Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR


netman

Önerilen İletiler

Tamm sen yırtın diyelim..

İnşalah yırtmışsındırda..

Fakat şu soruyu lütfen cevapla..

Bir ülke var ve bu ülkede bir kral var..

Sana özel bir teveccühü var, seni seviyor..

Ve sana dediki, gel sana bir saray yaptırayım, sana son model otomobil tahsis edeyim, sana hizmetçiler tutayım, sana her türlü yiyecekler ve giyecekler temin edeyim dedi..

Sen kabul ettin ve kral bütün buları sana temin etti..

Aradan belli bir zaman geçti, kral seni ziyarete geldi..

Ama sen ayağa bile kalkmadın ve onu hiç tınlamadın..

Ve üstüne üstlük seni tanımıyorum, sen kral olsn nee olmasan ne dedin yüzüne karşı..

Sizce bu durum karşısında bu kral ne yapmalıdır..?

 

Sayın kral,

 

Çok güzel senaryolar yazıyorsun.

Memleketin senaristlere de ihtiyacı var.

Becerikli birisin de üstelik. Senaristliğe soyunsan iyi şöhret yaparsın.

Geçmişte ilgi çekici senaryoların'a bir kaç kez daha rastlamıştım.

 

Kurduğun senaryoları, inançlara atfen yorumlamamızı istiyorsun ama.

Yorumlarımız sana evrensel düşünce olarak dönecek ve ne yazıkki umduğun cevaplar olmayacak.

Ya da seni tatmin etmeyecek. Yorumlarımız ortaçağ anlayışlarıyla örtüşmüyor.

 

Şimdi söylediklerini irdeleyelim biraz.

Bizler evrensel ahlaka göre çalışmadan kralın vadettiği armağanları alamayız. Alınmamalı.

Sonra bu, dürüstlükte olmaz. Zekat gibi çalışmadan verilecek yardımlar ortaçağ düşüncesi.

Herkesin işi ve kazancı mutlak olmalı. Kaynak istiyorsan bunlar ayrıca tartışılabilir.

Senaryodaki "tınlanmayan" kral da iyi niyetli ise eğer, yaptığı yardımlar karşılığı işkence yapmayacak.

Olabilir, kültürlü değilmiş diyecek. Kaynar kazana atması veya ateşte dağlaması krala yakışmaz.

Krallar humanist (insancıl) olmalıdır.

Öyle değilmi sayın kral ?

 

Selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 298
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Sayın kral,

 

Çok güzel senaryolar yazıyorsun.

Memleketin senaristlere de ihtiyacı var.

Becerikli birisin de üstelik. Senaristliğe soyunsan iyi şöhret yaparsın.

Geçmişte ilgi çekici senaryoların'a bir kaç kez daha rastlamıştım.

 

Kurduğun senaryoları, inançlara atfen yorumlamamızı istiyorsun ama.

Yorumlarımız sana evrensel düşünce olarak dönecek ve ne yazıkki umduğun cevaplar olmayacak.

Ya da seni tatmin etmeyecek. Yorumlarımız ortaçağ anlayışlarıyla örtüşmüyor.

 

Şimdi söylediklerini irdeleyelim biraz.

Bizler evrensel ahlaka göre çalışmadan kralın vadettiği armağanları alamayız. Alınmamalı.

Sonra bu, dürüstlükte olmaz. Zekat gibi çalışmadan verilecek yardımlar ortaçağ düşüncesi.

Herkesin işi ve kazancı mutlak olmalı. Kaynak istiyorsan bunlar ayrıca tartışılabilir.

Senaryodaki "tınlanmayan" kral da iyi niyetli ise eğer, yaptığı yardımlar karşılığı işkence yapmayacak.

Olabilir, kültürlü değilmiş diyecek. Kaynar kazana atması veya ateşte dağlaması krala yakışmaz.

Krallar humanist (insancıl) olmalıdır.

Öyle değilmi sayın kral ?

 

Selamlar...

 

ya, tamam; cevap verme ihtiyacınızı anlıyorum ama, hem arkadaşın benzetmesini/senaryosunu küçümsemiş, bir manada saçma bulmuşsunuz, hemde açıklama çabasına girmişsiniz... o kimsenin veya o kimse gibi düşünenlerinde sizin için, sizin düşündüğünüz şekilde düşüneceklerini pek ala biliyorsunuz... bence sayın Bilimselci, böyle şeylere kaçmadan, eski tarzınızı devam ettirir daha bilimsel tesbitler sunarsanız daha yararlı olursunuz gibime geliyor... yani, bu şekilde birbirini yalanlama silsilesi hep sürüp gider yoksa, çünkü bilgi içermiyor ve faydalı olmaz diye düşünüyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ya, tamam; cevap verme ihtiyacınızı anlıyorum ama, hem arkadaşın benzetmesini/senaryosunu küçümsemiş, bir manada saçma bulmuşsunuz, hemde açıklama çabasına girmişsiniz... o kimsenin veya o kimse gibi düşünenlerinde sizin için, sizin düşündüğünüz şekilde düşüneceklerini pek ala biliyorsunuz... bence sayın Bilimselci, böyle şeylere kaçmadan, eski tarzınızı devam ettirir daha bilimsel tesbitler sunarsanız daha yararlı olursunuz gibime geliyor... yani, bu şekilde birbirini yalanlama silsilesi hep sürüp gider yoksa, çünkü bilgi içermiyor ve faydalı olmaz diye düşünüyorum...

 

Sayın Pantheaa,

 

Tespitlerimin tümünün, bilimsellik içerdiğine inanıyorum.

Bu benim duruşum, siyasetim, dünya görüşüm.

İllaki pozitif bilimler içermesi gerekmiyor.

Yukardaki tespitlerim az da olasa sosyal bilimleri çağrıştırıyor.

Daha yakından bakarsanız çıkartabilirsiniz.

 

Ayrıca tüm iletilerin tamamının, bilimden bahsetmesi ne derece doğru.

İnsanlar sohpetvaride konuşmalı, uygarca.

 

"Küçümsenmiş, saçma bulunmuş" yorumu talihsizlik.

Benim mücadelem, orta çağ anlayışına karşı.

Toplumların çoğuda halen uyguluyur bu anlayışları.

Var olan birşeyi küçümsemiyorum. Yanlış buluyorum.

Karşısına doğru alternatifleri sunuyorum.

Mantıken doğru olduğunu sen de söylüyorsun.

Bu hepimizin görevi olmalı. Sayın Pantheaa.

 

Selamlar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Pantheaa,

 

Tespitlerimin tümünün, bilimsellik içerdiğine inanıyorum.

Bu benim duruşum, siyasetim, dünya görüşüm.

İllaki pozitif bilimler içermesi gerekmiyor.

Yukardaki tespitlerim az da olasa sosyal bilimleri çağrıştırıyor.

Daha yakından bakarsanız çıkartabilirsiniz.

 

Ayrıca tüm iletilerin tamamının, bilimden bahsetmesi ne derece doğru.

