dominik tarafından postalanan herşey
-
CENAZEDE BAYRAK ISYANI
Bu güne kadar hangi sorusturmalar sonuclanmis ve suclularin akibeti ne olmus acaba? TSK demokrasi karsiti oldugu icin karsiyim. Demokrasi karsiti oldugunuda zaten 1960 lardan beri sayiz örnekleriyle ortada. Türkiye'nin günümüze gelis nedenlerinin en büyügü gene TSK olmustur. Türkiye'ye mecburi din derslerini kim getirdi? Dinci nesilleri kim yetistirdi? ..........?????
-
Hrant Dink günü..
Hirant Dink Türk düsmani oldu icin degil bilhassa Türk ve Ermeni dostlugunu kurmak istedigi icin ülkemizdeki baris karsitlari, dikta yönetimi arzulayan karanlik gücler tarafindan hedef gösterilerek ülkede kaos ortami yaratarak askeri dikta rejim heveslileri tarafindan öldürtüldü. Öldüren katil belli, aynen Abdi Ipekci olayinda oldugu gibi, katil belli ama katilin arkasindaki karanlik güc ortaya cikartilmak istenmiyor. Ugur Mumcu'nun ölümünden 15 yila yakin bir zaman gecmesine ragmen olayin arkasindaki karanlik güc gün isigina ckartilmiyor, Hirant Dink olayida aynen Ugur Mumcu'nun ve Abdi Ipekci'ninkisi gibi bizlerden saklanacak. Bu Türkiye'de hala demokrasi karsiti derin güclerin atif oldugunun güzel bir göstergesidir. Aksi taktirde Abdi Ipekci olayi olsun, Ugur Mumcu olayi olsun Hirant Dink olayi olsun arka pilandaki karanlik gücler herkes tarafindan bilinmesine ve tahmin edilmesine ragmen devlet gücleri tarafindan korunuyorlar. Bir cok belgeler yetkili kurumlar tarafindan ya yok ediliyor yada mahkemeye verilmiyor. Gercekler malesef bundan ibaret.
-
REKTÖRDEN AILEYE MEKTUP "OGLUNZ ÜLKEYI BÖLÜYOR"
Hatirlayalim, ne demisti 12 Eylül cuntasininsefi, yani Atatürk'ün izinde oldugunu iddaa eden TSK kurumunun genel kurmayi, Kenan Evren? Ükesine ve dinine bagli nesiller yetistirecegiz demisti, sol görüsü vatanhainligi olarak tanimlmisti. Ve hatta bir dönemler sol görüslü gencleri yakalamadan öldürüyorlardi, gerekcesinide gene Evren söyle acikliyordu; "Öldürmeyelimde besleyelimmi?" Aradan30 yili gecti ve 12 Eylül cuntasinin ektiklerini yavas yavas bicmeye basladik. Kimileri profesör oldu, kimileri dekan, tarihci, ..... oldular ve tümüde aynen cunta sefinin istedigi nesiller olarak karsimiza ciktilar. Gaziantep üniversitesi rektörlügü ailelere "oglunuz ülkeyi bölüyor" tipinden mektuplar yolluyor, bahis konusu ögrencilerde sol görüslü partilere üye veya sempatizan. Türkiye'de solcu olmak, demokrat ve devrimci olmak 12 Eylül sayesinde esittir vatanhainligi ve dinci, irkci ve fasist olmak ise vatanperverlikle es deger oldu. "'Oğlunuz ülkeyi bölüyor. İmza: Bir rektör!' Gaziantep Üniversitesi'nde hizmete giren Amerikan Bilgi Bürosu'nun açılışını bazı öğrenciler protesto etmişti. 19/01/2010 08:03 Üniversitelerde, bildiri dağıtıp eylemler yapan öğrenciler artık sadece soruşturulmakla kalmıyor, bir de ailelerine şikâyet ediliyor. UMAY AKTAŞ SALMAN İSTANBUL - Bunun son örneği Gaziantep Üniversitesi’nde (GAÜN) yaşandı. Rektörlük ailelere yolladığı mektupta “Ailenizin çocuğunuzla yasadışı eylemlere katılmaması bakımından görüşmesinin yararlı olduğu düşünülmektedir” dedi. Uygulamayı savunan yönetimin gerekçesi ilginç: “Amacımız öğrencileri rehabilite etmek.” GAÜN Rektörü Prof. Dr. Yavuz Coşkun, üniversitede bildiri dağıtan ve basın açıklamalara katılan 25 öğrencinin ailelerine mektup yollayarak, çocuklarının yasadışı eylemlere katıldığını öne sürdü. Çoşkun, ailelere şöyle seslendi: “Huzur ve güvenli eğitimin sürekli kılınması için hoşgörülü ve anlayışlı yaklaşımımıza rağmen, üniversitemiz ... Fakültesi ... Bölümü öğrencisi ...’nın kampüs içerisinde yasadışı bildiri dağıtma, yürüyüş, toplantı gibi eylemlere katıldığı tespit edilmiştir. Adı geçen öğrencinin olumsuz sonuçlarla karşılaşmaması bakımından üniversitemizce gereken tedbirler alınmış ise de bu konuda ailenizin de çocuğunuzla yasadışı eylemlere katılmaması bakımından görüşmesinin yararlı olduğu düşünülmektedir. Rektörlüğümüz ile işbirliği içerisinde güvenli eğitime yapacağınız katkılardan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım.” Ailesine mektup yollanan Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi öğrencilerden İbrahim Şahinler birkaç hafta içinde evine iki mektup gittiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Üniversitede Amerikan Bilgi Bürosu açıldı. ABD Büyükelçiliği Başmüsteşarı da katıldı. Biz de protesto edip slogan attık. Yasadışı faaliyetlerde bulunmakla suçlanıyoruz” diye konuşuyor. Ahmet Nalbantoğlu ise “Annem çok korktu. Yasadışı bir şey yapmadığımızı anlattım” diyor. Üniversite yönetimi, bu yöntemi üç aydır uyguladığını söylüyor ve işe yarayacağı görüşünde. “Peki, özgürlükler?” sorusuna Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Abdurrahman Kadayıfçı ilginç bir cevap veriyor: “Birinci hedefimiz bu öğrencileri eğitime kazandırmak ve rehabilite etmek. Emniyetle işbirliği içindeyiz elimizde bazı ipuçları var. Her ay emniyetten terör uzmanlarıyla, sosyal dairelerden arkadaşlarla ortaklaşa toplantı yapıp karar veriyoruz.” Solcu öğrencinin ailesine mektup yağdı! Gaziantep Üniversitesi’nin öğrencilerin ailelerine yazdığı mektup uygulamasının benzerleri başka üniversitelerde de yapıldı. Kimi mektuplar bizzat rektör imzasıyla, kimi de iddiaya göre emniyet tarafından gönderiliyor. Örneğin Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin fotoğrafları imzasız mektupla ailelerine gönderildi. Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü de ailelere mektupla çocuklarının eylemlere katıldığını yazmıştı. Ankara Üniversitesi daha ileri giderek, mektubuna Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’na bağlı Kriz Merkezi’nin iletişim numarasını koydu. Dumlupınar Üniversitesi, Eğitim-Sen önlüğüyle 1 Mayıs’a katılan öğrencisinin fotoğrafını ailesine yollayıp hakkında işlem yapmakla tehdit etti. Sinop Üniversitesi’ndeki bazı öğrencilerin ailelerine yollanan imzasız “Ben oğlunuz / kızınızın hocasıyım” diye başlayan mektupta “Solcu düşünceler içeren söylemlerde bulunuyor” denilerek, ‘vatan sevgisi ve hayırlı insan’ kavramlarından bahsedildi." Kaynak: -http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=975467&Date=19.01.2010&CategoryID=77#-
-
Bir katilin tac giyme merasimi...
