonrakiler çocuklarımız ölmesin diye barış mücadelesi ediyoruz” diyen Dalmaç, seçimlerden sonra umudunu yitirenlere inat mücadeleye devam edeceklerini kaydetti. Konuşmalar sonrasında katliamda yaşamını yitirenlerin adları sayıldı ve hep bir ağızdan “Burada” denildi. Basın açıklaması günlerdir asker-polis saldırısı altındaki Silvan’a “Diren Silvan, İstanbul seninle” sloganlarıyla selam gönderilmesinin ardından son buldu.
  21. Son aciklamalara gore, Ankara katliaminda katledilenlerin sayisi 102 olarak bildirildi. Katliam’ın birinci ayında dört bir yanda hayatını kaybedilenler anıldı: ‘Unutmadık, unutturmayacağız’ Ankara Katliamı’nın birinci ayında ‘Katliam’ı unutmadık, unutturmayacağız’ diyenler Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıktı. Hatay, Adana, İzmir, Kocaeli, Edirne, Diyarbakır’da sokağa çıkanlar ‘Katili tanıyoruz! Unutmayacağız, unutturmayacağız’ dedi Antakya Ankara Katliamı’nın birinci ayında yitirilenleri anmak için Hatay Emek ve Demokrasi Güçleri Eğitimsen önünde toplandı. Eğitimsen önünden yürüyüşe başlayacak olan kitleye polis barikat kurdu. Kitle polis barikatını aşıp Köprübaşı’na geldiğin de ise polis basın açıklamasının yapılacağı yere kitleyi beşerli gruplar halinde aldı. Kitle polisin tüm baskılarına rağmen oturma eylemi gerçekleştirdi ve basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması “Ne pahasına olursa olsun, unutmayacağız affetmeyeceğiz” sözleriyle sona erdi. İzmir İzmir Emek ve Demokrasi Güçlerinin çağrısıyla İzmirliler Ankara Katliamının birinci ayında “Onlara sözümüz barış olacak” diyerek yan yana geldi. Alsancak Sevinç Pastanesi önünde toplanan İzmirliler Katliam’da hayatını kaybedenler için denize karanfiller bıraktı. Anma “Sandık aklamadı, defter kapanmadı, görülecek hesabımız var” diyerek sonlandırıldı. Adana Adana KESK, DİSK, TMMOB ve Adana Tabip Odası’nın çağrısıyla gerçekleştirilen basın açıklaması Adana İnönü Parkı’nda gerçekleştirildi. Açıklama “10 Ekim Barış şehitlerini unutmayacağız, yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz! 10 Ekim’de olduğu gibi bugün de ‘Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi’ diye haykırmaya devam edeceğiz” sözleriyle sona erdi. Kocaeli Ankara Katliamı’nın birinci ayında Kocaeli’nde KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla İnsan Hakları Parkı’nda bir araya gelindi. 10 Ekim’de hayatını kaybedenler anıldıktan sonra basın açıklaması yapıldı. Açıklama “Yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz” sözleriyle bitirildi. Diyarbakır Evrensel’in haberine göre, DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda kişi AZC Plaza önünde toplandı. Anmaya katılanlar mumlar yakıp, Kürtçe ve Türkçe “Barış şehitleri ölümsüzdür” sloganı attı. Edirne Edirne Emek ve Meslek Örgütleri Platformu çağrısıyla bir araya gelen kitle Saraçlar Caddesi’nde bir araya geldi. Katliam’da hayatını kaybedenler anıldıktan sonra yapılan basın açıklamasında “Savaşa inat, barış hemen şimdi” sloganları atıldı. Gorseller icin; Sendika.org