İnsanlar sohpetvaride konuşmalı, uygarca.

 

"Küçümsenmiş, saçma bulunmuş" yorumu talihsizlik.

Benim mücadelem, orta çağ anlayışına karşı.

Toplumların çoğuda halen uyguluyur bu anlayışları.

Var olan birşeyi küçümsemiyorum. Yanlış buluyorum.

Karşısına doğru alternatifleri sunuyorum.

Mantıken doğru olduğunu sen de söylüyorsun.

Bu hepimizin görevi olmalı. Sayın Pantheaa.

 

Selamlar..

 

 

Sizi acımasızce eleştirme çabasında değildim... öncelikle bunu söylemek istiyorum... ikincisi şu da var ki; Bilim ya da mantıklı çıkarım yapabilme!!! yetisi insanları ne yazık ki Ortaçağ karanlığında kurtarabilmek gibi bir vaize üstlenemiyor... öyle ki, Avrupa bugün en ileri!!! medeniyete sahip olmasına rağmen, bildiğimiz gibi ahlaki çöküntü içindedir... Peki, Türkiye öyle değil midir? Liselerde çekilen, teve'lerde yayınlanan görüntülere bakarsak, Gelişmenin dini redetmekle yada mantıklı düşünmekle alakası olmadığını görürüz... öyle ki, o çok ileri avrupa hala ortaçağ kafasını aşmış değildir... kılıfları değişmiş ama özleri hala aynıdır... Haçlı taarruzlar devam etmiyor mu? ediyor... ne kadar çaba sarfederseniz edin Türkleri çok büyük bir ön yargıyla hala "Barbar" olarak niteliyorlar mı? evet öyle... bir ABD2li, kendisini, birey olarak diğer toplumların bireylerinden inanılmaz bir inatla üstün görmüyor mu? evet görüyor... Irak'ta o ABD, o gelişmiş uygarlığın Askeri bebeklere silah sıkıp, kadınlara tecavüz ediyor mu? ediyor... Yani, ORta Çağ zihniyeti Dine inanmakla yada inanmamakla alakalı değil... Mesela, Evrimci Darwin'in Irkçılığın babasıdır bir manada... Türklerle ilgili ağır ithamlerı vardır... yaşamayı bile layık görmez... bastırılması gereken bir ırk olarak görür... Yani Ortaçağ düşüncesini Medeni olmaya karşıt yada dine bağıt olarak düşünmeyin bence... çünkü çok göreceli bi kavram gibime geliyor... yani Ateist bir insan son derece İnsancıl olabileceği gibi gaddarda olabilir... İnançlı bir insanda aynı şekilde olabilir... Orta çağ düşüncesi sadece inanç bakımından ele alınmamalı... İnsanlık açısından da ele alınmalı ve asıl bu açıdan ele alınmalı... çünkü insanların iç dünyasını böyle itham etmek kimseye yakışmaz... sonuçta siz iç dünyanızda çok saçma sapan şeylere, hatta çağlar ötesi inançlara inanıyor olabilirsiniz... ne bileyim totemler edinmiş bile olabilirsiniz... ama bunu "İlkel" olarak yargılamak kimseye düşmez... sonuçta o insan, inanmakta rahattır... anlatmak istediğim herhangi bir inancı yok ortaçağ, yok ilkel olarak nitelemenizin hatalı olduğudur... yoksa kurduğunuz mantığa ve çabalarınıza saygı duyuyorum... mantığınızız haklı bulmamın nedeni ise, Bende ki, Allah'ın Zıtları, Kendisinde Birleştirdiği İnancımdan kaynaklanıyor... Zira Hasreddin Hoca'nın şöyle bir kıssası var, bilirsiniz: bir davalı, davacı, şahitleri falan gelirler... hoca herkesi dinler ver her dinlediğine "Haklısın" der, yardımcısı "bu nasıl olur" diye sorar, hoca ona da "Sende Haklısın" der... Bu olay görünüşte, herkesin kendisini haklı bulmasını gösterir... ancak Tasavvufta, tüm doğrular, Hakk'ta birleşir... kısaca sizin haklılığınız ya da benim Haksızlığım Hakk'ta birleşmektedir... o yüzden her bilgi değerlidir bence... sanırım anlatmak istediğimi anlatabilmişimdir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizi acımasızce eleştirme çabasında değildim... öncelikle bunu söylemek istiyorum... ikincisi şu da var ki;

.............

 

Sayın Pantheaa,

 

Hertürlü eleştirinize açık birisiyim. Acımasızda olabilir.

 

Yazınızın sonunda söylediğinz herkesin haklılığı olamaz.

Zira herkesin doğruluğu da "doğru" olamaz.

 

Keşke beni anlayabilseniz. Ben avrupa kültüründen bahsetmedimki.

Uzun uzadıya avrupa yada, herhangi bir ülkenin kültüründen bahsediyorsunuz.

Ben bilimsellik içeren evrensel kültürden bahsetmiştim. Doğru olan da odur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Pantheaa,

 

Hertürlü eleştirinize açık birisiyim. Acımasızda olabilir.

 

Yazınızın sonunda söylediğinz herkesin haklılığı olamaz.

Zira herkesin doğruluğu da "doğru" olamaz.

 

Keşke beni anlayabilseniz. Ben avrupa kültüründen bahsetmedimki.

Uzun uzadıya avrupa yada, herhangi bir ülkenin kültüründen bahsediyorsunuz.

Ben bilimsellik içeren evrensel kültürden bahsetmiştim. Doğru olan da odur.

 

Evrensel Kültür? biraz açar mısınız? zira Küreselleşmeye, Evrenselleşmeye, Globalizme... hangi adla anarsanız... böyle bir şeye Evrensel Kültürün varlığına inanmam... Gerçi bu sizin kastettiğiniz şeye bağlı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrensel Kültür? biraz açar mısınız? zira Küreselleşmeye, Evrenselleşmeye, Globalizme... hangi adla anarsanız... böyle bir şeye Evrensel Kültürün varlığına inanmam... Gerçi bu sizin kastettiğiniz şeye bağlı...

 

Araştırın sayın Pantheaa.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Araştırın sayın Pantheaa.

