evrensel-insan tarafından postalanan herşey
-
Birisi Kahve Yapsa da İçsek Şöyle Hüpppppppppppppp Diye
Kahvenin önlediği hastalıklar Uyku kaçırır diye kaçınılan, eskilerin "40 yıl hatırı var" dediği kahvenin faydaları saymakla bitmiyor. Felç riskini yüzde 20-25 azalttığını bildiren nöroloji uzmanı Prof. Dr. Aytekin Akyüz, "Sigara içmeyen kişilerde günde üç beş fincan kahve, tüm nedenlere bağlı ölümleri yüzde 15 azaltmaktadır. Böylece orta derecede, en az üç fincan kahve tüketimi kalp damar, beyin damar, karaciğer hastalıkları ile kanser, alzheimer, parkinson, multiple sklerozu önleyici rolünün yanında ömrü de uzatıyor. Kahve sağlıktır." dedi. Prof. Dr. Akyüz, çeşitli ülkelerde yapılan araştırma sonuçlarını değerlendirerek, kahvenin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerine dikkat çekti. Tiryakileri sevindirecek açıklamalarda bulunan Akyüz, sabah içilen çay ya da kahvenin, uyanıklığı arttırdığı gibi kişinin kendisini iyi hissedip toparlanmasını, sosyalleşmesini sağladığını söyledi. Kahvenin, dünyada en yaygın kullanılan psikoaktif ve stimulan (uyarıcı-canlandırıcı) madde olduğunu belirterek, "Amerikan Diyet Tavsiye Komitesi, günlük beş fincan kahve veya 400 mg. kadar kafeinin, uzun dönemde sağlık için bir risk taşımadığını bildirdi. 400 bin kişinin dahil edildiği bir çalışmada, 13 yıllık bir izlem sonucunda günde üç dört fincan kahve kullanımının, kalp damar hastalıkları dahil tüm nedenlere bağlı ölüm oranlarını en az yüzde 10 azalttığı saptanmıştır. Günümüzde kahvenin antioksidan ve antienflamuar etkisi daha iyi anlaşılmaktadır." diye konuştu. Kahvenin faydaları nelerdir? * Orta derecede kahve kullanımı, koroner kalp hastalığını 10 yıla kadar geciktirir, kalp yetmezliğine karşı korur. * Son yapılan çalışmalarda, kahveyle ritm bozuklukları arasında bir ilişki saptanamamıştır. Yine günde üç beş fincan kahvenin, damar tıkanıklıkları riskini azalttığı ileri sürülmektedir. * Kahvenin damarlar üzerine olumlu etkisi, beyin damarları için de geçerlidir. * Günde üç fincan kahve, inme riskini yüzde 20-25 oranında azaltmaktadır. * Düzenli kahve tüketiminin şeker metabolizmasını düzelttiği, tip2 diyabet riskini azalttığı ve aşırı şişmanlarda kilo kaybına yol açtığı saptanmıştır. * Alzheimer ve diğer demanslar, parkinson hastalığı ve multipl skleroz gelişme riskini azaltmaktadır. * Kahve, kısa süreli olumlu mental etkilerinin yanısıra bilişsel fonksiyonlarda uzun süreli fayda da sağlamaktadır. * Hafızayı güçlendirir. * Hafif bilişsel bozukluğu olan ve günde üç beş fincan kahve içen kişilerde, demansa (bunama) dönüşümün iki ile dört yıl engellendiği saptanmıştır. * Kafeinli kahve, parkinson hastalığını önlemede faydalıdır ve günlük kahve miktarı arttıkça hastalık gelişme riski azalmaktadır. * Ayrıca parkinson hastalarında, hareketleri kontrol etmede de yardımcı olmaktadır. Günde en az dört fincan kahve içenlerde, multiplskleroz (MS) gelişme riskinin üçte bir oranında azaldığı saptanmıştır. * Orta ve ağır kahve tüketimi (3-6 fincan) bazı kanserlerde önleyici etki sağlar. * Bir araştırmada, günde üç fincan kahvenin karaciğer kanseri gelişme riskini yüzde 50 azalttığı gösterilmiştir. * Sigara içmeyen kişilerde günde üç beş fincan kahve, tüm nedenlere bağlı ölümleri yüzde 15 azaltmaktadır. Prof. Dr. Akyüz, kahvenin birçok olumlu etkisinin yanısıra bazı olumsuz medikal ve psikiyatrik etkilere de sahip olduğunu söyledi: "Hipertansiyon, anksiyete, uyku bozukluğu, depresyon, kafein kesilme semptomları ve glokom gelişimi için potansiyel risklere sahiptir. Kahve kafein ani kesilirse baş ağrısı, depresyon, huzursuzluk, sinirlilik, uykusuzluk, kabızlık, sersemlik ve konsantrasyon güçlüğüne neden olabilir."
-
Türkiye’yi ve Türk Milliliğini/Sunni Müslümanlığı Bekleyen Tehlike
Bugun yasanan fiili durumun gidisatina bakarak, gelecegi bugunden yasayalim. Bu baslik gelecegi ele alacagi icin, her turlu yoruma ve tartismaya aciktir. Bugun bilindigi gibi vahsi kapitalizmin askeri ve ordusu da resmen guneydogudaki kurd nufusunu ordan goc ettirmek icin terorunu ortaya koymustur. Evet yore halki, guneydogudan ulkenin ic, dogu ve digger bolgelerine goc etmektedir. Yani artik burasi "kurd bolgesi" denebilecek bir yore Ulke sinirlari icinde kalmamistir. Emperyalizmin de destegi ile, Kuzey Kurdistan kurulmus ve Turkiye'den kopartilmistir. Yani Kurdistan'in BOP projesi temelindeki, Iran haric cografi sekillenisi ortaya cikmistir. Turkiye'nin geri kalan cografyasinda, bir selefi/sunni mezhepci devlet ve hukumet iktidardadir. Bugun kurulan 34 ulkeli ve o gunku Selefi/sunni mezhepli devlet ve hukumetinin de destek verdigi, 34'lu ittifak ile siiler ortadogu'da savasmaktadir. ISID'in kullanim tarihi de bitmistir. AKP savas ve terror devleti ve hukumetinin bugunku guneydogu terorune karsi cikarak, "Ben sunniyim, beni kurdler ilgilendirmez" dusuncesi ile destek vermeyen Ic anadolu ile "Ben Turkum, beni kurdler ilgilendirmez" dusuncesi ile destek vermeyen Trakya Bati ve Akdeniz/Karadeniz, artik terorden goc eden kurdler ile ic ice yasamaktadir. Kisaca ulke genelinde MILLILIK VE MILLIYETCILIK SONA ERMIS VE SADECE SELEFI TEMELLI IKTIDARIN, ICERDE VE DISARDA SELEFI OLMAYANLAR ILE SAVASI VE TERORU SURMEKTEDIR. Kisaca artik guneydoguda kurdlerin basina gelenler, artik selefi olmadiklarindan, Turkiye'nin elde kalan cografyasinda yasayanlarin basina gelmektedir. Yani icerde ISID tipi bir devlet polisi ve gucu yaninda ayni zihniyetli bir ordu ve askeri guc vardir. Ayni bugun Guneydoguda oldugu gibi, Turkiye'nin kalan cografyasinda sokaga cikma yasaklari ilan edilmekte, sehirler abluka altina alinmakta, sehirlerde yasayanlar iktidarin selefi mezhebini benimsemedikleri icin katledilmektedir. Yani katledilenler artik, kurdler degil; yani katliam, politika temelinde milli temel uzerinden degil, dini mezhepsel temel uzerinden hem selefi olmayan sunni ve digger mezheplerdeki muslumanlari ve musluman olmayan digger dinlerden olanlari ve de dini olmayanlari hem de turkum diyen turk millilerini ve de baska bir etnisiteden olanlari katletmektedir. Yani bugun sessiz kalanlarin sirasi gelmis ve bu katliamlar yasanmaktadir. Ulke de ne bir cumhuriyet, ne bir demokrasi ne bir laikligin ve de sosyal fark yasaminin artik zerresine izin yoktur. Sadece "ben selefi temelli sunni muslumanim" diyenler ve iktidarin bu temeldeki diktasina uyanlar yasayabilmektedir. Evet boyle bir gelecekte, bugun Turkiye'nin digger bolgelerine goc eden kurd vatandaslari, bu olanaga sahiptir; peki, yarin boyle bir terror altinda kalmamak ve katledilmemek icin bulundugu yerden goc etmek isteyen, turk milliligini savunanlar ve selefi olmayan sunniler; acaba nereye goc edeceklerdir? Evet belki burada cizilen gelecek cok karanlik ve tamamen insanlik disi hukuk disi, adalet hak ve ozgurluk disi bir tablo. Yalniz unutmayalim, bu tablo zaten bugun, Osmanli'ya ilk karsi gelen ilk olarak islam icerikli teroru yaratan ve destek veren ve bugun 34'lu ittifakin basini ceken, ve de emperyalizmin en ondeki ekonomik ve terror destekcisi, Suudi Arabistan olarak var. Yukaridaki gelecek Turkiye tablosuda, zaten bugunku S.Arabistan tablosudur. Tayyibiye -- Teokratik Selefi Otokrasi Hanedanligi Ben bugunden yazayim da, isteyen "tedbirini alsin", isteyen "komplo" desin, isteyen "gulup gecsin,", isteyen "yok artik, o kadar da uzun boylu degil" desin, v.s. ama o gun geldiginde de bugunku nesil olarak gorevini yerine getiremedigi icin, sakin hayiflanmasin. Cunku o gun geldiginde zaten o gunku nesil icin, is isten gecmis olacak. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
