Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kuran'da Miras Paylaştırmada Matematiksel Hata.


TAKLAMAKAN

Önerilen İletiler

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ: İnsanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hâfızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisatı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrı ile her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile a'zalarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüb, bir müvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâgi ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şübhe getirmez ki: Güneş gündüzsüz olmadığı gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki akibetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye "Hakîm" ve "Hakem" ve "Adl" ve "Âdil" isimleri bizim sualimize kat'î cevab veriyorlar

 

Değerli kardeşim, ben kimseyi inandırmaya çalışmıyorum. Sadece, hayatta böyle şeyler de var demiş gibi algıla söylediklerimi. Yazılarımda anlattım ben determinist değilim felsefi anlamda. Sadece, bilimin yöntemi budur başka da yolu yoktur diyorum. Bilimin sonucu olan teknolojiyi kullanıyoruz, bu ilkenin ürünü mühendislik. Pratik faydaları var tabii ki.

 

O kanun dediklerin sadece bizimle ilişki kuran doğayı temsil eden matematiksel tasvirler. Dediğim gibi pratik yararları var, hayatımızı kolaylaştıran.

 

Bir şey araştırılmadan, yaşanmadan yok denilemez, bu peşin yargı yada müstebitlik olur. Bu akla aykırı. Allahın var olup olmaması önemli değil önemli olan Allahı yaşamak. İyi dileklerin için teşekkür ederim.

ben araştırılmasın demiyorum ama sırf inat uğruna iman penceresi dışından bakılırsa insan kendini böyle helak eder.yer çekimi kanununu ve diğer harika şeyleri bilimden öğrendikçe ALLAHın büyüklüğü gözümde artıyor.onun için bilim islamın içinde olması gereken.ilk emir oku.hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu gibi ayetler araştırmayı destekliypr .ama O buna muhtaç değil ben buna muhtacım.ALLAHı yaşamak değil ALLLAHı tanımak lazım.insan tanıdıkça sever.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben araştırılmasın demiyorum ama sırf inat uğruna iman penceresi dışından bakılırsa insan kendini böyle helak eder.yer çekimi kanununu ve diğer harika şeyleri bilimden öğrendikçe ALLAHın büyüklüğü gözümde artıyor.onun için bilim islamın içinde olması gereken.ilk emir oku.hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu gibi ayetler araştırmayı destekliypr .ama O buna muhtaç değil ben buna muhtacım.ALLAHı yaşamak değil ALLLAHı tanımak lazım.insan tanıdıkça sever.

 

Muhammed'in Kuran'ındaki yanlışlıkları ve çelişkileri kurtarmak adına yapılan tüm girişimlerden dolayı, doğru insan kendini ancak böyle helak eder. İlk emir oku derken Kuran'dan başka kitap oku dememiş... Okuyan korkudan kul köle olur Muhammed'e, diğerleri ise düşmandır, ortadan kaldırılması gereken.

 

Muhammed'în Kuran'ının Allah'ını tanıdıkça bu Allah'tan uzaklaşıyor insan. Niye mi?

 

****** onda, insanı aşağılamak onda, adam kayırma onda, ant içmek onda... daha neler neler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

avliye meselesi

 

avliye meselesini ortaya atıp, payların tutarının paydadan çok olduğunu ileri süren bir internet sitesinde ;allah matematik bilmiyor mu?; diye saptırıcı bir soru üzerine verdiğim cevaptır: bunun, tanrı;nın matematik bilgisiyle ne ilgisi var? kurândaki miras hukuku, yüzyıllardan beri mevcut olan arap miras hukukunun, kadın ve çocuklar lehine düzeltilmiş şeklidir. bu paylaştırma daha önce mevcuttu. kurân daha önceki hukuk sisteminin adaletsiz yanlarını düzelterek uygulanmasını tavsiye etmiştir. islâm hukukunun miras taksim dalına feraiz denilir. bu taksim işleminde üç husus karşımıza çıkabilir: 1- fariza-i adile: varislerin hisselerinin toplamıyla paydanın eşit olmasına adil taksim, 2- reddiye: payların toplamının, meselenin ortak paydasından eksik olmasına reddiye, 3- fariza-i aile (avliye): payların toplamının, ortak paydadan büyük olmasına da avliye denilir.

 

burada hisselerin toplamı ortak payda kabul edilerek eksiklik, her varisin hakkı, hissesi oranında azaltılır. mesela ölen kişinin eşi, 3 kızı, anası ve babası varsa eşi 1/8, kızlar 2/3, ana babanın her biri 1/6 alır. mesele 24ten gelir ama payların toplamı 27 eder. bu durumda payda 27ye çıkarılır. mal 27 parçaya ayrılır ve herkes hakkı oranında payını alır. kurânda meselelerin 6 veya

12 yahut 24 üzerinde hesap edileceği söylenmiyor ki! feraiz ilmi denilen miras taksimiyle uğraşanlar kolaylık için ortak paydalar düşünmüşlerdir. yok efendim tam değilmiş de yarım çıkıyormuş da... yarım çıksa ne olur? sanki yarım, matematiğin gereği değil mi? tamları yapanlar da yarımlardır. bu tür sorular, bilgisizleri dinden soğutmak isteyen tanrıtanımaz, dinsizlerin söylemleridir. demiş Süleyman ATEŞ :P

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben araştırılmasın demiyorum ama sırf inat uğruna iman penceresi dışından bakılırsa insan kendini böyle helak eder.yer çekimi kanununu ve diğer harika şeyleri bilimden öğrendikçe ALLAHın büyüklüğü gözümde artıyor.onun için bilim islamın içinde olması gereken.ilk emir oku.hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu gibi ayetler araştırmayı destekliypr .ama O buna muhtaç değil ben buna muhtacım.ALLAHı yaşamak değil ALLLAHı tanımak lazım.insan tanıdıkça sever.

 

İnat uğruna vazgeçmeyen bizlermiyiz yoksa sizlermisiniz, Matematik bilim değil mi hiç bi kanıt müslümanı imanından vaz geçiremez anlaşıldı. ilk emir oku demiş ama sakın matematik okuma demiş herhalde. İnsan kendini böyle helak eder işte. B)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İ'cazı vardır ve mevcuddur. Çünki Ceziret-ül Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibariyle ümmi idi. Ümmilikleri için mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini kitabet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Manidar bir kelâm, şiir ve belâgat cazibesiyle eslaftan ahlafa hâfızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak o kavmin manevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâgat metaı idi. Hattâ bir kabilenin belig bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibi idi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvam-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalaha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallakat-ı Seb'a" namıyla yedi edibin yedi kasidesini altunla Kâ'be'nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan nüzul etti. Nasılki zaman-ı Musa Aleyhisselâm'da sihir ve zaman-ı İsa Aleyhisselâm'da tıb revaçta idi. Mu'cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülega-yı Arabı, en kısa bir suresine mukabeleye davet etti:

 

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ

ermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: "İman getirmezseniz mel'unsunuz. Cehennem'e gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten i'dam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennem'de i'dam-ı ebedî ile beraber dünyevî i'dam ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muaraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."

 

İşte eğer muaraza mümkün olsaydı acaba hiç mümkün mü idi ki, bir-iki satırla muaraza edip davasını ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkilatlı muharebe tarîkı ihtiyar edilsin? Evet o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terketsin? En tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünki bir edibleri, birkaç hurufatla muaraza edebilseydi; Kur'an, davasından vazgeçerdi. Onlar da maddî ve manevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muaraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bis-süyufa mecbur oldular. Hem Kur'anı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebeb vardı. Birisi; düşmanın hırs-ı muarazası. Diğeri; dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki saik-i şedid altında milyonlar Arabî kitablar yazılmış ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim ona ve onlara baksa kat'iyyen diyecek ki: "Kur'an, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzir edemez." Şu halde, ya Kur'an bütününün altındadır. Bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir. Veya Kur'an, o yazılan umum kitabların fevkındedir.

 

Esbab-ı âlemin içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlukattır. Pek çok muhalatından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.

 

BİRİNCİSİ: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayatdar hârika bir tiryak onlardan yapılmak îcab etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayatdar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan herbirisini tedkik ettik. Görüyoruz ki: O kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hakeza.. muhtelif mikdarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa o macun zîhayat olamaz, hasiyetini gösteremez. Hem o hayatdar tiryakı da tedkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsus ile bir madde alınmış ki, zerre mikdarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrı bir mizan ile alınmış gibi, ayrı ayrı mikdarda eczaları alınmış. Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif mikdarlar, şişelerin garib bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, herbirisinden alınan mikdar kadar yalnız o mikdar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl birşey var mı? **********, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye kaçacaktır.

