Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

instantkarma

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    201
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

instantkarma tarafından postalanan herşey

  1. İsim: George Harrison - Isn't it a Pity Dizin: Yabancı Müzik - Sinema Videoları Ekleme Tarihi: 23 Haziran 2010 - 21:36 Gönderen: instantkarma Kısa Açıklama: ... Geniş Açıklama: ... Video Linki: Videoyu Görüntüle
  2. Within you and without you...

  3. İsim: Beatles - Within You Without You and Tomorrow Never Knows Dizin: Yabancı Müzik - Sinema Videoları Ekleme Tarihi: 23 Haziran 2010 - 20:33 Gönderen: instantkarma Kısa Açıklama: Uyumlu bir mix ! Geniş Açıklama: Beatles grubunun iki ayrı şarkısı '' Within You Without You '' ve '' Tomorrow Never Knows ''un uyumlu bir harmanı yapılmış. Video Linki: Videoyu Görüntüle
  4. Beatles grubunun iki ayrı şarkısı '' Within You Without You '' ve '' Tomorrow Never Knows ''un uyumlu bir harmanı yapılmış.
  5. Sayın Palaman, Dikkat ederseniz, tartışma konumuz olan ayetlerdeki bilimi desteklediği öne sürülen ifadeleri, bilim dünyasında kabul edilmiş, tutarlı, sorunsuz kuramlara göre değerlendirdim. Bu ifadelerin bazılarının olsa olsa zorlarsak uyabileceğini anlatmaya çalıştığım kuramlar, Atmosferin Oluşumunu, Evrenin oluşumunu, genişlemesini açıklayan halen tutarlı, geçerli, bilim dünyasının tümü tarafından kabul edilmiş kuramlardır. Oysa, Büyük Çökme'nin sorunlu bir kuram olduğu verdiğim kaynakta ifade edilmiş. '' Özellikle uzak süpernova gözlemleri ve yüksek çözünürlüklü kozmik mikrodalga arkaplan ışıması analizleri olmak göre gözlemsel veriler, evrenin büyümesinin kütleçekim etkisi sonucu yavaşlamadığını, tam tersine giderek hızlandığını tutarlı olarak göstermektedir. Dolayısıyla büyük çöküş kuramı günümüzde sorunlu bir kuram olarak değerlendirilmektedir '' ( Wikipedi ) Elbette ki yarın bir gün ne çıkar, bunu bilemeyiz. Karanlık enerjinin doğası günün birinde ( Cern'deki çalışmaların bir amacı da bu ) tam olarak anlaşıldığında, elde edilen bilgilerle Büyük Çöküş kuramı desteklenebilir de desteklenmeyebilir de, bunu şimdiden söyleyemeyiz. Fakat bugün Büyük Çöküş kuramı bilimsel niteliğini korumuyor, çünkü; yeni gözlemlerle desteklenen bir kuram değil. Bunu siz de bilirsiniz ki, bilimde yeni gözlemlerle geçerliliğini yitirmiş kuramlar ya onarılarak düzeltilir ya saklanmak üzere rafa kaldırılır yada tamamen terk edilir. Şu an geçerli düşünceye göre ise, Evrenin genişlemesi karanlık enerjinin varlığıyla ilişkilendirilmektedir. Genişlemeye karanlık enerjinin yol açtığı, bu genişlemenin giderek hızlandığı yeni gözlemlere dayanarak düşünülmektedir. Karanlık enerjinin bir gün evrendeki hızlanmayı ve genişlemeyi durduracağı, tersine büzülmeye yol açan bir hızlanmaya neden olacağı düşüncesinin ise böyle olduğuna inanmak dışında henüz bir dayanağı yoktur. Öncelikle, buradaki tartıştığımız konu bağlamında, objektif bir değerlendirme yapmaya çalıştığımız için inanıp inanmama konusundaki kişisel görüşümü de size beyan etmek zorunda olmadığımı ve sizin de bana bir inanç/inançsızlık atfetmeye hakkınız olmadığını belirtmek isterim. Söylemediğim sözler üzerinden benim ne düşündüğüm konusunda fikir beyan etmeniz yanlış olmuş. Benim bu ayetlerin mucize olamayacağını ispatlamam, '' Hz. Muhammed yalancı olup Kuran'ı kendisi uydurmuş '' dediğim anlamına gelmez. Kuran mücizeleri denen iddialar son yüzyılda ortaya çıkmış iddialar olduğundan, daha önceki yüzyıllarda yaşayan müslümanlardan Kuran'da bu tür mucize aramayanların, aramanın yanlış olacağını düşünenlerin veya böyle iddialara itibar etmeyenlerin de '' Hz. Muhammedin yalancı olup Kuran'ı kendisi uydurmuş '' olduğunu düşündüklerini iddia edemezsiniz sanırım. Üstelik, günümüzde de bu tür mucizelere şiddetle karşı çıkıp bunların Kuran'da yeri olmadığını, mucizenin Kuranın lafzından çok manası ile, getirdiği mesaj ile ilgili olduğunu savunan bir çok ilahiyatçı var. Bir diğer konuda şudur ki; bu tür iddiaların kesin gözüyle kabul edilmesi, eğer bunların dayandırıldığı bilimsel kuramlar ileride yanlışlanırsa Kuran'ın da yanlışlanacağı gibi bir tehlikeyi de barındırmasıdır inananlar açısından. Şimdi, söylediğiniz gibi ayetleri karşılaştıralım : '' Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar. '' ) " Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.'' '' İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. '' ( Bakara-6,7,8 - Diyanet İşleri Meali (Yeni)) ve '' Yazılı kâğıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine yapacağız. Biz bunu muhakkak yapacağız. '' ( Enbiya-104 - Diyanet İşleri Meali (Yeni) ) Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu üzerimizde bir vaiddir. Elbette, biz yapıcılarız. ( Enbiya-104 - Ali Bulaç Meali ) Bakara-7'deki '' kalp mühürlemek '', '' kulak mühürlemek '', '' gözde perde olması '' ifadelerini kullanmak mecaz-i mürsel sanatı yapmaktır. Mecaz-ı Mürsel sanatının bir türü olan '' soyut kavram yerine somut ad, eylem '' kulanılmasıdır. Enbiya-104 'deki '' Kitabın sayfalarını, yazılı kâğıt tomarlarını katlar gibi katlamak, dürmek '' eyleminin ise mecazi bir anlamı yoktur. Burada somut bir kavramın yine somut bir kavram ile gözümüzde canlanması yoluyla anlatılabilinmesi için, '' gibi '' edatıyla yapılan bir tam teşbih ( benzetme ) vardır. Kuran'ın o devrin tipik Ortaçağ evren anlayışı kabülünü içermesi, mesajın doğru aktarılması için bu anlayışı araç olarak kullanmasından öte bir şey değildir. Bu ayetlerde önemli olan Kuran'ın getirdiği yeni mesajın, anlayışın, mananın anlaşılmasıdır. Zamanlar üstü olan bu mesajdır. İnanıp inanmamak ise ayrı konudur. Mucize var diye inanmak ise zayıf bir imana delalet olabilir. " Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter. " ( Zariyat-47 - Diyanet İşleri Meali (Yeni)) '' Göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. '' ( Zariyat-47 - Ali Bulaç Meali ) Görüldüğü gibi günümüzde bile farklı anlamlarla çeviriler yapılabiliyor. İşin bu yönü eski ve yeni Arapça'nın ikisinin birden çok iyi bilinmesini gerektirdiğinden kişisel olarak bir yorum yapamam. Söyleyebileceğim tek şey; o kadar güncel meal arasında, ayetteki Arapça ifadeyi, Ali Bulaç, Muhammed Esed, Edip Yüksel ve Ahmet Varol'unkiler dışında İngilizce mealler de dahil '' onu genişleticiyiz/genişletmekteyiz ''e benzer anlamda çevrilmiş halde içerisinde barındıran başka bir meal bulunmuyor. Saygılarımla.
  6. Sayın Palaman, İsterseniz bu ayette söz edilen mucize iddiasını konu ile ilgili diğer ayetlerle birlikte bir analiz edelim : "İnkar edenler gökler ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı görmüyorlar mı? ( 21 Enbiya Suresi 30 ) Şimdi eğer, Enbiya-30’daki Gökler ve Yer derken, göklerden kasıt tüm boşluk, yerden kasıt tüm madde ise doğrudur, zorlama bir yorum da olsa, Big Bang'e uyar. Ancak, eğer 21 Enbiya Suresi 30. ayetindeki "Gökler" olarak dünya haricindeki tüm evren kastediliyorsa, bu durumda Big Bang'e uymaz. Çünkü, Evrenin yaşının 13 milyar yıl, dünyanın yaşının da 4.5 milyar olduğunu düşünürsek ve göklerden kasıt dünya dışındaki evrenin tümü yerden kasıt sadece dünya ise yanlıştır, Bigbang'e uymaz ki bu anlam daha yakın. Diğer taraftan, bu ayette bahsedilen "Gökler" den kasıt atmosfer de olabilir. Çünkü, Atmosferin oluşumunu, soğuyan dünyanın manto ve yer kabuğu tabakalarından çıkan nitrojen, karbondioksit, karbon monoksit gazlarının, dünyanın yerçekimi ve merkezkaç kuvvetiyle dengelenerek ve dünyanın dönmesi nedeniyle ilkel atmosferi oluşturduğu teorisine göre bildiğimize göre, ayeti elbette böyle de yorumlayabilme hakkımız vardır. Yine, aşağıdaki; "Ve göğü kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki (onu) genişletmekteyiz." ( 51 Zariyat Suresi 47 ) ayetinde "Gök" olarak tüm evren kastediliyorsa bu Hubble kızıl ötesi kaymasına uyar ve evren genişlemesine bir atıf olarak söylenebilir. Diğer taraftan, bu ayette ‘Gök’’ diye atmosferden bahsediliyorsa atmosfer genişliyor değildir. Ama, Sema ( Gök, Gökyüzü ) atmosfer ise, ozon tabakasının azalmasıyla atmosferdeki ısınmanın, troposferin genişlemesi ve kutuplara doğru büyümesine yol açtığını biliyoruz. Yani, bu ayete de bu şekilde de zorlama bir yorum getirilebilir, zorlamazsak o zaman alakasızdır zaten. Bunları toparlarsak, Eğer, Zariyat-47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin genişlemesine zorlama da olsa uyar. Eğer, Zariyat-47'deki Gök ( Sema )den kasıt evren ise bu evrenin genişlemesi gözlemine uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin oluşumuna uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt evren ise bu Bigbang'e uymaz. Sonuç: 1-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye evren kastediliyorsa biri bilime uyar dersek öbürü hiç uymaz. 2-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye atmosfer kastediliyorsa biri bilime uyar, öbürü bilime zorlama şekilde uyar yada belki de hiç uymaz diyebiliriz. 3-Eğer Zariyat-47'deki Gökden kasıt madde haricindeki boşluk ise bilime uyar, Enbiya-30'daki Gökler den kasıt atmosfer ise bilime uyar. 4-Eğer Zariyat-47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise zorlama şekilde bilime uyar, belki de hiç uymaz, Enbiya-30'daki Gökler ( Sema )den kasıt evren ise bilime uymaz. Bunlardan birini seçmek gerekir o halde. Yine bunlarla birlikte ayrıca; "O gün Göğü kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz." ( 21 Enbiya Suresi 104 ) ayetinde ise yine "Gök" diye tüm Evrenden bahsedildiği iddia edilmekte, bu ayet Big Crunch ( Büyük çöküş ) teorisi ile ilişkilendirilmektedir. Oysa, son gözlem ve analizler neticesinde, genişleyen evrenin yavaşlamadığı, tam tersine giderek hızlandığı anlaşılmış, yapılan hesaplarla da böyle bir yavaşlama, durma ve geri çökmenin olamayacağı kanıtlanmıştır. “Özellikle uzak süpernova gözlemleri ve yüksek çözünürlüklü kozmik mikrodalga arkaplan ışıması analizleri olmak göre gözlemsel veriler, evrenin büyümesinin kütleçekim etkisi sonucu yavaşlamadığını, tam tersine giderek hızlandığını tutarlı olarak göstermektedir. Dolayısıyla büyük çöküş kuramı günümüzde sorunlu bir kuram olarak değerlendirilmektedir.” ( Wikipedi ) Anlaşılıyor ki bu ayetlerde söz edilen gök, bir kitabın sayfaları gibi bitişikken ayrılıp, 180 derecelik bir açılımla düz bir şekilde yayılıp zamanı gelince başlangıçtaki konumuna yani kitabın açılmamış haline döndürülecek olan, tipik, Ortaçağ evren tasvirine ait bir yapıdadır. Saygılarımla.
  7. instantkarma

    Bigbang'e Bir Soru

    Merhaba Sayın Palaman, Evrenin Big Bang'le yoktan ( sıfırdan ) var olduğu doğru bilinen yanlışlardandır. Big Bang bunu diyen bir teori değildir. Big Bang teorisi, '' Ak nokta '' denilen, Evrenin 13,7 milyar yıl önce, çok çok küçük bir hacme sahip olan, aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan, başka deyişle tekillikten başladığını öne süren bir teoridir. Genelde bilinenin tersine teori, bu tekilliğin sıfır hacimde değil, Planck sabiti boyutunun da altında bir hacimde olduğunu söyler. Çok küçüktür ama 0 değildir. Saygılarımla.