 

Araştırmak sorun değil arkadaşım... Kastettiğiniz şeyi anlamadım... Din konusunda bahsediyorsanız, Dinler genel olarak Evrensel olma amacındadır, ancak yaşanış biçimleri yerel olmaktadır... Türklerle, Arapların Müslümanlığı yaşayışları farklıdır mesela... Bilim olarak bahsediyorsanız, bilim ve sonuçları evrenseldir, ona bişey diyemem... Ha doğruluğu, yanlışlığı zaman içinde kanıtlanır o ayrı... Kültür'ü kastediyorsanız, Kültürler kesinlikle Yereldirler ve Küresel değildirler... Bugünkü Medeniyet hiç bir topluma mal edilemez... yada hiç bir inanca mal edilemez... Her Milletin ve İnancın, bugünkü değerlerde katkısı vardır, bu yönüyle Gelişim Küreseldir, ancak bu gelişmşliği yaşama sürecei yereldir... Yerel Kültürler hakimdir dünyaya ve bunu yaşayış giderek artmaktadır... Atrık Küreselleşme, uluslar arası ortak bir kültürün olacağı inancından çok, farklı kültürlerin bir arada yaşayabileceği inancına kaymıştır... Bence neyi kastettiğinizi açmalısınız... bu konuda bir çok kavram vardır ve Küresel Kültür deyişi bir çok anlam içerebilir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizin arastirmalariniz dinlerin dünyanin gecirdiyi felaketlerden sonra ciktigina dayanmiyor, halbuki gercekler sizin düsündüyünüz gibi deyil. Belkide o zamanlar allah kavramida deyisik anlam ifade ediyordu günümüze gelene kadar ilaveler deyisiklikler olmustur. Neticede dinleri bir kac tane olmus tufana bagliyabiliriz, simdi yazinin baslamasinla kayalara kil tabletlere neler yazilmis bakalim.

Kutsal Tufan anlatımları (2)

 

 

 

 

 

 

 

Gök-Anu tanrının “Tufan’ı hiç unutmayacağı” üzerine verdiği söz, günümüzden beş bin yıl kadar önce tabletlere kaydedilmeye başlanmıştı. Enki’nin gizlice ve mırıldanarak Sümer tanrılarının aldıkları Tufan kararını açıkladığı Şuruppak duvarı, günümüzde Yahudilerin hala kaderlerine ağladıkları Ağlama Duvarı olmalı.

 

 

 

 

İnsanlığı böylesine derinden etkilemiş bir konuyu, yanlışlar yapma pahasına ele almak gerekiyordu. Geçmiş insan tarihinin dehlizleri içinde düşe-kalka ve fakat insanbilim ibrişimlerini takip ederek 5-6 bin yılı anlamak, doğrudan doğruya, dinsel saflaşmayla belirmeye başlayan şu andaki dünya durumunu da anlamaya çalışmak demektir.

 

 

 

 

 

Eski tarih aktarım biçimi kabul edilmesi gereken sözlü Sümer ilahileri, doğal olarak, yazının henüz yaratılmamış ve kullanılmıyor olduğu dönemler de de vardı. Kuran’ın ezber-hatmi nasıl mümkün ise, şarkılar biçimli Sümer ilahileri de nesilden nesile öyle aktarılıyordu. Yazının kullanımıyla birlikte, eski ilahiler de önce taşlara ve giderek kil tabletlere kaydedilmeye başlanmış olmalıdır; fakat anımsandığı biçim ve içerikle!

 

 

 

 

Eski Sümer yazılarını değerlendirirken, hemen başlangıçta iki önemli noktayla karşılaşırız: Önce, taş ve kil tabletlere kazılmış kavramların, başlangıçtaki anlamlarının değişmiş olma olasılığı. Toplumsal gelişmeye bağlı doğal bir olgu olarak bir çok kavramın anlam değiştirme süreci geçirebileceğini biliyoruz. Tablet yazıcılar kavram söylenişini muhafaza etmiş olsalar bile anlam kaymasını önleyemezlerdi; yazıcılar, ister istemez, kavramı, yaşadıkları çağda tanıdıkları yeni anlamıyla aktarıyorlardı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Araştırmak sorun değil arkadaşım... Kastettiğiniz şeyi anlamadım... Din konusunda bahsediyorsanız, Dinler genel olarak Evrensel olma amacındadır, ancak yaşanış biçimleri yerel olmaktadır... Türklerle, Arapların Müslümanlığı yaşayışları farklıdır mesela... Bilim olarak bahsediyorsanız, bilim ve sonuçları evrenseldir, ona bişey diyemem... Ha doğruluğu, yanlışlığı zaman içinde kanıtlanır o ayrı... Kültür'ü kastediyorsanız, Kültürler kesinlikle Yereldirler ve Küresel değildirler... Bugünkü Medeniyet hiç bir topluma mal edilemez... yada hiç bir inanca mal edilemez... Her Milletin ve İnancın, bugünkü değerlerde katkısı vardır, bu yönüyle Gelişim Küreseldir, ancak bu gelişmşliği yaşama sürecei yereldir... Yerel Kültürler hakimdir dünyaya ve bunu yaşayış giderek artmaktadır... Atrık Küreselleşme, uluslar arası ortak bir kültürün olacağı inancından çok, farklı kültürlerin bir arada yaşayabileceği inancına kaymıştır... Bence neyi kastettiğinizi açmalısınız... bu konuda bir çok kavram vardır ve Küresel Kültür deyişi bir çok anlam içerebilir...

 

Bunları daha önce de konuşmuştuk sayın Pantheaa,

 

Bilim içerikli evrensel kültür/ahlak konusunu araştırmak zor olmasa gerek.

Benden istiyorsun sanırım, kısaca bildiklerimi açıklayayım.

 

İnsanların yaşam süreci içerisinde madde ile olan ilişkileri ;

Dolayısı ile üretim ve onun tüketim biçimi, toplumlarda zamanla bir kültür ve ahlak biçimi oluşturmuştur.

Buna, dinlerde dahil.(bilimsel yorum)

 

Değişik coğrayada farklı olarak oluşan bu kültür ve ahlak biçimi ;

Daha sonra edinilen bilimsel değerlerle de yorumlanarak, ortak bir evrensel biçim almıştır.

Kimi toplumlar inançları gereği evrensel kültüre uyumda gecikirselerde;

Bu değişimler, toplumların sosyal ve kültürüler devinimleridir.

Bilim bu gelişmeleri, "toplumların sosyal gelişimlerinin diyalektiği" olarak inceler/değerlendirir.

 

İnançlar, söylediğin gibi evrensel olma peşindedir.

Ayakta kalmaları için gereklidir.Ancak bu mümkün değildir.

Zira, önce kendi aralarında çelişirler. Sonrada kendi içlerinde çelişirler.

 

Evrensel kültürün alternatifi olamaz. Çünkü bilimsellikle çelişmez.

Daha iyi anlaşılması için bir kaç misal vereyim.

* Kadın ve erkek yasal olarak tüm haklarda(ekonomik/sosyal) eşit olmalıdır.

* Çalışanlar emeğine göre ücretlendirilmelidirler. (doğru bir ölçüde)

* Evlilikte medeni nikahtan başka nikah kabul edilemez. Aksi, eş aldatmaktır.

* İnsanlar dayatma olmaksızın, inançlarında özgür olmalıdırlar.

* Her bireyin milli kimliğini/kültürünü yaşama hakkı olmalıdır.

* Tüm farklı kültüre ve kimliğe ait insanlar barış içinde kardeşçe yaşamalıdırlar.

(Yurtta sulh, cihanda sulh)

* vs.vs.

Bunlar, hemen aklıma gelen bugün için alternatifi olmayan genel geçer evrenselleşmiş kültürler.