-
GÜNAYDIN
Gunler insan ve onun insanligi ve her turlu hak ve ozgurlukleri icin, yasamak isteyip , yasayamaz olanlar icin, evinde bile guvenli olamadiklari icin, cocuklarini okula gonderemedikleri, sokakta bile oynatamadiklari ve o yasta mezara bile koyamadiklari icin, v.s. Kisaca normal bir sekilde yasayamaz olanlar ve onlar ile ayni duyguyu paylasanlar icin, uzun zamandir ve ne zaman aydinlanacagi belli olmayan bir sekilde karanlık.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Evrim Sirke sineklerinin nesilden nesile değişmesi nesiller arası organizma değişiminin bir gözlemidir. Organizmaların nesilden nesile değişmesine evrim denir. Evrim bir olgudur. Evrim olgusunun modern sentez tarafından yapılan açıklaması en güncel ve en çok kabul gören Evrim Teorisidir. Evrim bir olgu ve bir teoridir. Tabiki evrim bu guncellige ve kabule gelene kadar teoriler gecirmistir. Mesela; Bunlar artık kullanılmayan açıklamalardır. Lamarckizm, Dönüşümcülük ve Ortogenez evrim olgusunun açıklamaları olarak oluşturulmuştur. Artık bu açıklamalar itibar görmemektedir. Darwin'in evrim açıklaması kabaca doğrudur ama geliştirilmeye ihtiyaç duymuştur. Modern evrimsel sentez, genleri açıklamasında yer vermeyen Darwin'in evrim açıklamasının geliştirilmiş halidir. Bu modern sentez evrim olgusunun günümüzde en çok kabul gören açıklamasıdır. Beyni teslimiyet ile uyusmuslarin, kendi ozelliklerini baskalarina vermesi ise farkli bir ironi. Mitoloji ile teoriye birbirine ozdes kilmak ta Tam bir Ortacag zihniyeti. Zaten bu bile kimin beynini ne ile uyusturdugunu acikliyor. En buyuk farkta cagdasliga ve bilgilenmeye acik beyin ile, bilmedigi halde bildigini zanneden ve bilgilenmekten kacan kapali beyin farkidir.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Neymiş o kanunlar? O bir kanun degildir, mantiksal bir cikarimdir ve bunu sadece teslim olmus olanlar algilayamaz. Sonucta herseyi ortaya koyan insanogludur ve bunu da sorgulayarak yapar. Bu da hem ortaya koyuştur hem de sorgulamayi sinirsiz kilar. Yalniz inanc bunu algilayamadigi icin ve ortaya koyan insanoglu disinda baska bir guc olduguna kendini inandirdigi icin, ortaya konani sorgulamaz ustelik mutlaklastirir. Her bir mutlak insanoglu beynini ve zihnini sinirlar bu da teslimiyettir. Sen kanun ile olgu farkina da bilmiyorsun. Ayrica kanunlar koyan in sadece insanoglu oldugunu da bilmiyorsun. Degismeyen hic bir sey yoktur. Cunku beyin daimi hareket ve yaratimin surecindedir. O sadece Allahi sorgulamaya bile cesaret edemeyen beyinlerin sadece kendi teslimiyetinin kanunlastirdigidir ve sadece inanani Baglar.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Degildir, tabiki. Bugun evrim ile ilgili ortaya ne konmus ise, o yeni bir bulus ile ya da gozlem ile yanlislanabilir. Nitekim zamansal olarak ortaya konan olgular, yine zamansal olarak yanlislaniyor. En son bu kuslarin evrimsel tarihinde yasandi. Dogma zaten bir seyi kesin, mutlak ve kalicili kilmaktir. İste inanc bunu yapar ve oldugu yerde demir atar.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Islamin ve imanin sartlari ne zaman nerede ve kim tarafindan bugunku sekline getirilmistir?
-
Vahşi Kapitalizmin Algısı “Teröre Karşı Gelen Teröristtir.“
Yukaridaki basliktaki, tirnak icindeki cumle, ilk okuyusta, okuyana ne kadar "garip/anlasmsiz/sacma" v.s. geliyor degil mi? Sonucta ilk akla gelen soru "nasil terorizme karsi olman terrorist olur?" sorusu. Cunku terrorist, anlam ve algi olarak teroru uygulayanin kendisidir, dolayisi ile karsi gelenin de dogalolarak "terror karsiti" olmasi degil. Maalesef basta vahsi kapitalizmin, yarattigi vahsi fiili durumda hic de oyle olmuyor. Cunku elindeki her turlu gucu, devleti,hukumeti, hukuku, yargiyi, yurutme ve yasamayi, askeri ve polisi ve de tum kurumlarini, iktidarda olanin dediklerine ve yaptiklarina karsi olan herkes uzerinde terror estirmek ile kullaniyor. Ustelik bunu da kendisine oyle ya da boyle karsi olanlari "terrorist" ilan ederek ve terorizm ile suclayarak. Iste boylece baslikanlam kazxaniyor. Yani iktidarin elindeki her turlu gucun estirdigi terore karsi olani iktidar kendi terorune karsi gelen terrorist olarak sucluyor, tutukluyor, hapsediyor ve hatta katlediyor. Aslinda su an ilginc olan emperyalizmin ve emperyalist olamayan vahsi kapitalizmin 1960'li yillardan beri her turlu devlet ic ve dis saldirilari temelinde bir "terorizm cagi" yasadigini soyleyebiliriz. Aslinda terorizm hem yaratimi hem fiili durumu hem de uygulamasi olarak tam da bir sopa politikasidir. Ustelik emperryalizm, terorizmi yaratir ve desteklerken hem onu "kotu" gosterir, hem de halklara karsi halklari terorizmden koruyor gorunur. Burada yaratilan bu gelismis bilgi ve bilisim caginda guvenligin de farkli bir emperyalizmi vardir. Cunku bu guven bahanesi ile; Hem toplumundan digger ulkelere saldirabilme onayi alir. Hem de her bir vatandasini yasam ve iliski temelinde takip eder ve gerekirse de fisler. Kisaca terorizm, her yonu ile ne kadar topluma ve halklara ve toplumun farkli kesimlerine zararli ise de, emperyalizm ve vahsi kapitalizme de o kadar yararli ve onun cikarinadir. Bu da bize ne emperyalizmin ne de vahsi kapitalizmin zerre bile terorizm ile celismedigini gosterir. Aslinda ilginc olan, terorizm insanoglu tarafindan kenmdi turune tarih sahnesi olarak yeni tanistirilmis olsa bile, kisaca "korku salma/verme" anlami ile, aslinda insanoglunun yapilandirdigi dogalve fenomenal zihniyetin ana ve temel tabanini teskil eder. Erkeksel, erksel ve erk eksel insanoglu zihniyeti; basta temelolarak guce, kuvvete, siddete, baskiya, zorbaliga, yonetim altina almaya v.s. dayanir. Zaten bu tumlarin altinda terror yatar. Yaani tum bunlar bir yerde yonetecegine itaat etmesini istedigine v.s. bir korku salmak icindir. Cunku korku genelde her turlu dusunce ve davranisi pasiflendirir ve sindirir. Yalniz unutmamak gerekir ki, korku da iki turlu isler. KORKMA VE KORKUTMA. Burada da ilginc bir bag vardir. BIR KISI SISTEM V.S. KENDI KORKMAMAK ICIN KORKUTMAYI TERCIH EDER. Yani korkutan genelde kendi korkusunu yasayan olarak bu korkuyu korkutarak yener. Gunumuzden ornek verirsek, fiili durumu yasatan diktatrorun korkusu, yaptiklarindan ve dediklerinden dolayi yargilanmamaktir. Iste kimse kendisini yargilayamasin diye, o elindeki her turlu gucu kendisini yargilayabilecek potansiyel uzerinde onlari yargilayarak kullanir. Ustelik bu korku salma istedigi iktidari da kendine getirmis oldu. Aslinda buradaki digger bir sorun da, algida hic bir zaman bir aklin TERORU BIR DEVLETE/HUKUMETE/YARGIYA/YASAMAYA VE YURUTMEYE VE BUNLARA BAGLI OLARAK DEVLETIN SILAHLI POLIS VBE ASKER GUCUNE YAKISTIRAMAMASIDIR. Cunku ilk terror zaten OLAN DEVLETE KORKU SALMA OLARAK ORTAYA CIKMISTIR. Ayrica algida, devlet ve kurumlari korku salmaz, aksine vatandasini korku salandan korur. Tabi bu devletin ve kurumlarinin toplumun ve farkli halklarin ve kesimlerin devleti oldugunda gecerli. Eger devlet iktidarin ve hatta basindaki tek yetkili merciin devleti ise, o devletin terorizmi kacinilmazdir. Cunku iktidar ve tek adamlik demek, baska bir sesin olmam,asi demektir. Iste baskaseslerde ancak iktidarin devleti ve gucunun teroru ile onlenir. 