Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

evrensel-insan

 Saygıyla Anıyoruz
  • İçerik Sayısı

    5.905
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    52

evrensel-insan tarafından postalanan herşey

  1. Subatin, 4 yilda bir 29 gun oldugunu unutma. O da saati getiriyor ve bir yil, 365 gun 6 saat oluyor. Saat deyip de gecme. Zamanin saniyesi bile yasamin bir parcasi. Acaba miladi takvim onesi nasildi? Hayvanlar zamani bilmiyorlar ve zaman algilari yok. Sadece yasam onlar icin bir icgudusel canlilik ve hareket.
  2. evrensel-insan

    Yeni Yıl Mesajı

    Aslinda yeni yil, sadece bir tarih/zaman degisimidir. Dogada, dunyada, evrende v.s. kisaca insanoglu disindaki baska bir turde boyle bir algi soylem ve eylem yoktur. Iste bu acidan, yeni yil; aslinda yasanan fiili durumun aynen kendisi degismedikce ve dagistirilmedikce devamidir. SDu an yasanan ulkemizdeki ve toplumumuzdaki fiili durumda, insanliga, vicdana, adalete, hukuka ve yasam dahilher turlu hak ve ozgurluklere ters gelen ve aksine bunlari sadece ihlal edenlerin cikarina isleyen bir fiili durumdur. O yuzden o klasik ve alisilaggelmis ve de gercegi yansitmayan yeni yil mesajlari gecerli degildir. Cunku bir sey dilemek ile olmaz, ancak bu dilek her ne ise buna kisisel ve fiili soylem ve de eylem katkisi ile en azindan olabilecegine bir tutam tuz katarak olur. Bu acidan ben yeni yilda, herkesin yasam ve iliskisine yeniden insanlik ile, vicdan ile, hukuk ile, adalet ile, saygi ile ve "kendine yapilmamasini istedigi her ne ise, onu baskasina yapmamasi" ile baslamasini ve en azindan bu yolda, insanoglunun yuruttugu cabada kendini tatmin edecek sekilde " benim de bunda bir tutam tuzum var" diyebilecek sekilde yasamasini ve iliski kurmasini oneriyorum. En azindan kimse, eylem ve soylemi ile; ulke ve toplumunu icinde bulundugu fiili durumdan daha kotuye goturmemek icin, elinden geleni; sadece ulke ve toplumu icin degil, kendisi ve cevresi icin yapsin. Herkese insanlik, vicdan, hak, ozgurluk, hukuk, ve adalet temelli barisa katkida bulunucu bir 2016 yilini "corbada bir tuzu olarak" gecirmesini dilerim. Tabi bu bir dilektir, bu dilegi yerine getirecek olan da; her bir kisinin kendisi ve kendi istemi, algisi, bilgis,i bilinci, kararliligi, azmi ve iradesidir. 2016 yilinin nasil gececegini yine biz insanoglu soylem ve eylemlerimiz ile belirliyecegiz.
  3. evrensel-insan

    Özgür Birey Devleti

    1 Kasim'dan sonar iyice siddetlenen ve hergun en az 3-5 cani katleden devlet ve PKK terorunun ulke ve topluma yasattigi sicak ve fiili durumda; Demokratik Toplum Kongresi'nin acikladigi deklarasyon sonucu, ulke ve toplumu yeni bir asamaya gecti. Bilindigi gibi, dictator gudumlu AKP savas ve terror hukumeti, zaten su an topluma yasattigi Baskanlik sistemine, bir anayasalzemin ariyor. Simdi hali hazirda olan onerilenlere bakalim. AKP- Parlementosuz ve tek merci ve yetkisi olan otokratik bir diktatorluk DTK- Pozitif ayrimci ve bir yonu ile merkezi devletten "bagimsiz" ozyonetim Istanbul barosu- Uluis devlet ve hakim ve ustun millikoken Aydinlik- Turk milliligi temelinde turk devleti Simdi butun bu onerilenlerin, insanlik ulke ve toplumunun farkli halklari ve kesimleri demokrasi, antiayrimcilik, hukuk, hak ve ozgurlukler, adalet esitlik Adina POLITIK BIR HERBIRININ KENDINCE CIKAR ICEREN VE TUM TOPLUMU FARKLARI ILE BIRLIKTE KUCAKLAM,AYAN ICERIKLERI VARDIR. Ben bu iceriklere deginmek yerine, gunumuze cagdasliga uygun, Turkiye cografi, tariohi, sosyo-etik farklar yapisina uygun bir devletin ancak yukaridaki ozellikleri kapsayan ve uygulamaya koyan bir devlet olacagini dusunuyor ve oneriyorum. Herseyden once devletin, POLITIK YA DA IKTIDARIN KULLANIM ARACI, YA DA TEK BIR ETIGI HAKIM VE USTUN KILAN HUKUMETE BAGIMLI BIR DEVLKET OLMAMASI GEREKIYOR. Her nedense, ilk aciklanan deklarasyon olan DTK deklarasyonun 14 maddesine, Istanbul barosu ve Aydinligin verdigi yanitta 14 maddelikti. Sanki bir misilleme icerioyordu. Benim onerecegimin ben, simdiden kac maddeden olusacagini bilmiyorum. 1- T.C. Devleti, temsil ettigi tum farkli etik ve farkli kesimlerin devleti olarak bir butundur. 2- T.C.Devleti, bugunku cografyada yasam suren tum toplumun devletidir. 3- T.C. Devleti, sosyo etik bir devlet olarak; politikadan, iktidardan, hukumetten bagimsiz olarak sosyo-etik bir devlet olmalidir ve bu sosyo-etiklik tum toplumun her konudaki farklarini her bir bireyin degeri Adina korumali ve kollamalidir. 4- T.C. Devletinin basi, cumhurbaskani dahil, her turlu devlet yetkili ve gorevlilerini, toplum kendi bolgesinden secim ile secmelidir. 5-T.C. Devleti hukumeti, meclisi ve milletvekilleri PARLEMENTO CATISI ALTINDA, KENDI PARTILERININ POLITIKALARINI DEGIL; TUM ULKE VE TOPLUMUN CIKARINI GOZETMELI VE PARTILERI ICIN DEGIL; ULKE VE TOPLUMUN YARARI VE HER TURLU GELISIMI ICIN CALISMALIDIR. 6- T.C. Devleti ve hukumeti, tum ulke ve toplumun devleti ve hukumetidir. Hukumet ve basbakan partisi icin degil, tum toplum ve ulke icin calismalidir. 7- Ayni devlet gibi, hukumette etik degerleri politik cikar olarak kullanmaktan kendini arindirmalidir. 8- T.C. Devletinin vatandasi olan her bir bireyin, devleti; o bireyin her turlu sosyo-etik farktaki farkini korumak ve kollamak ile gorevlidir. 9- T.C. Devletinin ana ve resmi dili turkcedir. Yalniz cografi dagilim olarak eger herhangi bir bolgede yasayan toplum farkli bir etik degeri iceriyorsa, onun her turlu anne babadan gelme, etik degerleri ve dili; o bolgede ogretilmelidir. 10- T.C. Devleti ve hukuimetinin her turlu yetki ve uygulamalarini denetleyecek bir sosyo-etik kurum, ulke ve toplumun farkli degerlerdeki ve kesimlerdeki bunyesinden ve sivil kuruluslardan olusmalidir. 11- BAKANLAR KURULUNDA YER ALACAK BAKANLAR, TOPLUM BUNYESINDEKI DALLARINDA EN BILGILI DENEYIMLI KISILERDEN OLUSMALIDIR. 12- Yurutme, yasama, yargi ile ilgili alinacak her bir kararda; devlet, hukumet, denetleme kurumu ve bakanlar, tum topluma acik tartismalar yapmali ve hic bir karar toplumun onayi alinmadan, alinmamalidir. 13- T.C. Devleti vatandasinin ve toplumunun her turlu hak ve ozgurluk eylem ve soylemi, onun en tabi hakkidir. 14- T.C. Devleti, hukumeti, denetleme kurulu ve bakanlarindan her hangi birinin, herhangi bir etik degeri digger degerlere nazaran one cikarmasi affedilemez ve o kisi derhal gorevden alinir. 15- T.C.devletinin, hukumetinin, denetleme kurulunun, milletvekillerinin, bakanlarinin hic bir tanesi kendi ozel cikari icin, bulundugu mevkiyi ve yetkilerini kullanamaz. 16- T.C. devleti vatandasi, devleti icin degil; T.C. Devleti, hukumeti v.s. sadece vatandasi icin vardir. 17- Her bir vatandas, birer birey olarak, kendi yasam ve iliskisini ozgurce yasamak ve her turlu hukuksal hakkini talep etmek her turlu etik degerini yasayabilmek hak ve ozgurlugune sahiptir. 18- Burada devletin gorevi, hic bir vatandasina hic bir sekilde, baskasinin her turlu etik degerin baski yapmasini, mudahele etmesini,ve bu konudaki soylem ve eylemini hukuk ve adalet ile onlemektir. Bu konuda vatandasin haklarini koruyan sivil kuruluslar eliyle, devlet te adalete tasinabilmelidir. Aslinda bu maddeler, ozgur birey devletinin, cagdas ulke ve toplumun her turlu cografi ve tarihi degerlerine uygun bir bicimde genisletilebilir ya da her bir madde kendi icinde bolumlere ayrilabilir. Onemli olan ozgur birey devletinin; Bireyi icin var olmasi Hic bir bireyine onculuk ustunluk pozitif ya da herhangi bir ayrimcilik tanimamasi Hic bir sekilde sosyo-etik hukuki esit olmayan bir ayrim yaratan tarafinin olmamasi Tum toplumun farkli halklarinin ve kesimlerinin hak ve ozgurlugunu korumasi Politikadan bagimsiz olmasi yerel ve yerelhalk tarafindan devlet gorevlilerinin secilmesi devlet olarak soylem ve uygulamalarinin denetlemeye tabiligi. Her turlu hak ve ozgurluk ihlalinin, adil ve esitci bir sekilde hukuki olarak engellenmesi. Iste boyle bir devlet ancak, demokratik, evrensel hukuka bagimli, insan haklari yanlisi, her turlu hak ve ozgurlugu koruma ve kollama ve de herhangi bir hak ve ozgurluk ihlalini onleyici, adil, esitlikci ve antiayrimci olabilir. Peki toplumumuzun gelismislik duzeyi, bu istemde midir? Ya da boyle bir devleti ortaya koyabilecvek bir irade anlayis, bilinc var midir? Bu sorularin yanitlari "yokmus gibi" gozukuyor. Cunku kimse, politika disi, her turlu sosyo-etik farki adil esitlikci ve antiayrimci olarak kollayacak ve koruyacak bir devlet yapilanmasindan bahsetmiyor. Tum oneriler ya pozitif etnik ayrimci, ya tek etik baskici, ya da tek adam onderliginde, baskici, mudaheleci, yasakci, kayirici bir devlet anlayisi. Yani ne demokrasi olarak, ne de cumhuriyet olarak farkli halklarin antiayrimciligini ve adilligini esitligini icermiyor. Ayrica devleti, politik iktidara hukumete peskes cekiyor. Kisaca istenen "bizi secsinler, yetkiyi versinler ve gerisine karismasinlar ve soylenene yapilana razi olsunlar" Bu anlayis hangi etik cikari icerirse icersin, ne cagdas, ne demokratik, ne sosyal, ne etik ne adil, ne hukuksal, ne esitlikci, ne hak ve ozgurlukcu sadece " POLITIK/EKONOMIK CIKAR TEMELLI BIZDENCI" bir anlayistir. Ayrica ozgur birey devleti, bireyi ve vatandasi icin var oldugundan; bireyinin ve vatandasinin her turlu yasam ve iliski standartini is, konut, saglik, egitim, ogretim olarak ta genel yetistirimde yukselten ve cagdaslastiran bir devlet olacaktir. Boyle bir devletin yetkisi, hukumetin de, milletvekillerinin de, bakanlarin da ustunde bir denetleme icerir. Yani devlet "ben toplumumun ve farkli halk ve kesimlerinin farkli etik degerlerin antiayrimci, adil, ve her birini digerine gore kollayan yine toplumumun sectigi bir devletim, tum gorevim bireylerim ve ulkem ve toplumumun her turlu rahatligi, gelisimi ve birarada huzurlu saygili biribirinin degerini Kabul ederek birlikte yasatmak. Bu konuda yaptigim bir hatanin, denetle kurulu eli ile dile getirilmesi ve gerekenin yapilmasidir. Ben toplum ve ulkem istedigi surece gorevdeyim. Ayrica ulke ve toplumdaki, hert turlu hukumetimin, meclisimin, parlementomun, milletvekillerimin, hic bir bireyime ve toplumuma herhangi bir sekilde zarar vermemesi de benden sorulur. Bu acidan onlar hic bir etik degeri ayrimci olarak politikalarinda kullanamazlar. Cunku onlarin varligi, toplumu ayirmak ve bir kesimini one cikarmak icin degil; tum ulke ve toplumun cikari icindir." Evet konu ne turk, ne kurd ne alevi, ne sunni ne din ne milet v.s. meselesi degil. Konu tum ulke ve toplumu her turlu farklari ve kesimleri ile birlikte kucaklamak bir farki digger farklara gore ustun kilmamak ya da yok saymamak ve her firkin biri biri ile biribirini kabullenerek birlikte anti ayrimci olarak adil hukuki yasam ve iliskisini saglamak. Iste ozgur birey devleti, bunun icin var. Her bir bireyinin her turlu hak ve ozgurlugunu kollar ve korurken, hic bir bireyin baskasinin hak ve ozgurlugunu ihlal etmesine de izin vermemek. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  4. Devlet kavramininda ve devletin tarihinde, insanoglu kendi kurduğu devleti ile daima bir celiski yasamistir. Bunun elbette cesitli nedenleri vardir. Yalniz ana neden insanoglunun dogal gelen zihniyetinde yatar. Dogal zihniyet, erke, erklige, erksellige ve erkeksel karaktere (burada konu niteliktir, yani cins ya da fiziki ozellik degildir. Erkeksel nitelik zaten dogal zihniyet olarak, insanoglunun disisini de kapsar, yani tek zihniyet tir.) sahiptir, bu da gucu kuvveti, iktidar ve yonetim ve yonlendirimi getirir. İste buradaki sorun, butun bunlarin kimin ve neyin uzerinde uygulanacagidir. Yani, kim guce, iktidara, kuvvete, yonetim ve yonlendirime biat edecek, itaat edecektir? İste insanoglu devletsiz yasadigi donemde bile bu sorunu yasadi. Demekki insanoglu kendi icinden biat edecegi, itaat edecegi ve bunun icinde guc iktidar ve yetkiyi verecegi bir aygiti cikarmak durumundadır. İste bu aygit devlettir. Yalniz bu aygiti meydana getirenler ise insanogludur. Yani insanoglu kendi bunyesinde kendini yonetim ve yonlendirim diye ayirmis ve gucu ve iktidari kendini yonetene vermis, kendisi de yonetilen durumuna gecmistir. İste bilincin sorunu tam da burda ortaya cikmaktadir, devlete secilenlerin dogal zihniyeti, onlarin kendini kendilerini SECENLER USTUNDE GORMEK anlamina gelir. Halbuki SECENLER, sectiklerini KENDİ USTUNDE GORSUNLER diye secmezler. İste burada sorun pratiğe dokulur. Secen, sectiginin emri altina girer. Secilenlerin, kendisini seceni kendi emri altina almak ister. Aslinda bu dogal zihniyet, kendi dogasina terstir. Kendi icinde de yoneten yonetilen celiskisine Tasir. İste tarihler boyu secilenler, kendini secenlerin ustunde gorur, yani secilenler, onlari secenlere gore kendilerine bir ayricalik tanir. Peki nasil olacak? Secilenler nasil olacakta secenler için bir ayricalik tasimayacaklar. İste yonetenler tarihte kendi yonetim sekillerini getirmislerdir. Secilenlerin secen uzerindeki her turlu yetkisi,secilenlerin kendisini secen ve onun istemi dogrultusunda HAK ve OZGURLUK TANIMA/TANIMAMA arasinda otokrasi/demokrasi olarak sekillenir. Demokrasi, halk idaresi demektir. İYİ guzel halkin idaresi nasil olacaktir? Bunu secenler mi, yoksa secilenler mi belirliyecektir? Iste bu sorunun yaniti uzerine insanoglu ideolojiler, inanclar ve izmler yaratmistir ve kendi ile savasmis ve savasmaktadir. Hic bir devlet, halkin idaresini halka vermemiştir. Secilenler, secenler icin degil, kendileri icin yonetmistir. İste maalesef bu sorun ancak, zihniyetlerin devrim gecirerek insanlasmasi ile mumkundur. Yani secilenler, secilmelerinin sadece kendileri icin degil, ustelik secenler icin oldugunun farkina ve bilincine varincaya kadar. Yani demokrasinin herkesi iceren hak ve ozgurlugu secilenler tarafindan saglaninca. Devletin, secilenlerin degil, tum herkesin oldugu algilaninca. Secilenlerin secenler ile kendilerini esit ve ozdes gordugunde. Kisaca secen ve secilen farki, Yasam ve iliskide ortadan kalkinca. Devlet, ne secen ne de secilenin degil, her ikisinin farksız olarak devleti oldugunda Yani, halk, halk butunu olarak kendi kendini kendi sectikleri ile secen ve secilen olarak yonetip, yonlendirdiginde Bunun her turlu denetimini de tum secen ve secilenlerin birlikte uslendiginde. Yani devlet hem seceni hem de secileni mutlu ettiginde. Evrensel-Insan - Yapilandirmaci Epistemoloji/Qua Felsefesi/Bilissel Bilim/Serbest Dusunurluk/Devrimci Sorgulama/Numenal Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
  5. Turkiye genelde, nasil Buyuk Britanya ya da siyasi olarak, Birleşik Krallık yerine, İngiltere diyorsa, ayni hatayi noel ve xmas'ta da yapiyor. Noel, tarihi olarak İskandinavya patentli ve yeni yil karsiligidir ve tum dunya kutlar. Xmas ise sadece Hristiyanlar icindir ve yeni yil ve noel ile bir ilgisi yoktur. Aslinda Hristiyanlar icin, xmasin sembolü noel degil, Santa cruzdur. Yesil agacta yilbasindan ziyade xmas agacidir ve 26 Aralik, yani xmasin bir gun sonrasi da Boxing day, yani agacin altina konan hediyelerin acildigi gundur. Ucan geyik, bacadan girme ve hediye getirme ise noele aittir. Giyim de noele aittir. Xmas inanca gore İsa nin dogumudur. Yani 0 senesi, miladin baslangici. Hristiyanlar xmas ile yeni yili, zaman icinde birbiri ile birlestirmislerdir. Genelde xmasta aileler bir araya gelir ve xmas yemegi yerler
  6. Kullanimi " geliyor musun?" dur. Senin ornegin, devrik kullanim. Ayrica, senin kullaniminin soru sekli "geliyorsun, degil mi?" seklindedir. Bu kullanimda,soranin olumlu bir istemi vardir ve bunu tasdik etmek icin sorar.
  7. Bilindiği gibi, bugunlerde guneydogunun il ve ilcelerinde " ac/ kapat" usulu ustelik yasam hakki dahil, her turlu hak ve hukuku ihlal eden ve de yasak olan yerleri viran eden teror yasaniyor. Ben de bizzat bireysel olarak cocuk yaslarimda sokaga cikma fiili durumunu yasadim. Bu Baslikta, sizlerle yasadiklarimi paylasmak istiyorum. Donem 1960'lar ve konu Kibris'ti Ankara'da oturuyorduk. Hemen hemen her evin onunde bir jandarma mevcuttu ve geceleri de karartma vardi. Diyelim, evden cikmak istediniz, kapidaki jandarmaya neden evden cikmak istediginiz ve nereye gitmek istediginiz soyluyordunuz. Diyelim, bakkala gideceksiniz, ya jandarma sizin icin gidiyordu, ya da sizle birlikte geliyordu. Bir gece tuvalete kalkmistim, her yer karanlık oldugundan da, isigi yaktim. Daha yakar yakmaz babam hemen arkamda belirdi, bana "sen ne yapiyorsun?" diye cikisti ve akabinde de isigi kapatti. Bir keresinde evin caminin arkasinda otururken, buyuk bir gurultu ile cam Kirildi ve beni asagi dusmekten, annem kurtardı. Camin kirilma sebebi, kulakları sagir edecek kadar alcaktan ve yakindan gecen ucakti. Onumuzdeki cadde boyu, jandarmalar belirli bir guzergahta asagi yukari yuruyorlardi. Benzer durumu birde 1970'lerde Kibris cikartmasinda yasamistim. Ankara' da ucak dusmus, civarda bir suru dolmuş/taksi harap olmus ve dolmuş/taksi soforleri de arabalarinin icinde ya da kurtarmak isterken olmuslerdi.
  8. evrensel-insan