  8. Ben kararlıyım çözeceğim sizi...

  9. KUR'AN'dan önceki kitapların İsmi varmı var, Bu kitapları tebliğ eden Peygamberler gerçekmi, gerçek, nedir bunlar Hz Musa ve Tevrat. Hz Davut ve Zebur, Hz İsa ve İncil şimdi buradan hareketle Kitapların varlığı (var olduğu) korunmuş olarak karşımızda ama İnsan'ın Kutsal kitaplarda yaptığı tahrifat yine İnsan'ın imtihan olması dolayısı ile (cüzi iradesi ile) Kutsal kitapların korunmamış olduğu varsayımı geçerli değildir, bu itibarla İnsanlığın başlangıcında kitap gönderilip,gönderilmediği savı'da Hz Adem'in Peygamber olarak ve ilk İnsan olması dolayısı ile ALLAH c.c. In İnsanları ikaz ettiğinin bir belgesidir... Şimdi, Kuranın iddiası nedir ? '' Allah, Kuranı Ademe öğretmiş ama daha sonra insanlar içeriğini tahrif etmişler Allah da tekrar tekrar aynı içerikli başka kitaplar göndermiş, fakat insanlar yine tahrif etmişler, en sonunda M.S. 610 yılında Kuranı göndermiş ve onu koruma altına almış '' değil mi ? Ben diyorum ki, neden koruma altına almak için 4610 sene ( Yazının bulunuşu M.Ö. 4000- MS 610 ) beklemiş ? En başından Ademe verdiği bilgilerin korunmasını sağlasa idi, imtihan gene geçerli olmaz mıydı ? Olurdu. Daha önceki kitapları koruyamamış mı yada niye korumamış ? 610 yıl değil, 610 yılına kadar demiştim. Yani, yazının bulunuşundan itibaren 4610 yıl neden beklemiştir korumak için demek istedim. Korumak her ne kadar müdahale olsa da kitap göndermek de bir müdahaledir. Onun için, Kurandan önce ateistlerin ( Kurandan önce ateist falan da yoktu bu arada putperest diyelim ) itirazları korunsa da korunmasa da sürecektir. Daha önce söylediğim gibi bu tamamen ayrı bir konu. Sorum açık ve net : Allah gönderdiği bir kitabın korunduğunu ilan etmek ve korumak için neden 4610 yıl beklemiştir ? Deneme yanılma mı yapıyor ona göre karar veriyor yani ? Hani, önceden her şeyi bilirdi ? Kurandan önceki korunmayıp, tahrif edilmiş kitaplara uymayanların suçu olabilir mi ? Madem tahrif edilmiş o kitaplar, o kitaplara inanmayan adamların suçu ne ? M.S.610 yılından sonra, öyle olduğu iddia olunan Kuran gibi, '' korunmuş '' olan bir kitap önlerinde dursaydı ancak o zaman imtihan sorumluluğu geçerli olurdu, değil mi? İnstantkarma, soruna yine senin yazınla karşılık vereceğim; Şimdi; yukardaki yazın bir şeyin nasıl belirleneceğinin “bilimsel” kanıtı,yani geçmiş ve gelecek iç içe. Mevcut bilimsel teoriler vasıtası ile takyon boyutunda her şeyin bilinebileceğini yazıp Big Bang'ın ispatladı üzere Evrenin tasarlanıp meydana getirildiği ve bu oluşum (big bang) neticesinde takyon ve benzeri maddelerin yaratıldığı,yaratılan madde'nin her şeyi bileceğini ama onu meydana getiren ALLAH c.c. Bilipte belirleyemeyeceği tam bir ABSÜRT iddiadır... Şimdi; İnsan “bilinci” ile ve özgür iradesi ile (cüzi) takyonlar alemini keşfediyor biliyor, ve bu takyonlar aleminde ise her şey belirlenmiş vaziyette... Şeç şeç al,kaderini yaşa... Değilmi instantkarma. (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Değil, senin ısrarla anlamak istemediğin konu, takyonların da, süper uzayın da teorik fiziğin konusu olması. Ne demiştim; :)Yani, bilime dayanarak, Tanrının varlığının ispatlanmasının olanaksızlığı bir yana, onun evrene müdahale edebileceği de teorik bir gerekliliğin ( matematikte sanal-karmaşık-imajiner sayılar kullanılması ) dışında mümkün değildir. Sarıgöl, sen bilim ile Tanrının varlığını ispatlamayı bıraktığın anda, ben de bilim ile Tanrının varlığının ispatlanamayacağını göstermekten vazgeçeceğim. Şeç şeç al,kaderini yaşa... Onun dışında neye inanırsan inan. Buna kimse bir şey demez. Yanlış bir şeyle uğraşıyorun, yoksa, ben senle neden uğraşayım ki ?
  10. Yazıp, alıntılayıp astığın yazıdaki bir sözünü bende buraya asayım; Yazının İngilizce olan kısmı İngilizce Wikipediadan alınma, Türkçe çevirisi de bendenize aittir. Ve; Şimdi, kendimden bir alıntıyı buraya asayım; Yani, tam anlamıyla kanıtlanmamış bir teori demek, onun deney ve gözleme uymayan noktaları vardır anlamına gelmemektedir. Eğer, böyle olsaydı, bu teori hiç vakit kaybedilmez derhal çöpe atılırdı. Tam olarak kanıtlanmamış demek, arkeolojik bulgularla bütün sürece ait fosillerin hepsinin henüz bulunmadığı anlamındadır. Evet, evrim teorisi doğası gereği zorlama bir teoridir. Nedeni ise, deterministik bir süreci betimleyen değil kaotik bir süreci betimleyen bir teori olmasındandır.Teorinin dayandığı iki temel yasa vardır. Bakın yasa diyorum, yani deney ve gözlemle ispatlanmış varsayım. Bunlar, doğal seleksiyon ve gen aktarımı (mendel ) yasalarıdır. Evrim denen bu kaotik süreç bu yasalara uygun olarak gerçekleşir. Bunu anlamak için Kaotik süreçlerin nasıl incelendiğini, nonlineer denklem sitemlerinin nasıl çözümlendiğini bilmek, anlamak gerekir. Bu şuna benzer, hava tahmini için hava durumu sürecini, lineer analizle değil, nonlieer analizle inceleriz. İncelememizde kullandığımız yasalar da yerçekimi, elektromagnetik yasaları ve termodinamiğin yasaları vs.dir. Yani, bu da aynen evrim gibi son derece karmaşık bir süreçtir. Başka bir deyişle, evrim matematiksel anlamda nonlieer bir süreç olarak incelendiğinde, doğal seleksiyon ve gen aktarımı (mendel ) yasaları kullanılır. Bu sürecin analitik olarak incelenemeyip, nonlineer analiz ile incelenmesi, o süreçte gizemli bir bilincin iş gördüğünün kanıtı değildir. " Colins "bile itiraf ediyor demek, onun sözlerini Colllins sanki bir ateistmiş de bir itiraf yapıyor gibi sunmak demektir. Oysa, Collins dini bütün bir hristiyandır. İşte, Collins, tam da bu yüzden, bilime kendi inancını eklemlemek, inancını dışlamadan evrimi kendince ve hristiyan kardeşlerince kabul edilebilir bir forma sokmaya çalışarak, kendi deyimi ile teistik evrimci olarak akıllıca bir iş yapıyor. Ama HY gibileri onun bu sözlerini es geçip, bir sözüne dayanıp, bilimi redddip, ne idüğü belli olmayan, bilimsellikten fersah fersah uzak akıllı tasarım safsatasını öne sürüp akılsızca bir iş yapıyorlar. Şimdi tekrar sorayım : Madem Harun Yahyanın adını verdiği ve işine gelen sözlerini yazılarına alıntıladığı genetikçi Collinsi örnek gösteriyorsun onun aşağıdaki sözlerini de onaylıyor musun ? NOT : Çevirideki ilavelerim : I can go to the mouse and find it's the similar gene, and it's 90 percent the same. It's certainly compatible with the theory of evolution, although it will always be a theory that we cannot actually prove. gerçek olan, bizim, bir şempanzeyle DNA seviyesinde %98.4 aynı olduğumuzdur. ( İNCELEMEK İÇİN ) Bir fareye geçebilirim ve farenin geniyle %90 aynı olduğumuzu bulabilirim, bu gerçeği yok saymak gerçekten zordur. Bu bilgiler, -tam olarak KANITLAYAMAMIŞ OLDUĞUMUZ BİR TEORİ OLSA'DA ( İNCELEMEK İÇİN ) ifadesi çevri yaparken anlaşılsın diye benim eklediğim bir ifadedir. ( İncelemek için ) Bir fareye geçebilirim ve farenin geniyle %90 aynı olduğumuzu bulabilirim, bu gerçeği yok saymak gerçekten zordur. Bu bilgiler, -tam olarak kanıtlayamamış olduğumuz bir teori olsa da-evrim teorisi ile kesinlikle uyumludur.
  11. 21.yüzyıl bilimini HY gibi yanlış anlayıp, yanlış yorumlamaktansa, 19.yüzyıl bilimini tam anlamak daha iyidir. Madem Harun Yahyanın adını verdiği ve işine gelen sözlerini yazılarına alıntıladığı genetikçi Collinsi örnek gösteriyorsun onun aşağıdaki sözlerini de onaylıyor musun ? Yes, evolution by descent from a common ancestor is clearly true. If there was any lingering doubt about the evidence from the fossil record, the study of DNA provides the strongest possible proof of our relatedness to all other living things. Evet, ortak bir atadan türeyerek evrim açıkça doğrudur. Eğer, fosil kaydından gelen kanıtlar hakkında uzun zamandır herhangi bir şüphe var olsaydı, bütün diğer yaşayan şeylere bağlılığımızın en kuvvetli kanıtını DNA çalışmaları sağlardı. Evolution is God's way of giving upgrades (When asked, "What do you say to your fellow Christians who say, 'Evolution is just a theory, and I can't put that together with my idea of a creator God'?") "Well, evolution is a theory. It's a very compelling one. As somebody who studies DNA, the fact that we are 98.4 percent identical at the DNA level to a chimpanzee, it's pretty hard to ignore the fact that when I am studying a particular gene, I can go to the mouse and find it's the similar gene, and it's 90 percent the same. It's certainly compatible with the theory of evolution, although it will always be a theory that we cannot actually prove. I'm a theistic evolutionist. I take the view that God, in His wisdom, used evolution as His creative scheme. I don't see why that's such a bad idea. That's pretty amazingly creative on His part. Evrim, Tanrının gelişmeleri mümkün yapan yöntemidir. '' sen, ' evrim sadece bir teoridir ve yaratıcı bir Tanrı fikrim ile birlikte onu öne süremem ' diyen hristiyan kardeşlerine ne söylersin '' diye sorulduğunda, tamam, evrim bir teoridir. Bu çok zorlama bir teoridir. DNA üzerinde çalışan biri olarak, bir gen parçası ile çalışırken, gerçek olan, bizim, bir şempanzeyle DNA seviyesinde %98.4 aynı olduğumuzdur. ( İncelemek için ) Bir fareye geçebilirim ve farenin geniyle %90 aynı olduğumuzu bulabilirim, bu gerçeği yok saymak gerçekten zordur. Bu bilgiler, -tam olarak kanıtlayamamış olduğumuz bir teori olsa da-evrim teorisi ile kesinlikle uyumludur. Ben bir teistik evrimciyim. '' Tanrının, kendi zihninde, yaratıcı şema olarak yararlandığı evrim '' bakış açısını seçerim. Bunun neden kötü bir fikir olduğunu anlamıyorum. Bu onun yaptığı oldukça şaşırtıcı yaratımdır.