 

"En cüz'î ve en küçük şey; en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün bu kâinat Hâlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka surette olamaz. Esbab ise bir perdedir. Çünki en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahluklar, bazan san'at ve hilkat cihetinde en büyüğünden daha büyük olur. Sinek tavuktan san'atça ileri geçmezse de, geri de kalmaz. Öyle ise büyük küçük tefrik edilmeyecek. Ya bütünü esbab-ı maddiyeye taksim edilecek veyahud bütünü birden birtek zâta verilecektir. Birinci şık muhal olduğu gibi, bu şık vâcibdir, zarurîdir. Çünki bir tek zâta, yani bir Kadîr-i Ezelî'ye verilse; madem bütün mevcudatın intizamat ve hikmetleriyle vücudu kat'î tahakkuk eden ilmi, herşeyi ihata ediyor.. ve madem ilminde herşeyin mikdarı taayyün ediyor.. ve madem bilmüşahede her vakit hiçten, nihayetsiz sühuletle, nihayetsiz san'atlı masnular vücuda geliyor.. ve madem o Kadîr-i Alîm'in bir kibrit çakar gibi emr-i Kün Feyekûn ile hangi şey olursa olsun icad edebildiğini, hadsiz kuvvetli deliller ile, çok risalelerde beyan ettiğimiz ve hususan Yirminci Mektub ve Yirmiüçüncü Lem'anın âhirinde isbat edildiği gibi, hadsiz bir kudreti var; elbette bilmüşahede görülen hârikulâde sühulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten geliyor. Meselâ nasılki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus bir ecza sürülse; o koca kitab, birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturur. Aynen öyle de; o Kadîr-i Ezelî'nin ilm-i muhitinde, herşeyin suret-i mahsusası bir mikdar-ı muayyen ile taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak emr-i Kün Feyekûn ile, o hadsiz kudretiyle ve nafiz iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve sühuletle kudretin bir cilvesi olan kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haricî verir; göze gösterir, nukuş-u hikmetini okutturur. Eğer bütün eşya birden o Kadîr-i Ezelî'ye ve Alîm-i Külli Şey'e verilmezse; o vakit sinek gibi en küçük bir şeyin vücudunu, dünyanın ekser nevilerinden hususî bir mizan ile toplamak lâzım gelmekle beraber, o küçük sineğin vücudunda çalışan zerreler o sineğin sırr-ı hilkatini ve kemal-i san'atını bütün dekaikiyle bilmekle olabilir. Çünki esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum ehl-i aklın ittifakıyla, hiçten icad edemez. Öyle ise, her halde onlar icad etse, elbette toplayacak. Madem toplayacak, hangi zîhayat olursa olsun, ekser anasır ve enva'ından nümuneler, içinde vardır. Âdeta kâinatın bir hülâsası, bir çekirdeği hükmündedir. Elbette o halde bir çekirdeği bütün bir ağaçtan, bir zîhayatı bütün rûy-i zeminden ince elekle eleyip ve en hassas bir mizan ile ölçüp toplattırmak lâzım geliyor. Ve madem esbab-ı tabiiye cahildir, camiddir; bir ilmi yoktur ki bir plân, bir fihriste, bir model, bir proğram takdir etsin, ona göre manevî kalıba gelen zerratı eritip döksün; tâ dağılmasın, intizamını bozmasın.

Halbuki herşeyin şekli, heyeti hadsiz tarzlarda olabildiği için, hadsiz hadd ü hesaba gelmez eşkaller, mikdarlar içinde, bir tek şekil ve mikdarda sel gibi akan anasırın zerreleri dağılmayarak, muntazaman, mikdarsız, kalıpsız birbiri üstünde kitle halinde durdurmak ve zîhayata muntazam bir vücud vermek; ne derece imkândan, ihtimalden, akıldan uzak olduğu görünüyor. Elbette kimin kalbinde körlük yoksa, görür. Evet bu hakikata binaen اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ bu âyet-i azîmenin sırrıyla (Haşiye) bütün esbab-ı maddiye toplansa, onların ihtiyarları da olsa, bir tek sineğin vücudunu ve o vücudun cihazatını mizan-ı mahsusla toplayamazlar. Toplasalar da, o vücudun mikdar-ı muayyenesinde durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerratı, muntazaman çalıştıramazlar. Öyle ise; bilbedahe esbab, bu eşyaya sahib çıkamazlar. Demek sahib-i hakikîleri başkadır. Evet öyle bir sahib-i hakikîleri var ki;

 

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sırrıyla, bütün zeminin yüzündeki zîhayatı, bir sineğin ihyası kadar kolay yapar. Bir baharı, birtek çiçek kolaylığında icad eder. Çünki toplamağa muhtaç değil. Emr-i Kün Feyekûn'e mâlik olduğundan ve her baharda hadsiz mevcudat-ı bahariyenin madde-i unsuriyesinden başka, hadsiz sıfât ve ahval ve eşkallerini hiçten icad ettiğinden ve ilminde herşeyin plânı, modeli, fihristesi ve proğramı taayyün ettiğinden ve bütün zerrat onun ilim ve kudreti dairesinde hareket ettiklerinden, kibrit çakar gibi herşeyi nihayet kolaylıkla icad eder. Ve hiçbir şey, zerre mikdar hareketini şaşırmaz. Seyyarat muti' bir ordusu olduğu gibi, zerrat dahi muntazam bir ordusu hükmüne geçer. Madem o kudret-i ezeliyeye istinaden hareket ediyorlar ve o ilm-i ezelînin düsturuyla çalışıyorlar; işte o eserler, o kudrete göre vücuda gelir. Yoksa o küçük, ehemmiyetsiz şahsiyetlerine bakmakla o eserler küçülmez. O kudrete intisab kuvvetiyle bir sinek, bir Nemrud'u gebertir. Karınca, Firavun'un sarayını harab eder. Zerre gibi küçük çam tohumu, dağ gibi koca bir çam ağacının yükünü omuzunda taşıyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İhtiyar bir adamın 3 tane oğluyla 17 tane devesi vardı.Ölmeden önce oğullarına şöyle vasiyet eder:“En büyüğünüz develerin yarısını ortancanız 1/3’ini, en küçüğünüz ise 1/9’ini alsın.Sakın hiç bir deveyi kesmeyin”.Çocuklar,babaları öldükten sonra develeri paylaşmak istemişler ama bir türlü paylaşamamışlar.Bu sırada oradan devesiyle geçmekte olan yaşlı bir kimseden yardım istemişler.O da çocukların babalarının istediği gibi develeri paylaştırmış ve sonun da kendi devesine binip gitmiş."

 

 

Bu soru bu başlığa bir katkı sağlar mı bilmiyorum; ama daha önce bir yerde müşerref olmuştum.Bu soru bu başlık altında kullanıldı mı onu da bilmiyorum.Bu sorunun çözümünde matematiksel bir ilginçlik var.Belki daha önce görenler vardır bu soruyu.Salt matematiksel yöntemle yapıldığında garip bir durum ortaya çıkıyor?Buyrun paylaştırın!

 

MUHABBETLE...

 

9 6 2 ,,

1 e tamamla kat sayı bul,bulduğun katsayıyı ana sayı ile çarparak oranla falan.. nasıl oldu şimdi ben bile anlamadım... :)

 

 

 

mirasımızda 27 lira ise, 16 lira çocuklara, 4 lira anneye,4 lira babaya, 3 lira eşe.. ben nerde ne yapıyorum anlamadım şimdi..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın forumdaşlar merhaba. Sizi beklettim,kusura bakmayın biraz işim vardı,dolayısı ile geciktim ama biz daima buradayız.

 

 

 

Bir kere Laplace'ın şeytanı varsayımını Poincaré'dan sonraki tüm deterministler reddetmişlerdir.

 

Kısa ve öz...

19. yüzyılın ikinci yarısının en büyük Fransız matematikçisi Poincarè’dir (1854-1912).

Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955).

Sizin yazınız (Einstein ise determinist belirliliği savunuyor). Yanlız bu yeter...

 

 

 

Heisenberg ve Einstein tartışmasında, tersi gibi görünse de eğer tartışma konusu tanrı (veya Laplace şeytanı) olursa, tanrıdan yana olan Heisenberg, tanrıya karşı olan taraf Einstein'dir.

 

Bu biraz garip gelir, çünkü "tanrı zar atmaz" diyen Einstein, rasgeleliği, tesadüfü savunan Heisenberg... Peki nasıl oluyor?

