Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kuran'da Miras Paylaştırmada Matematiksel Hata.


TAKLAMAKAN

Önerilen İletiler

Yapma sevgili kardeşim, neden böyle cevaplar veriyorsun suçlayıcı tarzda. Benim yazımda ne demek istediğimi gerçekten anladın mı ? Tartışılan konu bilgisayarın her şey yapabileceği değilki. Kaldı ki o dediğin de yakında olacak öyle görünüyor son gelişmeler.

 

Saygılarımla.

kusura bakma senin cevabın çok basit kaçamak olduğu için söyledim.benim söylemek istediğim insan bilgisayarı yapar ve herşeyini bilir.bilgisayar insanın herşeyini bilmemesi gayet normaldir.bunu az çok anlıyorsun senin cevabın anlamsız olmuş. saygılar dediğin için teşekkürler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın snake5316,

 

Şimdi bir düşünelim. Siz düşüncelerinizi aktarırken ne yapıyorsunuz. Şu şundan dolayı şöyledir deyip nedenler ileri sürüp sonuç çıkarıyorsunuz değil mi ? Yani insan mantığı böyle çalışıyor, nedenlerden sonuç üretiyor her daim. Günlük konuşmalarda, her yerde değil mi ? Neden sonuç olmadan konuşursak ne derler bilirsiniz değil mi ? Herkes bu mantık gereği birbirini ikna etmiyor mu günlük hayatta ? Yani, nedensellik bizim mantığımız zaten, neye karşı çıkıyorsunuz anlamıyorum. Nedenselliğin, Allahı inkar etmeyi de gerektirmeyeceğini zaten söylemişim yazımda, buna da Einstein'ı örnek göstermişim. Neden bu kadar öfkeli cevap yazıyorsunuz anlamadım gerçekten.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tabiat iktiza ediyor, tabiat yapıyor. İşte bu hükmün çok muhalatı var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.

 

BİRİNCİSİ: Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen basîrane, hakîmane olan san'at ve icad, Şems-i Ezelî'nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için herşeyde hadsiz manevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahud herşeyde, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünki nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler, semadaki tek güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî'nin cilve-i esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı Kâinat'ın san'atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.

 

Sayın snake5316,

 

Şimdi bir düşünelim. Siz düşüncelerinizi aktarırken ne yapıyorsunuz. Şu şundan dolayı şöyledir deyip nedenler ileri sürüp sonuç çıkarıyorsunuz değil mi ? Yani insan mantığı böyle çalışıyor, nedenlerden sonuç üretiyor her daim. Günlük konuşmalarda, her yerde değil mi ? Neden sonuç olmadan konuşursak ne derler bilirsiniz değil mi ? Herkes bu mantık gereği birbirini ikna etmiyor mu günlük hayatta ? Yani, nedensellik bizim mantığımız zaten, neye karşı çıkıyorsunuz anlamıyorum. Nedenselliğin, Allahı inkar etmeyi de gerektirmeyeceğini zaten söylemişim yazımda, buna da Einstein'ı örnek göstermişim. Neden bu kadar öfkeli cevap yazıyorsunuz anlamadım gerçekten.

 

Saygılarımla.

 

Esbab-ı zahiriyeyi perestiş edenleri aldatan; iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, "iktiran" tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin madum olmasına illet olduğundan,tevehhüm eder ki: O şeyin vücudu dahi, o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnetdarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünki bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddematına ve şeraitine terettüb eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebeb ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şeraitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlatanın ne kadar hatası zahir olduğunu anla ve esbab-perestlerin ne kadar hata ettiklerini bil!

 

Evet iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geliyor; fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti, o nimete mukarin olmuş; fakat illet olmamış. İllet, rahmet-i İlahiyedir. Evet o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi, o nimet sana gelmezdi. Nimetin ademine illet olurdu

 

Sayın snake5316,

 

Şimdi bir düşünelim. Siz düşüncelerinizi aktarırken ne yapıyorsunuz. Şu şundan dolayı şöyledir deyip nedenler ileri sürüp sonuç çıkarıyorsunuz değil mi ? Yani insan mantığı böyle çalışıyor, nedenlerden sonuç üretiyor her daim. Günlük konuşmalarda, her yerde değil mi ? Neden sonuç olmadan konuşursak ne derler bilirsiniz değil mi ? Herkes bu mantık gereği birbirini ikna etmiyor mu günlük hayatta ? Yani, nedensellik bizim mantığımız zaten, neye karşı çıkıyorsunuz anlamıyorum. Nedenselliğin, Allahı inkar etmeyi de gerektirmeyeceğini zaten söylemişim yazımda, buna da Einstein'ı örnek göstermişim. Neden bu kadar öfkeli cevap yazıyorsunuz anlamadım gerçekten.

 

Saygılarımla.

nedensellik ALLAHı inkar etmeyi gerektirmiyor fakat tevhid inancına ters.senin nedensellik dediğin olsa olsa ALLAHın bir kanunudur.ama tevhid inancı tüm sebeblerden sıyrılıp asıl yaratıcı olan ALLAHın mührünü tüm mahlukatta görmektir

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kusura bakma senin cevabın çok basit kaçamak olduğu için söyledim.benim söylemek istediğim insan bilgisayarı yapar ve herşeyini bilir.bilgisayar insanın herşeyini bilmemesi gayet normaldir.bunu az çok anlıyorsun senin cevabın anlamsız olmuş. saygılar dediğin için teşekkürler

 

Bir yere kaçmıyorum burdayım. :) Sevgili kardeşim, şimdi yapay zeka üzerinde çalışılıyor, epey yol katedildi. Ben yakınen şahidim, anlatabiliyormuyum ? İnsanın gen haritasının tam olarak çözülmesine az kaldı. Ölümsüzlük geni hTRT de bulundu. Bizim tartışma konumuzun dışında bunlar yani. Bizim tartıştığımız ve benim de karşı olduğum nokta determinizmin yanlış anlaşılması, felsefi zeminde ele alıp bunu kullanarak ateist olanların olması yada bunu inkar edip dini inancı buna alternatif gibi göstermeye kalkanlar. Determinist düşünce ister istemez İslamda da var zaten, çünkü insan mantığı böyle çalışır, anlatabildim mi bilmiyorum.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tevhid iki kısımdır. Meselâ: Nasılki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir. Biri; icmalî, âmiyanedir ki: "Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahib olabilsin." Fakat böyle âmi bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahib çıkabilir. İkinci çeşit odur ki; her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette "Herşey o zâtındır" der. İşte şu halde herbir şey o zâtı manen gösterir.