  12. Şaçma olan bu düşüncen... KUR'AN zaten bütün kitapların özeti. Daha önceki Kitapların ve Peygamberlerin gerçek olduğu (bilinmesi) zaten yeter... İnsan unutkan ve aynen 21, yüzyılda olduğu gibi iletişim çağında (her şey meydanda iken bile) araştırmayıp,üstelik ateist olabiliyorsa, vede var olan Kitaplar'a itiraz ediyorsa... Hesap anında bilmiyorduk gönderseydin diyecek... Ve; Fıtrat... Ve; İmtihan... Niye var. Kitaba itiraz başka bir konudur. Sorduğum soru, neden daha önceki kitaplar Kuran gibi allah tarafından korunmamış da, korunacak kitabın gönderilmesi için neden 610 yılı beklenmiştir. Korunacak bir tane kitabın insanlığın başlangıcında gönderilmesi çok mu mantıksız olurdu sence ? Bak yine atlamışsın ve anlayamamışsın alıntıladığın yazıdaki yeri instantkarma... Neymiş;Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını. Yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz. Sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar. İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar. Şimdi; Kulun cüzi İradesi ile şeçtiği yolda başına geleçekleri bilmek Ezel ve ebed olan ALLAH c.c. Zor değil kolaydır, bu itibarla Cennet var,Cehennem var,cüzi irade var (seçenekler) birde gönderilmiş uyarıcılar ve Kitaplar var... Şeç,şeç al kaderini yaşa,değilmi instantkarma... Burada bilmek ve belirlemek ALLAH c.c. Kolay,olayın özü bilinen ve belirlenene Kul'un cüzi iradesi ile ne karşılık verip İmtihanı kazanması... Olay bu, şeç,şeç al... (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Şimdi, senin cümlen neydi bir hatırlayalım bakalım : Allahın müdahalesi kulun özgür iradesi ile istemesi ile oluyor diyorsun. Peki, Fethullah Gülen ne demiş, allah kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını bilir ve bir kenara yazar demiş ama müdahale eder dememiş. Yani onla aynı şeyi söylemiyorsun. Onun söylediği; '' Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar '' ifadesi ile '' İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.'' ifadesi arasında fark yoktur ve ; '' yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz '' ifadesi ile ilk yazdıkları ile uyumlu, bir çelişki yok. Ama, Allah tüm bunları biliyorsa o zaman kendi belirlememiş demektir ve sadece biliyor demektir. Yani onla aynı şeyi söylememiştin. Bu noktada, şimdi, sen bana allahın bunları nasıl bilebileceğini ve nasıl müdahale yapabileceğini mevcut bilimsel teorilere göre açıkla bakalım. Madem bilim ile tanrıyı ispat etmeye soyunmuşsun, bunu da yapabilmelisin. Ama öyle, '' Allah bilir biz bilemeyiz '' gibi yan çizmelere girişmeden. Ayrıca, sadece bilmekle kalmayıp, belirliyorsa, özgür iradenin ne anlamı kalır ? Bunun da cevabını dürüstçe, konuyu kaynatmadan, çorba haline getirmeden isterim! Haydi bakalım kolay gelsin.
  13. Instantkarma, Ben ister bak,ister bakma fakat anlamaya çalış diyerek başlayacağım, ve yazdığın şu yazı ile; Ve; şu yazın; Bu bir... Ve; Şimdi; hız neticesi bir yerlere gelip Dünya'nın geçmişini bilip,oradan'da; Planc sabitinin altından Dünya'nın geçmişini bilmek... Buraya nasıl gelindiğide sizin şu yazınızla başlamıştı hatırlarsanız; İvme gerekmiyor (hız) fakat sayın instantkarma takyonlara gelmiş, oradanda süper uzay'a bir göz atıyor... Bravo... Anladın... İvme gerekmiyor değil, ivme gerektirmesinin anlatmaya çalıştığım şeyle ilgisi olmadığını söylüyorum. Niyet anlamak olmayınca, anlaşılmaması da doğal. İnstantkarma, Bilimin teorilerinin birini alıp birini gözardı ettiğim bir yeri göster tamam diyeceğim. Kaosu, Kuantumu, Big bangi alıp anlamadan da olsa kabul ediyorsun ve inancını kanıtlamak için kullanıyorsun, Tanrının bu teorilere göre müdahele yapabileceğini, evreni yaratığını falan iddia ediyorsun. Ama Tanrının görelik teorisine göre geleceği görebileceğini reddediyorsun. Evrim teorisini kabul etmediğini söylemem bile gerek yok zaten. Sen sadece inanmak istediğine inanıyorsun, objektif bakamıyorsun. Olay bu. Öncelikle, senin bilim diyince ne anladığın belli değil. Bilim dediğimiz olay, teorilerden oluşur. Bu teoriler, matematik ve mantık ispatla kurulur. Geçerli olabilmeleri için de deney ve gözlemle doğrulanması gerekir.Eğer, deney ve gözleme uymayan tek bir nokta varsa o teori ya değiştirilir yada çöpe atılır. Bu bağlamda, Kaos, Kuantum, Görelik, Evrim doğrulanmış ve bilim çevrelerinde kabul gören teorilerdir Takyonlar ise, görelik teorisinden çıkarılan teorik bir varsayımsal gereklilik ama gözlenmiş, deneylenmesi imkansız. Ayrıca, Penrose, bir ispat yapmıyor. Çünkü, olasılık hesaplama ispat değildir. Big Bang öncesi Planck zamanı altı hem kaos vardır hem de konu kuantum mekaniğini ilgilendirir. Bunu her kaynak söyler. Dolayısıyla belirsizlik de vardır. Bana neyi açıklıyorsun instantkarma, “TAKYON” u, yahu takyon'u yazmaktan ve açıklamaktan gına geldi ve benim alıntılayıp'ta yazdıklarımın aksini senin alıntılarında söylemiyor. Şimdi'de Çetin Bal beğenmemezliği, Tıp doktoru,üstelik ibda c dergisinde yazan kişi ajite'si sanal alemde sana kimi beğendireceğiz birde takyon gibi niyet okumaları... Öbür yazdıklarına cevap yazmayacağım sırf tekrar (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Alıntıladığım yazılar, nasıl yazdıklarının aksini söylemiyormuş ? '' Planc altı; Big bang sonrası oluşan bir durumdur '' dedin, '' Bak MELEKLER nerelerde... Ve doğa olaylarını'da idare edebilirlermiş demek,üstelik onlarıda yaratan ALLAH c.c. Ve kurallarıda koyan “O”, ve her yaratılan uymak zorunda... '' dedin, '' Yani allahın kendi yarattığı kurallara tabi olabileceğini yani Einsteinin görelik teorisine uyabileceğini kabul ediyorsun demek. Güzel. '' dedim ve; Alıntında, '' Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. '' diye bir kurgu vardı ve diğer alıntıladığın kaynakta ise tam tersi savunuluyordu. Bak instantkarma, ******* Benim yerime karar verip şu fizikçiden şunu al, şu düşünürden bunu alma yerine alıntıladığın fikirleri objektif olarak karşılaştırmalı olarak harmanlayıp, doğru olana,doğru deme öz güvenini göster... Harun Yahyadan alıntı yapmıyorum diyen birinin dürüstlük dersi vermeye kalkması
  14. ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü yöneticisi Francis Collins, 2006'da yayımlanan"The Language Of God" kitabında, Urey-Miller Deneyi hakkında şunları söyler: "Bundan 50 yıl önce Stanley Miller ve Harod Urey, Dünya'nın ilk zamanlarında var olduğuna inandıkları birtakım organik bileşikler ve su karışımına, elektrik şarj ettiler ve amino asitler gibi biyolojik yapıtaşları elde ettiler. Deneyde kullanılan organik bileşiklerin, uzaydan geldiğini kabul etsek bile, bu kompleks organik moleküllerin, evrende kendi kendine oluştuğuna dair hiçbir şeyi açıklamamaktadır. "Burada bir noksanlık vardır. Bu bileşiklerden, nasıl, kendisini kopyalayan ve bilgi taşıyan bir molekül oluşabilir? Fosfat-şeker omurgası ve birbiri üzerinde çok hünerli ve karmaşık şekilde düzenlenmiş organik bazları ve bu bazların, burgulu çift sarmalı oluşturmak üzere, her basamakta eşleşmekte olduğu DNA, "sadece oldu" denip geçilemeyecek; son derece ihtimal dışı bir moleküldür. Üstelik DNA, kendini kopyalamasını sağlayacak hiçbir özgün mekanizmaya sahip değildir. "Bazı bilim adamları da, ilk yaşam formunu, RNA'nın meydana getirdiğini iddia etmektedirler. Bunu iddia etmelerinin nedeni; RNA'nın da bilgi taşıması ve DNA'nın katalize edemediği reaksiyonları katalize etmesidir. Oysa DNA, bir bilgisayar hard diski gibidir. Stabildir ve bilgiyi depo eder. Buna karşılık RNA, iyi huylu bilgisayar virüsleri gibidir. Programlandığı gibi dolaşır ve kendinde ne varsa ancak onu yapma yeteneğindedir. Alıntı. Bak Stanley Miller ve Harod Urey, uğraşmışlar fakat dış etkenlerde fayda etmemiş demekki Molekül'e, molekül, Rna,Dna hepsi programlandığı gibidirler... Pasif,masif falan yok... Miller-Urey Deneyi[1] (Urey-Miller Deneyi[2] de denir) kimyasal evrimin oluşumunu denemek üzere, dünyanın ilk zamanlarında varolduğu öngörülen koşulların benzetim yöntemiyle oluşturulduğu bir deneydi. Bu deney, özellikle Aleksandr Ivanovich Oparin ve J.B.S. Haldane'in, ilkel dünya üzerindeki koşullarda varolan inorganik öncüllerinin kimyasal tepkimeler yoluyla organik bileşikleri sentezlediği hipotezini sınamak içindi. Abiyogenez konusunda klasik bir deney olduğu kabul edilen bu deney, 1953 yılında Stanley Lloyd Miller ve Harold Urey tarafından Şikago Üniversitesi'nde yapılmıştı.[3][4][5] 2008 yılının Ekim ayında, yeniden analizi[6] yapılan deneyin malzemelerinin, düzenek içinde 5 değil 22 tane amino asit ürettiği yayınlanır.[7] Bu düzeneğin, şimşek oluşturan bir volkan püskürmesinin benzetimini oluşturduğu sanılmaktadır. Bu yeni sonuçlar, organik moleküllerin inorganik tepkimelerin sonuçlarıyla sentezlenebileceğine ilişkin güçlü kanıtlar göstermiştir. Deney ve Yorumu [değiştir] Deney, su (H2O), metan (CH4), amonyak (NH3), hidrojen (H2) ve karbon monoksit (CO) ile yapılmıştır. Bu kimyasallar, steril cam tüp ve kaplar dizgesi içinde, dış ortamdan yalıtılmış olarak bulunuyordu. Bir cam kap yarısına kadar sıvı haldeki su ile doluydu, diğer bir cam kapta ise bir çift elektrot vardı. Su ısıtılarak buharlaşma sağlanmıştı, elektrodlar arasında ise kıvılcımlar çakması sağlanarak dünyanın atmosferindeki yıldırımların ve su buharının benzetimini sağlanmıştı. Daha sonra atmosfer tekrar soğutularak suyun yoğuşması ve damlalar halinde ilk kaba geri dönmesi ve sürekli bir döngü içinde olması sağlanmıştı. Bir haftalık sürekli bir işlemin ardından Miller ve Urey sistemin içindeki karbonun en az %10-15 kadar bir kısmının organik bileşik oluşturduğunu gözlemlemişlerdi. Karbonun yüzde iki kadar bir kısmının da, canlıların hücrelerini oluşturan proteinlerin oluşumunda kullanılan amino asitleri, bol olarak da glisinin oluşturduğunu görmüşlerdi. Şekerler, lipidler ve nükleik asitlerin bazı yapıtaşları da oluşmuştu. Bir röportajda Stanley Miller, "Basit bir prebiyotik deneyde kıvılcım oluşturmak bile 20 amino asidin 11'inin ortaya çıkmasını sağlar]] demiştir. Ardından yapılan bütün deneylerde de gözlendiği gibi, hem sol hem de sağ optik isomerler "rasemik[1]" karışımın içinde yaratılmıştır. Diğer Deneyler [değiştir] Bu deney birçok başka deneye esin kaynağı olmuştur. 1963'te Joan Oró, su çözeltisi içinde bulunan hidrojen siyanür (HCN) ve amonyaktan amino asitler üretilebileceğini bulmuştur.[8] Aynı zamanda deneyinde, büyük miktarda nükleotid bazlı adenin ürediğini de görmüştür.[9] Daha sonra gerçekleştirilen deneyler göstermiştir ki, diğer RNA ve DNA bazları da "azaltılmış atmosfer"[2] ortamında, benzetimli prebiyotik kimyasal tepkimeyle elde edilebilir.[10] Kaynak : Vikipedia
  15. Şimdi; Bu yazıya sizin yazınız cevaplasın... Farklı yöntemler nedir “Matematik olarak analitik çözüm yoksa” geliştirilecek olan farklı yöntem matematiğe dayanmıyorsa ve determinizm sürecini ortadan kaldırıyorsa BU OLAY NEDİR... Laf ola beri gelemidir... “Matematik olarak analitik çözüm yoksa” geliştirilecek olan farklı yöntemin matematiğe dayanmadığı da nerden çıktı ? Matematikte, bugün analitik olmayan süreçler, sayısal iterasyonlarla incelenebiliyor ve bilgisayarlarda fraktal geometri kullanılarak kaotik grafikler çizdirilebiliniyor. Newton'un diferansiyel matematiği ile yaptığı açıklamalardan tatmin olmayan fizik dünyası da yeni yöntem arayışlarına yönelmiştir. Kaos Teorisi de bunlardan biridir. Kaos teorisini mantığa getirdiği dönüşüm ise Bulanık Mantıktır. Kaos'un etimolojik anlamı "karmaşa" demek olsa da günümüz biliminde "başlangıç koşullarına hassas duyarlılık" şeklinde özetlenir, halk arasında da "kelebek etkisi" olarak bilinir(5). Kaos Teorisine göre: Hiç bir olay kendini tekrarlamaz, eğer tekrarlamaya başladıysa kristalleşmeye girmiştir. Fakat yeni koşullar oluştuğunda bu kristal yapılar çözülüp daha büyük kristal yapıları oluşturabilir(6). Tüm bu karmaşaya rağmen bu dinamik hareketli sistemlerin de kendine has bir düzeni vardır. Fakat bunu doğrusal matematiksel ifadelerle anlatmak güçtür. Çünkü bir kar tanesinin, bir bulutun ya da bir sigara dumanını aldığı "eşsiz" biçim kendine has bir geometriye sahiptir. Bu kesirli boyutlu geometriye ise fraktal geometri denmektedir. ( alıntı ) 1.