Ülkemizdeki gercek gazeteciligin az örneklerinden bir tane daha. "19/01/2010 Katilden kahraman yaratma çabası Abdi İpekçi’yi katleden eski ülkücü Mehmet Ali Ağca tahliye edildi. Bebekten katil yaratanlar, bu kez de bir katili kahraman yapma peşinde. Önce dönemin Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’yi öldürdü, ardından aralarında Abdullan Çatlı’nın da bulunduğu bir grup tarafından cezaevinden kaçırıldıktan sonra Papa 2. Jean Paul’e suikast girişiminde bulundu. Ülkücü Mehmet Ali Ağca, Türkiye ve İtalya’da 30 yılı bulan cezaevi macerasının ardından dün sanki bir kahraman gibi tahliye oldu. Gazeteci-Yazar Abdi İpekçi’yi öldürmekten, Papa 2’nci Jean Paul’ü vurmaktan, ayrıca 2 ayrı gasp suçundan hükümlü Mehmet Ali Ağca, işlemlerin tamamlanmasının ardından yaklaşık 30 yıl sonra cezaevinden çıktı. Saat 09.20’de Sincan F Tipi Cezaevi’nden tahliye edilen Ağca, camları siyah olan beyaz bir otomobille cezaevinden çıkartıldı. Ancak Ağca, anti-sosyal kişilik bozukluğu gerekçesiyle ‘askerliğe elverişli değildir’ raporunun onaylanmaması üzerine cezaevinden çıktıktan sonra polis ekiplerinin kontrolünde Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) götürüldü. GATA Ruh Sağlığı ve Hastalık Anabilim Dalı Başkanlığı’nda sağlık kontrolüne giren Ağca’nın, kontrollerin ardından polikliniğin arka kapısından çıkarıldığı öğrenildi. Ağca’nın avukatı Gökay Çağlaralp Gültekin, Ağca’ya ‘askerliğe elverişsiz olduğu’ yönünde heyet raporu verildiğini açıkladı. MEDYA İZDİHAMI Mehmet Ali Ağca’nın çıkışını görüntülemek üzere sabahın erken saatlerinden itibaren 300’e yakın yerli ve yabancı medya mensubu, Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kompleksi önünde beklemeye başladı. Ağca, tahliye işlemlerinin tamamlanmasından sonra saat 09.20’de Sincan F Tipi Cezaevi’nden çıkarıldı. Bu sırada bazı basın mensupları, vinçlerin tepesine bile çıkıp Ağca’yı görüntülemeye çalıştı. Ağca’yı, 2 avukatı ile birlikte 10-15 kadar araçtan oluşan yakınları cezaevi önünde bekledi. Ağca, camları siyah olan beyaz bir otomobilin içinde Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kompleksi’nden ayrıldı. Bu sırada kampüs çevresindeki yol üzerinde bekleyen ve Ağca’nın kardeşi Adnan Ağca’nın da aralarında bulunduğu grup, konvoyun geçişi sırasında davul ve zurna eşliğinde sevinç gösterilerinde bulundu. Grup, Ağca’nın da içinde bulunduğu aracı konvoy halinde takip etti. KAZALAR YAŞANDI Ağca, GATA’ya götürülürken konvoyu takip eden araçlardaki gazeteciler de Ağca’nın görüntüsünü çekebilmek için yoğun çaba sarf etti. Ağca’nın içinde bulunduğu araçla birlikte konvoy, çevreyoluna çıkmadan önce basın mensuplarını taşıyan araçların önü polis ekiplerince kesilmek istendi. Konvoyda, polis ve basın mensuplarını taşıyan araçların dışında bazı sivil kişilerin de bulunduğu araçlar dikkat çekti. Ağca’yı takip sırasında basın mensuplarını taşıyan araçların bazılarının maddi hasarlı kazalar yaptığı görüldü. Yaşanan yoğunluk nedeniyle GATA’nın ana giriş kapısı araç trafiğine kapatıldı. Mehmet Ali Ağca’nın içinde bulunduğu aracın GATA’ya girişinde gazetecilerin görüntü alması ise kapıdaki askerler tarafından engellenmeye çalışıldı. HOLLYWOOD’DAN TEKLİF Mehmet Ali Ağca’nın avukatı Yılmaz Aboşoğlu, cezaevi önünde gazetecilerin sorusu üzerine, Ağca’ya Hollywood’dan teklif geldiğini doğruladı. Aboşoğlu, “Ağca’ya Hollywood’dan teklif geldiği doğrudur. 8 milyon dolarlık bir teklif almıştır. Ancak hiçbir firmayla, gazeteyle, yerle şu ana kadar anlaşma yapılmadı” dedi. 5 MADDELİK İNGİLİZCE METİN Ağca’nın avukatlarından Gökay Gültekin de gazetecilere, yine cezaevi önünde, Mehmet Ali Ağca tarafından yazıldığını söylediği 5 maddelik İngilizce bir metni dağıttı. “Sonsuz güç sahibi Allah’ın adıyla tanrının ilahi mesajını ilan ediyorum” diye başlayan metinde, Ağca bir kez daha ‘Mükemmel İncil’i yazacağını iddia etti. AVUKAT AZLEDİLDİ Ağca’nın avukatlarından Hacı Ali Özhan, Ağca’nın kamu hizmetinden kaçma düşüncesinde olmadığını iddi ederek, “Dinsel inançları ve felsefi değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle eline silah alamayacağını belirtti” dedi. Özhan açıklama yaptığı sırada Mehmet Ali Ağca’nın kardeşi Adnan Ağca, Avukat Hacı Ali Özhan’ın, kardeşinin can güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü ileri sürerek, azledildiğini bildirdi. (HABER MERKEZİ) AĞCA KİMDİR Türkiye, Mehmet Ali Ağca adını ilk kez Türkiye’de 1979’da Abdi İpekçi suikastı ve 1981’de de Papa 2. Jean Paul’e suikast girişimi ile duydu. Ağca, ardından uluslararası kamuoyunda tetikçi olarak anılmaya başlandı. Ağca, 1 Şubat 1979’da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi’ye yönelik düzenlenen suikastın tetikçisi olarak olaydan 5 ay sonra yakalandı. Polisin ek gözaltı süresi istemesine rağmen, bu talep reddedildi ve Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi’ne kondu. Cezaevinden 6 ay sonra 23 Kasım 1979’da, adı Susurluk kazası ile gündeme gelen Abdullah Çatlı’nın da aralarında bulunduğu iddia edilen bir grubun yardımıyla kaçırıldı ve Bulgaristan’a geçti. Ağca, gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. PAPA’YA SUİKAST GİRİŞİMİ 13 Mayıs 1981’de II. Jean Paul’e suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca’nın suikast soruşturması boyunca 128 kez ifadesi alındı. 22 Mart 1986’da İtalya’da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ağca, 13 Haziran 2000’de dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi’nin affını onaylamasıyla Türkiye’ye iade edildi. Sadece gasp suçundan Türkiye’ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca’nın, Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Ağca, mahkemede “Ben Abdi İpekçi’nin katili değilim. Sadece aktörlük yaptım” dedi. YANLIŞLIKLA SERBEST BIRAKILMIŞTI Kadıköy’de iki ayrı gasp suçundan toplam 36 yıl hapse mahkum olan Ağca’nın cezası, kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak bilinen af yasası nedeniyle 7 yıl 2 ay hapse çevrildi. Ağca’nın İpekçi cinayetinden aldığı idam cezası ise 1991 yılında çıkartılan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrildi. Mehmet Ali Ağca, 12 Ocak 2006 tarihinde avukatının yaptığı başvuru üzerine serbest bırakıldı. Adalet Bakanlığı’nın itirazı üzerine ise Yargıtay tahliye kararını oybirliğiyle bozdu ve Mehmet Ali Ağca, 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklandı ve Kartal H Tipi Cezaevi’ne konuldu. LE SOİR: ÖMRÜ YALAN SÖYLEMEKLE GEÇTİ Belçika’nın yüksek tirajlı gazetelerinden ‘Le Soir’, Gazeteci-Yazar Abdi İpekçi cinayeti ve iki ayrı gasp suçundan Hükümlü Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesine ilişkin haber ve yorumlara geniş yer verdi. ‘Le Soir’ gazetesi, konuya birinci sayfasında yer verirken, Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunan Ağca’nın ‘esrarengiz mesih’ görüntüsünü sürdürdüğüne dikkat çekti. Gazete, Ağca’nın, ‘Cazip öneriler sunan bazı cömert basın organlarına’ açıklamalarda bulunmasının beklendiğini yazarak, “Ömrü yalan söylemekle geçen bir kişinin anlattıklarına inanmanın zor olduğu” görüşünü yansıttı. Kendisine ‘imparator’, ‘mesih’ gibi unvanlar veren ‘megaloman’ Ağca’nın, ‘mafya, politika ve güvenlik birimleri bağlantılı derin devlet’ ile ilişkilerinden söz eden ‘Le Soir’, bu kişinin bir tarikat lideri veya karizmatik entelektüel olmadığına dikkati çekti. Gazete Ağca’nın, ‘öldürülmekten korktuğunu, ancak bunun nedenini açıklamadığını, tahliyesinden sonra bir kahraman gibi karşılanması endişesinin ağır bastığını anlattı. (HABER MERKEZİ)" Kaynak: -http://www.thegazeteler.com/urller.asp?gazete=birgun-
-
Bir katilin tac giyme merasimi...