    7.4 Milyar' ız

    Dünya yeni yıla 7,4 milyar nüfusla girecek 2016 yılının başında dünya nüfusunun tahminen 7 milyar 391 milyon 68 bin olacağı bildirildi. Deutsche Welle'nin haberine göre, Alman Dünya Nüfusu Vakfı (DSW), 2015 yılında bir önceki yıla göre nüfusun 83 milyon artış kaydettiğini, yani dünya nüfusunun bu yıl içerisinde yaklaşık Almanya nüfusu kadar arttığını açıkladı. Verilere göre, dünya nüfusu her saniye ortalama 2,6 kişilik artış kaydediyor. DSW'nin verilerine göre, eğer dünya 100 kişinin yaşadığı bir köy olarak ele alınsaydı, bu köyde her 100 kişiden 16'sı Afrikalı, 60'ı Asyalı, 10'u Avrupalı, 5'i de Kuzey Amerikalılardan oluşurdu. Bu nüfusun 2050'ye kadar 133'e çıkacağı tahmin ediliyor. O zaman köydeki her 133 kişiden 33'ü Afrikalı, 73'ü Asyalı, 10'u Avrupalı, 6'sı da Kuzey Amerikalı olacak.
  9. Türkiye’ye siber saldırının 10 günü: Ne oldu? Türkiye 10 gündür sürekli bir siber saldırı ile karşı karşıya. Yurtdışından gelen bu saldırı, yurt içindeki internet kullanıcılarından çok dışarıdan Türkiye’deki sitelere girmek isteyenleri etkiledi. Yetkililer Türkiye’nin tarihinin en büyük ve kapsamlı siber saldırısının ardında Rusya'nın olabileceğine işaret ederken, dünyaca ünlü hacker grubu Anonymous da saldırıyı kendilerinin yaptığını söyledi ve dün bir tweet atarak "Yapan Rusya değildi" dedi. Dünyanın sayılı siber saldırıları arasında olduğu söylenen bu saldırıyı kimin yaptığını bilmek zor ancak ne olduğunu ve nasıl önlem alınacağı tartışılmaya başlandı bile. 14 Aralık'tan beri ne oldu? Türkiye’nin karşı karşıya bu siber saldırı bir hackleme operasyonu değil. Sonu Türkiye’nin internetteki imzası olan “.tr” ile biten bütün internet sitelerini etkileyen, tabiri yerindeyse .tr uzantılı sitelerin karargahı olan merkezin tek elden saldırıya uğraması şeklinde gerçekleşti. Saldırılar 14 Aralık’ta başladı. Dünyaca ünlü hacker grubu Anonymous üstlenene kadar da sadece kapalı bir grubun yakından takip ettiği, duyurmaya çalıştığı bu saldırı Türkiye’nin gündeminde pek yer almadı. Zira konuyu takip eden uzmanlardan Dağhan Uzgur’un belirttiği gibi aslında pek çok kişi Facebook ve Twitter üzerinden günlük internet faaliyetini gerçekleştiriyor. Buralarda haber okuyor, buralarda oyun oynuyor. Bir başka etmen ise gerçekleştirilen bu yoğun saldırı sonucu Türkiye’nin .tr uzantılı sitelerin kapılarını dışarıya kapatması. Yani asıl sorun Türkiye dışından .tr uzantılı sitelere girerken yaşandı. İnternet gibi soyut ve sıradan insanın nasıl yönetildiğini haliyle bilmeyen biri için özetle ne olduğunu sorduğumuzda iki uzman iki ayrı benzetmeyle tarif etti olayı. Binlerce kişi aynı anda internetin kapısına yığıldı Dağhan Uzgur, “bir su borusu düşünün, onun taşıyacağı kapasiteden fazla basınçta su gönderirseniz, ya boru patlar ya akış durur” diye açıkladı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım ise dün “ "on binlerce insanın aynı anda kapıya yığılması, içeri girilememesi” şeklinde açıklık getirmeye çalıştı saldırıya. Özetle söylemek gerekirse saldırının düzenlendiği yer .tr uzantılı bütün internet sitelerinin merkezi olan DNS sunucuları. Bu da .tr adresli bir siteye girmek istediğinizde size yol gösteren bir mahalle muhtarı. Sadece saniyeler içinde gerçekleşse de .tr uzantılı bir siteye girmek istediğinizde önce bu mahalle muhtarına uğruyor, sonra siteye yönlendiriliyorsunuz. Mahalle muhtarı çalışamaz hale getirildiğinde .tr uzantılı siteler için size yol gösteren merkez işlemez hale getiriliyor ve siz de siteye giremiyorsunuz. Türkiye saldırıyla nasıl mücadele etti? Türkiye bu saldırı karşısında ilk tepki olarak “muhtarlığın kapısını kapatmayı” tercih etti. Dağhan Uzgur, “İlk şaşkınlıkla kapıları kapattılar. Bir anda çok büyük bir trafik gelince bir anda ne yapacaklarını şaşırdılar. Sonra gerekli önlemleri alıp yeniden açtılar” diyor. Peki bu profesyonel bir tepki mi? Uzgur, “Sıkıntı olan konu, bu tahribatın düşünülmemiş olması. Bu önlemler daha önce alınsaydı bunların hiçbiri yaşanmayacaktı” diyor. Saldırıyı başından beri takip edenlerden biri olan Efe Kerem Sözeri de saldırının önlenmesinin zor olduğunu belirtiyor. “DDoS saldırılarını dağınık yapısı nedeniyle engellemek çok zor; çünkü hangi talebin normal talep, hangisinin saldırı talebi olduğunu bilemiyorsunuz, bunları birbirinden ayıramıyorsunuz. Korunmak da sizin elinizde değil, çünkü saldırganlar kimliklerini gizleyip saldırıyorlar.” "Önemli olan riskin dağıtılması" Bu durumu ise şu örnekle açıklıyor: “Her 5 dakikada bir, başka bir kişiymişim gibi sizin sekreterinizi arayıp ‘Rengin Arslan orada mı?’ diye soruyorum. Sekreteriniz de her seferinde sizin ofiste olup olmadığınızı öğrenip bana bilgi veriyor. Fakat benim aynı kişi olup olmadığımı hiç sorgulamıyor. Böylece sekreterinizi bütün gün meşgul ediyorum, başka iş yaptırmıyorum.” Her ne kadar bu saldırıları engellemek zor olsa da, korunmanın yolları vardı. Bu korunma yolu ise Türkiye’nin uyguladığı kapıları yurtdışına kapatmak yönteminden farklı. Efe Kerem Sözeri bu yöntemi “riskin dağıtılması” olarak özetliyor. Türkiye’nin .tr uzantılı adresleri tek merkezde bulunuyordu. Ancak bu siber saldırıdan sonra bunlar farklı merkezlere dağıtıldı. Bu durum aynı zamanda riskin dağıtılması ve tek merkeze bir kerede yapılan saldırıyla sistemin kilitlenemeyeceği anlamına geliyor. “Saldırı, hedefinin tüm zaaflarını ortaya çıkardı” Efe Kerem Sözeri, olayın teknik yanından ziyade siyasi boyutunun önemli olduğunu vurguluyor: “Fakat saldırı, hedefinin tüm zayıflıklarını ortaya çıkartmış oldu. Eğer saldırının arkasında bir devlet varsa, maliyet bir sorun değilse, Türkiye daha haftalarca saldırı altında kalmaya devam edebilir, çünkü sistemin zayıf noktası biliniyor” diyor. Saldırının boyutlarını yakından takip eden Dağhan Uzgur, bugün saldırıların hayli azaldığını belirtiyor. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi artık saldırı düzenlenmemesi. İkincisi ise riskin dağıtılması nedeniyle saldırının daha iyi yönetilebilmesi. Bu konuyu ilk günden itibaren sayfalarına taşıyan turk-internet.com yöneticisi Füsun Sarp Nebil bunun Türkiye’ye karşı gerçekleştirilenin büyük bir saldırı olduğuna ve bunun mesai saatleri içinde yapılmış olmasına dikkat çekiyor ve Rusya ihtimalinin yadsınamayacağını söylüyor. Sözeri de, “Bu saldırının stratejik olarak NIC.tr'yi hedeflemiş olması, Türkiye'deki internet yönetimini iyi bilen bir kişi veya grup tarafından yapıldığını ortaya koyuyor. Normal bir sunucuyu değil, sadece DNS sunucularını etkileyecek yöntemlerin de kullanılmış olması, kanımca saldırıyı oldukça profesyonel bir kişi veya grubun yapmakta olduğuna işaret ediyor” diyor. Saldırıların zararı ne oldu? Uzmanlara göre bunun en önemli zararlarından biri prestij kaybı. İkincisi ise sitelerin geçici ziyaretçi kaybı. Dağhan Uzgur, sonu tr ile biten internet sitelerinin yüzde 10 civarında ziyaretçi kaybına uğradıklarını söylüyor. Ancak bu geçici bir kayıp. Daha büyük kayıp riskini anlamak için ise e-ticaret siteleri gibi büyük yatırım gerektiren internet sitelerinin bundan sonra .tr uzantılı site almak konusunda çekimser davranıp davranmayacağını görmek gerekecek. Uzgur bu son 10 günlük saldırının yarattığı maddi kaybın ne olacağının bilinemeyeceğini de vurguluyor. Sözeri ise, bu saldırıyı düzenleyen ister Anonymous ister idida edildiği gibi Rusya olsun, “G-20'ye ev sahipliği yapmış bir devletin tek bir saldırı ile dünyanın erişimine kapanmış olması çok ciddi prestij kaybı” diye yorumluyor durumu. http://ichef.bbci.co.uk/news/ws/520/amz/worldservice/live/assets/images/2015/12/24/151224114158_siber_saldiri_624x351_ulakbim.tubitak.gov.tr.jpg
  10. evrensel-insan

    "Tanrı'nın Alfabesi"

    18 yaşında ateizmin kutsal kitabını yazdı. Uzak olmayan bir gelecekte​ ​ateistlerin el kitabına dönüş​me potansiyeli taşıyan​ ​"Tanrı'nın​ alfabesi" kitabıyla adından söz ettiren ​ODTÜ ​Makina ​Mühendisliği ​bölümü ​öğrencis​i​ Mehmet Mirioğlu'yla din felsefesi ve ateizm üzerine söyleştik. 24.12.2015 19:40 Karakter boyutu : Mehmet Miroğlu, 18 yaşında Ateizm'in felsefesine yönelik kitap yazdı. "Tanrının Alfabesi" adını verdiği çalışmasında Miroğlu, Türkiye'deki din eğitimi, ateizm, evrimsel köken, iman- akıl ilişkisinde Katı Rasyonalistler, İmancılar, Eleştirel Akılcılar ekolleri arasındaki tartışmaları ve kitapla ilgili birçok detayı Odatv'ye değerlendirdi. İşte o röportaj: -Kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Sanıyorum kendimi tanıtacak kadar çok şey yaşamış değilim. Hatay’da doğup büyüyen, 18 yaşında bir gencim. Dört yıla yakın zamandır kendimce bir şeyler yazıp çiziyorum. Düşünceleri aktarma konusunda yazı yazmanın gerekliliğini biliyorum. Bununla birlikte 2014'te “Tanrının Alfabesi” adında, şu an Kaynak Yayınları’nın basmaya cesaret ettiği ve çıktıktan bir hafta sonra birinci baskısının tükendiği bir kitap yazdım. Kitap çıktığı zaman benim de beklemediğim bir ilgiyle karşılandı ve buna kitabın içeriğinin sebep olduğunu düşünüyorum. Bu kitapta felsefi ateizmin temellerini anlatırken yaygın sorulara da cevap vermeye çalıştım. Bu sorular arasında “Allah varsa inançsızlar ne kaybeder?”, “Ahlakın dini veya Tanrıya atıf yapmayan temellendirmeleri mümkün mü?”, “İnançsızlar için hayatın anlamı olabilir mi?” gibi insanların kafasına takılan sorularla birlikte “Arzuların evrimsel kökeni nelerdir?”, “Dinin evrimsel, psikolojik ve sosyolojik olası kökleri neler olabilir?” “Aklın ve mantığın Tanrısız temellendirmesi mümkün müdür?” gibi felsefi ve bilimsel problemler de yer alıyor. Sanıyorum din felsefesi bağlamında kitapta aktardığım kadar argümanı bir arada sunan/eleştiren Türkçe bir yapıt daha yok. Bu konuda bir ilke imza attığımı da düşünüyorum. OdaTv takipçilerinin de kitabımı beğenmesini umuyorum. -Kabul ettiğiniz ya da tutarlı bulduğunuz dini düşünce biçimleri neler? “Kabul ettiğim ve benimsediğim” kavramı ile “tutarlı bulduğum” kavramının birbirinden farklı olduğundan bahsetmeliyim. Tutarlı bulup kabul etmediğim bir görüş bizatihi mümkündür. Misal “Dünya dışı yaşam” fikrini tutarlı bulurken bu fikri kabul etmemem mümkündür. Bu sebeple tutarlı bulduğum görüşleri açıklarken o görüşleri kabul etmek zorunda olmadığımı belirtmeliyim. Belirgin şekilde kabul ettiğim iki din felsefesi ekolü bulunuyor: Ateizm ve Agnostisizm. Kısaca bu iki görüşün birleştimi olan Negatif Ateizm de diyebiliriz. Bu görüşe göre Tanrı’nın varlığı hakkında her ne kadar kesin sonuçlara ulaşamasak da akıl ve mantık süzgecinden geçirildiğinde ateizmin daha mantıklı ve rasyonel olduğu görülecektir. Bununla birlikte her ne kadar açıklama konusunda eksiklikleri bulunsa da Tanrının varlığını kabul edip dini duruşları reddeden deizmi de tutarlı bulduğum söylenebilir. Deizmin Tanrısı kesin olarak çürütülememesine rağmen bu Tanrıya inanmak için yeterli sebebin olmadığı gösterilebilir ki bu da deizmi şüpheli kılar. Buna rağmen Deizmde çok bariz bir çelişki bulmak zordur. Belki Tanrı ve zaman ilişkisi konusunda belli problemler ortaya konulabilir ki farklı zaman teorileri kabul edildiğinde bu sorunlar da aşılabilir. Bu sebeple rasyonel bulmamakla beraber deizmi de tutarlı buluyorum. Ek olarak İman-Akıl ilişkisinde Katı Rasyonalistler-İmancılar- Eleştirel Akılcılar arasındaki tartışmada eleştirel akılcılığın baskın geleceğini düşünüyorum. Bu ekolleri kısaca açacak olursam katı rasyonalistler Tanrı ile ilgili her görüşün akıl ile çözülebileceğini ve her vahiynin akılla çözülebileceğini savunur. İmancılar, Tanrının varlığına dair herhangi bir kanıt olmadığını iddia edip ona iman etmenin gerektiğini çeşitli yollarla kabul ettirmeye çalışır. Eleştirel akılcılar ise her ne kadar Tanrının akılla kavranabileceği geçerli olsa da Tanrının özellikleri arasından akla uymayan özelliklerin olduğunu ve kutsal kitabın yalnızca büyük bir kısmının akılla çözülebileceğini savunur. Bir teist olunacaksa eleştirel akılcılık hem kutsal kitaplarla hem de genel olarak Tanrı tasavvurlarıyla en tutarlı açıklamayı yaptığından eleştirel akılcı olunmalıdır. Daha detaylı bir inceleme yapılabileceği gibi bu kadarının şu an için yeterli olduğunu düşünüyorum. Zira daha geniş incelemeyi bizzat bahsi geçen kitabımda yaptığımı da belirtmeliyim. -Sizi sorgulamaya iten şey ne oldu? Evrenin hayranlık uyandırıcı yapısını araştırmak için özel bir sebebe ihtiyaç var mı bilemiyorum. Küçüklükten beri bilime ilgi duyuyordum. Teolojik konulara da… Teoloji üzerine araştırma yapma sürecim ise bir zamanlar kutsal olduğunu varsaydığım kitap olan Kuran’ı anlama ihtiyacı duyduğumda başladı. Daha sonra teolojiye duyduğum ilgi ve araştırma beni din felsefesine ardından pozitif bilimlere yöneltti. -Kaç yaşındayken sorgulamaya başladınız? Tam bir tarih vermem mümkün değil zira bir çocuk doğası gereği soru sorar: Her konu hakkında… Tanrı kavramını gerçekten bilmek için sürekli soru sorarken bir yandan da günah işleme korkusuyla bunları bastırdım. Misal Tanrının her yerde olduğunu söyleyen iddialara karşı “Tanrı benim içimde de var mı? Eğer benim içimde Tanrı varsa ben de Tanrı olmaz mıyım?” gibi çocuksu soruları kendime sormuşumdur. Küçükken bana "Her işin başında 'Bismillah' deyip besmele çekeceksin" diye öğütlemişlerdi. Eğer her işin başında besmele çekeceksem, besmele çekmeden önce de besmele çekmeliyim. Bu besmele de bir iş olduğuna göre bundan da önce besmele çekmeliyim. O halde ömrüm boyunca besmele çekmeliyim diye düşünürdüm. Gülüp geçerdim tabi. "Bir kere besmele çeksen yeter!" derdim kendi kendime. Şimdi, o anki halime yine gülüyorum. Ne garip sorular varmış aklımda. -Ülkedeki din eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? İki farklı soru sormalıyım bu soruyu cevaplayabilmek için: 1. Din eğitimi gerekli mi? 2. Gerekliyse nasıl olmalı? Birinci sorunun cevabı açık bir şekilde “Evet”tir. Din olgusu ilgi çekicidir. Sosyal hayatın şekillenmesinde etkilidir. Çok sayıda felsefi konuyla ilgilidir. Tüm bu sebepler din eğitimini gerekli kılmaktadır. Din eğitimi ve din felsefesi karşı konulmayacak şekilde hayatımızla iç içeyken garip olan dini araştırmamaktır. Bu konuda apateizm kavramından bahsedebilirim. Apateizm, ateizmin pekiştirilmiş hali olan “en kral ateist ekol” olarak görülmemeli; aslına bakılırsa bu kavramın ateizmle ilişkisi çok zayıf bile denebilir. Apateizm, dini konulara kayıtsız kalmayı ve bu konuları araştırmamayı öğütleyen bir görüştür. Kısaca din eğitimini gereksiz gören biri apateizme yakındır. Bu sebeple din eğitiminin gerekli olduğu lehine getirilecek argümanlar, apateizme getirilecek eleştirilere eşdeğerdir. “Tanrıya, tanrısal olana ve dinsel düşüncelere kayıtsız kalmak doğru bir tutum olabilir mi?” Bu soru din felsefesinin gerekliliği açısından muhakkak cevaplanması gereken sorulardan biridir. Bir ateist olarak din ile ve din felsefesiyle uğraşmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu insanlara garip gelebilir. Zira bunu “İnanmıyorum desen bile içten içe tanrıya inanıyorsun. Yoksa neden bu kadar uğraş veresin ki?” diyen dindarların gülünç argümanlarından anlayabiliyorum. Günümüz felsefesinde din felsefesine ayak basmamak büyük bir talihsizlik olacaktır. Zira on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllara kıyasla din felsefesi derin bir canlanma içine girmiştir. Günümüzde diğer felsefe dallarıyla bu kadar ilişki içerisinde olan bir dal daha bildiğimi söyleyemem. İncelerseniz ‘Kelam kozmolojik kanıt’ gibi argümanlar nedensellikle, metafizikle ve zaman felsefesiyle ilgilidir. 'Bilinç argümanı' gibi konular zihin-beden teorileriyle ve zihin felsefesiyle ilgilidir. Ahlaki argümanlar meta-etikle ilgilidir. Din dili ile ilgili felsefeler dil felsefesiyle ilgilidir. Din ve bilim ilişkisini ele alan konular bilim felsefesiyle ilişkilidir. Tasarım kanıtları bizzat bilimle, biyolojiyle ilgilidir. Darwinci kötülük problemi evrim felsefesi ile ilgilidir. Kozmolojik kanıtlar fizikle ilgilidir. İman ve akıl ilişkisi bilgi felsefesiyle alakalıdır. Bu kadar felsefe ve bilim dalı ilişkiye giren bir dal daha yok gibiyken din felsefesine karşı kayıtsız kalmak derin bir kayıp halini alacaktır. Sonuç olarak din eğitimi, dinin doğası gereği gereklidir. Peki ya bu nasıl olmalıdır veya Türkiye’de gerektiği gibi uygulanmakta mıdır? Din eğitimi kanımca “karşılaştırılmalı” olmalı ve din felsefesini tarafsız bir şekilde kapsamalıdır. Karşılaştırılmalı din eğitiminde, Türkiye’de olduğu gibi bir “İslam görüşleri empozesi” yerine “Her dinin temel inanç esaslarının aktarılması” esas olacağından, tarafsız bir din eğitimi olacaktır. Türkiye'deki din eğitiminin bununla uzaktan yakından bulunmamaktadır. -Son olarak, yeni kitap projeleriniz var mı? Okuyucularınız sizden ne bekliyor? Öncelikle hâlihazırda yazdığım ve içeriğini daha fazla sevdiğim bir kitap şu an inceleme sürecinde. “Tanrının Alfabesi II” olarak yayımlamayı düşündüğümüz bu kitap, birinci kitabın devamı niteliğinde olacak. İlk kitabımda genel olarak din felsefesinin temel kavramlarını, problemlerini, insanların inançsızlara yönelik önyargılarını ve temel felsefi problemleri işlemeye çalıştım. İkinci kitabım ise bu konuya duyulan ilgiden sonra ortaya çıkacak yeni soruları cevaplamaya çalışıyor. Örneğin “Evrenin kökeninde ne var?”, “Büyük patlamadan önce neler olmuş olabilir?”, “Neden hiçlik yerine bir şey var?”, “Evrim kuramını doğrulayan veriler neler?”, “Evrim sadece bir teori mi?”, “Yeryüzünde yaşam nasıl başladı?” gibi görece daha derin konuları işlemeye çalıştım. Bunun dışında gelecekte bu seriye benzer şekilde ateizmin temel argümanlarını ele alan birkaç eser vermeyi düşünüyorum. Umarım ileride daha iyi projelerle insanların karşısına çıkabilirim.