Örnek : NONLİNEER DİNAMİK SİSTEMLERDE KAOS, DALLANMA VE FRAKTALLER Özet : Bu çalışmada nonlineer dinamik sistemlerde kaos dallanma ve fraktal kavramları ele alınmıştır. Nonlineer sistemlere giriş için gerekli olan teorik bilgiler verilmiş ve popülasyon dinamiklerinden seçilen besin zinciri modelleri ve bu modellerin dinamiksel davranışları incelenmiştir. Bu tür sistemlerin sahip oldukları nonlineerlik unsurlarından dolayı başlangıç koşullarında yapılan küçük değişimlerin çok büyük, öngörülemeyen sonuçlar doğurduğu ve bu nedenle sistemlerin davranışları ile ilgili uzun vadede tahminlerin yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. Bu çalışmanın birinci bölümünde lineer olmayan dinamik sistemler ile ilgili temel kavramlar verilmiş ve ele alınan iki boyutlu sistemlerin dinamiksel davranışları ile faz uzayları incelenmiştir. İkinci bölümde, kaos ve dallanma kavramları üzerinde durulmuş, nonlineer biyolojik sistemlerin denge noktaları analiz edilip başlangıç koşullarında yapılan küçük değişimlerle periyodiklikten kaotikliğe geçişleri incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise kaotik dinamik süreçlerde biçimlerinin karmaşık olmasından dolayı garip çekici olarak adlandırılan şekilleri anlamaya ve garipliklerini keşfetmeye yardımcı olan fraktal geometri ve fraktal boyut kavramları üzerinde durulmuş ve verilen örneklerle bu kavramlar incelenmiştir. Yüksek Lisans Tezi, 2006, Institute of Science and Technology, Istanbul Technical University, 509031007 2.örnek : Nonlineer Elektronik Devreler ve Sistemler Lab. Amaç Bu araştırma laboratuarının kuruluş amacı; nonlineer elektronik devreler ve sistemlerin zengin ve ilgi çekici dinamiklerini incelemek, olası mühendislik uygulamalarını araştırmak ve gerçekleştirmektedir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki ana konu başlıkları altında sıralan çalışmalar ilgi alanımızı oluşturmaktadır: • Elektronik Devrelerde Kaos Olayının İncelenmesi, • Kaotik Osilatör Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi, • Kaotik Senkronizasyon ve Kontrol Uygulamaları, • Lisans ve Lisansüstü Mühendislik Eğitimine Dönük Kaotik Eğitim Setlerinin Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi, • SC-CNN (State Controlled Cellular Neural Network) Tabanlı Nonlineer Elektronik Devre Uygulamaları, • Programlanabilir ve Yeniden Konfigüre Edilebilir Kaotik İşaret Üreteç Tasarımı, • FPAA/FPGA Uygulamaları, • IT (Information Technology)_Tabanlı Ölçüm ve Deneysel Uygulama Konsol Tasarımı, • Güç Elektroniğinde Nonlineer Dinamik Uygulamaları. Laboratuarda Yürütülen Projeler • Mühendislik Lisans ve Yüksek Lisans Eğitim Programlarında Kaotik Devreler ve Sistemlerin Araştırılmasına Dönük Elektronik Tabanlı Eğitim Setlerinin Tasarımı ve Gerçekleştirilmesi Bu proje kapsamında, NEDS_LAB bünyesinde Mühendsilik Lisans ve Lisansüstü Eğitim Programlarında Kaotik Devreler ve Sistemlerin araştırılmasına dönük elektronik tabanlı eğitim setleri tasarlanmış ve beş setlik serinin ilk iki setinin gerçekleştirilmesi tamamlanmıştır. Nonlineer ve Kaotik sistemlerle ilgili daha çok akademik bazda ve lisansüstü düzeyde çalışmalar yapılmakta olup, kaotik dinamikler ve uygulama alanlarının lisans eğitimine indirgenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu indirgeme sürecinde yapılan teorik ve simülasyon bazındaki çalışmaların sistematik bir şekilde tasarlanmış deney setleriyle desteklenmesi son derece önem arz etmektedir. NEDS_LAB bünyesinde bu konuda uluslar arası alanda bir ilk olarak iki adet kaotik eğitim seti tasarımı ve gerçekleştirilmesi yapılmış olup, uluslararası literatüre kazandırılmıştır. I.Set Karışık Modlu Kaotik Devre Modelinin çekirdeğini oluşturduğu bir set olup, bu set üzerinde otonom, otonom olmayan ve karışık modda olmak üzere üç farklı kaotik devre yapısı ve dinamikleri değişik alternatif donanımlarla incelenebilmektedir. Bu setle ilgili ayrıntılı bilgi için tıklayınız. • II.Set ise literatürde yeralan lineer sinüzoidal osilatör yapılarından kaotik osilatör yapılarına geçişi göstermek üzere tasarlanmıştır. Tasarlanan setler, Erciyes Üniversitesi Elektrik-Elektronik Müh. Bölümü lisans programında "Lineer Olmayan Devreler ve Sistemler" dersi ile lisansüstü programda yer alan "Kaotik İşaretlerin Elektronik Devre Uygulamaları" adlı ders müfredatında üç haftalık laboratuar uygulaması şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. • Anahtarlama Mekanizmalı Kaotik Sistemlerin Kontrol ve Senkronizasyon Uygulamalarının Araştırılması", Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi-Proje No:FBA-05-06 (2005) Bu proje kapsamında yapısında anahtarlama mekanizması bulunan kaotik sistemlerin senkronizasyon ve kontrol uygulamaları üzerinde çalışılmıştır. Bu konudaki çalışmalar darbesel senkronizasyona dayalı güvenilir haberleşme sistemlerinde kullanılma potansiyeline sahiptir. Örnek bir uygulama için tıklayınız. • KAOS TABANLI MÜHENDİSLİK UYGULAMALARI İÇİN YENİ VE PROGRAMLANABİLİR KAOTİK İŞARET ÜRETEÇLERİNİN DENEYSEL TASARIMI-2007 Yılı 1.Dönem TÜBİTAK Projesi Bu projede; kaos tabanlı Mühendislik uygulamaları için yeni ve programlanabilir kaotik işaret üreteç devre modellerinin deneysel olarak tasarlanması amaçlanmaktadır. Bu proje amacı kapsamında mikrodenetleyici tabanlı devre düzenekleri ile Alan Programlanabilir Analog ve Dijital Dizi Elemanlarına (FPAA/FPGA) dayalı devre düzenekleri kullanılarak analog ve dijital devre tasarımına uygun yeniden konfigüre edilebilir ve programlanabilir kaotik işaret üreteç devre yapılarının, deneysel olarak tasarlanması planlanmaktadır. Yapılan Çalışmalara Ait Yayınlar • Kılıç R., "A Comparative Study on Realizations of Chua's Circuit: Hybrid Realizations of Chua?s Circuit Combining the Circuit Topologies Proposed for Chua?s Diode and Inductor Elements", International Journal of Bifurcation & Chaos, 13, 1475-1493,(2003). • Kılıç R., "Chaos Synchronization in SC-CNN-based Circuit and An Interesting Investigation: Can a SC-CNN-based Circuit Behave Synchronously With The Original Chua's Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos, 14, 1071-1083, (2004). • Kılıç R., "Experimental Study on Inductorless CFOA-based Chua's Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos, 14, 1369-1374, (2004). • Kılıç R., "Impulsive Synchronization Between Two Mixed-Mode Chaotic Circuit", Journal of Circuits, Systems and Computers, 14, 333-346, 2005. • Kılıç R, Yıldırım F., "CFOA-Based Inductorless Mixed-Mode Chaotic Circuit:Experimental Verification", International Journal of Bifurcation & Chaos, 16,(3), (2006). • Kılıç R., Saraçoğlu Ö.G.,Yıldırım F., "Experimental observations of EMI effects in autonomous Chua?s chaotic circuit", Chaos,Solitons&Fractals, 32 (3) (2007) • Kılıç R., Karauz B., "Implementation of a Laboratory Tool for Studying Chaotic MMCC Circuit", International Journal of Bifurcation & Chaos,(Accepted) • Kılıç R., Yıldırım F., "Experimental Realizations Of Higher Dimensional Chaotic Circuits Including Both Floating And Grounded Inductors", International Journal of Bifurcation & Chaos, (Accepted). • Kılıç R., "Experimental study on impulsive synchronization between two modified Chua's circuits", Nonlinear Analysis: Real World Applications (Accepted). Nonlineer Elektronik Devreler ve Sistemler Lab. (NEDS_LAB) Başlangıçı (big bang) pi, irrasyonel, transandan sayılarla başlatmak tam bir transandan ( felsefi) kafa yapısına sahip kaos teorisini'de ona ekleyip (başlangıç anına) oradan çıkarım yapmak hem yanlış,hemde; Ünlü İngiliz matematikçi Penrose'un bulduğu ihtimal'i yok saymaktır o ihtimalde, şudur: ALINTI 1010123 de bir ihtimal! Bu sayının ne anlama geldiğini düşünmek bile zordur. Matematikte 10123 şeklinde yazılan bir rakam, 1 sayısının yanına 123 tane sıfır gelmesiyle oluşur. (Bu evrendeki tüm atomların sayısının toplamından, yani 1078'den bile büyük, astronomik bir sayıdır.) Ama Penrose'un bulduğu sayı, bunun çok çok daha üstündedir. Çünkü Penrose'un bulduğu sayı, 10123 tane sıfırın 1 rakamının yanına gelmesiyle oluşmaktadır. Bu sayıyı birkaç örnekle de açıklayabiliriz: 103, 1000 sayısını ifade eder. 10103 ise, 1 rakamının yanına 1000 tane sıfır gelmesiyle oluşan sayı demektir. 1 rakamının yanına 9 tane sıfır gelse, bu bir milyar yapar. 12 tane sıfır gelse, bu kez 1 trilyon olur. Ama burada 1 rakamının yanına, 10123 tane sıfır gelmektedir ki, bunun matematikte bile bir tanımı, adı yoktur. Matematikte 1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Ama sözünü ettiğimiz sayı, 1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin tesadüfle açıklanmasının kesinlikle imkansız olduğunu göstermektedir. Benim söylediklerimle senin alıntın alakasız. e, p gibi transandan veya kesirli sayılar gibi bir çok ölçümde karşılaşabilinecek gerçek değerler, başlangıç koşullarına hassas bağlılık gereği, tam bir kesinlikle belirlenemez ise, sonuçta büyük farklar doğurabilir. Penrosenin yaptığı ise bir olasılık hesabı. Bu bir yaratıcının varlığını kanıtlamaz. Başlangıç koşullarının birisi tarafından çok iyi ayarlanmış olduğunu göstermez.Ayarlanmış olsa bile, bu tip sayılardan oluşan değerlerin başlangıç koşullarında kullanılamayacağını söyleyebiliriz. Diyelimki, pi’nin (pi=3.1415926535897932384626433832795 ……) virgülden sonra milyarıncı değil trilyarıncı değil sonsuz hanesindeki değeri ile bir ayarlama yapılacak yani bir elde edilmek istenen bir sonuç, pi’nin sonsuz haneli değerine bağlı, bu nasıl olacak ? Benim anlatmak istediğim bu. Bunu allah yapabilir dersen bu bir inanç olur ama bilimsel bir ispat olmaz. Değil. Çünkü, doğada irrasyonel olmayan, tam sayı olan bir başlangıç değeri yok zaten. Tüm fiziksel süreçlerin başlangıç koşullarını betimleyen ölçüm değerleri belirli bir hata payı ile verilir.( Ölçüm hatası + Deney aletinden kaynaklanan sistem hatası + rastgele hata ) Bu mühendisliklerde 1.sınıfta öğretilir. Penrose'un, söylediği ise, analitik matematiksel çözüm değil, olasılık hesabı. Big bang öncesi herhangi bir irrayonel sayının veya transandan sayının virgülden sonra milyarıncı değil trilyarıncı değil sonsuzuncu hanesindeki değeri ile bir ayarlama yapılacak yani bir elde edilmek istenen bir sonuç, bu sayının sonsuz haneli değerine bağlı, bu nasıl olacak ? Benim anlatmak istediğim bu. Bunu allah yapabilir dersen bu bir inanç olur ama bilimsel bir ispat olmaz. İspat edilmiştirki Big Bang oluşumu ne kaos,ne tesadüf sonucu oluşmuştur,bu itibarla sen bilgisayarının mikroişlemci kapasitesi oranınca virgülden sonrasını uzat, ve yine yazını alıntılayıp; durumunun olması sonucu (pi,irrasyonel transandan sayılar) yine ve; bu sayının gerçek değerinin olmaması, tekraren senin yazından,sana cevap; “ Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin” Evreni ve Canlı,cansız bütün varlığı yaratan,üstelik bu pi,irrasyonel,transandan sayıları keşfedip,bu keşfi “İNANÇSIZLIĞINA” zemin yapan, birde İnsan kadar FARKLI YÖNTEM GELİŞTİREMİYECEĞİNİMİ SANIYORSUN ne dersin instantkarma... Geç... Loto sonucunu hesaplamaya kalkan uğraşsın kaosla... Sen gravite ve loto ne demek onu bir açıkla... Gravite aralığına gerek yok diyorum zaten. Big Bang sonrası ilk saniyelerdeki kaostan bahsediyorum. Her kombinasyonun mümkün oluşundan. Mesela, loto çekilişinde makinaya giren toplar, tam yuvarlak göründüğü halde aslında fiziksel, kimyasal, elektronik ve manyetik olarak eşit değil ise, yani, topların ağırlık merkezleri kaçık ise hatta top yüzeylerinin sürtünme katsayısı aynı değil ise ve daha bir çok faktör neticesinde her numaranın şansı eşit olmaz. Ama kazanan kişi, hiçbir zaman bunu topların özellikleri arasındaki farkların birileri tarafından ayarlanarak kazandığına inanmaz. Olay, Big Bang sonrasındaki parametrelerin çok iyi ayarlanmış olması değil aksine burada bulunmamızın sebebinin sonsuz sürede milyonlarca olasılıktan birinin gerçekleşmiş olmasıdır. Senin bilim anlayışın “FELSEFİ TRANSANDAN” üzerine kurgu yapmak. Ateizmi destekleyip desteklememen Hiçbir şeyi değiştirmez,yanlız beyhude bir çaba olur... Bilimin bulguları arasında gerçek olanın (ispatlanmış) arasına “transandan felsefi” kurguları eklemek ve yorumlamak sadece bu kadar olur... Buda senin sorunun... Felsefi Transandan diye bir felsefe yoktur.. Olasılık hesabı da ispat değildir. Olasılık hesabını kesin diye kabul ediyorsan, Kuantumda bir parçacığın yerinin ve hızının hesaplanmasında kullanılan olasılıksal beklenen değeri de gerçek ve kesin olarak kabul etmen, belirsizliği reddetmen gerekir. Loto örneğine dönersek, çok düşük bir olasılık olmasına rağmen lotoyu tutturan kişi, bunun olmasının mümkün olduğunu bilir. Bilimin bulgularıyla Tanrı ispatlanmamıştır. Ayrıca, bilimin görevi ve amacı tanrıyı bulmak değildir. Eğer, öyle bir iddian varsa, bana tanrının varlığını ispatlayan uluslar arası ciddi bilimsel dergilerde yayınlanmış bir bilimsel makale göster o zaman. Tanrı inancı adı üstünde bir inançtır. İnanan inanır, kimse inancından dolayı küçümsenip eleştirilemez. Ama, bilimsel teorilerin birini alıp birini göz ardı yaparak ispat yapıyormuş gibi görünmek hilebazlık olur. Bunu yapanlar eleştirilir. İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi... Tabanca'yı yapan bilen, kimi vuracağını (özel) değil ne gibi sonuç ölüm,yaralama oluşturacağını belirleyen'dir... O zaman tanrı, insanın neler yapabileceğini bilir ama kimin ne yapacağını bilemez mi demek istiyorsun ?