 

Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir.

 

Biri: Tevhid-i âmi ve zahirîdir ki, "Cenab-ı Hak birdir, şeriki naziri yoktur, bu kâinat onundur."

 

İkincisi: Tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya herşeyden onun nuruna karşı bir pencere açıp onun birliğine ve her şey onun dest-i kudretinden çıktığına ve uluhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi şu Söz'de, o hâlis ve âlî tevhid-i hakikîyi gösterecek şuaları zikredeceğiz.

 

evet kardeşim yapay zeka dersini bende aldım.gördümki orda yapılan problemlere karşı bulunan çözüm yöntemleri bir canlının mesela sineğin gösterdiği davranışların milyarda biri bile değil.kendimizi kandırmayalım

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

nedensellik ALLAHı inkar etmeyi gerektirmiyor fakat tevhid inancına ters.senin nedensellik dediğin olsa olsa ALLAHın bir kanunudur.ama tevhid inancı tüm sebeblerden sıyrılıp asıl yaratıcı olan ALLAHın mührünü tüm mahlukatta görmektir

 

Galiba demek istediğinizi anlıyorum. Şu aşağıdaki yazımı lütfedip okursanız, bunun üzerine fikir teatisinde bulunabiliriz sanırım.

 

Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar ve Determinizm, doğrusallığın ( lineerlik ) geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır.Oysa, nedensellik, gerekircilik ve belirlenimciliği içeren determinizim, nonlineer fonksiyonların geçerli olduğu, analitik olmayan fiziksel durumlarda yerini Kaosa bırakır.

 

Nonlineer fonksiyonların geçerli olduğu analitik olmayan fiziksel durumlarda, ölçmede belirsizliğin etkisi çok büyük olur. Herhangi bir fiziksel olayı açıklamak için yaptığımız matematiksel modellemede, analitik çözümün olabilmesi yani başlangıç ve sınır koşullarının etkisinin makul ölçülerde sınırlı olabilmesi için lineer denklemlerle ifade edilmesi gerekir.( Dinamik sistemler ) Lineer fonksiyonlar, gerçek fiziksel durumun ihmal ve kabullerle elde edilmiş Lineer olmayan fonksiyonların özel halidir. Pratikte işe yararlar.

 

Ancak, bir bilardo topunun masada nereye çarpacağını hesaplayamamak, üç gün sonrasının hava durumunu doğru tahmin edememek ya da bir dünya savaşının sonuçlarını öngörememek gibi olgular, kaygı verici değilse bile, determinizmin verdiği huzura gölge düşürecek kadar hayal kırıcıdır.İnsanlar günlük yaşamdaki bu kaotik etkinin çok eskiden beri farkındaydı. Kaosun bir bilim haline gelmesi için bu yüzyılı beklemek gerekiyordu.

 

Bu gibi durumları modelleyen lineer olmayan fonksiyonların çözümü ancak sayısal yolla ( tekrarlama= iterasyon yöntemi) bilgisayarlar sayesinde yapılabilir. Çözümün olabilmesi için de başlangıç değerlerinin çok iyi bir kesinlikle belirlenmesi gerekir yani başlangıç koşullarındaki çok küçük değişim, sistemin davranışında çok büyük fark yaratabilir

 

Dinamik ( lineer ) sistemlerde istenilen şey, dinamik kural dediğimiz diferensiyel denklemin (ya da denklem sisteminin) çözümünü bulmaktır. Buna matematikte tersinme (inverse) problemi diyoruz. Cebir, analiz ve diferensiyel denklem kuramlarımız çoğunlukla tersinme problemleriyle uğraşır.

 

Öte yandan, bütün problemleri çözen bir tersinme kuralı yoktur. Bu gün, belli iterasyonlarla “kaotik grafikler” çizen bilgisayarlarımız, başka bir bilgisayarın çizdiği “kaotik grafiklere” bakarak iterasyon kuralını ve kuralın başlangıcını çıkarmayı başaramamıştır.

 

Bu nedenle analitik olmayan fiziksel durumlardaki problemler kendi içlerinde birbirine benzer sınıflara ayrılıp, her sınıf için ayrı ayrı çözüm yöntemleri geliştirilir. Örneğin, bütün diferensiyel denklemleri çözen bir tek yöntem yoktur. Bunun yerine, her diferensiyel denklem sınıfı için ayrı ayrı çözüm yöntemleri aranır. Kaotik sistemler için de benzer şeyin olması gerekir.

 

Matematikçiler, Çinde kanat çırpan kelebeğin nasıl olup da Teksas’ta kasırga yaratacağını açıklayan matematiksel modelden çok, Teksasta olan kasırgayı Çin’de hangi kelebeğin hangi kanat çırpışıyla yarattığını bilmek isterler. Günün birinde kaos bir bilim olacaksa, matematikçiler o kelebeği bulmak zorundadır. Bulunamazsa gerekircilik, nedensellik iflas eder.

 

Kaos teorisinin ardında yatan yaklaşım, özellikle de bilim felsefesi açısından bugün pozitif bilim olarak nitelendirdiğimiz şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, analitik oluşu yani parçadan tüme yönelmesi (tümevarım)

 

Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmaktır.. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi ise Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür.Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir.