 

Konu, Kral arkadaşımızın "Kral senaryosu"ndan açılmıştı.

Söz konusu senaryo'ya, evrensel kültüre uymadığı için,

sağlıklı değerlendirmekte mümkün olamaz demiştim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bakınız Bilimselci, söylediklerinizde HAKSIZSINIZ DEMİYORUM, ancak bazı sorular sormam yada açıklamalar yapmam gerekecek... Bunlar daha önceki tartışmalardaki Bilim, Din veya ikisinin çağa uygunluğu ile ilgili değildir...

 

İnsanların yaşam süreci içerisinde madde ile olan ilişkileri ;

Dolayısı ile üretim ve onun tüketim biçimi, toplumlarda zamanla bir kültür ve ahlak biçimi oluşturmuştur.

Buna, dinlerde dahil.(bilimsel yorum)

 

Değişik coğrayada farklı olarak oluşan bu kültür ve ahlak biçimi ;

Daha sonra edinilen bilimsel değerlerle de yorumlanarak, ortak bir evrensel biçim almıştır.

Kimi toplumlar inançları gereği evrensel kültüre uyumda gecikirselerde;

Bu değişimler, toplumların sosyal ve kültürüler devinimleridir.

Bilim bu gelişmeleri, "toplumların sosyal gelişimlerinin diyalektiği" olarak inceler/değerlendirir..

 

Şimd,, bir EVRENSEL KÜLTÜR'den bahsediyoruz... Ki ben Evrensel Ortak Bir Kültür'ün OLAMAYACAĞINA inanıyorum... PEki, Bahsettiğiniz bu EVRENSEL KÜLTÜRün örneğinin yaşayan bir toplum var mıdır? Yani bu Kültürün bugünkü temsilcisi, Evrensel Temsilcisi olması gerekir mutlaka... Eğer böyle bir kültür varsa, ve bahsettiğiniz gibi o kültüre ulaşamayan toplumlarda varsa, mutlaka ona ulaşmış toplumların olması da gerekir... Kimdir bu Evrensel Kültüre Ulaşmış Toplumlar?

 

Dediğimiz gibi Tüm Felsefeler, Tüm Dinler, Tüm Doktrinler zaten Evrensel olma çabasındadır... Olup olamayacakları değil söylediğimiz ancak, hepsi zaten Evrensel Bir Kültür Oluşturma Çabasındadırlar... Sizin bahsettiğiniz "Evrensel Kültür" hangi çabanın ürünüdür? Hangi Bilgi'nin ürünüdür... "Bilim"in ürünüdür derseniz eğer, Bilim bir kültür oluşturma çabasında değildir ve olmamıştır... Bilim; Sadece ve Sadece Doğayı Anlama çabasındadır... ve bugün doğru olan bir bulgusu değişebilir, yanlışlanabilir yada geliştirilebilir... Öyle ki, Biz görüyoruz ki, Evrensel Kültür Oluşturmak çabasındaki her Devinim, sadece "Ütopya" olarak adlandırılmaktan öteye gidememiştir... Yani "Evrensel Kültür" tam anlamıyla Tüm Düşünsel Devinimlerin Ulaşma Çabasında oldukları "Gelecek Zaman Ütopyasıdır". Bakınız, sanıyorum ki Bernştayn'dı, Sosyalizm'den Revizyonizm'i (yada Türkçesiyle Demokratik Sosyalizm diyelim) ortaya sürerken şunu da söylemişti: Sosyalizm belki hiç bir zaman olmayacak ancak belki yaklaşabiliriz... Görüldüğü gibi Evrensel Kültürün nüveleri yada özellikleri tam olarak belli değildir. Bu özellikler bağlı olduğunun inanç sistemi yada felsefeye göre değişiklikler gösterebilir... Anarşizmin Evrensel Kültüründe nikah bile olmayabilir, ancak Liberalizmin Evrensel Kültüründe yasal/resmi Nikah olmalıdır...

 

İnançlar, söylediğin gibi evrensel olma peşindedir.

Ayakta kalmaları için gereklidir.Ancak bu mümkün değildir.

Zira, önce kendi aralarında çelişirler. Sonrada kendi içlerinde çelişirler..[/font][/color][/size][/b]

 

Her İnanç Sisteminin ve Felsefe'nin kendi içinde tutarlı olduğu yada o İnançların ve Felsefelerin Tutarsız olmayı hedeflediği aşikardır... Öyle ki; bir Komünist için komünizm tutarsızdır, bir kapitalist için kapitaliz... Hırisityan için Hırisityanlık, Müslüman için İslam... Yani bu tür Sistemler zaten Temel olarak Adanmışlığı esas aldıkları için, tutarsızlığını kanıtlamanız imkansıza yakındır... Bunu burada görmüş olmanız gerekir... Çünkü, bakın şu var ki; Bir İnsan bir sisteme inanıyorsa, öncelikle bilmelisiniz ki, o İnanç Sistemi o kişiyi En Başından TATMİN EDİYORDUR... sizin çelişki olarak gördüğünüzü, o kimse pek ala anlayabiliyordur, idrak edebiliyordur... o yüzden temelde her insan inandıklarında HAKLIdır... tıpkı sizin haklı olduğunuz gibi... yada Nasreddin Hoca'nın Herkesi Hakıl bulduğu gibi... O yüzden, taraftarları olduğu sürece her inanç sistemi ayakta kalacaktır... Dinler, yada İslam diyelim, Tüm İnsanlığa seslenir ve Evrensel Olmak Peşindedir... Ancak evrenselliği, öyle mi sanıyorsunuz bilmiyorum ama, bir Devlet yada Kurum olmak anlamında değildir... Hıristiyanlık bir Kurum olarak Yagın olmayı amaç edinmiştir, Tarihte böyle bir misyonu vardır... Yahudilik, sadece Yahudilerin Dini olmakla beraber bir erek sahibidir ve en azından Arz-ı Mev'ud-a sahip olmayı diler ve Tüm İnsanlığın Yahudiliğe hizmet edeceği günü öngörür... Bu anlamda bir Evrenselliğe sahiptir...

 

Evrensel kültürün alternatifi olamaz. Çünkü bilimsellikle çelişmez.

Daha iyi anlaşılması için bir kaç misal vereyim.

* Kadın ve erkek yasal olarak tüm haklarda(ekonomik/sosyal) eşit olmalıdır.

* Çalışanlar emeğine göre ücretlendirilmelidirler. (doğru bir ölçüde)

* Evlilikte medeni nikahtan başka nikah kabul edilemez. Aksi, eş aldatmaktır.

* İnsanlar dayatma olmaksızın, inançlarında özgür olmalıdırlar.

* Her bireyin milli kimliğini/kültürünü yaşama hakkı olmalıdır.

* Tüm farklı kültüre ve kimliğe ait insanlar barış içinde kardeşçe yaşamalıdırlar.

(Yurtta sulh, cihanda sulh)

* vs.vs.