 

Şöyle oluyor: Heisenberg'e göre her şey rasgele ve belirsiz. Ama evren rasgele olmadığı ve düzenli olduğuna göre olasılıkları seçici bir irade var, o belirsizliği belirli kılıyor. Yani zarların içine ağırlık koymuş, sürekli istediği rakamın gelmesini sağlıyor. Bu görüşün radikal biçimine göre, evren gözlemci var olduğu için vardır. Yoksa yok olurdu! Evren, onu gözlemlediğimiz anda var olmaktadır. Hiç kimsenin gözlemlemediği bir şey, yok olur! Tuhaf ama, iddia bu. İdealist felsefenin modern versiyonu

 

 

Bir kere, Heisenberg'e göre her şey rasgele ve belirsiz,yazdıktan sonra, Evren rasgele olmadığı ve düzenli olduğuna göre yazıp, sonra “ OLASILIKLARI” şeçici bir “İRADE” var yazılması ve belirsizliği belirli kılıyor denmesi (yazılması) tamda, her şey rasgele ve belirsiz çünkü “OLASILIK” determinist felsefede yoktur.

 

Olasılık; Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, ihtimal.

felsefe O zamana kadar yapılan deneylerle bir olayın ortaya çıkmasının beklenilmesi ancak yine de tam bir kesinliğin bulunmaması durumu. Durum bu...

Sonra; Evren gözlemci olduğu için vardır,yoksa,yok olurdu,yazısı İnsanın ortaya çıkışına kadar “KÜLLİ İRADE” İnsan var olduktan sonra “CÜZİ İRADE “ gözlemlemiş’ki Evren yok olmamış ve determinist felsefede “İRADE’YE” hiç atıf yoktur, bu yazdıklarım işin felsefi boyutu,birde Evrenin nasıl oluştuğu hakkında determinist felsefe, tam bir sukuti hayaldir,sebebide “NEDENSELLİĞİNİN,NEDENİNİ BİLEMEZ”...

 

 

 

Einstein ise determinist belirliliği savunuyor. Belirlenimin evrenin doğasında olduğunu savunuyor ve bu savunuda "evrim" ve "statüko oluşumu" anahtar kavramları kullanılır. Bunu ifade ederken tanrıdan bahsetmesi kafa karıştırıyor ama, durum gerçekte bu. Evrimin iki ayağından biri olan doğal seçilim, tamamen determinist anlayışla paraleldir. Oluşan statüko, seçicidir. Aykırılıkları elimine eder. Evrimin diğer ayağı olan değşinim de determinizmin nedensellik ilkesinin paralelidir.

 

 

Dererminist belirlilik; Evrenin doğasında oluşması “KÜLLİ İRADE” sonucudur ve “O” nun kodlanması ve proglamlaması sonucudur, yoksa Evren,kendi,kendini proglamlayamaz çünkü “İRADESİ” yoktur ve “İrade” determinist felsefede olmadığından, determinist belirlilik fostur...

Evrimin iki ayağından biri doğal seçilim determinist anlayışa parelelmiş. "Doğal şeçilim ve mutasyon birbirlerini tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel değişikliklerin kaynağı, canlıların genetik yapısında meydana gelen “RASGELE” mutasyonlardır. Mutasyonların sebep olduğu özellikler, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla seçilir, böylece canlılar evrimleşirler." Dikkat “RASGELE” der ve determinist anlayış daha başlamadan fos çıkar üstelik Doğal şeçimimin evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe çevirmez; yani denizyıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez. Genetik sürüklenme; doğal seçilim, mutasyon ve göçle birlikte evrimin temel mekanizmalarından biridir. Her nesilde bazı bireyler, tümüyle “RASLANTISAL” olarak, geriye diğer bireylerden biraz daha fazla sayıda torun (ve elbette gen!) “BIRAKABİLİRLER”.

Şimdi; determinist felsefede “RASLANTISAL,BIRAKABİLİR” bir rasgelelik varmıdır evrim teorisi ise tamamen raslantısaldır ve determinizmin “ BELİRLİLİK” ilkesi ile terstir dolayısı ile geçersizdir (her ikiside)...

 

 

Belirlenim ilkesini de evrime uyarlayabiliriz. (Darwin böyle bir öngörüde bulunmadı. Bu Neo-Darwinizmdir.) Buna göre evrim en olası sonucu vermektedir. Bilinç ancak kaba hatlarıyla şu evrim dizgesi sonucu oluşabilirdi: Heterojen (dışbeslek) - Omurgalı - Memeli - Karasal - Karnivor - Digital (Parmakları olan.)

 

 

 

Bir tane ilaç için “Fosil” kanıtı.

“Kısa ve öz”...

Zaten yukardaki “doğal seleksiyon ve rasgele,genetik sürüklenme olayı hakkındaki yazım gerekli cevaptır.

 

 

Heisenberg'in savı kuantum yoluyla kanıtlanmaya çalışılıyor. Kanıtlanmış değildir. Bugüne kadar ileri sürülen tüm belirsizliklere deterministler yanıt vermişlerdir. Ama Heisenberg çürütülemiyor da... Bu konuda Maxwell'in cini ve Schrödinger'in kedisi Heisenberg'i yalanlamada başarısız oldular. Sır, kuantum alemde, atomun çok altı ölçeklerde gizli.

 

Gözler LHC'den çıkacak sonuçlarda...

 

Buda işin “MAGAZİNSEL” boyutudur neymiş (Bugüne kadar ileri sürülen tüm belirsizliklere deterministler yanıt vermişlerdir) yazmış forumdaş! Fakat kendi yazdığını kendi fos çıkarmış nedir;

(Ama Heisenberg çürütülemiyor da...) sonuç sır kuantum aleminde,atomun çok alt ölçeklerinde gizli imiş, yani “TAKYON” alemi,isteyen bu kelimeyi inceler ve determinizm’min hepten iflas ettiğini anlar...

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnat uğruna vazgeçmeyen bizlermiyiz yoksa sizlermisiniz, Matematik bilim değil mi hiç bi kanıt müslümanı imanından vaz geçiremez anlaşıldı. ilk emir oku demiş ama sakın matematik okuma demiş herhalde. İnsan kendini böyle helak eder işte. B)

 

Kâinatın bütün zerratı -müctemian ve münferiden- lisan-ı acz ve fakr ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettikleri Sâni'-i Hakîme hamdler, senalar, şükürler olsun. Ve kâinatın tılsımını açıp, âyâtını keşf ve beyan eden Resulü ile âl ü ashabına ve sair enbiya ve mürselîn ihvanına ve ibad-ı sâlihîne salât ü selâmlar olsun...

 

Arkadaş! Tabiat ve esbab, bazı insanlara şükür kapısını kapatıp şirk ve küfür kapısını açmıştır. Halbuki, şirkin temeli sayısız muhalâttan kurulmuş olduğundan haberleri yok. O muhalâttan bir taneyi beyan edeyim ki, şirkin ne kadar fena bulunduğunu kör gözleriyle görsünler. Şöyle ki:

 

Şirk sahibi, cehalet sarhoşluğunu terk ve ilim gözüyle küfrüne baktığı zaman, o küfrü iman ve iz'an edebilmek için, bir zerre-i vâhideye bir ton ağırlığında bir yük yükletmeğe ve her zerrede sayısız matbaaları icad edip tabiat ve esbabın(sebepler) eline vermeğe ve bütün masnuatta bütün san'at inceliklerini tabiata ders vermeğe muztar ve mecbur olur. Zira hava unsurundan (meselâ) her bir zerre bütün nebatlar, çiçekler, semereler üstünde konup bünyelerinde vazifesini yapmak salahiyetindedir. Eğer bu zerreler, yaptıkları vazifelerde memur olup Cenab-ı Hakk'ın emir ve iradesine tâbi oldukları kâfirane inkâr edilirse, o zerre herhangi bir bünyeye girse, o bünyenin bütün cihazatını, keyfiyetiyle teşekkülünü bilmesi lâzımdır. Bu bilginin o zerrede bulunmasını ancak o kâfir itikad edebilir.

 

Maahaza bir meyve, bir ağacın bir küçük örneğidir. Ve o semeredeki(meyvedeki) çekirdek, o şecerenin(ağacın) defter-i a'malidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır. Bu itibar ile, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nev'ine, belki küre-i arza nâzırdır. Öyle ise, bir semerenin san'atındaki azamet-i maneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir. O zerreyi, san'atça havi olduğu o azamet-i maneviye ile bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır. Acaba o kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zekâ iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Gerçekten bilimsel kafalara sahip olan insanlar arasında, dini duygular taşımayan bir kişiye çok zor rastlarsınız. Fakat bu herhangi bir insanın dindarlığından çok farklıdır. Böyleleri için Tanrı, şefkatinden yararlanmayı umduğu ve cezalandırılmasından korktuğu için çocuğun babasına beslediği duygulara benzeyen yüce duygular beslediği, her ne kadar korkuyla karışmış olsa da varlığını dayandırdığı kişisel bir ilişkidir."»

 

« Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür. »

 

Yani, anladığım kadarıyla, Einstein, Tanrı’yı, bir ön kabul olarak değil de yapılan bilimsel çalışmaların sonucu ulaşılabilecek bir sezgi olarak düşünmüş. Yani, bu onun kendi tercihidir.