  11. Mezhepçilik ve İşgal Sonrası Irak IŞİD’in dünya görüşü ile mezhepçiliğin bölge genelinde felâketlere yol açan yükselişi arasındaki bağ çok açık. Vahşetin İdaresi: İslam Ümmetinin İçinden Geçeceği En Önemli Aşama isimli kitabın yazarı ve ilk dönem cihadî grupların liderleri Müslümanlara yönelik şiddet konusunda dikkatli olup diğer Müslümanları kasten hedef almayı mahkûm etseler de 2000’lerin ortasında Irak’ta El-Kaide’nin ortaya çıkışıyla birlikte bu yaklaşım değişti. Ürdünlü Ebu Musab Zerkavi’nin başını çektiği Irak El-Kaide’si kutuplaştırma siyaseti konusunda en etkin araç olarak dinî törenleri ve kurumları bombalamakla ilgiliydi. Irak’ta Zerkavi Şiilere yönelik saldırılar aracılığıyla Şii ve Sünni kesim arasında bir iç savaş başlatmaya çalıştı. “Katliamlar Şeyhi” unvanını kendisine kazandıran dehşet verici kafa kesme videolarının eşlik ettiği bu türden faaliyetler Usame bin Ladin ve Eymen Zevahiri’nin başını çektiği eski El-Kaide içinde öfkeye sebep oldu. Bu isimler 2005’te Zerkavi’yi azarlayan bir mektup kaleme aldılar ve “rehinelerin katledilme sahneleri”nin ve Irak’tak Şiilere yönelik saldırıların El-Kaide’yi ihtiyaç duyduğu destek kitlesinden mahrum edecek taktikler olduğunu söylediler. Zevahiri’nin itirazlarına karşın Zerkavi bir dizi sebepten ötürü mezhepçilik konusunda bereketli bir ortam buldu. İlk etken 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi sonrası devreye sokulan ülkenin Baas’tan arındırılması siyasetiydi, bu siyaset ülkedeki Sünni nüfusun marjinalleşmesine neden oldu. Söz konusu siyaset üzerinden bir zamanlar Saddam Hüseyin’in Baas Partisi’ne üye olmuş herkes işten atıldı, kamuda işe alınmadı, emekli maaşlarını alamadı. O dönemde birçok analizcinin de işaret ettiği üzere, bu, felâket için hazırlanmış bir reçeteydi. Baas partisi üyeliği eskiden devletteki her iş için önemli bir husus iken, Baas’tan arındırma siyaseti binlerce öğretmenin, doktorun, polisin ve alt kademe memurun işten atılmasına neden oldu. Devletin içini bu şekilde temizleyerek ABD temel sosyal hizmetlerin çökmesini sağladı ki bu, yirmi yıldan fazla bir süredir yaptırımlar ve savaşın içinden geçmiş bir toplum için büyük felâketlere yol açacak bir gelişmeydi. Sünnilerin marjinalleştirilmesi ekonomik alanda pek hissedilmedi. Amerikan güçleri Sünni köy ve kasabalara sık sık saldırılar düzenledi, binlerce insan tecrit edildikleri, işkenceye maruz kaldıkları ABD idaresindeki hapishanelere kondu. “Taylorcu hapishane bürokrasisi” olağan hâliyle mevcut işgale payanda oldu. Bu konuda en fazla kötü şöhrete sahip hapishane Ebu Gureyb Cezaevi idi. Cezaevi ABD’li ordu personelinin tutsaklara işkence ettiğine dair fotoğrafların 2003’te Batı gündemine gelmesiyle ön plana çıktı. Skandalın patlak vermesi sonrası birçok mahkûm Bucca Kampı’na aktarıldı. Burada sonradan Ebubekir Bağdadî olarak tanınacak olan bir mahkûm Ebu Gureyb’de kalmış eski Baasçı subaylardan oluşan bir grupla güçlü ilişkiler kurdu. Bugün IŞİD’in lideri Bağdadî, söz konusu Baasçı subaylar da onun en yakın vekilleri ve danışmanları olarak iş görüyor. Dolayısıyla ABD ordusunun elinde mahkûm olan bu Sünni mahkûmlar ülkede ortaya çıkan mezhepsel ayrılıkları iyice derinleştirmekle kalmadılar, ayrıca somutta İslam Devleti’ni yarattılar. Mezhepsel çatlaklar 2006 sonrası alabildiğine büyüdü, zira İran’la zımni bir anlaşmaya varan ABD Şii milislerin desteklediği, Şii hâkimiyetindeki bir devletin kurumsallaşmasına katkı sundu. Bu olgu 2011’de ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesi sonrası mevcut durumu daha da kötüleştirdi. Sosyo-ekonomik güvensizliğin eşitsiz düzeyde seyrettiği koşullarda Sünnilerin marjinalleştirilmesi, IŞİD’e yönelik beğenileri dinî veya ideolojik faktörlerin ötesine uzanan gerçek bir toplumsal tabanın oluşmasını sağladı. IŞİD’in orta kademe kadrolarının büyük bir kısmı kısmen ekonomik teşvikler üzerinden örgüte kazanılmış olan eski Baasçı memurlardır. Sıradan üyelerin örgüte çekilmesi konusunda mali ödüllere başvurulmaktadır. Örneğin bir IŞİD savaşçısına Irak ordusunda verilen maaşın iki katından fazla para verilmekte, bu tutar aylık 300 ilâ 400 doları bulmaktadır. Bugün IŞİD’in ürettiği petrolü Suriye’den Irak’a geçiren kamyon şoförleri ve kaçakçıları asıl motive eden geçimini sağlama imkânıdır. Din konusunda ortaya koyduğu tüm iddialara karşın IŞİD’in devlet kurma projesi maddî temellere sahiptir. Irak konusunda kalem oynatan birçok yorumcu bu sonucu Bush idaresinin kibrine ve aptallığına, ardı ardına gelen bir dizi politik hataya bağlayarak aklayıcı bir tutum sergilemektedir. Böylesi bir yaklaşıma göre, ABD aslında istikrarlı ve birleşik bir Irak talep etmektedir. Oysa güçlü bir halk desteğine sahip bir hükümetin yönettiği, mezhepçi olmayan, birleşik bir Irak ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları için bir felâket anlamına gelecektir. Bu olasılık doğmamış olsaydı bile, ta başından beri Irak’ın mezhepsel ayrımlar üzerinden bölünmesi esas olarak ABD işgalinin bir sonucudur (bunda özel olarak İran’ın çıkarlarının da payı vardır). Sömürgeci hâkimiyet politikası her daim böl-yönet kuralına uygun hareket etmektedir. Bölgedeki mevcut mezhepsel sapmanın maddî ve politik kökleri bu şekildedir. IŞİD, Suudi Arabistan veya İran ne tür bir iddiada bulunursa bulunsun, mezhepçilik her zaman var olan, bugüne dek değişmeden varlığını korumuş, kadim öğretisel veya etnik ayrımların bir sonucu değildir. Lübnanlı komünist Mehdi Amil’in de onlarca yıl önce ifade ettiği üzere, yönetici sınıflar meşruiyetlerini ve toplumsal tabanlarını modern bir politik iktidar tekniği, buna dair bir araç üzerinden tesis etmiş, diğer yandan da her türden halk muhalefeti potansiyelini parçalamaya çalışmıştır. İşgal sonrası Irak ve IŞİD’in devam eden süreçte yükselişe geçişi bu tezi trajik bir biçimde teyit etmektedir. Suudi Arabistan, Suriye ve İslam Devleti Elbette bölgede dünyevî güçlerin desteklenmesi noktasında dinden istifade etmenin uzun bir geçmişi mevcuttur. Yaygın kabule göre, (IŞİD’in öncüllerini de içerecek biçimde) İslamî köktenci hareketlerin örgütsel kökleri ABD ve Körfez Devletleri’nin, bilhassa Suudi Arabistan’ın altmışlar ve yetmişler boyunca kurduğu ittifaka dayanmaktadır. Bölgede solun ve milliyetçi politik hareketlerin yükselişi karşısında İslamcılığın destekçileri mukabil ağırlık oluşturma konusunda etkin bir unsur olacağını düşünmüşlerdir. Seksenlerle birlikte bu politika ABD ve Suudilerin Afganistan’daki Arap İslamcı savaşçılara sundukları destek üzerinden sistematik bir biçimde tatbik edilmiştir. Silâhlı cihad ilk pratik canlanma konusunda gerekli hazırlıkları bu ülkede yapmıştır. İslamcı köktenciliğin bu şekilde, uzun süredir araçsallaştırılması kimi gözlemcilerin IŞİD’i Körfez Devletleri’nin bir aracı olduğunu söylemeye itmiştir. İlk bakışta bu türden iddialar anlamlıymış gibi görünebilir. İdeolojik açıdan Suudi rejimi ile İslam Devleti arasında müşterek kimi yanlar mevcuttur. Her ikisi de İslamî ceza yöntemleri (hudud) konusunda benzer, sınırlı bir yorumu paylaşmaktadır. Esasında IŞİD kontrolündeki bölgelerde imza niyetine kafa, kol kesme Suudi Arabistan dışında bölgede başka bir yerde karşımıza çıkmayan bir durumdur. IŞİD’in yönettiği bölgelerde bulunan okullarda kullandığı ders kitaplarına bakıldığında sadece Suudi Arabistan menşeli kitapların kullanıldığı görülmektedir. Suudi halkının büyük bir kesiminde IŞİD’e karşı yoğun bir sempati söz konusudur. Bu kesim harekete mali açıdan katkı sunmakta, gönüllüler göndermektedir. Oysa IŞİD’in elindeki silâhlar Suudilerin (ve Katar’ın) Suriye’deki gruplara temin ettiği silâhlardır. Bunlar çoğunlukla firar eden veya ele geçirilen askerlerden alınmaktadır. IŞİD’in doğrudan Suudilerce veya herhangi bir Körfez devletince doğrudan fonlandığı ya da silahlandırıldığına dair ikna edici kanıta pek rastlanmamaktadır. İki tarafın söylemlerine bakıldığında IŞİD ile Suudiler birbirini sevmemekte, hatta aralarında bir tür nefret ilişkisi bulunmaktadır. IŞİD Suudi krallığını en aşağılık düşmanlarından biri olarak görmekte, iktidardaki Suud ailesini devirmenin ana amaçlarından biri olduğunu söylemektedir. Suudi krallığı ise küresel İslam’ın liderliği konusunda başka bir gücün talip olmasına karşı çıkmakta ve IŞİD’in iktidarına karşı savurduğu tehditlerden korkmaktadır. Diğer yandan IŞİD’in artan gücü Suriye ayaklanmasına karşı Esad hükümetince yönlendirilen baskı harekâtı ile bağlantılıdır. Ayaklanmanın başlamasından birkaç ay sonra Esad (aralarında iyi eğitimli cihadî unsurların da bulunduğu) yüzlerce mahkûmu serbest bırakmış, bunların büyük bir kısmı İslamî köktenci gruplar içerisinde savaşçı ve lider hâline gelmiştir. Suriye istihbaratı içerisinde eskiden üst düzey görevlerde yer almış isimlerin iddiasına göre, bu, rejimin ayaklanmayı mezhepçi manada bölme ve ona İslamcı bir boya çalma amacını gütmektedir. Esad hükümetinin bu türden grupları maniple etme konusunda köklü bir sicile sahip olduğu bilinmektedir. Hükümet 2000’lerin başında mahkûmları serbest bırakmış, binlerce gönüllü cihadî unsurun Irak’taki Zerkavi ağı ile birleşmesini sağlamıştır. Esasında 2010 Şubat’ında Suriye istihbaratı bölgede ABD ile kurulan güvenlik işbirliğini derinleştirme konusunda gerekli bir zemin olarak cihadî gruplara sızma ve onları maniple etme girişimlerini pazarlamaya çalışmıştır. Suriyeli protestocuların varil bombaları, tanklar ve ayrım gözetmeyen hava saldırılarıyla karşılaşmış olmalarında şaşırtıcı bir yan yoktur. Süreç içinde sıra iyi eğitimli, savaşın çelikleştirdiği cihadî gruplara gelmiştir. Bu gruplardan biri de Nusret Cephesi’dir. Bu örgüt 2011 sonunda Irak’ta İslam Devleti dağıtılınca buradaki askerlerin Suriye’ye geçmesi sonrası kurulmuş, kamuoyu önüne ise Ocak 2012’de çıkmıştır. 2013’te şiddet ve insanların yerlerinden edilme süreci daha da berbat bir hâl almasıyla Nusret Cephesi stratejik yönelim konusunda kardeş örgütle bir ayrışma yaşamıştır. Buradaki tartışma ise mezhepsel ayrımlara yoğunlaşıp yoğunlaşmama, Suriye ordusuyla çatışmaya odaklanıp odaklanmama, tüm diğer gruplarla kutuplaşma stratejisi üzerinden şeriat temelli olarak bölgesel kontrolü öne alıp almama üzerine kuruludur. Irak’taki İslam Devleti ilk yolu tutmuş, 9 Nisan 2013’te Nusret Cephesi’nin itaatsiz kadrolarının kovulduğunu ve yeniden biçimlendirilmiş bir yapı olarak IŞİD’in kurulduğunu duyurmuştur. Bu stratejik önceliklere vurgu yapan IŞİD, yaygın kanaatin aksine, Esad hükümetiyle doğrudan çatışma içine girmekten büyük ölçüde kaçınmıştır. Bunun yerine Irak ve Suriye sınırlarını, ayrıca kaçakçılık güzergâhlarını kontrol altına alan (böylelikle stratejik derinliği ve geri çekilmenin güvenliği üzerinden diğer tüm silâhlı örgütlere karşı çıkma imkânı bulan) IŞİD öncelikli olarak elindeki toprakları genişletme yoluna gitmiştir. Bu çaba dâhilinde Bucca Kampı’ndan gelen eski Baasçı generallerin oluşturdukları askerî konsey örgütün başarısında kilit bir rol oynamış, bu noktada sabit mevzilerde kalmak yerine stratejik ağları birbirine bağlayan erişim ve tedarik yollarına hâkim olmaya, petrol sahalarının güvenliğini sağlamaya ve merkezî altyapıyı (bilhassa su ve elektrik üretimini) kontrol altında tutmaya odaklanmıştır. Bu strateji (petrol satışından günde 1,5 milyon doların üzerinde gelir elde etmesini sağlayan Suriye ve Irak’taki en az dokuz kârlı petrol sahasını elinde tutan) örgütün sadece muazzam bir zenginliğe ulaşmasını sağlamamış, ayrıca Suriye topraklarının (hükümetin veya muhalefetin kontrolünde olan) geri kalan kısmını enerji ve güç ihtiyacı konusunda ağırlıklı olarak IŞİD’e bağımlı hâle getirmiştir. Adam kaçırma, gasp, antik eserlerin satışı, kaçakçılık ve vergilerle muazzam para elde eden IŞİD Ortadoğu’daki zengin, mali açıdan kendine yeterli belki de tek devlet durumundadır. Örgüt yirminci yüzyıl başında sömürgeci güçlerce çizilmiş sınırları kasten çiğnemekte, bu sınırlar boyunca belirli operasyonlar düzenlemektedir. Daha Fazla Müdahale Gerçekleşecek mi? Bu koşullarda Batı’nın bölgeye dönük askerî müdahalesini daha da yoğunlaştırmasına dönük çağrılar sadece örgütün daha fazla ayakta kalması için gerekli gıdayı temin edecektir. Esasında örgütün büyümesi için gerekli verimli toprak savaş ve işgalin bizatihi kendisidir. Müdahalenin yoğunlaştırılması durumu daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Kutuplaştırma stratejisine uygun olarak son IŞİD saldırılarının amacı da bu yönde gerçekleştirilmiş saldırılardır. Burada hedeflenen, kriz ve kaos hissini derinleştirmek için Batı’nın bölgeye yönelik müdahalesini bir araç olarak kullanmaktır. Dış müdahaleye itiraz basit manada ABD veya Avrupalı devletlere sunulması gereken bir talep değildir. IŞİD’i hedef aldığına dair resmî ifadelerine karşın Rusların Suriye’de 30 Eylül’den beri gerçekleştirdikleri hava bombardımanı büyük ölçüde IŞİD’in kontrolündeki bölgelerden uzak durmakta, temelde IŞİD dışı muhalif grupların konumlandıkları bölgelere odaklanmaktadır. Sahada Hizbullah, İran birlikleri, Iraklı Şii milisler ve Suriye ordusunca desteklenen bu Rus saldırılarının esas amacı, Suriye’deki ana bölgesel ve uluslararası oyuncular arasında yeni oluşacak anlaşmaya kadar Esad’ın konumunu güçlendirmektir. Bu bağlamda IŞİD’in varlığı fiiliyatta Esad’ın “terörizme direnme” iddiasını desteklemeye yaramakta, böylelikle Esad kendi hükümetini gerekli bir kötülük olarak gören bir dizi Batılı devletin desteğini almak istemektedir. Elbette Rusların askerî yönelimi Sina, Beyrut ve Paris saldırıları sonrası değişmişse de gerçek şu ki İslam Devleti ile Esad hükümeti arasında uzun süredir dile dökülmeyen yumuşama bugünden itibaren her iki tarafın çıkarlarına hizmet edecekmiş gibi görünmektedir. Bu koşullarda solun kolayca verebileceği cevapların sayısı çok azdır. Evet, bize gereken, demokratik talepler, toplumsal ve ekonomik adalet ve mezhepçiliğe reddiye üzerine kurulu, alternatif, radikal görüşlerdir. Ama aynı zamanda solun, son birkaç yıldır nerelerde hata yaptığına dair bir muhasebe çıkartması ve mevcut güçler dengesi konusunda makul bir değerlendirme yapması gerekmektedir. IŞİD’in yükselişine, ayrıca savaş ve emperyalizmin entrikalarına bir tür otomatik refleksle tepki geliştirmenin ürünü olan analizler konusunda da dikkatli olmak gerekmektedir. Elde edilen sonucun kaçınılmaz olduğu doğru değildir. Bu sonuç 2011 ayaklanmalarının güzergâhının terse çevrilmesi üzerinden elde edilmiş, ayaklanmalar otokratik yöneticilere köklü bir itiraz geliştirememiş, bu sayede IŞİD gelişip serpileceği bir ortam bulmuştur. Politika boşluk kabul etmez. Dolayısıyla son üç yıl içinde halk hareketlerinin ve demokrasi mücadelelerinin yaşadığı başarısızlıklarla birlikte İslam Devleti yaşanan ricatın meyvelerini olgunlaştıran güçlerden birisidir. Asalaklara özgü tarzda bu örgüt bölgedeki tüm ülkelerde yöneticilerin mezhepsel şiddeti beslediğini kavramış, bu konuda önce Irak, ardından da Suriye’de kendisine yer bulmuştur. Her iki devlette de grup “vahşetin idaresi” programına epey uygun düşen (örgütün varolmasına katkı sunacak) bir gerçeklikle karşılaşmıştır. Mevcut durum ne kadar ümitsiz olursa olsun, gene de ümide hâlâ yer vardır. Yereldeki güçler olağanüstü zor koşullarda İslam Devleti’ne karşı koymaktadır. Bu güçler içerisinde en önemlileri (bir yandan da Türk hükümetinin baskılarıyla yüzleşen) Kürd hareketleri ve Suriye’deki IŞİD dışı muhalif güçlerdir. Öte yandan Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ve diğer yerlerde mezhepçiliğin mantığına karşı çıkan cüretkâr toplumsal ve politik hareketler mevcuttur. Bu hareketler ilerici bir seçenek için verilen mücadelenin hâlâ canlı olduğunu göstermektedir. IŞİD ütopik manada bir tür istikrar ve refah vaat edebilir, ama sahaya baktığımızda bu vaatin gerçeklikle bir alakası bulunmamaktadır. Örgütün geçmişte İslamî “devletler”in örneklediği üzere, iç isyanlara tanık olacağı kesindir. Bunun dışında eğer IŞİD’in yükselişini Arap coğrafyasındaki ayaklanmalar sonrası yaşanan ricat üzerinden anlarsak, büyük bir güvenle, örgütün bölgedeki mevcut kördüğüme etkin herhangi bir çözüm sunamayacağını da görürüz. IŞİD anti-emperyalist herhangi bir cevap sunmamakta, yerel veya yabancı güçlerin baskı ya da hâkimiyetinden arındırılmış bir Ortadoğu için desteklenebilecek bir yol önermemektedir. Son birkaç yılda yaşanan başarısızlıklara rağmen hakiki bir sol alternatifin gelişme imkânı tümüyle ortadan kalkmamıştır. Daha da önemli olan gerçekse şudur: böylesi bir alternatif bugün artık daha fazla gereklidir.
  12. evrensel-insan