Kaos teorisinin Doğu öğretilerindeki karşılığı belki de Karma yasasından çıkış ve Samsara döngüsünden kurtuluştur. Doğu öğretilerindeki Karma yasası, kısaca, her yaşamın, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin sonucu olarak belirlenmesi esasına dayanır. Batı düşüncesindeki nedenselliğe benzer. Yani, kişinin yaptığı hiçbir hareket sonuçsuz kalmayacak ve kişinin mukadderatının belirlenmesinde bir neden oluşturacaktır. Hiçbir neden, herhangi bir sonuç yaratmadan yok olup gitmez. Bu durum, Samsara denilen doğum-ölüm-döngüsü içerisinde tekrarlanır.Dolayısıyla Samsarayı esas alan Doğu öğretilerinde her yaşam ve her yaşamdaki koşullar, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin bir bileşkesi olarak meydana gelmekte olup, o yaşamda yapılacak hareketler de bir sonraki yaşamı ve koşullarını belirleyici bir etken olacaktır.( Fraktal fonksiyonlar )Daha kısa olarak ifade etmek gerekirse, Doğu’nun karma yasası bir Türk atasözüyle tek cümleyle şöyle ifade edilebilir: “Ne ekersen onu biçersin.”Bunu devam ettirirsek;

Düşünce eken davranış biçer,

Davranış eken alışkanlık biçer,

Alışkanlık eken huy biçer,

Huy eken yazgı( kader ) biçer.

Buradan demek ki kaderimizi biz yapıyoruz anlamı çıkar yani kaderimizin kendi düşüncelerimizin ürünü olduğu yargısına varabiliriz. Bu durum insanın özgürlüğü kavramını da tartışmalı hale getirir.şöyle ki; bir karar verme durumunda olduğumuz zaman, diyelim ki iki durum arasından herhangi birini seçme olasılığımız aynı olmyacaktır.

Diğer yandan, huy yani dolayısıyla yazgı ( kader) oluşturan ilk düşüncemizle yaptığımız davranıştan sonra, ikinci durumda alışkanlık oluşturmayacak şekilde farklı bir düşünce üreterek davranmak, bizi Karma oluşturmaktan dolayısıyla Samsara döngüsünden kurtuluşumuzun yolunu açar. Düşüncemizin, dolayısıyla, beynimizdeki nöronların arasındaki elektriksel aktivitedeki belirsizlik, elektriksel sinyalleri taşıyan parçacıklardaki madde-enerji etkileşimi dolayısıyla evrendeki Higgs alanı ile etkileşimi nedeniyle Big-bang ve öncesi durumlara kadar dayandırılabilecek şekilde tüm evrenle bütünleşebilmek, iki durumdan birini seçme olasılığını, %50-%50 eşit duruma getirebilir. Bu ise, insanın gerçek özgürlüğü demektir. “Aydınlanma” denen bu kaotik durum, Doğu dinlerindeki meditasyon uygulamalarıyla binlerce yıldır sağlanabilmektedir. Bu duruma erişebilenler için evrenin ve yazgımızın deterministik olduğu yani belirlenebilir olduğu öne sürülemez. Bu kaotik yaşantının tadına varabilen insan için de, ateizmin de, teizmin de, agnostizmin de hiçbir anlam ve önemi yoktur.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bana madde içinde enerji nerde gösterebilirmisin.yada artı eksiyi neden çeker.eksi karşısına geçince bak bu eksidir çekmem lazım mı der.maddenin en derinine inseniz bu sorulara ALLAHa inanmadan bulunmaz.çünkü hep birşeylere bağlar durursunuz sonu gelmez.ama en kolay ve akıllıca yol ALLAHın varlığıdır

 

Galiba demek istediğinizi anlıyorum. Şu aşağıdaki yazımı lütfedip okursanız, bunun üzerine fikir teatisinde bulunabiliriz sanırım.

.

.

.

Saygılar.

yavaş yavaş doğruya gidiyorsunuz.bu son paragrafta bundan 1400 sene önce bize emredilen namazın değerini duanın değerini biraz daha iyi anlıyorum siz daha milyarda birini farketmişsiniz.ama bu bilimde ilerleyenler 1400 sene öncesinde gönderilen Kuranı Kerimin söylediklerini anlamanız için daha çok yol katetmelisiniz.çok eksiğiniz var.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yavaş yavaş doğruya gidiyorsunuz.bu son paragrafta bundan 1400 sene önce bize emredilen namazın değerini duanın değerini biraz daha iyi anlıyorum siz daha milyarda birini farketmişsiniz.ama bu bilimde ilerleyenler 1400 sene öncesinde gönderilen Kuranı Kerimin söylediklerini anlamanız için daha çok yol katetmelisiniz.çok eksiğiniz var.

 

Değerli kardeşim, ben 20 sene namaz kıldım. Siz hiç meditasyon yaptınız mı ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALLAHa inanmayı körü körüne inanç olarak değerlendirilemez.ALLAHa inanmak ve inanmamak tercihtir.ALLAH inanmayanların tüm tezleri yıkılıyorsa körü körüne bağlılık ALLAHa inanmamak olur

 

meditasyon yapmadım.100 sene önce deseniz meditasyonla namaz aynı şeydir diye inanıllabilir.ama şimdi öyle değil meditasyon namazın binlerce yararından biridir.meditasyon gözü kapalı dalmak ama namaz göz açık şekilde yani aklı kaybetmeden akla uygun bir emirdir

 

 

 

yani akılla düşünürsün bu kadar mükemmel olaylar karşısında ancak Onları yapana secde edilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALLAHa inanmayı körü körüne inanç olarak değerlendirilemez.ALLAHa inanmak ve inanmamak tercihtir.ALLAH inanmayanların tüm tezleri yıkılıyorsa körü körüne bağlılık ALLAHa inanmamak olur

 