Buyurun size magazin gazeteciligi yerine ve meslektasinin katilinin hangi otalde ve kac paraya yattigini bilmek istemeyen ama onu sorgulayan bir gazetecilik anlayisina örnek. Demekki ülkemzde sadece kötü gazetecilik yok. "KONTRGERİLLAYI AĞCA’YA SORUN! Abdi İpekçi suikastı ve kontrgerillanın karanlık eylemlerinin aydınlatılması için Ağca’nın Ergenekon savcıları tarafından da sorgulanması gerekiyor KATİLE DAVUL ZURNA Gazeteci-yazar Abdi İpekçi’nin katili, Papa suikastı ve iki ayrı gasp suçunun hükümlüsü Mehmet Ali Ağca, yaklaşık 30 yıl sonra serbest kaldı. GATA’ya götürülen Ağca, yaptığı yazılı açıklamada “Tanrı değil, ebedi Mesihim” dedi. Ağca, askerlik işlemleri için GATA’ya götürüldü. Ağca’nın kardeşi Adnan Ağca’nın da aralarında bulunduğu grup, konvoyun geçişi sırasında davul ve zurna eşliğinde sevinç gösterilerinde bulundu. OLAYLI FİRAR Ülkücü görüşleriyle bilinen Mehmet Ali Ağca, 1 Şubat 1979’da Milliyet gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi’ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak yakalandı. Ağca, Maltepe Askerî Cezaevi’ne kondu. Ağca. 23 Kasım 1979’da Maltepe Askerî Cezaevi’nden Abdullah Çatlı’nın da aralarında bulunduğu kişilerce kaçırıldı. 1981’de Papa 2. John Paul’a suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı ve ömür boyu hapse mahkûm edildi. »9’DA Ağca sorgulanabilecek mi? »Abdi İpekçi suikastı ve kontrgerillanın karanlık eylemlerin aydınlatılması için Ağca’nın sorgulanması gerektiği söylendi. Ertuğrul Kürkçü, “Ergenekon savcılarının, Mehmet Ali Ağca’yı sorguya çekmeleri gerek. Ağca’nın özellikle MHP, ülkü ocakları, bunların içindeki yapılar bakımından bir bilgi kutusu olduğu apaçık” dedi. Mithat Sancar ise “Ağca’nın İpekçi cinayeti ile Papa suikastıyla ilgili bağlantılarının ortaya çıkmasını engelleyen başka güçler var” diye konuştu. Gazeteci-yazar Abdi İpekçi'nin katili, Papa suikasti ve iki ayrı gasp suçunun hükümlüsü Mehmet Ali Ağca, yakaşık 30 yıl sonra serbest kaldı. GATA'ya götürülen Ağca, yaptığı yazılı açıklamada "Tanrı değil, ebedi mesihim" dedi. Ağca, Sincan F tipi Cezaevi'nden dün sabah tahliye edilerek, askerlik işlemleri için GATA'ya götürülmek üzere yola çıkarıldı. Ağca'nın kardeşi Adnan Ağca'nın da aralarında bulunduğu grup, konvoyun geçişi sırasında davul ve zurna eşliğinde sevinç gösterilerinde bulundu. Yol boyunca konvoyu takip eden araçlardaki gazeteciler Ağca'nın görüntüsünü çekebilmek için yoğun çaba harcadı. Çevre yoluna çıkmadan önce basın mensuplarını taşıyan araçların önü polis ekiplerince kesilmek istendi. Konvoyda polis ve basın mensuplarını taşıyan araçların dışında bazı sivil kişilerin de bulunduğu araçlar dikkati çekti. 'TANRI DEĞİL EDEBİ MESİHİM' GATA'ya girişte gazetecilerin görüntü alması kapıdaki askerler tarafından engellenmeye çalışıldı. Ağca, kendisini takip eden kameramanlara el salladı. Yaşanan yoğunluk nedeniyle GATA'nın ana giriş kapısı araç trafiğine kapatıldı. Kardeşi Adnan Ağca, beraberinde avukatlar Yılmaz Aboşoğlu ve Gökay Gültekin ile cezaevi önünde basın açıklaması yaptı. Ağca için daha önce ''askerliğe elverişli olmadığı'' yönünde rapor verildiğini ifade eden Adnan Ağca, ancak daha sonra bu raporun kabul edilmediğini söyledi. Avukat Gültekin de, gazetecilere Ağca tarafından yazıldığını söylediği İngilizce bir metin dağıttı. Metinde Ağca "Tanrı değil ebedi mesih olduğunu ve 'mükemmel İncil'i yazacağını" söylüyor. ÇIRAĞAN'DA TOPLANTI YAPACAK Avukatı Yılmaz Aboşoğlu, Ağca'nın birkaç gün Ankara'da kalacağını söyledi. Aboşoğlu, Ağca'nın Hollywood'dan teklif aldığını doğruladı. Mehmet Ali Ağca'nın önümüzdeki günlerde Çırağan Sarayı'nda bir basın toplantısı düzenlemesi bekleniyor. AĞCA’YI UNUTMADILAR İtalya’da flaş haber MEHMET Ali Ağca'nın tahliyesi İtalyan haber ajansları tarafından flaş haber olarak duyurdu. Tahliye haberi, gazetelerin internet sayfalarında da anında yer buldu. İtalyan haber ajansı ANSA, flaş haberinde, Ağca'nın askerlik işlemleri için polis gözetiminde Sincan F tipi Cezaevi'nden alınarak GATA'ya götürüldüğünü belirtti. Ağca'nın kapsamlı bir basın toplantısı yapmasının zayıf bir ihtimal olduğunu kaydeden ajans, Ağca'ya para karşılığında kitap yazma, özel söyleşi ya da film önerisinde bulunan şirketlerin, genel bir basın toplantısıyla uzun uzun açıklamalar yapma konusuna sıcak bakmadıkları görüşüne yer verdi. La Repubblica gazetesi, Papa 2. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunmuş olmasını ön plana çıkararak, "Ağca, Ankara'da serbest kaldı. 1981'de Wojtyla'ya suikast düzenlemişti" başlığını kullandı. La Stampa gazetesi ise Ağca'nın kendine bir İtalyan eş bulmak ve Papa 2. Jean Paul'ün kabrini ziyaret etmek istediğini anımsatarak, "Serbest kalan Ağca: Vatikan'a gitmek istiyorum" başlığını kullandı. Ağca kimdir? ÜLKÜCÜ görüşleriyle bilinen Mehmet Ali Ağca, 1 Şubat 1979'da Milliyet gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak olaydan 5 ay sonra gelen bir telefon ihbarıyla yakalandı. Polisin soruşturmayı sonuçlandırması için ek gözaltı süresine ihtiyacı vardı. Ancak, Sıkıyönetim Komutanlığı ek gözaltı süresini vermedi. Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu. ÇATLI CEZAEVİNDEN KAÇIRDI Cezaevinde fazla kalmadı Ağca. 23 Kasım 1979'da Maltepe Askeri Cezaevi'nden adı daha sonra Susurluk kazasıyla gündeme gelecek olan Abdullah Çatlı'nın da aralarında bulunduğu kişilerce kaçırıldı. Mehmet Ali Ağca, gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. PAPA'YA SUİKAST DÜZENLEDİ Yurtdışına kaçan Ağca'nın adının ikinci kez hem de dünya çapında duyulması, 13 Mayıs 1981'de oldu. Papa 2'nci John Paul'a suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı. Papa soruşturma süresince tam 128 kez ifade verdi. 22 Mart 1986'da Papa'ya suikastten ömür boyu hapse mahkum edildi. TÜRKİYE'YE İDADE EDİLDİ Mehmet Ali Ağca ile cezaevinde görüşen Papa, onu affettiğini açıkladı. Dönemin İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Ağca'nın affını imzalayınca 13 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. 'SADECE BİR AKTÖRÜM' Ağca'nın Türkiye'ye döndükten sonra hakim karşısına çıkması ise, bir kuyumcu ve bir gazoz fabrikası deposunun soyulmasıyla ilgili oldu. Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada Ağca'nın ilk sözü "Ben, Abdi İpekçi'nin katili değilim. Ben sadece bir aktördüm" oldu. Yargılama boyunca Vatikan'a tehdit savuran Ağca, hesap soracağını ileri sürdü. Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi. Ağca, "Vatikan'da kral olmaktansa, Afrika'da maymun olmayı tercih ederim" dedi. YANLIŞLIKLA SERBEST BIRAKILMIŞTI Kadıköy'de iki ayrı gasp suçundan toplam 36 yıl hapse mahkum olan Ağca'nın cezası aflar nedeniyle 7 yıl 2 ay hapse çevrildi. Ağca'nın İpekçi cinayetinden aldığı idam cezası ise 1991 yılında çıkartılan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrildi. Mehmet Ali Ağca, 12 Ocak 2006 tarihinde avukatının yaptığı başvuru üzerine serbest bırakıldı. Adalet Bakanlığı'nın itirazı üzerine ise Yargıtay tahliye kararını oybirliğiyle bozdu ve Mehmet Ali Ağca 20 Ocak 2006 tarihinde tekrar tutuklandı. Sadece 8 gün serbest kalan Ağca'nın, Kartal'da bir arkadaşının evinde kaldığı ortaya çıktı." Kaynak: -http://www.thegazeteler.com/urller.asp?gazete=birgun-
-
Bir katilin tac giyme merasimi...
Dogrusu ben burada arkadaslarin tavrini anlamiyorum. Neymis efendim dogru dürüst gazetecilik bitmis, katillere bayagi ilgi gösteriyormusuz, TSK kendi icerisindeki ser gücleri ayikliyormus. Bunlarin hepsi hikaye. Bu günlerde Agca olayinda yasigimizi gecmiste diger katiller, cete mensuplari ve fasistler icinde yasadik. Ne cabuk unuttuk Susurluk cetsi mensuplarini kahraman ilan ettigimizi? Yargilama sürecinde olsun hapisten cikislarinda olsun devamli bir gazeteci ordusu ve etrafindaki destekcileri tarafindan karsilandigini ve bizlere bu katiller icin "TÜRKIYE SIZINLE GURUR DUYUYOR" sloganlarini saatlerce ve günlerce göstermedimi televizyonlar? Bu cetecilerinbazilari gene gündende. TSK icindeki ser gücleri temizliyormus, duyunda inanmayin. Yesinler. Agca'yi "bizim katilimiz dememek" icin askerlikten men etmisler. Hikayeler ve seneryolar ülkesiyiz. Madem öyle PKK'lilarida kabul etmesinler canim. PKK'lilarin askerde olmalari TSK icin bir seref demekki. Agcayi yargilanmasi sürecinde ve askeri hapishaneden kacisinda destekleyen TSK mensuplarida acaba ser güc olarak temizlendimi? Neden bu ser gücleri aciklamiyor TSK? Agcanin TSK'ndki destekcilei kimdi aciklasinlar madem gercekten kendi icindeki ser gücleri temizliyor TSK? Sunu buradan söylemeden gecemiyecegim, Türkiye'de her dönem oldugu gibi günümüzde de dürüst gazetecilerde var. Gazeteleri iyi takip ederseniz göreceksiniz, hangi gazeteler Agca'dan bahsederken sadece bir satir yazmis veya sayfalarca bol resimli yazmis. Agca'nin hala destek görmesi ülkemizde karanlik güclerin halaa is basinda oldugunun bir göstegesidir. Eger burada bunun tersini iddaa edenler varsa onlarin Abdi Ipekci cinayetindeki gercek sorumlularin neden cikartilmadiginin cevabinida vermeliler. Sonra da Ugur Mumcu ve digerlerinin cevabini arariz.
-
TÜRK MILLIYETCILIGI IRKCIMIDIR?
Türk milliyetçiliği ırkçı mıdır? Türkiye’deki yerleşik milliyetçilik anlayışını eleştiren yazılar yazdığımda bazı okurlar tarafından “meseleyi çarpıtmakla” suçlanıyorum. Gelen mesajlar, MHP ideolojisinin veya “Atatürk milliyetçiliğinin” ırkçı olmadığını, “ne mutlu Türk olana” demediğini, her vatandaşı etnik kimlik farkı gözetmeksizin “Türk” saydığını övünerek vurguluyor. İyi ama zaten Türk milliyetçiliğindeki problem ırkçılık değil ki... Onun tam zıddı olan asimilasyonculuk. Eğer Türkiye ırkçı bir ülke olsaydı, vatandaşlar arasında ırki köken ayrımı yapılır, bunlara göre farklı toplumsal kategoriler yaratılırdı. Nazi Almanyası bunun feci bir örneğiydi. 