    IŞİD Tarihi

    Adam Hanieh, İştiraki sitesinde yayınlanan "Kısa IŞİD Tarihi" yazısında Ortadoğu'daki emperyalist saldırıları ve IŞİD'in yükselişini anlatıyor. Yazıyı sizlerle paylaşıyoruz: Paris’te, 13 Kasım’da yaşanan saldırılardan hemen sonra solun büyük bölümü IŞİD’in yükselişini Ortadoğu’da emperyalist şiddetin giderek derinleşmesine bağladı. Bir yandan savaş ve emperyalizmin, diğer yandan cihadî terörizmin ulaştığı menzilin şiddet ve yıkımla karşılıklı bağlantı içerisinde olduğu söyleniyor. Paris saldırılarından kısa bir süre sonra Fransız Yeni Antikapitalist Parti [NPA] “emperyalist zorbalık ve İslamcı zorbalık birbirini besliyor.” diyor. Bu ölüme dair nihilistik anlayıştan kopmak için bizim dış müdahaleye itiraz etmemiz, emperyalist şiddete son vermemiz ve Ortadoğu, Afrika ve diğer yerlerdeki ülkelerden servetin yağmalanmasına dönük çabaları durdurmamız gerek. Şüphesiz ki bu argümanın dayandığı basit mantık gayet sağlam. Ama izah edicilik açısından bu türden bir analiz bizi çok ileri götürmüyor. Bu tip bir argüman genellik ve soyutluktan muzdarip ve bize bir hareket olarak IŞİD’in yapısı veya bu özel momentin özgüllüğü hakkında çok az şey söylüyor. IŞİD ile emperyalizm arasında bir tür otomatik ilişki kurmak ya da arada doğal bir ayna olduğunu varsaymakla bizler örgütün bu denli çarpıcı bir hızla yaşadığı yükselişi biçimlendiren tüm önemli bağlamı ve tarihi gözden kaçırıyoruz. Batı’nın Irak, Suriye ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik bu saldırganlığına ve buralardaki vahim durumlara dönük cevap neden özel bir ideolojik ve politik form üretiyor? IŞİD’in Arap dünyasında ve Avrupa’da bulduğu desteği nasıl izah edeceğiz? Peki bunlar neden şimdi, bu şekilde yaşandı? IŞİD’in yükselişinin gerçek menşeinin 2011 ve 2012’de patlak veren Arap ayaklanmaları ekseninde ele alınması gerekli. Bu ayaklanmalar bugün de savunulmaya devam edilmesi gereken muazzam bir umudu temsil ediyordu. Ayaklanmalar baskı ve sürecin terse çevrilmesine dönük gayretlerle karşılandı, bunlar her türden anlayışı dâhilinde ilerleme imkânı bulamadı. İslamcı gruplar da tam olarak bu yarıkta varlık imkânı buldular, onlar ayaklanmalar ve onlardaki halkçı demokratik arzulara karşı saldırıya göre biçim alarak yükselme fırsatı yakaladılar. Bu hiç de kaçınılmaz bir süreç değildi. Aksine ayaklanmaların yüzleştikleri güçlükler başkalarınca doldurulması gereken bir boşluk doğurdu. IŞİD’in dünya görüşü bu yeni gerçekliğin ideolojik bir ifadesidir. Daha açık ifade etmek gerekirse, IŞİD’in yükselişi, birçok Batılı yorumcunun kanaat getirdiği gibi, sadece ideoloji veya dinin bir sonucu olarak izah edilemez. Örgütün yaşadığı büyümeyi izah eden alabildiğine gerçek toplumsal ve politik kökler mevcuttur. Ama ideolojik ifadeyi ciddiye almak, mezhepçiliğin yıkıcı bir biçimde yayılması, Suriye ve Irak’ta her şeyi toza dumana katan baskı süreci, Ortadoğu’da farklı bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarları gibi muhtelif, birbiriyle kesişen faktörlerin IŞİD’in yükselişi için gerekli zemini teşkil ettiğini anlamamıza yardım edecektir. Bu, ricatın diyalektiğidir: IŞİD’in büyümesi, bölge çok katmanlı, giderek derinleşen krizlerin içine sürüklendikçe, hem eşzamanlı olarak 2011’deki arzuların gerçekleştirilmesi becerisinin ortadan kaldırılması sürecini perçinlemiş, hem de bu süreçten beslenmiştir. IŞİD’in bu krizleri içine yerleştirdiği ideolojik çerçevenin hatalı olduğu açıktır, ama gene de örgüt, tüm çıplaklığı ile yaşanan kaos ve yıkımın ayrımına varan bir dünya kavrayışını ve canlı bir deneyimi belirli kesimler nezdinde dile getirmiştir. Bu sürecin karşılıklı birbirini perçinleyen yönleri mevcut durumun bu denli tehlikeli bir noktaya ulaşmasını sağlamıştır. 2011’in Hayaletleri 2010 ve 2011’de Tunus ve Mısır’daki gösterilerle başlayan ayaklanmalar, ardından bu ayaklanmaların tüm bölgeye yayılması Ortadoğu’nun son elli yıldan fazla bir zamandır tanık olduğu en önemli isyanlardır. Bu hareketlerin belirli bir süre kimileri için vaatler sunduğunu hatırda tutmak gerekmektedir. Zira o dönemde bu hareketler başından itibaren lanetlenmiş, görmezden gelinmiş, daha da beter biçimde, yabancı komplo odaklarının uygulamaya soktuğu bir tür fesat olarak değerlendirilmiştir. Bu protestolar ilk kez farklı kuşakları kütleler hâlinde politik eyleme dâhil etmiş, Batı’nın müttefiki olan baskıcı rejimlerin boyunduruğunu ve müesses devlet yapılarını ciddi bir biçimde sarsmıştır. Daha da önemlisi bu hareketler kapsam itibarıyla bölgesel niteliklidirler ve Ortadoğu genelinde insanların ortak deneyimlerine ve müşterek yanlarına seslenmişlerdir. Ayaklanmaların politik bilinç ve örgütlenme formları üzerindeki tesiri dünya genelinde hâlen hissedilmeye devam etmektedir. Bu ayaklanmaların başından beri, birçok yorumcunun varsaydığı biçimiyle, “diktatörlüğe karşı demokrasi” denilen basitleştirici, karikatür yaklaşımın ötesine geçtiği açıktır. İnsanları sokaklara döken, onlarca yıl süren neoliberal ekonomik yeniden yapılandırma süreci, küresel krizlerin etkisi ve Arap devletlerinin Batılı güçlerce uzun süredir desteklenen otokratik polisiye ve askerî rejimlerce yönetilme tarzları türünden temel sebepler bölgedeki kapitalizm formlarıyla derinlemesine bağlantılıdır. Bu faktörlerin belirli bir bütünlük içerisinde ele alınması gerekmektedir. Bunlar ayrı ayrı veya birbirlerinden ayrıştırılabilir sebepler değildir. Protestocular bu bütünlüğü öfkelerinin nedeni olarak, açık biçimde dillendirmemiş olabilirler, bu temel gerçeklik Arap dünyasının yüzleştiği kapsamlı sorunların tekil otokratların basit manada iktidardan uzaklaştırılması yoluyla neden çözüme kavuşturamadığını izah etmektedir. Politik ve ekonomik yapılara dönük her türden itiraza mani olmak amacıyla Batılı güçler ve bölgedeki müttefiklerin destekledikleri elitler değişim olasılığını ezmek amacıyla hızla hamle yapmışlardır. Bu süreç, her bir ülkede farklı işleyen karşı-devrim süreçlerini biçimlendirmek için devreye giren bir dizi politik faille birlikte, muhtelif araçlar üzerinden gerçekleşmiştir. Ekonomi siyaseti düzeyinde çok az değişiklik yaşanmıştır. Uluslararası finans kuruluşları ve Batılı bağış kurumları Mısır, Tunus, Fas ve Ürdün gibi yerlerde neoliberal reform paketlerinin sürekliliği konusunda ısrarcı olmuşlardır. Ekonomik sürekliliğin verdiği destekle, bu süreklilik için bir önkoşul olarak protestoları, grevleri ve politik hareketleri yasaklayan olağanüstü hâller ve yeni kanunlar devreye sokulmuştur. Bu dönemde eşzamanlı olarak bir de bölgede politik ve askerî müdahaleler de yaygınlaşmıştır. Batı’nın askerî müdahalesi sonrası Libya’nın parçalanması ve Suudilerin önderliğinde Bahreyn’deki ayaklanmanın bastırılması ilgili sürecin iki önemli momentidir. Mısır’da Temmuz 2013’te yaşanan askerî darbe de eski devlet yapılarının yeniden inşasında kritik bir dönüm noktasıdır, bu olay Mısır’daki devrimci sürecin bastırılmasında Körfez Ülkeleri’nin oynadığı kötü rolü teyit etmektedir. Belki de en önemli husus, 2011’deki ilk iyimserliğin yerini alan bölge genelindeki ümitsizlik havasını pekiştiren, sınırlar dâhilinde ve ötesinde milyonlarca insanın yersiz yurtsuzlaşması ve binlerce insanın öldürülmesine sebep olan, Suriye’de Esad rejimine karşı başlatılan toplumsal ve fiziksel yıkım harekâtıdır. IŞİD ve önceki hâlleri temelde 2011 boyunca tüm Arap ülkelerini sarsmış olan bu ayaklanmalar, kitlesel gösteriler, grevler ve yaratıcı protesto hareketlerinin ilk aşamalarıyla ilişkisizdir. Esasında o dönemde Irak İslam Devleti olarak bilinen IŞİD’in güç toplamasına sebep olabilecek tek yorum Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sonrası yayınladığı insanları sekülerizm, demokrasi ve milliyetçiliğe karşı uyardığı, Mısırlıları “kötü olanın yerine iyisini getirmeleri” konusunda teşvik eden bildiride içerilmektedir. Oysa gerçek değişime dönük ilk arzular dağılmış, IŞİD ve diğer cihadî gruplar sürecin bu şekilde terse dönmesinin birer semptomu olarak ortaya çıkmış, söz konusu örgütler kargaşa ve devrimci süreçteki ricatın bir ifadesi olarak somutluk kazanmışlardır. Sürecin neden bu şekilde geliştiğini daha iyi anlamak için IŞİD’in ideolojisine ve dünya görüşüne kısa bir bakış atmak gerekecektir. Hakikilik, Barbarlık, Ütopya İslamî köktencilik sıklıkla ihtişamlı geçmişe ait yol ve yöntemlerin tekrar uygulanması isteği olarak tanımlanmaktadır. İhtişamlı geçmiş ise (Sünnilere göre) Hz. Muhammed’in vefatı sonrası iktidara gelen ilk İslamî yönetici kuşağı üzerinden modellendirilmektedir. IŞİD, toplumsal pratik ve şeriat konusunda ilgili döneme işaret etmektedir. Ama IŞİD’i yedinci yüzyıla has yayılmacılığa [irredantizme] indirgemek ciddi bir hata olacaktır. Örgüt bugün kontrol altında tuttuğu bölgelerde muhtelif mali, hukukî ve idarî yapılar kurma yönünde çabalar ortaya koymakta, devlet kurma projesini gayet ciddiye almaktadır. Her ne kadar bu bölgelerin sınırları sürekli değişse de ve “kontrol”ün manası konusunda farklı değerlendirmeler yapılsa da IŞİD kimilerinin tahminine göre on milyondan fazla insanı yönettiği belirli bir bölgesel genişliğe ulaşmış durumdadır. Bu alabildiğine modernist projenin parçası olarak örgüt gelişkin medya ve propaganda ağı geliştirme meselesine yüksek öncelik vermekte, televizyonla süslenmiş ağaçlara ve bilgisayarların “idam edilmesine” dair doksanlara ve iki binlerin başlarına ait imajlarıyla Taliban kontrolündeki Afganistan türünden diğer İslamî yönetim örneklerinden niteliksel olarak oldukça farklı bir görüntü sunmaktadır. Bir araştırmacının tahminine göre, IŞİD medya birimi her gün medya için kırk ayrı çalışma yapmakta, bu çalışmalar video, fotoğraflı makale, denemeler ve farklı dillerde sesli programları içermektedir. Bu program düzeyi her türden TV şebekesiyle yarışacak düzeydedir ve rehine tutulan habercilerle istihbarat ajanlarının saçmalıklarına gebe kalıp Afganistan dağları üzerinden El-Cezire’ye kaçırılan bozuk, kumlu VHS kasetlerine dayalı eski El-Kaide modeliyle karşıtlık arz etmektedir. IŞİD propagandasının yayılma imkânı bulduğu merkezsiz ağın kendisi de özgül bir üründür. Bu ağ justpaste.it ve archive.org gibi anonim web siteleri ile Twitter hesaplarından istifade etmektedir. IŞİD içindeki isimler üzerinden örgüte dair değerlendirme sunan Arap gazeteci Abdulbari Atvan’ın iddiasına göre, örgüt yüz bin kadar Twitter hesabını kontrolünde tutmakta, her gün elli bin civarında tweet atmaktadır. Bu türden sosyal medya formları IŞİD’in hem insan örgütlediği hem de mesajlarını yaydığı kanallardır. IŞİD’in teknolojiyi takip eden yanı herkesin kabul ettiği bir husustur. Kısa süre önce Obama’nın ucuz bir tanıma başvurarak IŞİD üyelerini “iyi bir sosyal medyaya sahip bir katil sürüsü” olarak nitelemiştir. Ama IŞİD’in teknolojiyi ve sosyal medyayı etkin kullanıyor olması gerçeği teknik bir beceriden çok gizlilik ve gözetim koşullarına dönük bir cevap olarak görülmelidir. IŞİD’in sosyal medyaya ve teknolojiye yüksek öncelik vermesi örgütün edimselliği ve kendini takdim edişi konusunda takıntılı olduğunun bir ifadesidir. Esasında IŞİD haricinde dış dünyaya kendisiyle ilgili bir imaj sunma ve “marka oluşturma” meselesini ciddiye alan başka bir politik veya dinî yapıdan söz etmek mümkün görünmemektedir. Bu ideolojik mesaj aktarımı dâhilinde üç önemli mecaz öne çıkmaktadır. İlki, her türden köktenci hareketin belirgin özelliği olan dinî hakikilik ya da dinî metne sadakat gösterme, sadık kalındığını sürekli iddia etme ihtiyacıdır. Bu bağlamda “hakikiliği” teşkil eden, rakip görüşler karşısında daima öne sürülmesi, icra edilmesi ve savunulması gereken bir husustur. IŞİD’in bu meseleyle nasıl meşgul olduğuna dair çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin birçok yorumcu grubun Kuzey Irak’taki küçük ve pek önem arz etmeyen Dabık kasabasına tuhaf bir vurgu yaptığı üzerinde durmaktadır. Dabık’ta tek bir askerî tesis ya da doğal kaynak yoktur. Gene de IŞİD’in internetten yayın yapan dergisi bu kasabanın adını taşımaktadır. Grup kasabayı almak için savaş başlattığını ilân ettiğinde örgüte ciddi bir akın yaşanmıştır. Bunun sebebi nedir? Dabık İslamî eskatolojide özel bir yer tutmaktadır. Burası kıyametin başlangıcını haber verecek olan kâfir ordularla ileride yaşanacak savaşın gerçekleşeceği yerdir. Bu küçük Suriye kasabasını elinde tutarak IŞİD yüzlerce yıl önce haber verilen bir yolu imanla takip eden güç olarak takdim edebilmektedir. Aynı şekilde grubun Rakka şehrinin Batı’daki karargâhı olarak ilân etmesi de Arap Müslümanlar arasında güçlü bir karşılık bulmuştur. Şehir Harun Reşid’in sarayının bulunduğu yerdir. Dönemi İslam’ın altın çağı olarak değerlendirilen Harun Reşid Abbasi Hanedanı’nın beşinci halifesidir. IŞİD propagandasının ikinci merkezî özelliği ise herkesin bildiği “barbarlık” memidir: insanların canlı canlı başlarının kesilmesi, idamlar ve diğer şoke edici eylemler grubun tüm dünyada televizyonlar ve bilgisayar ekranları üzerinden tanınmasını sağlamıştır. Kasten dehşete düşürücü bir içeriğe sahip bu malzeme medyada şöhretin hızla artmasının güvencesidir. Bu durum, herkesin bildiği bir örgüt olana dek onlarca yıl geçen, ancak 11 Eylül saldırıları ile tanınma imkânı bulabilen El-Kaide’nin durumu ile kıyaslanabilir. Barbarlık sadece manşetleri süsleyen bir olgu değildir. O aynı zamanda korkuya yol açmak için bile isteye kullanılan bir yöntemdir. Bu strateji oldukça başarılı olmuştur. IŞİD Haziran 2014’te Musul şehrine yaklaştığında Irak ordusu dağılmış, silâhlarını bırakıp kaçmış, cihadîlerin muazzam silâhlara ve askerî nakliye araçlarına sahip olmasını sağlamıştır. IŞİD bu saldırıda ayrıca Irak Mekrez Bankası’ndan 400 milyon dolar almıştır (bu sonrasında itiraz edilen bir iddiadır.). Son ve belki de en önemli husus ise şiddetin bu denli yaygın bir biçimde tatbik ediliyor oluşudur. IŞİD bu durumu “kutuplaştırma” stratejisi olarak tarif etmektedir. Burada amaç IŞİD’in bölge genelinde yayılma sürecini destekleyecek kanlı mezhep savaşlarına yol açmaktır. Gene de Batı medyasının kullandığı klişenin aksine, IŞİD propagandasının ana içeriği grubun daha iyi tanınmasını sağlayan şiddetin kendisinden çok daha dünyevîdir. Grubun ideolojik mecazlarının üçüncüsü “hilafet”te sivil hayata ait zevkleri göstermeyi amaçlayan ütopik temalardır. Bunlar cömert bir ekonomik faaliyeti, güzel sahneleri ve istikrarlı bir hayatı içermektedir. 2015 Temmuz’unun ortasından Ağustos’un ortasına dek örgüt tarafından üretilmiş tüm medya ürünlerini belgeleyen yorucu bir çalışmadaki tespite göre, malzemenin yarısından fazlası bu tip ütopya temalarına odaklanmaktadır. Aynı şekilde Dabık dergisi de bu konuları ele almaktadır. Bu, grubun kendisini Arap dünyasına nasıl sunduğuna dair en fazla yanlış anlaşılan ve en önemli yönüdür. Bu tip ütopya temsilleri ile esasta Araplara seslenilmektedir. IŞİD’le bağlantılı Arapça Twitter hesaplarına baktığımızda, mesajların İslam Devleti’nde gündelik hayatın sıkıcı ve anlamsız oluşuna dair vurgular içerdiği görülmektedir. Su boruları tamir edilmekte, pazarlar meyve ve sebzelerle dolup taşmakta, yeni dişçi klinikleri açılmaktadır. Bu gözlem üzerinden, IŞİD’in kendisini kaos, savaş ve karışıklıkla yüklü bir bölgenin ortasında barış ve istikrar adası olarak takdim etmektedir. Örgütün halkın belirli katmanlarını kendisine nasıl çektiğini anlama noktasında bu tür gözlemler önemlidir. Krizin derinleştiği koşullarda belirli bir güvenlik düzeyini vaat etmek IŞİD’i cazip kılan (ya da en azından ehven-i şer bir seçenek hâline getiren) unsurlardan birisidir. Bu ütopik vaadi kabul etmek, geçen zaman içerisinde örgütün nasıl genişleme kaydettiğini anlama noktasında önemli bir ipucu sunar. Ama bu, bilhassa mezhepçi şiddeti üzerinden IŞİD’in zorba veya baskıcı olmadığı anlamına gelmez. Ütopik vaadindeki kofluk belirli miktarda umudu da içermektedir. “Vahşi Kaos”u Yönetmek Hakikilik, barbarlık ve ütopya üzerine kurulu bu üç kademeli IŞİD propagandası daha kapsamlı bir eskatolojinin bir yansımasıdır: bu eskatoloji zamanın sonunun yaklaştığı iddiasına dayanan bir gelecek tasavvurunu ve bir tarihsel dönemselleştirmeyi içermektedir. Bu, IŞİD ile El-Kaide gibi diğer cihadî gruplar arasındaki ana farklılıktır. El-Kaide’den farklı olarak IŞİD kehanetle önceden haber verilmiş momentlerle bağlantılı olarak kendisini ardı ardına ele veren tarihsel aşamalara vurgu yapar (Dabık örneği buna ilişkin bir resim sunmaktadır). Hakikiliğin grubun propagandasında önemli bir yer tutmasının sebebi budur. Ancak daha az görünür olan diğer bir husus ise söz konusu eskatolojinin aynı zamanda hem barbarlık hem de ütopyaya dair mecazlar konusunda bir izahat sunuyor oluşudur. Bunun en net karşılığı, cihadî strateji için popüler bir referans noktası teşkil eden Vahşetin İdaresi: İslam Ümmetinin İçinden Geçeceği En Önemli Aşama isimli kitaptır. Kitap ilkin 2004’te internette Arapça olarak Ebubekir Naci müstear adıyla yayınlanmıştır. Kitabın (bazı gazetecilerin değerlendirmelerinde rastlandığı üzere) cihadî gruplar için her şeyi adım adım ele alan bir taktik çalışması veya strateji el kitabı olarak düşünülmemesi gerekmektedir. Çalışma esasında ilgili mahfillerde cihadî düşünceye yön veren dünya görüşü hakkında kimi hususları açıklığa kavuşturan oldukça popüler bir metindir. Kitabın ana hedefi, İslamî ilkelere göre bir devlet kurmak ve bölge genelinde (ABD gibi) “büyük güçler”in hâkimiyetine son vermek için atılması gereken adımları izah etmektir. Kitap İslam devletinin kurulmasından önce içinden geçilmesi gereken iki ayrı tarihsel aşama belirlemektedir. İlki “can sıkıntısı ve bitkinlik” aşamasıdır. Yazarın kanaatine göre Arap dünyası iki binlerin başında, yani kitabın yazıldığı dönemde böylesi bir aşamadan geçmektedir. Söz konusu aşamada görev düşmanı kimi operasyonlarla onu kızdırmak ve destabilize etmektir. Bu noktada (özellikle petrolle bağlantılı) ekonomik açıdan önemli bölgelerde ve turistlerin kaldıkları otellerde bombalar patlatılacaktır. Bu eylemler Arap hükümetlerini güvenlik güçlerini daha geniş bir sahaya yaymaya zorlayacak, böylesine pahalı bir girişimin ardından yeni hedefler kaçınılmaz olarak korunaksız kalacaktır. Bunun dışında grupların hiçbir ceza almaksızın bu türden eylemleri gerçekleştirme becerileri bir tür propaganda işlevi görecek ve yeni insanların kazanılmasına katkı sunacaktır. Bu türden operasyonların nihai amacı devlet yapılarını parçalamak ve bir kargaşa durumu yaratmaktır. Yazara göre bu, “vahşi kaos” aşamasıdır. İlgili döneme bir de her türden toplumsal şiddette artış, temel toplumsal yardımlardan mahrumiyet, bireysel ve toplumsal güvensizlik hâli denk düşecektir. Bu, devlet yapılarının geri çekilmesi ve çöküşünün doğal bir sonucu olarak gerçekleşecektir. Bunun dışında böylesi bir aşama cihadî grup için olumlu kabul edilmektedir. Kaosun içine dalmak suretiyle cihadî unsurlar durumun sorumluluğunu üstlenecek ve “mevcut vahşeti yönetme ya da idare etme”ye çalışacaklardır. Somutta bu, “gıda, tıbbi tedavi, vahşetin hüküm sürdüğü bölgelerde yaşayan insanlar arasında güvenliğin ve adaletin sağlanması gibi hizmetlerin verilmesini ifade etmektedir. Buna ek olarak vahşet bölgesine saldırmaya çalışan herkesi caydırmaya dönük olarak sınırlar korunacak, ayrıca savunma amacıyla bu sınırlar tahkim edilecektir.” “Vahşetin yönetilmesi” meselesinin bu yönü IŞİD’in Arap dünyasında (özellikle Irak ve Suriye’de) kendi mevcut rolünü nasıl ele aldığını göstermekte ve bize ütopik temanın propagandasında ne denli önemli olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bunun dışında yukarıda bahsedilen kitaptaki şema dâhilinde şiddetin rolü temel niteliktedir. IŞİD’in şiddet uygulama yöntemlerini yankılayan bu çalışma şiddetin kasten aşırı ve alabildiğine edimsel, performansa dayalı olmasını önermektedir. “Düşmanı katletmek ve onu korkutmak düşmanı saldırmadan önce bin kez düşünmeye itecektir.” Bu da sonraki intikam saldırılarından düşmanı korkutarak caydırmak amacını güden “bedel ödetme” eylemlerini içermektedir. Aynı şekilde tüm eylemlerin amacı, orantısız şiddet kullanımı üzerinden toplumsal “kutuplaştırma”ya yol açmak olmalıdır. Yazarın ifadesiyle: “Kitleleri savaş alanına çekmek itiraza yol açacak, her bir bireyin desteklediği tarafa isteyerek ya da gönülsüzce gitmesini sağlayacak, insanları savaş alanına girmeye itecek daha fazla eyleme ihtiyaç duyar. Bizim bu savaşı çok şiddetli yürütmemiz gerekir, öyle ki ölüm her an kapıda olduğunu hissettirsin ve iki grup bu savaşa girmenin çoğunlukla ölüme yol açtığını anlasın.” Bu formülün kaçınılmaz sonucu şudur: durum ne kadar kötüleşirse o kadar iyi olacaktır. Yazar kendini bir biçimde doğrulayan bu mantığı kabul edip onaylamakta, cihadî grup vahşetin kısa süreli idaresinde başarısız olsa bile elde edilecek sonuçların gene de olumlu olacağını söylemektedir: kitaba göre, hata “meselenin sona erdiği anlamına gelmez, aksine bu hata vahşette bir artışa yol açacaktır.” Burada alabildiğine olumsuz durumlar dâhilinde gelişip serpilen, kaçınılması mümkün olmayan, müesses bir teleoloji söz konusudur. Bu teleoloji dâhilinde birbirini karşılıklı olarak perçinleyen ve giderek kötüleşen şiddet çevrimleri şemanın doğruluğunun birer delili gibidir. Devam var.....
