
dominik
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
1.844 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
dominik tarafından postalanan herşey
-
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Genel her zaman duyulan cümleler ile Laiklik belirlenmez. Laikligi dine düsmanmi demisimde savunmaya gecmissiniz? Laiklik "dinin siyasete karistirilmamasi" ise Türkiye zaten laik degil cünki, 85 yildir din siyasete karistirliyor ülkemizde. Her parti liderinin bir cemaat lideri var. Diger taraftan ben acik ve net örnek vermisim Atatürk'ün din konusunda yaptigi yanlisligi. Siz konulari tek tek aalip irdelemek yerine hep bilinen slogani sözleri sarf etmissiniz. Soruyorum tekrardan. Madem Atatürk kimsenin dinine karismadiysa, neden Cem Evlerini yasakladi ve diyaneti herkes icin gecerli yapip Alevi vatandaslarin inanc özgürlügüne saygi göstermedi? Sloganlara ve ezberlere karnimiz tok!! -
Aydinlik gazatesinin, yani Dogu Perincek'in degirmeninin suyunun nereden geldigini hic sorguladinizmi? Sorguladiysaniz bir cevap alabildinizmi? Bir dönemler Taraf'in yaptigini Aydinlik yapiyordu, yani bir cok olaylarda belgeler sunuyordu ve belgelrin, idaalarin coguda gercekti. Aynisi simdi Taraf gazetesi icin söylenebilir. Degirmenin sulari bizim icin cok önemliyse önceden aklimiz neredeydi? Yani Perincek istedigi kadar kimsenin ulasamayacagi belgeleri bir yerlerden alirken gayet normaldi, ama Taraf yapinca normal olmaktan cikiyor. Beni ilgilendiren sadece haberin ve kaynagin dogrulugu. Yalan yanlis haber yayinliyorlarsa, sahte belge bizlere sunuyorlarsa demekki suyunu soracak degirmen falan yok, cünki uydurma haber ve belgeler icin herhangi bir degirmene gerek yok. Degirmenin suyu bizim icin cok önemli olduguna göre demekki verilen haberlerde ve belgelerde dogruluk payi var anlamini tasiyor.Benim icin de zaten söyledigim gibi belgelerin ve haberin dogrulugu.
-
Susurluk suclularini "Türkiye sizinle gurur duyuyor" sloganlariyla karsiladigimizi, Bucak hastanede iken onu polisin degilde kendi asiret korucular tarafindan korundugunu ne cabuk unuttuk? "Sayin" kelimesi "Türkiye sizinle guru duyor" un yaninda hic gelir. Türkiye'de katili, terörüstü, ceteciyi yüceltme hastaligi ezelden beri vardi. bakin bir cok cadde ismi hala Kenan Evren ceddesidir. Kenan Evrende bir katildir ve seriatcilarin ülkede hakim olmalarinin ve pKK'nin bu derece büyümesinin tek sorumlusudur. Devlet gelenegini iyi arastirisak katilleri ve cetecileri yücelttiklerini iyi görüürüz. Ehh imam böyle olursa cemaattan ne beklenirki?
-
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Elma ile Armutu birbirine karistirmayalim lütfen. Tabiiki Atatürk despot degildi ve desteklenecek bir cok yönleri vardi. Ama bu demek degildirki yanlislarida yoktu. Siz tümüyle dogru kabul ediyorsunuz, ama ben mesela dil, dil ve etnik kökenliler konuusnda yanlis olarak kabul ediyorum. Ben bunlari söylerken Ali ne demi Veli ne demise bakmam. Deniz Gezmis idam sehbasinda yasasin "Marksizim, Leninizim ve yasasin Kürt ve Türk halklarinin kardesligi" demisti. Ehh bu söylemler Atatürk'e zit degilmi? Örnekleme yaparken sadece isimize gelen yönleriyle degil bütünüyle yapmak gerek. Ama ona ragmen Atatürk hakkinda kimin ne dedigi ve düsündügü önemli degil, önemli olan Atatürk'ün kendi düsünceleri. Ben örneklemisim dil, din ve irk konusundaki yanlislarini. Siz hayir yapilanlad dosgru diyorsaniz buyurun söyleyin, ama su söyle demis bu böyle demisleri kendinize kalkan yapmayin. kendi düsüncelerinizi söyleyin. Diger taraftan sizmi belirleyeceksiniz kimin gercek Atatürkcü oldugunu? MHP'liler olsun, CHP'liler olsun, Perincek'ciler olsun, Türk Solu dergisi olsun, ... tümü kendilerini Atatrükcü görüyorlar. Bunu daha da cogaltabiliriz. Burada birazda Atatürke baklam gerekli diye düsünüyorum. Atatürk bu saydiklarimin tümü icerisine alan söylemlerde bulunmustur, püolitikalar üretmistir. Mesela ilk komunist partiyi kurduran dahi kendisi olmustur, ama sonunda Mustafa Suphi'lerin komunist partisini yasakladigi gibi önde gelenlerininde karadenizde bogdurmustur. Gene meclisin ilk acilisini dualarla acmistir, Muhammede övgüler yapmistir ama seriatcilarida sonujnda disamistir,..... Demekki Atatürk kendisi tam net ve berrak bir cizgi yürütmemmis ve dolayisiyla her gelen kendi tarafina cekmis. Bu benim sorunumdegil. Gercek Atatürkcüler kimse gitsin digerleriyle hesaplassin, kimin gercek kimin sahte oldugunu ben ayiracak degilim ve bunu söylemekte kavga etmek anlamina gelmez. -
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Onun icin Kürt'ler inkar edildi ve top yekün Türk ilan edildi, Kürtce yasaklandi,..... Din konusuna gelince madem din ayrimi yapmiyor, neden diyaneti kurdu? Diyanet sunni müslümanligi temsil ediyor ve görevi camiileri denetlemek ve gelistirmek, oysa ülkede milyonlarca insanin cami ile alakasi yok ve onlarinda vergisiyle bu mercilere para gidiyor. Alevi vatandaslarin kendi inanclarini uygulamasi Atatürk döneminde yasaklandi (tekke kanunu). Cem Evleri kanunen hala yasak. Ezberi biraksak biraz ilerleyecegiz ama olmuyor. Birisini dogru kabul edip hic arastirma dahi yapmadan her seyi ona mal ediyoruz ya birde ne dediyse ve yaptiysa dogru kabul ediyoruz ya. Bu ülke asla düzelmez bu mantikla. -
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Herkesi zorla Türk yapmak irkciligin alasi ve tam bir asimilasyonculuktur. Ülkede sayiyiz etnik kökenlimiz varken daglara dahi "Ne mUtlu Türküm diyene" yazmak, okullarda hioc bir ayrim yapmadan her cosuga her sabah "Türküm, dogruyum, calislanim,...." gibi antlar syölettirmek irkciligin alasidir. Irkcilik degilse önce herkesin razisi alinir. Türkiye sadece Türk'lerin degil o topraklarda yasayan herkesindir. Bana ne kimin Atatürk'ü kullandigi, siz kullandirmayin canim o kadar sizi rahatsiz ediyorsa. Yeri gelince ayni saflarda beraber hepimiz atatürkcüyüz diyorsunuz MHP lilerle, Türk Solu ile ve digerleriyle. isinize gelmeyincede yok efendim Atatürkü kullaniyorlarmis. Yok daha neler. -
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Milliyetciligin Alicisi, Velicisi, Amerikancisi, Ruscusu, Yozgatcisi, Vancisi,.... olmaz. Bu tip ayrimi yapanlar sadece kendilerini kurtarmak acisindan ihtiyac duyuyorlar. Varsa bir farklari anlatin bize neymis Atatürkcü ile MHP, Türk Solu veya baskalarininkisi arasindaki su farklar? Diger taraftan MHP olsun Türk Solu olsu agizlarini acip 10 cümle söyleseler en az 8 tanesinde Atatürk geciyor ve ne yapiyorlarsa Ataürk ile özdesliyorlar. Fark varsa anlatin bize görelim. -
Bu günlerde TSK kendisini kurtarmaya calisiyor, ama bunu yaparkende gecmiste yaptiklari ev yapmaak isteyipte basaramadiklari onlarin gercek yüzünü ortaya cikartiyor. TSK asla demokrasinin ve laikligin bekcisi olmamistir, ama bizlere devamli bu tip hikayeler anlatilmistir.
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
HIRANT DINK SUIKASTININ EL BIRLIGIYLE HAZIRLANISI
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
• Mahkeme önü gösterilerinde açılan bir pankart, Malatya katliamı ve Hrant Dink suikastları arasında bağ kurmayı sağlayabilecek, yürütülen plana ışık tutabilecek bir ifade içeriyordu. Bu pankartta Hrant’a, hep yaptıkları gibi “hain” vs. demiyor, onu “misyoner çocuğu” diye adlandırıyorlardı. Bugün, 2010’un ilk günlerinden dönüp bakınca, gayrımüslimlere yönelik terör eylemleri öngören “Kafes Planı”nı akla getirmemek zor. (Ya da 2001’in Aralık ayındaki MGK toplantısında “azınlık faaliyetleri” ve “misyonerlik”in “iç tehdit” başlığı altında sayıldığını hatırlamamak.) • Hrant’ın yargılandığı duruşmalarda mahkeme önlerinde toplanan kalabalığın öndegelen isimleri, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve başkaları, Kasım 2005’te, Fener Rum Patrikhanesi önündeydi. Oradaki bir toplantıyı bahane ederek gösteri düzenlediler, patrikhanenin Yunanistan’a taşınması için imza kampanyası başlattılar. • 5 Şubat 2006’da, Trabzon İtalyan Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santoro, ayin sırasında 16 yaşındaki bir genç tarafından öldürüldü. Bu, muhtemelen gayrımüslimlere yönelik terör harekâtının başlangıcıydı. • Bu defa savcılığa Hrant başvurdu. Bursa/Nilüfer’den Ahmet Demir adlı bir kişi Hrant’a “Gestapo Türk” imzalı tehdit mektubu yollamış, “oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı öldüreceğiz” demişti. Suç duyurusunda Hrant, Şişli Adliyesi savcılarının bunu araştırmasını istiyordu. Tehditçi mektuba açık adresini de yazmıştı! Hrant öldürüldükten sonra, İstanbul Valisi Muammer Güler, “Dink’in korunma talebi yoktur. Sadece Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruyor, sonuç çıkmıyor,” diye sözedecekti bu olaydan. Sonuç elbette çıkmamıştı, çünkü Hrant’ın başvurusu üzerine yapılması gereken araştırma hiç başlamamıştı. Geçen 11 ay içinde, Bursa Başsavcılığı ya da Bursa Emniyeti’ne yollanmış tek bir yazı yoktu! • Tehdit Bursa’da değil Trabzon’daydı. Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü hem İstanbul’a hem de Emniyet’in tepesine, İstihbarat Daire Başkanlığı’na 17 Şubat 2006 günü şu yazıyı gönderdi: “Yardımcı İstihbarat Elemanından (Erhan Tuncel) alınan bilgilerden ‘bahse konu şahsın (Yasin Hayal) çevresinde bulunan arkadaşlarına Ermenilere karşı büyük bir kin beslediğini ve önümüzdeki günlerde İstanbul ilinde ses getirecek bir eylem yapmayı planladığını, hedef olarak da, Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ni karalayıcı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni Fırat (Hrant) Dink isimli şahsı seçtiğini, maddi imkan sağladığı takdirde bahse konu eylemi gerçekleştirmek için İstanbul iline gideceğini ve Sarıgazi ilçesinde bir fırında çalıştığı bilinen abisi Osman Hayal’in yanında kalacağını söylediği’ öğrenilmiştir.Ayrıca bahse konu şahsın McDonald’s isimli işyerine yapmış olduğu eylem öncesinde de benzer söylemlerde bulunduğu göz önüne alınarak şahsın sözkonusu eylemi yapabilecek bir yapıya sahip olduğu değerlendirilmekte olup 0538 7193181 numaralı telefonu kullanan şahsa yönelik çalışmalarımız devam etmektedir.” • Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç, yazıyla yetinmemiş, İstanbul’daki mevkidaşı Ahmet İlhan Güler’i telefonla arayıp ayrıca görüşmüştü. Cinayetten sonra bunu açıklayacaktı. Ancak İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, bu yazıdan haberinin bile olmadığını iddia edecekti. Bu yazının ona kadar ulaşması için, arasında “Hrant Dink öldürülecek, koruma gerekli” gibi ifadelerin geçmesi gerekirmiş; Cerrah böyle diyecekti. • Star’da Faruk Mangırcı, 2006 Şubat’ında şöyle yazdı: “Ermeni asıllı Gazeteci Hrant Dink, bildiğiniz gibi Türklüğe alenen hakaretten yargılanıyor. (…) Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur’ sözünün Türkiye düşmanlarına hatırlatılması yeterlidir sanırım.” • Hatırlatma kuyruğuna girildi. Hrant bilgisayarında “Küfür” adlı bir klasör açtı ve gelen yüzlerce tehdit, hakaret, küfür, kıyamet e-postalarını burada toplamaya başladı. • Hrant her gittiği yerde izlenir, söylediği her şey yeni düşmanlık vesileleri yaratmak üzere haberleştirilir olmuştu. Yeniçağ, 2005 Kasım’ında bu tür haberlerinden birini “Hrant uslanmadı” diye vermişti. Ortadoğu da 2006 Mart’ında, “Ya sev ya terk et” ve “Kovun bunları” başlıkları attı. Hrant’ın adının geçtiği yerde mutlaka “Türklüğe hakaretten yargılanan Ermeni gazeteci” ibaresi yeralıyordu. • Kimlikleri gizlemenin mümkün, her türlü hakaret ve kışkırtmanın çok daha kolay olduğu internette kampanya elbette daha şiddetli yürütülüyor, Hrant, Orhan Pamuk’la birlikte “katli vacip iki köpek”ten biri ilân ediliyordu. • Şimdi Ergenekon davasının sanıkları arasında yeralan çeşitli kişiler, Hrant’a karşı sürdürülen kampanyada hep ön saflardaydı. Ardarda suç duyuruları yaparak Hrant’ı mahkemeden mahkemeye sürüklenmek zorunda bırakan, duruşmaları da saldırgan gösteriler düzenlemek için fırsat haline getiren avukat Kemal Kerinçsiz hep ortadaydı. Meşhur Veli Küçük bu gösterilerden birine bizzat gelmişti. Oktay Yıldırım değişmez simalardandı. Sevgi Erenerol oradaydı. • Kerinçsiz, sadece davaları izlemekle yetinmiyordu. 