Bunlar, hemen aklıma gelen bugün için alternatifi olmayan genel geçer evrenselleşmiş kültürler.

[/font][/color][/size][/b]

 

Bakın Evrensel Kültürün Alternatifi, yada karşıtı diyelğim, yine Evrensel Başka Bir Kültürdür... Şimdi bahsettiğimiz Evrensel Kültür, zaten şu an yeryüzünde hiç bir toplumda gerçekleşmemiş olan bir Kültür... ya da şöyle diyelim; anladığım kadarıyla Liberal Evrensel Kültür... yani yaptığınız örneklemler bu tanıma uyuyor biraz... Ancak bilindiği gibi Komünizm'de bir Evrensel Kültür amaçlar ve bu Doktrinin en önemli mimarlarından Stalin önemli bir Dinsizleşme ve Kültürsüzleşme amacı güder... Rus'ya nın geçmişi ile olan tüm bağlarını her şeyiyle koparma gayesine girişmiş ve dini tahayyülleri engelleme çabasına girmiştir... Ha başarısız olmuştur yada olmamıştır o ayrı... Anarşizmin amaçladığı Evrensel Kültür ise dediğimiz gibi en başta, saydığınız haklar bir yana, o hakları temin edecek Kurumların varlığını yadsır en başta...

 

Bakın söylediğiniz Kurallara katılıyorum ve olması gereken şartlar onlardır ancak belirttiğiniz şartlar, insanların düşünsel çabalarının en tepesindeki şartlar değil, sadece o çabaların bir başka ürünüdür... Böyle bir çok ürünü de bulunmaktadır... Ayrıca aslında şu da vardır ki, belirttiğinz şeyler Kültür değildirler... Bunlar olması gereken Evrensel Haklardırlar... Haklar bir kültür oluşturmazlar sadece bir kültürün alt nüvesidirler... Kısaca saydıklarınıza Evrensel Kültür yerine, Evrensel İnsan Hakları dersek daha iyi etmiş oluruz sanıyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet eskiden ole diyordum ben daha kucugum karar degistirmem normal

Tanrinin olmadigina kannaat getirdim...

Adaletsiz bir tanri olsada ben istemem...

Insanlari esit yarattim diyoo bu esitlik nerdee

Kadinlarin bunun icindeki yeri ne dediginiz elcilere gelince

Hz.muhammede inanmam cunku din din demis insanlarin karilariyla evlenmis..

Ve sizin kurtlere ve ermenilere olan dusmanliginiz gibi bende araplardan neferet

ederim ve arapligi iceren hic bir seyede inanmam.....

Lutfen artik ornek vermeyin sizin stratejileriniz biraz gercek disi..

Kral i Tanriyla eslediniz bu sonucsuz bir karsilastirma....

ve kimse bildigi kisilere nankorluk yapmaz..

oldugu daha kanitlanmamis kisi benim icin kanitlanmamis hipitezdir....

saygilarimla.........

 

İslam bilmediğiniz yada yanlış bildiğiniz şeyleri bizlere delil gibi gösteriyorsunuz..

Din konularındaki bilgi düzeyinizi belli bir noktaya getirinceye kadar sizinle tartışmam kararı aldım..

Çünkü gerçekten zamanım boşa harcamış oluyorum..

İki gündür yaza yaza bileğim incindi, görüyorumki hala, dinde olmayan şeylerden bahsediyorsunuz ve dünyanın gelmiş geçmiş en mükemmel insanını haksız sözlerle itham ediyorsunuz..

Şimdilik size yazmaktan çekiliyorum..

 

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın kral,

 

Çok güzel senaryolar yazıyorsun.

Memleketin senaristlere de ihtiyacı var.

Becerikli birisin de üstelik. Senaristliğe soyunsan iyi şöhret yaparsın.

Geçmişte ilgi çekici senaryoların'a bir kaç kez daha rastlamıştım.

 

Kurduğun senaryoları, inançlara atfen yorumlamamızı istiyorsun ama.

Yorumlarımız sana evrensel düşünce olarak dönecek ve ne yazıkki umduğun cevaplar olmayacak.

Ya da seni tatmin etmeyecek. Yorumlarımız ortaçağ anlayışlarıyla örtüşmüyor.

 

Şimdi söylediklerini irdeleyelim biraz.

Bizler evrensel ahlaka göre çalışmadan kralın vadettiği armağanları alamayız. Alınmamalı.

Sonra bu, dürüstlükte olmaz. Zekat gibi çalışmadan verilecek yardımlar ortaçağ düşüncesi.

Herkesin işi ve kazancı mutlak olmalı. Kaynak istiyorsan bunlar ayrıca tartışılabilir.

Senaryodaki "tınlanmayan" kral da iyi niyetli ise eğer, yaptığı yardımlar karşılığı işkence yapmayacak.

Olabilir, kültürlü değilmiş diyecek. Kaynar kazana atması veya ateşte dağlaması krala yakışmaz.

Krallar humanist (insancıl) olmalıdır.

Öyle değilmi sayın kral ?

 

Selamlar...

 

Sayın bilimselci..

O bir temsildi..

Söylemek istediklerimin daha açık anlaşılması ve hafızada kalması açısından yaptığım bir temsildi..

Çalışmadan kazanmak elbette hoş bişi değildir..

Ama konuda çalışmadan kazanma teması incelenmiyor..

Vurgulanmak istenilen şey ne ortaçağ ne krallar, nede köylüler, dilenciler vs..

Acaba çalışıp çabaladığın içinmi yediğini içtiğini nefes aldığını sanıyorsun..

Söylesene bir nefes hava için biçilen paha yada çalışma saati ne kadardır..??

Acaba gerçekten kendi çabanlamı yaşıyorsun, dirisin ve ölmedin..??

Bu noktalarda çok tefekküre ihtiyacımız var..

Ve şunu söylüyorum, yeryüzünde Rabbine karşı insan kadar asi bir canlı daha yaşamamıştır..

 

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kiral: gitme devam et yazmaya bak neler öyreniceksin, deyisime acik olmaliyiz hepimiz

 

Öte yandan, özellikle yazının ilk gelişme dönemlerinde, yazı sistemlerinin oturması sürecinde, birbirinden kopye edilerek yenilerin yazılması sırasında, eski kavramların her seferinde başlangıçtaki şekilde okunamamış olması da ciddi bir olasılıktır. Ölçüm ve değer birimlerinin değişme süreci geçirmesinin, Sümer Kıraliyet Listesinde tarih ve rakamların farklı şekillerde okunması sonucunu doğurduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Yeri geldiğinde “3 ay, 1/2 gün’ diye not düşen dikkatli tablet yazarları, yine de, eski rakamları onbinlerce, yüzbinlerce yıl olarak okumaktan kurtulamazlar. Ayrıca biliyoruz ki, her farklı toplum birimin kendine has değer ölçüleri vardı; farklı topluluk yazıcılarının bunları dönüştürme işlemini nasıl yapmış olduklarını bilemiyoruz.