  13. Bundan bir iki sene once, iktidarin, ulke ve toplumunu ayni Ortadoğu'da yasananlar seklinde bir fiili gorunume getireceğini soylemistim. Avrupa Birligine uye olmak ile yola cikan iktidar, bugun dogalgazi bile katardan almaya yoneliyor. Aslinda buradaki Ortadoğu olmak konusu bu degil. Konu, ayni Ortadoğu rejimleri gibi, iktidarin kendi halkina ve farkli kesimlerine yonelik topyekun, sindirme, biat etme, korkutma savasi acmis olmasi Bir ortak ozellikle, ayni Ortadoğu'da oldugu gibi, her turlu hak ve hukuk ihlallerinin sayiya dokulmesi ve artik guncel, olağan ve takip edilemez bir hal almasi. Bugun guneydogu il ve ilceleri can pazarı ve yangın yeri, yine bu bolgedeki ve yurdun dort bir yaninda, saldirilarinin, devlet teroru, gozaltilar, tutuklamalar, hakaret davaları ve sorusturmalar,katledilenlerin v.s. artik takibi guc sayi ve konuma geldi. Kim iktidara karsi icerigi ne olursa olsun, bir eylem ve soylem ortaya koydugunda hemen devlet teroru uygulanıyor. Bu oyle bir hal aldi ki iktidarin soylemlerini bile dile getirenler tutuklaniyor, herhangibir haberi vermek bile, aciyi yasamak bile suc. Kisaca ulke ozeli de geneli de nerdeyse artik yasanamaz hale geldi. Bugun yasananlar devlet vahşet ve terorunun, T.C. tarihinde de cogu yasam alaninda yaratildigi fiili durum olarak ilkleri icerdigini soyleyebiliriz. Kisaca ulkede insanoglunun iktidarin biatcisi olma disinda hic bir yasam ve iliski hak ve ozgurlugu kalmadi. Hal boyleyken, ulkenin bilhassa batisinin sanki hic bu fiili durum yasanmiyormus gibi,yasama gule oynaya devam etmesi de farkli bir konu. Sormaktan kendimi alamıyorum, nerede bu gezi ve onun fiili yaygin, kitlesel ve surekli eylemleri? Su an ulkede olanlar,gezi sokakta iken olanlardan daha mi az vahim?
  14. Rica ederim. Ben de sadece konu ve kavramlar hakkinda bilgi veriyorum. Herseyden once bir bilgi kavramsal temelde bir ....e goreye dayanır. İyilik ve kotuluge gelince bu felsefenin etiginin konusudur. İyilik ve kotuluk Dogumdan gelmez. Yasam ve iliskiden ogrenilir. Goreceli ve degiskendir. Algi olarak birinin iyisi baskasinin kotusu olabilir. Yani kimse kendisinin kotu dusunup davrandigini kabul etmez. Bir kisinin dusunce ve davranisini onu algilayan acisindan iyide kotude algilanabilir. Kisi iyi ya da kotu olmaz. Sadece kisinin dusunce ve davranisi algi olarak iyi ya da kotu olur. Bilimsel ve bilissel iyi kotu yoktur. E goresine gore iyi kotu algisi vardir. Zaten teoloji bilim ile aciklanmaz, cunku bilimin degil, felsefenin metafiziginin konusudur ve bilimsel bir icerigi yoktur. Bilgi olarak ta ya ortaya konur, ya da kisi kendi inanci ile kendi teolojik savundugunu digerlerine karsi cikarak ortaya koyar. Bilim felsefenin urunu degildir. Bilim dahil hersey insanoglu ifadesinin urunudur. Burada onemli olan temel ve niteliktir. Yani felsefe mi bilime temel olusturur, yoksa bilim mi felsefeye. İlki bilimsel degil, felsefidir. Bilim herseyin nasilini gozlem olarak aciklar. İnsanoglunun da her turlu davranisi da bilimsel olarak aciklanabilir. Burada onemli olan aciklamanin ne amacli oldugudur. Etigin de bilimsel niteliği vardir. Bilim adi ustunde bilir ve bildirir ve de bilginin herseyi, basi, sonu yoktur. Bu sinirsiz bir bildirimdir. Ustelik yanlislanabilendir. Zaten inancdan farki da budur, inanc aklin merakını sonlandırmak icin ortaya inanci atar ve mutlaklastirir. Bilim ise ortaya bilgi ve olgu atar, bunu caga gore yeniler, gelistirir. Kisaca ya aklin Meraki ile inanilir, ya da bilimin bilgisi ile bilinir. Ya inanclar ile ya da bilgi ile yasanir. Bilissel mantik, olabilirligin olasiliginin bilimsel olabilmesi uzerinedir. Yani ne olmusu ne de olabilecegi inanca tasimaz, gozlem ya da deneye teoriye, hipoteze Tasir. Teolojisi en uygunu mantikli olarak sadece aklin merakını giderim icindir. Bilime bir yarari yoktur, cunku ortada bir gozlem ve Deney olanagi yoktur
  15. Ekim: 2 Ekim: * Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Valilik Yatırım İzleme Komisyon Başkanlığı ile Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ruhsatları verilen kum ocaklarını denetledi, ruhsatsız satış yapan iki işletmenin çalışmalarını durdurdu. 3 Ekim: * Yüksekova'ya bağlı Geliyê Doskî, Şitazin, Çelareşkê ve Veregoz bölgelerine yapılan bombardımandan dolayı ormanlık alanda yangın çıktı. * Hıristiyanlar tarafından "hac yeri" olarak kabul edilen İzmir'in Selçuk ilçesinde bulunan tarihi Meryem Ana Kilisesi, RES türbinlerinin kuşatması altında. Bu RES'lerin tarihi dokuya büyük zarar verdiğini belirten doğa savunucuları, yıkılmalarını istedi. * Kabataş sahilinde bulunan Fındıklı Parkı'na metro şantiyesi yapılmasını protesto eden ekolojistler, Kabataş İskelesi'nde toplam 15 bin 284 metre karelik sahil ve yeşil alanın inşaat firmasına teslim edildiğini belirterek, hükümete "Doğamıza dokunmayın" uyarısı yaptı. 5 Ekim: * Sur ilçesindeki polis saldırılarından insanlar gibi tarihi varlıklar da etkilendi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Diyarbakır Surları'nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınması sırasında devletin ve yerel bileşenlerin koruma taahhüdü verdiğine dikkat çekerek, Sur ilçesindeki çatışmalardan kaynaklı Surların bazı bölümleri, Surp Giragos Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi ve Kurşunlu Camii'nin darbelendiğini tespit ettiklerini açıkladı. * Şemdinli'nin Şapatan köyünde çıkan çatışma sonrası askerlerce bombalanan ormanlık alanda yangın çıktı. * Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Karadeniz’de 8 ili kapsayan Yeşil Yol’a bölge halkının sahip çıktığını iddia ederek tepki gösterenlerin ise dışarıdan gelen provokatörler olduğunu söyledi. 7 Ekim: * COP21 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı öncesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2030'a kadar sera gazı salınımını yüzde 21 azaltacağını BM'ye bildirirken, Greenpeace İklim ve Enerji Kampanyası üyesi Avukat Deniz Bayram, mevcut termik santraller ve planlanan 80'den fazla termik santral projesi ile Türkiye'nin görünüşte verilen taahhütlerinin aksine fiilen sera gazı artırımına devam edecek olmasının bugünü değil, geleceği de tehdit edeceğini belirtti. 10 Ekim: * Bergama'da ormanlık arazide bulunan Koza Altın A.Ş.'ye ait Ovacık Altın Madeni, 1992 yılından bu yana hakkındaki tüm durdurma kararlarına rağmen faaliyetlerini sürdürdü. 14Ekim: *Selçuk'a bağlı Çamlık Mahallesi ile Sultaniye arasında bulunan Ördekgediği Mevkii'nde gerçekleştirilen doğa katliamında en büyüğü 30 yaşını bulmamış yüzlerce çam ağacı kesildi. 16 Ekim: * Yüksekova'ya bağlı Geliyê Doskî'de helikopter ve bölgedeki karakollardan yapılan bombardıman sonucu ormanlık alanda yangın çıktı. Günlerce devam eden operasyonlar yüzünden müdahale edilemeyen yangın bir haftadan fazla sürdü. 20 Ekim: * Şemdinli'nin Bermis mevkisinde zırhlı aracın geçişi esnasında yaşanan patlama sonrası bombalanan ormanlık alanda yangın çıktı. 21 Ekim: * Fatsa Ünye Doğa Koruma Platformu adına yapılan açıklamada, Ordu'nun her tarafının talan edildiği vurgulanarak, "Kararlıyız, siyanüre karşıyız" denildi. 23 Ekim: * Bakırçay İnisiyatifi, İzmir Dikili ilçesi Çandarlı Bölgesi'nde yapılması planlanan termik santrale karşı imza kampanyası başlattı. * İzmir'de faaliyet gösteren Efemçukuru Altın Madeni'ne ilişkin yıllardır dile getirdikleri risk tespitlerinin gerçekleşmeye başladığını ve Efemçukuru Köyü'ne içme suyu sağlanan kuyunun aşırı derecede metal içerdiği gerekçesiyle İZSU tarafından mühürlendiğini kaydeden ELELE Hareketi, madenin derhal kapatılmasını istedi. 24 Ekim * Şemdinli'de Tekeli Taburu'nun top atışları yüzünden ilçe merkezi etrafındaki ormanlık alanda yangın çıktı. 26 Ekim: * TEMA Vakfı, seçimlere girecek tüm siyasi partilere, Eko Siyaset 2015 Bildirgesi'ni ileterek partileri doğayla ilgili sorunları ve çözümleri siyasetin merkezine taşımaya çağırdı. 28 Ekim: * Şırnak Cizre'de dün gece yağan sağanak yağmur sonrası birçok evin su altında kalmasında Dicle Nehri'ne dökülen bir drenaj borusunun çıkış noktasının "güvenlik" nedeniyle polislerce kapatılmış olmasının neden olduğu ortaya çıktı. * Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, organik tarımı geliştirecek çalışmaların startını Lice'den verdi. Lice'de 3 bin 400 dönüm araziden 320 adet numune alan belediye, analiz sonuçlarının olumlu sonuçlanması halinde organik tarıma başlayacak. Proje kapsamında Lice ve Diyarbakır merkezde organik ürün pazarları kurulacak. 29 Ekim: * Dağları, sarp kayalıkları ve ormanlık alanları ile bir doğa harikası olan Şemdinli'nin dört bir coğrafyasına kurulan onlarca karakol ve kalekolun yanı sıra ilçede inşaat halindeki Aslandağ ve Beyyurdu barajlarıyla ekolojiye bir darbe daha vuruldu. KASIM: 4 Kasım: * Kayapınar Belediyesi'nin bu yıl hizmete sunduğu Kreş ve Gündüz Bakımevi'nde çocukların çevreye karşı duyarlılığını yaratmak amacıyla uygulamalı ekoloji dersleri verildi. 7 Kasım: * Adana'da "İklim için ben de varım" kampanyası kapsamında düzenlenen konferansta konuşan İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı Ümit Şahin, fosil yakıt tüketiminin azalmaması halinde çevre sorunlarının artacağına dikkat çekerek, "Kömür sevdasıyla yapılan enerji üretimi politikası Türkiye'yi felakete götürür" dedi. * Urla ve Karaburun'da yapılması planlanan ve yargı kararlarıyla durdurulan rüzgar enerjisi santrali projeleri için bu kez İzmir Valiliği'nden vize çıktı. * İzmir Dikili'de yapılmak istenen termik santrali projesi geri çekildi. 8 Kasım: * Yüksekova'ya bağlı Geliyê Doskî'de 3 aya yakın süren operasyonların yoğunlaştığı Mêrgan, Weregoz, Memişta, Çarçella, Serengêl, Şagûlord, Oremar ve Şitazîn alanlarındaki ormanlık alan, bağ ve bahçeler küle dönerken, günlerce müdahale edilemeyen yangın kendiliğinde söndü. 9 Kasım: * Kürdistan'da halkın direnişine çarpan termik santrallerin hedefinde Çukurova var. 20'yi aşkın termik santralin yapımının planlandığı bölgede verilecek mücadelenin önem taşıdığına dikkat çeken ekolojistler, doğa talanına karşı ses çıkarma çağrısında bulundu. * Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, sözleşme bedeli 23 milyon Euro olan İleri Biyolojik Arıtma Tesisi'nin yüzde 97'sini tamamladı. 12 Kasım: * İklim Forumu'nda konuşan Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, Kürdistan doğasının yok edildiğine dikkat çekerek, "Devlet Kürdistan'ın doğasına adaletli davranmadı" dedi. 13 Kasım: * İklim Forumu'nun "Yeşil yol projesine karşı Çevre ve Hukuk Mücadelesi" konulu panelinde konuşan Fırtına İnisiyatifi üyesi Gönül Günay, yeşil yol projesinin hayata geçmesinin ölüm olduğunu vurguladı. * İklim Forumu'nun "Ekoloji Mücadelesi'nde Kadınlar" konulu oturumunda konuşan Çamlıhemşinli kadınlar, "Yeşil Yol Projesi ranttır. Doğayı seven, geleceğini korumak isteyen herkes bu direnişe sahip çıkmalı" çağrısı yaptı. 15 Kasım: * Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Amed Ekoloji Meclisi'nin 4. Genişletilmiş Meclis Toplantısı'nda, Türkiye'de bulunan tüm ekolojist çevrelere doğa tahribatına karşı tek vücut olma çağrısı yapıldı. 16 Kasım: Termik santral yapılmak istenen İzmir Bergama'da, "Doğayı Sevdiğini Söyleme Günü" adı verilen çocuk etkinliği düzenlendi. * Şehir Plancıları Odası Diyarbakır Şubesi, uzun süredir ağaçlandırılması için çalışma yürütülen Kent Ormanı'nın askeriyeye devredilmesine itiraz ederek, bölgenin gerçekliğine aykırı merkezden hazırlanan yeni planlamaya karşı herkesi Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü'ne itirazda bulunmaya çağırdı. 17 Kasım: * Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Esan Eczacıbaşı Endüstriyel Hammaddeler Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin Lapseki'nin Çataltepe köyünde "sondajlı maden aramak" için yaptığı başvuruyu "uygun" görerek, ÇED sürecini başlattı. 19 Kasım: * Tokat Zile'de bulunan Çekerek Çayı üzerinde yapılması planlanan, ancak köylülerin direnişi sonucu gündemden düşen HES projesinin yeniden gündeme alınması ve köylülerin de projeye ikna edilmeye çalışmasına karşı yöre halkı yeniden direnişe geçti. 20 Kasım: * "Yeşil Yol" projesinin onaylanmasına tepki gösteren çevreciler, AKP'li vekillerin Saray'dan aldıkları talimat üzerine halkın iradesini hiçe sayarak, projeyi onayladığına dikkat çekti. Çevreciler, halkları katledenlerin "Yeşil Yol" ile yaylaları talan ettiğini, buna karşı direnişin büyütülmesi çağrısında bulundu. * İzmir'de tüm uyarılara rağmen faaliyetine devam eden Efemçukuru Altın Madeni'ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kapasite artışı için onay verirken, "İzmir'in Çernobili" olarak bilinen Gaziemir eski kurşun fabrikasının da, mahkeme kararı olmasına rağmen alanda çalışma yaptığı ve atıkları ayrıştırdığı ortaya çıktı. 22 Kasım: * Kent Ormanı'nın talanına karşı Diyarbakır Kent Konseyi ve Ekoloji Meclisi tarafından düzenlenen fidan dikme etkinliğinde konuşan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Kent Ormanı'nın belediyeye devredilmesi gerektiğini belirtti. 24 Kasım: * 2. Dönem Genişletilmiş Meclis Toplantısı sonuç bildirgesini açıklayan Batman Mezopotamya Ekoloji Hareketi Meclisi, doğayı katleden zihniyetlere "dur" demekte yetersiz kaldıklarını kaydetti. * Bismil'de Dicle Nehri kıyısında bulunan 180 dönümlük alan, yeşillendirilmesi için çöp ve molozlardan temizlendi. * TMMOB'ye bağlı odalar ve Haliç Dayanışması bileşenleri, "İstanbul Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Özel Proje Alanı İmar Planı" olarak bilinen HaliçPort projesi kapsamındaki imar değişiklerinin durdurulması ve iptali istemiyle İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne dava açtı. 25 Kasım: * Mahkeme kararına rağmen inşaatı durmayan "Maslak 1453 Projesi"ni, inşaat alanında protesto eden Kuzey Ormanları Savunması aktivistleri, şirketin güvenlik görevlilerince darp edildi. 26 Kasım: * MNG tarafından Arhavi'de yapılmak istenen Kavak HES projesi Jandarma gözetiminde ve koruması altında ÇED Raporu olmadan hukuksuz bir şekilde inşaata başladı. * Amasra’ya yapılmak istenen Termik Santral Lavvar Tesisinin “ÇED Gerekli Değildir” kararı ile ilgili dava zaferle sonuçlandı. Mahkeme “ÇED gerekli değildir” kararını iptal etti. * Diyarbakır Kent Konseyi, Amed Ekoloji Meclisi bileşenleri ve sivil toplum örgütleri, Kent Ormanı'nın askeriyeye peşkeş çekilmesine itirazda bulunmak için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nün önünde eylem yaptı. * Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Kent Ormanı'nın 240 hektarlık alanını askeriyeye tahsis eden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na itiraz etti. * Sur'da polis ve özel hareket timleri, tarihi Dört Ayaklı Minare'ye saldırdı. * Fis Ovası'na hâkim tarihi Dakyanus Harabeleri'nin üzerine "Özel Güvenlik Bölgesi" bahanesiyle yerleşip üs kuran askeriyenin, arkeolojik sit alanı kapsamında olan tepenin altına tünel biçiminde bir karakol inşa ettiği öğrenildi. 30 Kasım: * Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kütahyalı Güral Porselen'in Çeşme Germiyan'da ve Akbaş Holding'in Bergama'da yapacağı RES projelerine izin verdi. * Paris'te düzenlenen İklim Zirvesi'ne dikkat çeken Adana Çevre Platformu üyeleri, kar uğruna tüm canlı hayatının hiçe sayıldığına vurgu yaptı. * Tarihi Haliç Tersanesi'ni yok edecek olan Haliçport Projesi için Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Çevresel Etik Değerlendirme (ÇED) toplantısı "Haliç bizimdir bizim kalacak" pankartı açan kent savunucuları tarafından engellendi. ARALIK: 2 Aralık: * İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) "sosyal belediyecilik" adı altında kentsel yaşamda ayrılıkçı bir süreci işlettiğini belirten Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Kurucu Başkanı Tuncay Karaçorlu, rant merkezli projelerin önüne geçmek ve kentin sağlıklı gelişimini sağlamak için özyönetimlerin örgütlenmesi gerektiğini ifade etti. * Termik santraller tarafından 2014 yılında çekilen su miktarı 6,5 milyar metreküp, oluşan atık miktarı ise 24,2 milyon ton oldu. * Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) adına Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından 3-5 Aralık tarihleri arasında düzenlenen "10. Enerji Sempozyumu", Samsun Devlet Bale ve Opera Müdürlüğü AKM Binası'nda başladı. 3 Aralık: * Artvin Cerattepe'de Cengiz İnşaat tarafından açılmak istenen altın madenine karşı direnen yurttaşlara "iş ve çalışma hürriyetini ihlal ve suçu bildirmeme" gerekçeleriyle dava açıldı. * Bir dönem Rum, Ermeni ve Türklerin bir arada yaşadığı ve Eski Gümüşhane olarak da bilinen tarihi Süleymaniye Mahallesi’nin "Yeşil Yol" çalışmaları nedeniyle heyelan tehlikesi altında olduğu açıklandı. 4 Aralık: * Enerji Sempozyumu'nda konuşan Munzur Çevre Derneği Başkanı Hatun Esen, Dersim'in 1896 Osmanlı Umum Müfettişleri ve 1930 yılında Fevzi Çakmak tarafından hazırlanan raporlardan bu yana doğasının katledildiğini ve insansızlaştırıldığını söyledi. Munzur'da şu anda 26 baraj ve HES planlandığını ve amacın enerji değil doğa-insan katliamı olduğunu ifade eden Esen, "Munzur'dan Karadeniz'e mücadele edenler kazanacak" dedi. * İzmir Torbalı'ya bağlı Göllüce köyü sakinlerinin meralarının Defne Tarım tarafından gasp edilmesine karşı başlattıkları direniş devam ederken köylüler, direnişlerini sistemleştirmek ve devamlılık sağlamak amacıyla köy meclisleri oluşturdu. 5 Aralık: * 10. Enerji Sempozyumu'nda konuşan Nükleer Karşıtı Platform (NKP) temsilcisi Zeki Karataş, Sinop'ta yapılması planlanan nükleer santral ve 4 adet termik santrali yaptırmamak için sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. * Mezopotamya Ekoloji Hareketi, bölge kentlerinde hayata geçirdiği örgütlenme ve yeni alan açma çalışmaları kapsamında Antep Ekoloji Meclisi'nin kuruluşunu ilan etti. * Urfa merkez Karaköprü ilçesine bağlı Kabahaydar'da 5 mahallenin ortak alan olarak faydalandığı mera alanının tüm itirazlara rağmen taş ocağına dönüştürülmesine yurttaşlar tepki gösterdi. 6 Aralık: * Dersim'de bulunan Peri Suyu üzerine kurulan Tatar Barajı'nın kapaklarının kapanmasından dolayı kuruyan nehirde binlerce balık ölürken, tarlalarını sulayamadıkları için hiçbir şey ekemeyen köylüler ise yaşam kaynakları olan suya ulaşmak için ya baraj kapaklarının açılmasını ya da barajların kapatılmasını istediklerini açıkladı. 14 Aralık: *Fatsa ve Ünye halkının ÇED olumlu kararı için açmış olduğu iptal davası red edildi. Karar Danıştay'a taşındı. *Yaşam savunucuları İğneada'da bir araya gelerek “Nükleere inat, longozlar yaşayacak” mesajı verdi. 8 Aralık: * Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 240 hektarlık alanı Kent Ormanı'ndan çıkarıp askeri alan ilan etmesine itiraz ederek bakanlıktan kararını geri almasını isteyen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, ağaç dikmeyi sürdürdü. 9 Aralık: * DANIŞTAY, Tema Vakfı tarafından Yeşil Yol Projesi'ni de kapsayan Karadeniz Bölgesi’ndeki 6 ilin 'Çevre Düzeni Planı' için açılan davada “Yürütmeyi durdurma” kararı verdi. * Erdek Körfezi Dayanışma Platformu, bölgelerinde kurulmak istenen termik santrale karşı dayanışmaya çağırdı. 10 Aralık: * Ekoloji Kolektifi'nin “Herkes için iklim adaleti” şiarıyla hazırladığı iklimadaleti.org yayına başladı. * Karadeniz Bölgesi’ndeki 6 ilin ’Çevre Düzeni Planı’ için açılan davada ’yürütmeyi durdurma’ kararı verildi. 11 Aralık: * Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki 9 gün süren sokağa çıkma yasağının kısa süreliğine kaldırılması ardından girilen mahallerde devlettin kolluk birimleri tarafından uygulanan vahşet de ortaya çıktı. Saldırılar boyunca bir çok ev ve işyeri gibi tarihi mekanlar da özel harekat timleri ve polisin hedefi oldu. Tamamen yanan tarihi Kurşunlu Camii'nin yanı sıra Keldani Kilisesi, Yeni Paşa Hamamı'na da özel harekat timleri tarafından yakılarak zarar verildi. Yine Paşa Hamamı atılan bomba atarların isabet etmesi sonucu yanarken, onarılan duvarları ise yeniden çöktü. * Bandırma'da termik santral ÇED toplantısı, milletvekilleri, belediye başkanları, çevreciler ve mahalle sakinlerinin tepkisi altında gerçekleşti. * Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP21) üzerinde görüşmelerin sürdüğü anlaşma, katılımcı ülkelerin bakanlarının oylamasına sunuldu ve kabul edildi. 12 Aralık: * Çeşme'nin Germiyan Mahallesi'ni kuşatan Rüzgar Enerji Santralleri (RES), sağlıktan sonra tarımı da vurdu. RES'lere tepki gösteren mahalle sakinleri, "Sebzelerimiz erken çürümeye başladı" diyerek, Germiyan'a sahip çıkma çağrısı yaptı. 13 Aralık: * Devlet güçlerinin saldırıları sonucu Suriçi'nde birçok tarihi mekan ağır tahribat yaşarken, askerler onlarca zırhlı araçla UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Hevsel Bahçeleri'ne konuşlandı. * Yaşam savunucuları, İstanbul'da 3. köprü inşaatının Garipçe'deki bölümünde şantiyeyi işgal etti. 14 Aralık: * Kocaeli'de tepkilere rağmen, taşocaklarının ya süresi uzatılıyor ya da yenileri için izin veriliyor. Gölcük ilçesinde, işletmesi 20 Eylül 2015'te biten taş ocağının süresinin 2037 yılına kadar uzatılmasının eleştirileri sıcaklığını korurken, Körfez ilçesinin Hereke bölgesine yeni taşocağına izin verilmesi vatandaşları isyan ettirdi. 15 Aralık: * Diyarbakır Sur'da 500 yıllık tarihi Kurşunlu Camii'nden sonra özel harekât timlerinin Hacı Hamit Camii'ne de saldırdığı ortaya çıktı.