Körü körüne inananlar da var, sizi tenzih ederim. Benim dediğim şey, önemli olan Allaha inanmak değil, Allahı yaşamak. Evrenle bütünleşebilmek, her hareketinde, her davranışında sonsuzluğu yaşayabilmek. Şimdi, bu yanlış anlaşılmasın, bundan kastim dinin kuralları, yasakları, cennete gitmek için iyilik yapmak, sevap işlemek, cehenneme gitmemek için günahlardan kaçmak değil. Bu görüş batı dinlerinde olan ( buna İslam da dahil ) Allahı, kurallara uymayınca cezalandıran, uyunca seven, koşullu seven baba Tanrı olarak gören anlayış değildir. Günümüz insanlarının bir çoğunun ' nasıl olsa Allah affeder tarzı' ne yaparsan yap affeden koşulsuz seven Anne sevgisi de değildir. Bahsettiğim çok başka bir şey.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eşyanın yaratılışında ve masnuatın san'atındaki latif incelik ve nazenin güzellikleri temaşa ile tenzih makamında Fâtır-ı Zülcelal, Sâni'-i Zülcemal'lerine muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.

 

Demek kâinata ve âsâra bakıp, gaibane muamele-i ubudiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezaifi eda ettikten sonra Sâni'-i Hakîm'in dahi muamelesine ve ef'aline bakmak derecesine çıktılar ki, hazırane bir muamele suretinde evvelâ Hâlık-ı Zülcelal'in kendi san'atının mu'cizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. "Senin tarif edicilerin bütün masnuatındaki mu'cizelerindir." Sonra o Rahman'ın kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler. Sonra o Mün'im-i Hakikî'nin tatlı nimetleriyle terahhum ve şefkatini göstermesine karşı şükür ve hamd ile mukabele ettiler; dediler: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ "Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsanatın açık lisan-ı halleri, şükür ve senanızı okuyorlar. Hem âlem çarşısında dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânatıyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, senin cûd u keremine şehadet etmekle senin şükrünü enzar-ı mahlukat önünde îfa ederler."

 

Sonra şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudat âyinelerinde cemal ve celal ve kemal ve kibriyasının izharına karşı, اَللَّهُ اَكْبَرُ deyip ta'zim içinde bir aczle rükua gidip mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler. Sonra o Ganiyy-i Mutlak'ın servetinin çokluğunu ve rahmetinin genişliğini göstermesine karşı; fakr ve hacetlerini izhar edip, dua edip, istemekle mukabele edip وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ dediler.

 

Sonra o Sâni'-i Zülcelal'in kendi san'atının latiflerini, hârikalarını, antikalarını, sergilerle teşhirgâh-ı enamda neşrine karşı مَاشَاءَ اللَّهُ deyip takdir ederek: "Ne güzel yapılmış!" deyip istihsan ederek, بَارَكَ اللَّهُ deyip müşahede etmek اۤمَنّاَ deyip şehadet etmek; "Geliniz, bakınız!" hayran olarak حَىَّ عَلَى الْفَلاَحِ deyip herkesi şahid tutmakla mukabele ettiler. Hem o Sultan-ı Ezel ve Ebed, kâinatın aktarında kendi rububiyetinin saltanatını ilânına ve vahdaniyetinin izharına karşı; tevhid ve tasdik edip سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا diyerek itaat ve inkıyad ile mukabele ettiler.

 

Sonra o Rabb-ül Âlemîn'in uluhiyetinin izharına karşı; za'f içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlerini ilândan ibaret olan ubudiyet ile ve ubudiyetin hülâsası olan "namaz" ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi gûna-gûn ubudiyet vazifeleriyle şu dâr-ı dünya denilen mescid-i kebirinde fariza-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını eda edip ahsen-i takvim suretini aldılar. Bütün mahlukat üstünde bir mertebeye çıktılar ki yümn-i iman ile emn ü emanet ile mücehhez emîn bir halife-i arz oldular ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerim'i onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. Çünki ebedî ve sermedî olan bir cemalin seyirci müştakı ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur'an şakirdlerinin akibetleri böyledir. Cenab-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmîn!

 

YANİ ALLAHA İMAN GÖZ KAPAYARAK KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIK DEĞİL TAM TERSİNE GÖZ AÇIP YANİ AKILLA HERŞEYDE GÖRÜNEN İLİMLE YAPILIŞ KUDRET HİKMET RAHMET ......gibi sıfatları akıl gözüyl görerek kalben tasdik etmektir.ALLAHa emanet ol.kusura bakma benim kırıcı sözlerim sana değil bu başlıkta bu konuyu açana ALLAHa iman olursa herşey rahat olmazsa herşey karmakarışık.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALLAHa inanmayı körü körüne inanç olarak değerlendirilemez.ALLAHa inanmak ve inanmamak tercihtir.ALLAH inanmayanların tüm tezleri yıkılıyorsa körü körüne bağlılık ALLAHa inanmamak olur

 

meditasyon yapmadım.100 sene önce deseniz meditasyonla namaz aynı şeydir diye inanıllabilir.ama şimdi öyle değil meditasyon namazın binlerce yararından biridir.meditasyon gözü kapalı dalmak ama namaz göz açık şekilde yani aklı kaybetmeden akla uygun bir emirdir

 

 

 

yani akılla düşünürsün bu kadar mükemmel olaylar karşısında ancak Onları yapana secde edilir.