 

 

 

 

Tamamen şekillerden oluşan fikir-yazıdan, heceli alfabeye doğru geçiş; kelime veya hece ifade eden şekil-desenlerin farklı dillerdeki ses değerinin değişik olması; aynı dönemlerde farklı birimlerce yazının sağdan sola doğru veya tersi bir sistemle yazılıp okunması; bir dilden ötekine aktarımda ses veya anlam tercümesine başvurulduğunda karşılaşılan zorluklar, eski toplum yazıcılarının ciddi bir sorunu idi. Sesdeğersel alfabetik dönüştürme, trancription, farklı dildeki bir kelimenin bir başka dilde yazımı, bugünkü dünyamızın bile üstesinden henüz gelemediği zorluklar taşır.

 

 

 

 

Eski yazıcılar, En-ki’nin 40 ismi ve 15 sıfatı bulunduğunu yazmışlardı. Aynı tanrı ad yazımları bile bazan farklı ses değerleriyle ifade ediliyordu ki; eski Sümer sözcüklerinin tersten veya farklı ses değerleriyle okunarak kalıcı hale gelen sözcüklere de sahibiz. Örneğin Sümer (Ş)uruppak yerleşimi günümüzde Fara; Nippur ise Niffer olarak biliniyor. O halde, Sümerologların (p) olarak okuduklarını Semitler (f) olarak ; Fara’da ise üstelik hecesel bakımdan sağdan sola doğru okuyorlardı. Eski Yunan Platon’u da Arap dünyasında aynı nedenle Eflatun halini almıştır. Burada, Sümerologlarımızın yanlış okuma olasılığını da gözden uzak tutmamak gerekir.

 

 

 

 

 

Bazı eski yazı sistemlerinde sadece sessiz harfler nakşedilerek, sesli harflerin kullanımı okuyucuya bırakılıyordu. Örneğin RK olarak yazılmış kelimeyi, ErEk, UrUk veya Arak, hatta (L)ArAk olarak okumak okuyucunun bilgi ve becerisine bağlıdır. Yazıldığı sırada, günlük kullanım seslerini herkes bildiği için sorun oluşturmayan bu durumun zamanla ciddi okunma güçlükleri çıkarması kaçınılmazdı. Sümerologların Uruk veya Larak olarak okudukları RK yazımı Eski ahitte, şimdiki yazıya Erek sesleriyle aktarılmaktadır ki, bunun şimdiki IrAk olduğunu biliyoruz.

 

 

 

 

Bay Schmokel, kitabında, bir yerde Sümerce ‘Etemen-enki’ sözcüğünü ‘Enki’nin Sarayı’ olarak okuyup çevirmişti; kitabının bir başka bölümde ise “Enlil’in sarayı”nı ‘ Nemetti-enlil’ olarak okumuştur. Burada bay Schmokel, Sümer saray sözcüğünü , hecesel olarak bir kez sağdan başlayarak, bir de soldan başlayarak okumakta; her seferinde aynı ‘saray’ anlamını bulmakta; fakat her seferinde de farklı bir sözcük kullanmaktadır. Bay Schmokel farketmemiş olsa da, bu, eski tabletlerde kelimelerin, bazan nasıl yazılmış ve okunmuş olduklarını gösteriyor.

 

 

 

 

 

Bütün bunlar, eski yazıtları anlamaya yönelik okuma çalışmasının güçlüklerini kısmen ifade ederler.

 

 

Sümer’de İnanna olan Babil’in İştar’ı tarafından ‘seçildiği’ kendisine vahyedilen Assubanipal-I de, yazıcılar tanrısı Nebo'nun bilge düzenlemesiyle yazılmış eski şekil yazıları yeni yazıya nasıl dönüştürdüğünü; kopya yazıların doğruluğunu nasıl araştırdığını; karşılaştırmalı doğrulamayı nasıl yaptığını ve bu yetkinliğe erişebilmek için nasıl ciddi bir eğitimden geçmiş olduğunu şöyle anlatmıştı:

 

 

“Tablet üzerine yazma sanatının tüm sırlarını ve özelliklerini öğrendim. Yerin ve göğün halinin nasıl yorumlanacağını biliyorum. Bilginlerin toplantılarında tartışıyorum. Çarpma ve bölmede en karışık, zor meseleleri bile çözebilecek çaptayım. Tufan döneminden kalan tamamıyla anlaşılmaz bir taş çizimine şöyle bir göz atmam veya Sümer-Akad dönemlerinin çözülmesi çok zor yazılarını bir okumam yeter. ”

 

 

 

 

Günümüzde Fıransızca OTAN kelimesi, İngilizcede NATO olarak yazılıyor; her iki kelime

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kiral: gitme devam et yazmaya bak neler öyreniceksin, deyisime acik olmaliyiz hepimiz

:clover::clover::(:shocked::lol::lol:

 

Lena üye olduğun günden beri beni hep güldürdün alemsin..:)

Birde senin yazı yarım kalmış tammalayım ben..

Babil metinlerinde, Hammurabi yasalarının önsöz ve sonsözünde , Sümerlerde adına rastlamadığımız, Marduk okunuşlu bir tanrıyla karşılaşırız. Üstelik Marduk, Babil için, sıradan bir tanrı değil, Sümer Yaratılış’ında yer almış , hatta bir bakıma asıl yaratıcı tanrıdır; EA-Enki’nin büyük oğludur ve EA, tüm ‘karabaşlar’ üzerindeki Enlil’liğe Marduk’u tayin etmiş; “igigi”ler, büyük tanrılar arasında Marduk’u yüceltmişti.

Böylesine önemli bir Babil tanrısının kutsal kitaplara ve eski Sümer tabletlerine bir şekilde yansımış olması gerekliydi ama, Marduk yazımlı bir tanrıya, ne Sümer tabletlerinde , ne de Eski Ahit’te rastlarız; bunun bulunması gerekliydi.

Babil metinlerinin Marduk’u, Sümer dilinde A-mar-utu olarak yazılıyordu. Utu ise, Babil Güneş tanrısı Şamaş’ın karşılığıdır. Doğal olarak Marduk, kelime kelime Güneş’in Oğlu’ demekti. Büyük oğul olduğuna göre, bunun doğru Sümer yazımı da En-a-mar-utu olmalı idi ve Eski Ahit onu Namrut olarak okuyup aktarmış olmalıdır:Demek ki, Babil Marduk’u şimdiki bölge topluluklarının zalim ve gaddar yönleriyle tanıdığı Nemrut’ dan başkası değildi. Böylece eski Ahit ve Babil kaynakları üzerinden Sümer yaratılışına kadar inebiliyor ve Nemrut’un Sümer başlangıç dönemine uzanan eski bir tanrı(yunan öğretisinde ‘ikinci kuşak tanrılar’) olduğunu anlıyoruz. Eski Ahit, Amar(utu=şamaş) yazımlarından samara, amara, semiramis, samaritin , Mari, Martu gibi topluluk ve şahıs isimleri de üretebilmiştir.