  16. TEMMUZ Kürdistan'da AKP hükümetinin devreye koyduğu topyekun savaş konsepti, sadece insan yaşamına değil, doğaya da yöneldi. Sivil toplum örgütleri ve ekolojistlerin verilerine göre, 14 Temmuz-3 Eylül tarihleri arasında toplam 108 noktada yangın çıktı. Büyük çoğunluğu askeri operasyon sonucu çıkan yangınlarda, yüzlerce hektarlık alan yok oldu, binlerce ağaç küle döndü ve birçok canlı katledildi. 1 Temmuz: * İzmir'in Gaziemir ilçesinde bulunan eski kurşun fabrikası alanında radyoaktif madde gömülmesiyle ilgili davada karar çıktı. İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, fabrika arazisine radyasyon barındıran atıkları gömdükleri iddiasıyla yargılanan fabrika sahibinin de aralarında bulunduğu 6 kişi beraat etti. * Gezi direnişinin sembolü haline gelen "kırmızılı kadın" Ceyda Sungur'a sıktığı biber gazı nedeniyle yargılandığı davada 600 fidan dikme ve altı ay bakımlarını yapma cezası verilen polis memuru Fatih Zengin, karara itiraz etti. Polis memuru, itiraz dilekçesinde "fidan dikme kararının tedbirden çok gönderme" niteliğinde olduğunu belirtti. * Rize Valisi Ersin Yazıcı 7 köyün muhtarı ile yaptığı toplantı sonucu imzalattığı belge, yaylacılar ve yöre halkı tarafından tepki gördü. 2 Temmuz: * Artvin Cerattepe'de Cengiz İnşaat’ın maden girişimine karşı nöbet devam ederken şirket araçlarının bölgeye girme çabaları Artvin halkı tarafından engellendi. 3 Temmuz: * Yeryüzüne Özgürlük Derneği, Roboski'de devlet eliyle yapılan katır katliamının durdurulması ve katliamı yapan askerlerin ortaya çıkarılıp cezalandırılması amacıyla suç duyurusunda bulundu. * İstanbul Kent Savunması ve Kuzey Ormanları Savunması, İstanbul'un kuzeyindeki yaşam alanlarını katleden mega projelere karşı "İstanbul'a Nefes Ol!" kampanyası başlattı. * Lice'nin Sığınak (Banêdêran) Mahallesi'nde çıkan yangın bir çok ev ve bahçeyi küle çevirdi. * Bagok Dağı'nın Omeriyan ve Kalecik bölgesinde çıkan yangın nedeniyle binlerce dönümlük alan kül olurken, yüzlerce yurttaş ve itfaiye ekiplerinin çabasıyla yangın kontrol altına alındı. 5 Temmuz: * Kuzey Ormanları Savunması ve İstanbul Kent Savunması,"İstanbul'a Nefes Ol" kampanyası kapsamında İstanbul'da doğayı talan eden "mega projeleri" yaptıkları yürüyüşle protesto ederek, 3'üncü köprü, 3'üncü havalimanı ve Kanal İstanbul projelerine izin vermeyeceklerini ifade etti. 8 Temmuz: * Şırnak'ın Silopi ilçesinde Çalışkan Hudut Taburu'nun attığı havan topları sebebiyle çıkan yangın 3'üncü günün sonunda bölge halkı tarafından kontrol altına alındı. 9 Temmuz: * Silvan ilçesine bağlı Boyunlu (Boşat) köyü yolu üzerinde bulunan kalekol alanında yangın çıktı. 10 Temmuz: * Yeşil Yol kapsamında Samistal - Kavrun yaylalarını birleştirecek olan çalışmaya bir kez daha geçit verilmedi. * Hukuksuz bir şekilde Artvin Cerattepe'de maden faaliyetlerine başlayan, yaşam-doğayı talan etmek isteyen Cengiz İnşaat’a karşı direnen Artvin halkına destek vermek için Kadıköy’de Boğa Meydanı’nda eylem yapıldı. * Diyarbakır’da 1 milyon 230 bin metrekarelik alan üzerinde kurulan ve kentin akciğeri olarak nitelendirilen Kent Ormanı Projesi'nin yüzde 50'si tamamlandı. 11 Temmuz: * Karadeniz’de 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacak 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi için Rize’nin Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Kavrun Yaylası’na tepkiler nedeniyle sokulamayan iş makineleri, vadinin arka tarafındaki Samistal Yaylası’na komando birlikleri eşliğinde getirilerek yol çalışması başlatıldı. 12 Temmuz: * Fırtına İnisiyatifi Karadeniz’de yapılması planlanan Yeşil Yol projesine karşı İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde binlerce kişinin katıldığı protesto yürüyüşü düzenledi. 13 Temmuz: * Rize İdare Mahkemesi, "Yeşil Yol Projesi" kapsamında yapımı süren Çamlıhemşin ilçesindeki iki yayla arasındaki bağlantı yolu çalışmalarının yürütmesini, telafisi güç zararlara yol açacağı gerekçesiyle geçici olarak durdurdu. * Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin, Talaytepe Kent Orman Parkı'ndaki işgale karşı kentin tüm dinamikleriyle birlikte düzenlediği fidan dikme etkinliğine, taşlı ve silahlı saldırıda bulunuldu. * Manisa ve Aydın’da çıkan orman yangınlarında 23 dekarlık alan yandı. 14 Temmuz: * Batman'da çıkan yangında 480 hektarlık alan yok oldu. * Erciş'te döşemelik ağaçların satıldığı alanda meydana gelen ve kısa sürede büyüyen yangın paniğe neden oldu. 16 Temmuz: * Çalışkan Hudut Taburu'ndan yapılan top atışları nedeniyle Cudi Dağı'nda yangın çıktı. Yangında 5 bin meyve ağacı kül oldu, yüzlerce kaplumbağa yaşamını kaybetti. Yangının etkilediği köylerden biri olan Herbul köyünün de bölgenin en eski Hıristiyan köylerinden biri olması dikkat çekti. 17 Temmuz: * Şırnak'ta bulunan Çalışkan Hudut Taburu'ndan Cudi Dağı'na yapılan top atışları nedeniyle Cudi Dağı'nda yangın çıktı. 19 Temmuz: * Baraj tehdidi altında bulunan Geliyê Godernê'ye yakın Barın köyünde orman yangını çıktı. Orman Müdürlüğü'nden yangına müdahale etmesini isteyen Kulp Belediye Eşbaşkanı Sadiye Süer'e, "Can güvenliğimiz yok. Her tarafta yangın var ne yapalım?" yanıtı verildi. * Batman Çevre Gönüllüleri Derneği, kamuoyunun da devlet gibi Cudî'deki yangına bölgesel yaklaştığına dikkat çekerek, "Doğanın etnik bir kimliği yoktur. Karadeniz'de 'Yeşil yol projesi' ile yok edilmek istenen ağaçlar neyse, Cudî'de yanan ağaçlar da odur" dedi. * Çalışkan Hudut Taburu'ndan atılan havan topları sonucu Cudi Dağı'nda çıkan yangın, yaşam alanlarını kül etti. Birçok canlıyı yok eden yangın, en çok Asurîlerin yaşadığı Aksu (Herbol) köyünü vurdu. 90'lı yıllarda boşaltılan Herbol'a 4 yıl önce dönüş yapan Pitros Karatay, kendi elleriyle diktiği 4 bin fidanın yandığını söyledi. * Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesine 30 kilometre uzaklıkta bulunan Ayvalık köyünde yangın çıktı. 20 Temmuz: * HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Cudi Dağı'nda askerlerin attığı top atışı ile meydana gelen yangını Meclis gündemine taşıyarak, "Yangının çıktığı bölgenin hemen yakınında Ciner Grubu santrallerine ait kömür ocakları bulunmaktadır. Giderek büyüyen santrale yeni kömür havzalarının açılması için ormanlık alanların askerler eli ile yakıldığı" yönündeki iddiaların yanıtlanmasını istedi. * Geliyê Godernê yakınlarındaki yangında 3 bin dönüm alanın kül olduğu öğrenildi. 21 Temmuz: * Cudî Dağı'nda Ciner Grubu'na ait bir iş makinesinde meydana gelen patlama sonucu çıkan yangın ormanlık alana sıçradı. * Siirt'in Baykan ilçesinde ormanlık alanda çıkan yangında 100 çam ağacı zarar gördü. * Lice'nin Yolçatı (Sise) Mahallesi ormanlık alanda, elektrik tellerinin kopması sonucu çıktığı belirtilen yangın yurttaşların müdahalesi sonucu söndürüldü. * Yıllarca askeri bombardımana tutulan Cudi Dağı, bu kez "yatırım" adı altında bölgeye gelen firmaların hedefi oldu. Doğa katliamının özellikle "askeri yasak bölge"de yapılması, "Yasak kararı doğa katliamını gizlemek için mi alındı" sorusunu getirdi. Cudi Ekoloji ve Kültür Derneği (CEK-DER) Başkanı Fadıl Tay, "Ciner Grubu enerji için yeni çalışma alanları arayışı içinde. Herbol köyünde çıkan yangınla birlikte yok olan doğa onların ilerlemesi için bir fırsat" dedi. 22 Temmuz: * Dersim'in Hozat (Xozat) ilçesinde Boydaş köyü yakınlarına Yenibaş Jandarma Karakolu'ndan uzun namlulu silahlarla ve havan toplarıyla ateş edilmesi sonucu orman yangını çıktı. 23 Temmuz: * Dersim Hozat ilçesinde ormanlık alanlarda yangın çıktı. Yangınların "güvenlik" gerekçesi ile askerler tarafından çıkartıldığı kayıtlara geçti. 24 Temmuz: * Dersim'de karakoldan yapılan atışlar sonucu orman yangını çıktı. Yurttaşların kendi imkanlarıyla kısmen söndürdükleri yangın bölgesine giden HDP ve DBP'liler, yurttaşlara bölgeye gelme çağrısında bulundu. 26 Temmuz: * Hava saldırıları nedeni ile Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Cilo Dağı'nın Mêrgezer bölgesinde ve askeri operasyondan kaynaklı Diyarbakır'ın Lice ilçesinde yangın çıktı. Diyarbakır Valiliği Lice'deki yangına müdahale edilmesine engel oldu. Fis Ovası'nda Lice-Hani-Kocaköy üçgenindeki 15 köyü etkileyen yangınlarda, 5 ev yanarak kullanılmaz hale geldi. * Amed Ekoloji Meclisi, Fis Ovası'nda çıkan yangınlara ilişkin hazırladığı raporda, tüm geçim kaynaklarının yok edildiğine dikkat çekerek, şu verileri paylaştı: "2 bin 740 dönüm üzüm bağı, 2 bin 500 meyve ağacı, 594 ton saman, 180 ton kuru ot, 10 bin adet kavak ağacı, 4 ton buğday, 10 dönüm ekili tütün alanı, 15 dönüm sebze bahçesi, 6 evin avlusu, 4 köy evi, 9 bağ evi, binlerce dönüm ormanlık alan yanmıştır.” * Lice'nin Fis Ovası'nda askerlerin top ve obüs atışı sonucu başlayan yangın sürerken, Güçlü ve Arıklı köyleri civarına helikopterden açılan ateş sonucu en az 10 hektarlık alan kül oldu. Güçlü ve Arıklı köylerinin içine kadar sıçrayan yangından evler yanmaya başladı. Lice'nin Kayacık (Firdevs) köyü kırsalında başlayan orman yangını geniş bir alanı kül ettikten sonra itfaiye ve yurttaşların müdahalesi sonucu söndürülebilindi. 27 Temmuz: * Dersim'de 4. Komando Tugayı'ndaki askerlerin ateşiyle çıkan yangında 50 hektar ağaçlık alan küle dönerken, çıkan yangın kontrol altına alındı. * Lice'de önceki akşam askerlerin top ve obüs atışları nedeniyle başlayan ve gece saatlerinde yurttaşların yoğun çabası sonucu kontrol altına alınan yangın, bu sabah saatlerinde Pavna Mezrası civarında tekrardan başladı. * Dersim merkeze bağlı Kuruspi Mevkii'nde karakoldan açılan ateş sonucu ormanlık alanda ve Hakkari'nin Şemdinli ilçesi kırsalında yangın çıktı. Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde de 6 köyde yangın çıktı ve 6 ev kül oldu. 28 Temmuz: * Uludere'nin Ortaköy köyünde, Jandarma Karakolu tarafında atıldığı belirtilen bomba sonucunda yangın çıktı. Yangın köylülerin sabaha kadar süren çalışması sonucunda söndürüldü. * Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde helikopterlerin bombardımanı sonucu geniş çapta yangın çıktı. 30 Temmuz: * Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 26 Temmuz'da askerler tarafından ateşe verilen Fis Ovası kırsalında incelemede bulunan ekolojistler, bölgede yangının yarattığı tahribatın bilânçosunu açıkladı. Orman yangınları sonrasında tüm geçim kaynaklarının yok edildiği belirtilen raporda, "2 bin 740 dönüm üzüm bağı, 2 bin 500 meyve ağacı, 594 ton saman, 180 ton kuru ot, 10 bin adet kavak ağacı, 4 ton buğday, 10 dönüm ekili tütün alanı, 15 dönüm sebze bahçesi, 6 evin avlusu, 4 köy evi, 9 bağ evi, binlerce dönüm ormanlık alan yanmıştır" denildi. * HDP, Türkiye'nin savaş sürecine girmesiyle beraber bölgede şüpheli bir şekilde ardı ardına başlayan ve yüzlerce hektarlık alanı kül eden orman yangınlarına ilişkin Meclis bünyesinde Araştırma Komisyonu kurulmasını istedi. * Ekolojik kıyımın Türkiye'nin batısında ekonomik rant için Kürt coğrafyasında da "terörle mücadele" kılıfına büründürülerek yapıldığını belirten yaşam alanı savunucuları, ormanların yakılmasının insanlık suçu olduğunu söyledi. İstanbul Kent Savunması'ndan Deniz Özgür, "En yakın zamanda Cudi'ye ağaç dikmek istiyoruz" dedi. * Silvan ilçesine bağlı Çatakköprü Karakolu'ndan yapılan top atışları nedeniyle Malabadi ve Demirkuyu köyleri arasında bulunan ormanlık alanda yangın çıktı. * Şırnak'ta helikopterlerin bombalaması sonucu Qelhugé ve Şehrevan alanında yangın çıktı. * Şırnak'ın Gabar Dağı eteklerinde askerin top atışları sonrası başlayıp Fındık beldesindeki Akbirgün ve Ormaniçi köylerini tehdit eden yangın, 11 Ağustos'ta söndürüldü. 31 Temmuz: * Gabar Dağı'nda helikopter ve uçakların bombalaması sonucunda başlayan yangın, müdahale edilmediği için geniş alanda etkisini arttırarak sürdü. * Karadeniz İsyandadır Platformu'nun çağrısıyla bir araya gelen yaşam savunucuları, Karadeniz'deki ekolojik kıyıma karşı "Doğa ve yaşam düşmanlarının inadına yola çıkıyoruz" sloganıyla yola çıkma kararını açıkladı. * Yüksekova'ya bağlı Dağlıca (Oremar) bölgesindeki Kamışlı Karakolu tarafından rastgele yapılan top ve havan atışları yangına neden oldu. Ağustos: 1 Ağustos: * Ayın ilk yangın haberi askerlerin bombardımanı sonucu Cudi Dağı'ndan geldi. Ardından da Şemdinli kırsalına obüs ve havan atışı nedeni ile yangın çıktı. İki gün süren yangına yurttaşların müdahale etmesine izin verilmezken, yangın söndürme çalışmaları da yapılamadı. 2 Ağustos: *Mardin'in Nusaybin ilçesi yakınlarındaki Bagok Dağı eteklerinde yangın çıktı. 3 Ağustos: * Cudi Dağı'nı bir kez daha alev aldı. Kayıtlara, binlerce dekarlık alanın kül olduğu ve canlıların yaşamını yitirdiği geçti. Şırnak'a yakın Gabar Dağı eteklerinde Kızılsu köyünde, askerlerin açtığı ateş sonucu yangın çıktı. Yine Güçlükonak ilçesinde bulunan Askeri Üst Tepesi'nden yapılan top atışları neticesinde Berêmirê alanında çıkan yangın yaşamı olumsuz etkiledi. 4 Ağustos: * Mardin'in Bagok Dağı'ndan yangın haberi geldi. Yangın rüzgarın etkisi ile yayılarak Şırnak'ın İdil ilçesine kadar ulaştı. Yine Şemdinli'nin Bağlar (Nehri) köyünün üst tarafında bulunan Gevriyazini Karakolu'ndan yapılan top atışları sonucu Kanyavijga, Girka Gerdimê, Çiyayê Qelê, Sirtê, Kanibutkê, Serêkaniya Dola Gana, Varefele, Basyan Vadisi, Begaltê, Binya Bezelê bölgelerindeki ağaçlık alanlarda çıkan yangın 6 Ağustos'a kadar devam etti. 5 Ağustos: * Silopi'de Çalışkan Sınır Karakolu'nda bulunan askerlerin, Cudi Dağı'na dönük yaptığı top atışları sonucunda Damlaca (Silip) köyü üzerinde bulunan Sêvokê alanında yangın çıktı. 6 Ağustos: * Gabar ve Cudi'deki yangınlar devam etti. Dersim'in Karakoç ve Ambar köyleri kırsal alanlarında ve Şemdinli'de askeri karakoldan yapılan top atışlarından yangın çıktı. Dersim'de helikopterden yapılan bombardımandan 40 hektarlık alan kül oldu. * Şemdinli ilçesinin Bağlar (Nehri) köyünün üst tarafında bulunan Gevriyazini Karakolu'ndan yapılan top atışları sonucu çok sayıda alanda çıkan orman yangını 3 gün sürdü. 7 Ağustos: *Bitlis'in nefes borusu olarak bilinen Geliyê Şêx Cuman bölgesinde yangın çıktı. Yangında, 200 dönümlük alan yok olurken, yangın, halkın çabaları ile söndürüldü. 8 Ağustos: * Fatsa siyanürlü maden alanı önünde yapılan basın açıklamasına polis ve jandarma biber gazı ile saldırdı. 11 Ağustos: * Siirt'in Eruh ilçesine bağlı Yazlıca Dağı'nda top atışlarından ve Bingöl'ün Yaylıdere'ye bağlı Güneşli köyüne yakın ormanlık alanda yangın çıktı. 12 Ağustos: * Bingöl'de 5 ayrı bölgede yangın çıktı. 13 Ağustos: * Şemdinli'deki Durak Jandarma Karakolu'ndan atılan havan topları nedeniyle ormanlık alan yandı. Aynı gece Şırnak'taki Cudi Dağı'nın Beşerê ve Aynega alanlarının helikopterlerce bombalanması sonucu orman yangını çıktı. * Fırtına İnisiyatifi adı altında Yeşil Yola Karşı mücadele eden yaşam savunucularının işyerlerine belediye yetkilileri tarafından baskı uygulandığı açıklandı. 14 Ağustos: * Hakkari'nin Yüksekova Gürkavak köyü ve Gabar Dağı'nın Siirt-Eruh sınırlarında bulunan kısmında askerlerin top atışları nedeniyle orman yangınları çıktı. Bitlis'te çıkan yangın kısa sürede söndürülürken, birçok tarla ve bahçe yangından zarar gördü. * Van Ekoloji Meclisi, Kürdistan'da askerlerce yakılan orman yangınlarını protesto ederek, yangınların devlet eliyle bilinçli bir şekilde çıkartıldığına dikkat çekti. 16 Ağustos: * Lice-Kulp arasında bulunan Üçdamlar Karakolu'ndan atılan top atışları sonucu karakolun etrafındaki ormanlık alanda yangın çıktı. * DTK Ekoloji Komisyonu ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nin çağrısıyla Türkiye'nin farklı illerinden gelen yaşam savunucuları, Dersim, Şırnak ve Diyarbakır'daki orman yangınlarını yerinde incelemek amacıyla 3 gruba ayrılarak bölgelere hareket etti. * Savaş konseptinin devreye konmasıyla başlayan Kürdistan'daki orman yangınları ve doğa tahribatlarını yerinde incelemek için ekoloji heyeti Dersim'e gitti. Kentin yöneticileri ile bir araya gelen heyet, incelemelerinin ardından rapor hazırlayarak ilgili kurumlar hakkında yasal işlem başlatacaklarını belirtti. 17 Ağustos: * Dersim'in Nazimiye-Bezik ormanlarında yangın çıktı. 18 Ağustos: * Silopi'de askerlerin top atışı sonucu çıkan ve günlerce süren yangın bölgesinde inceleme yapmak için Görümlü Beldesi'ne gelen ekolojist heyet, söz konusu alana yapılan top atışları nedeniyle bölgeye gidemedi. Alınan "Güvenlik bölgesi" kararı sonucu bölgeye gidişlerinin durdurulmasına tepki gösteren Çevre ve Ekoloji Hareketi Temsilcisi Deniz Gedik, Kürdistan'ın her yerinin yandığını hatırlatarak, " Öncelikle bunun duyulması gerekiyor ki kamuoyunun haberi olsun. Dolayısıyla çağrımız medyaya, Kürdistan yanıyor ve biz bunun haberini almak istiyoruz" dedi. * Şemdinli'nin girişindeki Şapatan köyü ile Yayla Mahallesi'nde çıkan çatışmalarda askerlerin havan atışlarından dolayı ormanlık alanda yangın çıktı. Askerlerin engellenmesi sonucu müdahale edilemeyen yangın bir hafta sürerken, ilçe merkezinin etrafındaki ormanlık alanın neredeyse tamamı küle döndü. * Yaşam savunucuları, AKP'nin savaş konseptini devreye sokulmasıyla başlayan doğa tahribatını yerinde incelemek için Eruh'a gitti. * Hani-Lice-Kocaköy üçgeninde helikopterlerin bombalaması sonucu yangın çıktı. * Şırnak'ın Silopi ilçesine bağlı Bespin (Görümlü) beldesi kırsal alanında bulunan Peşere (Üçkardeşler) Tepesi'nde çıkan yangını yerinde incelemek isteyen ekolojistler, Çalışkan Hudut Taburu'ndan yapılan yoğun top atışlarından kaynaklı bölgeye gidemedi. * Savaş konsepti ile birlikte Kürdistan'da başlayan orman yangınlarını araştırmak amacıyla bölgeye gelen doğa savunucuları, Bitlis'te köylülerle görüşerek, yangınların çıktığı bölgelerde incelemelerde bulundu. 19 Ağustos: * Diyarbakır'da Lice-Hani-Kocaköy üçgeninde askerlerin akşam bombalaması sonucu yangın çıktı. Dersim'de Peri Vadisi ve Ilısu Ormanları'nda karakoldan açılan ateş sonucu çıkan ormanlık alanlar alev aldı. 20 Ağustos: * Bitlis'in Hüsrefpaşa Mahallesi'nde atış talimi yapan polisler, kent merkezindeki ormanlık arazide yangına neden oldu. * Gabar Dağı'nda askerlerin attığı aydınlatma fişekleri sonucu çıkan yangın devam ederken, askerlerin birçok alana aydınlatma fişeği attığı öğrenildi. Fındık Belediye Eşbaşkanı Ahmet Ece, "Artık gölgesinde oturacağımız bir ağacımız kalmadı" diyerek, ekolojistleri tepki göstermeye çağırdı. 21 Ağustos: * Hakkari Çukurca'da 3. Komando Tabur Komutanlığı'ndan yapılan ateş sonucu ormanlık alanda yangın çıktı. Dersim'in Peri Vadisi'nde çıkan yangının Aleviler için kutsal olan Düzgün Baba'ya kadar ilerlediği haberleri kayda geçti. * Çamlıhemşin Samistal yaylası, hukuksuz olarak devam ettirilen Yeşil Yol projesi için abluka altına alındı. Abluka günlerce sürdü. 22 Ağustos: * Dersim'de bombardıman sonucu Munzur Vadisi ve Hozat'ta yangın çıktı. Hakkari Yüksekova'nın Govê (Gedikli) köyü yaylalarının helikopterler tarafından bombalanmasıyla birçok noktada ve Şırnak Beytüşşebap Zevya köyünde ve Diyarbakır'ın Silvan'da kalekoldan açılan ateş sonucu Sêdeqnê Mahallesi civarında ormanlık alanda yangın çıktı. Silvan'ın Boşat (Boyunlu) ve Şevlera (Babakaya) mahalleleri arasında bulunan kalekoldan açılan ateş sonucu ormanlık alanda başlayan yangın yurttaşların çabalarıyla söndürüldü. Silvanlılar, son 20 gün içinde çıkan yangınlarda 20 bin dönüm alanın kül olduğunu belirtti. Muş Malazgirt'te de yangın çıktı. 24 Ağustos: * Diyarbakır Çermik ilçesinde ormanlık alan yakıldı. * Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ailesinin zaman zaman tatil yaptığı Urla villalarının bulunduğu bölgeyi 1. derece sit alanı kapsamından çıkararak, 3. derece sit alanına çeviren düzenlemeyle ilgili verilen yürütmeyi durdurma kararına yapılan itiraz reddedildi. 25 Ağustos: * AKA-DER, Hopa'da yaşanan sel felaketinin doğal afet olmadığını rant hırsının bir sonucu olduğunu belirterek Hopa halkının yanında olduğunu belirtti. * Manisa'nın Yırca köyünden doğa katliamına karşı sanatçılardan oluşan 3-5 ağaç kervanı sanatçılarının Antalya ve Burdur'dan sonraki durağı Mersin oldu. * Artvin'de meydana gelen ve 8 yurttaşın yaşamını yitirdiği sel felaketinin bölgede izin verilen ve plansız bir şekilde inşa edilen HES projelerinden kaynaklandığını belirten Çevre Mühendisler Odası (ÇMO), felaketlerin baş sorumlusunun, yaşananlardan ders almak yerine "yeşil yol" gibi doğa katliam projelerine devam eden AKP hükümeti olduğuna işaret etti. 27 Ağustos: * Hopa'da can kayıplarına neden olan sel felaketi, AKP'li belediyenin Arhavi yoluna yaptığı çöp yığınlarını ortaya çıkarırken, oluşturulan çöp yığınlarının suyun akışını engellendiği için felaketin boyutunu da büyüttüğü belirtildi. * Sel felaketinin vurduğu Hopa'ya giden HDP heyeti, dönüş sonrası gözlemlerini aktardı. HDP Milletvekili Beyza Üstün, bölgenin acil olarak Afet Bölgesi ilan edilmesi gerektiğini belirtirken, HDP milletvekili Garo Paylan ise, "Doğal afetle değil cinayetle karşılaştık" dedi. * Diyarbakır'da "Su insan hakkıdır satılamaz" sloganıyla yola çıkan Jingeh Ekoloji Kolektifi üyeleri, suyun ticarileştirilmesine karşı "Ava kanî paqije, hewce nakê pet şuşe" (Musluğun suyu temiz, pet şişeye ihtiyaç yok) kampanyası başlattı. *Şırnak Valiliği tarafından "Askeri Güvenlik Bölgesi" ilan edilen Besta bölgesinde çiftçilikle uğraşan yurttaşlar, giriş-çıkışların yasaklanmasından dolayı ürünlerini merkeze götüremedi. 