20. yuzyilin ortalarinda baslaan post modernism etkisinin dile yansimasi ve kavram algi ve karmasasi, zaten her turlu kelimelin kavramsal icerigini kendi algisinca anlamlandirmasidir. Iste terror, terrorist ve terorizm de bu kavramlardan biridir. Yani kim ve neye/kime gore terrorist? Yada terorizm terorizme karsi. Bir de bu kavrama kavramsalalgi olarak bakalim. Teror neden estirilir? Uzerinde terror estirilen istenilene itaat etsin diye? Peki, Terore itaat etmemek ne demektir? Karsi cikmak, direnmek v.s. dir. O zaman bir devletin algisinda kendine karsi gelen ve direnen herkes teroristtir. O zaman da devlet, bu teroriste uzerinde terror estirerek "hadsdini bildirecektir." Mesela bugun guneydoguda devlet, PKK ve yan kuruluslari ile catismaktadir. Devletin algisinda PKK terror orgutudur ve devlet terror orgutuner karsi catismaktadir. O zaman devletin teroristligi nerdedir? Burada devlet, neden PKK teropru ile catisir? Algida toplumunu ve farkjli halklarini ve kesimlerini terorden ve teroristten korumak icin. Peki devlet, bunu yapacagi yerde, yani halkikoruyacagi yerde, onlari da katlediyor ve onl;ar ile de PKK teroru gibi ustelik devlet saldiri tarafli catisiyor ise, iste burada devlet kendi halki uzerinde terror estiriyordur. Yani devlet teroru PKK TERORU ILE CATISIRKEN DEGIL, AKSINE PKK'YA KARSI HALKI KORUYACAGINA O HALKA DA BASKI KURDUGU HALKI DA KATLETTIGFI ICIN VARDIR. Devlet teroru kisaca kendi vatandasini halkini farkli kesimlerini karsisina alarak onlara vahseti yasattigi icin vardir. Kisaca devlet kendince, ESTIRDIGI HER TURLU TERORE KARSI GELENI DE TERORIST ILAN ETMEKTEDIR. Goruldugu gibi terror, terrorist ve terorizm kelimelerini kavrama tasidiginizda ve bu kavrama anlam ve icerik verdiginizde, kimin ve neyin tarafindan verilen anlam ve icerige gore, BELKI TEROR VE TERORIZM DEGISMIYOR, AMA TERORIST DEGISIYOR. Buradsaisin ilginci PKK Devlet ile catisdtigi icin terrorist orgut olabilir ve bu gecerlidir. Devletin algisdinda olan "bana karsi gelen kimse ayni PKK gibi teroristtir" politik cikari ve verdigi algi operasyonudur. Iste burden ister istemez, iktidarin herhangi bir soylem ve uygulamasina karsi cikan ve eylem yapan kisi ve grupta, devletin gozunde ve kerndi cikarina parallel terrorist olur. Asil sorun ise, devletin KENDI TERORUNU GOZ ARDI ETMESIDIR. YANI BIR YERDE VE OZEL;LIKLE VAHSI KAPITALIZMDE DEVLETIN TERORU MESRU VE MUBAH OLMAKTADIR. Iste o yuzden baslikta "devlet terorune karsi gelen teroristtir" cunlesi ortaya cikmakta ve bir yerde PKK ile devletin herhangi bir soylem ya da uygulamasina karsi olan bir vatandas, ayni kefeye konmakta ve ayni terror ile suclanmaktadir. Halbuki vatandas; Birincisi devlet terorune karsidir Ikincisi devletin kendinden almak istedigi insan haklarini hak ve ozgurluklerini hukuk ve adaleti vermemekte bunun icin direnmekte ustelik bu hakli durumdan da terrorist damgasi yiyerek haksiz duruma dusurulmektedir. Yani halkinin toplumunun ve farkli kesimlerinin yaninda yer almayan devletin terorizmi mesru ve mubah olmakta, kendini toplumunu farkli halklari ve kesimleri destekleyen, savunan ve talepeden vatandas devlet tarafindan terrorist olarak adlandirilmaktadir. Iste asil ironi burda. Yani ortada toplumunu farkli halklarini ve kesimlerini koruyan kollayan bir devletin olmamasi, aksine toplumuna halklarina saldiran bir devletin olmasi, bir yerde toplumu devletsiz birakmanin yaninda, bir de kendini koruyacak baska bir guce itmektedir. Iste ironi de toplumunu karsisinaalmis bir devleti olan toplumu kimin koruyup kollayacagidir. Sonucta bu vahsi kapitalizmde sadece bir bolge ya da o bolgenin etik nedeni olarak kalmaz, tum yurda vahsi kapitalizmin teroru olarak yayilir. Cunku vahsi kapitalizm de "bana dokunmayan yilan, bin yasasin" atasozu gecerli degildir. Cunku sira sana geldiginde sana da dokunacaktir. Hani su meshur "susma, sustukca sira sana dagelecek" soylemi var ya! Ayrica unutmamak gerekir ki, ne devlet ne de devlete karsi terorun, ne bir sinirli bolgesi ve yeri vardir. Her ikisi de tum yurt icindir. Itaat mi, yoksa direnmek mi? Karar ortada ve ortasi yok. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
-
Türkiye'nin Euro 2016'daki rakipleri İspanya, Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti
Türkiye'nin tarihinde dördüncü kez mücadele edeceği 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2016)'nın Paris'te kura çekimi yapıldı. Türkiye'ye 1. torbadan İspanya, 2.torbadan Hırvatistan, 3.torbadan Çek Cumhuriyeti geldi. Türkiye, yarı finale yükseldiği Euro 2008'de Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti'ni elemişti. Türkiye'nin gruptaki diğer rakibi İspanya, son 2 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın şampiyonu. TÜRKİYE'NİN FİKSTÜRÜ Türkiye grupta ilk maçında 12 Haziran'da Hırvatistan'la, Paris'in Parc des Princes stadında karşılaşacak. Kırmızı beyazlılar 17 Haziran'da Nice'in Allianz Riviera stadında İspanya ile, 21 Haziran'da Lens'te Stade Bollaert-Delelis'te Çek Cumhuriyeti'yle oynayacak. GRUPLAR BELLİ OLDU Fransa'da düzenlenecek olan Euro 2016'da gruplar şöyle oluştu: A Grubu: Fransa- Arnavutluk- Romanya-İsviçre B Grubu: İngiltere- Galler- Slovakya- Rusya C Grubu: Almanya- Kuzey İrlanda- Polonya-Ukrayna D Grubu: İspanya- Türkiye- Çek Cumhuriyeti -Hırvatistan E Grubu: Belçika- İrlanda Cumhuriyeti- İsveç -İtalya F Grubu: Portekiz- İzlanda-Macaristan- Avusturya 10 Haziran'da başlayacak olan turnuva 10 Temmuz'daki finalle sona erecek. Turnuvanın ilk maçı 10 Haziran'da Paris'teki Stade de France'da Fransa ile Romanya arasında oynanacak. (SPOR SERVİSİ)
-
SINIRSIZ ZULÜM: Eğlence Sektöründe Hayvanlar
Bütün bu olumsuzlukların arasında hayvan özgürleşmesi adına birer küçük adım sayılacabilecek gelişmelerle de karşılaşmak mümkün. 31.Mayıs.2005 ‘te alınan bir kararla Belçika’da yeni yunus parkı açılması yasaklanmıştır, bunu takiben var olan delfinaryumların ise kapatılması yönünde girişimlere başlanmıştır. Diğer karar ise sirklerle ilgilidir. Yine Belçika’da sirklerde bazı hayvanların tutulmasını yasaklayan kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişim ilk başta olumsuz görünse de bir iyileştirme söz konusudur Çünkü bu yeni kararla 2012 yılına kadar sirklere zoolojik parklardaki standartları karşılama zorunluluğu getirilmiştir. Örnek olarak fil için zorunlu olan yüz metrekarelik dış alan genişliği bin metrekareye, kaplan için mecburi olan otuz metrekarelik dış alan ise yüz metrekareye çıkartılmıştır. Ayrıca yine bu kanuna göre sirklerde sadece tutsak doğmuş hayvanların kullanılması ve sadece gösterilerde yer alan hayvanların bulundurulması yeni zorunluluklar arasındadır. Konu hakkında alınan başka bir karar ise taşıma ve sert olmayan eğitim yöntemlerinin uygulanması ile ilgilidir. Esaret hayatının yanı sıra sirklerdeki yaşam koşulları da berbattır. Akıldan çıkmamalıdır ki sirkler kâr amacıyla kurulmuş birer iş yeridir. Hayvanlar ise bu iş yerlerinin en alt kademedeki çalışanlarıdır. Maliyetlerse ilk elden bu hayvanların üzerinden azaltılacaktır. Sirkler şehirden şehire ülkeden ülkeye sürekli gezdikleri ve çoğunlukla seyahat halinde olmaları nedeniyle hayvanların