2006 Şubat’ında Akdeniz Üniversitesi’nde düzenlenen bir panele de Hrant’ın peşinden gitmiş, salonda söz alıp gerilim yaratmıştı. • Bu girişimler medyada, gazete veya televizyon kanalının meşrebine göre örtülü veya alenî, her halükârda geniş çaplı destek buluyordu. 18 Şubat günü Zaman gazetesi bu panelin haberini şöyle verdi: “Agos yazarı Hrant Dink’e göre İstiklal Marşı bölücü - Türklüğe ve Türklere hakaret ettiği için yargılanan Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, Antalya’da düzenlenen konferansta Türklerden özür diledi.” Evet, Hrant özür dilemişti; ama şöyle: “Ben hiçbir kimliği aşağılamam. Türk kimliğini de Ermeni kimliğini de aşağılatmam. Eğer bu cümlelerle Türklüğünüzü aşağıladım diye hâlâ aklınızda bir düşünce varsa lütfen böyle düşünmeyin. Size böyle düşündürttüğüm için özür dilerim.” Zaman, haberini, günün ortamına uygun olarak, şöyle sürdürüyordu: “Irkçı ifadeler bulunduğunu iddia ettiği İstiklal Marşı'nın bölücülük içerdiğini savunan Dink’in katıldığı açıkoturumun sonunda olay çıkınca başkan programı yarıda kesti.” • Ergenekon’cuların denetimindeki Yeni Batı Trakya dergisinde, “Ermeni’nin küstahlığına bak” başlığı atılmış, “Dink Hrant provokatör mü ajan mı?” diye sorulmuştu. Onlar Zaman’dan daha açık sözlüydü. • Propaganda, duruşmaları fırsat bilip düzenlenen eylemlerin ideolojik geri planını besliyordu. 16 Mayıs 2006 günü Hrant doğrudan saldırıya uğradı. Önce ona “******, hain” diye bağıran yaklaşık 50 kişilik grup, mahkeme salonunda Hrant’ın avukatlarına bozuk para ve çakmaklar attılar, Hrant duruşmada söz aldığında Kerinçsiz kalkıp, “Sus, yeter artık!” diye haykırdı, çıkışta Hrant’a tükürmeye, vurmaya çalıştılar. “Gel de temiz Türk kanını gör, bakalım kimin kanı daha temiz”, “Seni şimdi hükümet koruyor, sonra kim koruyacak?” diye bağırdılar. Polis Hrant’ı ekip arabasıyla adliye garajından çıkartabildi. • Zaman gazetesi, 17 Mayıs’ta bu haberi “Hrant Dink’e hain tepkisi” başlığıyla verdi. “Bazı kişiler”, “tepki göstermiş”ti. Ellerindeki müdahillik dilekçelerini kaldırıp “Davacıyız, neden içeri giremiyoruz?” demişlerdi. Olay bundan ibaretti. Sabah’ın başlığı da şuydu: “Arbede dava erteletti”. Gün, Ergenekon tetikçisinin Danıştay’ı basıp bir yargıcı öldürdüğü, medyanın bunu şeriatçı teröristlerin eylemi gibi sunmak üzere kolları sıvadığı gündü. • 2006 Mayıs’ında Yargıtay, Hrant’a yönelik operasyonun gelip geçici bir sindirme eyleminden ibaret olmadığını ortaya koydu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hrant’ın altı ay mahkumiyet kararını “usul” yönünden bozarken “suç işlenmiştir” dedi. Hrant’ın sözlerinin “Türklüğü tahkir ve tezyif edici nitelikte” olduğuna “kuşku bulunmamakta”ydı. • Ancak Yargıtay başsavcısı, bu karara itiraz etti. Hrant’ın aynı konuda sekiz ayrı yazı yazdığını, kastının Ermenilerdeki Türk takıntısını eleştirmek olduğunu belirtti. “Ermeni kökenli Türk vatandaşları açısından da Dink’in sözleri eleştiri niteliğindedir (...) Ermeni kimliğinin korunmasını savunmak suç olmayacağı gibi, sanık mensubu olduğu cemaati/diyasporayı da eleştirmektedir,” diye uzun uzun anlattı. Nihaî kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu verecekti. • Erhan Tuncel’i muhbir (“yardımcı istihbarat elemanı” - YİE) olarak işe alan Trabzon Emniyeti’nin başındaki müdür, Ramazan Akyürek, bu sıralarda terfi etti, Ankara’ya, Emniyet’in tepe görevlerinden birine gitti: İstihbarat Daire Başkanı oldu. • Hrant 14 Temmuz’da Reuters ajansına verdiği bir demeçte 1915 için “soykırımdır” dedi. “Dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu olaylarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz.” Üç-dört gün geçmeden yeni soruşturma açıldı. • Jandarmaya muhbirlik yapan Coşkun İğci, aşağı yukarı bu sıralarda, bağlantıda olduğu jandarma istihbarat görevlileri Okan Şimşek ile Veysel Şahin’e, Yasin’in Hrant’a suikast planlarından sözetti. İğci, Hayal’in eniştesiydi. Yasin’in elinde Hrant’ın evine, işyerine ait krokiler görmüştü. Hrant’ın internetten indirilmiş fotoğrafları da vardı. Ayrıca Yasin ona para vermiş, silah bulmasını istemişti. Görevliler İğci’ye, jandarma bölgesinde bulunduklarını hatırlattılar, “Yasin sürekli gözetimimiz altında,” dediler. • Yine de aldıkları bilgiyi üstleri Yüzbaşı Metin Yıldız’a ilettiler, o da komutanı Albay Ali Öz’e aktardı. Ali Öz konuyu kapattırdı. Cinayetten sonra Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yürütülen yargılama sırasında bütün bunlar ortaya dökülecek ve, komutan Öz hariç, ilgili herkes tarafından doğrulanacaktı. • Yasin Hayal’in eniştesinin jandarmaya ilettiği cep telefonu numaralarının dinlemeye alınmadığı da sonradan anlaşılacaktı. • Eylül 2006’da, Meclis’te cemaat vakıflarının elkonmuş mallarının iadesine ilişkin yasa görüşülüyordu. CHP azınlıklar için “mütekabiliyet” istedi. Türkiye’deki azınlıkları “yabancı” sayıyordu bir bakıma. Bu tasarıyla “atalarımızın kan ile kurtardığı vatan toprakları tartışılır hale gelecek”ti CHP’ye göre. Hükümet tasarıyı geri çekti. Rum ve Ermeni vatandaşlardan oluşan bir grup, Meclis’te bu görüşmeler sırasında açık açık ortaya konan ayrımcı tavırları bildiriyle kınadı. Aralarında Hrant da vardı. “Rehine değil yurttaşız” dediler. CHP Niğde milletvekili Orhan Eraslan onları bir defa daha yabancı saydı: “Ekmeğini yeyip suyunu içtikleri Türkiye’ye haksızlık yapıyorlar.” • Hrant rehine değil yurttaş olduğunu söylüyordu, bir yurttaş gibi de cezalandırıldı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Hrant’ın “temiz kan” yazısında Türklüğü tahkir-tezyif ettiğine hükmetti. 16 Eylül günü Sabah, Yargıtay’ın “ders gibi bir gerekçe” açıklayışına sevinirken, Akşam gazetesi, “Hrant Dink ifade özgürlüğünü aştı” başlığını uygun görmüştü. Hürriyet ise, kurul başkanı ile bir üyenin karşı oy kullanmış oluşuna anlamlı bir yaklaşım getirdi. Hrant’ın fotoğrafını koyup yanına “Yargıtay’ı böldü” diye başlık attı. • Mahkumiyet kararı onaylanınca, Hrant’tan o ana kadar “Türklüğe hakaretten yargılanan Ermeni gazeteci” diye bahsedenler, onu “tescilli Türk düşmanı” diye suçlamaya başladılar. • Bu da yetmedi. Hrant için 301’den yeni bir dava açıldı. Agos’ta, Reuters’e demecinin alıntılandığı haber gerekçe gösterilerek. “Türklüğü aşağılamış”tı, üç yıla kadar hapsi isteniyordu. • 2006 Ekim’inde, Fransa parlamentosunun Ermeni soykırımını reddetmeyi suç sayan yasayı görüşmesi Türkiye’de özel bir gerilim yarattı. Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, 11 Ekim günü valiliğe başvurdu ve ortamın gerginliğinden ötürü Türkiye Ermenilerine ait kurum ve kuruluşların güvenliğinin sağlanmasını talep etti. • Anlaşılan Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı da patriğin endişesini paylaşıyordu ki, ertesi gün bütün illerin istihbarat şube müdürlüklerine yazı gönderdi, Ermeni vatandaşlara karşı girişilebilecek provokatif eylemlere karşı dikkatli olun, diye polisleri uyardı. • Emniyet ayrıca özel olarak Hrant’ın hedef seçilebileceğinin de farkındaydı. İstanbul’un istihbarattan sorumlu emniyet müdür yardımcısı Şammaz Demirtaş, cinayetten sonra, başbakanlık müfettişlerine, “oluşabilecek sansasyonel durumlar nedeniyle” Hrant’ın “ilgi alanlarında” olduğunu söyleyecekti. • Şimdi Ergenekon sanıkları arasında yeralan Sevgi Erenerol bu sıralarda, Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda seminerler veriyordu. Konu, Türkiye’ye yönelik tehditler, özel olarak da “misyoner faaliyetleri”ydi. • Aralık 2006’da Hrant yine mahkemede, saldırganlar “Hrant Dink, Taşnak, Hınçak, Asala ve devşirmeler seninle gurur duyuyor - Büyük Türk Milleti” pankartıyla bina önündeydi. Polis, tekme yumruk saldırmasınlar diye önlerine bir bariyer koydu. • Ocak 2007’de Yasin Hayal mermi arıyordu. Attığı SMS mesajı (“7.65 mermi lâzım”) polisin elindeydi. Trabzon Emniyeti daha sonra bu mesajı tahrif edecek, savcılardan gizlemeye çalışacaktı. (Bu, tek örnek de değildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Trabzon polislerinin delil kararttığı veya gizlediği durumlara dair 11 maddelik bir tesbitle Trabzon savcılığına başvuracak, ama savcılık Trabzon polislerinin “memuriyet görevlerini gereği gibi yerine getirdikleri, üzerlerine atılacak herhangi bir kusur bulunmadığı” sonucuna varacaktı. • Mermi aranıyordu, çünkü katil adayı belirlenmişti. Erhan Tuncel polise önce Yasin’in cinayeti bizzat işleyeceğini söylemiş, sonra başka bir tetikçi bulduğunu bildirmişti: Zeynel Abidin Yavuz. Fakat Yavuz Trabzon’dan (belki de bu işe bulaşmamak için) uzaklaşacak, Yasin Hayal onun yerine bir başkasını ayarlayacaktı. Erhan Tuncel polise bunu da bildirmişti. O sırada Ogün’ün (Samast) adını henüz bilmediğinden, “Pelitlispor’da sol açık oynayan, hızlı koşan bir çocuk buldu” demişti. • 15 Ocak 2007’de Hrant’ın, aldığı haksız mahkumiyet kararıyla ilgili başvurusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaştı. Hrant uzun başvuru yazısında “AİHM’in kararından çok Türkiye toplumunun vicdanî kararını önemsediğini”, “ısrarla bu ülkenin herkesle eşit bir yurttaşı olmak istediğini” belirtti. Hayatı boyunca yaşadığı ayrımcılığı örnekledi: “1986’da Denizli 12. Piyade Alayı’na kısa dönem askerlik için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar.” Uluslararası mahkemede bu başvurunun kayıt işlemleri tamamlandığında Hrant artık hayatta değildi. • Sabah gazetesinde Erdal Şafak, Hrant öldürüldükten birkaç ay sonra (2 Temmuz 2007’de) şunları yazdı: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkum olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!” Yargıcın fikriyatı buydu. • Hrant öldürüldükten sonra da fikriyat değişmemiş olmalı ki, cinayet davasının ikinci duruşmasında, 2007 Ekim’inde, sanıkları getiren cezaevi jandarma araçlarından birinin önüne “Ya sev ya terk et” etiketi yapıştırılmıştı. Katiller ve onları mahkemeye getiren jandarmalar, hep birlikte, söylemediği sözlerden ötürü Hrant’ı mahkûm eden yargıçlara selam gönderiyor gibiydi. • Hrant’ın katilini Samsun otogarında yakalayıp Emniyet’e götüren görevliler, katille birlikte pozlar verip fotoğraflar, videolar çektirdiler. Ona “aslanım benim” diye hitap ettiler. Katili Türk bayrağının ve “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” yazılı takvimin önüne dikip görüntülediler, bu görüntüleri yaymaktan, dağıtmaktan çekinmediler. Samsun Başsavcılığı, “kamu görevlilerinin katil zanlısına sempati duyduğu intibaının oluştuğuna, bunun suç teşkil etmediğine” karar verdi. Emniyet Sözcüsü İsmail Çalışkan, video skandalına ilişkin görüşü sorulduğunda şöyle dedi: “Polisin profesyonel olması lâzım. Duygu ve düşüncesini yaptığı işe yansıtmaması gerekir.” Ne yaparsınız ki, “kamu görevlilerinin” hissiyatı buydu. • Yasin Hayal tutuklandığında, arabaya götürülürken, gazeteci kalabalığının arasından birileri ona “Mutlu musun?” diye seslendi. Hayal, “Çok huzurluyum,” cevabı verdi. Bu da onun hissiyatıydı. • Hrant öldürülmeden bir hafta önce Agos’ta şöyle yazmıştı: “Birileri karar verdi ve ‘Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı... Ona haddini bildirmek gerek’ diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. (...) Ne var ki benim ruhsal algılamam bu...” Hrant’ın ruh hali de buydu. Kaynak: -http://www.19ocak.org/- -
HIRANT DINK SUIKASTININ EL BIRLIGIYLE HAZIRLANISI
dominik şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