 

Sayın instantkarma.

 

Yazdığınız bu yazı doğrudur, ve sizin kişisel tercihinizi yansıtır. Eintein’in Tanrı ve Din hakkında çok tutarsız bir çok demecide mevcuttur ve onun kişisel tercihidir. Aslında “Din” özellikke “İslam” (TAKLİDİ İMAN DEĞİL,TAHKİKİ İMAN’I) daha makbul sayar,dolayısı ile einstein ne düşünmüş veya ne düşünmemiş (din hakkında) önemli değil, fakat fizik’te bir deha’a imiş herkesin kabulü...

 

 

 

Yazımın yeterince açık olmaması ve öncelikle, bazı konuları kısaca geçmem yanlış anlamalara sebep olmuş olabilir. Tekrar ifade etmeye çalışacağım;Öncelikle Laplace’nin determinizmi kendine göre yorumlaması, Einstein’in hem determinist hem de Tanrıya inanan biri olması ile çelişmez. Yani, determinizm kesin olarak insanı ateizme götürür diye bir sonuç çıkarmak yanlış olur. Tam tersine, Einstein, Nobel Ödülü almasına neden olan Fotoelektrik Olayı açıklayıp kuantum teorisinin kurulmasında ve geliştirilmesinde katkılar yapmış olmasına rağmen olasılık fikrini sevmediği için karşı çıkmıştır. “Tanrı zar atmaz” derken determinizmi savunmaktadır. Einstein, parçacık olayları dahil fizik için “gözlenmesinden bağımsız olarak gerçekliğin kendisine ulaşmak için bir girişimdir” derken matematiksel denklemlerle kesin olarak ifade edilebilen ve açıklanabilen, başlangıç koşullarını ve yasalarını Tanrının belirlediği deterministik bir evreni kastetmiştir. Bu, Einsteinin inancıdır, yorumudur, fizikten beklentisidir.

 

Demirefe’ye saygılarımla...

Sayın instantkarma.

Einstein; (Tanrının belirlediği deterministik bir evreni kastetmiştir). Yazmışsınız. Ve...

 

 

 

Bohr ise, fiziği, matematiksel ifadeler yoluyla bizimle ilişki kuran doğanın bir yansıması olarak görmüştür. Bohr’a göre, bu matematiksel ifadeler, gerçeğin sadece bir görünümü olabilir yada gerçek hakkındaki bilebileceğimiz şeyleri ifade eder.Bu noktada bir saplama yapacağım: Öncelikle bilim dediğimiz şey, bizim olayları ve gözlemleri mantıksal olarak açıklama çabamızdır. Buna, Cüzi irade diyebilirsiniz belki. Bu çaba, inançtan bağımsızdır, ancak, çıkan sonuç inancı gerektirirse yani tam olarak, net bir biçimde kanıtlandığında bunu kabul etmez diye bir şey de söz konusu değildir. Ancak, belirsizlik durumunda yada hesaplanamazlık durumlarında, bilinmeyen hakkında söylenebilecek en mantıklı şey, yine tam olarak çürütülememiş teorilere inanmak olacaktır. Buna inanmama ve bir Külli İradeye, Tanrı’ya, Allah’a inanma hakkı saklıdır. Yani, bu bir tercih meselesidir, bilimle ilgisi yoktur. Allah’a inansanız da, bilim insanı olarak, bu hesaplanamazlıkları hesaplanabilir hale getirmeye mecbursunuzdur, çünkü başka mantıklı yol yoktur, anlatabildim mi bilmiyorum ama.

 

“KAİNATI;İNSAN İÇİN, İNSANI KENDİM İÇİN YARATTIM” (Hadis)...

Ve 21. yüzyılda bilimin geldiği noktada “pozivist,materyalist felsefenin” durağan evren modeline benzediği malum, bu itibarla, isteyen inanır,istemeyen,inanmaz ve “İRADE’YE” saygı duyulur, ve iradenin, önemli bir boyutuda “NEFS” tir,buda determinist anlayışa terstir.Allah’a c.c. İnanmak “İMAN” meselesidir ve bu inanma, bilim yapmamak demek,değildir yani inanıyorsan yobazsın mantığı, 19. yüzyıl tekerlemesidir, Şimdi İnsanlık bilgi çağında ve hesaplanamazlıkların, hesaplanabilirliliğini en azından kelebek etkisi teorisi ile, (mucizeler,olabilir) ortaya koyabiliyor üstelik deterministler pek yavan bu durumda.

Kısaca...

 

 

 

 

Kaotik durumlar için bir örnek üzerinden gidersek, mesela, sıcaklık tahmininde kullandığımız analitik olmayan ( non-lineer ) fonksiyonlarımız, fena halde başlangıç ve sınır koşullarına bağlı olduğundan, denklemi bir analog bilgisayar yardımıyla çözmeye kalktığımızda, bilgisayara giriş olarak vereceğimiz başlangıç sıcaklığını ve zamanını ölçme konusundaki deney aletlerimizden kaynaklanan ölçme hatası yani belirsizlik, çıkan sonucu aşırı etkileyebilir, tahminde yanlış sonuçlar doğurabilir. Ancak, biz böyle bir işe kalkışmasak ta, havanın 3 gün sonraki sıcaklığın mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle yine deterministik olarak olması gereken değere geleceğini söyleme hakkımız vardır. Demek istediğim bu.

 

 

Makinaların; (bir analog bilgisayar) hata yapabilir ve (belirsizlik) ilkesine uyar demeniz (tahminde yanlış sonuç) sonra böyle bir işe kalkışmadan, ( makina ile ölçüm) havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimdir ve olacak,olana kimse hem mani olamaz (tabiat olayları) hemde bu olacakların,olmasını sağlayan “KÜLLİ İRADENİN,CÜZİ İRADEYE VERDİĞİ NASIL DAVRANILACAĞININ” bilinmemesini determinist felsefe karşılayamaz...

 

Işık hızından hızlı hareket eden Takyonlar ( soyut kütle ) ve Hızlı Evrenler ise Feinberg tarafından matematiksel olarak kanıtlanmış, Hilbert uzayında temsil edilmiştir ama buradaki sıkıntı, hızlı evren ile bizimki arasında ilişki olamayacağından ve zamanın ters akmasından dolayı neden-sonuç ilişkilerinin bozulduğu yönündedir. Anca çok küçük alanlarda olabilen yani deneylerde gözlenebilen kuarkların dünyasında bulunabilen, yani, Hilbert uzayındaki, Takyonlar ışık hızında durabilirler. Yani, gözlenebildikleri durum yarı soyut, yarı somut oldukları durumudur.

 

Takyonlar aynı zamanda, 5.BOYUT olarak, evrenimizi anlamlandıranın BİLİNÇ/RUH ve din terminolojisinde MELEKler olarak adlandırılan varlıkların boyutudur ve artık BİLİMSEL olarak açıklanabilir hale gelmektedirler. Sizinle aynı fikirdeyim bu konuda, deterministler düşünsün...

 

 

Evrim konusunda ise olasılıklara sığınmadım. Yine bilimin yöntemi konusunda söylediklerimi dikkate alarak düşünürseniz, bilimin, türlerin kökenini bir şekilde mantıksal olarak açıklamak zorunda oluşundan hareketle kurulan evrim teorisi, mutasyonların iyi ve kötü yönde olabileceğini inkar etmediğini, sadece, geçen milyarlarca yılda, olabilecek tüm olasılıkların yaşanması için yeterli bir zaman olduğu düşünülerek kurulmuş, bilimin temel ilkesi olan determnizm ilkesine dayanarak yapılan açıklamalar bütünüdür. Bugün bile bu mutasyonların olduğu, sinek ilaçlarının yada beşeri ilaçların yok ettiği mikrop ve sineklerin arasında, bir şekilde geçirdiği mutasyon neticesinde, bu ilaçlardan etkilenmeyip sağ kalan mikropların tekrar üreyip aynı hastalığı yada aynı çöp kovası üzerinde toplanmayı meydana getirdiği gözlenen gerçeklerdir. Bu mutasyonu oluşturan etkinin de çeşitli radyasyonlar olabileceği fikri akla ve bilimsel düşünceye uygundur. Tabii ki, bu mutasyonları Tanrı’nın, Allah’ın da yapabileceği ihtimalini söyleme hakkı da saklıdır, ancak, bu iddia felsefenin alanına girer.

 

Evrim konusu; olasılıklar,raslantılar bütünüdür,dolayısı ile determinist ilkeler ile bağdaşmaz,çünkü evrim canlılığın oluşumunu, milyarlarca yıllık “OLASILIK,OLUŞUMUNA BAĞLAMIŞ BİR TEORİDİR” fakat canlılığın oluşumu; “KÜLLİ İRADENİN YARATMA SONUCUDUR” dolayısı ile isteyen istediği gibi inanıp,inancı doğrultusunda “BİLİM,İLİM” yapabilir, kişi isterse inanmayabilir “İRADESİ” doğrultusunda.