  16. Geldik pasif bilincin farkında olma olayına, ve yine özgür iradeye sığınıp, her bir Madde'nin kendi aralarında etki, tepki olayının (farkında olarak) pasif bilinçle cereyan edeceği masalına. Şimdi hesaplanabilirlik (matematiksel) bir olay olup Maddenin etki, tepki olayının ise Madde farkında olup bu farkındalık ise pasif bilinçtir yazıp HESAPLANAMAZMI matematiksel olarak nedir sorunun veya anlamamaktaki zorluk... Açıkla neden hesaplanmadığını ve konu dışı olan hesaplanabilir matematiksel düşüncenin durumunu... Öncelikle şunu söyleyeyim ; bu tek paragrafta cümle yazma merakın yüzünden ne dediğin anlaşılamıyor. Çünkü, ipin ucunu kaçırıp, düşük cümleler kuruyorsun. Kısa cümlalar kurmayı dene. İnan bu daha kolay olur, söylemek istediklerini anlatabilmek için. Sarıgöl, samimi olarak soruyorum; sen hayatında bir diferansiyel denklem çözmeyi bırak, hiç gördün mü ? Analitik çözümün var olmamasına bakarak, olayların gizli bir bilinçle yapıldığını nerden çıkarıyorsun ? Bana bir fiziksel sürecin örneğin basit sorayım ; sürtünmesiz bir yaya bağlı olarak yerçekimi kuvvetine maruz kalacak şekilde asılmış bir kütlenin hareket denklemini kur bakalım da bu konuda bir şeyler bildiğini görelim. Bir matematiksel denklemin veya denklem sisteminin çözüm uzayı olmaması onun metafizik bir yanı olduğunu göstermez. Bu tip süreçler için matematiğin geliştirdiği yeni yöntem çözümün faz uzayında aranmasıdır. Bir yaprağın üstündeki desenlerin uyduğu matematiksel model kaotiktir. Fraktal geometri kullanılarak aynı şekil bilgisayarlarda çizdirilir. Yaprak deseni analitik olarak modellenemez. O nedenle, iterasyon bağıntıları kullanılır. Burada gizemli bir durum yok anlayacağın. Penrose’a göre, zihinsel etkinlikte hiç bir bilgisayarın ulaşamayacağı bir taraf vardır ve algoritmik değildir, yani bilgisayarların çalışma sisteminin dışındadır. Zihinsel kavramların açık olarak fiziksel kavramlara inidirgenmesi mümkün değildir. Şayet “zihin-bilinç”, fizik bedenin dışında kalan bir şey ise, ona ait bunca özelliğin ne diye fiziksel bir beyne ait özelliklerle bu derece yakın bir birliktelik sağladığını anlamanın güç olduğunu öne sürer. Penrose’un kuantum bilinç teorisini üzerine yerleştirdiği mikrotübüller makroskopik nesnelerdir. Penrose matematik yaklaşımı açısından da bir Platon’cudur. Yani, matematiksel gerçekler görünenin önündeki gerçekliklerdir. Aslı başka bir yerlerdedir. Bunu “Penrose Mistizmi” olarak adlandırır. Kuantum mekaniğinin matematik denklemleri olasılık ölçümlerini bize verir ve olası ölçümlerle olası sonuçlar hesaplanır. Tüm yaptığı budur. Kalanı metafiziktir. Matematik semboller “durum vektörü” ya da “dalga fonksiyonu” olarak bilinir ve bu metafizik olarak önemsizdir. Fakat olasılık ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir. Alıntı. Yakında meafizik kuantum teorisyeni ( devşirme) olursan şaşırmayacağım... Fakat olasılık ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü, bir fiziksel durumdan diğerine geçişler tahmin edilemez değildir. Yalancı sorular ve yalancı problemler bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması da bunun bir örneğidir. Ben Kader hakkında İDDİAMI kanıtlayamam haşa ve kella... Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran... Amenna ve saddakna... Sen buna mı amenna diyorsun şimdi ? Kendi alıntıladığın yazının tümünü okumuyorsun herhalde O yazının devamı : Diğer bir karşı çıkış, “eğer bilinç kuantum mekaniğini anlamamıza yardım etmez ise, belki kuantum mekaniği bilinci anlamamıza yardım eder” şeklindeki savunmaya karşıdır. Felsefeci David Chalmers bu durumu “gizemin küçültülmesi kanunu” olarak adlandırır; “bilinç gizemlidir ve kuantum mekaniği de gizemlidir, belki bu iki gizem ortak bir kaynağa sahiptir”. Oysa esas sorun bu değildir. Esas sorun “bilincin madde/materyal dünyası ile nasıl ilişkide olduğudur”. 28 Stenger’e göre, kuantum mekaniğini bilinç-beyin içine sokmaya çalışanların öne sürdükleri fikirlerinde ideolojik-dini görüşlerinin de etkili olduğudur. Yeni Çağ guruları için holistik felsefenin harika bir saplantı olduğunu öne sürer. Ve holistikle Dünya’nın problemlerini çözmek için sevgi ile uğraşırlar. Oysa, indirgemeci klasik fizik (materyalisler ve ateistler) kişileri bencil yapmaz. İnsanlar inidrgemeci klasik fizikten çok önce de bencillerdi. Yeni kuantum holismi, bizim saplantılarımızı besler ve cansız kozmik zihnin bir parçası olduğumuzu biz söyler. Böylece geleneksel dinlerin modern şekilleri bugün yaşanır. Mistik fizik, genel olarak Hiduizm ve Budizm felsefesinin yanlış uygulamalarıdır. Bu yaklaşımın diğer bir nedeni de insanı yine evrenin merkezi haline getirmektir. Dört yüz yıl önce, Kopernik evrenin merkezinde olmadığımıza dair güçlü kanıtlar öne sürdü ve bu insanlarda ciddi hayal kırıklığı yarattı. Stenger, kuantum mekaniğini beyin işleyişine sokmanın ve bilinçle ilişkilendirmenin, insanı tekrar ayrıcalıklı olarak evrenin merkezine yerleştirme gayretinin bir parçası olduğunu öne sürer. ( Kaynak- kendi alıntıladığın yazı-Kuantum fiziği bilinci anlamak için gereklimidir ? ) Bunlara da amenna çekecek misin ?