• 2004’ün 6 Şubat’ında Agos’ta, Gaziantepli Hripsime Gazalyan’a dayanılarak, Sabiha Gökçen’in, 1915 katliamı sonrasında evlat edinilen Ermeni çocuklarından biri olduğu yazıldı. • 15 gün sonra Hürriyet bu haberi manşetine taşıdı. Herhalde iki hafta kadar düşünmüşlerdi. Gazete ertesi gün de, Gökçen’in Boşnak olduğunu ilân edecekti. Ancak “Ermeni değil Boşnak” haberinin yanında Gökçen’i yakından tanıyan Pars Tuğlacı’nın görüşlerine yer verilmiş, Tuğlacı Agos’un haberini desteklemişti. • Hürriyet’teki haber üstüne Genelkurmay hemen ertesi gün müdahale etti. Ordu, Gökçen’in Ermeni olduğunu ileri sürmenin “habercilik” diye nitelenemeyeceğini bildiriyor, ilk Türk kadın pilotun kökenini tartışmanın “millî bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayacağını” ilân ediyordu. • Hürriyet, Sabah, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri Genelkurmay’ın açıklamasına arka çıktılar. Milliyet, “Ermeni iddiasını ilk uçuş tarihi çürüttü” dedi, Aynı gazetenin yazarı Melih Aşık’a göre “Gökçen’in Ermeni olması ihtimali yok”tu. Akşam, “Gökçen Ermeni değil Bosnalı” diye yazdı. • Yine Milliyet’te Hasan Pulur, bu vesileyle Hrant’a doğrudan saldırdı. Ondan “Türkçe’yi iyi bildiği anlaşılan...” diye sözedip Hrant’ı sanki bir yabancıymış gibi takdim etti. Pulur’a göre Hrant, “Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bir Ermeni”ydi! • Cumhuriyet’te İlhan Selçuk, “Ermenilerin ortalıkta bırakıp kaçtıkları çocuklardan sayılıyor Sabiha” diye yazdı. Katledilen, sürülen bir halkı aşağılamayı kendine yedirebilmişti. Genelkurmay açıklamasından iki gün sonra, 24 Şubat 2004 günü, Hrant İstanbul Valiliği’ne çağırıldı. Vali yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında, iki “istihbarat görevlisi” ona, hayatının tehlikede olduğunu imâ etti. Bu görüşmeden İstanbul Valisi Muammer Güler’in de, dönemin içişleri bakanı Abdülkadir Aksu’nun da haberi olduğu sonradan ortaya çıkacaktı. Vali Güler, görüşmeyi doğrulayacak, ama Hrant’ın tehdit edildiğine katılmayacaktı. Cinayetten sonra Meclis araştırma komisyonuna, “Devlet böyle tehdit etmez,” diyecekti. “Yapsa başka türlü yapardı.” • Hrant’ı tehdit eden iki “istihbarat görevlisi”nden Ö.Y., çok sonra, Ergenekon soruşturmasında da karşımıza çıkacaktı. Hrant’la görüştüğü sırada MİT İstanbul Bölge Başkan Yardımcısı’ydı. Ergenekon şüphelilerinden Bedrettin Dalan’a “Kaç, yoksa seni de alacaklar,” tüyosu verdiği ileri sürülüyordu. Dalan’ın özel kalem müdürü Ergenekon’dan gözaltına alındığında onu kurtarmaya kalkmış, bunun için MİT Müsteşarı’nın adını kullanmış, savcılar MİT’le görüşünce Ö.Y.’nin tertibi ortaya çıkmıştı. Ö.Y., Ergenekon’dan ifadesi alınacağı sırada MİT İzmir Bölge Başkanı olarak atandı. MİT tarihinde vekaleten bu makama atanan ilk isimdi. Teşkilat, elemanıyla ilgili soruşturma açtığı yollu haberleri de yalanladı. • Mehmet Soykan adlı yurttaşın şikâyet dilekçesini değerlendiren Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nın, Hrant’ın bir yazısından ötürü, “Türklüğü aşağılama” suçlamasıyla 301’den dava açtığı gün, 25 Şubat’ta, Cumhuriyet’ten Deniz Som, kuşatma harekâtına katıldı. Som, Sabiha Gökçen meselesi üzerine yazarken, Hrant’ın Ermeni kimliği üzerine kaleme aldığı bir başka yazısını konu etti. “Damardan kan temizleme operasyonu” yapmakla suçladığı Hrant’ın, “Adolf Hitler’in bile ilerisinde bir faşist” olduğunu ileri sürdü. • Hrant, sözkonusu yazıyı Agos’ta, Sabiha Gökçen haberinden önce yazmıştı. Gökçen haberinden sonra üstünde esas gürültü koparılan ve Hrant’ı öncelikle kamuoyu gözünde mahkûm etmek için sözleri tersine çevrilerek kullanılan yazıda Hrant şöyle demişti: “Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluş yolu gayet basittir. ‘Türk’le uğraşmamak. Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı alan ise artık hazırdır. Gayrı Ermenistan’la uğraşmak. Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.” Kastı açıktı: “Türk’le uğraşma”nın Ermenilerin kanını zehirlediğini ileri sürüyordu. • Milliyetçi-ırkçı gazetelerde bir kampanyaya dönüştürülen Hrant aşağılaması ve düşmanlığı ilk meyvesini tehditkâr bir gösteri suretinde verdi. Ülkü Ocakları, 26 Şubat’ta Agos gazetesi önünde “Ya sev ya terk et” gösterisi düzenledi, “Kahrolsun ASALA”, “Akıllı ol”, “Hesap sorulur”, “Eli kırılır”, ‘Bir gece ansızın gelebiliriz” diye bağırdılar. Dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diye ilân etti. Levent Temiz daha sonra Ergenekon davası sanıkları arasında yeralacaktı. • “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” adını taşıyan örgüt de Agos önünde benzer bir gösteri düzenledi. Orada da hakaretler, tehditler havada uçuştu. • Hrant’ın ve Agos’un, onların şahsında Türkiyeli Ermenilerin açıkça tehdit edildiği bu gösteriyi Türk medyası haberleştirmedi. Ne televizyonlarda görüntüsü ne -Gündem ve Yeniçağ hariç- yazılı basında tek satır yeraldı. Anlaşmış gibiydiler. • Bunun yerine, 2004 Şubat’ının sonunda Emin Çölaşan, Hrant’ın söylediklerini çarpıtma üzerine kurulu plana uygun olarak, Dink’i “şeriatçı özlemi olanlar, Türkiye’nin bölünmesini isteyenler, Apo’ya özgürlük isteyenler”le biraraya koydu. Çölaşan’a göre Hrant, Türk kanının zehirli olduğunu ileri sürmüştü. Kuşatma ilerliyordu. • Önce Vatan gazetesinin başyazısına Orhan Kiverlioğlu, “Hrant’ın hırlayışı” başlığını attı, faşist falan gibi siyasî hakaret sıfatlarıyla yetinmeyip Hrant’ın “maymun genleri taşıdığını”, ondan “orangutan maymununun bile tiksindiğini” yazdı. Bu şahıs, birilerini göreve çağırıyordu: “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı”. Kiverlioğlu daha sonraki bir yazısında da, “insan suretindeki Ermeni tarihçi sürüngenlere de Türk kanının zehirli vasfını içtimai şifa niyetine göstermek lâzım” diyecekti. • Nisan 2004’te, Hrant ve Agos’un sorumlu yazıişleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü tahkir ve tezyif”ten dava açıldı. Duruşmada bir şikâyetçiler topluluğu hazır bulunuyordu ve bunların müdahil olma talepleri mahkemece kabul edildi. Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti (İstanbul Üniversitesi’nden üç öğretim görevlisi), dava konusu yazıda isnat edilen suçun oluşmadığını bildirdi. Şikâyetçiler bunun üzerine bilirkişi heyeti hakkında şikâyet dilekçeleri verdiler. Bunlara, internetten yürütülen kampanyalar eşlik etti. • 2004 Ağustos’unda, Trabzon’un Pelitli beldesinde (jandarma bölgesinde) oturan işsiz bir genç, “başbakanın uçağında bomba var” ihbarında bulundu. Bomba yoktu. Sonradan, “polisin refleksini ölçmek için yaptım” diyecekti. Kimliği tesbit edildi, jandarma onu aramaya başladı. Arandığı sırada, “Çeçenlerle birlikte savaşmak” için Çeçenistan’a gitti. Savaşmadan geri döndü. Yasin Hayal adlı bu genç, iki yıl önce askerden izinli geldiği sırada Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrencisi Erhan Tuncel’le tanışmış, onun “Trabzon’da misyoner faaliyetleri çok arttı” sözlerinden etkilenerek ilk eylemini yapmıştı: Santa Maria Kilisesi rahibini -iddiaya göre keser sapıyla- gaddarca dövmüş, rahip günlerce komada kalmıştı. • Hrant’ın yazdıklarını çarpıtarak onu su katılmamış Türk düşmanı gibi sunma, gündelik bir pratik halini aldı. Yeniçağ, 2004 Ekim’inde yine bu yöntemle, Hrant’ın “Türk milletine hakaret” ettiğini, “Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye” etmek için çalıştığını ileri sürdü. • Hrant Basın Konseyi’ne başvurdu. Konsey, Yeniçağ’ın yayınının “yazara karşı zorbalığa özendirebileceğine” hükmetti, gazeteyi “uyarma” kararı aldı. Ama oybirliğiyle değil oyçokluğuyla! Konsey’in bazı üyeleri hem hile hem kışkırtma yapan gazetenin uyarılmasını gerekli görmemişti. • Aynı günlerde, Yasin Hayal, Trabzon’daki McDonalds’a bomba koydu. Gerçi daha sonra BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu buna “maytap” diyecekti ama bomba patlamış, insanlar yaralanmıştı. Bombayı Erhan Tuncel yapmıştı. Polis onu da, İstanbul’a kaçan Yasin’i de yakaladı. Ama Erhan Tuncel’i dosyadan çekip çıkardı ve onu kendine muhbir yaptı. Yasin Hayal cezaevine girdi. • Hrant’ın öldürülmesine (ve 18 Nisan 2007’deki Malatya katliamına) giden süreçte, özellikle Türkiye’deki gayrımüslim azınlıklarla ilgili konularda birilerinin sistemli faaliyet yürüttüğü görülüyordu. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nca hazırlanan “Azınlık Raporu” (1 Kasım 2004’te) basına tanıtılırken, Kamu-Sen genel sekreteri, Büro-Sen genel başkanı Fahrettin Yokuş, kurul başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu’nun önce sözünü kesti, sonra gelip raporu elinden alarak yırttı. Bu olaya siyasetçiler ve basından doğru dürüst tepki gelmedi. Buna karşılık, Prof. Kaboğlu ve onunla birlikte raporu hazırlayan Prof. Baskın Oran, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve devletin yargı organlarını alenen aşağılama” suçlamasıyla yargılandılar. Beraat etmelerine rağmen Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararı bozdu. Sonunda Yargıtay Ceza Genel Kurulu beraati onayladı. Ancak böylece, başbakanlığa bağlı bir kurul bünyesinde bile olsa, azınlıklarla ilgili bazı gerçeklerin asla dile getirilemeyeceği “resmen” kamuoyuna anlatılmış oldu. • 2005 Nisan’ında, Hrant ile Mazlum-Der genel başkan yardımcısı Şeyhmus Ülek, üç yıl önce Şanlıurfa’da düzenlenen panelde yaptıkları konuşmalardan ötürü yargılanmaya başlandılar. Hrant orada, İstiklâl Marşı’ndaki “kahraman ırkıma bir gül” dizesini söyleyemediğini, “çalışkan halkıma bir gül” dense gönül rahatlığıyla söyleyebileceğini, “Türk’üm doğruyum...” andı içerken de “Türk’üm” yerine “Türkiyeliyim” dediğini anlatmıştı. (Dink ile Ülek Şubat 2006’da bu davadan beraat edeceklerdi.) • Hrant hakkında birbiri ardına suç duyuruları yapılıyor, bunlar hemen değerlendirilip davalar açılıyordu. Artık ortada belirgin bir kampanya vardı. Ve bu kampanya Hrant’ın etrafına bir “suç ve ceza” duvarı örmekle sınırlı değildi. Çünkü her mahkemesinde hemen hep aynı kişilerin başını çektiği saldırgan bir grup hazır bulunuyor, Hrant’a ve ona destek olmak için mahkemeye gelen dostlarına, avukatlarına sataşıyor, saldırıyorlardı. • Basın, organize saldırılardan başka bir şey olmayan bu eylemleri, “Gazilerden Hrant’a tepki”, “Protestoculardan polis kurtardı” gibi başlıklarla veriyor, asla “saldırı” değil, “arbede”, “gerilim” gibi kavramlarla sunuyordu. • 2005 Mayıs’ında İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenmesi planlanan “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” konulu konferans, Hrant’a karşı kampanyaları yürüten mihraklarca engellendi. Hukuk sisteminde yeri olmayan bir uygulamayla. Kemal Kerinçsiz’in Büyük Hukukçular Birliği, yargıya başvurdu, İstanbul 4. İdare Mahkemesi de konferans hakkında “yürütmeyi durdurma” kararı verdi! Dönemin adalet bakanı Cemil Çiçek, konferans için, “Türk milletini arkadan hançerlemektir” dedi. (Çiçek, Hrant’ın öldürülmesini “menfur, alçakça” vs. diye kınarken yanına şu ifadeyi ekleyecekti: “Bazı ülkelerde sözde soykırım tartışmalarının gündeme geldiği ve yasal bir statüye kavuşturulmak istendiği bir dönemde bu cinayetin işlenmiş olması son derece manidardır.”) • “Ermeni Konferansı” daha sonra yoğun güvenlik önlemleri altında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yapıldığında, aynı göstericiler bina dışında ırkçı protestolarını sürdürdüler. • 1955’in 6-7 Eylül’ünde İstanbul’da yaşanan talan ve pogrom girişiminin 50. yılı dolayısıyla Tarih Vakfı, Karşı Sanat Çalışmaları, İnsan Yerleşimleri Derneği ve Helsinki Yurttaşlar Derneği tarafından hazırlanan serginin açılışı, ırkçı bir grubun saldırısına sahne oldu. Saldırganlar, sergideki fotoğrafları yerlere atıp parçaladılar. Saldırı yine hatırı sayılır tepki görmedi. • Aynı günlerde Yasin Hayal cezaevinden çıktı. İçeride İBDA-C’li arkadaşlar edindiğini, onlardan etkilendiğini anlatıp duruyordu. Trabzon Emniyeti onun aracılığıyla birtakım örgüt üyelerine falan ulaşabileceğini düşünmüş ve onu ciddiye almış olmalı ki, Yasin Hayal’in telefonunu dinlemeye başladı. • Erhan Tuncel sonradan, Yasin’in cezaevinden çıktığında Ermenilere kin beslediğini anlatacaktı. Hayal ayrıca İstanbul’da bir eylem yapmayı da kafasına koymuştu, Tuncel’in söylediğine göre. • Polis Yasin Hayal’in sadece telefonunu dinlemiyor, onu izliyordu da. Trabzon Emniyeti istihbarat görevlilerinin ifadelerine göre Yasin Hayal’i “son ana kadar” takip etmişlerdi. Çünkü Hayal, muhtemelen 2006 başlarından itibaren, Hrant Dink’i öldüreceğini açıkça söylemeye başlayacaktı. • Jandarmanın gözündeyse başka bir Yasin Hayal vardı. Hayal, Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü’nü sık sık ziyaret ediyor ve müdür “Feridun Yüzbaşı” onu pek seviyordu. Yasin’den “sağlam, temiz çocuk, görüştüğümüz bir çocuk, ileride iyi işler yapacak” diye sözediyordu. • Ekim 2005’te Hrant, “temiz kan”la ilgili yazısından ötürü altı ay hapse mahkum edildi. Bizzat mahkemenin atadığı bilirkişi heyetinin “bu sözlerden bu anlam çıkmaz” raporuna rağmen! Mahkeme kararında şu sözler yeraldı: “Öyle ülke vardır ki bayrağından şort yaparsın, hoşgörülür. Öyle ülke vardır ki ineğine dokunursun, infial yaratır. Öyle millet vardır ki kan dedin mi akla bu toprakların her santiminde bulunan ecdat kanı gelir. (…) Bu toprağın her karesi kanla sulanmıştır.” • Hrant, üstüne atılan suçun “ırkçılık” olduğunu, bunu asla kabul edemeyeceğini, “alnına bu kara lekeyi” sürerlerse ülkesini terk edeceğini, “çekip gideceğini” açıkladı. • Kemal Kerinçsiz’in öncülük ettiği Büyük Hukukçular Derneği yeni bir şikâyet kampanyası organize etti. Tek tip dilekçelerle yine savcılığa başvurdular. • Hrant hakkında, kesinleşmemiş mahkeme kararı üstüne yorum yaptığı gerekçesiyle, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlamasıyla 14 Ekim 2005’te bir dava daha açıldı. • Bu davanın duruşmasında saldırganlar mahkeme koridorunda Hrant’a vurmaya kalktılar. Mahkeme salonunda ona “hain!” diye bağırdılar. Bir başka duruşmada da Hrant’ın avukatlarından biri saldırganların yumruklarına hedef oldu. • Savcı, ortada herhangi bir suç olmadığını bile bile dava açmış, yargıçlar, ilk duruşmada beraat kararı verip davayı bitirebilecekken süreci uzatmışlardı. Böylece her biri yeni linç girişimlerine sahne olan duruşmalar yapılabiliyordu. Kaynak : -http://www.19ocak.org/- -