gereksindikleri su, yiyecek, veterinerlik hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara erişim kısıtlıdır. Hayvanlar saatlerce küçük kafeslere tıkılmış hareketsiz ve bağlı olarak ,aşırı sıcak ya da soğuk havaya maruz kalarak yolculuk ederler. Yine de sirklerde eğitim adı altında uygulanan zalim öğretme tekniklerine kıyasla bu rahatsız yolculuklar bir dinlenme bile sayılabilir. En azından dayak, zorlama bir süreliğine de olsa ortadan kalkmıştır. Sirk hayvanları şovlarda sergiledikleri zorlanma gerektiren numaraları isteyerek öğrenmezler. Kimse de durduk yere alevler içindeki bir çemberden atlayan bir kaplan ya da dans eden bir fil göremez. Değişen kademelerde kamçılama, elektrik şoku verme, fillere kanca şeklinde bir alet batırma veya bu aletle darp etme gibi bedensel cezalandırma teknikleri kullanılarak hayvanlar kendilerine emredileni yapmak zorunda bırakılır. Bedensel cezalandırmanın yanı sıra su, yemek vermeme, hayvanı kafesinde tek başına bırakma da direnen hayvanların direncini kırmak için başvurulan yollardandır. Zincir, kırbaç, sopalar, kanca, ip, ağızlık gibi gereçler bu canice eğitimin vazgeçilmezleridir. Fil kancası olarak da bilinen bu alet filleri “yola getirmek” için bir eğiticinin demirbaşıdır. Bir filin derisinin kalınlığı vücudunun bölgelerine göre değişir. Bu kanca derinin ince ve bir böcek ısırığını fark edecek kadar hassas olduğu kulak araları, burnun içi, çene altı ve ayak çevrelerine batırılır. Sirklere ve hayvanat bahçelerine danışmanlık yapan bir fil terbiyecisi olan Alan Roocroft,Managing Elephants adlı kitabında şöyle yazar: “Bir file bedensel cezalandırma uygulanırken bu ceza o şekilde zorlayıcı olmalıdır ki fil bunun gerçek bir ceza olduğunu sezebilsin. Üstün pozisyonu sağlayabilmek için eğitici fili iyice sindirmelidir. Asi bir fili zap etmek için yeterli miktarda kas gücünü temin etmek için 8 tercihen 10 yardımcıya gerek vardır. Fil bir kere hareketsiz hale getirildikten sonra tahta bir sopanın darbelerine maruz kalır.” Yine birer fil terbiyecisi olan George “Slim” Lewis ve Byron Fish konuya devam ediyorlar. “…..böyle bir durumda ise fil korku ve bıkkınlık emareleri gösterecektir: gözleri dolar ve gözlerinden yaşlar akar. En sonunda fil teslim olur….Karşısındakine kıyasla çaresiz olduğunun farkındadır.” Fazla söze gerek yok, insanlık utancı denilen şey bu olmalıdır. Hayvan refahı konusunda Avrupa Birliği uygulamaları ve kanunları birçok ülkeye kıyasla, insana “hiç yoktan iyidir” dedirtecek şekilde ileri sayılabilir. “1997’de imzalanan ve 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Anlaşması hayvanları ilk kez duygulu varlıklar olarak kabul eden ve hayvan refahına ilişkin bir protokolü içermesi bakımından önemlidir. Fakat at yarışları, boğa güreşleri, tazı yarışları, tazı ile avlanma konularında üye ülkere ulusal düzenlemeler yapma hakkı tanımıştır.” “Mart 1999’da ise hayvanat bahçelerinde tutulan vahşi hayvanlara ilişkin bir direktif bakanlar kurulunca kabul edilmiş, hayvanat bahçelerinde bulunan vahşi hayvanlara doğal davranışlarını sergileyebilmeleri için yeterli alanların ayrılması ve hayvanat bahçelerinin 2002’den itibaren ruhsat ve denetimlerinin sağlanması zorunlu hale getirilmiştir.” 2004’te Avrupa Parlamentosu Konseyden sirkleri resmî olarak Avrupa kültürünün bütünleştirici bir parçası ya da sirklerde hayvan bulunmasının bir kültürel öge olarak tanınmasını istemiştir. Şu anda bu tanımlama kabul edilmiş olduğu için; hayvanların eğlence amaçlı kullanımı İsveç, Avusturya, Finlandiya ve bazı idari merkezlerde yasak olup, diğer üye ülkelere bu konuda düzenleme yapma yetkisi verilmiştir. Topluluğun 1 Ocak 2007’den itibaren geçerli olacak, Ekim 2005 tarihli düzenlemesiyle her sirkin kayıt altına alınması, bulunan her hayvanın kaydının yapılması; her hayvan için aşıları, geçirdikleri hastalıkları, yapılan testleri belgeleyen kimlik niteliğinde bir pasaportun çıkarılması, her yer değiştirmenin 48 saat önceden ilgili merciilere haber verilmesi ve resmî izin alınması zorunlu hale getirilmiştir. Hayvan refahına ilişkin olarak üye ülkelerin düzenlemelerinde yer alan bazı yasaklamalar ise şöyledir: – evcil ya da vahşi hayvanları su ve yiyecekten mahrum bırakmak, – yaralanma ve hastalık durumlarında bakımsız bırakmak, – kendi doğal ortamlarına uygun olmayan yerlere yerleştirilmeleri, – mutlak zorunluluk olmadıkça kapatma, hapsetme, bağlama aygıtlarının kullanımı – (gösterilerde) ilaç niteliğindeki maddelerin kullanımı, – cerrahi müdahalelerle hayvanların özelliklerinin değiştirilmesi – hayvanın, kendisine kötü muameleye yok açacak oyunlara ve faaliyetlere sokulması – hayvanın hedef tahtası olarak kullanılması Paulo Freire Ezilenlerin Psikolojisi isimli kitabında, ezilenleri köylü ve kentli emekçiler sınıfı, öğrenci grubu olarak ele almasına ve kesin bir insan-hayvan ayırımı çizmesine karşın, duruma sadece ezen-ezilen ilişkisi şeklinde bakıldığında, insanoğlu içindeki ezen-ezilen dengesizliğinin, ezilen hayvan-ezen insan arasındaki bağa benzerliği şaşırtıcıdır. İnsanların kendi aralarında olsun, insan-hayvan arasında olsun , bir varlığı aşağı olarak etiketleyip hükmetmek tek bütünün bir parçasıdır. Adı geçen kitapta Freire “okul içinde veya dışında, herhangi bir düzeydeki öğretmen-öğrenci ilişkisi”ni masaya yatırır. Bu ilişki bir özne (öğretmen) ve nesnelerden (öğrencilerden) oluşur ve aktarım tek tarafın (özne) elinde tuttuğu erke dayanır. Yazarın “’bankacı” eğitim’ diye nitelendirdiği modelde “bilgi, kendilerini bilen sayanların, yine onlar tarafından hiçbir şey bilmez sayılanlara verdiği bir armağandır. Başkalarını mutlak bilgisiz saymak baskı/ezme ideolojisi için karakteristiktir….”Öğretmen kendisini öğrencilere, onların zorunlu karşıtı olarak sunar; öğrencilerin cehaletini mutlak sayarak kendi varlığını gerekçelendirir.” “Bankacı” model “öğretmen düşünür,öğrenciler hakkında düşünülür.”, “öğretmen disipline eder, öğrenciler disipline sokulurlar.” , “öğretmen bilginin otoritesini,kendi mesleki otoritesiyle karıştırır ve bu otoriteyi öğrencilerin özgürlüğünün karşıtı olarak öne sürer” şeklinde özetlenebilecek bir yapıdır. (Paulo Freire – Ezilenlerin Pedadojisi, Ayrıntı Yayınları) Bu yapı ezen-ezilen ilişkisinin bulunduğu her yerde benzer şekillerde örgütlenir. Kaynağını belli bir varsayımdan alan gücün sorgulanmayışı ve bu güce sahip olanın kendine sonsuz derece hak tanır oluşu bu tarz ilişkilerin esasını oluştur. Öğretmen-öğrenci örneğinde varsayılan, öğretmenin bildiği ve karşı tarafın cahil olduğudur. Gerçekliği bir kurgu olan veya gerçekliğinden şüpheye düşülebilecek (ama düşülmeyen) bu varsayım öğretmenin tahakkümüne izin verir. Hayvan-insan ilişkisi de farklı varsayımlardan hareket ederek kurulmuş olsa bile (burada varsayılan insanın akıl sahibi olduğu ve bu aklın sömürü için yetki olduğudur). ezeni (özne-insan) ve ezileni (nesne-hayvan) karşı karşıya getirir ve içinde de dünyanın en acımasız ve geniş çaplı tahakkümünü barındırır. İşin acı yanı ise bu sömürünün kolayca geri dönüşü olmayacak biçimde rasyonalize edilmiş olmasıdır: hayvanlar insanlığın gereksinimleri ve eğlenceleri için vardırlar. Nokta burada konulduğu ve olan biten de sorgulanmadığı takdirde bu sömürü beslenme alışkanlıkları, hayvan testleri, sirkler, yarışlar olarak tekrar tekrar ortaya çıkacaktır.