Kavramların içeriksel anlamından hareket eden çalışmaların uzmanlarımız tarafından yeterince ele alınmış olduğunu söyleyemeyiz. Bazı bilim adamlarımızın, tarihe, tarihte ‘binlerce yıl yaşayan’ şahsiyetler konusuna, nerede ise dinbilginleriyle aynı temelde ve fakat tersten yaklaşmaları; tarih secerelerini adeta günümüzün isim-soyisim kanunları çerçevesinde ele almaları ise her şeye değer!

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili kiral hicde gülünc biri deyilim ve de sabit fikirli de deyilim, hepsi uzun olucagindan okunmuyacagini da biliyorum onun icin bölüm ler halinde aktariyorum marduga da geliyoruz.

 

her iki kelime de aynı olguyu farklı ses değerleri ile anlatmaktadır. Değişik dil veya lehçelere sahip eski toplumlarda da benzer durumlar varolmuş olmalıdır. Yahudi Tapınak görevlileri eskiden, yazıtları anlayamadıkları zaman, onları ters yönden okumaya; kelime köklerini bulmaya ve okuma zorluklarını aşmaya çalışırlarmış; bu herhalde yukardaki durumdan ötürü başvurulan bir yoldu.

 

 

 

Babil metinlerinde, Hammurabi yasalarının önsöz ve sonsözünde , Sümerlerde adına rastlamadığımız, Marduk okunuşlu bir tanrıyla karşılaşırız. Üstelik Marduk, Babil için, sıradan bir tanrı değil, Sümer Yaratılış’ında yer almış , hatta bir bakıma asıl yaratıcı tanrıdır; EA-Enki’nin büyük oğludur ve EA, tüm ‘karabaşlar’ üzerindeki Enlil’liğe Marduk’u tayin etmiş; “igigi”ler, büyük tanrılar arasında Marduk’u yüceltmişti.

 

 

 

 

Böylesine önemli bir Babil tanrısının kutsal kitaplara ve eski Sümer tabletlerine bir şekilde yansımış olması gerekliydi ama, Marduk yazımlı bir tanrıya, ne Sümer tabletlerinde , ne de Eski Ahit’te rastlarız; bunun bulunması gerekliydi.

 

 

 

 

 

Babil metinlerinin Marduk’u, Sümer dilinde A-mar-utu olarak yazılıyordu. Utu ise, Babil Güneş tanrısı Şamaş’ın karşılığıdır. Doğal olarak Marduk, kelime kelime Güneş’in Oğlu’ demekti. Büyük oğul olduğuna göre, bunun doğru Sümer yazımı da En-a-mar-utu olmalı idi ve Eski Ahit onu Namrut olarak okuyup aktarmış olmalıdır:Demek ki, Babil Marduk’u şimdiki bölge topluluklarının zalim ve gaddar yönleriyle tanıdığı Nemrut’ dan başkası değildi. Böylece eski Ahit ve Babil kaynakları üzerinden Sümer yaratılışına kadar inebiliyor ve Nemrut’un Sümer başlangıç dönemine uzanan eski bir tanrı(yunan öğretisinde ‘ikinci kuşak tanrılar’) olduğunu anlıyoruz. Eski Ahit, Amar(utu=şamaş) yazımlarından samara, amara, semiramis, samaritin , Mari, Martu gibi topluluk ve şahıs isimleri de üretebilmiştir.

 

 

 

 

 

Kavramların içeriksel anlamından hareket eden çalışmaların uzmanlarımız tarafından yeterince ele alınmış olduğunu söyleyemeyiz. Bazı bilim adamlarımızın, tarihe, tarihte ‘binlerce yıl yaşayan’ şahsiyetler konusuna, nerede ise dinbilginleriyle aynı temelde ve fakat tersten yaklaşmaları; tarih secerelerini adeta günümüzün isim-soyisim kanunları çerçevesinde ele almaları ise her şeye değer!

 

 

Bay J. L. Huot, eserinde;

 

«Kiş’in kırallarından birisi, çoban Etena büyük olasılıkla mitolojiktir, fakat ötekiler gerçek tablet yazılarıyla da onaylanlanmıştır, örneğin Mebaragesi gibi. Sorun şurdadır ki, Lagaş veya Ur kıraliyet mezarlarında veya öteki yerlerde bulunan tabletlerde varlığı belirtilen bir çok kıralın adı, Sümer Kıraliyet Listesinde yer almamaktadır. ”

 

 

Gılgamış’ı En-mer-kar olarak da okuyan Bay Huot, yine de ısrarla listede yazılmış ‘isim’ arayışını sürdürmeye devam eder. Oysa Sümer toplumundaki ‘isim’, günümüzdeki anlamıyla bir isim değildir. Orada, bütün eski topluluklarda olduğu gibi, ’bağımsız’ birey adı değil, genel olarak konum veya bireyin aidi bulunduğu toplum birimin tanımı bulunur; bu tanım, eğer istenirse, ‘ad’; bölge, tapılan tanrı, kutsal ve haram hayvan veya bitki isimleri ya da , renk ayırımlarıyla belirlenir. Orada her şey, eski insan toplumunun doğallığına uygun olarak, yürürlükteki ilişki biçimlerine göre anlam kazanıp şekillenir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tartismaya girmeden uzun uzadiya bazi arkadaslari ikna etmeye gerek görmeden-cünkü onlar herseyi inkar ederler-önemli bir gercegi vurgulamak istiyorum.Kainatta hersey bir degisim icinde,bu degisime materyalizmin en güclü savunuculari bile ayak uydurmaktadirlar öyleki,dün Allah'in varligina siddetle karsi cikan bircok taninmis materyalist Bilim adami-böyle yaziyorum cünkü,bütün bilim adamlari materyalist degildirde ondan,siz bakmayin bazi arkadaslarin Bilimle ugrasanlari materyalist gösterme cabalarina-yaptiklari calismalar sonunda,yaradilisin bir tesadüfler zinciri olmadigini,ve Kainati yönlendiren bir ilahi gücün varligini kabul ettiklerini aciklmislardir,belki arkadaslar belge diye tutturacaklar,hic kuskunuz olmasin kisa bir zaman icinde o bilim adamlarinin isimlerini ve aciklamalarini bu forumda herkes okuyacaktir.Ama suna o kadar eminim ki bu arkadaslar buna ragmen düsüncelerinden ödün vermeyeceklerddir,bu onlarin en tabii haklaridir,saygi duymaktan öte elimizden baska birsey gelmez.

Saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bakınız Bilimselci, söylediklerinizde HAKSIZSINIZ DEMİYORUM, ancak bazı sorular sormam yada açıklamalar yapmam gerekecek... Bunlar daha önceki tartışmalardaki Bilim, Din veya ikisinin çağa uygunluğu ile ilgili değildir...

..........

Kısaca saydıklarınıza Evrensel Kültür yerine, Evrensel İnsan Hakları dersek daha iyi etmiş oluruz sanıyorum...