  22. Yukaridaki baslikta iki onemli nokta vardir. Birincisi, bir seyin farkindaligi onun olumsuzu ile mumkundur. Ikincisi farkindalik tek basina bir seyi kazanmaya yetmez, yani; Farkindaligi fiili hale getirecek olan ise bilinctir. Burada bir onemli nokta da, serbestlik ile ozgurluk farkidir. Iste bunun farkindaligi ancak bu farkli iki kavramin elde edilmesinin bilincine acilir. Daha once sitemizde "ozgurluk ile serbestlik farki" ve "boyunduruk tutsakligi" basliklari ile bu konunun farkindaligi dile gelmisti. Serbesstlik ile ozgurluk farkini algilamak Adina, ingilizceden ornek verelim. Bir seyin serbestligi "free" olarak ifade edilirken, bir seyin ozgurlugu "liberal" sifati ile ifade edilir. Genelde "liberal" sifati politik bir icerikte iken, free sifatinin belirleyici bir icerigi yoktur. Peki "serbest olunmadiginin farkindaligi" ne demektir. Eger bir kisi, herhangibir kavramin bunyesinde ise ve onun olumlu ya da olumsuz tarafinda ise, SERBEST DEGILDIR; KAVRAMA BAGIMLIDIR. Yani KAVRAMI ORTAYA KOYAMAZ, SADECE KAVRAM ILE ILGILI OLAN OLUMLU YA DA OLUMSUZ BAGINI ORTAYA KOYAR. Burada "siz" olumsuz eki, kisiyi kavramdan serbest yapmaz, sadece kavramin pozitifine karsit yapar. Mesela milliyetci de, milliyetci karsiti da, milliyet kavramindan serbest degildir. Yada dinli de dinsiz de din kavramindan serbest degildir. Namuslu da namussuz da namus kavramindan serbest degildir. Aslinda buradaki serbestlik, bir yerde "bagimsiz" olarak ta algilanabilir. Cunku serbest olmamak demek, bagimli olmak demektir. Bagimli olan kavramin ya pozitifine ya da negatifine baglidir. Kavrami ortaya koyamaz, cunku kavramin bunyesinde ve tarafindadir. Iste simdiye kadar serbestligin farkindaligi aciklandi. Bilinc ise bu farkindaligin bilinmesi ve de bilissellige tasinilmasi,yani farkindaligin isleme konulmasidir. KAVRAMIN OLUMLU YA DA OLUMSUZ TARAFINDA DEGIL, KAVRAMDAN SERBEST OLARAK KAVRAMI ORTAYA KOYABILME BILISSELLIGIDIR. Bu bir yerde, KAVRAMA ICINDEN VE TARAFINDAN DEGIL, DISINDAN VE TUM RESMINI GOREBILECEK SEKILDE BAKMAKTIR. Qua felsefesi, ya da kavram ile empati kurmak. Kavrama disaridan ve notr algi ile bakis, kavram disilik. Demekki bir seyin farkindaliginin bilincini bilissellige tasimak, OLANA ISYAN ETMEKTIR. TARAF YA DA KARSI TARAFLILIK DEGILDIR. Iste bu isyan ancak kisiyi kavramdan serbest kilar. Burada yeri gelmisken, ozgurluk ise hic bir baski altinda kalmadan o kavrami kmisinin istedigi gibi kullanabilmesinin iznidir. Yani OZGURLUK KISIYE BAGLI DEGILDIR, YASADIGI DUZENE SISTEME HUKUKA BAGLIDIR. Serbestlikise tamamen kisinin insiyatifindedir. Ozgur olanin kavrami istedigi tarafindan kullanma izni vardir, Yalniz bu kisi kavramdan serbest olmadiginin farkinda olmayabilir. Kavramdan serbest olanin, kavrami disaridan gosterme serbestligi vardir, fakat bu serbestligi kullanma ozgurlugu olmayabilir. Kisaca bir seyin kendisinin bilinci, karsitinin farkindaliginin bilgisini getirir. Genelde karsitlik, ancak kendisinin farkindaliginin olumsuzlugu ile mumkundur. Zaten kendisi olumlu ise, karsitinin farkindaligi itici, korkutucu, v.s. gelir. Farkindalik, karsitligi getirir. Bu ya pasif ya da aktiftir. Buradaki aktiflik, farkindaligin bilgisini bilince tasimak ve farkindaligi yerine getirmenin bilgisini de bilissellige tasimaktir. Genelde bir beyin bir kavramdan serbest degilse, o kavramin olumlu ya da olumsuz emri altindadir ve yasamini ona gore yonlendirir. Iste verileni oldugu gibi almak ve uygulamak, biattir. Her biat ise