-
SINIRSIZ ZULÜM: Eğlence Sektöründe Hayvanlar
Elif Erdoğan* Güney Afrika’nın en eski yerlilerinden olan Kikuyu kabilesine mensup Sawtche, bir çiftçinin kölesiyken aşırı gelişmiş kalçaları ve cinsel organı nedeniyle genç bir cerrahın ilgisini çeker. O dönemde Avrupa’da normal dışı görünümlü, egzotik olarak addedilen farklı ırklara ait insanların sergilenmesi moda halindedir. 1810 yılında ingiliz cerrah tarafından bu genç kadın Londra’ya getirilir. Chester piskoposunun özel izniyle Saartjie Baartman olarak vaftiz edilir. Kadın kısa sürede bir gösteri, sergi nesnesi olarak defalarca alınıp satılır. İlk önce İngiltere’ye, daha sonra Hollanda’ya, en son olarak da Fransa’ya götürülür. Şov dünyasında kendisine Hotanto Venüsü ismi takılır. Sirklerde, fuarlarda, müzikhollerde, yüksek burjuvazinin salonlarında bir merak ve seks objesi olarak sergilenir. Büyük kalçaları ve anormal boyuttaki cinsel organı şehvetle karışık bir merakla izlenir. İzleyenler kadının vücudunu eller, çimdikler, kalçalarına iğneler batırırlar. Bu yabancı beden onlarda açgözlü, doymak bilmez bir ilgi uyandırdığı gibi, aynı zamanda da bir Avrupalı için “daha aşağı bir ırktan” bir insan, hatta bir hayvan olduğu için; bu yaratık kendilerini daha üstün hissetmelerini sağlar. Bir yanda medeni Avrupa diğer tarafta cahil, olsa olsa Avrupalının eğlencesi, kölesi, oyuncağı olan bir hayvansı yaratık vardır. Saartjie artık bir insan, bir doğal varlık değil, kamunun merakını tatmin eden bir nesnedir. Bir süre sonra halk bu tuhaf varlıktan bıkar. Derken bu hilkat garibesini bilimadamları incelemek ister; bu sefer de kadın bilimsel bir vakka, bir inceleme nesnesi haline gelmiştir. Dokuz ay sonra kadın alkolik bir fahişe olarak sefalet içinde ölür. Naaşı da huzura kavuşamaz. Canlıyken kendisini inceleyip bir rapor yazan zoolog ve karşılaştırmalı anatomi uzmanı Baron George Cuvier kadının cansız bedenini teşrih eder; beyni ve cinsel organı çıkartılıp kavanozlara konulur. Bedeninin alçıdan kalıbı ve vücudundan geriye kalanlar Paris’teki Musée de l’Homme’da sergilenir. 1994’te Güney Afrika’daki ırkçı rejim sonrasında Kikuyu kabilesi Nelson Mandela’dan Saartjie’nin bedeninden arta kalanları talep eder. Bu talep Fransız bilim çevreleri tarafından ilk önce reddedilir. Ancak 2002’de Fransa naaşı iade etmeyi kabul eder. 2002’nin Mayıs ayında başbakan, birçok bakan ve kabilenin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir tören yapılır ve Saartjie’nin yeniden biraraya getirilmiş bedeni halkının adetleri gereğince bir ot yatak üzerine ateşe verilir. Günümüz insanı için bu örnek, insanlıkdışı ve akıl almazdır. İnsanlar işlerine geldiği kadar da olsa bir insanlık onurundan, insan haklarından bahsediyor. Ama konu insan değil de hayvan olunca, az da olsa varolan bu etik kavrayış yok olup yerini ben insanım kaynaklı bir benmerkezciliğe, “her şey benim hakkım” görüşüne bırakıyor. İnsanlar eğlenmek için sirklere, hayvanat bahçelerine gidiyorlar. İspanya’ya giden bir turist boğa güreşlerini görmek için can atıyor. Değişik bir gösteriyi görmüş olmak için veya bahis amaçlı olarak at yarışları, köpek yarışları, horoz dövüşleri izleniyor. Bütün bunları yaparken nedense kişiler hep neyin içinde bulunduklarını, aslında neye hizmet ettiklerini biraz olsun sorgulamaktan uzak durur. Cevap çok da basit; dönemin Avrupalısının yerli kadına davranışının aynısı, daha da beteri sorgusuz sualsiz hayvanlara uygulanmaktadır. Hayvanlar modern insan için tüketim nesnesi olduğu kadar; görülüp,seyredilip eğlenilecek; hoş ve ilginç zaman geçirilecek, üzerlerinden para kazanılacak birer varlık konumundadır. Sirkler, hayvanat bahçeleri, deniz memelilerinin bulunduğu su parkları, kültürün bir parçası sayılan boğa güreşleri, tazı yarışları, at yarışları, horoz dövüşleri boş zaman geçirme amaçlı masum aktiviteler değil, dolaylı ya da dolaysız olarak hayvanların katledildiği zulum dolu, kanlı aktivitelerdir. Kimse kendini kandırmasın, bir fil sirkte mutlu değildir, at yarışında hiçbir at severek koşmaz, hayvanat bahçeleri kim ne kadar iddia ederse etsin bir hayvanın gereksindiği doğal ortamı yaratamaz. Bütün bunlar kâr amacı güden birer sektördür, unutulmaması gereken nokta da budur. Ekonominin her alanında olduğu gibi bu kuruluşlarda ve etkinliklerde de ilk kriter çok kazanç az maliyettir. Bu maliyetlerse hayvanlar gözden çıkartılarak, onların huzuru, sağlığı pahasına düşürülmektedir. Hayvanların bahis veya eğlence amaçlı olarak yarıştırılmaları ülkeden ülkeye kullanılan hayvanların türlerine göre benzerlikler ya da farklılıklar gösterir. Dünyada ve Türkiye’de yaygın ve bilinen olanlar horoz, köpek dövüşleri, at ve tazı yarışlarıdır. Bunların dışında rodeo, Meksika rodeosu, boğa güreşi, kızak köpekleri yarışları (iditarod) daha yerel şekilde yapılmaktadır. Horoz dövüşleri Türkiye için de geçerli olduğu gibi Meksika, Endonezya, Malezya, Haiti, Porto Rico, İspanya, İtalya, Fransa ve Belçika’da da kültürel bir özellik taşıyor. Dövüşte kullanılacak horozlar yumurtadan çıktıktan sonra 9-15 ay boyunca fındık, fıstık, ceviz, bal ve pişmiş yumurta ile beslenir. Bu sürenin sonunda horoza antrenman olarak otuz dakika dövüş yaptırılır. Ayrıca horozun güçlenmesi için ayak bileklerine ağırlıklar takılarak yürütülmesi de çalışmaların bir parçasıdır. Ringe çıkmadan önce, dövüş sırasında hayvan için bir engel teşkil edeceği düşünülerek horozların tüyleri yolunur, ibikleri ve ayaklarının arkasında mahmuz şeklindeki et parçaları kesilip alınır. Tüylerinden mahrum bırakılması kuş için zararlıdır: vücutlarında ter bezleri bulunmadığından tüylerinin kaybı horozu sıcağa çok duyarlı hale getirir.. Dövüştürülecek horozlar sahip oldukları “silahlara” ve ağırlıklarına göre sınıflandırılır. Horozlar kokpit ya da sadece pit denilen dairesel veya kare alanlarda dövüştürülür. Horozlar doğal yapılarıyla ringe çıkmazlar. Rakiplerine öldürücü yaralar vermesi, rakibin gözlerini oyması, kemiklerini kırması için pençeleri zımpara ile sivriltilir, pençelerinin ucuna onları birer keskin bıçak gibi kılacak metalden mahmuzlar takılır. Horoz dövüşü seyretmiş bir kişinin anlattıkları bu sürecin ne kadar kanlı olduğunu göstermekte: “Her on beş dakikada bir su molası verildiğini öğrendiğim dövüş, en çok sekiz devre sürüyor. Horozlardan biri ya ölecek ki dövüş bitsin, yoksa berabere kabul ediliyor. Dövüş başlayalı neredeyse bir saat oldu ve kırmızı horoz vura vura diğerinin kafasını patlattı. Her tarafı kan içinde kalan kafası yarılmış horozun boyu biraz kısa olduğu için, kırmızının kafası yerine gırtlağına vuruyor.Herkes kırmızının kazanacağından emin. Mola bitiyor. İğne iplikle kafasındaki yarılan yerleri dikilen tavuk tüylü horoza, şırıngayla şekerli su verildikten sonra tekrar arenaya dönüyor. Son olarak, kanlar temizlensin diye gırtlağına tüy sokuluyor.” Horoz dövüşlerini meşrulaştırmak için ortaya atılan bahane dövüşün belli tür horozların doğasında olduğudur. “Hint horozuna dövüş öğretilmez, doğasında vardır……Yarıştan men edildiği takdirde soyu körelir. Bu kanatlının gıdası dövüştür. Bu dünyadan bihaber sözde hayvanseverler, tutumlarıyla Hint horozunun kökünü kuruturlar. Konu bilimsel olarak incelenmelidir. Böylece Hint horozunun nesli korunmuş olur.” Gerçekten de hint horozu ve bazı diğer türler saldırgan, dövüşme güdüsü yoğun hayvanlardır. Doğal yaşantılarında bu hayvanlar yiyecek, eş, sınırlarını korumak, belli bir bölgede hakimiyetlerini kurmak için dövüşürler. Fakat bir horozu alıp doğasında varolmayan bir biçimde besleyerek, antrenmanlarla olduğundan daha vahşi hale sokup, bedenlerine müdahale ederek ve sonra da rakibini bertaraf etmesi için ringe çıkarmak, hayvanı dövüşe zorlamak bir hayvanın doğası gereği dövüşmesiyle aynı şey değildir. Doğada nadiren kendi türünden hayvanlar birbirleriyle ölümüne dövüşür, yenilmesi kaçınılmaz olan taraf kaçar gider ve haliyle dövüş de sona ermiş olur. Horoz dövüşlerinde ise kaybetmekte olan hayvanın