28 Ağustos: * Hopa'daki sel felaketinin sorumlusu olarak AKP hükümetini gösteren Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Mert Güvenç, derelerin acil bir şekilde denize kavuşturulması gerektiği, aksi takdirde yeni felaketlerin yaşanabileceği uyarısında bulundu. 30 Ağustos: * Yeniden yürürlüğe konulan savaş konsepti ile birlikte ormanların yakıldığını ve Kürdistan doğasının yok edilmeye çalışıldığını dile getiren Amed Ekoloji Meclisi Eşsözcüsü Gültekin Aydeniz, hazırlanan haritada yangınların çıkartıldığı alanlar ile kayagazı çıkartılan alanların örtüştüğüne dikkat çekti. EYLÜL: 1 Eylül: * Hopa'da yaşanan sel felaketinin 10 kişinin yaşamına mal olacak kadar şiddetli hale gelmesinde DSİ'nin sorumluluğunun büyük olduğunu söyleyen gazeteci Mustafa Alp Dağıstanlı, üniversiteler ve uzmanlardan oluşacak bir ekibin acilen kurulması ve Hopa'da yaşananlara ilişkin bir raporlaştırma süreci başlatması çağrısında bulundu. * Doğa talanına karşı 23 Ağustos'ta Yırca'da yola çıkan "3-5 Ağaç Kervanı" Diyarbakır'a ulaştı. Kervandan Ali Sesal, öldürülen çocuklar ile doğanın katilinin aynı kişi olduğunu söyleyerek, kapitalizme karşı ortak mücadele çağrısı yaptı. * Amed Ekoloji Meclisi, ileriki süreçlerde çölleşme riski ile karşı karşıya olan Kürdistan doğasının tahrip edilmesini engellemek amacıyla yurttaşların da aktif olarak katılacağı, Doğa Koruma Ekipleri'ni kurma çalışmalarını başlattı. 3 Eylül: * Askerlerin bombardımanı sonucu Hakkari'nin Marinos bölgesinde yangın çıktı. 4 Eylül: * Yüksekova'ya bağlı Geliyê Doskî'de çıkan çatışmalar sonrası bombalanan Mêrgan, Weregoz, Memişta, Çarçella, Serengêl, Şagûlord, Oremar, Şitazîn ve Mêrgezer alanlarda çıkan yangın bir hafta boyunca sürerken, 30 kilometrelik yol güzergahı boyunca ormanlık alan küle döndü. 7 Eylül: * Malatya'da Beydağı Mahallesi (Mamurek Köyü) sınırlarında yer alan Naldöken Dağı'nda kurulan taş ocağının kaldırılmasını isteyen mahalle sakinleri, yaptıkları eylemde Battalgazi Belediyesi'ne de "Siz doğayla barışmadıkça, biz sizinle barışmayacağız" mesajı verdi. 10 Eylül: * MHP'li Mersin Büyükşehir Belediyesi ekipleri, Akdeniz ilçesi Şevket Sümer Mahallesi'nde güvenlik gerekçesiyle ağaçları keserek, logarların üstünü kapattı. 15 Eylül: * Dersim'de Kanoğlu köyü çevresinde çıkan yangın sonucunda yüzlerce dönümlük alan küle döndü. 16 Eylül: * Mezopotamya Ekoloji Hareketi öncülüğünde Mardin'de bir araya gelen çok sayıda sivil toplum örgütü, yerel yönetimlerle birlikte Ekoloji Meclisi'ni kurdu. * Fatsa’da siyanürlü altın aramaya karşı direniş çadırı kuran yaşam savunucularının çadırlarına kimliği belirsiz kişiler saldırdı. * Kürdistan'daki ormanların savaş stratejisi çerçevesinde yakıldığına dikkat çeken yaşam alanı savunucuları, "Yarının barış içinde yaşayacak toplumunu savaşlarda tahrip edilmemiş doğa üzerinde kurmak zorundayız" diyerek, savaşın derhal sona erdirilmesi çağrısında bulundu. 17 Eylül: * Dargeçit'te, HPG'liler ile askerler arasında çıkan çatışmanın ardından bölgede başlayan yangın yurttaşların yoğun çabası ile söndürüldü. 20 Eylül: * Van'ın Xaçort (Hacıbekir) Mahallesi'nde her gece aralıksız bir biçimde atılan gaz bombalarından insanlar kadar diğer canlılar da olumsuz etkileniyor. Mahallede kedi, köpek, kuş, kelebek, böcek hatta sinek bile kalmazken, meyve ağaçları çürüdü, sebzeler kurumaya yüz tuttu. 23 Eylül: * Türkiye'nin uluslararası ödüllere sahip zeytinlerinin üretildiği Bergama'nın Zeytindağ Mahallesi'ndeki zeytin ağaçları kesilerek, bu alana çimento fabrikası ve bu tesise ham madde sağlamak amacıyla 11 adet taş ocağı açılması planlandığı belirtildi. 29 Eylül: * İzmir’in kuzey bölgesinde yapılması planlanan termik santral projelerine bir yenisi daha eklendi. Dikili'ye bağlı Çandarlı Beldesi'nde Ege Yıldızı Doğalgaz Elektrik Üretim A.Ş aracılığıyla bir termik santral kurulacağı açıklandı. Devami var.....
  17. OCAK: Yaşam savunucuları için Ocak ayı, oldukça hareketli geçti. Fatsa’da siyanürlü altın arayanlara karşı yürüyüş düzenlenirken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri'ndeki "Yapı Rezerv Alanı" kararı mahkeme tarafından iptal edildi. 6 Ocak: * TURÇEP (Turgutlu Çevre Platformu), zeytinliklerin kesildiği Yırca'da Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun iptal edilmesinin Çaldağı için de örnek teşkil ettiğini açıkladı. * Cengiz İnşaat'ın maden projesinin ÇED olumlu raporunun mahkeme tarafından iptal edilmesi üzerine Artvin halkı horonlarla kutlama yaptı. 12 Ocak: *Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı, kaliteli ve ucuz ulaşımın herkesin hakkı olduğunu belirterek, ekolojik otobüsler ile ulaşım filolarını genişleteceklerini açıkladı. 14 Ocak: *Türkiye'nin en büyük ekolojik köyünün Van'da kurulacağı açıklandı. 12 dönüm arazi üzerinde kurulacak olan proje Güneş Evi, Perma Tarım, Saman Evi gibi unsurlardan oluşacak ve evsel atıkları gübreye, foseptikteki metan gazı enerjiye dönüştürülecek. 17 Ocak: * İstanbul'da MNG Genel Merkezi önünde, MNG firmasının Arhavi'de yapmak istediği HES projeleri protesto edildi. 18 Ocak: * Artvin Yusufeli Sarıgöl Dereleri HES Karşıtı Platformun çağrısı ile Yusufeliler Beyoğlu'nda "Andergalsın HES'ler Özgür Aksın Dereler" sloganı ile yürüdü. 22 Ocak: *Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri'nde geri dönüşü imkansız doğa katliamına yol açacak olan "Yapı Rezerv Alanı" kararı, mahkeme tarafından iptal edildi. 23 Ocak: * HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, partilerinin ÇED yönetmelik değişikliğinin durdurulması istemiyle Danıştay'a dava açtığını açıkladı. * Ordu'nun Kumru ilçesinde Küşnefak Kalesi çevresinde taş ocağı yapımı için 20 Ocak günü 7300 meşe ağacı kesildikten sonra köylüler kesilen ağaçların bölgeden kaldırılmaması ve daha fazla ağaç kesilmesini önlemek için çadır direnişine başladı. 25 Ocak: * Fatsa'da siyanürle altın arama projelerinin durdurulması talebi ile yürüyüş yapan halk, maden ocaklarını ne pahasına olursa olsun durduracakları vurgusu yaptı. * Fatsa’da siyanürle altın işletmesine karşı süren direnişin 96’ncı gününde 58 araçlık bir konvoy maden sahasına doğru harekete geçti. Jandarma köylüleri engellemeye çalıştı. Ancak barikatlar bir çok kez aşıldı. 29 Ocak: *Barajlar, Diyarbakır’da 3 köyün ulaşımını sağlayan karayolunu sular altında bıraktı. Sur ilçesinde yapımının tamamlanmasıyla su tutmaya başlayan Pamukçay Barajı’nın gölünün su seviyesi yükseldi. 30 Ocak: *Dersim Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Girişimi, Pembelik Barajı ve hidroelektrik santral (HES) projesine dair yargı kararlarının uygulanmaması ve bulundukları mezranın yolunun baraj gölü altında kalan Arduç ailesinin mağduriyetinin giderilmesi için T.B.M.M. Dilekçe Komisyonu'na başvurdu. 31 Ocak: *Van'ın Bahçesaray ilçesinden geçen ve Dicle Nehri'nin bir kolu olan Müküs Çayı üzerinde, Paksu Enerji A.Ş tarafından Beşik Regülatörü ve HES projesi yapılacağı açıklandı. ŞUBAT: Şubat ayında yaşam savunucuları İzmir’e gelen radyoaktif atık yüklü geminin İzmir’e demirlemesine tepki gösterirken, Mersin ve İzmir’de Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santrale karşı protestolar yapıldı. 3 Şubat: * Yaşam savunucuları, Angola'dan gelen ve radyoaktif atık taşıyan tankerin Aliağa'da demirlemesine tepki göstererek, tankerin derhal sınır dışı edilmesini istedi. * İzmir'in içme su kaynağı Tahtalı Barajı'na yakınlığı ile bilinen Menderes'e bağlı Karakuyu Köyü'nde yapılması planlanan taş ocağına karşı çıkan köy sakinleri, rantçı çevrelere karşı mücadele edeceklerini açıkladı. * Çatak’ta Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü tarafından avlanma sahası olarak ilan edilen bölgede, köy korucuları ile kaçak avcıların bilinçsiz avlanması nedeniyle nesli koruma altında bulunan kirpilerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu açıklandı. 7 Şubat: *Diyarbakır'da Dicle Nehri üzerinde yapılması planlanan 3 hidroelektrik santral (HES) projesinden birinin Eylül 2014'te iptal edilmesinin ardından geriye kalan 2 HES projesi için de iptal kararı alındı. 11 Şubat: * Gerze'de 5 Eylül 2011'deki termik santral karşıtı direniş nedeniyle 40 kişinin yargılandığı dava, Gerze Adliyesi’nde görüldü, dava 6 Mayıs'a ertelendi. 23 ağustos 2011'de gece sondajına direnen Gerzeli termik karşıtlarının yargılandığı davada ise, tüm sanıklar beraat etti 14 Şubat: * Mersin'de gerçekleştirilen 2. Ekoloji Meclisi Kurultayı'nda kapitalist modernite ve devlet aygıtının yarattığı tahribatların ekoloji perspektifiyle yeniden nasıl dizayn edilebileceği tartışıldı. 15 Şubat: * Mersin'de, "Anne oyuncağımı aldın mı?" sloganı ile yapılan nükleer santrali mitingine katılan binler, "Nükleere inat yaşasın hayat" diye haykırdı. * Mersin'de Nükleer Karşıtı Platformu öncülüğünde, Akkuyu’da yapılmak istenen nükleer santrale karşı miting yapıldı. İzmir'de ise yaşam savunucuları Akkuyu'da kurulmak istenilen santrali yürüyüşle protesto etti 16 Şubat: * Mardin'de yerel yöneticiler ile bir araya gelen DTK Ekoloji Komisyonu, kentin ekolojik sorunları ve yeni inşa sürecinde ekolojinin boyutunu tartıştı. 17 Şubat: * Doğubayazıt'ta bir çok medeniyete tanıklık eden Doğubayazıt Kalesi (Urartu Kalesi) restore edilmediği için yok olmaya yüz tutmuşken, İshak Paşa Sarayı’nın ise "restorasyon" adı altında yapılan yanlış müdahalelerle tarihi ve mimari dokusu bozuldu. * Devletin yüksek rant için ellerini çekmediği Diyarbakır'daki Dicle Vadisi'nin talan edilmesi için bu kez farklı bir yola başvuruldu. Vadiden geçen Dicle Nehri'nin çıkış noktasından Bismil ilçe sınırlarına kadar olan kısmı, üzerine kurulan barajların su debisini düşürmesi nedeniyle "nehir" statüsünden "dere" statüsüne alındı. Bu değişiklik ile nehrin kıyı kenar çizgisine 50 metre mesafeye kadar yapı inşa edilmesinin önü açıldı. 24 Şubat: * Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ve Validebağ Gönüllüleri, Validebağ Korusu'na ilişkin yaptıkları incelemeler sonucu elde ettikleri raporu açıkladı. * Aras Nehri üzerinde yapılan HES'ler nedeniyle nehir kurumaya yüz tutarken, nehrin beslediği verimli Iğdır Ovası da kullanılan kimyasal ilaçların da etkisiyle verimsizleşti. İlaçlar nedeniyle toprağın minerali yok olurken, canlılar ise etrafı dağlarla çevrili Iğdır'da ani ısı kaybı nedeniyle zehir soluyor. 25 Şubat: * Arhavi'de MNG'nin Kavak HES projesine karşı direnen ve taşeron Ermiş İnşaat'ın çalışanlarının saldırısına uğrayan doğa ve yaşam savunucularının davası 9 Nisan 2015 tarihine ertelendi. * Çevreye ciddi zararları olan atık pilleri toplama ve çevreye zarar vermeyecek bir şekilde bertaraf etme çalışmaları kapsamında bugüne kadar 2 bin 150 kilogram atık pil toplayan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, 3. dönem atık pil toplama kampanyası başlattı. 27 Şubat: * Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Saraçoğlu Mahallesi ve "Kaçak" olduğunu belirttikleri Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na ilişkin açıklamalarda bulundu. Saraçoğlu Mahallesi'ne ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın verdiği sözü tutmadığını ifade eden Candan, Saray'ın sadece parke maliyetinin 3 milyon 200 bin TL olduğunu söyledi. 28 Şubat: * Mezopotamya Ekoloji Derneği, Amed Ekoloji Meclisi'ni kurarak, ekolojik toplum mücadelesini yeni bir aşamaya taşıdı. * Diyarbakır'da düzenlenen "Alan Yönetimi Sürecinde Tarihi Kentler Birliği Diyarbakır Semineri"nde, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne adaylık süreci ele alındı. * Eryaman-Der üyeleri, yaşam alanlarına yapılmak istenen YHT Ağır Bakım ve Onarım inşaatının mahkeme kararına rağmen hala devam etmesini protesto etti. MART: 2 Mart: * Mardin'in Dargeçit ilçesinde düzenlenen yürüyüşle Ilısu Barajı ve HES'lerin yapımı protesto edildi. HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, "Çözümün yolu ne karakol ne de barajdan geçiyor" dedi. * DBP Diyarbakır Gençlik Meclisi, "doğamıza sahip çıkıyoruz" şiarıyla yürüyüş yaparak, gençlik öncülüğünde doğa kıyımına karşı direniş başlatılması gerektiğini belirtti. 4 Mart: * Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sinop Gerze Yaykıl Köyü’nde Anadolu Grubu tarafından kurulması planlanan termik santraline ait Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini sonlandırdığını duyurdu. Karar yaşam savunucuları tarafından sevinçle karşılandı. 10 Mart: * Yaşam savunucuları, AKP hükümeti ile İmralı Heyeti’nin kamuoyuyla paylaştığı ve tarihi bir öneme sahip olan 10 Maddelik taslakta çevre sorunlarının yer almasını ekoloji mücadelesi açısından son derece önemli bulduklarını belirtti. 15 Mart: * Tokat’taki Çekerek Irmağı üzerinde yapılması planlanan HES projesini protesto eden halka jandarma saldırdı. 23 Mart: * Tokat'ın Zile İlçesinde toplanan yaklaşık 2 bin kişi ilçede yapılması planlanan 3 HES'e karşı Çekerek Irmağı kenarında eylem yaptı. 25 Mart: * Turgutlu'nun Sarıbey köyünde, tarımdan verim alınmasına dönük bilinçlendirme toplantısı yapıldı ve çiftçilere yerel tohum dağıtıldı. 28 Mart: * Diyarbakır Bismil’de, su ve su kaynakların korunması için yürüyüş gerçekleştirildi. * Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nin Dünya Su Günü etkinlikleri kapsamında Kürdistan'da yapılan HES'leri protesto etmek ve HES'lerin yarattığı tahribatlara dikkat çekmek amacıyla Pasur Çayı kenarında yapmayı planladığı bir günlük kamp, askerlerce engellendi. 29 Mart: * Mezopotamya Ekoloji Hareketi öncülüğünde "Dünya Su ve Akarsular Günü" dolayısıyla Ilısu Barajı'na kitlesel yürüyüş düzenlenerek, Kürdistan toplumu ve doğası üzerinde planlı bir soykırım sistemi yaratılmak istendiğine vurgu yapıldı. * DTK Van Ekoloji Bileşenleri, doğa harikalarından biri olan Muradiye Şelalesi'nin üst ve alt kısmında yapımı tamamlanan Ayrancılar HES'ini protesto etti. 30 Mart: * Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Ankara'nın birçok alanında yapılaşmaya karşı mücadele edeceklerini ve ODTÜ'nün altından geçirilecek olan tünel yol hakkında dava açacaklarını duyurdu. 31 Mart: * Muş'un Şenyayla bölgesinden başlayarak 200 km akıp Batman Barajı'na dökülen ve Kulp ilçesi ile köylerinde yaşayan yurttaşların geçiminde önemli bir yere sahip olan Pasur Çayı üzerinde 2006 yılında projelendirilen ve ikisinin yapımı tamamlanan 4 HES'ten sonra bu kez de, Sındê köyü yakınında 2 HES'in projelendirildiği ve yapım aşamasına geçildiği öğrenildi. * Çatışmalı dönemlerde devletin yok ettiği Hakkari'nin ormanlık alanları bu kez de korucu destekli tüccarlar tarafından talan edildi. Tüccarlar, 3 ay içerisinde tonlarca ağacı keserken, Cilo Doğa Derneği üyesi Ayhan Saklı, katliamın bir sistem dahilinde yapıldığını ve ağaçların yok edildiği alanlara HES'lerin yapıldığını vurguladı. Nisan: 1 Nisan: * Bismil Belediyesi, Dicle Nehri üzerinde kurulan ÇBS Şirketi'ne ait kum ocağını mühürledi. * Edremit Belediyesi'nin "Yeşil Edremit'i daha da yeşillendirelim" sloganıyla başlattığı fidan dikim çalışması kapsamında fidanların toprakla buluşturulduğu alana "Kobanê Kent Ormanı" adı verdi. 4 Nisan: * Almanya'nın Bonn kentinde düzenlenen UNESCO 39'uncu Dünya Miras Komitesi Toplantısı'nda, Diyarbakır Surları ile Hevsel Bahçelerinin 'Dünya Kültür Mirası' olarak tescillendi. 5 Nisan: * Gaziemir Çevre Platformu'nun, Diril Madencilik Taş Ocağı'nı protesto etmek için düzenlediği yürüyüş sonrası konuşan platform üyesi Ozan Süngü, "Hayatı boyunca hiçbir şey üretmemiş, bir ağaç dikip büyütmemiş beyinler, dağlarımıza, ormanlarımıza, yeşilimize göz dikmişler. Bu eylem suyumuz ve nefesimizi zehirleyenlere karşı bir duruştur" dedi. 11 Nisan: * Çevre örgütlerinin tepkilerine ve açılan davalara rağmen ÇED raporu onaylanan Akkuyu Nükleer Santrali’nin temeli 14 Nisan'da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın katıldığı bir törenle atıldı. Kentte bulunan çevre örgütleri, ÇED raporu mahkeme aşamasındayken temel atma töreninin gerçekleşmesine tepki gösterdi. 14 Nisan: * Halfeti Belediyesi, Amara köyünde önceki yıl oluşturulan "Önderlik Ormanı'na" bin adet fidan dikti. * DTK Ekoloji Komisyonu tarafından Van'ın Çatak ilçesinde ağaç dikme etkinliği gerçekleştirildi. * Yaşam savunucuları, AKP hükümeti ve Rus devlet şirketi Rosatom'un Akkuyu'da nükleer ölümün temelini attığı gün, İstanbul'da Rusya Konsolosluğu önünde eylem yaptı. 20 Nisan: * Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED), Akkuyu NGS şirketinin Mersin ve Türkiye'nin birçok yerinde billboardlara asılan reklamlarının kaldırılması için imza kampanyası başlattı. 21 Nisan: * Aydın Adnan Menderes Üniversite öğrencileri zeybek, horon ve halaylar ile doğa katliamını protesto etti. 24 Nisan: * Validebağ Savunması, Karadeniz İsyandadır Platformu ve Kuzey Ormanları Savunması tarafından Validebağ Korusu 75. Yıl Parkı’nda "Nükleere Karşı Çocuk Şenliği" düzenlendi. 25 Nisan: * Amed Ekoloji Meclisi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Akkuyu Nükleer Santrali'nin yapımını protesto etti. 26 Nisan: * Adana Çevre Platformu aktivistleri, Çernobil faciasının yıldönümü nedeniyle protesto gösterisi düzenledi. 27 Nisan: * Çernobil felaketinin 29. yıl dönümde, Mersin Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Akkuyu NGS önüne yürüyerek, “İnsan hayatına mal olan hiçbir proje ucuz değildir” uyarısında bulundu. 28 Nisan: * Varto'da "Ekolojik yaşam için sen de bir fidan dik" kampanyası kapsamında iki bin fidan dikildi. * Çernobil faciasının 29'uncu yıldönümü dolayısıyla yapılan yürüyüşte, Sinop ve Mersin'de yapılmak istenen nükleer santrallere dikkat çekildi. 29 Nisan: * Mersin'de Akkuyu Nükleer Santrali için yapımına başlanan çimento fabrikası ile atıklar için yapılan limanlardan çıkan atıklar nedeni ile çok sayıda Akdeniz fokunun telef olduğu belirtildi. 30 Nisan: * Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyü yakınlarında bulunan Şirit Yaylası'nda konumlanan askerler, sınır ticaretinde kullanıldıkları gerekçesiyle 8 katırı daha itlaf etti. Bu olayla birlikte askerlerin bölgede son iki ay içerisinde itlaf ettiği katır sayısı 40'a ulaştı. * DBP Dersim Gençlik Meclisi, kentte yapılmak istenen baraj ve HES'leri yürüyüşle protesto etti. Silvan'da, Silvan Barajı olmak üzere Kürdistan'da yapılan baraj ve HES'ler protesto edildi. * Suyuna, toprağına, enerjine, doğana, diline, kültürüne, haklarına, yaşamına sahip çık" sloganı ile başlatılan kampanya çerçevesinde Bitlis Eren Üniversitesi öğrencileri çevre temizliği yaptı. * Elbistan'ın Alxas köyünde "Devrim Şehitliği" ormanı oluşturuldu. Mayıs: 3 Mayıs: * İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Karşıyaka'da yapmayı planladığı Tramvay Projesi, yüzlerce ağacın kesilmesine sebep oldu. 10 Mayıs: * Erciş'in Hocaali Mahallesi'nde 4 yıl önce PKK lideri Abdullah Öcalan'ın doğum gününde dikilen ağaçlar, kimliği belirsiz kişi veya kişilerce kökünden kesildi. 11 Mayıs: * Diyarbakır'da, 28 bin 500 metrekarelik bir alanı kapsayan Yenişehir Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü Yerleşkesi'nin yapılaşmaya açılmasına tepki gösteren ekolojistler, bölgenin yeşil alan olarak planlanıp, halkın hizmetine açılması talebinde bulundu. 14 Mayıs: * Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde "Nükleer Enerji ve Türkiye" adlı konferans üniversiteliler tarafından protesto edildi. Eylemde “Çernobili de Kazım Koyuncuyu da unutmadık” mesajı verildi. 16 Mayıs: * Şırnak Çevre Platformu'nun, Cudi Dağı eteklerinde bulunan Avga Masya alanında "Doğamıza, Toprağımıza ve Suyumuza Sahip Çıkalım" şiarıyla 3'üncüsünü düzenlediği Doğa Festivali'nde binler buluştu. 19 Mayıs: * Aliağa'da, İzdemir Elektrik Üretim A.Ş.'nin yapmaya çalıştığı Termik Santral ve Kül-Cüruf Depolama İmar Planı Değişikliği'ne ilişkin açılan davada Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. 24 Mayıs: * Yaşam alanı savunucuları nükleer santral projelerine karşı İstanbul, Mersin, Diyarbakır ve Batman'da açıklama yaparak, kurulmak istenen nükleer santrallerin sadece Türkiye'ye değil tüm dünyaya zarar vereceğine dikkat çekti. 25 Mayıs: * Demokratik Gençlik Federasyonu (DEM-GENÇ) aktivistleri "Xwedî Derkeve" hamlesi çerçevesinde Bingöl'de çevre temizliği yaptı. 27 Mayıs: * Göle'nin Çalıdere köyünde, mevcut çam ormanın bilinçsizce yok edilmesini engellemek ve ormanı büyütmek için her yıl Ardahan Orman İşletme Müdürlüğü tarafından dikilmesi gereken çam fidanlarının, kağıt üstünde "dikildi" gösterilerek toprağa gömüldüğü ortaya çıktı. 31 Mayıs: * Hasankeyf Yaşatma Girişimi, 12 bin yıllık tarihi bulunan Hasankeyf'i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı'nın yapımını gerçekleştirdikleri yürüyüşle protesto etti. * Gezi Direnişi'nin 2'nci yıldönümünde, Mersin, Adana, Antalya ve Aydın'da binlerce kişinin katıldığı kitlesel yürüyüşler düzenlendi. Gezi'de polis şiddeti sonucu yaşamını yitiren gençler ve Kobanê'de DAİŞ çetelerine karşı savaşırken yaşamlarını yitiren devrimciler anıldı. HAZİRAN: 1 Haziran: * "Devletin güvenliğini’ gerekçe gösterip mahkemeden bile gizlenen, Akkuyu nükleer santraline ilişkin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) hazırladığı rapor ortaya çıktı. 2 Haziran: * Rize Çamlıhemşin ilçesinde Kaçkar Dağları’nın eteklerinde bulunan Samistral Yaylası ve Kavrun Yaylası arasında "Yeşil Yol" projesinin bir ayağı olarak yapılmak istenen yol çalışmasının haberini alan yöre halkı çalışmayı durdurdu. 9 Haziran: * Çanakkale’nin Biga ilçesinde İÇDAŞ A.Ş tarafından kurulan termik santral ve buna bağlı tesislerin ormanlık alana ve antik eserlere zarar vereceği iddiasıyla yargıya yoluna başvuran aktivist Kenan Taş’a “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçlamasıyla şirket tarafından suç duyurusunda bulunuldu. 18 Haziran: * İzmir'in tek mesire alanı olan İzmir-Manisa karayolu kenarındaki birinci derece SİT alanı Çiçekliköy arazisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından imara açıldı. * Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun yapım aşamasındaki 3. Havaalanı Projesi için verdiği "acele kamulaştırma" kararının, projenin yapımına karşı yürütülen mücadelenin haklılığının ispatı olduğunu belirten Kuzey Ormanları Savunması aktivisti Ceyda Sungur, Danıştay kararının uygulanarak projenin bir an önce durdurulmasını istedi. 24 Haziran: * Mardin'in Savur ilçesinde 300 dönümlük ormanlık alanda çıkan yangında çok sayıda meşe ağacı yanarak kül oldu. 25 Haziran: * Karadeniz'de devlet eliyle yapılan doğa katliamlarına karşı duran yaşam savunucuları, dağları ve yaylaları yaralamalarına izin vermeyeceklerini belirterek, "Yeşil Yol" projesinin derhal iptal edilmesini talep etti. 27 Haziran: * Ankara'da, Doğu Karadeniz bölgesinde yapılması düşünülen Yeşil Yol Projesi'ni protesto eden yaşam alanı savunucuları etkinlik düzenledi. * Kazım Koyuncu, ölümünün 10'uncu yıldönümünde Halkevleri'nin "Yaşamı ve doğayı savunmak için yeryüzüne şarkılar söylüyoruz" sloganıyla düzenlediği konserde anıldı. 28 Haziran: * Derik'e bağlı Yukarı Mezra Mahallesi ile Sîsan ve Siftek mezraları arasında bulunan alanda çıkan orman yangınında yaklaşık 90 dönüm meşelik alan zarar gördü. 29 Haziran: * Termik santral istemeyen Merzifonlular, bakanlık önünde eylem yaptı 30 Haziran: * İstanbul ve Ankara’da 16-19 Nisan tarihlerinde Valiliğin düzenlediği Artvin Tanıtım Günleri’nin toplamda 100 bin liralık bir kısmının giderini Cengiz Holding’in ‘yardım ve bağış’ adı altında karşıladığı ortaya çıktı. * Jandarmayi yanina alarak Artvin Kafkasör’e çıkan Cengiz Holdinge ait iş makinesinden sonra konteyner ve jandarma da bölgeden çekildi. Siyanürlü altın aranmasına karşı tepki gösteren Artvin halkı jandarmayı alandan gönderdikten sonra akordeon eşliğinde horon etti. Devami var.......