 

 

Görüşün ( düşüncenin ) evrilmesi ile ilgili H2O ( Su ) benzetmeniz ise, madde ( somut ) ile düşünceyi ( soyut ) aynı kulvarda farzetmek olduğundan yanlıştır.

 

 

Aslında SU benzetmesini evrim dolayısı ile yapmıştım, “ EŞYANIN HAKİKATİ” nedir mesela! Su Evren var olduğundan beri var, peki niye evrilmemiş değilmi sonra görüş (düşünce) soyut peki,bu düşünce değişmezmi (yanlış yaptığını gördüğü zaman,iradesini “AKLINI” kullanarak) bunu belirtmiştim...

 

Saygılarımla...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kâinatın bütün zerratı -müctemian ve münferiden- lisan-ı acz ve fakr ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettikleri Sâni'-i Hakîme hamdler, senalar, şükürler olsun. Ve kâinatın tılsımını açıp, âyâtını keşf ve beyan eden Resulü ile âl ü ashabına ve sair enbiya ve mürselîn ihvanına ve ibad-ı sâlihîne salât ü selâmlar olsun...

 

Arkadaş! Tabiat ve esbab, bazı insanlara şükür kapısını kapatıp şirk ve küfür kapısını açmıştır. Halbuki, şirkin temeli sayısız muhalâttan kurulmuş olduğundan haberleri yok. O muhalâttan bir taneyi beyan edeyim ki, şirkin ne kadar fena bulunduğunu kör gözleriyle görsünler. Şöyle ki:

 

Şirk sahibi, cehalet sarhoşluğunu terk ve ilim gözüyle küfrüne baktığı zaman, o küfrü iman ve iz'an edebilmek için, bir zerre-i vâhideye bir ton ağırlığında bir yük yükletmeğe ve her zerrede sayısız matbaaları icad edip tabiat ve esbabın(sebepler) eline vermeğe ve bütün masnuatta bütün san'at inceliklerini tabiata ders vermeğe muztar ve mecbur olur. Zira hava unsurundan (meselâ) her bir zerre bütün nebatlar, çiçekler, semereler üstünde konup bünyelerinde vazifesini yapmak salahiyetindedir. Eğer bu zerreler, yaptıkları vazifelerde memur olup Cenab-ı Hakk'ın emir ve iradesine tâbi oldukları kâfirane inkâr edilirse, o zerre herhangi bir bünyeye girse, o bünyenin bütün cihazatını, keyfiyetiyle teşekkülünü bilmesi lâzımdır. Bu bilginin o zerrede bulunmasını ancak o kâfir itikad edebilir.

 

Maahaza bir meyve, bir ağacın bir küçük örneğidir. Ve o semeredeki(meyvedeki) çekirdek, o şecerenin(ağacın) defter-i a'malidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır. Bu itibar ile, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nev'ine, belki küre-i arza nâzırdır. Öyle ise, bir semerenin san'atındaki azamet-i maneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir. O zerreyi, san'atça havi olduğu o azamet-i maneviye ile bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır. Acaba o kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zekâ iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır?

 

Bu yazının bir de düzgün Türkçesini yazsaydınız da herkes anlasaydı. Hem ayrıca, madem bu şekilde yazdınız, bari kelimeleri doğru yazsaydınız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

9 6 2 ,,

1 e tamamla kat sayı bul,bulduğun katsayıyı ana sayı ile çarparak oranla falan.. nasıl oldu şimdi ben bile anlamadım... :)

 

 

 

mirasımızda 27 lira ise, 16 lira çocuklara, 4 lira anneye,4 lira babaya, 3 lira eşe.. ben nerde ne yapıyorum anlamadım şimdi..

İnanmıyorum, şimdi internetten arattım ve aynı cevabı buldum..Bu inanılmaz bişey. Ben hep söylüyordum bunun basit bir dağılımı olmalı diye.. Ama ben internetteki "kendi devesini ekleyerek 18 olmuş" gibi bir mantıkla bulmadım cevabı..

 

Şimdi bir ana miras yani bütün, birde ,1 rakamına ulaştıran kat sayı düşünülürse,

kat sayı x olsun, miras y olsun..

x/2+x/3+x/9= 1 olmalı çünkü bir bütün paylaştırılacak.. o halde (9x+6x+2x)/18=1 ve x=18/17 çıkar

Mirasın tamamı 17 ise

17*x/2= 9 çıkar

17*x/3=6 çıkar

17*x/9=2 çıkar.

 

sonuç itibariyle ortada kesirli sayılar var. İşlemler yapılırken ,bu kesirli sayıların direk toplamı alınıyor,halbu ki bu sayılar aynı oranda azaltılıp çoğaltılarak 1 tam sayısını elde etmek için hangi katsayıya ihtiyacımız olduğunu bulmalıyız.Daha sonra bütünü teşkil eden rakam ile bu katsayılı oranı çarpmalıyız.

Miras konusundada, 27/24 =1.125 değil, 27/24*x=1 olmalı ilkesinden hareket edebiliriz. Mirasın tamamının 27 lira olduğunu farzedin ve hesaplayın.Bu süper bişey..Ve oranların adilliğinden bile bahsetmiyorum.Ne kadar ince ve güzel..

Kuran her zaman doğrudur,doğru kalacaktır..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu yazının bir de düzgün Türkçesini yazsaydınız da herkes anlasaydı. Hem ayrıca, madem bu şekilde yazdınız, bari kelimeleri doğru yazsaydınız.

siz felsefecilerin ne demek istediğini ilk bakışta anlıyormusunuz.1. sınıfta iken 4. sınıftakinin anladığını anlamak için çalışmak lazım değilmi.ALLAHı inkar yolundakilere söylüyorum.ebedi hayatınızı mahvetmek için o kadar kafa yoruyorsunuz.çok az bir kısmını benim yazdıklarımı anlamaya ayırında bu dünyanız dahi gülsün.malum ALLAHa inanmayan için herşey karmakarışık.bu dünya sevdikleri şeylerden ayrılma acısı onları mahveder.onlarda kendini pis işlere atar.******** taki avcı onu görmesin.ölüm onlar için bir sondur.bu düşünce onları yer bitirir.ama her insanda olduğu gibi onlardada ebedi yaşamak isteği var.ama inanmadıkları için geleceğine inanmaz aynen şu misale benzerler Bir zaman bir dünya güzeli, bir âşıkını huzurundan çıkarıyor. O adamdaki aşk, birden adavete dönüyor ve diyor ki: "Tuh!.. Ne kadar çirkindir" diyerek, kendine teselli vermek için cemalinden küsüyor, cemalini inkâr ediyor. Evet insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, eli yetişmediği veyahut tutamadığı şeylerin adavetkârane kusurlarını arar, âdeta düşmanlık etmek ister.

işte kafirlerin Kuranda ne buluruzda kötüleriz demeleri bu yüzdendir.ama ALLAH Madem bütün kâinatın şehadetiyle Mahbub-u Hakikî ve Cemil-i Mutlak, bütün güzel esma-i hüsnasıyla kendini insana sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve her halde, kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adaveti yani düşmanlığı verip derinden derine kendinden küstürmeyecek.. ve fıtraten en ziyade sevimli ve muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesna mahluku olan insanın fıtratına bütün bütün zıd olarak bir gizli adaveti, insanın ruhuna vermeyecek. Çünki insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir Cemal-i Mutlak'tan ebedî ayrılmaktan gelen derin yarasını; ancak ona adavetle, ondan küsmekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte kâfirlerin Allah'ın düşmanı olması, bu noktadan ileri geliyor. Öyle ise, herhalde o Cemal-i Ezelî, kendisinin âyine-i müştakı olan insan ile ebed-ül âbâd yolunda seyahatında beraber bulunmak için, alâküllihal bir dâr-ı bekada bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek diye iman eder.bu iman ne kadar taklitten yani körü körüne imandan fen matematik yani bilim ile kainatı Kuran rehberliğinde okuyunca bu dünyasıda cennet olur.hakiki imanı elde eden insan tüm dünyaya meydan okuyabilir. ama bir kafir aman şu yıldız dünyaya çarpmasın diye titrer.halbuki iman sahibi insan herşeyin yıldızlarında ALLAHın elinde olduğunu hiçbirşey başıboş olmadığını yakini bir ilimle bilir.huzur içinde yaşar.