1936 yılında yayınlanan Nürnberg Kanunları “ Alman ırkı”ndan olan vatandaşları diğerlerinden ayırıyor, Almanlara özel haklar verirken diğerlerine kısıtlamalar getiriyor, iki taraf arasındaki “karışık evlilikleri” de yasaklıyordu. Pek çok Yahudi, “biz Musevi inancına sahip Almanlarız” diye ısrar eder, yani asimile olmak isterken, Naziler “hayır, siz ayrı ve aşağı bir ırksınız” diye dayatıyordu. Türkiye hiçbir zaman böyle olmadı. Gerçi 30’lu yıllarda bazı “kafatasçı” tezler resmi destek gördü, ama bu geçici bir heves olarak kaldı. İlerleyen yıllarda Nihal Atsız gibi bazı ideologlar ırkçılık yapmayı sürdürdüler, ama bu çizgi MHP içinde bile tutunamadı, marjinal kaldı. Bu sebeple, “ırkçı TC” gibi suçlamalar getirenler haksızlık yapıyor, “biz ırkçı değiliz” diyen milliyetçiler de doğru söylüyor. Gelgelelim, ırkçı olmamak, hakça bir sistem kurmak için yeterli değil. Bir de insanların kimliklerine saygı göstermeniz, onları oldukları gibi kabul etmeniz gerek. Türk milliyetçiliği, işte bu açıdan biraz sorunlu. Irkçılık yapmayıp her vatandaşı “Türk” diye kucaklıyor, fakat o vatandaş “bir dakika, ben Kürdüm” dediğinde ortalık birden buz kesiyor. Bu durumda Türk milliyetçiliğinin ikinci argümanı devreye giriyor: “Olur mu canım, sen de Türksün, çünkü Türk demek Türkiye vatandaşı demek, sen de vatandaşsın ya işte.” Ancak bu pek ikna edici bir telkin değil. Çünkü “Türk” olmanın sadece “Türkiye vatandaşlığı” anlamına geldiğinde ısrar edenler, bir taraftan da “Adriyatik’ten Çin’e Türk dünyası”ndan, Yunanistan veya Bulgaristan’daki Türklerden, “tarihteki 16 Türk devleti”nden söz ediyorlar. Buradan da belli ki Türklük, “Türkiye vatandaşlığı”ndan farklı bir şey. Bir etnik kimlik. Durum bu iken “ben de Türküm” demek, Kürtler için “kendini inkar” anlamına geliyor. Nitekim ben bugüne kadar kendi iradesiyle “ne mutlu Türküm diyene” diyen tek bir Kürtle bile tanışmadım. Ama “ben bir Kürt olarak Türkiye’de özgürce yaşamak istiyorum” diyenini çok gördüm. Çoğu bunu diyor zaten. Türk milliyetçilerinin önündeki kritik soru, bu talebi kabul edip etmeyecekleridir. Eğer ederlerse, Bulgaristan veya Yunanistan’daki Türkler için (haklı olarak) savundukları hakları Türkiye’deki Kürtlere de teslim etmiş, yani adil ve ilkeli davranmış, Türkiye’nin barış ve huzuruna da büyük katkıda bulunmuş olurlar. Yok kabul etmezlerse, o zaman 80 yıldır denenmiş ve sadece iç çatışma üretmiş olan asimilasyon politikasını zorlayarak meseleyi çıkmaza sürüklerler. İşin en tehlikeli yanı ise, asimilasyondan umudunu kesen milliyetçilerin öteki uca savrularak ırkçılığa yönelmesi, “madem Kürt olmakta ısrarlısınız, o zaman gidin bu ülkeden, Türk olmayana burada yer yok” demesidir. Böyle bir eğilimin varlığını gösteren rahatsız edici işaretler var zaten. Peki ya Kürt tarafı? Oradaki milliyetçilik daha da beter. Çünkü orada asimilasyonculuktan gelen, iyi-kötü de olsa bir “birlikte yaşama” iradesi de yok. Olabildiğince “ayrışma” talebi var. Öcalan’ın Kürtler için ayrı “savunma gücü” kurma yönündeki fantazilerinde gözüktüğü gibi. O taraftaki ırkçılık, bir sonraki yazıya... Star Kaynak: -http://www.timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=15645-
-
Bir katilin tac giyme merasimi...
Ben bu olasiligin gercekleseceginden biraz emin gibiyim.
-
Türk Kürdü Olamayan Bir Kürdün Özrü...
En dogru cözüm cok yakin bir zaman icerisinde genel sayim yapilmasi ve bu sayimda özellikle vatandaslarin alt kimliklerini belirlemesi. O zaman gercek rakamlari ögreniriz. Gerisi bos laf.
-
Bir katilin tac giyme merasimi...
Sadece katile tac giydirilse o kadar gam yemem, ama bu katilin koruyuculari ve is vereninede, yani gercek suclulara tac giydiriliyor. Asil vahim olan bu ya. Abdi Ipekci'yi hunharca katletti bu katil, hemde sucunu hic inkar etmedi. Ama ona ragmen tetikcilerinin ismini vermedi ve o tetikcileride tabiiki katile olan borclarini her dönem ödemeye devam ettiler ve ediyorlarda hala. Kimdi peki hala bu Abdi Ipekci? Abdi Ipekci aynen Ugur Mumcu gibi yurtsever bir gazeteciydi ve ölmeden önceki arastirmalarinda yasanan olaylarin sirf sag sol cekismesi degil bu olaylarin gelismesinde ve devam etmesinde rolü olan belirli sahislari ve kuruluslari tesbit etmisti, yani 12 eylül fasist cuntasinin gelmesinin önü acanlari, Kontrulgerillayi ve derindevleti teshir etmisti. Aynen Ugur Mumcu gibi devlet icerisindeki karanlik gücleri teshir ettigi icin cezasi ölüm oldu. Bakiniz her ikisininde gercek suclulari hala bulunamadi. Agca devlet tarafindan korundu ev kacmasina imkan saglandi. Dönemin sikiyönetim komutani, abktiki sorusturmalar derinlesiyor, davayi derhal askeri savciya iade edilmesini sagladi ve ondan sonra hic bir gelisme olmadi. Yani TSK icerisinde dahi bu katili koruyan ve görev verenler vardi. Tüm gercekleri masaya yatirilmadan laf olsun diye Agca'ya karsi gelmek timsah gözyaslarina benzer.
-
Türk Kürdü Olamayan Bir Kürdün Özrü...
Bu tür söylemler ne yazikki 12 Eylül cuntasindan sonraki nesillerde sikca görülüyor. Bu gün istedigimi söylerim yarinda hic söylememis gibi tavir alirim zihniyeti. Hatirlarsiniz 1980 lerden sonra Kürt insanlarimizin varligi bayagi bir zaman "bilimsel tezler karsiliginda" inkar edildi, yok sayildi. ayni zihniyet günümüzde sanki gecmiste hic bir iddaada bulunmamis gibi tavir tutunuyor ve Kürt'lerin varligini kabul ediyor cünki, inkar politikalari tutmayinca baska yöntemlere basvuruyorlar.
-
MHP-CHP elele Türkiye'yi bölüyorlar mı?
Kac yildir sora sora agzimiza küpe oldu. Masa basi "vatanseverlerin" kac tane evladi dogru dürüst askerlik yapmislar ve yapanlarinda kac tanesi PKK'ya karsi cephedeydi vya sehit oldu? Cevap yok, herkes susuyor veya soranlari karalama politikasi yapiyorlar diye sucluyorlar. Her sey ortada. Ucuz "vatanperverlik" yaparak insanlari galiyana getiriyorlar. Askere gitnek istemeyenler mahkeme yolundayken linc girisimlerine taruz kaliyorlar ve terörüst olarak fisleniyorlar.