 

Değerli kardeşim, meditasyon aklı kaybetmek değildir, biraz araştır lütfen. Meditasyon, tam uyanıklık halidir. Şöyle anlatayım, hem dış dünyaya hem de kendindeki her duyguya tam bilinçlilikle açık olma halidir, id'l ego durumudur, ilkel benlikle, tüm komplekslerle hesaplaşma ve yüzleşme halidir. Üst bilinç seviyesine çıkış halidir. Binlerce senedir yapılıyor. Yapmadan anlaşılmaz.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hiç öyle meditasyona girmeye gerek yok.iman meditasyon ötesi insana huzur verir.mesela ahirete ebedi hayata tam inanan insan için bu dünyada hangi şey korkuludur.hangi şey onu üzer.benim demek istediğim öyle meditasyona falan girerek bir kaç saat yada gün huzur bulmak değil imanla tam uyanıklıkla ebedi huzur.bırak o batıl şeyleri.senin problemin ALLAHa inanıp Kurana ve Peygamberimiz a.s.v. inanmamaksa onlarında tam akla uygun aklın hayır diyemeyeceği çözümü var.yoksa ordan meditasyon burdan deterministik falan alıp kendinize birşey bulmayın

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hiç öyle meditasyona girmeye gerek yok.iman meditasyon ötesi insana huzur verir.mesela ahirete ebedi hayata tam inanan insan için bu dünyada hangi şey korkuludur.hangi şey onu üzer.benim demek istediğim öyle meditasyona falan girerek bir kaç saat yada gün huzur bulmak değil imanla tam uyanıklıkla ebedi huzur.bırak o batıl şeyleri.senin problemin ALLAHa inanıp Kurana ve Peygamberimiz a.s.v. inanmamaksa onlarında tam akla uygun aklın hayır diyemeyeceği çözümü var.yoksa ordan meditasyon burdan deterministik falan alıp kendinize birşey bulmayın

 

Bunlar Batıl değil. Bu dediklerimi, Kur'an'nın Batıni yorumlarında da bulabilirsiniz zaten.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir evliya keramet gösterir belli şartları yerine getirerek bir budistte olağan üstü şeyler gösterir.ama budizm batıl bir dindir ama islamiyet eğer herşeyiyle ispat ediliyorsa ki ediliyor batıl değildir.yani bu iki olay aynı değidir.külli bir doğruluk olması lazım.mesela şimdi müslümanlarda olması gereken bazı özellikler doğruluk sadakat gibi özellikler diğer milletlerden az ama bu diğer milletlerin külli doğruluğunu göstermez.bunun gibi sen namazdaki huzurun bir çeşidini meditasyonda buluyorsun diye ikisi aynı olamaz.namaz meditasyondur diyemezsin

 

mesela kainatın yaratılmasının insana bakan yönü bir ise ALLAHa bakan yönü 100 dür.sen 1 bulduktan sonra tüm kainat sadece o 1 den dolayı yaratılmıştır dersen yanlış edersin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bir evliya keramet gösterir belli şartları yerine getirerek bir budistte olağan üstü şeyler gösterir.ama budizm batıl bir dindir ama islamiyet eğer herşeyiyle ispat ediliyorsa ki ediliyor batıl değildir.yani bu iki olay aynı değidir.külli bir doğruluk olması lazım.mesela şimdi müslümanlarda olması gereken bazı özellikler doğruluk sadakat gibi özellikler diğer milletlerden az ama bu diğer milletlerin külli doğruluğunu göstermez.bunun gibi sen namazdaki huzurun bir çeşidini meditasyonda buluyorsun diye ikisi aynı olamaz.namaz meditasyondur diyemezsin

 

Namaz meditasyondur yada meditasyon namazdır demiyorum. Budizm de bir din değildir, yaşam yoludur, yaşama sanatıdır, budist rahipler keramet gibi mucizeler göstermez. Birşey soracağım sana hiç hareket etmeden ve hiç birşey düşünmeden durabilirmisin ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu'cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar'ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san'ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.

 

İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.

 

[duramam.çünkü birşey düşünmemeyi düşünürüm. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

mesela kainatın yaratılmasının insana bakan yönü bir ise ALLAHa bakan yönü 100 dür.sen 1 bulduktan sonra tüm kainat sadece o 1 den dolayı yaratılmıştır dersen yanlış edersin

 

Öyle bir şey demiyorum zaten.

 

Sana bir örnek vereyim: 'herşey sonunda bir'e (kendine) döner. Öyleyse bir sonunda neye döner?' Bu bir Zen Koanıdır. Koan Zen (Chan) Budizminde mantıklı düşünceyle cevaplanması mümkün olmaya, yalnız sezgilerle anlaşılabilen hikaye, diyalog ya da sorulara verilen addır.

 

Koan Çince "gōng'àn" (公案) kelimesinin Japonca okunuşudur. Kelime anlamı olarak kamu davası ya da halka açık olay diye çevrilebilir. Koan'ların ortaya çıkışı Zen Ustaları ve öğrencileri arasında geçen diyalogların kaydedilmesine dayanır. Bu diyalogları kayda değer yapan ise, o anda ya da konu üzerinde çok uzun süre kafa yorma sonucunda öğrenciye bir uyanış ya da bir aydınlanma deneyimi yaşatmış olmasıdır. Daha sonra Song Hanedanlığı döneminden itibaren bu kayıtlar Zen Ustaları tarafından öğrencilerine meditasyon konusu olarak verilmeye başlanmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

herşey dönüyorsa asıl olan 1 ise o 1 dönmemesi lazım.mesela herşey ölümlü ise O ölümsüz olmalı.herşey değişiyorsa O değişmez olmalı.senin bahsettitklerin makinanın içinde dönen belli kanunlara dayanan olaylar asıl o makinanın dışına ve onu yapana bakmak lazım.sen namaz kıldın ama meditasyon kadar içini doldumadığın için meditasyonla karıştıryorsun.sen şu an var ve mevcudsun neden bu birbirini bile doğrulamayan müslüman olmayan filozofların düşüncelerinde hem bu hayatını hem ebedi hayatını mahv ediyorsun

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

[duramam.çünkü birşey düşünmemeyi düşünürüm. :)

 

İşte bu insanın hayatta kalmasını sağlayan, pratik yararları olan bilincin insan aklına yaptığı bir baskıdır, insan böyle duruduğunda ya geçmişi sorgular, hatalarını, pişmanlıklarını yada geleceği planlar durur, düşünce bir türlü durmaz. Çünkü, insanın mantığı yararcılık üzerine çalışır, illaki her olayı nefs (ego ) ile değerlendirir. Dünyada kendi nefsini tam olarak öldürmüş insan gerçek ermişlerdir, onlar da çok yaşamaz, kimsenin de onlardan haberi olmaz, saygı da görmezler. Çözüm, optimum olandır bu açıdan.