 

Kâinatın bütün zerratı -müctemian(Hepsi birden). ve münferiden(tek olarak)- lisan-ı acz(acizliğiyle) ve fakr(fakirliğiyle) ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettikleri Sâni'-i Hakîme hamdler, senalar, şükürler olsun. Ve kâinatın tılsımını(Herkesin bilip çözemediği gizli şey). açıp, âyâtını keşf ve beyan eden Resulü ile âl ü ashabına ve sair enbiya ve mürselîn ihvanına ve ibad-ı sâlihîne salât ü selâmlar olsun...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

siz felsefecilerin ne demek istediğini ilk bakışta anlıyormusunuz.1. sınıfta iken 4. sınıftakinin anladığını anlamak için çalışmak lazım değilmi.ALLAHı inkar yolundakilere söylüyorum.

.

. ...

 

Yukarıda ki yazınız gene anlaşılır gibi değil. Güzel Türkçemiz katledilmiş vaziyette.

 

Bir de demişsiniz ki: halbuki iman sahibi insan herşeyin yıldızlarında ALLAHın elinde olduğunu hiçbirşey başıboş olmadığını yakini bir ilimle bilir.huzur içinde yaşar.

 

Her şeyin Allah'ın elinde olduğu, başıboş olmadığı için mi birçok Müslüman ülkesinde ki insanlar huzur içinde yaşıyorlar? Allah bazı şeyleri elinden ve gözünden çıkarmış olmasın sakın...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

“KAİNATI;İNSAN İÇİN, İNSANI KENDİM İÇİN YARATTIM” (Hadis)...

Ve 21. yüzyılda bilimin geldiği noktada “pozivist,materyalist felsefenin” durağan evren modeline benzediği malum, bu itibarla, isteyen inanır,istemeyen,inanmaz ve “İRADE’YE” saygı duyulur, ve iradenin, önemli bir boyutuda “NEFS” tir,buda determinist anlayışa terstir.Allah’a c.c. İnanmak “İMAN” meselesidir ve bu inanma, bilim yapmamak demek,değildir yani inanıyorsan yobazsın mantığı, 19. yüzyıl tekerlemesidir, Şimdi İnsanlık bilgi çağında ve hesaplanamazlıkların, hesaplanabilirliliğini en azından kelebek etkisi teorisi ile, (mucizeler,olabilir) ortaya koyabiliyor üstelik deterministler pek yavan bu durumda.

Kısaca...

 

Sayın Sarıgöl, beni bir siz anlamışsınız ama siz de yanlış anlamışsınız. :)

 

Nefs dediğimiz ego koşullanmışsa eğer determinist ilkeye bal gibi uyar. Örnek vereyim, çok iyi tanıdığınız birinin ( karınız, kardeşiniz, yakın arkadaşınız, anneniz, babanız ) ne yapacağını, neler düşündüğünü kestirebilir hatta emin bile olabilirsiniz. Her gün yaptığımız gibi, İnsanların söylediklerini mantık süzgecinden geçirip neden böyle bir şey söylediklerini düşünmek determinist bir yaklaşımdır.

 

Kelebek etkisi ifadesi yine determinist anlayışla ele alınmakta ve gelişmiş analog ve sayısal bilgisayarlarla çözülmeye çalışılmaktadır. Kelebek etkisinin mucize ile alakası yoktur. Matematiksel bir denklem takımının çözüm yöntemleri vardır ama fiziksel olaylarda çok çok az da olsa ölçüm hatası olacağından çıkan sonuç büyük bir yaklaşıklıkla gerçek duruma uymakta, sorun sadece geçen zaman içindeki sapmada çıkmaktadır. Bu ise ölçümlerin uydular aracılığıyla yapılması akabinde aşılacak örneğin, 1 yılı aşkın sürede doğru hava tahmini yapılabilecektir. Bu çalışmalar başlatılmıştır.

 

 

Makinaların; (bir analog bilgisayar) hata yapabilir ve (belirsizlik) ilkesine uyar demeniz (tahminde yanlış sonuç) sonra böyle bir işe kalkışmadan, ( makina ile ölçüm) havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimdir ve olacak,olana kimse hem mani olamaz (tabiat olayları) hemde bu olacakların,olmasını sağlayan “KÜLLİ İRADENİN,CÜZİ İRADEYE VERDİĞİ NASIL DAVRANILACAĞININ” bilinmemesini determinist felsefe karşılayamaz...

 

Havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimle alakası yoktur. Yukarda açıkladığım gibi bu sadece ölçüm yöntemlerimizden kaynaklanmaktadır. ÖLÇÜM HASSASİYETİ artıkça sistemin matematiksel modele uygunluğu doğrulanmaktadır, henüz uymayan garip bir duruma rastlanmamıştır. Bunun Kuantum Mekaniğindeki belirsizlik ilkesi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tabiat olaylarının ise yeterli teknoloji ile kontrol altına alınıp engellenmesi mümkündür.

 

Takyonlar aynı zamanda, 5.BOYUT olarak, evrenimizi anlamlandıranın BİLİNÇ/RUH ve din terminolojisinde MELEKler olarak adlandırılan varlıkların boyutudur ve artık BİLİMSEL olarak açıklanabilir hale gelmektedirler. Sizinle aynı fikirdeyim bu konuda, deterministler düşünsün...

 

Takyonların, 5.boyut olduğu doğrudur ama bunların Melekler ve Ruh olduğu sadece bir yorumdur. Bilimsel literatürde böyle bir yaklaşım yoktur. Takyonlar, Hızlı Evrene ait olduklarından, bizim evrenle bir temasları-etkileri olamayacağından bir neden sonuç ilişkisi kurulamaz sadece.

 

 

Evrim konusu; olasılıklar,raslantılar bütünüdür,dolayısı ile determinist ilkeler ile bağdaşmaz,çünkü evrim canlılığın oluşumunu, milyarlarca yıllık “OLASILIK,OLUŞUMUNA BAĞLAMIŞ BİR TEORİDİR” fakat canlılığın oluşumu; “KÜLLİ İRADENİN YARATMA SONUCUDUR” dolayısı ile isteyen istediği gibi inanıp,inancı doğrultusunda “BİLİM,İLİM” yapabilir, kişi isterse inanmayabilir “İRADESİ” doğrultusunda.

 

Olasılık basit bir bilim değildir. Olasılık ve İstatistik kullanılarak evrimi açıklamak determinizmi çökertmez, nedenleri ile ortaya koyup mantık silsilesi ile sonuçlar çıkartırken olasılıktan yararlanmak, Kuantum Mekaniğindeki olaydan çok ama çok farklıdır. Bir teoriyi tam anlamıyla çürütmek ancak aksi doğrultusunda gözlemler ve deneylerle mümkündür. Sinek ve mikrop örneğimi hatırlayın. Yaratıcıya inanmak, bilimsel olmamakla beraber tercih meselesidir.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben araştırılmasın demiyorum ama sırf inat uğruna iman penceresi dışından bakılırsa insan kendini böyle helak eder.yer çekimi kanununu ve diğer harika şeyleri bilimden öğrendikçe ALLAHın büyüklüğü gözümde artıyor.onun için bilim islamın içinde olması gereken.ilk emir oku.hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu gibi ayetler araştırmayı destekliypr .ama O buna muhtaç değil ben buna muhtacım.ALLAHı yaşamak değil ALLLAHı tanımak lazım.insan tanıdıkça sever.

 

Sayın Snake, ben 20 sene iman penceresinden bakmışım ve huzur bulamamışım. Neredeyse helak olacakken huzuru bulmuşum. Araştırma yapmayı, Allahı tanımak için de yapabilirsiniz elbette yeter ki çeşitli kaynaklardan yapın. Meditasyona bakmayı da ihmal etmeyin. Önemli olan doğru ve derin yaşamaktır, inanıp inanmamak değil. Keşke, Müslüman dünyası gerçekten Kurandaki bu emre uysaydı ve Kurandaki namaz, oruç vs. ile uğraşacaklarına, şimdiye kadar batılılardan öğrendiğimiz bilimi üretmiş olsaydı. Şimdi olduğu gibi onların bulduklarına yorum yapmakla, teknolojiyi kullanmakla yetinmeseydi.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

yazdığım alıntılar, onun kendi kitabı olan Einstein, Albert (1954), Fikirler ve Tercihler'den alınmadır, bilmiyorum ben Wikipedia'nın yalancısıyım. Sizin kaynağınız nedir acaba

Karma, tercümelere fazla güvenmemenizi tavsiye ederim. Bir de Wikipedia'yı mutlak bir kaynak gibi almayın. Üçüncü bir konu: İnsanlar çok çeşitli şeyler düşünür ve bunları dillendirirler. Bir dedikleri bir dediklerini tutmadığı da sık görülür. Bunlar hep insana has durumlardır.

 

Tam da bu yüzden "standarda bağlanmış ve başka türlü düşünmenin günah sayıldığı" inanç öğretilerine karşı çıkıyoruz.