-
MEHMET ALI AGCA PATRONUNU HIC TANIMADI
Ağca patronunu hiç tanımadı... Ağca’nın derin ilişkilerini yazan Belma Akçura: Onun kime çalıştığını CIA biliyor “...Beni Asıl kahreden bu cinayetin aydınlanmamış olması değil de, hep karanlıkta kalması. Öyle bıraktırılması. Kapkaranlık değildi belki en başlarda... Ama sonra hep bölük pörçük isimler, bilgiler akmaya başladı. Sonra hep akıp gittiler, sular gibi, seller gibi önlerine başka isimleri de kata kata aktılar. suyu bir kaba doldurup da çözümlemesini yapamadık hiç. Sanki her bilgi, her belge hatta her kanıt ve tanıklar buharlaşıp görünmez oldular. Sonra tahliyeleri, kaçırılmaları ve kahramanlaştırmaları izledik...” Bu sözler 1979’da bir suikasta kurban giden Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi’ye ait.Bu sözler iki yıl boyunca İpekçi ve Papa cinayetlerini inceleyen, o dönemin tanıkları ve sanıklarıyla konuşan gazeteci Belma Akçura’nın son kitabı “Ağca’nın Derin İlişkileri”nin arka kapağında yer alıyor. Tıpkı Hrant Dink cinayeti gibi herkesin herşeyi bildiği ama yine de bir türlü yol alınamayan İpekçi cinayetini Belma Akçura ile konuştuk. “Ağca neyi ne kadar biliyor? İpekçi cinayetinin aktörlerini kim korudu? İpekçi’nin öldürüleceğini MİT biliyor muydu? Çatlı bu olayın neresinde?” gibi 30 yıldır sorulan sorulara suikastçı Ağca’nın 30 yıl sonra dışarı çıktığı günlerde cevaplar bulmaya çalıştık. Sizce Abdi İpekçi niçin öldürüldü? Bu cinayetin üzerinden 30 yıl geçti ama bu soruya hâlâ yanıt bulunamadı. Bu süre içerisinde dava dosyalarına da girmiş çok değişik iddialar ortaya atıldı. Örneğin biri çıkıp dedi ki; İpekçi, hem yeraltı dünyasıyla bağlantıları olan hem de istihbarata çalışan Abuzer Uğurlu gibi silah kaçakçılarının üzerine gitti. Bu grup gazeteyi satın almak istedi. İpekçi izin vermedi vuruldu. Bir başkası o dönemde yine bu grupla bağlantılı olan Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreçte rol oynadığı öne sürülen CIA Masası Türkiye Şefi Paul Henze’nin İpekçi ile görüşmesinden kısa bir süre sonra öldürülmesine dikkat çekti. Kahramanmaraş olaylarında, MIT CIA ve ülkücülerin o bölgedeki faaliyetlerine ilişkin rapordan da İpekçi’nin haberi olduğu biliniyor ama bu kadar... Son olarak İpekçi cinayetinde önemli bir rol oynayan Yalçın Özbey de “Basit bir cinayetti” dedi. Cinayet işlemek mi onlara basit geldi yoksa cinayet nedeni mi? Bunu bilmiyoruz. Öldürülme nedenini bilirseniz cinayettin faillerine o kadar kolay ulaşırsınız ama bu olayda o kadar çok gerekçe üretildi ki cinayetin dezenformasyona uğradığı açık. Örneğin Paul Henze’de bir röportajında “Ağca hiçbir zaman kime çalıştığını bilmedi” diyor. Demek ki o biliyor. Ağca’nın cinayeti hemen üstlenmesinin özel bir nedeni olabilir mi? Ağca cinayeti üstlendi, grubu yakalanır yakalanmaz ele verdi. İlk önce Yavuz Çaylan, Mehmet Şener’in adlarını verdi. İlk ana davada bu ikisi üzerinden açıldı. Sonra Yalçın Özbey ve Oral Çelik’in adlarını verdi. Aslında konuşmadı değil konuştu ve hepsini ele verdi. Belki daha da söyleyecekti. Sorgudan apar topar alınıp askeri cezaevine yerleştirilmesi, daha fazla isim telaffuz etmesin diye bilgi vermesinden korktukları için hemen kaçırdığını düşünenler de var. Ama Ağca bence bildiği kadarını anlattı. Bu olayın arkasını onu sorgulayan savcının da dediği gibi kaçtıktan sonra işin perde arkasını da öğrenmiş olabilir. Bence öğrendi. İpekçi cinayeti arkasındaki en önemli isimlerden birisi Çatlı... Bu cinayetteki rolü nedir? Sadece Ağca’nın kaçırılışına mı karıştı yoksa başından beri işin içinde var mıydı? Neden ona dokunulmadı? Çatlı, İpekçi davasında hiçbir şekilde yer almadı. Ama adı sıklıkla bütün ilişkilerde geçiyor. Mehmet Şener, Yalçın Özbey de hiç yargılanmadı. İpekçi cinayetinde adı geçenlerden biri Abdullah Çatlı’nın da İpekçi cinayetinde rol oynadığını söylüyor. Hatta olay yerine iki grubun gönderildiğini, eğer Ağca grubu eylemde başarısız olursa ikinci grubun devreye gireceğini o arabada da Çatlı’nın olduğunu da söylüyorlar. Ağca diyor ki “Bütün sırlar Bekir Çelenk’in ölümüyle gitti.” Nedir bu sırlar? Doğan Yıldırım’a sordum. 12 Eylül öncesi Akçakoca’ya külliyetli miktarda silah ve cephane indirilmesi hesaplanıyordu. Bunun için de Bekir Çelenk Avrupa’da ilişkide olduğu bir teşkilattan 3,5 milyon dolar para almıştı. İhtilal olunca Bekir Çelenk bu paranın üzerine oturuyor. Ağca’nın dâhil olduğu bir grup da bu paranın tahsilâtını yapıyor. Oraya giderseniz, gerideki pisliği göreceksiniz demişti. Tabii Çelenk’in ilişkileri ve hikâyesi bununla sınırlı değil ama bu tür olaylarda parayı takip edeceksin. Ağca o dönem de bilinen bir isim olan Abdullah Çatlı’nın evinde nasıl korkusuzca kaldı? Çatlı’nın evi neden aranmadı? Düşünün ki polis kayıtlarına göre 20 olayda ve 9 cinayette onun adı var. Hatta Sakarya’da aranırken bir arabanın içinde yakalanıyor ama serbest bırakıyorlar. Çünkü bırakılması isteniyor. Sürekli olarak siyaset, istihbarat, emniyet, asker, mafya, işadamıyla organize olmuş, sürekli olarak korunmuşlar. Bu cinayette sadece Çatlı değil işin başını çekenler de korundu. Tetikçisini bile kaçıran bir yapıdan bahsediyoruz. Ağca’nın gözaltında kalış süresi neden engellendi. Bu engellemede Necdet Uruğ’un rolü ne? Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ, Neşe Düzel’e verdiği röportajda şöyle diyor: “Cezaevinin emniyetiyle görevlendirilen bazı subay, astsubay ve erler Ağca’nın mensup olduğu sağ grubun sempatizanı çıktı.” O zaman Orgeneral Üruğ’a şunları da sormak gerekir mi bilmiyorum: Herkes biliyor ki; Ağca Maltepe Cezaevi’ne nakledilirken, askeri personel değişti. Üruğ, Ağca’nın kaçırılışı ile ilgili “İdare ve hizmet yönetiminde görevlendirilmiş subay, astsubay ve eratın titiz bir inceleme sonucu seçilmeleri temin edilmişse de” diyor. Çok manidar bir açıklama değil mi? Çünkü Ağca zaten ‘titiz bir incelemeyle seçilmiş’ bu askerler tarafından kaçırıldı. Kitabınızda Uruğ ile MHP Genel Başkanı Türkeş ilişkisine de bakmak gerek diyorsunuz? Çünkü MHP Genel Başkanı Türkeş, 12 Eylül Darbesi’nden sonra en fazla cezaevinde kalan parti başkanı. Kenan Evren’in onu sevmediğini iddia edenler oldu. Ama ordu içerisinde Türkeş’i koruyup kollayan, cezaevinde değil neredeyse cezasının yarısından çoğunu hastanede tamamlamasını sağlayan yakın dostu. Türkeş’in İngiltere’deki hesaplarında yüklü miktarlarda paralar çıkmıştı. Bu