 

Düşüncenin baskısından kurtulmak, derin duygulara bir kapı açmak, bir içgörü oluşturabilmek, düşünceyi aşabilmek için kendini rahat bırakmak, hiçbirşey düşünmemeye zorlamamak işin başlangıcını oluşturur. Sonra, öyle derin bir sezgiye ulaşılır ki işte bu anlatılamaz. İnan, işkembe-i kübradan konuşmuyorum. Bunlar benim kendi deneyimlerim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşte bu insanın hayatta kalmasını sağlayan, pratik yararları olan bilincin insan aklına yaptığı bir baskıdır, insan böyle duruduğunda ya geçmişi sorgular, hatalarını, pişmanlıklarını yada geleceği planlar durur, düşünce bir türlü durmaz. Çünkü, insanın mantığı yararcılık üzerine çalışır, illaki her olayı nefs (ego ) ile değerlendirir. Dünyada kendi nefsini tam olarak öldürmüş insan gerçek ermişlerdir, onlar da çok yaşamaz, kimsenin de onlardan haberi olmaz, saygı da görmezler. Çözüm, optimum olandır bu açıdan.

 

Düşüncenin baskısından kurtulmak, derin duygulara bir kapı açmak, bir içgörü oluşturabilmek, düşünceyi aşabilmek için kendini rahat bırakmak, hiçbirşey düşünmemeye zorlamamak işin başlangıcını oluşturur. Sonra, öyle derin bir sezgiye ulaşılır ki işte bu anlatılamaz. İnan, işkembe-i kübradan konuşmuyorum. Bunlar benim kendi deneyimlerim.

güzel sammimiyetine inandırdın benibende sana benim deneyimlerimi söylerim ama söynecek gibi değil.dur ve şu an var olduğunu düşün.ne kadar büyük bir mücize.ama bunu ne senin deterministiğin nede meditasyonun o duyguyu izah edeebilir.o duyguyu ancak ALLAHIN varlığı izah eder.yoksa hergün yeni yeni kanunlar bulan(zaten vardı çekim kanunu bulunmadan önce çekim yokmuydu :) ) ve hakikat bu diyen aklı gözüne inmiş maddiyatta bozulmuş fikirler değil.ALLAH hepimize hidayet versin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

herşey dönüyorsa asıl olan 1 ise o 1 dönmemesi lazım.mesela herşey ölümlü ise O ölümsüz olmalı.herşey değişiyorsa O değişmez olmalı.senin bahsettitklerin makinanın içinde dönen belli kanunlara dayanan olaylar asıl o makinanın dışına ve onu yapana bakmak lazım.sen namaz kıldın ama meditasyon kadar içini doldumadığın için meditasyonla karıştıryorsun.sen şu an var ve mevcudsun neden bu birbirini bile doğrulamayan müslüman olmayan filozofların düşüncelerinde hem bu hayatını hem ebedi hayatını mahv ediyorsun

 

İNSANLAR ÖLÜMLÜ TANRILARDIR, TANRILAR ÖLÜMSÜZ İNSANLARDIR.

 

Varlık birliği düşüncesini açıklayan Hermetizm’in kökleri Hermes’den çok daha önce oluşmuştur. Gerçekte düşünceler hiçbir zaman tek kişinin malı olmamıştır. Ancak, yavaş yavaş oluşan düşünceler, evrensel diyalektikte tam yerine oturmuş bir etkileyici bir sisteme kavuşmaktadır. Hermes’te insanlık evriminin başlarını tutan talihli kafalardan biridir.

 

Hermes’in öğretisi eski Mısır’ın Teb ve Memphis tapınaklarının büyük ve kutsal sırrıdır. Mermesin öğrencilerinden Askelopis büyük ustanın şu sözlerini açıklamaktadır.

 

“ İnsanlar ölümlü tanrılardır, tanrılarda ölümsüz insanlardır. Eşyanın dışı içi gibidir. İç ve dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük büyük gibidir, küçükle büyük arasında hiçbir ayrılık yoktur. Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır.

 

Bu sözlerin anlamını anlayan, gerçeği görür. Kimi insanlar bu anlayışları olağan üstü çabaları ve yetkinlikleriyle öteki insanların görmediklerini görebilirler. Oysa nedenler nedeni daima gizlidir. Çünkü sonsuzlu, pek kısa bir son olan zaman ve gene pek kısa bir son olan mekan içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler ancak öldükten sonra onu anlayabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekanla sınırlıyız. SINIRSIZLIK, SINIRLILIK İÇİNDE KAVRANAMAZ.

 

İşte din ve felsefeleri binlerce yıldan beri etkileyen kaynak buradan gelmektedir.

 

Hermes’e göre “ İnsanca ölümlü olmakla, Tanrıca ölümsüz olmakta elimizde. Ancak HİYOROFON denilen başrahibin inisiye olan rahibe yaptığı uyarı da çok çarpıcıdır. Ve ona şöyle seslenir.

 

“ Her akıl bu gerçeği kavrayamaz. Büyük sırrı gönlümüzde saklayarak, eylemlerimizde söyleyelim. Bilim gücümüz, inanç kılıcımız, sukut kalkanımız olsun. Ufaklıklar ki büyük çoğunluktur. Ya aptal ya da kötüdürler. Aptallar bu gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler,. Kötüler, bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler. Gerçeği gizlemekten başka çıkar yol yoktur. BİLME, BULMAK, SUSMAK , GEREKİR.”