 

Benim söylediğim Einstein'in gazetecilere söylediği sözü ise çok ünlüdür, her kaynakta geçer.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yukarıda ki yazınız gene anlaşılır gibi değil. Güzel Türkçemiz katledilmiş vaziyette.

 

Bir de demişsiniz ki: halbuki iman sahibi insan herşeyin yıldızlarında ALLAHın elinde olduğunu hiçbirşey başıboş olmadığını yakini bir ilimle bilir.huzur içinde yaşar.

 

Her şeyin Allah'ın elinde olduğu, başıboş olmadığı için mi birçok Müslüman ülkesinde ki insanlar huzur içinde yaşıyorlar? Allah bazı şeyleri elinden ve gözünden çıkarmış olmasın sakın...

Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka(kesinlikle) ile dalalet ve şerr, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir(yokluk) ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir(vardır) ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin(esas azalar) ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla(hayat şartlarının varlığıyla) vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî(yok) olan mevte(ölüme) o insanı mazhar eder. Onun için "Et-tahribü eshel" durub-u emsal hükmüne geçmiş. İşte bu sırdandır ki: Ehl-i dalalet(ALLAHa inanmayanlar), hakikaten zaîf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galib oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal'ası var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat(geçici) bir zarar verseler, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla ebedî bir sevab ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kal'a-i metin(sarsılmaz kale), o hısn-ı hasin ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).

 

 

işte inanan müslüman insanlar bu kaleye sıkı sıkı sarılmadıkları için bu duruma düştüler.ama onların cezası ALLAHa inanmayanlar gibi değildir.ALLAHa inanmamak büyük bir cezadır.bütün eşyanın(varlıkların) değerini yok saymaktır.onların değerinini istiskaftır.bu yüzden cezası büyüktür.büyükcezalar büyük mahkemelerde küçük cezalar çabuklukla küçük cezaevi hükmündeki yerlerde çektiği müslümanların cezası çabuk bu dünyada ama inanmayanlarınki büyük mahkeme olan mahşerde görülecektir.

neden bu küçük insnanın bu kadar büyük tehditler ile karşılaştığı sorularsa;

sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalalet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki hilkat-i kâinatın(kainatın yaratılmasının) bir netice-i a'zamı(büyük neticesi), ubudiyet-i insaniyedir(insanın kulluğudur) ve rububiyet-i İlahiyeye(ALLAHın Rab'lığı herşeyi terbiye ediciliği) karşı iman ve itaatla mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri( Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice) ve sebeb-i bekaları(devamlılığın sebepleri) olan o netice-i a'zamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık(aynalık) cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin(ALLAHın sıfatları) cilvelerini inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif(küçük düşürmek) olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata(San'atkârâne yapılan şeyler) karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf . birer memur-u Rabbanî(ALLAHın memurları) derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, camid(Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız)., fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir(hakaret).

 

İşte enva'-ı dalalet(inançsızlık çeşitleri) derecatına(derecelerine) göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Snake, ben 20 sene iman penceresinden bakmışım ve huzur bulamamışım. Neredeyse helak olacakken huzuru bulmuşum. Araştırma yapmayı, Allahı tanımak için de yapabilirsiniz elbette yeter ki çeşitli kaynaklardan yapın. Meditasyona bakmayı da ihmal etmeyin. Önemli olan doğru ve derin yaşamaktır, inanıp inanmamak değil. Keşke, Müslüman dünyası gerçekten Kurandaki bu emre uysaydı ve Kurandaki namaz, oruç vs. ile uğraşacaklarına, şimdiye kadar batılılardan öğrendiğimiz bilimi üretmiş olsaydı. Şimdi olduğu gibi onların bulduklarına yorum yapmakla, teknolojiyi kullanmakla yetinmeseydi.

 

sen ve senin gibiler uğramadınız çıksaydınızya AYa.siz çıktınızda çıkma diyen mi oldu.*********.hep aynı kuruntular aynı sözler.o batılı dediğiniz insanların bilim yaparken okuduğu insanlara bak bakalım.

 

 

 

sayın instantkarma sen şu anda kendini uyanmış zannediyorsun.fakat nasıl insan uykuda en derin yerinde kendini uyanık zanneder.sende öyle uykunun en derin yerindesin. o yüzden kendi bilgilerine fazla güvenip boğulma. İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimad eden ve Kur'an güneşinden gözünü yumanlar gibi olma.yıldız böceği nasıl kendi ışığına güvenip gece karanlığında kalır kendisini bile aydınlatamaz.güneşe güven aydınlığa çık

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sen ve senin gibiler uğramadınız çıksaydınızya AYa.siz çıktınızda çıkma diyen mi oldu.*********.hep aynı kuruntular aynı sözler.o batılı dediğiniz insanların bilim yaparken okuduğu insanlara bak bakalım.

 

 

 

sayın instantkarma sen şu anda kendini uyanmış zannediyorsun.fakat nasıl insan uykuda en derin yerinde kendini uyanık zanneder.sende öyle uykunun en derin yerindesin. o yüzden kendi bilgilerine fazla güvenip boğulma. İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimad eden ve Kur'an güneşinden gözünü yumanlar gibi olma.yıldız böceği nasıl kendi ışığına güvenip gece karanlığında kalır kendisini bile aydınlatamaz.güneşe güven aydınlığa çık

 

O her zaman övündüğümüz Birunileri, Farabileri neden müslümanlar okuyup da yararlanıp geliştirmemişler ? Neden çünkü asırlarca Kuranı, hadisleri, sünneti yorumlamaya, ordan içtimai hayata kurallar çıkartmaya, her hareketlerini dini bir kurala bağlamakla, Risale-i Nurlarla harcamışlar vakitlerini ve enerjilerini. Ondan sonra vakit mi kalır, hal mi kalır Biruni okumaya, Algebra çalışmaya, düşünmeye, çalışmaya. Sonuç ortada; Sünnet-i Seniye yolunun getirdiği nokta, Batılılara tabi bir bilim ve teknoloji.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O her zaman övündüğümüz Birunileri, Farabileri neden müslümanlar okuyup da yararlanıp geliştirmemişler ? Neden çünkü asırlarca Kuranı, hadisleri, sünneti yorumlamaya, ordan içtimai hayata kurallar çıkartmaya, her hareketlerini dini bir kurala bağlamakla, Risale-i Nurlarla harcamışlar vakitlerini ve enerjilerini. Ondan sonra vakit mi kalır, hal mi kalır Biruni okumaya, Algebra çalışmaya, düşünmeye, çalışmaya. Sonuç ortada; Sünnet-i Seniye yolunun getirdiği nokta, Batılılara tabi bir bilim ve teknoloji.

 

Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm(büyük olay), iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde... Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem'olmuştur.

Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Sarıgöl, beni bir siz anlamışsınız ama siz de yanlış anlamışsınız

 

Sayın instantkarma, bu düşünce sizin "şahsi" sui zannınızdır ve kimseyi bağlamaz, sizin haricinizde...

Zamanı evvelinde bir adam varmış ve her şeyi bildiğini söylermiş. Her şeyi anlayıp bildiğini zanneden adama bir derviş,gelmiş,geçecek,ins,cin,İnsan bilgisinin "ALLAH c.c." (Külli İrade) bilgisi yanında hükmü nedir diye sormuş, çok bilen adam, hadsiz,sonsuz bir sayfada bir nokta gibidir demiş,Derviş; çok bilene, sen o noktanın neresindesin demiş...

Kıssadan,hisse...

 

Nefs dediğimiz ego koşullanmışsa eğer determinist ilkeye bal gibi uyar. Örnek vereyim, çok iyi tanıdığınız birinin ( karınız, kardeşiniz, yakın arkadaşınız, anneniz, babanız ) ne yapacağını, neler düşündüğünü kestirebilir hatta emin bile olabilirsiniz. Her gün yaptığımız gibi, İnsanların söylediklerini mantık süzgecinden geçirip neden böyle bir şey söylediklerini düşünmek determinist bir yaklaşımdır.

 

 

Sayın instantkarma.

İnsanların ne yapacağını,” NELER DÜŞÜNDÜĞÜNÜ” kestirmek (tahmin), hatta emin olabilirsiniz demek, tam bir (falcılıktır) ve determinist ilkeye uymaz.