farkindaliginin farkina varilmamis bir biastir. Iste o yuzden ilk isyan, verilenin tam karsisina gecmektir. Verilen ile inatlasmaktir. Halbuki serbestlik, VERILENI ORTAYA KOYMAKTIR. Bu da verileni oldugu gibi almak ya da tam karsisina gecmek ile degil; verilenin ne oldugunun bilisselligine varacak zihniyeti harekete gecirmek ve gereken soyutlamayi yapabilmek ile mumkundur. Bunu felsefi olarak aciklamak istersek; Mesela din felsefesi, bir kisinin kendi dini ya da dinsizligini ortaya koymasidir. Halbuki dini felsefe, kendi dinini ya da dinsizligini ortaya koymak degil; din kavramini tum resmi ile ortaya koymaktir. Iste ancak bu sekilde din kavramindan serbestlik saglanir. Bunu milliyet ya da baska herhangibir kavram icin uygulayabiliriz. Iste dinden ya da milliyetten serbestlik, dinden ya da milliyetten; dinli ya da dinsiz milliyetli ya da milliyetsiz olarak dinden ya da milliyetten serbest olunmadiginin farkindaligidir. Yani milliyet ya da din ortaya konmaz, dinlilik ya da dinsizlik, milliyetlilik ya da milliyetsizlik ortaya konur. Iste ve herseyden once bunun FARKINDALIGI DEMEK, DININ VE MILLIYETIN DINLI/DINSIZ VE MILLIYETLI/MILLIYETSIZ HER IKI UCUNDAN DA RAHATSIZ OLMAK SORUN YASAMAK VE HER IKISINE BIRDEN ISYAN ETMEKTIR. Iste bu isyan ve rahatsizlik yeni bir bilisselligin bilincinin habercisidir. Tabi bunun bilincin bilisselligine ulasmadan geri tepmesi olarak ta yansiyabilir. Burada sonuc, isyani dindiren rahatsizligin sona ermesidir. Kisaca farkindalik BEYINDE YER ETMISIN KENDINDEN BILINCSIZCE GELEN, YA DA KISININ BILINCI ILE KENDINI GETIRDIGI RAHATSIZLIGI VE ISYANIDIR. Kisaca konu, beyinde yer etmisleri ve bilincalti temelli alisilagelmis kullanimi uygulamak degil, KISININ KENDI BEYNINI KENDININ ISLETMESI YA DA BEYNININ ISLEMESININ ONUNU ALGISINI KAPATARAK TIKAMAMASIDIR. beynini kullanmak degil, isletmektir. ZIHNININ SOYUTLAMASININ SOYUTLAMA YETISININ OLDUGUNUN VE BUNU KULLANMAK DEGIL, ISLETEREK DEGISTIREBILECEGININ FARKINDALIGIDIR. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  23. Zorla nikah olur. Diyanet İşleri Başkanlığı, “Baskı altında yapılan nikah akdi geçerli midir?” sorusunu yanıtlarken, Hanefilerin zorlanan kişinin nikahını “geçerli” saydığını belirtti. Osmanlı’nın ise bu görüşü kabul etmediğinin altını çizen Diyanet, anne ve babaların, çocuklarının ilerideki yaşantılarında mutlu bir yuva kurmaları için gayret göstermeleri doğru ve gerekli bir davranış olduğunu ancak anne-babaların evlenecek gençlerin makul isteklerine ve hür iradelerine saygı duymalarının da gerektiğini bildirdi. Diyanetin yorumuna göre Türkiye'nin en yaygın mezhebi olan Hanefiliğe göre zor ve baskı altında kıyılan nikah sorunlu da olsa geçerli. Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, Dinî Bilgilendirme Platformu vatandaşların sorularını yanıtlamaya devam ediyor. Çeşitli konulara dair dini soruları yanıtlayan Diyanet, bu sorular ile yanıtlarını internet sitesinde de yayınlıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı son olarak nikah ve boşanma hakkında iki soruya yanıt verdi. Buna göre, Diyanet, “Baskı altında yapılan nikah akdi geçerli midir?” sorusunu cevaplarken, “İslami hükümlere göre nikah, evlenme ehliyetine sahip ve evlenmelerinde dini açıdan bir engel