 

Yunanlı Heroleitos’a ( 576-480 ) göre olmak ve olmamak aynı anlamdadır, aynı şeydir. Eğer bunlar aynı şey olmasalardı, değişerek birbirleri olamazlardı. Yaşamam fırtınasında varlık durmadan yokluk, yokluk durmadan varlık olmaktadır. Evren var olmakla yok olmanın sonsuza kadar birbirini kovalamasıdır. Her şey ancak karşıtların kavgasında doğar. Hava ateşin, ateş havanın ölümünü içinde taşır, başka bir deyişle ateşte havalık, havada ateşlik vardır. HER ŞEY SOSUZA KADAR DEĞİŞMEKTEDİR. ( Bu ana düşünceler Hegel ve Marx’ı doğoracaktır )

 

Bütün şeylerden bir şet, bir şeyden bütün şeyler. Diyebilen ilk Antikçağ düşünürüdür. Efes’li anlaşılması çok zor olduğu için KARANLIK lakaplı HERAKLEİTOS.

 

Tasavvufun ana düşüncesi şudur:

 

Yaradılış diye bir şey yoktur varlık birliği vardır. Varlık evrende ne varsa canlı cansız, tümünde belirmektedir. Ne başlangıç vardır, ne son, var olan, varlığın belirtileridir. İnsan da , hayvan da, bitki de, maden de aynı varlığın çeşitli görünüşleridir. Hiçbir şeyin kendine özgü bir varlığı yoktur.

 

Yukarıdaki Herakleitos’un düşüncesi ile tasavvuf düşüncesindeki ortak noktalar açık seçik bir şekilde görülmektedir.

 

Tasavvuf bilginleri akılcı ve bilimsel düşünür. İslam kurallarını akla ve çağlarının bilimsel verilerine göre yorumlamışlardır.

 

İlk tasavvufi düşünceler şöyle özetlenebilir.

 

Tanrı, kitabında, ben her şeyi kapsarım, ben insanı ruhumdan üfledim. Önce ve sonra, açık ve gizli benim. Yüzünüzü nereye dönerseniz beni orada görürsünüz demektedir. Bu sözlerin açık anlamının altındaki gizli anlamı, her şeyin tek varlığın ürünü olgusudur. ( VAHDETİ VUCUT ). Ama peygamberler karşısındakilere akıllarının alabileceği kadarını söyleyebilir. Putlara tapıldığı bir çağda, o taşların bile gerçekte tanrının bir tezahürü olduğunu elbette söyleyemezlerdi. Gerçek anlamın bir süre gizlenmesi, din iyice oturunca ve akıllar geliştikçe alıştıra, alıştıra açıklanması gerekiyordu. Hz.Ali de bu gizli anlamları Peygamberden açıkça öğrenmişti. O da bunları açıklayamazdı. Ki onun sıfatlarından birisi de SIRRULLAH’dır. Hz. Ali’nin torunu Zeynelabidin de şöyle diyor. “ Nice bilim cevheri var ki, eğer onları açıklayacak olsam, beni puta tapmakla suçlar, kafamı kesersiniz.

 

Bu ana düşünce gittikçe gelişerek tam bir maddecilik karakteri göstermektedir. “ Her şey tek şeydir. Ne başlangıç vardır ne de son, ne yaratan vardır ne de yaratılan, evrendekilerin tümü aynı varlığın tezahürleridir. Daha açık bir değişle aynı varlık.”

 

XIV. yüzyıl mutasavvufu Şayh Bedrettin Varidat adlı yapıtında, ağacın ben tanrıyım demesi, bir insanın da bu sözü söyleyebileceğini gösterir. Değilmi ki bütün evren Tarının görünüşüdür, o halde kim ben O’yum derse yalan söylemiş olmaz.

 

Tasavvuf felsefesini “ Hiçbir şey yoktan var olmaz “ Parmanides ile “ Her şey karşıtı ile gelişir “ Heraklietos’un yaklaşımlarından etkilenmiştir.

 

Ben Tanrıyım diyen MANSUR.

 

Suyun rengi kabın rengidir diyen, Cüneydi Bağdadi.

 

Tanrıyı görmek isteyenler eşyaya bakın diyen Muhuddin-i Arabi’nin bu sözleri gibi, kimi tasavvuf bilginlerinin açık sözleri, islam tasavvufundaki Tanrı; evrenin toplamından başka bir şey değildir diyen Pantaizme yaklaşmaktadır.

 

Muhiddin-i Arabi ( 1165-124o ) İrfan Aynası adlı yapıtında şöyle der. “ O bir elçi gönderdi. Kendisinden, kendisiyle,kendisine.

“ Şu manaları da unutma; Ezel şu andır, ebet şu andır, kıdem şu andır, Yani; Ezel, ebet, kıdem şu içinde bulunduğumuz ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır. İŞ BU VAKTİN İÇİNDE KENDİNİ ARA.

 

Araz, cevher ne varsa; yani öz çekirdek ve bu çekirdeklerin sonradan meydana getirdikleri ki bunlar MÜKEVVENAT tabir edilir. Bütün bunlar Hakkın vücududur. Varlığıdır. ( Mükevvenat- yaratıklar, varlıklar. ) Bütün bunların sırrı, bir zerrenin içinde saklıdır. Zerrelerden herhangi birinin sırrı çözülsün, işte o zaman görülecektir ki bütün mükevvenatın sırrı meydandadır.

 

Yüce Allahın zatına bağlı sıfatlar her an bir değişik şekil almaktadır.