kaçma ve kurtulma imkanı yoktur. Dövüşlerin acı verici ve hayvanın doğasına aykırı olması dışında dövüş horozlarının yaşamları da birçok farklı amaçlarla esir tutulan hayvanlar gibi işkenceden farksızdır. Ringe çıkmadıkları veya çalıştırılmadıkları zamanlar bu hayvanlar bir ayaklarından bir yere bağlı olarak barınak niyetine yapılmış, çoğu zaman bir beton zemin üzerine konulmuş tel ya da plastik kafeslerde hareketsiz ve rahatsız bir durumdadırlar. Dövüşü kaybeden horozlar ise zaten gözden çıkartılmışlardır. Onları en iyi ihtimal ölüm bekleyebilir. Bir kere dövüşe alışan horoz normal bir yaşam süremez çünkü dövüşmekten başka bir şey elinden gelmez. Oyun alanlarından, ringlerden kurtarılan horozlar genelde bu nedenden dolayı öldürülür. Horoz dışında köpek de dövüştürülen hayvanlardandır. Köpek dövüşlerinde dövüş süresi 15 dakika ile 2 saat arasında değişebilir. Köpek dövüşleri rakiplerden biri devam etmek istemeyinceye kadar sürer. Dövüşlere katılan köpeklerin aldıkları ve neden oldukları yaralar ciddi; hatta ölümcüldür. Fiziksel ve zihinsel olarak yeterince güçlü hemen her ırk dövüşler için kullanılabilmesine rağmen Amerikan Pit Bull Terrierler rakipleri karşısında en fazla yorulmaz yenme hırsını ve başarısını gösteren ırktır. Bu köpeklerin inanılmaz güçlü çene kuvveti, ön dişleriyle tutarken arka dişleri ile çiğnemelerine imkan verir. Bu nedenle yaralar derin kesikler hatta kırılan kemikler halindedir. Çoğu köpek kan kaybı, şok, dehidrasyon, aşırı yorgunluk ya da dövüşten saatler hatta günler sonra enfeksiyonlardan ölmektedir. Diğer hayvanlar da ayrıca dövüş adına kurban edilmektedir. Köpek sahipleri genellikle kedi, tavşan ve daha küçük köpekleri hayvanlarını dövüşe alıştırmak için kullanmaktadırlar. Greyhound olarak da bilinen tazı yarışları, spor, eğlence adı altında hayvanlara yapılan başka bir eziyettir. Bu yarışların ardında büyük bir köpek yarışı endüstrisi mevcuttur. Yarışacak en hızlı ve bedensel açıdan en güçlü türü yaratmak için sektör fabrikasyon köpek üretimine ihtiyaç duyar. İngiltere’de sadece tazı üretmek için tasarlanmış haralar vardır. Bu şekilde İngiltere’de yılda ortalama kırkbin köpek üretilmektedir. Bunun sonucu olarak ortaya üretim fazlası çıkmakta, seri üretim sonucu çoğalan köpeklerden koşmaya, yarışmaya yeterince uygun olmayanlar sektöre kâr getirmeyeceklerinden öldürülmektedir. Yarışacak köpekleri ise zorlu ve riskli yarışlar bir yana, birçok kötü koşul bekler. Tazılar sürekli olarak bir yarıştan diğerine taşındıkları için bu köpeklerin ömürlerinin geniş bir kısmı seyahat halinde, düzgün havalandırma sistemleri olmayan, kalabalık (bir kamyonda aşağı yukarı altmış köpek taşınmaktadır) taşıtlarda, aşırı sıcağa veya soğuğa maruz şekilde geçer. Yarış köpeklerinin bedenleri kastan ibaret olup üzerinde yağ dokusu bulunmaması sebebiyle bu hayvanlar sıcak ve soğuk havaya karşı çok hassastır. Yolculuklar dışında da bu hayvanların durumu iç açıcı değildir. Sağlıksız ve rahatsız barınaklar, yorucu antremanlar, çalışma veya yarış esnasında başa gelen kazalar, yaralanmaları kemik kırıkları, kalp krizi bu köpeklerin yaşamlarının sıradan bir parçasıdır. Bir örnek verilecek olursa 2005 yılında West Virginia’da yetmiş üç greyhound bozuk klima yüzünden çıkan yangında kulübelerinde ölmüş, bundan beş yıl sonra ise aynı kişiye ait elliden fazla greyhound kötü havalandırma sistemi nedeniyle kalp krizi geçirerek ölmüşlerdir. Greyhoundlar genellikle rayların üzerinde dönen bir maket tavşanı kovalama yoluyla çalıştırılır. Bu cihaz köpeklerin yaralanmasına ve ölümlerine sebep olmaktadır. Tazıdan en iyi verim ilk üç yılda alınır. Hızdan düşen, yaşlanmış köpekler boğularak, zehirlenerek ya da asılarak öldürülmektedir. Öldürülmeyenler araştırma laboratuvarlarına satılmakta veya yarış köpeğine ait kimlik bilgileri kulaklarına takılı olan çiplerde bulunduğundan kulakları kesilerek sokağa atılmaktadır. Verim alınamayacak köpeklerin öldürülmeleri konusunda ABD, Idaho’da yaşananlar çarpıcıdır: Idaho’da bulunan Coeur d’Alene grehound parkında ağzı klipse kapatılmış rektumundan elektrik verilerek öldürülmüş dişi bir greyhound bulunur. Şahitler bunu tek örnek olmadığını, parkta birçok köpeğin de bu şekilde öldürülmüş olduğunu söylerler. Bu olaydan sonra Idaho’da greyhound yarışları yasaklanmıştır. Greyhound yarışlarının tek kurbanı köpekler değildir. Her ne kadar koşu idmanlarında maket tavşanların kullanımı yaygınlaşmış olsa da tavşan, kedi, gine domuzu diye bilinen kobaylar da kullanılmaktadır. Birçok ülkede greyhound yarışları zalim bir spor olarak görülmeye ve kamunun tepkisini çekmeye başlamıştır. ABD’de 34 eyalette ve Güney Afrika’da yasak olup İtalya’da son yarış pisti geçen yıl kapatılmıştır. Fransa’da ise ticari olmayan şekilde köpek koşuları yapılmasına izin vardır. Tepkilerden ötürü özel şirketler ve dünyada greyhound yarışlarının yönetim mercii olan Dünya Greyhound Yarışları Federasyonu bu yarışları ve bu köpeklerin üretimlerini Asya ülkelerine kaydırma girişimleri başlatmışlardır. Yeni yarış coğrafyası Filipinler, Kamboçya, Vietnam, Çin ve Kore’yi kapsamaktadır. Bu yeni merkezler belirleme noktasında KKTC’de köpek yarışları için yeniden düzenlenerek Ağustos ayında yarışlara açılacak Meserya Stadyumu önemlidir. Bu durum dünyadaki ve özellikle KKTC’deki hayvanseverleri de ayağa kaldırmıştır. Hayvanları Koruma Derneği, Baraka Kültür Merkezi, POST (Project Oriented Searching Team), Lefke Çevre ve Tanıtma Derneği ve tüm hayvanseverler, 14 Ağustos Cumartesi günü saat 20.00’da Mesarya Stadyumu önünde bir protesto gösterisi düzenliyor. Aynı gün açılışı yapılarak köpek yarışlarının başlayacağı Mesarya Stadyumu’nda biraraya gelecek olan hayvanseverler, tüm duyarlı kişileri, çevrecileri, hayvan hakları savunucularını protestoya katılmaya davet etti. Hayvanseverler köpek yarışlarının , hızlı köpeklerin yarıştırıldığı bir spor değil, hayvanlar üzerinden kumar oynanarak hem topluma zararı olan hem de hayvanlara yapılan bir eziyet olduğunun ve Köpek yarışlarının, gerek Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne gerekse KKTC’de yürürlükte bulunan Hayvanlara Zulüm Yasası’na aykırı olduğunun altını çizdi. Hayvanların bahis amaçlı yarıştırılması sözkonusu olduğunda ilk akla gelecek olan şüphesiz at yarışlarıdır. At yarışları dünyada milyarlarca dolarlık; kazanma, daha fazla kazanma hırsının ön planda olduğu bir endüstridir. Bu kazanç peşinde sektörün kurbanları ise doğdukları andan itibaren mal olarak alınıp satılan, ölümüne çalıştırılan, yarışamayacak duruma düşünce öldürülen, mezbahalara satılan atlardır. Yarış atları için emeklilik yoktur. Atlar henüz iskelet sistemleri gelişmekteyken yarışlar için hazırlanmaya başlanır. Bu dönemde taylar, kemiklerinin çok yumuşak olması nedeniyle hızlı koşabilecek, ağır yükün verdiği baskıyı kaldıracak kadar güçlü değildir. Yarışlar ve antremanlar bu hayvanlar için aşırı zorlayıcıdır. Tendonlarının gerilmesi atlara geri dönüşü olmayan hasarlar verir. Yarış atlarının yüzde ellisinde kemik kırılması ve sürtünmeye bağlı kemik aşınması görülür. Bu bir örnekle açıklanacak olursa: iki taş birbirine bir müddet sürtüldüğünde taşlardan küçük tanecikler kopacaktır. Aynı durum koşmaya ve bunun yarattığı sürtünmeye bağlı olarak atların kemiklerinde de ortaya çıkar. Bir at ortalama olarak her yirmi iki yarışın birinde yarışı tamamlayamayacak şekilde yaralanmakta, sekiz yüz at ise yarış sırasında yaralanma sonucu ölmektedir. Tıbbi bakım ve teknolojik ilerlemeler de atları iyileştirmeye yetmemektedir, bunun nedeni ise atların bedensel olarak büyük hayvanlar olması, cerrahi müdahaleye ve anesteziye dayanamamaları ve bu hayvanların, üzerlerinde alçı ya da askı gibi kısıtlayıcı gereçlere izin vermemeleridir. Zaten, yine ortalama sayılarla konuşulacak olursa, bir at dokuz yüz bin dolara satın alınmakta, yıllık gideri ise ellibin doları bulmaktadır. Bir kere bu kadar fahiş paralar gözden çıkarıldıktan