  17. Yukardaki yazınıza şöyle başlamışsnız; “ Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok”... Neden yok... Ve; buradan olayı getirdiğiniz yer;Lorentz bağlantılı; Ve; Takyonlara getirdiniz işi, hemde şu yazdığınız yazının aksine; Yani öbür iletindeki " hız tutkunu" burada görememiştik, ( Sabit hızla giden (ivmelenmeyen) referans sistemlerine eylemsiz referans sistemi denir) ve sonrasında şunu eklemek; Bak Sarıgöl, nasıl bir çelişki var, kendi cümlelerinle ifade etsen daha anlaşılır olacak. Şimdi, ben neye itiraz ettiğini anlamadım. Konuyu ilgilendiren kısım Einstein’ın görelik teorisi, bu teoriye göre de birbirine göre sabit hızlarda yol alan varlıkların birbirlerine göre zaman, uzunluk, temel kuvvetlerin durumu. Bir varlığın sabit bir hızdan başka bir sabit hıza ulaşması elbette ya eksi yönde yada artı yönde ivmelenmesi ile mümkün. Hız tutkusu falan bunlar alakasız. Takyonların da görelik kuramının gerektirdiği lorentz dönüşümlerinden çıkarılabileceğini basitçe gösterdim. Takyonlar konu ile direk ilgili. Ben de diyorumki o zaman neden Kaos veya Kuantum belirsizlikleri belirli yapan bir tanrıdan söz ediyorsun ? Madem, ‘’ yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmak zaten eşyanın tabiatına aykırıdır ‘’ o zaman neden bunları gündeme getirip, bir şeyler ispatlama derdindesin ? Benim de yaptığım seninle aynı yolu takip edip tanrının ispatlanamayacağını göstermek.Eğer, ‘’ ALLAH c.c. Zaman ve Mekandan Münezzehtir, ‘’ diyorsan zaten tartışılacak bir konu aklmaz. Ben de cevap vermem, konu kapanır. Ama sen, bilimin teorilerinin işine geleni alıp, işine gelmeyeni gözardı ederek kendi söylediğinle çelişiyorsun. Bir kere takyonları kabul ediyormusun,bu bir, kabul ediyorsunki yazıp takyon üzerinden soru soruyorsun, şimdi; "Herşey zıddıyla kâimdir” hakikatinin gereği olarak, Madde’nin de bir karşıtı veya simetriği mevcuttur. Anti-madde (Karşıt madde, zıt madde). Madde artı değerlidir, sıfırdan daha ağır, uzun, buna mukabil yavaştır. Enerji, ışık hızında devindiğinden sıfır değerlidir. Madde, kütlesini bu hızda muhafaza edemez, quantlara (boyutsuz, ağırlıksız) varlıklara dönüşerek kütlesini yitirir, sıfırlar. Işık hızına ulaşan bir insanın öz kütlesi 0 grama iner, boyu da 0 cm’dir, maddi varlığı ortadan kalkar. Eğer, ışık hızının ötesine ulaşılırsa bu kez eksi değerden sözedilir. Bu değerler elimizdeki mevcut araçlarla ölçülemez. Dolayısıyla böyle bir varlık ölçülemez ve görülemez. İşte örneğin şuur böyle bir varlıktır, yani uzay-zaman boyutunun dışında beşinci bir boyuttur. Eksi bir uzay-zaman boyutunda Nûr (enerji) olarak mevcuttur. Bu eksi parçacıklara “Takyon” adı verilmektedir. Kelime, Yunanca “Tac h " (Tahi-hızlı) kelimesinden köken alır ve hızlı parçacık anlamına gelir. Enerji maddeye hükmeder, Takyonlar ise (örneğin şuur) enerjiye hükmederler. Takyonlar Âlemi’nde, varlıklar, 100.000 km. uzunluğunda ve eksi 100.000 kg. Ağırlığında olabilmektedir, bunlara latif varlıklar da denilebilir. Hareket ışıktan daha hızlı, ışık hızını da aştığı için yeni bir kütle kazanır fakat bu kütle eksidir. Buradaki olasılıklar da, maddi âlemdeki olasılıklara göre katbekat fazladır. Herşey ışıktan daha hızlı bir osilasyona (salınım, titreşim) sahib olduğu için maddi âlem tarafından idrak edilemez. Bu âlemin diğer ismi “misâl âlemi”dir. Bu âlemde herşey, madde âleminin tersine davranır, yere düşmez yukarı hareketlenir. İnsan, üç boyut (genişlik–uzunluk-yükselik/derinlik) yani mekân (uzam)+zaman boyutu (soyut bir koordinat). Bunlar maddi âlemin hâkimleridir+Şuur’un (maddi boyutlara hükmeden takyonik boyut) birleşimi olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda şuur, ÜST MÂNÂ buududur. Şuur’un tecelligâhı kuvvetle muhtemel beyindir. Beyin, müşahhas bir varlıktır ancak düşünceler, duygular, rüyâlar v.s. mücerret varlıklardır, ölçülemezler, elle tutulup, gözle görülemezler, ama insanı yönetirler. İşte bu takyonik varlıklar sayesinde bedenimizi terkeder, bilmediğimiz yerlere gider, sayısız fantezi üretiriz, hatıralarla başbaşa kalabiliriz. İşte bu noktada, bütün varlıkların, aşk, duygu, sevgi, düşünce, rüyâ, hayâl, zekâ, idrak, akıl vs. maddi bedenin eşdeyişle beynin bir işlevi olup olmadığı tartışılır hâle gelmekte ve cevab olarak, “değildir” daha kuvvetli görünmektedir. Son elli yılda quantların alt yapıları incelenmiş ve birçok sub-quantic (Quant-altı) varlığa ulaşılmıştır: Bunlar, Hadron (Yunanca Hadra: Boncuk kelimesinden), Meson (Yunanca Meso: Orta kelimesinden), Hiperon (Yunanca İper: Yüksek kelimesinden), Lepton (Yunanca Leptos: İnce kelimesinden), Barion (Yunanca Varos: Ağır kelimesinden), Pion (Latince öncü anlamında), Nucleon (Latince nucleus: Çekirdek kelimesinden), Muon gibi isimler alırlar. Çetin BAL' a aittir. Bak MELEKLER nerelerde... Ve doğa olaylarını'da idare edebilirlermiş demek,üstelik onlarıda yaratan ALLAH c.c. Ve kurallarıda koyan “O”, ve her yaratılan uymak zorunda... Yani allahın kendi yarattığı kurallara tabi olabileceğini yani Einsteinin görelik teorisine uyabileceğini kabul ediyorsun demek. Güzel. Gelelim o yazıya : Yazının bu son bölümüne kadar bir sorun yok. Ama bu son bölümü tamamen yorum. Adam tıp doktoru, fizikçi değil, üstelik İbda-C’nin dergisinde yazıyor, Çetin Bal da konunun uzmanı değil, sadece meraklı bir araştırmacı ve kapısı herkese açık. Ben sana bu durumu şöyle izah edeyim. Basitçe matematiksel olarak ifade edersek, Lorentz dönüşüm katsayısı, a= (1/1-v2/c2)üs1/2 olmak üzere, Lorentz zaman kısalması , (T’1-T’2)=a*(T1-T2) den, vc, => a00 ve T1-T20 yani kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası süre kısalır. V>c => özel olarak v=2c =>a=-1/3 i olur ki bu da sanal bir sayıdır. ( i=(-1 )üs ½) Bu durumda, Yine (T’1-T’2)=a*(T1-T2) den, (T’1-T’2)=-1/3i *(T1-T2)=1/3i *(T2-T1) olur. Ayrıca, E=Mc2=(mo/(1-v2/c2)üs1/2)*c2 den, v=2c=> m=-1/3i*m0 olur Takyon Vikipedi, özgür ansiklopedi Takyon, (Yunanca ταχύς takhús, "hızlı" anlamımda), ışıktan hızlı giden farazi parçacıklardır. İlk tanımı Arnold Sommerfeld'e aftedilmişse de, aslında ilk olarak George Sudarshan[1][2] ve Gerald Feinberg[3] tarafından yazılmıştır. Takyonlar, Albert Einstein'in ünlü Genel görelilik yasasındaki v2 /c2 ifadesindeki cismin hızı (v) ışık hızından © büyük olursa ne olur sorusunun cevabıdırlar. Bu nedenle takyon parçacıklarının kütleleri reel sayı ile değil karmaşık sayılar ile ifade edilir (2i kg. kütleli gibi) aynı zamanda v daima c den büyük olacağından , takyonlar için en yavaş hız ışık hızıdır. Ancak tam olarak ışık hızındada olamazlar çünkü ışık hızında olursalar v2/c2 = 1 olacağından bu ifade tanımsız olmaz(0 değil 1 olmalı). Böylece gerçek dünya için sınır olan ışık hızı buradada değerini korur. Buradan çıkarılacak sonuç ise, takyonların varlığının fizik ve matematik kurallarına aykırı olmadığıdır. Bunu takyonların varlığına delil olarak gösterenler vardır. Aynı (v)>© değerlerinin zaman denklemi içinde yerine konulması sonucunda zaman kavramının takyonlar için tıpkı kütle gibi imajiner olduğunu gösterir. Zaman gerçel olmadığı içinde zamanın oku olan entropi artışı sözkonusu olmaz ve bu nedenle takyonlar evreni gerçek evrenin aksine büzüşmezler tam tersine sanal kütleleri nedeniyle çekim etkisine girmediklerinden evreni gererler. Böylece, başlanılan noktaya geri dönülen bir küresel evren modeli yerine takyon evreni için kenarları olmayan bir sonsuz evren sözkonusudur. Ayrıca takyonların hızı enerji azaldıkça artar. Bu nedenle radyasyon yaydıkları varsayıldığında, azalan enerjileri nedeniyle sürekli hızlanırlar ve nihayet sıfır enerji için sonsuz hıza ulaşırlar. Enerji azaldıkça hızları arttığından dolayı kuvvet denilen etki hareketle aynı yönde olduğunda takyonların hızını arttırmaz tam tersine yavaşlatır. Kaynakça [değiştir] 1. ^ Bilaniuk, George Sudarshan (May 1969). "Particles beyond the Light Barrier". Physics Today. 2. ^ Bilaniuk, Deshpande, George Sudarshan (1962). "Meta Relativity". American Journal of Physics: 718ff. 3. ^ Feinberg, Gerald (1967). Possibility of Faster-than-light Particles, 1089-1105. Işık hızı yıllardır maddenin temel hızı ve evrensel sabit olarak kabul edildi. Işık hızının aşıldığı, ilk defa, bir kısım kozmik ışınlar üzerinde yapılan denemelerle ortaya kondu. 1974'te Clay ve Crouch gibi fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar, ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi (Nature, c. 248, s. 28, 1974). Lijun Wang ve arkadaşlarının Princeton Üniversitesi'nde yaptıkları bir deneyde, ışığın normal hızından (saniyede 300 bin kilometre) 300 kat daha hızlı gidilebileceği gösterildi (Nature, c. 406, s. 277, 2000). Dahası'da var ama ...Kaynak:SIZINTI Bu deneye benzer deneyleri ben de yapmıştım. Şimdi, ilk olarak, faz hızı ile grup hızı kavramlarından söz etmem gerekir. Bir ilerleyen dalga denklemi . k:dalga sayısı, w:açısal frekans olmak üzere, L (lambda ), T periyod k=2pi/L w=2pi/T Q( x, t ) =Qm Sin ( wt-kx )=Qm*Re (eüs( wt+kx ) ) dir. Burada, yada,dQ/dt= wQm Cos ( wt-kx )+kQm Cos ( wt-kx )=0 ve buradan, wt+kx =0 olmalı, ( yani bir periyod sonundaki değeri 0 ), bu durumda, ->w/k=x/t=vk ( faz hızı ) Işığın bir ortam içindeki hızı ise, buradan elde edilen ayrılım ( dispersiyon ) bağıntısı, M:kütle,n:kırılma indisi, q:yük, N:yük yoğunluğu, w0:rezonans frekansı olmak üzere, n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02) ve v=c/n olarak hesap edilir. Bu bağıntıda, w, w0’dan küçük kaldıkça, ortam içindeki ilerleyen dalganın hızı ışık hızının altında kalır. Eğer, w,w0’dan büyük olursa ( cam içindeki uzak mor ötesi ışık gibi ), n2, 1’den küçük olur. Bu durumda ise, n, 0ile 1 arası bir değer alır. v=c/n bağıntısından, v>c olur. Yani, madde içinde ilerleyen dalganın faz hızı ışık hızından büyük olabilir. İlerleyen bir dalga paketinin yani iki dalganın üst üste binmesi ile oluşan Modüle edilmiş dalganın Grup hızı ise, dx/dt=vg=wg/kg=(w1-w2)/(k1-k2) Burada, w=w(k) dır. Yani, w ve k, n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02) dispersiyon (ayrılım ) bağıntısı ile birbirine bağlıdır. w1’in yaklaşık olarak w2’ ye eşit olduğu durumlarda, Grup hızı; dx/dt=vg=dw/dk olur. Burada ışığın boşluktaki hızından söz ederken, faz hızından değil, grup hızından söz ediyoruz. n2=c2k2/w2 =1+(4piNq2)/M (w2-w02) w2 (1+(4piNq2)/M (w2-w02))= c2k2 olur. Her iki tarafın k’ya göre türevini alırsak, dw/dk=c çıkar. Boşlukta ışığın grup ve faz ışığı birbirine eşit ve c’ye eşitken. Bir ortam içinden geçen ışığın grup hızı değişmezken, faz hızı, ışığın dalga boyunun ortamın rezonans frekansını aştığı durumda ışık hızını aşar. Deneyin ayrıntıları Wang'ın deneyindeki özel ortamın, bugüne dek lazer ışığını hızlandırmak değil güçlendirmek için kullanıldığı belirtiliyor. Bu sistemde, ortama gönderilen ışık demeti sezyum atomlarını harekete geçiriyor ve ardından gönderilen ikinci demet, bu hareketin doğurduğu enerjiyi emerek ortamdan daha güçlü bir biçimde çıkıyor. Bu güçlenmenin şartı, ikinci demetin belli bir dalgaboyuna ayarlanması. Dr. Wang, farklı bir dalgaboyu seçmesi sayesinde, sezyum atomlarının ışık demetini değiştirmeden hızlandırmasını sağladı. Deneyin ikinci önemli noktası da, sezyum içinden sadece belli tipte bir dalganın yayılabilmesi. Dalga paketlerinden oluşan dalga ışık sinyallerinin normalde iki temel hızı var: Işık dalgalarının tepe ve dip noktalarındaki hızı ve içine