 

Şeyh Bedrettin ( 1357-1420 ) Varidat adlı yapıtında “ Her nesnede hatta her zerrede bütün alemler mündemiçtir. Görülmez ki, tasavvuf itibariyle bir tanede bir ağacın hepsi gizlenmiş olduğu gibi, tane dahi ağacın her cüzünde gömülüdür, Alemler de böyledir. Bütün cüzleriyle kendi aslında, o asıl da alemlerin her birinde mevcuttur. Öyleyse bütün alemler her zerrede bulunduğu şüphesizdir. HER GÜZEL ŞEY CENNET VE HER KÖTÜ ŞEY CEHENNEMDİR.

 

 

 

Giordino Bruno ( 1548-1600 ) Aristotales’in evreni bölümlere ayırmasına karşı çıkarak, Tanrı ve evren bir ve aynı şeydir . Tanrı, evrenin yaratıcısı değil kendisidir. Ne yaratan vardır ne de yaratma eylemi, olmakta olan şey vardır. Evren-Tanrı sonsuz büyüklükte nasıl bulunuyorsa, sonsuz küçüklükte de öylece bulunur. Sonsuz gerçek olarak onun her yerde bulunması yüzünden doğada her şey canlıdır. Ve hiçbir şey yok olmaz.

 

Öz de olsa tasavvuf düşüncesini aşağıdaki yaklaşımla vurgulayabiliriz.

 

“Eski Mısır tanrılarından Yahudiliğe, Hıristiyanlıktan İslamiyet’e , Brahmanizm’den Budizm’e varıncaya kadar bütün dinlerin anlatmak istediği gerçek apaçık ortadadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

cennet ucuz değil cehennem dahi luzümsüz değil.şu an monitörümde bir sinek var senin herşeyi açıklayabilir sandığın bilim bu sineğin kaç kaçını kaç milyar sene çalışarak yapar.ama var ve karşımda daha önce yazdıklarımı okursan bunu ne sebepler yaptı ne kendi kendine oldu nede tabiat icad etti diyemeyiz geriye tek yol kalıyor ALLAH.buna inandıktan sonra herşey delil .

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

güzel sammimiyetine inandırdın benibende sana benim deneyimlerimi söylerim ama söynecek gibi değil.dur ve şu an var olduğunu düşün.ne kadar büyük bir mücize.ama bunu ne senin deterministiğin nede meditasyonun o duyguyu izah edeebilir.o duyguyu ancak ALLAHIN varlığı izah eder.yoksa hergün yeni yeni kanunlar bulan(zaten vardı çekim kanunu bulunmadan önce çekim yokmuydu :) ) ve hakikat bu diyen aklı gözüne inmiş maddiyatta bozulmuş fikirler değil.ALLAH hepimize hidayet versin

 

Değerli kardeşim, ben kimseyi inandırmaya çalışmıyorum. Sadece, hayatta böyle şeyler de var demiş gibi algıla söylediklerimi. Yazılarımda anlattım ben determinist değilim felsefi anlamda. Sadece, bilimin yöntemi budur başka da yolu yoktur diyorum. Bilimin sonucu olan teknolojiyi kullanıyoruz, bu ilkenin ürünü mühendislik. Pratik faydaları var tabii ki.

 

O kanun dediklerin sadece bizimle ilişki kuran doğayı temsil eden matematiksel tasvirler. Dediğim gibi pratik yararları var, hayatımızı kolaylaştıran.

 

Bir şey araştırılmadan, yaşanmadan yok denilemez, bu peşin yargı yada müstebitlik olur. Bu akla aykırı. Allahın var olup olmaması önemli değil önemli olan Allahı yaşamak. İyi dileklerin için teşekkür ederim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

en güzel yol sünneti seniyeye ittiba ile olur.bu yolda bu fikirleri anladıktan sonra vahdetul vucud'cular gibi sapmak değil asıl mahiyetimizin acz fakr kusr dan oluştuğunu anlayarak haşa kendimizi ALLAH yerine koymayarak olur. meselâ: Hararetteki meratib, bürudetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir ve hâkeza kıyas et...insanda böyle bir mahluktur.sonsuz acz ile sonsuz kudreti gösterir. ALLAHa sığın ALLAH seni o düşünceden kurtarsın.

 

Bir denizde hesabsız cevherlerin aksamıyla dolu bir definenin bulunduğunu farzedelim. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevahirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi elmastan ibarettir. Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza... Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın müvazenesi bozulur. Tenasüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfata muztar kalır. Hattâ bazan inkâr ve ta'tile kadar giderler. Hükema-yı İşrakiyyunun kitablarına ve Sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudatına itimad eden mutasavvıfînin kitablarına teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşübhe tasdik eder. Demek hakaik-i Kur'aniyenin cinsinden ve Kur'anın dersinden aldıkları halde, -çünki Kur'an değiller- böyle nâkıs geliyor. Bahr-i hakaik olan Kur'anın âyetleri dahi, o deniz içindeki definenin bir gavvasıdır. Lâkin onların gözleri açık, defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok görür. O defineyi öyle bir tenasüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakikî hüsn-ü cemali gösterir. Meselâ: Âyet-i

 

وَاْلاَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّمَوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ * يَوْمَ نَطْوِى السَّمَاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ

 

ifade ettikleri azamet-i rububiyeti gördüğü gibi,

 

اِنَّ اللَّهَ لاَ يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ فِى السَّمَاءِ * هُوَ الَّذِى يُصَوِّرُكُمْ فِى اْلاَرْحَامِكَيْفَ يَشَاءُ * مَا مِنْ دَابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اۤخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا * وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللَّهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ

 

ifade ettikleri şümul-ü rahmeti görüyor, gösteriyor. Hem

خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَ النُّورَ ifade ettiği vüs'at-ı hallakıyeti görüp gösterdiği gibi, خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ ifade ettiği şümul-ü tasarrufu ve ihata-i rububiyeti görüp, gösterir. يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ifade ettiği hakikat-ı azîme ile وَ اَوْحَى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ ifade ettiği hakikat-ı kerimaneyi وَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهِ ifade ettiği hakikat-ı azîme-i hâkimane-i âmiraneyi görür, gösterir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.