bulunmayan kadın ile erkeğin (veya vekillerin) şahitler huzurunda, birbirleriyle evlenmeleri konusunda karşılıklı rızalarını ifade etmelerinden (icap ve kabulden) ibaret bir akittir” ifadelerini kullandı. Evliliğin bir erkekle bir kadının ömür boyu birlikte yaşama, hayatın iyi ve kötü yanlarını birlikte omuzlama ilkesine dayandığı için evlenecek olanların rızasının bulunmadığı bir nikahın Şafii, Maliki ve Hanbeliler’e göre geçerli olmayacağını belirten Diyanet şunları kaydetti: “Eşlerden birisi ölüm, şiddetli dayak veya uzun süreli hapis korkusu altında evliliğe zorlansa böyle bir nikah fasit olur. Hanefiler ise zorlanan (mükreh) kişinin nikahını geçerli saymışlardır. Bu görüşlerini Hz. Peygamber’in, ‘Üç şeyin şakası da ciddidir, ciddisi de ciddidir; nikah, talak ve talaktan dönüş.’ hadisine dayandırmakta, cebir ve şiddete maruz kalanı şaka yapan kimseye benzetmektedirler. Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi gerek zorla yapılan nikah ve gerekse aynı durumdaki boşanmalar konusunda Hanefilerin görüşünü değil, diğer mezheplerin görüşlerini kabul etmiştir. Sonuç olarak; anne ve babaların, çocuklarının ilerideki yaşantılarında mutlu bir yuva kurmaları için gayret göstermeleri doğru ve gerekli bir davranıştır. Ancak anne-babaların evlenecek gençlerin makul isteklerine ve hür iradelerine saygı duymaları da gerekir. Çünkü nikah evlenecek kişilerin kendi hür iradeleriyle yapacakları bir sözleşmedir." “BOŞARIM DEMEKLE BOŞAMA OLMAZ” Diyanet “Boşarım demekle boşanma meydana gelir mi?” sorusuna karşın da şu görüşü savundu: “Boşama, yetkili kişi veya kurumun kesin kararı ve bu kararın yoruma açık olmayacak açık sözlerle ifadesiyle olur. Türkçede geniş zaman için kullanılan ‘Boşarım’ sözü bu nitelikte olmayıp boşama tehdidi anlamına gelir. Dolayısıyla bu sözle boşama meydana gelmez. Boşama, kişinin eşine söylediği ‘Boşsun’, ‘Boş ol’, ‘Boşadım’ veya ‘Karım boştur’ gibi boşama iradesini ortaya koyan ‘şimdiki veya geçmiş zamanlı’ ifadelerle ya da mahkemenin kararıyla gerçekleşir.” Odatv.com
  24. Ateizm Derneği, ateistlerin toplumda ve yasalar önünde ayrımcılığa uğramadan, eşit muamele görmesi talebiyle imza kampanyası başlattı. Dernek, TBMM’ye dönük imza kampanyasında, “Ateistlerin ve dinsizlerin yasal statüsü tanınmalıdır. Ateistler ve dinsizler dışlanmamalı, vatandaşlık hakları tüm azınlıklar gibi yasalar dahilinde tanınmalı ve korunmalıdır” dedi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olarak süregelen dinsel baskıların olduğunu hatırlatan derneğin talepleri şöyle: Ateistlerin ve dinsizlerin yasal statüsü tanınsın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne ve Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olarak, ülkemizde süregelen dinsel baskılara karşı... Çocuk haklarını ihlal eden, her fırsatta dile getirilen "Tek Din" damgasına karşı... Ateistliğin ve dinsizliğin bir aşağılama aracı olarak bilinçli olarak kullanılmasına karşı... Yasal düzenlemelerin eksikliği dolayısıyla toplumsal baskıyla insanların inanmama haklarının gasp edilmesine karşı... Ateist ve dinsizlerin toplumdaki yerlerinin görmezden gelinmesine, yasal düzenlemelerin geciktirilmesine karşı... Laik olduğu iddia edilen vatanımızda, var olduğumuzun ve kardeşçe yaşadığımızın