  18. Vahsi kapitalizm, sadece toplumu katletmez, toplum ile birlikte onun dogasini da, kulturunu de, tarihini de her turlu eserini de katleder. İSTANBUL (DİHA) – 2015 yılı AKP hükümetinin Türkiye ve Kürdistan’da doğa ve kültür kırımını en fazla yoğunlaştırdığı bir yıl olurken, yaşam savunucularının bu politikalara karşı ortak mücadele ve direnişinin de yükseldiği bir özelliğe sahip oldu. Kürdistan’da her yönüyle devreye konulan yeni savaş stratejisi ile yüzlerce hektarlık ormanlık alan yakılırken, UNESCO’nun Diyarbakır Surları’nı Dünya Kültür Mirası’na almasına adeta cevap verilircesine tarihi Suriçi’nde insanlık mirasına yönelik büyük saldırılar gerçekleşti. Karadeniz’deki yaylaları birbirine bağlayarak büyük bir yıkıma yol açacak olan “Yeşil Yol” projesine karşı verilen direniş yıla damga vururken, Marmara’da da kent savunucuları AKP’nin rant eksenli projelerine karşı kesintisiz bir mücadele yürüttü. 2015 yılı, Türkiye’de yeniden devreye konulan savaş politikaları nedeniyle topluma dönük saldırılarla birlikte, doğa ve kültür kırımının da en yoğun yaşandığı bir yıl oldu. AKP hükümeti yıllardır kalekol, karakol, baraj ve HES projeleriyle büyük bir yıkıma uğrattığı Kürdistan coğrafyasını, savaş stratejisi çerçevesinde deyim yerindeyse yakıp, yıkarak insanlık suçu işledi. Yaz ayları boyunca Kürdistan’da yakılmayan orman bırakmayan AKP’ye bağlı devlet güçleri, özellikle halkın doğrudan demokrasi iradesini ifade eden özyönetim ilanlarıyla birlikte giriştiği kent savaşlarında, birçok tarihi ve kültürel mekanı da ağır tahribata uğrattı. Tarihi mirasa en ağır saldırılar bu yıl yaşandı Özellikle, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan Diyarbakır Surları’nın da bulunduğu tarihi Suriçi, paletli tankların ve ağır silahların işgaline uğradı. Başta Dört Ayaklı Minare olmak üzere, Suriçi’nde bulunan Kurşunlu Camii, Surp Giragos Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi ve Paşa Hamamı’na yönelik saldırılar, DAIŞ’in Irak ve Suriye’de insanlığın hafızasını ve tarihsel birikimini temsil eden tarihi mekanları tahrip edişini akıllara getirdi. Yaşam savunucuları da direnişi büyüttü 2015 yılı boyunca Kürdistanlı yaşam savunucuları, yakılan ormanları, yıkılan veya tahrip edilen tarihi ve kültürel mekanları için mücadele ederken, Karadenizli yaşam savunucuları hidroelektrik santraller ve taş ocaklarına karşı mücadelelerinin yanına, yaylalardaki doğal yaşamı yok eden “Yeşil Yol” projesine karşı mücadelesini de ekledi. Ege Bölgesi’nde yaşamı savunanlar, rüzgar enerji santrallerine karşı direnirken, Marmara’da yaşam savunucuları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedefinde olan Yıldız Teknik Üniversitesi’nin yerleşkesini, sermayenin hedefinde olan Haliç Tersaneleri’ni ve İstanbul’un tarihi mekanlarını korumaya çalıştı. Diyarbakır’dan Karadeniz’e mücadele ortaklaştı 2015 yılında ekoloji mücadelesinin en önemli kazanımlarından biri ise, yaşam savunucularının İstanbul’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Karadeniz’e mücadeleyi ortaklaştırmaları ve yaşamın savunulması mücadelesinde önyargıları kırmaları oldu. Dünyanın ekoloji gündemine ise, Paris’te 30 Kasım 11 Aralık tarihleri arasında yapılan ve dünya liderlerinin katıldığı İklim Zirvesi damga vurdu. Ay ay Turkiye'de yasanan fiili tahrip etme savasi.
  19. Bence, dusuncenin dogru mu yoksa yanlis mi olmasindan ziyade, bilimsel mi, bilgisel mi bilissel mi cagdas mi olup olmadigi ve turunun insanoglu temelli hem kendi turune hem diger turlere hem de uzerinde yasadigi evren dunya ve dogaya zarar vermemesi gerekir. Ayrica dusuncesi ile davranisini yansitan insanoglunun yansitan her bir biri olarak, neyi neden ve nasil nerde ve ne zaman yansitildiginda, yansitanin, yansittiginin birey bilincinde ve farkindaliginda olmasina,her yansittigini sorgulamasına, degerlendirmesine v.s. baglidir. Simdi bu temelde metafizigin varliksal ve teolojik her turlu dusunce ve davranisini, basta bilimsel olmadigindan sadece kisinin kendi inancidir. Zaman bir insanoglu urunudur, mekan ise daimidir. Yani mekan olmadan ne bir varlik ne de zaman mumkun degildir. Burada bilimsel olanin temeli ne varliktir ne de varligin yaratimi, olum ya da iklimi, mutlakligi, teklifi ve ebediligidir ve de ebediligidir. Bilimsel olan bilgidir ve insanoglu neyin nasil davranisini gozlemi ile ortaya koyar. Metafizigin teolojisi olarak hic bir tanri ya da yaratici gozlem vermez ve bilimsel degildir, sadece birer inanctir lar. Burada da konu bilinc ve bilissellik temelindeki ihtiyac algisidir. Yani ihtiyac duyan kendisine teolojik Secimlerden birini secebilir. Bu teizm, Deizm, agnostisizm, ateizm ya da non teizm,teolojik noncognitivizm olabilir. Hangisi olursa olsun, ortada gozlem yoktur ve tum tartisma sadece inancsal temeldedir.
  20. Bu yıl beşincisi düzenlenen Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumu yoğun katılımla başladı. Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumu'nun beşincisi Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür Merkezi’nde başladı. Sempozyum Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Arzu Çelik’in hoş geldiniz konuşmasıyla başlerken Çelik konuşmasına Üniversite Konseyleri Derneğinin bugüne kadar yürüttüğü aydınlanma mücadelesinden örnekler vererek başladı, sempozyumda sunulacak başlıklar hakkında bilgi vererek konuşmasını sonlandırdı. Sempozyum, Ahi Evran Üniversitesinden Dr. Kahraman İpekdal’ın “Evrime Giriş” semineriyle devam ediyor. Konuşmasına Evrim tanımıyla ve Evrimin bir olgu olduğunu dile getirerek başlayan İpekdal, konuşmasına evrim tartışmalarında ortaya çıkan “Maymundan Gelme”, “Ara Form Sorunu”, “Amaçlı bir süreç olma” gibi başlıklarına dair bir çerçeve oluşturarak devam etti. Bazı örnek sorular üzerinden “Evrim Kuramı Nedir?”i cevaplayan İpekdal, canlıların evrim sürecinde “ Tesadüf” mekanizmasının nasıl işlediğini anlatarak konuşmasını sürdürdü. Dr. İpekdal, "Yanılgılardan biri bireyin evrimleştiği üzerinedir. Evrimleşen şey toplumdur" diye konuştu. Sempozyum “Ekoloji ve Evrim” oturumuyla devam ediyor. Oturumda ilk konuşmayı “Türkiye’de sulak alanların evrimi” başlığıyla ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde görevli araştırmacı Korhan Özkan yapıyor. Sempozyumun öğleden sonra oturumu “Eğitim Deneyimleri İçinde Evrim” konu başlığıyla devam ediyor. Oturumun ilk konuşmasını “ Fen Eğitiminde Bir Problem: Sözdebilim” başlığıyla Boğaziçi Üniversitesinden Dr. Ebru Mugaoğlu yapıyor. Mugoğlu, “Sözdebilim Yaklaşımı” ışığında fen bilgisi öğretmen adaylarının bilimin doğasına ilişkin kavrayışları ile evrim kuramı-yaratılış düşüncesi öğretimine dair görüşleri dile getirdi. Mugaoğlu, konuşmasını "Hasta iyileştirmek istemiyorsanız doktor olmazsınız, fen bilimi öğretmek istemiyorsanız da fen bilgisi öğretmeni olmazsınız" ifadeleriyle bitirdi. Oturumun ikinci konuşmasını Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'nden Dr. Özgür Taşkın gerçekleştiriyor. Taşkın’ın sunum başlığı “ Yapılandırmacılık ve Neoliberalizm Gölgesinde Evrim Eğitimi Araştırmalarının Dünü, Bugünü ve Olası Geleceği”. Taşkın, konuşmasında yapılandırmacı yaklaşım ile gericiliğin eğitim sistemine nasıl taşındığını ortaya koymaya çalışacağını belirtti. EĞİTİM NEO-LİBERALİZM ELİYLE GERİCİLEŞTİRİLİYOR Taşkın, Neo-liberalizm altında eğitim siteminin gericileştiğini, ve bilim dışı yaklaşımların bilimsel düşünceyle nasıl karşı karşıya getirildiğine dair alanda yapılan akademik çalışmalar ve bulgular eşliğinde anlattı. Özgür Taşkın’ın ardından Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Cenk Yiğiter söz aldı. Hukuk fakültesi öğretim üyesi olan Yiğiter, üniversitede verdiği “Devlet Teorisi” dersine dair yaşadığı deneyimleri paylaştı. Uygarlık tarihiyle başlayan derste konu evrim meselesine gelince öğrencilerin verdiği tepkiler üzerinden bilimsel bilgi aktarım kanallarının üniversitelerde karşılaştığı zorluklara değindi. KÜBA'DA FEN BİLİMLERİ EĞİTİMİ Oturumun son konuşmasını “Küba’da Fen Bilimleri Eğitimi” başlıklı sunumunu Derya Ünlü yaptı. Ünlü, sunumunda Küba’da verilen fen bilimleri eğitiminin temel amacının öğretilen bilgilerin öğrencinin yaşamına dair bütünlüklü bir bakış açısı getirmesi olduğunu dile getirdi. Ünlü, Küba’da öğrencilerin bilimsel yaklaşımı sadece okulda değil toplumsal yaşamda da gözlemleme şansı olduğunu ve gerçek bütünlüğün ancak böyle kurulabileceğini söyledi. Konuşmacı sözlerini, asıl tartışılması gerekenin sadece müfredat değil müfredatın ötesinde aydınlanma fikrini toplumsal alanın bütününe yayabilecek bir siyasi irade meselesi olduğunu söyleyerek sonlandırdı. Oturum katılımcılarda gelen soruların cevaplanmasıyla sonlandı.
  21. 2015'te Aramızdan Ayrılan Ünlü İsimler Yeşilçam'ın ve tiyatronun en ünlü oyuncularından Zeki Alasya Türk Sanat Müziği'nin güçlü sesi Müzeyyen Senar Yazdığı şarkılarla Türk Pop müziğine yön veren sanatçılardan Kayahan Uzay Yolu dizisinde Spock rolüyle tanıdığımız Leonard Nimoy Türk edebiyatının en başarılı ismi Yaşar Kemal Karikatürist Bedri Koraman Türk sanat müziği sanatçısı Behiye Aksoy Dünya kıtalararası ağır siklet boks şampiyonu Sinan Şamil Sam Türk popunun divası Erol Büyükburç Yüzüklerin Efendisi'ndeki Saruman ve Yıldız Savaşların'daki Count Dooku karakteriyle hafızalarda yer eden Sir Christopher Lee Ünlü komedyen ve tiyatro sanatçısı Levent Kırca Gazeteci ve yazar Çetin Altan Sinema oyuncusu Yılmaz Köksal Komedyen ve televizyoncu Atilla Arcan Süper Baba'nın Nihat'ı usta oyuncu Sümer Tilmaç 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Sinema ve dizi oyuncusu Tomris İncer Türk sinemasının emektar isimlerinden Sırrı Elitaş Yeşilçam'ıın ünlü yönetmenlerinden Memduh Ün Arabistanlı Lawrence' ve 'Dr.Jivago' gibi filmleriyle bilinen Mısırlı oyuncu Ömer Şerif "Türkiye'nin Einstein'ı" kuantum kimyacısı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Oğuz Oktay Yeşilçam'ın emktar aktörlerinden Hakkı Kıvanç Yaşamı "Akıl Oyunları" filmine konu olan matematikçi John Nash Ankaralı Namık ismiyle tanınan sanatçı Namık Uğurlu 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren
  22. Turkler milliyeti olmadan, turk dedirtilerek millet oldu. Kurdler ise etigin etnik olarak milliyete sahip sosyal toplumu. Zaten Avrupa'da da gokten kimse millet olmadi, once milliyetler ortaya cikti. T.C. ile ise ummet millet yapildi, sunni ve musliman halk ta turk. Bu tarihsel olarak kendi kendine gelisen bir durum degil, sadece ust yapinin bir halka zorlamasi idi. Osmanlida zaten milliyet ve milli algi olmadigi icin yikildi. O yuzden ne yazik ki,m kurd milliyeti olmayan turk milliyetinden cok daha etnik bilince sahiptir. Cunku TURKUN MILLIYETI YOKTUR, SADECE MILLETE VERILMIS BIR ADDIR. Zaten milliyet algisina ve bilincine toplum sahip olsa idi, bugunku ummete geri donme cabalarina sessiz kalmaz. AKP'yi basa getirmezdi. TURKLUGUN VE TURKCULUGUN SORUNU, TARIHI OLARAK MILLIYET OLAMAMIS OLMASI VE DIREK MILLIYETLERE HAKIM VE UST KILINMASI VE BUNADA DEVLET VE HUKUMETLERIN ALET OLMASIDIR. MILLI YA DA DINI BIR DEVLET NE CAGDASTIR, NE DE VATANDASI ICIN VARDIR. AKSINE VATANDASINI HAKIM VE USTUN DINI MEZHEPE VE MILLIYETSIZ MILLET OLMAYA ZORLAR.
  23. İNSAN YAYILIŞ Antarktika hariç tüm enlemler boyunca tüm kıtalarda. POPÜLASYON 7,3 milyar birey. ÖZELLİKLER Yuvarlak kafası, ince bedeni, büyük beyni –en azından bazılarında- vardır. Ayakta durabilir, vücut kılları belirli yerlerle sınırlıdır (koltuk altları, pubis, kafatasının üstü). Melanin hormonunun az veya çok miktarda olmasına bağlı olarak muazzam bir deri rengi çeşitliliğine sahiptir (siyah, kahverengi, bej veya çok açık pembe). • Boy: Ortalama 1,5-1,8 metre. • Ağırlık: Erkekler yaklaşık 75 / kadınlar yaklaşık 65 kg. AYIRT EDİCİ ÖZELLİKLER İnsan her türden hayvanı avlayabilir. Üstün bir yırtıcıdır ve en yırtıcı olduğu kabul edilen hayvanları bile avlama yeteneğine sahiptir. Bu yüzden, insana zaman zaman mutlak üstün yırtıcı dendiği de olur. Bununla birlikte, temelde vejeteryan olan hepçil yemek tercihlerinden ötürü insanlar besin piramidinin yukarısında yer almaz. BESLENME İnsanlar hepçildir. Nişasta ve bakliyatı da içeren, hem hayvan hem de bitki odaklı çok çeşitli yiyeceklerle beslenebilir. Genelde, enerji veren ve insan beyninin gelişmesinde anahtar rol oynadığı düşünülen pişirilmiş besinleri yer. TEHDİTLER • Hastalık: Bulaşıcı hastalıklar, kurtlar, sıtma, HIV, tüberküloz, kanser türleri, kalp hastalıkları, inmeler, serebrovasküler olaylar vb. • Doğal afetler: Deprem, kasırga, çığ, volkanik patlamalar, kuraklık, sel vb. • Diğer üyelerle çatışma: Savaşlar, cezai davranışlar, ırkçılık, ülkeler içinde ve aralarında adaletsiz gelir ve varlık dağılımı. • İnsan faaliyetlerinin ya da yaşam tarzlarının gelişimiyle ilgili tehditler: Kirlilik, açlık, yetersiz beslenme, eğitim eksikliği, temiz su, temiz enerji, hijyen, yoksulluk, endüstriyel felaketler, siyasi baskı ve insan hakkı ihlalleri. Daha detayli ve semali olarak her bir etkilenen tur ile ilgili nasil etkilendigine dair aciklayici bilgi icin; awsassets wwwftr panda org downloads iklim_degisikliginin_turler_uzerindeki_etkisi_raporu.pdf
  24. Katkıda Bulunanlar: Bu raporun hazırlanmasına katkıda bulunan aşağıdaki isimlere teşekkür ederiz: Andrea Weiss; Marielle Chaumien (WWF-Fransa); Mathilde Valingot (WWF-Fransa); Wendy Elliott (WWF-Uluslararası); Stephen Cornelius (WWF-İngiltere); Stephan Singer (WWF-Küresel İklim ve Enerji İnisiyatifi); Mandy Jean Woods (WWF-Küresel İklim ve Enerji İnisiyatifi); Richard Lee (WWF-Uluslararası). WWF ile İklim ve Enerji Girişimi Hakkında WWF’in misyonu, gezegenimizin doğal çevresinin bozulmasını durdurmak ve insanın doğayla uyum içinde yaşadığı bir geleceğin kurulmasına katkıda bulunmaktır. İklim ve Enerji Girişimi, WWF’in yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını teşvik ederek yeşil yatırımların payının arttırılmasını sağlamaya çalışan ve özel sektörle işbirliği içinde düşük karbon uygulamalarını ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik ederek iklim değişikliğine karşı çalışan programıdır. WWF-Türkiye Büyük Postane Cad. No:19 Kat:5 Bahçekapı 34420- İstanbul www.wwf.org.tr www.panda.org/climateandenergy Orijinal tasarım: Arthur Steen Horne Adamson Uluslararası versiyon için tasarım: 1TightShip.co.za Kapak Fotoğrafı: © naturepl.com / Anup Shah / WWF Çeviri: Onur Akgül Yayına Hazırlayan: Berivan Dural Editörler: Sedat Kalem-Özgür Gürbüz Yayınlama Detayları Rapor ilk kez WWF-Fransa tarafından Ekim 2015’te yayınlanmıştır. Uluslararası versiyon, Kasım 2015’te WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı, önceki ismi: Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) tarafından Gland, İsviçre’de yayınlanmıştır. Bu yayının kısmi veya tamamen çoğaltılmış örneklerinde, yukarıda anılan isimler başlık ve telif hakkı sahibini belirtmek için kullanılmalıdır. Tavsiye edilen alıntı: WWF, 2015. İklim Değişikliğinin Türler Üzerindeki Etkisi © Metin ve grafikler: 2015 WWF Tüm hakları saklıdır. Bu yayın, eğitimsel veya diğer ticari olmayan amaçlarla, telif hakkı sahibinin önceden yazılı izni bulunmadan çoğaltılabilir. Bununla birlikte WWF, öncesinde yazılı bildirim ve uygun hak tanıma beyanı talep etmektedir. Bu yayının yeniden satış veya diğer ticari amaçlarla çoğaltılması, telif hakkı sahibinin önceden yazılı izni olmadan yapılamaz. En son WWF Yaşayan Gezegen Raporu’nda (2014) ulaşılan sonuç tartışmasız: Dünya, biyoçeşitlilik konusunda kayda değer ve hızlı bir düşüş yaşıyor. 10 binden fazla omurgalı popülasyonunun (memeliler, kuşlar, balıklar, sürüngenler ve amfibiler) izlenmesi sonucunda, bu popülasyonlarda 1970 ve 2010 arasında yüzde 52 oranında düşüş gerçekleştiği belirlendi. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) tahminlerine göre, kuş türlerinin yüzde 35’i, amfibilerin (çift yaşamlılar) yüzde 52’si ve kayalık mercanlarının yüzde 72’si iklim değişikliğinin etkileri karşısında özellikle savunmasız kalacak. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), hazırladığı 5. Değerlendirme Raporu’nda, insan faaliyetleri sonucu gerçekleşen iklim değişikliğinin, insanların ekosistemler ve yaban hayat üzerindeki mevcut baskısını şiddetlendirdiğini ve böylece bizi altıncı bir soy tükenmesi olayına sürüklediğini doğruladı. Somutlaştırmak gerekirse, olan biten çok çabuk gerçekleştiği için birçok bitki ve hayvanın uyum sağlayacak vakti yok. Tehdit altındaki türlerin çoğunun, düzensiz iklim koşullarından ciddi derecede etkilenmiş ve biyolojileri (diğer bir deyişle; ekolojik, davranışsal, psikolojik ve genetik karakterleri) sebebiyle de çevresel etkilere daha hassas hale gelmiş bölgelerde yaşaması durumu daha da kötüleştiriyor. Bu neden bu kadar önemli? Doğadaki kaplanların, fillerin ya da gergedanların neslinin bir kaç yıl içinde tükenmesi bizi neden ilgilendirsin? Sık sık sorulan bu soru, kara ve deniz ekosistemlerinin yaşamı destekleme işlevlerinde biyoçeşitliliğin oynadığı rolü tam anlayamadığımızı gösteriyor. Karbon, oksijen, ve azot döngüsünü sağlayan toprak mikro organizmalarının, karbondioksitin emilmesinde emeği geçen diğer mikro deniz organizmalarının, suları arıtıp temizleyen tarım alanları ve ormanların veya müthiş bir polen taşıma görevini yerine getiren böceklerin muazzam rolünü hesaba katmalıyız. Kaplan ve fil gibi ikonik hayvanların ortadan kayboluşlarının ardında, çevrelerinde yaşanan şiddetli değişiklikiler yatıyor. Bu hayvanların bugün karşı karşıya bulundukları durum aslında insanı ileride çok daha derinden etkileyecek bazı olağanüstü gelişmelerin ilk sinyalleri. Bu rapor kimi ilgilendiriyor? En çok kim etkilenecek? İklim değişikliğinin tüm türlere etkisine dair kapsamlı bir değerlendirme sunmak imkansız olduğu için bunu WWF’in öncelikli kabul ettiği bazı simgesel türler ile kamuoyunun daha az ilgisini çeken ancak gezegenin ekolojik dengesi için hayati öneme sahip diğer türler aracılığıyla resmetmeyi tercih ettik. Etkilenen turler; Panda Kutup Ayisi Sumatra Orangutani Afrika Fili Mavi Balina Yesil Deniz Kaplumbagasi Derece olarak yukaridakilerden daha az etkilenen turler: Yaban arisi Aslanayagi Elkhorn mercani
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.