paraların kaynağı nedir sizce? Evet bunu ben de sordum. Emekli bir albayın 1 milyon pound, iki milyon dolar parasının olması mümkün değil. Bu hiç tartışılmadı, oysa dikkat edilmesi ve araştırılması gerekirdi diyenler oldu. Ayrıca her ne kadar MHP ‘organik bağımız yok’ dese de Ağca’nın da içinde olduğu bu grup Ülkü Ocakları’nın içerisinden çıktı. Sadece İpekçi cinayeti de değil bu grubun cinayetlerine bak ilişkilerini sorgula en tepedekine kadar çıkıyorsun aslında. Bunlar nerede örgütlendi. Kim bunlara kampta eğitim verdi. Kim bunlara para yardımı yaptı. Kim kaçırdı kim sakladı baktığın zaman ilişkilerini al alt alta yaz MHP, CIA, MİT, emniyet mensubu bir çok kişinin adını rahatça yazabilirsin. Sonuçta derin devlet böyle bir şeydir zaten. Batı medyasında ve -Uğur Mumcu’nun da aralarında bulunduğu saygın gazetecilerin katkısıyla- Türkiye medyasında Papa suikastının Bulgar Devleti üzerinden KGB ile bağlantılandırılmasının ve bunun için psikolojik savaş gibi sürdürülen kampanyanın amacı ne olabilir? Hedef şaşırtmak. Bunu Ağca dosyasını bilen Bulgar istihbaratından Dimo Stankov’a sorduğumda Claire Sterling’in, Türkiye’de yuvalanmış Paul Henze gibi CIA ajanı ‘dezenformasyon’ uzmanlarının tarihe geçmiş ayıpları olarak değerlendirmişti. Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Ama Bulgar mafyasının da çok masum olduğu söylenemez. Stankov, “MİT’e Ağca’nın telefonlarını sorduk bizden önce para istediler, verecektik ama sonra siz karışmayın” iddiasında bulunuyor. Evet MİT bunu yalanlamadı. Gerçi İpekçi cinayetinde dokuz tane MİT mensubu ve MİT’e çalışanın adları var. İpekçi cinayeti öncesi sonrası sayısız MİT mensubunun adı yazılıp çizildi ama MİT bu iddialarla ilgili pek oralı olmadı. Açıklamaları da genellikle yalanlama üzerine. Türkiye’de inanılmaz cinayetler işlendi hiçbirinin çözülmemesi ilginç. Bir ülkenin istihbarat kurumu ne işe yarar ben anlayabilmiş değilim. Belge istiyorsun vermiyor, bu senin adamın mı diyorsun hatırlamıyor. Yeniden İpekçi Cinayetine dönecek olursak, yıllar sonra ortaya çıkan ve Oral Çelik’i teşhis ettiğini söyleyen Abdullah isimli tanık daha sonra mahkemede bu teşhisi tekrarlamadı sence neden? Neredeyse bütün gazetelere konu oldu, köşe yazarları yazdı; Herkes dedi ki adamı korkuttular, tehdit ettiler. Ve o bu sözlerden hiç alınmadı. Yani evet demeye getirdi. Devlet de korumadı güvence, vermedi o da davadan çekildi. Ayrıca Oral Çelik insana travma geçirtir. İpekçi cinayeti olsun Papa suikastı olsun bütün ayrıntılarıyla anlatıyor ama ne hikmetse hikayenin içinde bir tek kendisi yok. Ağca da o da Türkiye’ye giriş yaptıklarından beri sürekli Papa’yı anlatıyor. İpekçi cinayetini ise ‘arkası yarın’ programına çevirdiler. İpekçi cinayetini incelediğinde büyük istihbarat zaafları ortaya çıkıyor. Aynı istihbarat zaafları Hrant Dink cinayetinde de var. Sence bu iki cinayet arasındaki benzerlikler ne? Ağca’nın ilk ifadelerine bakın; olayda kaçıranlar, saklayanlar, gözcülük yapanlar, yani en alttakiler herkes aleni. İpekçi cinayetinde MHP - Ülkü Ocakları Dink Cinayeti’nde BBP-Alperenler. Ne tesadüf. İpekçi öldürülmeden önce MİT’e bir ay önce bu grubun büyük bir eyleme hazırlandığı tarif edilmiş. Ağca’nın kimliği verilmiş. Dink’te öldürülmeden önce emniyete haber verilmiş. Ne oldu ikisi de öldürüldü. İpekçi davasının tetikçileriyle, Ağca, Şener, Çelik gibi adamlarla 30 yılımız geçti, Hrant’ın tetikçilerini, Yasin Hayal, Erhan Tuncel, Ogün Samast gibi adamları yazarak bir 30 yıl daha geçireceğimiz garantidir. Bundan sonra ne olacak? Ağca neyi ne kadar biliyor? Ben kitapta suikastlar bizde neden hiç çözülmezi anlattım. Dolayısıyla ne olacağını bilemem. Zaten Ağca anlatacağını anlattı. Şimdi sağdan soldan akıl hocalarından öğrendiği kadarıyla konuşacak belki. Önemli olan ne anlatacağı değil anlatacaklarından sonuç alıp alamayacağımız olmalı. Ağca’nın artık bize değil, Ergenekon savcılarına konuşmasını tercih ederim. Korkum yine şov yapması. Bir iki kişi isim telafuz edip birilerine mesaj vermesi. Ortaya bir yem atacak. Belki de hiç konuşturulmayacak. Parayı görmeden konuşacağını da konuşturulacağını da sanmam. kAYNAK. -http://www.taraf.com.tr/haber/46576.htm-
-
CENAZEDE BAYRAK ISYANI
Gece egitimi sirasinda sirtina isabet eden kursunla ölen er Ergün Önen'in ailesi sorumlularin bulunmasini istiyor ve gerekirse AIHM'e gideceklerini dile getiriyorlar. Ben öncelikle ölen askerin ailesine bassagligi diliyorum. Aileye sorumlularin bulunmasi konusunda fazla umut veremeyecegim cünki, gecmisteki tüm benzeri olaylarin üzeri herhangi bir sekilde kapatilmistir. Aile fazla ses cikartmaya baslarsa "vatan hainligi" ile suclanirsa hic sasirmam. TSK ne derse dogru olarak kabul etmemiz gerekli. TSK nasilolsa ölen askeri sonunda hatali bulup ölümünden kendisini sorumlu cikaracagindan eminim. Ama keske beni ilk defa olsun yaniltsalarda bende buradan yazdiklarim iicn özür dilesem. "Cenazede bayrak isyanı Gece eğitimi sırasında sırtına isabet eden kurşunla ölen Batmanlı er Ergün Önen’in tabutuna sarılmak istenen Türk bayrağı erin ailesi tarafından kaldırıldı Bilecik’teki 2. Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda askerliğini yaparken gece eğitimi sırasında sırtına isabet eden G-3 mermisi nedeniyle hayatını kaybeden Batman Er Ergün Önen’in cenazesi memleketi Batman’da toprağa verildi. Resmî tören istemeyen acılı ailenin, Er Önen’in tabutuna iki kez sarılmak istenen Türk bayrağını tabutun üstünden kaldırması dikkat çekti. “Vatanı korusun diye yolladık...” Askerî uçakla Türk bayrağına sarılı halde Batman’a getirilen şehit Er Ergün Önen’in cenazesi, Çay Mahallesi’nde bulunan Eshabulkeyf Camii’ne götürüldü. Kalabalık bir grubun katıldığı cenaze töreni sırasında ölen erin annesi Selahat Önen, kız kardeşleri Melikşah (14) ve Melek (11) ile ağabeyi Ercan gözyaşı dökerek, sinir krizleri geçirdi. Cenazenin İkiztepe köyündeki mezarlıkta toprağa verilmesinin ardından Taraf’a açıklama yapan ağabey Ercan Önen, “Biz kardeşimizi vatanı korusun diye askere yolladık. Ama bize cenazesi gönderildi. Acımız ve öfkemiz çok büyük. Olayın bir an önce aydınlatılmasını istiyoruz. Bunu kim yaptıysa mutlaka cezasını çekmeli” dedi. Acılı anne Selamet Önen de, “Eğer ölüm haberi gelmeseydi 10 gün sonra oğlumun görev yaptığı kışlaya gidip kendisini ziyaret edecektim. Onu rüyamda gördüm” dedi. “Gerekirse AİHM’e gideriz” Ailenin avukatı Mehdi Öztüzün ise yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Şehit asker Ergün Önen’in hastanede yapılan otopsinin sonucunu bekliyoruz. Ona göre dava açacağız. Ölümü şüpheli. Gerekirse AİHM’e başvuracağız. Aile de bunu istiyor. Olayın tüm detaylarıyla araştırılmasını istiyoruz. Varsa bir ihmal ortaya çıksın. Faillerin cezalandırılmasını istiyoruz.” Aile resmî tören istemedi Batman Havalimanı’na Türk bayrağına sarılı olarak indirilen şehit asker Ergün Önen’in tabutunun üstündeki Türk bayrağı, aile fertleri tarafından yıkanması için sokulduğu gasilhanede çıkartılırken, yerine üzerinde Arapça yazıların yer aldığı yeşil örtü çekildi. Batman Jandarma Komutanlığı’nda yapılmak istenen askeri törene de amca Emin Önen engel olarak tabutun üstüne Arapça bir bez parçası örttü." Kaynak: -http://www.taraf.com.tr/haber/46577.htm-