 

Saygılarımla...

 

Sayın Pantheaa,

 

Çok açık olmama rağmen anlaşılamamam beni çok üzdü.

Bu kezde sosyalizmden falan bahsetmişiniz.

Ama umarım, "Evrensel kültürü" daha başka kaynaklardan okuyup özümlediğinizde tartışmamıza devam ederiz.

Tartışma isteğinizi beğeniyorum. Şimdilik hoşçakalın.

 

Selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tartismaya girmeden uzun uzadiya bazi arkadaslari ikna etmeye gerek görmeden-cünkü onlar herseyi inkar ederler-önemli bir gercegi vurgulamak istiyorum.Kainatta hersey bir degisim icinde,bu degisime materyalizmin en güclü savunuculari bile ayak uydurmaktadirlar öyleki,dün Allah'in varligina siddetle karsi cikan bircok taninmis materyalist Bilim adami-böyle yaziyorum cünkü,bütün bilim adamlari materyalist degildirde ondan,siz bakmayin bazi arkadaslarin Bilimle ugrasanlari materyalist gösterme cabalarina-yaptiklari calismalar sonunda,yaradilisin bir tesadüfler zinciri olmadigini,ve Kainati yönlendiren bir ilahi gücün varligini kabul ettiklerini aciklmislardir,belki arkadaslar belge diye tutturacaklar,hic kuskunuz olmasin kisa bir zaman icinde o bilim adamlarinin isimlerini ve aciklamalarini bu forumda herkes okuyacaktir.Ama suna o kadar eminim ki bu arkadaslar buna ragmen düsüncelerinden ödün vermeyeceklerddir,bu onlarin en tabii haklaridir,saygi duymaktan öte elimizden baska birsey gelmez.

Saygilarla

 

Yerden göğe kadar haklısınız..

Belgeleri mühürlü kaşeli getirsek buralara yine birşey değişmeyecek...

Bilirsiniz, Ebu Cehil ap açık peygamberimizimn gerçekten peygamber olduğunu biliyordu, hatta kendi gözleriyle bir çok mucizeyede şahit olmuştu..

Fakat onun o inadı iman etmesine engel oldu..

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Bilirsiniz, Ebu Cehil ap açık peygamberimizimn gerçekten peygamber olduğunu biliyordu, hatta kendi gözleriyle bir çok mucizeyede şahit olmuştu..

Fakat onun o inadı iman etmesine engel oldu..

 

Sen beni güldürdün, tanrında seni güldürsün kralx...

 

Şu mucizeleri saysan da biz de öğrensek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sana mucizeleri saymam pek bişi farkettirmiceği için sayma gereği duymuyorum..

Herşey madde ya, o bakımdan..

Saygılar..

 

Sayamazsın zaten... Zira Muhammed peygamber olduğunu iddia ettiğinde de ondan mucize göstermesini istemişler, Muhammed'de bunu yapamadığı için Mucizelerin Allah katında olduğunu, kendisinin yalnızca bir elçi olduğunu, mucize gösterilse bile onların inanmayacaklarına dair ayetler indirmiştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hz.Muhammed'in en büyük mucizesi Kurandır. Öyle bir mucizeki ondaki hikmeti hala konuşuyoruz konuşuyorsunuz. Hala aklımızın ermediği ayetler var.

 

Ve ayın yarılması mücizesi vardır ve buna inanmayan arablarda şahit olmuştur. Ama inanmamaya devam etmişlerdir.

 

inat ya işte o bakımdan :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayamazsın zaten... Zira Muhammed peygamber olduğunu iddia ettiğinde de ondan mucize göstermesini istemişler, Muhammed'de bunu yapamadığı için Mucizelerin Allah katında olduğunu, kendisinin yalnızca bir elçi olduğunu, mucize gösterilse bile onların inanmayacaklarına dair ayetler indirmiştir.

 

 

 

Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler pek çoktur. Ümmetinin Evliyasında hasıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir. Çünkü, kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hasıl olmaktadır.

 

Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:

 

Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

 

İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.

 

Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

 

Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda bildireceğiz.

 

1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.

(Geniş bilgi için, Kur’an-ı kerim maddesine bakınız.)

 

2- En büyük mucizelerinden birisi de Mirac mucizesidir.

(Geniş bilgi için, Mirac mucizesi maddesine bakınız.)

 

3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler. İman etmediler.

 

Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:

(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

 

4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

 

5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

 

6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.

 

7- Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.

 

8- Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.

 

9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

 

10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

 

11- Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

 

12- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

 

13- Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

 

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

 

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

 

Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

 

Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.

 

[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah, Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış-veriş yapma, müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile] ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe anlattı. Ertesi gün, Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi Ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mani olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek açtılar ve Resulullahın buyurduğu gibi, (Bismikellahümme) ibaresinden başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.]

 

Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]

 

14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hz. Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hz. Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

 

15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, (Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Yine gelecektir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır bilmiyorum deyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.

 

16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehid olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

 

17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hz. Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

 

18- Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hz. Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

 

19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehid olarak ölürsün) buyurdu. Hz. Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile yapılan muharebede şehid oldu.

Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın ve Hz. Ali’nin şehid olacaklarını dahi haber verdi.

 

20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

 

21- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hz. Osman halife iken müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehid oldu.

 

22- Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

 

23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hz. Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.

 

24- Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.

Hz. Ali buyuruyor ki:

Resulullah beni Yemen’e kadı [Hakim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikayetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükmederdim.

 

25- Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

 

26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.

 

27- Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hz. Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

 

28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

 

29- Resulullah efendimiz bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

 

30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı. Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü, kendisi nasrani âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir zaman Peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın vasıflarını öğretmiş, Onun hediye kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resulullah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Bütün Eshab-ı kiram da yediler. Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de gördü. Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah, bunu anlayıp mübarek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Mübarek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp mübarek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu gayet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selman’a verdi. (Bunu sahibine götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Hz. Selman’a kaldı.

 

31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays, Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay edenlere cezalarını veririz...) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Harisin burnundan devamlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, a’ma olup, hepsi helak oldular.

 

32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti. Kavmini imana davet için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir âyet (delil) ihsan eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana geldiler.

 

33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.

 

Harfi harfine alıntıdır..

 

 

 

Saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Muhammed "Ay"ı falan yarmamıştır. Hiç bir aklı başında insan ayın yarısının Hira dağının bir tarafına, yarısının da diğer tarafına düştüğünden, sonra da gelip Muhammed'in bilmem neresinden dolaşıp, yerine geçtiğine inanmaz. Zaten sizin örnek verdiğiniz "Kıyamet yaklaştı" ile başlayan ayet de bu mucize için değil, kıyamet alametlerinden biri olarak sayılır. Yoksa ayetin başındaki "Kıyamet yaklaştı" ifadesini açıklayamazsınız.

 

Diğer sayılanlar da uydurulmuş şeylerdir. Tıpkı tarikat mensuplarının şeyhleri hakkında uydurdukları kerametler gibi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.