toplandıkları paketin hızı. Bir paket -veya atış- katrilyonlarca küçük tepe ve dip noktalar içerebiliyor. Normal havada iki hız birbirinin aynı, ancak sezyum içinde sadece farklı olmakla kalmıyor, bir araya gelerek oluşturdukları dalga ve atışlar, farklı yönlerde hareket edebiliyorlar. Bak alıntı yaptığın tıp doktoru ne demiş : Yahu defaetle yazdığım gibi nerede ne zaman ne diyeceğinizi yani hangi bilimsel görüşe göre yazdığınızı anlamadım, hem takyonları yazıp kabul ediyorsunuz, hemde; Ve yine üstelik hemde; Artık takyonlar hakkında'da bir karar vermeniz gerekiyor... Aynen "HIZ" gibi, ne dersiniz... Daha önce de anlattığım ve matematiksel olarak gösterdiğim gibi, takyonların varlığı sanal yani karmaşık sayılarla açıklanıyor ama fiziksel olarak gözlenmiş değil ve gözlenebilmesi de mümkün değil. Yine matematiksel yoruma göre, Evreni oluşturan Tardyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir. Teorik fizik adı üstünde matematiksel fizik bu. Deneysel fizik değil. İnsanı ışık hızına çıkarıp,sınıfta sınav yapıyorsun.... (bilmek,belirlemek) Sonrasında Peygamberlerin “UYARICI” olup, olacakları bildirmesini “BİLMEK VE BELİRLEMEK” gerçeğini sarakaya alıyorsun... Bu gerçeği kabul edip etmemekte hiç bir şeyi değiştirmez çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz... İnsanı ışık hızına çıkarmıyorum. Allahı çıkarıyorum. Çıkaramazsın diyorsun, ama, takyonların boyutunu meleklerin boyutu yapıp, peygamberlerle müdahale ettiğini kendisi bizzat Kuanum ve Kaos belirsizliklerini belirlediğini iddia ediyorsun. İşine gelen teoriyi alıyor, işine gelmeyeni almıyorsun. Ve yine geldik takyona, sonra bu son iletilerde "TAKYON" olayını hemde lorentz'den matematiksel förmüllerle siz ileri sürüp iddialarınıza kanıt olarak sunuyorsunuz ve bir karar verin artık kabul ediyormusunuz,kabul etmiyormusunuz... Matematik diyorum. Karmaşık sayı diyorum. Sanal sayı diyorum. Soyut diyorum. Deneyle kanıtlanmamış diyorum. Oysa, meleklerin takyon boyutunda olduğunu iddia eden sensin ben değilim. Ben diyorum ki, fizik kurallarına uyan bir tanrı varsa, ancak, bu şekilde yani soyut anlamda, deneyle kanıtlanmamış, teorik düzeyde ışık hızının üstüne çıkıp geleceği görebilir. Deneyle kanıtlanmadığı için zaten bana göre bu mümkün değil. Öyle ise, bilime göre allahın geleceği görmesi de mümkün değil. Sen bunu kabul ediyormusun ? O zaman sorun yok. Bilmesi de belirlemeside mümkün değil, şu anki bilimsel verilere göre. İşine gelen teoriyi alıyor, işine gelmeyeni almıyorsun. Planc altı; Big bang sonrası oluşan bir durumdur ve Evren zaten oluşmaya başlamıştır, buraya hiçlik demekte fizik kurallarına yeni bir şey eklemektir sayın intantkarma sizde bayağı bir gelişme var. Bravo doğrusu, eylemsizliği değiştirdiniz hız merakınız başka bir şey üretti, şimdi'de planck altına hiçlik... Sizin Meleklere inanıp, inanmamanızda ileri sürdüklerinize artı bir şey katmaz... Planck altı, Big Bang sonrası bir durum değildir. :)Super Uzay Conandromu: Evrenimizin dört temel kuvveti "big bang" sırasında bitişik ve tek kuvveti. Buna Aknokta adı verilmektedir. Bu tek parçacık, soğudukca ufalandı, super simetrik parçacıklara ayrıldı ve Süper uzay meydana geldi. Süper Uzay, aslında madde ile enerjiden oluşmuştur. Fakat Elektromanyetik olmadığı için ışımayan bir karanlık evrendir. 1933'lerde Fritz Zwicky galaksileri gözlerken, galaksilerin göründüğünden on kat daha kütleli ve ona eş değerde hızla seyrettiğini keşfetti. Galaksiler görüldüklerinin on katı kadar görünmeyen (karanlık maddeyi o kayıp kütleyi içlerinde barındırmaktaydı. Buna, daha bilinmedik, saptanamayan, sayılamıyan diğer kayıp kütleler dahil değildi. Big Bang sırasında yaratılan bu Karanlık Madde çok garip bir karakter arz ediyordu. Fotino ve Aksiyom adı verilen parçacıklardan meydana gelmiş olan karanlık madde, çok yavaş hareket ediyordu. Bu yüzden de yakın zamanlara kadar fark edilmemiştir. Elektromanyetik özelliği olmayan, Süper Uzay imalatı bu karanlık maddeye Conandrom denmektedir. Evren genişlerken karanlık madde birbiriyle etkileşmeye girişti ve kütlesini kazanmaya kenarlardan açılarak yeniden bağlanarak anafor hareketleri yapmaya başladı. Bu olaya "Süper Uzay Topolojisi" denilmektedir. Fermion ve Bozonların dualitesi sonucu ortaya çıkan tek yapı çekim alanları ki bu Süper Simetridir, burada kuantlar noktalar halinde değil sonsuza dek uzayıp giden iplikçikler halindedir. Buna "Süper Sicim" durumu denmektedir. Bu görüşler sınanamaz, denenemez, çünkü evrenimizin dışındadır, yarı soyuttur. Bu yarı soyut mekan "O" vektörüdür ve aynı zamanda da Hilbert Uzayının merkezidir. Karadeliğin çekim alanının ardında Süper Uzay vardır. Oradan Takyon Evrenine ulaşılır. Takyon Evreni "Öz Enerji" evrenidir. Orada parçacık namına hiçbir şey yoktur. Bir ucuna dokunulabilinse, aynı anda her tarafına dokunulmuş olur. Takyon Evreninin bir milimetre kübünün birbucuk trilyonda biri değerindeki parçacık, evrenimizi meydana getirmiştir. Mutlak soğugun bir derece ötesi, takyonun en sıcak derecesidir. Bu durumda kütle sonsuzdur. Maddeyi enerjiye çevirerek kütlesini sonsuzdan sıfıra dönüştürür. Nötron yıldızının karadeliğe dönüşmesinin nedeni budur. Takyonlar garip yaratıklardır. Gittikçe yavaşlayan, hız enerjisi aldıkca hareketsizleşen bir yapıdadır. Soyut bir takyon kayası düşünelim. Onu ittiğimizde hızlanmayacak, aksine gittikçe yavaşlayacaktır. Sonsuz bir güçle itilse bile yavaşlayıp duracaktır. Bu duruma kuantumda "ivmesizlik" denir. Takyon Evreninde neler vardır? Orada düş vardır, sevgi vardır, ilham vardır. Orada su da vardır. Anti hidrojen ve anti oksijenden kurulu su. Fakat bu suyu içtiğimizde oh demeye vakit bulamayız, çünkü hidrojen bombası gibi patlarız. Yasalar bu yöndedir. Takyon evreninin parçacıklardan kurulu çok küçük sahalar olarak algılanması yanlıştır. Tam tersi orası engin ve sonsuzdur. Özgün ve özgürdür. Maddenin boyut değiştirdiği tekillik sahalarıdır. Takyon Evreninde zaman yoktur. Orada sonsuzluk yaşanır. Kuantum Teorisinde bir parçacığın çeşitli durumları vardır. Örneğin bir elektron birbirine benzeyen ama farklı rotalar çizer. Zaman içinde geri gidebilseydik alternatif geçmişler bulabilir paralel evrenlerde dolaşabilirdik. Bir kimsenin geçmişini değiştirme imkanına sahip olabilirdik. Örneğin: Kennedy'i suikasttan kurtarabilirdik. Fakat bizim geçmişimizdeki Kennedy hala ölüdür. Ailesi olmayan adam paradoksu çok ilginçtir. Zaman içinde geriye giden birisi annesini ve babasını, kendisi doğmadan önce öldürürse ne olacaktır? Öldürürse nasıl doğacaktır? 1963'te Yeni Zelandalı matematikci Roy Kerr, Einstein'in denklemini bir karadelikle bütünleştirdi. Zaman akışı karadeliklerle dolu idi. Orada bükülerek girdaplaşıyor yani dönmeye başlıyordu. Halkanın "Olay Ufkunun" hızı arttıkca da Schrodinger'in, "Santrifuj Gücü" teorisine göre zaman, çekim alanının gittikce artan gücü sonunda eziliyordu.Tam bu noktada uzay/zaman -bir iç uzay tüneli oluştururcasına- bükülerek girdaplaşıyordu. Meydana gelen tünelin içine girebilen birisi olmuyor, fakat başka bir alternatif evrene geçebiliyordu. Buna "Tırtıl Deliği" dendi. Daha sonraları Einstein'in denklemlerini çözmeye yönelik yüzlerce "Tırtıl Deliği" denklemi geliştirildi. Tırtıl Delikleri, uzayın iki bölgesi arasında ilişki kurduğu gibi, iki zaman arasında da ilişkiyi sağlıyordu. Tırtıl Delikleri, "Süper Sicim" durumu yani Süper Simetri çekim alanlarındaki kuantların iplikler halinde uzayda sonsuza dek uzamasının bir aksiyonu idi. Ve uzay-zaman bükülmelerinin tek sorumlusuydu. Tırtıl Deliğine girebilen bir kişi, başka evrene ya da kendi evreninin çok uzak bir köşesine anında ulaşabilme imkanına sahip olabilir. Süper Uzayın yaratıkları olan takyonlar işte böylesine birçok işi birden yapabilmekteler. Solucan deliği teorisini göz önüne alırsak bu teoriyle galaksinin merkesinde olduğu varsayılan bir karadelik tekilliğinden geçerek galaksinin en dış spiralinde yer alan bir yıldız sistemine çok kısa zamanda geçilebileceğimiz düşüncesi ifade edilmektedir. Bu karadelik astronomik ölçekte bir solucan deliği tüneli olarak işlev görürür. ( Kaynak : Beyingücü ) Bu görüş uydurmadır, kanıtlanmamıştır. İnanca dayalı bir yorumdur. İyi işte, bak Allah ne demiş(!) “Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” (İsra/36)
  18. Sayın instantkarma, Kuantik ve kaotik'i belirleyen ALLAH c.c. Niye belirleyipte uygulamaya koyduğu olaya tabi olsun (haşa) ve bu belirsizlikleri, belirleme sonucu “KELEBEK ETKİSİ” teorisi, sonucunda Mücizelerin oluşması bile anlaşılabilir hale gelmiş,naha ne uğraşıyorsun... “KELEBEK ETKİSİ” teorisinde söz edilen '' mucize '' kelimesi kolay bir anlatım yöntemi olması açısından kullanılan bir tabir. Mucize tabiat kanunlarının askıya alınması olayıdır. Kaosta ise matematik olarak bir analitik çözümün mümkün olmaması ama farklı yöntemler geliştirilmesinin mucize ile ilgisi yok. Kaos teorisi determinizmin bu tür süreçlerde geçerliliğini ortadan kaldırmıştır ama bu tanrının bu yolla müdahalesinin mümkün olduğu demek değildir. Daha önce yazmıştım; e, pi gibi transandan sayılar, kesirli sayılar gibi irrasyonel sayılar, hiçbir zaman sabit bir değere oturmaz. Bu nedenle, başlangıç koşullarını tanrı belirlemeye kalksa o da bunu belirleyemez. Bak, pi=3.1415926535897932384626433832795…….sonsuza doğru gidiyor. Başlangıç koşullarına hassas bağlılık ne demek ? Milyarda, trilyonda bir gibi bir fark bile sonuçta büyük fark yaratabilir. E ? Biz ne yapıyoruz ? Bu sayıyı bir yerde kesiyoruz. Bilgisayarlarımızın mikroişlemci kapasitesi oranında bu sayının virgülden sonrası uzatılabiliyor. Ama gerçek sayı aslında sonsuzda bitiyor. Diyelim ki tanrı müdahale edecek, bu sayıyı nerde kesse sence, denklemlerin çözümünde doğru sonucu alırız ? Sonsuza kadar takip edip bu sayının gerçek değerini bulabilecek mi ? Sen yine loto'ya devam et... Loto'da (şans topu) gravite aralığı nedir... Gravite aralığına gerek yok. Loto sonucunu hesaplamaya kalkarsan zaten kaotik denklemlerle karşılaşırsın. Sorununuz olmayan bir çok konuda konuda fikir beyan sonrasında benim sorunum değil de neyse buda bir görüş... Sorunum olmayan konu, yazdıklarımın ateizmi destekleyip desteklememesi. Ben bilimin bulgularını anlatıyor ve yorumluyorum sadece. Neden baştan bir kere göndermedi yazıp,aslında bir itirafı dile getirmiş oluyorsun instantkarma, Baştan göndermiş ama sizin gibi olan İnsanlar daima itiraz edegeldiklerinden dolayı, verilecek olan ceza ve mükafat için “Yarabbi” neden bize'de bir uyarıcı göndermedin biz bilmiyorduk denilmemesi için, Hem Kitap,Hem Uyarıcı gönderilmiş... Bu çok saçma; baştan bir Kitap gönderip onu Kuran gibi korumaya alsaydı olmaz mıydı ? Daha öncekileri neden koruyamamış veya korumamış. Öyle yapsaydı da, o hesap anında gelecek '' bilmiyorduk gönderseydin '' gibi itirazları önlemiş olmaz mıydı ? (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Kendi inancını da yanlış biliyorsun. Bak Fethullah Gülen ne demiş : Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar; yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz. İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar. Yani; kulun ne yapacağını, nasıl davranacağını hem bilecek hem belirleyecek, hem de bir imtihandan, özgür iradeden bahsedecek. Al sana paradoks. Madem biliyor, belirliyor, madem kimin nereye gideceği belli, imtihanın manası nedir ?