İki yüz bin kişiye tutuklama Çetin Doğan cuntası, darbeye direnebilecek 200 bin kişiyi Şükrü Saraçoğlu ve Burhan Felek statları ile Ümraniye Netaş tesislerine doldurmayı planlamış Padişah Üçüncü Selim’in Nizam-ı Cedid Ordusu için yaptırdığı Selimiye Kışlası, inşa edilmesinden tam iki asır sonra, 2002 kışında yine hareketli günler yaşıyordu. Bu kez “gayrı nizami” bir hareketlilikti söz konusu olan. Selimiye’yi karargâh olarak kullanan Birinci Ordu’nun Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanarak tek başına hükümet kuran AKP’yi “düşman” bellemiş ve yönetimden düşürülmesine karar vermişti. Bu amaçla Aralık 2002’de bir darbe planı hazırlattı ve buna “Balyoz Güvenlik Harekât Planı” adını verdi. Söz konusu planın, giriş, genel durum ve maksat fasıllarını Taraf dün yayımladı. 20 Ocak 2010 tarihli gazetemizde ayrıca, Balyoz Darbesi’ne zemin hazırlamaya yönelik Çarşaf, Sakal ve Oraj planlarının ana hatlarına da yer verdik. Bugün, kaldığımız yerden, Balyoz Harekât Planı’nın hikâyesine devam ediyoruz. Planın nasıl hazırlandığını, neleri kapsadığını, nasıl hayata geçirilmesinin hedeflendiğini, darbe sırasında ve sonrasında yapılacak operasyonların ve hedef alınan şahısların dökümünü bu sayfalarda okuyacaksınız. Tek bir irticacı kalmayacak Balyoz Harekât Planı’nın altına “Balyoz Sıkıyönetim Komutanı” sıfatıyla imza atan Çetin Doğan, bu planı, Türkiye çapında sıkıyönetim ilanı sağlandıktan sonra, “AKP hükümetini devirecek bir karar ve eylemler bütünü” olarak tahayyül etmişti. Bu karar ve eylemleri, Kara, Hava, Deniz kuvvetleri ve Jandarma’ya mensup subayların çalışmasıyla hayata geçirmek için binlerce sayfalık plan, emir ve fiş hazırlatmakla kalmadı. Bir de, Selimiye’de “rutin” görünümlü seminer düzenleterek, katılan 29’u general toplam 162 subayla birlikte masa başında darbe provası yaptı. Bu seminerin kesintisiz ses kaydı ve 175 sayfalık teyp dökümü Taraf’ın elinde ve bunun geniş bir özetini bugünkü dokuzuncu sayfamızda bulacaksınız. Şimdi gerek bu seminerde konuşulanlara kulak vererek, gerekse seminerin rehber metni olan Aralık 2002 tarihli Balyoz Harekât Planı’na bakarak, Orgeneral Doğan ve arkadaşlarının nasıl bir darbeye heves ettiklerini anlamaya çalışalım. Balyoz Planı’nın dünkü gazetede de kısaca aktardığımız “Vazife” bölümünde, gayet net bir darbe görevlendirmesi vardı; kısaca hatırlayalım: “Harekât derhal, AKP hükümetini iktidardan uzaklaştıracak ve mevcut irticai yapılanmayı şiddetle bertaraf ederek, belirlenen kadroları iktidara getirerek laik devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis edecektir.” Bu ifadelerden sonra, planın “icra” bölümü başlıyor ve en tepede, harekâtın maksadı, “laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırarak laik devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek” diye tanımlanıyor. Devamındaki bölüm, ordu içindeki bir grubun “irticacı” tabir ettiği ve “düşman” saydığı AKP ve yandaşlarına karşı nasıl topyekûn bir imha hareketi planladığını kanıtlıyor. Plandan okuyalım: “Bu maksadın tahakkuku için; Ulu Önder Atatürk’ün ‘Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır’ veciz sözü ile emrettiği üzere; demokrasinin tamamı ile askıya alınması da dahil olmak üzere nihai amaç olan irticai yapılanmanın tek bir ferdi dahi kalmayacak ve bir daha hortlamayacak şekilde ortadan kaldırılıncaya kadar gerekli her türlü tedbir alınacaktır.” Resmî/gayrıresmî yurtseverler Planın devamında AKP hükümetine karşı hareketin genel bir tarifi var: “Öncelikle ve acil olarak, AKP yönetiminin tasfiyesi ve işbirlikçilerinin saf dışı bırakılması maksadıyla, harekât alanının şekillendirilmesi de dahil olmak üzere, resmî/gayrıresmî tüm yurtseverler seferber edilecek, başta Silahlı Kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri olmak üzere maddi ve manevi tüm güçler kullanılacak. Özellikle, gözaltına almalar ve yağma talan, gasp ve milli serveti tahrip gibi eylemler sırasında ikazlara uymayanlara karşı, Silahlı Kuvvetlerin gücünü çok kısa sürede hissettirecek sert uygulamalara başvurulacak. İkinci aşamada, belirlenen kadrolar işbaşına getirilecek, bölücü ve irticacı kadroların şiddetle ve derhal bertaraf edilmesi için, gerekirse özel yöntemler devreye sokulacak.” Yargıç, diplomat, gazeteci Yukarıdaki bölümde yer alan “resmî/gayrıresmî tüm yurtseverler seferber edilecek” ifadesi özellikle önemli. Zira Balyoz Darbe Planı’nın Taraf’ın elde ettiği beş bin sayfayı aşan belgeleri arasında, sadece askerî personele verilen “darbe öncesi ve sonrası görevler” anlatılmıyor. Bu belgeler, “resmî” yurtseverlerin ve düşmanların kimler olduğunu yansıtır şekilde, üst düzey bürokratların “olumlu/olumsuz” ya da “faydalanılıyor” türü ifadelerle fişlendiği listeleri de kapsıyor. Örneğin, 116 Yargıtay üyesi bu kapsamda tek tek fişlenirken, “Gizli” damgalı “Birinci Sınıf Kamu Görevlileri ve Destek Durumları” başlıklı belgede birçoğu büyükelçi seviyesindeki toplam 112 diplomat, “kullanılabilir; bundan sonra da kullanılmalı, yakın teması var, etkili yerler için değerlendirilecek; meslekte başarısız, desteklenmeli”; ya da “filancanın akrabası, olumsuz; kumar ve alkol problemi var” türü ibarelerle tek tek notlanmış. Yine bu listelerde, hangi yargıçların tasfiye edileceği, hangilerinin sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirileceği, kimin darbeye yardımcı, kimin engel olacağına işaret eden notlar da yer alıyor. Aynı şekilde, hemen tutuklanacak Başbakanlık bürokratları ve görevden alınacak ya da yerinde bırakılacak valilerin tam listesi mevcut. “Gayrıresmî yurtseverler” kapsamında ise, hem gazeteciler hem de sivil halktan, her meslekten şahısla nüfus bilgileriyle birlikte listelenmiş. Darbeye yardımcı olması muhtemel şahıslar “iltisaklı birinci öncelikli sivil kişiler” başlıklı ve bir kontrgerilla örgütlenmesini çağrıştıran kapsamlı bir listede yer alıyor. Ayrıca “harekât planına kamuoyu desteği sağlanmasında faydalanılacak medya mensupları” başlığını taşıyan 137 kişilik bir liste de var ve bu listeyi bugün yayımlıyoruz. Bir diğer liste ise yine on ikinci sayfamızda bulabileceğiniz 36 gazetecinin adından oluşuyor ki onlar “darbeden sonra ilk tutuklanacaklar” olma ayrıcalığına sahip. Kilit makamlara asker Balyoz Harekâtı’nın tam teşekküllü bir darbe planı olarak tasavvur edildiği, planın ve eklerinin askerin yönetime el koyması sonrasındaki görevlendirmelerle ilgili ayrıntılarda da açıkça görülüyor. Bu kapsamda hazırlanan ve yargı dahil sivil bürokraside kimin nereye atanacağını, kimin görevden alınacağını ve kimin tutuklanacağını gösteren listeler Taraf’ta mevcut. Bu listelerin arka planındaki anlayış ise Balyoz Planı’nda şöyle ifadesini bulmuş: “Devlet otoritesi hâkim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifâsı için asker ve sivil şahıslar atanacaktır. Bu maksatla; bütün kilit görevleri askerî personel devralacaktır. Anılan kilit personel, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf okulları ve diğer askerî birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilecek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listeleri güncellenerek hazır tutulacak.” 1923 zindeliği için temizlik Planda, sırasıyla “özel operasyon ve sorgulama timleri; özel görevli toplama timleri; sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilecek personel; darbe harekâtı timleri; gözaltı timleri; hasar tespit timleri; kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel; özel hastaneler ve ilaç depolarında görevlendirilecek personel; gümrükler, depolar, ambarlarda görevlendirilecek personel; alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel” olmak üzere on bir ayrı işleve sahip ekiplerin oluşturulması öngörülüyor. Bu ekiplerle ilgili personel listeleri de hazırlanmış ve sürekli güncellenmesi talimatı plana yansımış. Ekiplerin “gözaltı, sorgu, özel operasyon” benzeri sorumluluklar üstlenmesi boşuna değil, zira plan “toptan bir temizlik” öngörüyor. İlgili iki paragraf aynen şöyle: “Devlet ve kamu erkinde, en üst kademeden en alt kademeye kadar bütün kadroların temizlenmesi ve 1923 zindeliğine ulaşılması esas alınacak. İrticai, bölücü ve yıkıcı yapılanmanın yurt içindeki tespit edilmiş tüm malvarlığı ve mali kaynaklarına el konulacak, yurtdışı finans kaynaklarının engellenmesi için ilgili ülkeler nezdinde girişimde bulunulacaktır.” Gömülü mühimmat çıkarılacak Darbe, dört safhada gerçekleştirilecekti. “Hazırlık, harekat ortamının şekillendirilmesi, icra ve yeniden yapılandırma” olarak sıralanan bu safhalar planda ve harekât emirlerinde detaylandırılıyor. Darbe belgesindeki “Hazırlık” başlığı altında, darbe hazırlığını kamufle edecek olan seminere şöyle değiniliyor: “Balyoz Güvenlik Harekat Planı, ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’ isimli jenerik bir plan şeklinde, “GİZLİ” gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde denenecek ve müzakere edilecek.” Yine “hazırlık” safhasında, “AKP ve irticai gruplara yönelik istismara açık noktalar mevcut ve oluşturulması düşünülen yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilecek; gerektiğinde istismar noktaları oluşturulması için sızdırılan personelin kullanılması amacıyla alternatif planlar oluşturulacak” denilen plan, harekat ortamının şekillendirilmesi aşamasına yönelik silahlı eylemlerin kaynağı konusunda da ipucu veriyor. Son birkaç yıldır, Mehmet Âkif’in meşhur mısraını zihinlerde “mühimmat fışkıracak toprağı sıksan mühimmat” şekline dönüştüren bulgulara da ışık tutan bir cümle bu: “Harekât ortamının şekillendirilmesi safhasında kullanılmak üzere idhar noktalarında depolanan mühimmat çıkartılarak planlandığı şekilde dağıtılacak.” Halka yönelik eylem yapılacak Balyoz Planı, sıkıyönetim ve darbe ortamının şekillendirilmesi için, “İstanbul ve civarı başta olmak üzere hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik eylemler yapılacak” diyor. Bu talimatın detaylandırıldığı “Çarşaf Eylem Planı” İstanbul Fatih Camii’ne Cuma namazı esnasında saldırılmasını, “Sakal Eylem Planı” ise Beyazıt Camii’ne benzer bir saldırı düzenlenmesini öngörüyor. Bu iki planın genel hatları ile “Oraj” kod adlı ve dönemin Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına’nın imzasını taşıyan ve bir Türk askerî jetinin Yunan uçaklarına düşürtülmesini, olmazsa Türk Özel Filo mensuplarında düşürülmesi hedefleyen bir diğer plan Taraf’ta dün yayımlandı ve halen internet sitemizden okunabilir. Planların kapaklarının imajlarını ise bugünkü sayfalarımızda bulacaksınız. Yine darbeye “ortam hazırlama” amacıyla yapılması öngörülen eylemler arasında, “basın vasıtası ile AKP, tarikat, cemaat ve irtica grupların halk nezdindeki itibarının zedelenmesi” yer alıyor. Ekonomik darboğaz yaratılacak Planın devamında şöyle deniyor: “TSK haricindeki dost unsurlar