Verdiğiniz örnek, çok iyi tanıdıkların (karınız,kardeşiniz, yakın akrabanız, anne,baba) ne yapabileceğini kestirmek (tahmin,mantıki) birde İnsanların söylediklerine binaen,neler düşündüğünü, düşünmek determinit bir yaklaşım değildir,sebebi;yakın akrabaların ne yapabileceklerini kestirmek, bir arada yaşamanın getirdiği,alışkanlıkla nerede,nasıl tepki verileceğini tahmin etmektir, (determinist ilkede tahmin,ya tutarsa) ama! Yakın akraba arasında’da her zaman olduğu gibi anlaşamamazlık olur, bazen çok kötü sonuçlar verir (iradi ve ego,nefs). Sonra İnsanların söylemi zaten yapacağı bir eylemi haber vermektir,dolayısı ile İradesi (ego,nefs) bir şeyi yapmaya karar vermiş bir İnsanın ne yapacağını bilmek (tahmin) determinist ilkeye uymaz, yani İnsan (cüzi irade) ile nerde,ne zaman, ne yapacağı belli olmayan (ego’lu,nefs’li) bir varlıktır ve determinizm; geçersizdir “İRADE” yanında ama “Kant nedenselliği, düşünmemizin önsel biçimi olan kategorilerden biri olarak belirler; Kant'a göre nedensellik bilgi için zorunlu olan bir kavramdır, deneyden gelmez, ama yalnızca duyulur dünyada (görüngüler dünyasında) geçerlidir.

 

Mill, Spencer vb. nedenselliğin yalnızca deneyden geldiğini ve tümevarım yoluyla kazanıldığını öne sürerler.

 

Yeni fizikçiler nedensellik ilkesinin uygulanmasının sınırsızlığına karşıdırlar;, onlara göre nedensellik- ten bir varsayım olarak, bir araştırma ilkesi-. bulgusal ilke olarak, olasılık kuralı olarak yararlanılabilir.

 

Özdekçiler nedenselliğin yalnızca doğada değil, yaşam olaylarında, ruhsal yaşamda ve tarihte de (toplumsal, ekonomik nedensellik) geçerli olduğunu savunurlar.”

 

Düşünebilir İnsanlar...

 

Not.

“EGO” koşullanmaz...

 

 

 

Kelebek etkisi ifadesi yine determinist anlayışla ele alınmakta ve gelişmiş analog ve sayısal bilgisayarlarla çözülmeye çalışılmaktadır. Kelebek etkisinin mucize ile alakası yoktur. Matematiksel bir denklem takımının çözüm yöntemleri vardır ama fiziksel olaylarda çok çok az da olsa ölçüm hatası olacağından çıkan sonuç büyük bir yaklaşıklıkla gerçek duruma uymakta, sorun sadece geçen zaman içindeki sapmada çıkmaktadır. Bu ise ölçümlerin uydular aracılığıyla yapılması akabinde aşılacak örneğin, 1 yılı aşkın sürede doğru hava tahmini yapılabilecektir. Bu çalışmalar başlatılmıştır.

 

 

Determinist (bilim) “ bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir.” Diyen “KELEBEK ETKİSİ” ni anlatmaz, sebebi, determinizm’de; tıkır,tıkır işleyen bir düzen mevcuttur, yani her şeyin bir nedeni ve kesin sonucu vardır, burada (kelebek etkisi) mevcut işleyen düzenden, beklenmeyen bir oluşum olur ve mesela;” Kaos düzen, lineerlik (doğrusallık), basitlik ve tahmin edilebilirliğin bozulması demektir” Bu durumda analog ve sayısal bilgisayarla çözülmeye çalışılan,çok,çok azda olsa ölçüm hatasına olayı indirgeyip,sonrasında hava tahminlerinin 1 yıl sonra doğru olarak yapılabileceği bir ortam oluşacaktır deyip, (çıkan sonuç büyük bir yaklaşıklıkla gerçek duruma uymakta, sorun sadece geçen zaman içindeki sapmada çıkmaktadır.) yazmanız “ SAPMA OLAYINI, GEÇEN ZAMANA,BAĞLAMAK” zaten, determinist anlayışa uymaz, (başlangıç,sonuç) bu durumda kelebek etkisi (fizikteki girdiler ve çıktılar arasındaki uygunluk zorunluluğu tarihe karışmıştır) ama size “Entropi yasası” deyip olayı bir yere bağlayayım ve üzerinde tartışalım...

 

“Mucize olur “ ve “ENTROPİ”...

 

 

Havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimle alakası yoktur. Yukarda açıkladığım gibi bu sadece ölçüm yöntemlerimizden kaynaklanmaktadır. ÖLÇÜM HASSASİYETİ artıkça sistemin matematiksel modele uygunluğu doğrulanmaktadır, henüz uymayan garip bir duruma rastlanmamıştır. Bunun Kuantum Mekaniğindeki belirsizlik ilkesi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tabiat olaylarının ise yeterli teknoloji ile kontrol altına alınıp engellenmesi mümkündür.

 

 

Tabiat olaylarının (teknoloji) ile kontrol altına alınması ve engellenmesi (Cüzi iradenin) bilimsel olarak, determinizmi geçersiz kılar (tabiatta;neden,sonuç ilişkisi) bu bir.

Yazdığınız (Havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimle alakası yoktur.) bu yazı “KÜLLİ İRADEYE” hem determinist bir anlayışla , hemde, kelebek etkisi ile “KÜLLİ İRADEYE” teslimini gerektirir, bu iki durumunda matematik boyutu vardır, ve ÖLÇÜM HASSASİYETİ olarak bu iki durumunda ölçülmesi hiç bir şeyi değiştirmez sebebi; bu iki durumunda yaratıcısı ve bileni “KÜLLİ İRADEDİR”...

 

 

Takyonların, 5.boyut olduğu doğrudur ama bunların Melekler ve Ruh olduğu sadece bir yorumdur. Bilimsel literatürde böyle bir yaklaşım yoktur. Takyonlar, Hızlı Evrene ait olduklarından, bizim evrenle bir temasları-etkileri olamayacağından bir neden sonuç ilişkisi kurulamaz sadece.

 

Eğer Takyonlar ve 5. boyut doğru ise,üstelik şu anki Evren verileri ile doğrulanıyorsa (ki,doğrulandı) bilimsel literatür, 19. yüzyılda “TAKYON” dendiğinde ne yapıyorsa, şimdide 21. yüzyılda aynı şeyi yapar (bilimsel rahiplik) ama sorun değil nasılki “DURAĞAN EVREN” modelinden TAKYONLAR ALEMİNE gelindi ise buda aşılacaktır...

“Takyonlar aynı zamanda, 5.BOYUT olarak, evrenimizi anlamlandıranın BİLİNÇ/RUH ve din terminolojisinde MELEKler olarak adlandırılan varlıkların boyutudur ve artık BİLİMSEL olarak açıklanabilir hale gelmektedirler.” DOĞRUDUR...

 

 

 

Olasılık basit bir bilim değildir. Olasılık ve İstatistik kullanılarak evrimi açıklamak determinizmi çökertmez, nedenleri ile ortaya koyup mantık silsilesi ile sonuçlar çıkartırken olasılıktan yararlanmak, Kuantum Mekaniğindeki olaydan çok ama çok farklıdır. Bir teoriyi tam anlamıyla çürütmek ancak aksi doğrultusunda gözlemler ve deneylerle mümkündür. Sinek ve mikrop örneğimi hatırlayın. Yaratıcıya inanmak, bilimsel olmamakla beraber tercih meselesidir.

 

OLASILIK; Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, ihtimal: felsefe O zamana kadar yapılan deneylerle bir olayın ortaya çıkmasının beklenilmesi ancak yine de tam bir kesinliğin bulunmaması durumu. Şimdi size yazdığım önceki iletimdeki yazı (Evrim konusu; olasılıklar,raslantılar bütünüdür,dolayısı ile determinist ilkeler ile bağdaşmaz,çünkü evrim canlılığın oluşumunu, milyarlarca yıllık “OLASILIK,OLUŞUMUNA BAĞLAMIŞ BİR TEORİDİR” fakat canlılığın oluşumu; “KÜLLİ İRADENİN YARATMA SONUCUDUR” dolayısı ile isteyen istediği gibi inanıp,inancı doğrultusunda “BİLİM,İLİM” yapabilir, kişi isterse inanmayabilir “İRADESİ” doğrultusunda.) geçerlidir, yazdığınız yazı bu yazıya cevap teşkil etmez...

 

Saygılarımla...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Sarıgöl,

 

Bu şekilde bir yere varamayız. Yazılarımın tümünü dikkate alırsanız ben determinizm eleştrisi yapıyorum zaten kaosu anlatıyorum ama üzerine basa basa da bilimin yönteminden bahsediyorum, bilimin yöntemi olan Determinizmden yani YÖNTEMDEN.

 

Siz bana Melekler Takyondur, olasılık, yaklaşıklık Külli iradedir, kelebek etkisi mucizedir diyorsunuz, kesin bir dille, ben ise olabilir ama bilimin yöntemi budur, bilim açısından bakıldığında böyle kesin bir yargıya varılamaz diyorum. Yani, öyledir-değildir tartışmasına girmek istemiyorum çünkü anlamsız, bunun sonu yok.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.