  19. Çok basit bir cevap; yağmur, şimşek, nereye ne zaman düşer... Ve; bir tekerleme Taş düşebülü, Ayı çıkabülü, İnsan ölebülü... Bu tekerlemeyi yazmaktaki maksadım verdiğim örneğe uyduğu içindir,yanlış anlaşılmasın... Bu cevap gerçekten çok felsefi, komplike ve sofistike olmuş. Tebrik ederim. E olacak o kadar ne de olsa koskoca tanrıyı tartışıyoruz. Şimdi; taş farkındalığını! şöylede yazabiliriz; taşı attık ve taş yere düşerken havada yer çekimini fark edip yere düşüyor, (ne farkındalık ama) düştüğü yerde'de kendinden daha sert bir taş var ve birbirlerini farkedip (bilinçle) kırıyorlar, “ETKİ,TEPKİ”... Devamınıda siz yazın. Belki nasıl farkında olduklarını bilmeyebilirim? Pasif bilinçleriyle... Farkında olma kavramını, bizim gibi üzerinde düşünüp özgür irade ile karar verme gibi algıladığından kafana oturmuyor. Benim bu farkındalıktan kastım etkinin farkına varıp otomatik tepki. Hem bunu ben değil, senin Harun Yahyanın bilinçle ilgili alıntı yaptığı Fizikçi Penrose’un söylediğini daha önce söyledim. Bu bakımdan benim Harun Yahyadan ne farkım var ? Ama sen onun söylediğine inanıp benim söylediğime inanmıyorsun. Halbuki ikimizde Penrose’den fikir devşiriyoruz bu konuda değil mi ? Ama sen işine gelmeyen teorileri almadığın gibi, düşünürlerin, fizikçilerin işine gelmeyen fikirlerini de almama eğilimindesin. Bu emir verme durumu sizce pasif bilinçmi oluyor... Ve; komutan emrediyor,Asker yapıyor... Sanki; özgür irade yani bir tasarım var... Ha bu arada Meteorların Dünya'ya çarpacağı, ve düşecekleri yeri'de pasif bilinç'leri seçer galiba... Nede olsa etki tepki olayı cereyan ediyor. Saygılar. (IMG:http://www.turkish-media.com/forum/style_emoticons/default/smile.gif) Fizikçi Roger Penrose’a göre bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken ve bilimsel bir kavramdır. Tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki parçaya ayırır. Renk ve armonilerin algılanmasını farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısmı olarak ele alır. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştirir ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtir. Bilincin tanımını da farkındalıkla eşanlamlı olarak kabul eder. Yine zekâyı da anlayışa bağlar. ( Vikipedia ) Tv editörü bilipte belirliyorda, Evreni, canlı,cansız bütün mahlukatı yaratan bilipte belirlemeyecek... ALLAH c.c. Yarattığı İnsan bir şeyi bilip, belirleyecek, mesela ateşin elini yakacağını bilipte,yanması için elini uzattığında belirlemesi gibi, yahut tabancayı tasarlamak bilmek, ve tabancanın işlevi,belirlemek gibi vs vs... Değilmi... Alakasız bir örnek. Tabancayı tasarlayıp yapan ve onun özelliklerini bilen biri, ona kimin sahip olacağını, onla kimi vuracağını belirleyebilir mi ? Bilmek ve belirlemek farklı şeylerdir. Yine etki tepki ama, Norönlardan daha haber alamadık, ve molekülde bilinç varmıdır (yeni konu) nede olsa cansız atomlardan meydana geliyorlar... Ne dersiniz... Nörondaki olayı anlattım. Molekülde pasif bilinç vardır. Çünkü, molekül atomlardan oluşur. Molekülün bir arada tutan kuvvet elektrik ve magnetik kuvvettir. Molekülün dış dünyaya gösterdiği tepkinin kaynağı da aynı kuvvetlerdir. Yani, dış tan gelen etkiye tepki gösteren molekülün sahip olduğu bilinç pasif bilinçtir. Ölümün; nerede,nasıl,neden,niçin,niye olabileceğini; Ölümü'de var eden, kainatı yaratıp ona bir düzen veren (kader) ALLAH c.c. Bilir... Varsa aksi bir kanıt yazılır... İddia sahibi iddiasını kanıtlamakla mükellefdir ( hukukta da bilimde de ana kural ) Anlaşıldı. Bu bir inançtır, saygı duyulur.
  20. Ortada cevap vermeye değecek bir fikir göremediğimden bu yazılanlara bir cevabım yok. Yalnız bu tartışma yönteminin, hiç de bilimsel olmadığını, fikirler yerine kimliklere odaklanan ilkel bir yöntem olduğunu söyleyebillirim. Zaten hem sayın Cyrano hem de sayın Yarasa bunu çok daha detaylı vurgulamışlar. İkisine de objektif, tutarlı bakış açılarından ve ortaya koydukları tartışma kalitesinden dolayı teşekkür ediyorum. Alıntılar konusunda da söyleyeceğim şey, demirefe arkadaşımızın, daha önce bu konuyu farkettiğinde, konuyu en azından bana özel mesajla sorma inceliğini göstermiş olduğudur.
  21. Harun Yahyada varken çeviriye gerek var mı ki ? -http://www.evreninyaratilisi.com/html/bilimadam_nediyor.html- Aramızdaki tartışma, sizin Harun Yahyadan alıntı yapmadığınızı söylemenizle başladı. Yani, bu tartışmamızın konusu tamamen Harun Yahyadan alıntı yapıp yapmadığınız. Hızı sabit hızlara ayarlamak bir ivme gerektirmesinin konu ile ilgisi yok. Allah her yerde, her anda varsa, dediklerimde ters bir şey de yok. Zamanda ileri gitmenin yolu, bulunulan eylemsizlik sistemine göre yüksek bir sabit hızda yol almaktır. Bunu sağlamak için elbette hızlanıp, hızı sabit bir değere oturtmak gerekir. Böyle bir yolculuk yapan varlık, bulunduğu çerçeveden dünyada yolculuğa başladığı yere tekrar geldiğinde geleceğe gitmiş olur. Çünkü, kendi çerçevesinde zaman daha yavaş akmıştır. Takyonlarda olduğu gibi yolculuktaki hızını daha da arttırıp ışık hızının üstünde bir sabit hızla yol aldığında ise, teorik olarak, kendi eylemsizlik sisteminde zaman geriye akar ve yine bulunduğu çerçeveden yolculuğa başladığı yeri gözlemlediğinde dünyanın geçmişini de bilebilir. Basitçe matematiksel olarak ifade edersek, Lorentz dönüşüm katsayısı, a= (1/1-v2/c2)üs1/2 olmak üzere, Lorentz zaman kısalması , (T’1-T’2)= a*(T1-T2) den, v->c, => a->00 ve T1-T2->0 yani kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası süre kısalır. V>c => özel olarak v= 2c => a= -1/3 i olur ki bu da sanal bir sayıdır. ( i= (-1 )üs ½) Bu durumda, Yine (T’1-T’2)= a*(T1-T2) den, (T’1-T’2)= -1/3i *(T1-T2)=1/3i *(T2-T1) olur. Ayrıca, E= mc2= (mo/(1-v2/c2)üs1/2)*c2 den, v=2c=> m= -1/3i*m0 olur ve bu da kendi çerçevesine denk gelen dünyadaki iki olay arası sürenin hem tersine dönmesi hem de sanal ve soyut bir hale gelmesi ve aynı zamanda yolculuk yapan varlığın kütlesinin de sanal ve soyut olması anlamına gelir. Bu sanal kütleli varlıkların bulunduğu Hilbert uzayında, boyutlar Planck sabitinin de altında yer alır. Evreni oluşturan Tradyonların karşıtı olan Takyonlar bu aşırı küçük boyutta bulunur. Bu boyutta her şey mümkün olur. Zaman geriye de akabilir, geçmiş de yaşanabilir, hatta daha da alt uzay olan süper uzayda ise geçmiş ve gelecek iç içedir. Şimdi bunları neden anlattın derseniz, allahın yaratılanlara özgü kanunlara tabi olmayacağı itirazını ediyorsunuz da ondan. O zaman kaotik ve kuantik belirsizlikleri belirleyen bir allah için de aynı itirazı almamız lazım sizden. Bir teoriye evet diyip diğerine hayır demek gibi bir alışkanığınız var. Bir de, hani daha önceki bir tartışmamızda, meleklerin boyutunun takyonların boyutu olan bilinç boyutu olduğunu iddia etmiştiniz ya, e allah da melekler vasıtası ile müdahale ediyorsa demek ki, bu kurallara tabi oluyormuş değil mi? Bununla ilgili bir paradoks konusu iddia etmemiştim zaten. Bunun konumuzla ilgisi yok. Kitap, peygamber göndermesi de bir çeşit müdahaledir. Neden baştan bir kere göndermediği de ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. Müdahale etmesine ise bir itirazımız yok. Ama müdahale etmiş olamayacağını söylüyoruz, aksi halde kader paradoksu çözülmez. Bu arada takyonların gözlenmesi de mümkün değildir. Takyonlar teorik matematik fiziğin konusudur. Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Yani, sizin inandığınız gibi takyon meleklerle aynı boyutta olsa, gelipte peygamberle konuşmuş olamaz. Yok, Allah, fizik kurallarını askıya alıp mucize yaptı derseniz de bu bir inançtır, inancın kanıtı olmaz derim. En doğrusunu allah bilir diyorsanız zaten bu tartışmalara hiç girmemeniz, bilimi kullanarak ispat etmeye çalışma yoluna gitmemeniz gerekir. Bilmek ve belirlemek aynı şey değildir. Örneğin, gazeteye bakıp yarınki TV programını öğrenip bilmek başka bir şey, TV editörü olup belirlemek başka bir şeydir. Bunun gibi, tanrı açısından insanların oluşturduğu yaşamın akışını bilebilmek mümkün ama belirlemek yani önceden hesaplamak mümkün değildir. Bunu yukarıda anlattım. Görelilik teorisi yaratılanlara mahsustur diyorsanız bu durumda takyonların boyutu olan bilinç boyutuna külli iradeyi sokmamanız gerekir. Oysa, evren Planck altı bu mini uzaydan yani hiçlikten doğmuştur. İnsanın hangi yolu seçeceğine dair bir öngörüm yok. Bu yazımla inanmamaya destek verdiğimi kastediyorsanız, bu benim sorunum değil zaten. Sınav kurallarını öğrencilere sınav başlangıcında bildirmek, onların ne yapacağını bilmek yada ne yapacaklarını hesaplayıp kestirmek yani belirlemek değildir. Dünyada müdahale yok diyorsanız, peygambere kitap geldiğine de inanmıyorsunuz demektir. Aman ha dikkat. Ben bir cevap göremiyorum. Bilemez ve belirleyemez işte ben de ondan söz ediyorum. Güncel bilim bilemez, belirleyemez allah ta ancak bilebilir ama belirleyemez. İnsan ışık hızı ile gidemez, ama meleklerin boyutunda olduğunu iddia ettiğiniz takyonlar gider. Allah ta o boyutta bulunabiliyorsa -ki bulunabilmesi gerekir Allah olarak-o da gider. Bigbang’e bilinebilir demiş miydim ? Aksine kaos çözülemiyor diyorum. Loto da, Big bang de kaos olduğuna göre çözülemiyor. Hiçlikten varliga gecisin olduğu zaman aralığı olan Kuantum Gravitenin olduğu boyutta tam bir kaos hakimdir. Snapslara gelen elektrik iletisini taşıyan moleküllerin nöron membranından geçip geçmemesine karar veren, RNAnın ürettiği proteinlerdir. Gelen sinyalin niteliğine göre, sodyum ve potasyum iyon kanalarını açıp kapayarak, membran potansiyelinin değişmesine sebep olan bu moleküllerdir. Yani aksondan gelip snapsa yayılan kalsiyum iyonunun taşıdığı elektriksel sinyalin farkına vararak, dış hücredeki sodyum iyonlarının içeri nüfuz etmesini, potasyum iyonlarının dışarı çıkmasını bu protein moleküllerinin pasif bilinci sağlar. Farkında olmayı özgür irade ile karıştırmanızdan dolayı olay bir türlü kafanızda oturmuyor. Elimizde taşı hafifçe sıkmamız ile elimizin atomları vasıtasıyla taşın atomlarına uyguladığımız kuvvet, iki tarafın atomları tarafından , yani karşı kuvvet olan elektrik alan kuvveti ile yani tepki ile karşılanır.Eğer, bu tepki kuvvetini yenecek kadar büyük bir kuvvetle sıkarsak hem elimizin hem de taşın temas noktasının kristal yapısı bozulur. Yani, atomların kuvveti hissedip tepki vermesi pasif bilinçleri olduğunu gösterir. Yine farkında olmayı, olayın bilincini özgür irade ile alınmış bir karar gibi görmenizden kaynaklanan bir itiraz. Hesaplanabilirlik ise matematiksel bir olay ve tamamen konu dışı. Ama her bir maddenin kendi aralarındaki etki-tepkisi pasif bilinçle cereyan eder. Bakın melek örneğini bir yoruma dayanarak verdim. Ben meleklere inanmıyorum. Sadece, kendi mantığınız ile meleklerin de pasif bilince bir örnek olabileceğini söylüyorum. Nedeni de, allahın emredip onların itirazsız yapması yani aktif bilinci oluşturan karar verme durumu yok. Komutan emreder asker yapar. İtiraz hakkı yoktur. Menziline giren döteryumu fark eden tridyum gelmesini emreder döteryum farkına varır, o da emreder ve aynı zamanda ona doğru yaklaşır, döteryumun emri doğrultusunda ona doğru yaklaşan ve aynı zamanda döteryumun geldiğini fark eden tridyum da daha kuvvetli bir emirle daha fazla gelmesini ister, döteryum da daha fazla bir kuvvetle tridyuma emreder ve daha yaklaşır en sonunda kaynaşırlar ve fazla olan nükleer enerji de açığa çıkar. her birinde ayrı ayrı pasif bilinç vardır.
  22. aslında görünür ışık da pek farklı değil. yanan bir ampüle bakamayız bile.
  23. bunlar kılavuzlanmamış küresel dalgalar olduğundan, kaynak yakınında şiddeti daha fazladır. dolayısıyla, daha yoğun görünür. tabii ki kameranın sensörünün iç yapısından kaynaklanan bir renk aldatması olacak.
  24. Düzeltme : Bu paragraftaki, ''hızını yavaşlatarak '' ifadem, aceleden yanlış yazılmış olup, '' hızını artırarak zamanı yavaşlatıp '' şeklinde okunması gerekmektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.