tarafından yapılacak ekonomik operasyonlarla hem ulusal hem de uluslararası ortamda ülke ekonomik darboğaza sürüklenerek, AKP hükümetine karşı büyük çaplı toplumsal gösteriler için zemin hazırlanacak ve koordine edilecek. Sürekli irticai faaliyetler ile ilgili haberler, öğrenci olayları, artan şehit cenazeleri, ekonomik bunalım, faili meçhul eylemlerle sokaklara dökülmüş halk temaları sürekli işlenerek, halkın en güvendiği kurum olan TSK’dan gereğini yapmasını beklediği yönünde kamuoyu yönlendirme çalışmaları yapılacaktır.” El Kaide’den eş zamanlı eylem Balyoz Harekâtı’nın “icra” safhasında yapılması öngörülenler arasındaki ilk eylem tarifi aynen şöyle: “Bölücü Terör Örgütü ve El Kaide’nin büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eş zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrası icra edilecek, Sivil Toplum Kuruluşu ve üniversiteler ile koordine ederek yönlendireceğimiz çok geniş katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilan edilecek.” Bu irkiltici ifade, ordu içinde PKK ve El Kaide’nin eylemlerine sadece “araç” değil “garanti” gözüyle bakan, bu eylemleri kışkırtma ya da örgütleme gücüne sahip olduğunu düşünen bir grubun varlığını ima ediyor. El Kaide’nin, Balyoz Planı’nın masaya yatırılmasından dokuz ay sonra İstanbul’da tam da plandaki ifadesiyle “eş zamanlı büyük eylemler” gerçekleştirmiş olması, HSBC, Britanya Konsolosluğu ve sinagog saldırılarının hafızalarımızdaki dehşetini büsbütün arttırıyor. Yurtdışına ve basına engel Balyoz Darbesi’nin icrasının, plana göre şu adımlarla devam etmesi öngörülmüş: “Olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilanını müteakip derhal, AKP hükümeti iktidardan zorla uzaklaştırılacak ve mevcut irticai yapılanma şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesinin yolu açılacak. Teşkil edilecek birimlerle, başta tüm kara deniz ve hava yolu terminalleri olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşları, özel hastaneler ve ilaç depoları, gümrükler, depolar, ambarlar ve büyük alışveriş merkezlerinin tamamı kontrol altına alınacak ve özellikle ülkeye yurtdışından giriş çıkışlara ikinci bir emre kadar müsaade edilmeyecek.” Basın özgürlüğüne karşı alınacak önlemler arasında, bazı gazetelerin basılması da var ve planda, “Hiçbir hak ve özgürlük mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğü de sınırsız ve mutlak değildir. Harekâtın icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın yayın kuruluşları kontrol altında tutulacak, önceden tespit edilen AKP, yıkıcı, bölücü ve irticai gruplara müzahir tüm basın yayın kuruluşlarının yayınları derhal durdurulacak” deniyor. Büyük değil olimpik gözaltı Darbecilerin gözaltına alacağı ve bilahare tutuklayacağı şahıslar için karakol, kışla ve cezaevlerinin kapasitesinin yeterli olmayabileceği de hesaplanmış. Balyoz Planı, dokuzuncu sayfamızda, konuşma notlarından bölümler yayımladığımız seminerde de üzerinde durulduğu gibi, gözaltı sayısının yüzbinlerle ifade edilebileceğini öngörmüş ve bu duruma “olimpik bir çözüm” bulmuş. Planın ilgili bölümleri aynen şöyle: “İrticai faaliyetlerde yer aldığı tespit edilmiş ve teşkil edilen Özel Görevli Toplama Timleri tarafından planlandığı şekilde gözaltına alınan kişiler topluca bulundurulacakları stadyum (Burhan Felek Spor Salonu, Fenerbahçe stadyumu, Ümraniye NETAŞ Misafirhanesi vb.) büyük yapılara getirilecek ve sorguları buralarda yapılacak, bilahare hapishanelere sevk edilecek. Mevcut ceza ve tutukevlerinin de kapasiteleri ile gözaltına alınacak ve tutuklanacakların sayıları da dikkate alınarak, Sıkıyönetim Komutanlıklarınca kışlalar içerisinde gerekirse ceza ve tutuk evleri açılacak.” Tutuklama, kapatma, gasp 12 Eylül 1980 darbesindeki Bayrak Harekâtı’nı esas alan Balyoz Planı, yaklaşık çeyrek asır sonrasının Türkiye’sinde gerek piyasa ekonomisinin, gerekse sivil toplumun çok daha gelişmiş olduğunu da hesaba katarak kapsamlı tutuklama, kapatma ve gasp eylemleri öngörüyor. Bu eylemler şöyle sıralanıyor: “Halkın din duygularını istismar ederek kendi siyasal ve şahsi çıkarları doğrultusunda halkı devlete ve rejime karşı kışkırttığı değerlendirilen tüm dernek, vakıf ve kuruluşlar kapatılarak yönetici kadroları tutuklanacak. Ulusumuzun gasp edilen ekonomik haklarının geri alınabilmesi için; ülke dışına para çıkışının engellenmesi ve spekülatif para hareketlerinin önüne geçilmesi maksadıyla bankacılık işlemleri ikinci bir emre kadar durdurulacak. İlk etapta banka genel müdürlüklerine nitelikli, uzman muvazzaf veya emekli askerî personel atanacak; askerî personele yardımcı olmak üzere önceden tespit edilmiş müzahir, dost ve güvenilir üst düzey kamu görevlileri yerleştirilecek. İrticai, bölücü ve yıkıcı terör örgütlerine mensup kişi, kurum ve kuruluşların menkul, gayrimenkul, ayni ve nakdi malvarlıklarına el konulacak. Faizsiz bankacılık adı altında faaliyet gösteren İslami finans kurumlarının kurulmasına izin veren yasalar iptal edilecek, bu kurumların varlıkları hazineye aktarılacak. Yabancı uyruklu şahıs ve şirketlerin bankalardaki paralarının öncelikle yurt dışına çıkışı engellenecek, aleyhte faaliyet gösteren yabancı uyruklu şahıs ve şirketlerin banka hesaplarına ikinci bir emre kadar el konulacak.” Buraya düşmemiz gereken önemli bir not da, banka genel müdürlüklerine ve önemli finans kuruluşlarının başına getirilecek muvazzaf ve emekli subayların, Balyoz Planı’nın eklerinde tek tek isimlendirilmiş olması. Apoletli rejimin resmidir Balyoz’un Türkiye’nin tepesine inmesinden sonraki safhanın adı ise “Yeniden Yapılandırma.” Darbenin ardından ülkenin nasıl yeniden yapılandırılmasının öngörüldüğüne ilişkin fikir veren hükümet programını ve “milli mutabakat hükümeti” olarak adlandırılan bakanlar kurulu listesini yarın Taraf’ta okuyabilirsiniz. Bugünlük Balyoz’un “Yeniden Yapılandırma” başlıklı bölümünün ana hatlarını aşağıda aktaralım. Burada öngörülen önlemler, ordu içindeki bir grubun sadece seçmen iradesiyle işbaşına gelmiş siyasetçilere değil, bazı subaylara, Emniyet Teşkilatı’na ve sivilleştirilmiş Milli İstihbarat Teşkilatı’na da güvenmediğinin kanıtı: “TSK kategorilendirilmiş personelden tamamen arındırılarak, boşalacak kritik kadrolara silah arkadaşlarımızın terfi ve atamaları yapılacak. Emekli olan silah arkadaşlarımızın önceden belirlenen kamu görevlerini devralmaları sağlanacak. İktidardan düşürülecek olan AKP Hükümetinin yerine planlanan hükümet ve bürokratik kadroların görevi devralması sağlanacaktır. DP iktidarından beri devam ettirilen takiyye geleneğine dayalı muhafazakâr iktidarların devlete sızan ve devlet bürokrasisine sinen bütün çağdışı anlayış ve izlerinin silinebilmesi için, ekli programı uygulayacak uzun süreli bir milli mutabakat hükümetinin oluşturulması temin edilecek. İrticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklediği bilinen veya çeşitli yolsuzluk ve usulsüzlüklere karışmış bütün kamu personeli, hiçbir istisnaya tabi tutulmadan görevden el çektirilerek yerine güvenilir, liyakatli ve çağdaş değerlere bağlılığıyla dikkat çeken sivil veya emekli olmuş askerî personel görevlendirilecek.” Polis ve MİT askerin emrine Balyoz Planı’nın polis ve MİT için öngördüğü darbe sonrası düzenleme şöyle: “Milliyetçi - Muhafazakâr Sağ iktidarların Türk Silahlı Kuvvetleri’nin karşısına alternatif silahlı güç olarak tasarlayıp güçlendirdiği polis teşkilatının askere bakışı dikkate alındığında; polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarma kullanılacak, bu nedenle il jandarma komutanlıkları karargâhlarından istifade ile ivedilikle ağır silahlardan arındırıldıktan sonra polisin mutlaka kontrol altına alınması sağlanacak. Potansiyel tehdit teşkil eden unsurların belirlenmesi ve bunların ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması; eldeki arşivin incelenmesi yanında, kim, nerelerde, hangi evlerde barınıyor bunların planlanması; kritik alanların tespiti ve başlangıçtan itibaren kontrol altına alınması doğru ve gerçekçi istihbarat akışını gerekli kıldığından askerden arındırılan Milli İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.) yeniden yapılandırılarak müzahir personel kilit görevlere getirilerek başına muvazzaf bir general atanacak.” Arap ve Kürt zararını telafi Balyoz’un öngördüğü yeniden yapılanmanın son hükmü de, darbe planlayanların “ırkçı” yüzünü tek bir cümlede deşifre etmeye yeterli: “Cumhuriyetin aşındırılan tüm kazanımları tekrar yerleştirilecek, Türkçe ezan dâhil tüm ulusal değerlerimiz hayata geçirilerek Arap ve Kürt unsurların Türk kültürüne verdikleri zararlar telafi edilecektir.” İstanbul’un korkunç dönüşü Orgeneral Çetin Doğan’ın Balyoz Darbe Planı’nın son bölümünde, harekâtın merkezinin Ankara değil, İstanbul olacağı kayda geçiyor. “Emir Komuta” başlıklı bölüm aynen şöyle: “Harekât İstanbul’dan sevk ve idare edilecektir. Sıkıyönetim karargâhları İstanbul Büyükşehir Belediyesi Âfet Koordinasyon Merkezi binası ve anılan binanın imkânlarına sahip diğer kamuya ve/veya sivil sektöre ait binalar kullanılabilecektir. Eylemler ise ilgili bölgelerde kullanılacak Komuta Merkezlerinden sevk ve idare edilecektir.” Kaynak: -http://www.taraf.com.tr/haber/46632.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Gözaltına alınacak gazeteciler listesi Darbecilerin hedefinde demokrat görüşleriyle bilinen 36 gazeteci var Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan tarafından hazırlanan Balyoz darbe planında gazetecilere ilişkin ayrıntılar da yer alıyor. Gazetecileri iki gruba ayıran cunta, tutuklanacak 36 gazetecinin ismini sayarken, 137 gazeteciden de faydalanmayı umuyor. İşte cuntanın tutuklamayı düşündüğü 36 gazeteci: Abdullah Aymaz, Abdullah Yıldız, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Altan, Ahmet Taşgetiren, Akif Emre, Ali Bayramoğlu, Ali İhsan Karahasanoğlu, Cengiz Çandar, Ekrem Dumanlı, Emre Aköz, Etyen Mahçupyan, Fehmi Koru, Gülay Göktürk, Haluk Örgün, Hasan Celal Güzel, Hasan Karakaya, Hidayet Karaca, Hrant Dink, Hüseyin Gülerce, Kazım Güleçyüz, Mehmet Altan, Mehmet Ocaktan, Murat Belge, Mustafa Erdoğan, Mustafa Kaplan, Mustafa Karaalioğlu, Nazlı Ilıcak, Nuh Gönültaş, Perihan Mağden, Sadık Albayrak, Serdar Arseven, Sibel Erarslan, Umur Talu ve Yavuz Bahadıroğlu. 137 gazeteciden faydalanmayı umdular Orgeneral Çetin Doğan’ın başında bulunduğu cuntanın hazırladığı darbe planında 137 gazeteciden “faydalanılması” hedefleniyor. “Harekât Planına Kamuoyu Desteği Sağlanmasında Faydalanılacak Medya Mensupları” başlıklı belgede adı geçen gazetecilerin darbe planından haberdar ya da herhangi bir şekilde TSK ile ilişkili olduğu yönünde hiçbir ifade mevcut değil. Listedeki isimlerin darbe planlayan grubun zihnindeki “muhtemel destekçiler” olduğu anlaşılıyor. Liste aynen şöyle: Abbas Güçlü, Adnan Bulut, Ali Baransel, Ali Can Değer, Ali Kırca, Ali Sirmen, Alper Turgut, Altemur Kılıç, Arslan Bulut, Ayşe Nur Bulut, Ayşe Nur Arslan, Ayşe Özgün, Baki Şehirlioğlu, Behiç Kılıç, Bekir Coşkun, Bülent Özdemir, Can Ataklı, Cem Aydın, Cüneyt Arcayürek, Coşkun Kırca, Emin Çölaşan, Enis Berberoğlu, Erdal Güven, Erdal Şafak, Erdem Arif Sürek, Ergün Ayaz, Erol Manisalı, Erol Mütercimler, Ertuğrul Özkök, Esin Dalay, Faruk Kırtay, Fatih Altaylı, Fatih Çekirge, Fikret Bila, Filiz Güler, Gül Sülün, Güler Kömürcü, Gündüz Aktan, Güneri Civaoğlu, Güngör Mengi, H. İbrahim Büyükfuran, Hakan Aygün, Haluk Şahin, Hasan Pulur, Hasan Ünal, Hayati Arıgan, Hayrullah Mahmud, Hikmet Bila, Hulki Cevizoğlu, İbrahim Yıldız, İclal Aydın, İlhan Selçuk, İlker Sarıer, İsmail Küçükkaya, İsmail Polat, İsrafil K. Kumbasar, Kadri Gürsel, Kemal Yavuz, Kemal Yurteri, Kerim Can Kamal, Levent Gençelli, Leyla Umar, Mehmet Ali Kışlalı, Mehmet Faraç, Mehmet Güler, Mehmet Soysal, Mehmet Şehirli, Mehmet Tezkan, Mehmet Yakup Yılmaz, Melih Aşık, Metehan Demir, Metin Uca, Mine Kırıkkanat, Mine Şenocaklı, Muharrem Sarıkaya, Murat Çelik, Murat Demirel, Murat Yetkin, Mustafa Bağdiken, Mustafa Balbay, Mustafa Mutlu, Mümtaz Soysal, N. Oktay Apaydın, Nail Güreli, Namık Kemal Zeybek, Necati Doğru, Necdet Sevinç, Nejdet Çokan, Nuray Başaran, Nuri Çolakoğlu, Nuri Elibol, Nuri Sefa Erdem, Oktay Ekşi, Olga Ünaydın, Orhan Birgit, Orhan Saat, Özdemir İnce, Rahmi Turan, Rıza Zelyut, Ruhat Mengi, Ruşen Çakır, Sabahattin Önkibar, Saygı Öztürk, Sedat Ergin, Sefer Darıcı, Serdar Akinan, Serhat Alaattinoğlu, Soner Yalçın, Sultan Uçar, Süheyl Batum, Süleyman Arat, Şenol Demirci, Şükran Pakkan, Şükrü Küçükşahin, Taki Doğan, Taşkın Şenol, Tayfun Devecioğlu, Taylan Sorgun, Tufan Türenç, Tuncay Özkan, Ufuk Büyükçelebi, Uğur Cebeci, Uğur Dündar, Uğur Şefkat, Ümit Özdağ, Ümit Zileli, Ünal İnanç, Yalçın Bayer, Yalçın Bel, Yaşar Nuri Öztürk, Yavuz Gökalp Yıldız, Yazgülü Aldoğan, Yılmaz Özdil, Yücel Yener, Zafer Mutlu, Zafer Tokuş, Zekeriya Beyaz ve Zübeyir Kandıra. Kaynak : -http://www.taraf.com.tr/haber/46633.