görülmesini istiyoruz. Ateizmin ve/veya dinsizliğin bir aşağılama aracı olmamasını, ve yasal olarak tanınmasını istiyoruz. Siyasetçilerin "Ateistler bile..." diye başlayan ayrıştırıcı, ötekileştirici açıklamalar yapmaktan kendilerini alıkoymalarını istiyoruz. Sadece azınlık vakıflarının değil, ateist, agnostik, deist, hümanist, hür düşünceli ve inanç özgürlüğü savunucularını da kapsayan sivil toplum kuruluşlarının da yasal olarak "Gayrimüslimler" arasında değerlendirilmesini ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmasını istiyoruz. Kanun karşısında eşit muamele görmek istiyoruz. İnançsızlığımızı dile getirdiğimizde toplumun bir kesiminin inandığı değerlere hakaret etmiş muamelesi görmek istemiyoruz. Elimizi taşın altına koymak istiyoruz. Kamu görevlisi olursak fişlenmemek, çalıştığımız işyerinde dışlanmamak, sokakta gezersek taşlanmamak istiyoruz. Ayrıştırıcı bir uygulama olan, kimlik kartlarındaki din hanesinin kaldırılmasını istiyoruz. Yeni doğan bebeğin kimlik kartına otomatik olarak hakim dinin mensubu yazılmasını istemiyoruz. Öldüğümüzde bedenimizin yaşarken benimsemediğimiz değerlere göre işlem görmesini istemiyoruz. Unutulmamalı ki, barış içinde bir toplum, kendi içindeki gerçeklere sırtını dönemez. Neye inandığınızın veya inanmadığınızın önemi yok, hoşgörüye inanıyorsanız, siz de destek verin. LETTER TO TBMM Ateistlerin ve dinsizlerin yasal statüsü tanınmalıdır. Ateistler ve dinsizler dışlanmamalı, vatandaşlık hakları tüm azınlıklar gibi yasalar dahilinde tanınmalı ve korunmalıdır. Imza kampanyasında katilmak icin, asagidaki formu doldurabilirsiniz. Dag medya veya change.org
  25. Kediyi asıp, seni de asmayayım diye sevgilisini tehdit etti. İzmir Çiğli'de lise öğrencisi K.İ. evin çatı katında kediyi çamaşır ipiyle asıp çektiği fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaştı. Olaya tepki gösteren hayvan severler K.İ hakkında suç duyurusunda bulundu. Fotoğrafı 88 kişi de beğendi. Lise öğrencisi olan 15 yaşındaki K.İ., iddiaya göre, beslediği kediyi, evlerinin çatı katında çamaşır ipi ile tavana astı. Ardından kediyle birlikte çekilen fotoğrafını, sosyal medya hesabından paylaşırken altına da, 'Dikkat et sevdiğim seni de böyle asmim ;)' diye yazdı. Bu paylaşım kısa sürede 88 kişi tarafından beğenilirken fotoğrafı gören hayvanseverler ise ayaklandı. Fotoğrafı fark eden hayvan severler büyük tepki gösterdi. Ege Hayvan Hakları Federasyonu üyeleri adına Başkan Funda Bayri Ersoy, emniyet ve savcılığa fotoğrafı gösterip suç duyurusunda bulundu. 1999 DOĞUMLU BİR ÖĞRENCİ Yaşanan olayın toplumda infial yaratacak bir durum olduğunu belirten Ege Hayvan Hakları Federasyonu Başkanı Funda Bayri Ersoy, “Sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan bir resimden, bir genç kızın kediyi asarken ve bir de gülümseyerek poz verirken gördüm ve çok sinirlendim. Gören arkadaşlarım da beni aradı. Bu kızın 1999 doğumlu olduğunu öğrendim de ve liseli bir kızın böyle bir şeye kalkışması çok üzücü bir olay. Hayvanlara yapılan şiddet biliyoruz ki insanlara dönüyor sonunda. Bu yüzden tedbirin alınması gerekiyor. Biz emniyete ve savcılığa suç duyurusunda bulunduk. İşlemler başlatıldı. Şimdi takibini yapacağız” dedi.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.