sonra atların sahipleri ameliyatın ve ameliyat sonrası bakımın masraflarını karşılamaya yanaşmazlar. Yaralı at ya tedavi edilmeden koşturulur veya ölüme terk edilir. Yara almış bir atınsa koşması haliyle kolay değildir. Daha hızlı koşmaları ya da sakatlıklarına rağmen koşmaları için yarış atlarına onları birer ilaç bağımlısı haline getirecek kadar ilaç yüklenir. Hangi ilacın yasak, hangisinin olmadığı ülkeden ülkeye değişir. Bu maddelerden bazıları akciğer kanamalarını engelleyen Lasix, acıyı maskeleyip atın daha hızlı koşmasını sağlayan bir ağrı kesici görevini gören fenilbutazon ; sakat hayvanın acısını hissetmesini engellemek için kullanılan morfindir. Bu tarz ilaçların çeşitleri de çok fazla olduğu için laboratuarların bunları saptaması da kolay olmaz. At yarışları bu tarz skandalları çok yaşamış ve yaşamaktadır. Bu eziyet dolu yaşantının ardından yarışamayacak atların sonu haliyle bir şekilde öldürülmek olur. ABD’de şu anda 3 tane at mezbahası bulunuyor ve at eti ihracatı oldukça kârlı bir iş. Mezbahalar ise “istenmeyen” atların ortadan kaldırılması gibi “yararlı” bir iş yaptıklarını savunuyorlar. Üç mezbahadan biri olan Beltex mezbahasının kayıtlarına göre, 2004 yılı bir temmuz- yirmi iki temmuz arasında, mezbahaya 1845 at gelmiştir ve bu atların arasında fazla sayıda yarış atları da vardı. Konu ile ilgili diğer bir araştırma ise Colorado Devlet Üniversitesi’ne aittir, bu araştırmaya göre ise mezbahaya gönderilen 1348 attan 58 tanesi yarış atıdır. Çoğu çocuğa okulda ya da ailesi tarafından yüzeysel bir şekilde hayvanları sevmesi gerektiği öğütlenir. Bu sevginin tek gerekçesi de insanların, hayvanların “etinden, sütünden, yününden” yararlanıyor olmasıdır. Hayvanlar kafalarda her zaman insanın ancak emirlerine ve isteklerine tâbi bir konumda yer alır. Hayvanların dünya üzerinde kendilerine özgü sebeplerle varoldukları, insan ihtiyaçlarını karşılasınlar diye varolmadıklarını düşünmek nedense çok aykırıdır. Bu kadının erkek için, siyahın beyaz için yaratılmış olduğu gibi hep iki kutuplu işleyen araçsal görüşün aynısıdır. Kendini akıl sahibi varlık olarak niteleyip doğadaki diğer hayvan türlerinden ayıran insan uygarlaştığından itibaren ve daha yoğun olarak da Aydınlanma hareketi ile birlikte kafasında iyi-olumlu , kötü-olumsuz şeklinde karşıtlıklar yaratmış, biri (iyi-geçerli) olan hak sahibi sayılıp diğeri pahasına ön plana çıkartılmış, öte tarafta kalan ise yürürlükte olanın sömürüsüne maruz kalmıştır. Ardından ilerleme adı verilen zihniyet değişimleriyle eski yaklaşım bırakılmış, hatalardan nedamet getirilmiş fakat yeni şekillenen bir kafa yapısına uygun olarak tekrar değişik bir sömürü nesnesi yaratılmıştır. Ne yazık ki insanlık tarihi hep böyle çalışmış ve çalışmaktadır. Peter Singer’ın sözleri ile ifade edilirse insanlığın şu an hayvanlara karşı zorbalığı ve “eşit önemseme ilkesi”nden uzak muamelesi “mevcut son ayrımcılık biçimi”dir. Bu hal karşısında insanlık hâlâ gözünü açmaya direnmekte, hayvanlara karşı kullanım odaklı bakış sürmektedir. Bu düşünme ve akıl yürütmeyi terk etmek kolay olmayacaktır. “Her özgürlük hareketi ahlaksal ufkumuzun biraz daha genişletilmesini gerekli kılar; eskiden beri doğal ve kaçınılmaz kabul edilegelen bazı uygulamaların aslında hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek bir önyargının sonucu olduğu ortaya çıkar ve bunun meşru bir biçimde sorgulanabilecek hiçbir yaklaşımı ya da uygulaması olmadığını kim ileri sürebilir?” (Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Ayrıntı Yayınları) Olanı, sorgulamadan yapageldiğimizi köklü bir şekilde gözden geçirmek ve alışmışı zarar görenlerin gözüyle değerlendirmek gerekir. Kısacası Foucault’nun Özne ve İktidar’da altını çizdiği gibi “bugünlerde amacımız ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olmuş isek onu red etmek olmalıdır”. Hayvanlara karşı bir miktar sempati duyan, “çok da eziyet görmelerini (!)” tasvip etmeyen herhangi bir kişi olan sağduyusu sayesinde hayvan dövüşlerinden, at yarışlarından rahatsızlık duyabilir. Ama çoğu insan sirkleri, hayvanat bahçelerini, deniz memelilerinin bulunduğu parkları sevimli bulur, bunları çocukları için şirin bir eğlence, hayvan sevgisi yönünde yararlı bir etkinlik olarak değerlendirir. Gerçekten de hayvanları sevmediğini dile getiren bir kişi için bu mekanlar cazip değildir. Bu nedenle, birçok kimse bu yerlerin ve bu tarz gösterilerin hayvanlar için gerçekte ne kadar eziyet dolu, dayanılmaz bir yaşam yarattığını, arka plandaki görünmeyen sefaleti biraz olsun bilseler, bunlardan artık zevk almayacaklardır. Olumsuz koşullar, sirklerde uygulanan şiddet dolu eğitim yolları bir yana, unutulmamalıdır ki söz konusu hayvanlar insanları eğlendirmek amacıyla birer tutsak konumundadır. Hiçbir yapay müdahale, ne kadar doğaya uygun olduğu iddia edilirse edilsin hayvanlara kendi özgür ortamlarını, sosyalleşme, yiyecek arama, oyun oynama, çiftleşme gibi temel gereksinimlerini sağlayamaz. Artık daha şıklaştırılıp demir parmaklıklar, kafesler kaldırıldı diye isimleri doğal park ya da zoolojik park olarak değiştirilen hayvanat bahçelerinin sunduğu görüntü vahşi yaşamın sadece bozulmuş, çarpık bir sunumundan öte değildir.Öyle ya da böyle sirklerde olsun doğal parklarda olsun hayvan kontrol altında ve özgürlük içinde yaşama haklarından mahrumdur. Bu ortamların esir durumda olan bazı hayvanların doğalarına ne kadar aykırı olduğunu görmek için birkaç basit bilgi yeterli olur. Filler günün on sekiz saatini aktif geçiren, günde 30 mil kadar yürüyebilen, göllerde serinlemekten hoşlanan, sürü içinde yaşayan, oldukça sosyal hayvanlardır. Ayılar kısıtlanmaya en zor dayanan hayvanlardan biridir. İyi yüzücü olan ve saate 35 mil koşabilen ayılar meraklı, enerjik fakat bir o kadar da utangaç yapıdadır. Gösteri zamanı dışında filler sirklerde günün yüzde yetmişinde, büyük kediler yüzde doksandokuzunda zincire vurulu ve kafeslere kapalıdır. Sirkte kendisi için tahsis edilen alan, bir kaplanın doğal yaşam alanından onsekizbin, aslanınkinden ise onyedibin misli dardır. Bütün bu sayısal ifadeler durumun vahametini gösterir. Rahatça hareket edememeye ve sürekli dayak tehditine bağlı olarak bu hayvanlarda strese ve psikolojik bir mahrumiyete işaret eden sürekli kafa sallama, bulundukları yerin zeminini tırmalama gibi anormal davranışlar görülür. 2001 senesinde Kelly Miller isimli bir sirke ait bir römorkta aşırı derecede aç ve susuz, volta atmaktan ayakları kan içinde kalmış 3 tane ayı bulunur. Eğitimcileri hayvanlara karşı zalimlikten ve buna bağlı dört farklı suçtan suçlu bulunur. Akuatik parklarda tutulan balina, yunus, deniz aslanı gibi deniz memelilerinin yazgıları da ehven sayılmaz. Orkalar ve yunuslar aileleri ile birlikte sürü halinde yaşarlar. İçlerinden birinin yakalanması ailenin ve sürünün bütünlüğünü bozar. Bu memelilerden ele geçirilip daha sonra tekrar denize bırakılanlar stres veya şok nedeniyle ölür. Tüm benzerleri gibi hareketli olan bu hayvanlar için de havuzlarda, su tanklarında yaşamak dayanılmazdır. Normalde kırk-elli yıllık ömürleri olan yunuslar esaret altında ancak yirmi yıl; doksan yıldan fazla yaşayabilen orkalar ise çok nadiren on yıldan fazla yaşarlar. Bu ölümlerin başta gelen nedeni ise strese bağlı ülser ve intihardır. Bu hayvanlar çoğu zaman kendilerini suyun üzerine bırakarak ya da havuzun zeminini dişleme gibi zarar verici hareketlerle hayatlarından vazgeçer. Deniz kaşifi kaptan Jean Jacques Cousteau ve oğlu tutsak yaşama dayanamayarak kendini su tankının zeminine vura vura öldüren bir yunusa şahit olduktan sonra hiçbir deniz memelisini yakalamayacaklarına dair yemin etmişlerdir. İkinci sırada gelen ölümler ise atılan bozuk paralar, havuz suyunun pis olması gibi insan ihmalkarlığı ve dikkatsizliğinin sonucudur. Ayrıca bu havuzlar güçlü kimyasallarla temizlendikleri ve içlerindeki suda yüksek oranda klor bulunduğu için hayvanlar için zarar teşkil eder. Devam var......