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Doğan’dan önce itiraf sonra inkâr t24’e “Plan ve senaryolar EMASYA gereği hazırlandı” diyen Çetin Doğan, Star TV’de çark etti: TSK’yı sindirmeye çalışıyorlar Balyoz Darbe Planı’nda imzası bulunan 2003 yılının 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, cuntanın kanlı planını sahiplendi. t24.com.tr internet sitesine konuşan emekli Orgeneral Çetin Doğan, söz konusu plan ve senaryoların “Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevinin gereği olarak hazırlandığını” söyledi. Doğan şunları dedi: “Taraf gazetesinde çıkan haberle ilgili düşünce ve görüşlerimi şimdilik özet olarak size aktarayım: Türk Silahlı Kuvvetleri’nde her kademede mevcut planları gözden geçirmek üzere Harp oyunu, Plan Tatbikatı ve seminerler yapılması doğal bir uygulamadır. Ordu Komutanlığı yaptığım 1999-2003 yıllarında (önce Ege Or.K.lığı bilahare 1’inci Or.K.lığı) elbette Ordu Harp Oyunları ve seminerler düzenlenmiş ve bu etkinliklere Ordu Komutanlığı bünyesinde görevli subay ve generaller katıldığı gibi KKK ve Gnkur. Başkanları ve beraberinde getirdikleri general ve subaylar gözlemci olarak katılmışlardır. Rutin bir uygulamaymış Görev nedeniyle bu komutanların katılamadığı etkinliklere mutlaka kendilerini temsilen bir üst rütbeli generalin görevlendirilmesi rutin bir uygulamadır. Harp oyunu ve seminerde işlenecek konular ve senaryoların daha önceden üst komutanlara bildirilmesi esastır. Seminer ve harp oyunlarında birliğin mevcut tehditlere karşı kuvvet yapısı ve planların yeterliliği irdelenir. EMASYA gereği bunu yapıyoruz TSK’nın, nitelikleri Anayasa’da yazılı Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü dış ve iç tehdide karşı koruma ve kollama görevi bulunmaktadır. İç tehdide karşı koruma görevi kapsamında TSK’nın her kademesinde elbette planları vardır. Bununla ilgili olarak Gnkur. Hrk. Başkanlığım döneminde İçişleri Bakanlığı ile protokol da imzalanmıştır. İç tehdit sadece bölücü tehdidi değil, irticai tehdidi de kapsar. Bu kapsamda EMASYA (Emniyet ve Asayiş) planları seminerlerde elbette ele alınmıştır. Silahlı Kuvvetler’in eski bir mensubu olarak daima meşru bir zeminde bulundum. Şahsıma yönelik çirkin bir iftira kampanyasında bulunanların asıl hedeflerinin ben değil TSK olduğunu biliyorum. Halen Ergenekon savcılarını mahkemeye verdim. Dava süreci devam ettiği için bu konuya girmek istemiyorum.” 5-7 MART 2003 İSTANBUL SELİMİYE KIŞLASI Orgeneral Çetin Doğan (1. Ordu Komutanı-Açılış konuşması): Bu plan çalışmasında yalnız şimdiye kadar olan plan çalışmalarının dışında belki de Türkiye’de ilk defa ordu çapında bizim planlarımız içerisinde yer almakla beraber ikinci plana ittiğimiz aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz. İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz. Ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo ….yor aslında gelişmeler bir yönüyle bundan birkaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var. Bu bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak için planları gözden geçirmek ve hatta yoksa planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız. … Şimdi iç tehdit söz konusu olduğu zaman biz doğrudan doğruya EMASYA planlarına el atıyoruz. EMASYA planları il idaresi kanununun öngördüğü tarzda Genelkurmay’dan yapılmıştır. Hasbel kader benim dönemimde EMASYA planları yenileştirilmiştir. … Biliyorsunuz silahlı kuvvetlere yönelik eylemlerde doğrudan doğruya il idaresi kanununa göre valinin kuvvet talebine gerek duyulmadan, bunun altını çiziyorum, yasal bir isteği söz konusu olmadan da her seviyedeki birlik komutanının resen duruma müdahale hakkını iç hizmet kanunu vermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı alenen fesat çıkarma tahkir ve bizim normal askerî ceza kanununda suçlar kapsamına giren konularla ilgili komutan doğrudan doğruya müdahale etme, bu müdahale sonuçlarını bildirme yükümlülüğüne sahiptir ve böyle yasal bir zemin vardır. Evet, şimdi yeni durumu incelemeye başlıyoruz. Olasılığı tehlikeli senaryonun en yüksek tehlikeli senaryonun arzı ve müteakiben durum değerlendirmeyi şey yapacağız. Albay Süha Tanyeri (1. Ordu Kurmay Başkanı): Komutanım, olasılığı en yüksek tehlikeli senaryoyu arz ediyorum. » Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması ve bu durumun Türkiye tarafından kabul edilmemesi nedeniyle oluşan belirsizlik Ege Denizi’nde ve hava sahasında her iki devletin de kendisine ait kabul ettiği alanlarda çatışmalara sebep olmuştur. Bu olaylar sonucunda Yunanistan tarafından bir Türk F16 savaş uçağı ege denizi açıklarında düşürülmüş. Sakız Adası 8 mil açığında deniz kuvvetlerimize ait bir hücüm bota Yunan savaş uçaklarınca taciz atışı açılmıştır. Bu gelişme ile Türk Yunan hududunda gerginlik had safhaya ulaşmıştır. » Bu gelişmeler üzerine Bakanlar Kurulu tarafından Milli Güvenlik Kurulu’nun teklifi üzerine 1. ve 2. Ordu bölgelerini kapsayacak şekilde; 2 Şubat 2003 tarihinden geçerli olmak üzere kısmî seferberlik ilanına karar verilmiştir. » Karar Resmî Gazete’de yayımlanmış ve TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. » Güneydoğu Anadolu’da terör olaylarının artması Kuzey Irak’taki belirsizliğin, yerini Kürt gruplarla gerginliğe bırakması Amerika Birleşik Devletleri’nin harekât öncesi verdiği sözleri tutmaması ve bu konudaki isteksizliği ve Kopenhag zirvesi sonucunda Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi üzerine hükümetin yeni ittifaklar arayışları içine girmesi irticai kesimlerin İslam devleti kurma özlemlerini fiilen harekâta geçirmiştir. Özellikle Kocaeli, Adapazarı ve İstanbul’da rejim aleyhinde gösteriler düzenlenmeye başlanmıştır. » 22 Şubat 2002 tarihinde İzmit’te bir grup ilköğretim okulu müdürü ve öğretmenleri çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında türban ve başörtüsü yasağını protesto etmeye yönelik kanunsuz bir gösteri yapmaya teşebbüs etmiştir. Başlangıçta yürüyüşün önlenmesi için alınan tedbirleri müteakip meydana gelen olaylar giderek büyümüş, emniyet güçlerinin olaylara müdahale etmede gecikmiş olması bazı bölgelerde ise müdahale etmeyerek pasif destek vermesi nedeniyle pek çok işyeri tahrip edilmiş ve iki gün içinde 25 kişi ölmüş, yaklaşık 500 kişi yaralanmıştır. » İstanbul Fatih’te 28 Şubat 2002 tarihinde aşırı dinciler tarafından Atatürkçü düşünceyi savunan dernek binalarına yapılan saldırı sonucunda çıkan çatışmalarda çok sayıda bina ve işyeri tahrip edilmiş, olayların İstanbul genelinde yayılması sonucu 30’un üstünde insan ölmüştür. Kentteki pek çok mağaza ve ev yağmalanmıştır. Can derdine düşen halk orduya ait kışla ve jandarma karakollarına sığınmıştır. » İstanbul’un birçok semtinde sokak çatışmaları hergün vuku bulmaktadır. İstanbul genelinde halk sokağa çıkamaz hale gelmiştir. İşyerleri ve birçok alışveriş merkezine yönelik yağmalama olaylarının artış göstermesi nedeniyle esnaf kepenk kapatmak zorunda kalmış ve birçok zaruri gıda maddesi temininde zorluklar yaşanmaya başlamıştır. » Yetkililer tarafından İzmit ve Adapazarı’nda da gerilimin oldukça yükseldiği dile getirilmiştir. » Bu olaylar üzerine Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiyesiyle sıkıyönetim ilan etmiş. Ve karar Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün TBMM’nin onayına sunulmuştur. Ancak TBMM’de üye yeterli sayısına ulaşılamadığı için sıkıyönetim kararı onaylanmamıştır. » Gelişen bu durumlar üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nca Kuvvet Karargâhı’nda ordu komutanlarının katılımıyla bir değerlendirme toplantısı yapılacağı, muhtemel tedbirler ile iç tehdide yönelik geliştirilecek hareket tarzları gibi konuların da dikkate alınacağı bildirilmiştir. » Kuvvet Karargâhı’nda yapılacak değerlendirme toplantısında sunulacak ordu görüşünü belirlemek maksadıyla mart ayının ilk haftasında ordu karargâhında kolordu ve tugay komutanlıklarının katılımıyla bir toplantı icra edilecektir. Bu toplantıda yukarıda belirtilen ana esaslar çerçevesinde dış ve iç tehdide yönelik alınacak tedbirler, planlarda yapılacak tadilatla ilgili teklifler iç ve dış tehdide müdahalede ihtiyaç duyulacak kuvvet miktarı görüşülecektir. Arz ederim. ÇARE: MİLLİ MUTABAKAT HÜKÜMETİ Orgeneral Çetin Doğan: Tamam, teşekkür ederim. Şimdi bu konunun görüşülmesine geçmeden evvel birkaç şey söylemek istiyorum. Onu hızla geçelim. Şimdi arkadaşlar, bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor. Eee, olasılığı en yüksek tehlikeli bir senaryo olarak öngördüğümüz konuda kısaca burada anlatıldı ayrıntılı olarak. Evet, içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız, arkadaşlarımız bu konuyu işte gündeme getirdiler. Milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliği sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan, ümmet anlayışını öne çıkartan milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz. İnsanların dini inançları farklı farklıdır. Bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına savaşlar vardı. Eski dönemlerde bütün ulusları 7 yıl, 40 yıl, 100 yıl savaşlarına falan soktular ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız ulus-devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde ilk Atatürk’ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkartır. Bunun için de her şeyden önce evet, hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay Başkanı’na Kuvvet Komutanı’na diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın ‘bu işin sonu boktur’ işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek...edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması en önemli birinci... bu tabii, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı hani bugün de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok yanlış da anlamayın. Bizim yaptığımız tekliflerimiz vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem. Neyse ama böyle bir konuda ortaya konacak tavır ve davranış budur. 210 BİN KİŞİ DİRENEBİLİR Albay Yalçın (15. Kolordu Harekât ve Eğitim Şube Müdürü): Sayın Komutanım, takdimi perde sunudan takdim planına göre 25 dakikalık süre içerisinde gizlilik derecesinde arz edeceğim. Ordu geri bölgesindeki İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir ve Bilecik illerinde toplam 16 milyondur. Ordu geri bölgesinde irticai yıkıcı ve bölücü faaliyetler açısından en riskli olan İstanbul’da aşırı sağ, bölücü ve aşırı sol terör örgütleri ve gruplarının toplam 180 ila 210 bin arasında bir kitleyi amaçları doğrultusunda etkileyebileceği, yağma, gösteri, yürüyüş gibi toplumsal olaylarda kullanabileceği, bu örgütlerin sayıları tam olarak tesbit edilemeyen militanlarıyla sabotaj ve bombalama, suikast gibi silahlı eylemlerde bulunabileceği değerlendirilmektedir. » Kritik bölgeler ve mukavemet etmesi beklenen kişiler kontrol altına alınacak her türlü mukavemet kesin bir kararlılıkla kırılacaktır. » Planın istihbarat amaçları içinde yer alan, kuruluş amaçları dışında çalışan veya faaliyetlere devam etmesinde sakınca görülen dernek, sendika ve meslek kuruluşlarıyla bunların yan örgütlerinin faaliyetleri üst komutanlık emirleri doğrultusunda durdurulacaktır. » Geçmişte irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlere katıldığı tesbit edilen şahıslar gözaltına alınacaktır. » İrticai yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklediği bilinen sıkıyönetim bildirilerine uymayan çeşitli yolsuzluklara adı karışmış kamu personeli yerine güvenilir, liyakatli, sivil veya emekli olmuş personel görevlendirilecektir. » Valilik, belediye başkanlığı, televizyon stüdyosu radyo evleri gibi binaların emniyeti sağlanacak, giriş ve çıkışlar kontrol altına alınacaktır. Planın istihbarat ekinde belirtilen irtiai, yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklediği bilinen yayın organlarının yayını ve dağıtımı durdurulacaktır. BİZE 12 EYLÜL LAZIM Korgeneral Ergin Saygun (3. Kolordu Komutanı): Komutanım, ben evvela müsaade ederseniz şu konuyu vurgulamak istiyorum. Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey. Rejimin devamı ile ilgili bir şeydir. Bu bakımdan diğer kuvvetlere mensup bölgemizdeki kurum ve kuruluşların da bu yaklaşım içinde olması ve bu yapılacak bütün planlamada yer alması, bilfiil görev alması gerekir. (İsmi belli değil): Şimdi bu ülkede gerçek vatanseverler ne yapacak yani şimdi onların karşısında bir kitle de yani onlar nasıl silahlanmışsa buna karşı bundan evvelki olduğu gibi onlara karşı bir harekât icra edilince yeni bir oluşum ortaya çıkacak yani. Buna silahlı kuvvetler müdahale mi edecek yoksa teşvik mi edecek yani bu oluşum içinde ülkenin yüzde oy potansiyeline baktığımızda ortaya çıkan irticai tablonun karşısında da %80’e yakın bir rakam var. Yani bunların da örgütlenmesi halinde, organize olması halinde, irticai unsurlara karşı yapılabilecek karşı bir harekâtın da olabileceğini gözardı etmemek lazım. 1. Tugay komutanımızın söylediği konu aslında 12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüş her gün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke sütliman haline geldi. E şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin bana göre yapılacak en kolay harekât tarzı bir 12 Eylül gibi harekâtın baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkân sağlar diye düşünüyorum. Burada tabii, burada söylemek istemedik ama sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da dikkate alın… İDRİS GÜLLÜCE’NİN YERİNE... Tuğgeneral Varol (2. Zırhlı Tugay Komutanı): Tugayın sorumluluk bölgesi Maltepe, Kartal Pendik Tuzla ve Sultanbeyli ilçelerini kapsamaktadır. Tuzla Belediye Başkanı İdris Güllüce ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Yahya Karakaya yerine tesbit edilen personelle değiştirilecek . FENERBAHÇE STADYUMU TOPLAMA YERİ Albay Memiş (23. Motorlu Piyade Alay Komutanı): Komutanım, harekâtın 3. safhasında geçmişte irticai yıkıcı bölücü faaliyetlere karıştıkları tesbit edilen şahıslar gözaltına alınacaktır. Gözaltına alınan ve tutuklananlar başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek Spor Tesisleri’nde Ümraniye’de NETAŞ misafirhanesinde, Kadıköy’de Fenerbahçe Stadyumu’nda toplanacak, bilahare sorgulanmak üzere Ümraniye Cezaevi’ne götürülecek jandarma ve polis sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır. HALKA KARŞI ACIMASIZ OLMALIYIZ Gafur Paşa (Soyismi ve rütbesi belirtilmemiş): Komutanım, seçimlerden sonra gazetelerde şöyle bir haber geçti kırıntı gibi bilmiyorum. Arkadaşlardan da okuyan var mı ben okudum Tayyib’i tebriğe gidenlerin arasında çok sayıda emniyet mensubunun olduğu. Komutanım, valiler toplantısında kararnameden sonra İçişleri Bakanlığı’ndaki toplantıyı biz basına yansıyan kadarıyla namaz kılma olayları bu kadrolaşma Abdülkadir Aksu’nun bilinen şeyler zaten. Metin Yavuz Yalçın (52. Zırhlı Tümen Komutanı): Ben 2. ve 5. Kolordu Komutanlığı’ndan yeterli emniyet tedbirlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm. Onun dışındakilerin tamamını buraya getiririm. İstanbul’un üzerine çökerim. Ve belediye başkanıymış, yok ondan sonra savcıymış, hâkimmiş, kaymakammış, bu konuya olumsuz bakan tablolarda yer alan insanları gerekirse belediye başkanlıkları komutanları o görev de uhdesinde olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı ve biraz evvel ifade ettiği gibi. Ben tabii komutan arkadaşıma katılıyorum ama bir yerde de hani karşımıza halkı almak meselesi ayrı, bunlar kararlarını vermişlerdir. Bu ülkeyi bölecek parçalayacaklardır ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine taşıyacaktır. Böyle kararlı olan bir halka karşı da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir. HALK DENİZDİR BİZ BALIK Çetin Doğan (Kapanış Konuşması): İçeride yapacağımız güvenlik harekâtının klasik bir EMASYA harekâtı olmayacağını bütün arkadaşlarım burada yaptıkları takdimlerle ortaya koydular. Klasik EMASYA anlayışından mutlaka çıkılacak ama bunun anlamı halka gereksiz yere kuvvet kullanma, o halkın yaşantısını daha da bozma gibi olmayacak. Halkı kendi etrafımızda toparlayarak, daha evvel söylediğim gibi sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteleri Türk Silahlı Kuvvetleri’yle bütünleştirerek bunun üstesinden gelmek zorundayız. Mao’nun dediği gibi halk denizdir, biz balığız demiştir komünist rejimini yerleştirmek için. Biz ama laik demokratik Cumhuriyet’in sahipleri ve bekçileri aynı düşünceyi halkın deniz olduğunu laik demokratik Cumhuriyet’in bekçilerinin de balık olduğunu ve bu deniz içerisinde, bu su içerisinde yaşama koşulunun halkımızın desteğine mutlaka sahip olmamız gerektiğini de asla unutamayacağız. Ve şu anda halkımızın desteği çok yüksektir ve bu desteği yıpratacak adımlar atılmasına, içimizden başka türlü sesler çıkmasına mani olacağız. Onun için de bölgedeki sıkıyönetim planlamalarını yeni baştan daha radikal tertip ve tedbirlerle ama yeterli gücü bölgede bulundurarak... Kaynak: -http://www.taraf.com.tr/haber/46634.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Yeşil’in oğluna yakalama kararı 21 Ocak 2010 Perşembe, 00:30 POLİTİKA Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın oğlu Murat Yıldırım ’Örgüt kurmak, adam yaralamaya azmettirmek, gaspa azmettirmek’’ iddiasıyla yargılandığı İstanbul 11. Ağır Ceza’da 29 yıl hapse çarptırıldı. Davanın 9 sanığına ise 2 ile 16 yıl arasında değişen hapis verildi. Mahkeme Yıldırım, Ekrem E, Resul K, Kerem A’ya da yakalama kararı çıkarttı. Kaynak : -http://www.stargazete.com/politika/yesil-in-ogluna-yakalama-karari-haber-239440.htm-
-
Genelkurmay'dan Balyoz açıklaması Genelkurmay Başkanlığı dün gündeme gelen Balyoz Darbe Planı iddiaları üzerine bir açıklama yaptı. 5 maddeden oluışan açıklamada şöyle denildi: 1. 1’inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Seminerine ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır. 2. Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında bulunmaktadır. 3. Plan Seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekat Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır. Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır. 1’inci Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bu Plan Seminerinde, Ordu Geri Bölge Emniyeti ve savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi halinde de uygulanan sıkıyönetim konuları üzerinde de durulmuştur. 4. Bu Plan Seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir. 5. Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur. Kaynak: -http://www.stargazete.com/politika/genelkurmay-dan-balyoz-aciklamasi-haber-239558.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Balyoz Darbe Planı'na suç duyurusu Sanatçı Lale Mansur'un da aralarında bulunduğu 13 kişi, ''Balyoz Güvenlik Harekat Planı'' hazırladıkları öne sürülen kişiler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine gelen grup, suç duyurusu dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına sundu. Balyoz harekat planına soruşturma Adliye çıkışında grup adına bir açıklama yapan Lale Mansur, ''Darbelere karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu'' olarak suç duyurusunda bulunduklarını belirterek, dilekçeyi İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'ya sunduklarını söyledi. Adliyede güzel bir şekilde karşılandıklarını ve dilekçelerinin işleme konulduğunu ifade eden Mansur, 23 Ocakta ''Kozmik sırlar açıklansın suçlular yargılansın'' diye Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yapmayı planladıklarını ve bu yürüyüşe şimdi ''Balyoz Güvenlik Harekat Planı''nı da eklediklerini kaydetti. Suç duyurusu dilekçesinde, emekli Oramiral Özden Örnek, emekli Orgeneraller İbrahim Fırtına, Çetin Doğan ve Ergin Saygun hakkında TCK'nın ilgili maddeleri uyarınca dava açılması istendi. -TARAF GAZETESİ MUHABİRİ ADLİYEDE- Bu arada, Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu da adliyeye gelerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı ile görüştü. Çıkışta basın mensuplarına açıklama yapan Baransu, bugün yapılan suç duyurusundan sonra Çolakkadı ile görüştüğünü belirterek, ''Balyoz Güvenlik Harekat Planı''na ilişkin ellerindeki belgelerin istendiğini söyledi. Baransu, resmi yazıyla istenmesine gerek olmadığını belirterek, bu belgeleri en yakın zamanda ilgili savcılığa ulaştıracaklarını bildirdi. kAYNAK . -http://www.stargazete.com/guncel/balyoz-darbe-plani-na-suc-duyurusu-haber-239572.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
KENDIMIZDEN IYI OLAMYAN ÖRNEK DAVRANISLAR
dominik şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Türkler tenis maçına giderse Avustralya Açık Tenis Turnuvası'nın 2. turunda Türkiye'yi temsil eden Marsel İlhan'ı destekleyen 100'ü aşkın fanatik Türk, kendilerini statta sanıp tenis kortunu birbirine kattı Polis, şarkılar söyleyip Şili tribününe meşale atan 35 fanatiği korttan çıkardı. Maçı naklen veren Eurosport, görsel zevki korumak için yayını yarıda kesti Şiddete yatkın seyirci kültürümüzü, tarihte ilk kez ikinci turunda yer aldığımız Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nda da bütün dünyaya sergiledik.. Sırp, Hırvat veya Güney Kıbrıslı göçmenlerin çıkardığı olaylar dışında en ufak bir taşkınlığın yaşanmadığı, tenisin en prestijli 4 turnuvasından biri olan Avustralya Açık’a dün Türkler damga vurdu.. Büyük bir başarıya imza atarak bu Grand Slam’de ilk kez ikinci tura yükselen tenisçimiz Marsel İlhan’ın, dünya 11.’si Şilili Fernando Gonzalez ile yaptığı maça 100’ü aşkın Türk izleyici geldi.. Böyle rezil olduk Ve Melbourne’ün 3 numaralı kortundaki mücadele, ’sessizliğin’ bir kültür haline geldiği bir tenis maçından çıkıp futboldan sahneleri barındırmaya başladı.. Örneğin tenis geleneğinde rakibin hatalı vuruşları seyirciler tarafından alkışlanmaz.. Oysa bizim fanatikler Gonzalez’in her hatalı hareketinde gol sevinci yaşadılar.. Set puanları arasında Marsel’i coşkulu bir biçimde destekledikleri için hakem tarafından sessiz olmaları konusunda 10’u aşkın defa uyarıldılar.. Ancak bu coşkuya rağmen Marsel ilk seti kaybetti.. ‘LAY LAY LAY’ YETMEDİ! İkinci sette fanatikler iyice zıvanadan çıktı.. Kendilerini futbol maçında sanarak meşale yaktılar, bununla da yetinmeyip Şilililer’in bulunduğu tribünlere fırlattılar.. Şilili tenisseverler duman içinde kalırken, olaya müdahale eden Melbourne polisi Türk tenisseverlerin 35 tanesini kort dışına çıkardı.. Yayıncı kuruluş Eurosport maçın ilk bölümünü canlı verirken, olaylar başladığı andan itibaren tenisin görsel zevkini korumak adına yayını yarıda kesip başka bir maçı yayınlamayı tercih etti. Sonuçta Türkiye’yi dünyaya tanıtma fırsatını bulduğumuz bir organizasyonda sportif açıdan Marsel sayesinde iyi bir sınav verdik.. Ama seyirci açısından sınıfta kaldık.. ‘Gerçekten garip’ İŞTE Marsel’in maçını Eurosport ‘ta anlatan David Mercer’dan inciler: * “Hayatımda çok tenis maçı anlattım ama bu izlediğim gerçekten garip bir şey.” * “Her puanda bağırıyorlar. Marsel sanki final maçında maç puanı kullanıyor.” * “Bütün maç böyle devam edemezler, eğer maç 5 sete giderse ses telleri ne olacak?” * “Eğer ekranınızı yeni açıyorsanız, TV’nizde bir arıza yok, bu ses gerçekten bu kadar yüksek.” (Vatan) Kaynak: -http://www.milliyet.com.tr/turkler-tenis-macina-giderse/turkiye/sondakika/21.01.2010/1188872/default.htm?ver=57- -
Mahkeme karaini aciklarken, esir düsen askerlerin sonuna kadar carpismalari gerektigini söylüyor, yani ölene kadar savasmalari gerektigini, teslim olmanin TSK'nde suc oldugu anlamina geliyor. Tabii nasilolsa kendi evlatlari degil, ölseler ne olacakki!! Ayni zihniyet 33 erin korumasizca yola cikartan komutan ve Aktütün'den sorumlu komutanlar icin sorusturma dahi yapmazken, halkin evlatlarindan sadece ölmeleri isteniyor ve teslim olmalarini suc olarak belirleyip birde ceza veriyorlar. Seffah devlet ve TSK böyledir. "NiYE OLMEDiNiZ? Van Askeri mahkemesi, Dağlıca Taburu’na yapılan baskında PKK tarafından esir alınan askerlerle ilgili kararını verdi. Mahkeme kararının gerekçesi tüyler ürpertici. Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Dağlıca Tabur Komutanlığı’na 21 Ekim 2007’de yapılan baskınla ilgili davanın gerekçeli kararı açıklandı. Kararını açıklayan askeri mahkeme, dönemin Adalet Bakanı ve şu an Meclis Başkanı olan Mehmet Ali Şahin’in, 8 askerin PKK’liler tarafından alıkonulmasına dair sözlerini hatırlattı. MAHKEMENİN İLGİNÇ GEREKÇESİ PKK’lilerin teslim aldığı 8 asker hakkındaki davada Er Ramazan Yüce’yi ‘askerleri emre itaatsizliğe teşvik’ suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptıran Van Askeri Mahkemesi, ilginç değerlendirmelerde bulundu. Askerlerin, şartlar ne olursa olsun şahsi tehlike korkusunu yenerek sonuna kadar mücadele etmesi gerektiğini savunan mahkeme, “şehit düşenleri örnek gösterdi”. İnsani duygular bahane edilerek olaya yaklaşılması durumunda askerlik mesleğinin yapılamayacağı belirtilen gerekçeli kararda, “Yakın tarihimizde daha da olumsuz şartlara rağmen atalarımızın, hayatlarını feda ederek bu vatanı bizlere emanet etmiş olduklarını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Üs bölgesinde görevli olan 12 personel, şehit olmasına ve 17 personel, yaralanmasına rağmen canları pahasına çatışmaya devam etmiş, silahlarını bırakarak teslim olmamışlardır” denildi. ASKERİ HELİKOPTER GEÇ GELDİ İDDİASI Mahkemenin kararında, taburun üst bölgesindeki asker sayısının az olduğu belirtildi. Ardından da şu değerlendirmede bulunuldu: “Ani başlayan saldırı ile askerlerin hazırlıksız olduğu, irtibat kopukluğu, sevk ve idarede yaşanan olumsuzluklar nedeniyle etkin mücadele yapamadıkları ne yazık ki bir gerçektir.” Gerekçeli kararda, askeri helikopterlerin olay yerine geç intikal etmesiyle ilgili iddialar da yer aldı. Mahkemenin konuyla ilgili olarak Yüksekova’daki tugay komutanlığına sorduğu sorulara Yarbay Onur Dirik cevap verdi. Dirik’in konuyla ilgili ifadesi şöyle: “Olaydan 20 dakika sonra helikopter desteği istendi. Mevcut imkanlar dahilinde havalanan helikopterler, hava ağarmadan saat 03.30’da olay yerine müdahale edebilmiştir. Tehdit değerlendirmesi, güzergah planlaması, uçuş emniyeti tedbirlerinin gözden geçirilmesi gibi nedenlerle bu süre normaldir.” Dağlıca saldırısında 12 asker öldürülmüştü, 8 asker PKK’liler tarafından kaçırılarak Kuzey Irak’taki kamplara götürülmüştü. Olaydan 14 gün sonra serbest bırakılan askerler hakkında dava açılmıştı. (VAN) ŞAHİN, FAZLA SEVİNÇ DUYMAMIŞTI! 8 askerin PKK’liler tarafından ele geçirilmesine ilişkin dönemin Adalet Bakanı ve şu an Meclis Başkanı olan AKP’li Mehmet Ali Şahin, konuyla sözleri tepkiyle karşılanmıştı. Şahin’in şunları söylemişti;“TSK mensuplarının herhangi birinin veya bir bölümünün bölücü terör örgütünün eline geçmiş olmasından büyük üzüntü duyduğumu T.C. vatandaşı olarak belirtmeliyim. TSK’nın hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum.” " Kaynak: -http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=64098-
-
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Dogru 13 milyon Istanbul'lunun en az 11 milyonu Kürt. Neyi degistirir bu söylmeler? Yeri gelince Türkiye'de toplam Kürt saysi 5 Milyonu gecmez diyenler arasinda da sen varsin. Demekki Türkiye'nin diger kesimlerinde bir tane dahi Kürt kalmadi. Demekki DTP'ye dogu ve güneydoguda oy verenlerin tümü Türktü. Nedir bu celiskililer böyle? -
Siz nasil sucsuz olduklarina mahkeme karar vermeden kanaat getiriyorsaniz bende aynen ayni sekilde suclu olabileceklerine kanaat getiriyorum. Önce kendi söylemlerinizi sorgulayin. Siz sanki kanitlanmis gibi onlar sucsuzda terörüstlerle ayni kefeye konduklarini gururlarina yediremedikleri icin ölümü sectiler diyorsunuz. Nereden bu kadar emin olabiliyorsunuz? Siz onlarla eylem ortagimiydiniz? siz onlarla berabermi yasiyordunuz veya calisiyordunuz? Gurur falan hepsi hikaye. Sucu olmayan adalete güvenir ve sonucu bekler. siz degilmisiniz devlet istihbarete göre hareket eder diyen? O halde bu askeriye elemanlari icinde belki istihbaret sonucu belirli suclamalar olabilir. Sizin mantiginiza göre aslinda onlar derhal suclu. Hatirlayin bir cok sivil vatandasin istihbaret sonucu yargilanmadan evlerinden, ofislerinden alindiktan sonra öldürülüp atildigi veya gömüldügü olaylara dogru yapildi diyordunuz. Ehhh madem istihbaretler devamli dogrulari tesbit ediyorsa sizde bu kenidlerini öldürenler icin "sucsuzdu" demeye hakkiniz yok. Yok öyle isimize gelince yargisiz infaza hak verecegiz gelmeyince hukuk arayacagiz.
-
Kaynak: -http://www.taraf.com.tr/haber/46614.htm-
- 102 cevap
-
- Darbenin adı Balyoz
- Darbe
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
AĞCA’YA PASAPORTU BEN VERDİM 2000 yılında Ağca Türkiye’ye geri döndüğünde onu avukatı olarak karşılayan Doğan Yıldırım, Ağca’nın Bulgaristan’a kaçarken pasaportunu kendisinin temin ettiğini açıkladı. 2000 yılından 2006 yılına kadar Ağca’nın avukatlığını üstlenen Doğan Yıldırım, savunma görevini Amerikalıların tehdidi üzerine bıraktığını iddia etti. »Siz 15 sene Mehmet Ali Ağca’nın avukatlığını yaptınız. Ve onunla bu konu hakkında birebir konuşma durumunuz oldu. Kendisi de 1983 yılında İtalya’da savcılara verdiği ifadelerde İpekçi cinayetinin Abuzer Uğurlu’nun talimatı üzerine Oral Çelik, Yalçın Özbey ve o dönem cinayet günü beyaz Renault’yu kullanan Yavuz Çaylan ile beraber Milliyet’in satışı yüzünden işlendiğini söylüyor. Bu konuda ne diyeceksiniz? Türkiye’de böyle büyük bir gazetenin İpekçi gibi aklı serin genel yayın müdürünü öldürmeye ne Abuzer Uğurlu’nun, ne Kemal Derinkök’ün, ne de başka herhangi bir mafya grubunun gücü yetmez. Bunu da zaten tek başına yapamazlar. Şimdi dünyadaki milletler arası güç odakları suikastlarda bu tür grupların içersinden tetikçi seçerek uygulatıyorlar bu dünyanın her tarafında böyledir Amerika’da da böyle Türkiye’de de. »İpekçi cinayetinin arkasında devlet parmağının mı olduğu söylüyorsunuz? Şöyle belirteyim: Türkiye Devletinin batıdan habersiz milletlerarası bir operasyon yapma bağımsızlığı olmadığı gibi gücü de yok. Yani Türkiye’de ne oluyorsa Amerika’nın, NATO’nun haberi var. Ben de aslında asker kökenliyim ve bunun böyle olduğunu çok iyi biliyoruz aldığımız eğitimlerden. Dolayısıyla kamuoyunun bildiği gibi ya da yansıtıldığı gibi bağımsız bir takım mafya gruplarının işi değil bu. »Ağca çoğu kez tetiği çekmediğini söylüyor. Bu cinayet organizasyonunda kendisine bilgi toplama görevi verildiğini savunuyor. Sizce bu inandırıcı mı? Ben de aynı kanaatteyim. Türkiye’de bu şekilde ülkeyi sarsan olaylar hep yüzde 80 gizli kaldı. Yani gerçeğin üzeri örtüldü. Zaman zaman da bu gerçek değiştirildi. »Peki, Ağca’nın kaçırılacağı biliniyordu değil mi? Evet »Ve buna askeriye tarafından göz yumuldu değil mi? Bakın size bir şey anlatacağım. Ağca kaçtığı zaman iki üç gün gizlendi. Cezaevinde sayım veriyoruz 1,2,3,4 diye, sonra komutana ben Ağca’nın kaçtığını söylediğimde bana inanmadı. Bunun üzerine ordu komutanlığına bildirildi Ağca’nın kaçtığı ve sonradan askeri savcılar Maltepe Cezaevine geldi. Bizim adamı öldürmüş olmamız ihtimaline karşı, “Siz bunu öldürdünüz, çok şey biliyordu, gömdünüz’ diyerek nerede taze toprak varsa orayı kazmaya başladılar. Bütün ülkücü mahkumları ellerini boyunlarında kelepçeleyerek sıraya dizdiler ve koğuşları tek tek aradılar. Top oynadığımız yerde toprağı kazdılar, baktılar, en son dedim ki “Aramayın ayıptır” hâlâ adamlar kazıyor. Sonradan zaten Ağca mektup yazarak kaçtığını belirtti. »Siz kaçtığı zaman yanında mıydınız? Evet yanımdan kaçtı bulunduğumuz koğuştan. »Asker kaçırmadı, peki kim kaçırdı? Şimdi biliyorsunuz ki ben avukatım ve burada belgem olmadan ne MİT’in, ne Amerika’nın ya da başka bir kurumun kaçırdığını söyleyemem. Ama size şunu söylüyorum: Bu adamın içinde bulunduğu bu olay çok çabuk örtülmek istendi. Hemen asılsın, iş bitsin diye apar topar yargılandı, apar topar sorgudan geçti. Ve bu adamın asılmasını herkes istedi, bana göre ölseydi gerçek tamamen örtülmüş olacaktı. Şimdi yabancı bir parmak ile işbirliği içinde olan iç odaklar aranacaksa burada aranması gerekiyor. Yoksa Ağca vurdu ya da yanında iki kişi daha vardı. Papa’yı vurmadan önce de ona suikast düzenleyeceğini bildirmişti, çünkü Papa o dönem Türkiye’ye gelecekti. 1979 sonunda Ağca dedi ki: “Gelmesin, ben Papa’yı vurmak için kaçtım” diye iki, üç satırlık bir mektup gönderdi. Papa vurulmadan tam iki sene önce adam Papa’yı vuracağını söylemişti. Ondan sonra yurtdışına gitti, orada ne gibi bağlantılar içinde bulunduğunu bilemem. Arada da Bulgarların kendisini yönlendirdiğini söyledi. »Bulgarlar Ağca’ya niye yönlendirme yapsınlar? Yok Bulgaristan’na git diyen bendim zaten Ağca’ya o dönem. Evet ben Maltepe cezaevinden çıktıktan sonra daha avukatlık yapmazken gümrükte çalışıyordum. O dönem Ağca yanıma geldi ve Avrupa’ya gitmek istiyordu ben de Avrupa’nın onu iade edeceğini söyleyerek Bulgaristan’a yönlendirdim. Pasaportu da ben temin ettim gitmesi için. Oraya gittikten sonra eğer Bulgaristan istihbaratıyla bağlantı kurduyla o meçhul onu zaten Ağca biliyor ve açıklayacak çünkü hatıralarını yazacağını söylüyor. »İtalya’da alınan ifadesinde savcılar Ağca’ya ‘İpekçi cinayetiyle ilgili olarak devlet kuruluşları ve özellikle MİT’le ilişkiniz oldu mu’ diye bir soru soruduğunda Ağca, ‘Bu soruya cevap veremem’ diyor. Sizce bu cevapla Ağca MİT’le olan ilişkisini kabul etmiş mi oluyor? Evet o cevap’tan bu sonuç çıkıyor. Bu soruyu bana sormayın demek yüzde 90 MİT’in adamıyım demek yüzde 1 sormayın diyor kapalı bırakıyor. Bunu herkes anlıyor zaten ama acaba MİT elemanımıydı dedikleri doğru muydu bizde onu tartışıyoruz. ZEYNEP KURAY Kaynak: -http://www.birgun.net/actuel_index.php?news_code=1263988336&year=2010&month=01&day=20-
-
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
dominik şurada cevap verdi: dominik başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Kavramların içi doldurulduğunda , daha doğru sonuçlara ulaşmak mümkün olduğundan , polemiğe de gerek kalmaz. Asagida Türk Solu dergisinden alintiladigim saydiklarinizdan hangisine ait acaba? Yoksa alintida söylenenler en gelismis bir demokrasi ve insanlik iceren bir elestiri mi? -
Hic kimse terörüst ile ayni kefeye konulmuyor. Ama teröre karsi savasti diye de ehr türlü kanun disi isler yapacak ve bunada kimse bir sey demeyecek diye bir ayricalikta olamaz. Her asker veya kumandanda görevi icabi teröre karsi mücadele etti diye onlarin hayatta kanun disi islere karismayacagini garantilamez. Her vatandas kanun karsisinda aynidir ve hic kimse kendisine her hangi bir mücadeleden dolayida ayricalik yapilmasii bekleyemez. Kendisini intihar sonucu öldürenler kanunsuz is yatiklarindan dolayi sorusturuluyorlardi, bunun neresi dogal degil anlasilir degil. Eger sucsuz iseler zaten kanun karsisinda aklanacaklardi. Korktuklarina ve kendi canlarina kiydiklarina göre suclamalar bosuna degildi ve büyük bir ihtimalle de suc ortaklarindan artik destek tükenmistiki bu yola basvurmak zorunda kaldilar. Ates olmayan yerden duman cikmaz derler. Kanun karsisinda herkes birdir, bunu böyle bilelim.
-
Anlamak isteemyene zorla anlatacak halimizde yok. Magazin yerine, Agca'nin yattigi otelin parasindan bahsetmek yerine onun egrcek kimligini ve yaptiklarini halka duyurmaktir ve aydinlanmamis cinayeti sorgulamaktir. Demekki HABER TÜRK'te dogru olani yapiyor. Tebrik etmek gerek buradan. Agca'yi herkes taniyormus, siz öyle bilin. Agca belirli bir kesime hala vatanperver, gercek milliyetci, dürüst bir Türk ecladi olarak tanitiliyor. ne biliyormus bahsettigin halk Agca hakkinda? O kadar emin konusmayalim. Ön yargilarimizla belirli gazetelere karsi antipatimizden gereksiz yorumlarada hic gerek yok.