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Evet bilimsel olmasi zaten yanlislanabilirligi getirir. Cunku bilim inanc gibi sabit bir Dogma degildir. Yalniz inanclar ve akilcilik ile degil, gozlem ile yanlislanabilir. İnanc ise gozlemi olmadigindan yanlislanamaz. Dogrulugu da sadece kendini inandiran icin gecerlidir O yuzden de tartismalidir. Bilim bilimsel olandır. Evrim de bilimseldir. Her gozlem ile de bilinenler yenilenir. Benim bir seyi gozumde buyutmeme gerek yok. Cunku bilim gozun gordugudur.
-
İki Darwinist’in sohbeti – Richard Dawkins & Steven Rose
Bilimde politika yoktur, cunku bilimin insanoglu aleyhine bir cikar yoktur. Dediklerinin hic biri bilimsel degil, sadece inancina tutunmak icin kendini inandirmis olman. O yuzden bilimsel olmayan soru ve soylemler, bilimi Baglamaz. Bilim sadece bilir ve bildirir. İnanc ise inancin da demir atar, gelismez, degismez ve yenilenmez, sadece bir Dogmadir ve cag disidir. Bak senin yanitin hazir "Allah ol demis olmus, oyle yaratmis" Peki sen o zaman neden soru sorup, Allahina sirk kosuyorsun? Sen bosver evrimi bilimi, yoksa gunaha girersin.
-
İslam Dininde Reform
Bilim bilmenin bir yontemidir. Bu yontem gozleme, teoriye, teorinin deney ile saglanmasina olgusal gecerlilik ve gozlemsel yanlislanabilirlige goredir. Bilimde mutlak, kesinlik, Suphe, tek, ilk gibi gozlemi olmayan felsefi degerler yoktur. Ayrica inanc ideoloji gibi yanlislanabilirlik mumkun olmayan hic bir Dogma, bilimsel degildir, felsefi ve metafiziktir. Benim konusmalarim epistemolojiktir, Ben bilime tam da yasam ve iliskin kendisi oldugu icin guvenirim. Zaten insanoglunun ve tekniğin her turlu Gelisim ve degişimi de bilim sayesindedir. Bilime ve gelisimine ayak uyduramiyanlar,cagdisi kalir.
-
İki Darwinist’in sohbeti – Richard Dawkins & Steven Rose
Sen sirf kendi kendini Allah'in varligina inandirasin diye kendi kendine sorular yaratmis ve demogoji yapmissin. Bilim ve evrim demogoji yapmaz. Sadece neyi gozlemliyor ise onu aciklar. Ayrica senin karmaşa algi nedir? Ben de sana sonsuz soru sorabilirim, bunlarin gozlemi yoksa bir anlami da yok. Yani, dunyada yasam olsun diye, gunes orda degil, gunes orda oldugundan dunyada yasam var.
-
İki Darwinist’in sohbeti – Richard Dawkins & Steven Rose
Allah yaratan insanoglu bu yaratiminda da evrim gecirmistir. Allah oncesi, hem cok tanri yaratmistir hem de nesnel fenomenleri tanrilastirmistir. Allah insanoglu yaratiminda once cok tanridan teke, sonrada somut tanridan soyuta tasinarak evrim gecirmistir. Her sey bir bilgidir, ama her bilgi bilimsel degildir. Bilimsel bir bilgi olgudur ve tartismasizdir. Once bilimi ogren, sonra yaz. Sitede bilimin ne olduguna dair baslikari okuyabilirsin.
-
İslam Dininde Reform
Edilmeyecek cunku bunlar bilim degil, pseudo yani sahte bilim. Dedim ya, sen bilimi bilmiyorsun. Ayrica bu baslik bilimsel bir baslik degil.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Dedim ya, evrimin bilimin ve bilimsel niteligin ne olup ne olmadigindan bir habersin. Kendi cag disi soylemlerin ile evrimi degerlendiriyorsun. Once evrimin ne oldugunu ogren, sonra yaz. Ayrica her basligi evrimi tasima. Bu basligin evrim ile bir ilgisi yok
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Evrimsel degisime, tarihi olarak bakarsan, insanoglu homeo olarak hangi evrelerden gecerek bugunku gorunumune geldigini, gorursun. Evrim de bir varsayım olabilmesi icin, onun mantiksal olabilirliginin olasiliginin olmasi gerekir. Metafizik varsayimlar, bilimsel degildir. Neymiş evrim felsefesi?
-
İki Darwinist’in sohbeti – Richard Dawkins & Steven Rose
Sen bu aciklamalari birakta, Allah'in nasil evrildiğini acikla. Cunku sen okuduğunu da anlamiyorum. Ne zaman yer etmis sabit inanclarindan kurtulursun, o zaman belki okuduğunu anlamak icin okursun. Sen sadece bilimsel olmayan bir sekilde bilimsel olana karsi cikiyorsun. Bunun hic bir anlami yok.
-
İslam Dininde Reform
Bilimsel olarak bir sey gozlem ile yanlislanabilene kadar, gozlem ile kanitlanmis olan gecerli kabul edilir
-
Türkler, Kürtler ve Osmanlılar
Bu ucude fenotiptir, genotip degildir. Yani yasamdan alinan etigin etnik degerleridir. Dogumdan gelmez, dogum sonrasi, dogana ailesi cevre tarafindan verilir. Doganin bu veriyi alirken, kendi istemi ve bilinci secme ve karar yetkisi iradesi yoktur.
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Bilimin materyalizm ile bir bagi yoktur. Bilim epistemolojik iken, materyalizm metafiziktir. Bilim fenomeni degil, onun fonksiyonunu ve davranisini gozlem olgu teori teori test ve yanlislanabilirlik ile ortaya koyarken, materyalizm varligi varlik olarak monist, determinist ve akilci temelde tek ilk mutlak seklinde gozlemi olmayan degerlerle ortaya koyar. Dedigim gibi senin bilim ve evrim uzerine bildiklerin cagdisi ve metafizik temelli varlik temelli klasik ve felsefi bilim. Modern bilim ise epistemolojik yani varliksal degil, bilgiseldir. Felsefi bilim degil, bilimsel felsefe yani yapilandirmaci bilgiye dayanır.
-
İslam Dininde Reform
Bilimsel ispati var. Ortak ata, evrimsel süreçte, birden fazla canlı türünün ortak genetik öncülü olan canlı. Modern biyolojide, Dünya üzerinde yaşayan ya da soyu tükenmiş birçok canlının, diğer alt canlı türlerinin ortak atası olduğu kabul edilir. Ayrıca tüm canlıların evrensel bir ortak atadan ya da ortak gen havuzundan geldiği kabul edilir. Evrensel ortak ata kavramı, ilk kez 1859'da Charles Darwin'in Türlerin Kökeni kitabında ortaya atılmıştır. İnsan evrimi, modern insanın (Homo sapiens) evrimsel kökenini ve ne tür evrimsel süreçlerle ortaya çıktığını incelediği gibi insanın en eski atalarını ve atasal kökenlerini de konu edinir. Bunun yanında insanla ortak ataları paylaşan ve insan ile yakın akraba olan türlerin evrimini ve kökenini de araştırır. İnsan evrimi, konu olarak 1863 yılında T. H. Huxley tarafından oluşturulan bilim dalı primatolojiyi ve günümüz maymunlarının tüm yaşam formları ile onların eski atalarının fosillerini de dikkate almaktadır. Bunun yanında insanın evrimsel tarihi üzerindeki çalışma ve araştırmalar fiziksel antropoloji, primatoloji, arkeoloji, dilbilim, genetik ve embriyoloji dahil olmak üzere bir çok bilimsel disiplinleri de içerir. Evrimin kanıtları ve canlıların ortak atadan geldiği, bilim insanlarının uzun yıllar boyunca çeşitli alanlar ve disiplinlerde yürüttüğü canlıların akrabalık derecesi ve ortak kökenine dair çalışmalarda ortaya çıkarılmış olup bu kanıtlar, evrimsel süreçlerin meydana geldiğini göstererek evrimin bir olgu olarak gerçekliğini doğrulamış ve Dünya üzerindeki yaşamın türlülük ve çeşitliliğine neden olan doğal süreçler hakkında bir bilgi zenginliği sağlamıştır. Bu kanıtlar, yaşamın zaman içinde nasıl ve neden değiştiğini açıklayan ve bilimsel bir kuram olan modern evrimsel sentezi desteklemektedir. Evrimsel biyologlar, test edilebilir varsayımlarda bulunup hipotezleri test ederek ve nedenlerini açıklayan ve gösteren kuramlar geliştirerek ortak ata gerçeğini belgelerler.
-
İki Darwinist’in sohbeti – Richard Dawkins & Steven Rose
Bilimsel yöntem, en basit haliyle aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 1-Evrendeki bir fenomenin gözlemlenmesi 2-Bu fenomene dair, gözlemler ile tutarlı, ancak kesin olmayan, hipotez adında deneysel bir açıklama getirilmesi 3-Hipotezin tahminlerde bulunmak için kullanılması 4-Tahminlerin deneylerle veya ek gözlemlerle test edilmesi ve sonuçlar ışığında hipotezde gerekli değişikliklerin yapılması (3) ve (4) numaralı adımların hipotez ve deney arasında tutarsızlık kalmayana kadar tekrarlanması