-
HALA DARBE HEVESLILERI VAR
Hala darbe hevesleri var YÜZDE 55.1 Yapılan son araştırma, halkın yüzde 55.1’inin ordu içinde darbe heveslileri olduğuna inandığını ortaya çıkardı. TSK’nın bir daha darbe yapmayacağına inananların oranı ise yüzde 62.2 HÜSEYİN LİKOĞLU ANKARA Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Kurumu’nun “Ordu’nun demokrasi ve hukukla imtihanı” konulu araştırmasında göre, TSK’nın bundan sonra darbe yapamayacağına inananlar yüzde 62.2, “TSK darbe yapabilir” diyenlerin oranı yüzde ise 26.9 çıktı. Halkın yüzde 55,1’i ordu içerisinde darbe yapmak isteyen oluşumların hala mevcut olduğuna inanıyor. İşte Prof. Dr. Özer Sencar, Dr. Sıtkı Yıldı ve Dr. Ünal Bilir yönetiminde 03-08 Ocak 2010 tarihleri arasında bin 614 kişi ile yapılan anketin çarpıcı sonuçları: ‘DERİN DEVLET VAR’ DİYENLER YÜZDE 66.2 ‘Türkiye’de derin devlet var mı’ sorusuna, araştırmaya katılan vatandaşların yüzde 66.2’si evet cevabı verirken, ‘derin devlet yok’ diyenlerin oranı ise 23 oldu. Şubat 2007’deki araştırmada bu oran yüzde 57’ydi. Araştırmada, darbe günlükleri, Ergenekon, Kafes Eylem Planı ve Islak İmzalı Belge gibi olayların ardından yeniden alevlenen darbe tartışmaları da vatandaşlara soruldu. Araştırmaya katılan vatandaşların, yüzde 55,1’i ordu içerisinde darbe yapmak isteyen oluşumların hala mevcut olduğunu düşünüyor. Temmuz 2009’da bu oran 48.3’tü. Orduda darbe heveslisi personelin olmadığını düşünenlerin oranı ise yüzde 36. BUNDAN SONRA DARBE YAPILMAZ Katılımcıların yüzde 47.2’si ordunun kendi içerisindeki darbe heveslileri ile yeterince mücadele etmediğini belirtirken, yüzde 62.2’si bundan sonra Türkiye’de darbe olmayacağını düşünüyor. Arınç’a suikast iddialarının ardından yapılan operasyonlar ve ‘Kozmik Oda’ araması da vatandaşlara soruldu. Katılımcıları yüzde 50.1’i ‘Kozmik Oda’nın aranmasını onaylarken, yüzde 39.8’i onaylamadı. Yapılan açıklamalar inandırıcı bulunmuyor TSK’ya yönelik iddialarla ilgili sık sık açıklama yapan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamalarını, katılımcıların büyük bir bölümü inandırıcı bulmuyor. Genelkurmay Başkan Başbuğ’un, ordu ile ilgili iddia ve eleştirileri yanıtlamak amacıyla yaptığı bu açıklamaları samimi ve inandırıcı bulanların oran yüzde 42,4, samimi ve inandırıcı bulmayanların oranı ise yüzde 45 oldu. Katılımcıların yüzde 30’u, son tartışmalar nedeniyle TSK ve Genelkurmay Başkanı’na karşı duyduğu güvende olumsuz etkilenme olduğunu belirtti. Kaynak: -http://www.stargazete.com/politika/hala-darbe-hevesleri-var-haber-238781.htm-
-
ASKERMI OLSUN SIVILMI?
EVRİM/DEVRİM MUSTAFA YALÇ[email protected] Asker mi olsun sivil mi? Son güncel tartışma, vesayetin hangisinin tercih edileceğine ilişkin. “askeri vesayet” mi, “sivil” mi? Büyük gazetelerin köşe yazarları, nüanslarıyla birlikte, başlıca iki ekibe ayrıldılar, tartışıyorlar. AKP’ye biat etmemiş olanlar, eski mevzilerini koruyamaz olunca, ‘o da değil bu da’ tutumu alıp sanki tarafsızlık pozisyonu tutuyor gibi yaptılar. İlk kez Ruşen Çakır yazdı: “Ben bu işte taraf değilim ve olmayacağım.” Ardından Nuray Mert’in Vatan’da söyleşisi çıktı: “İktidar, demokrasi adına her icraatında daha da otoriterleşiyor.” “Sivil faşizme gidiliyor”du… Bu tez bir biri ardı sıra çoğu Doğan grubunda köşe yazarlığı yapanlar tarafından yaygın biçimde savunulmaya başlandı. Pek yenilik yoktu aslında, başta Baykal olmak üzere, Ergenekon davası dolayısıyla, uzun süredir savunuluyordu “Korku toplumu yaratıldığı” yolunda görüşler. AKP’nin “Tek parti diktatörlüğü kurmakta olduğu” yine uzun süredir savunulan bir görüştü. Erdoğan’ın “Babasını bile tanımaz” tutumu, önüne gelene küfrü basması, gazı bastırması, faşizme eğilimini göstermiyor değildi. Ne işçi tanıyordu ne köylü ya da memur. Neyse ki koşulları yoktu! Faşist bir diktatörlük geçer akçe görünmüyordu, en azından moda değildi. Peki tersi söylense yanlış mı olur? Ergenekoncuların hangisi Kenan Evren’den aşağı kalır? Kışlalarda hâlâ Mustafa Muğlalı ile birlikte adı kazılıdır Evren’in. Ve anayasasıyla ülke yönetilmektedir. İki taraflı da doğrudur. Ne Erdoğan’dan önce kimse Evren’in adını kışlalardan ve Anayasadan silmeye kalkmıştır, ne de Erdoğan kalkışmıştır bu işe! Ama işte AKP ve Erdoğan’ı destekleyip yana yakıla onun demokrasiyi tesis etmekte olduğunu, zaten “sandıktan çıktığı”nı ve ne yapsa yeri olduğunu ileri sürenler az değil. Ve diyorlar ki, “Askeri vesayeti kaldırıyor”, “Sistemle mücadele etti”, “Devletle mücadele ediyor”, bazı otoriter eğilimleri eleştirilse bile, bu nedenle yüksek bir “demokrasi notu” hak etmiştir! Askeri darbeyle mücadele etmektedir, öyleyse “Sivil darbe de neymiş?” Bu ekip mevzi kazanmakta oldukları öz güveniyle yüksek perdeden konuşuyor ve “İki taraftan da değilim” diyenlerle dalga geçiyorlar. Berikilerse, yeni bir uzlaşma tutturma peşindeler, gerilemenin önüne geçmeye uğraşıyorlar. Demokrasi, iki taraf için de, kendilerinin oyun alanı ve bu oyunda kesinlikle “aşağı tabakalar”a yer yok! Sandıktan çıktın mı, dört yıl rahatsın, istediğin gibi asıp kesebilirsin, diye düşünüyor seçilen sivillerin halkın vesayetini ele aldığını kabul ediyorlar. Bugüne kadar olduğu gibi son sözü askerin söylemesinde sakınca görmeyen, ama “İki taraftan da değilim” deme noktasına çekilenlerin ve arkasında durduklarınınsa halkla ilişkileri bakımından sicilleri ortada. Özkökler, “Her devletin gizli/kirli işlerini görecek kurumlara ihtiyacı”ndan açıkça söz etmemişler miydi? Evren ve arkasından gelenler, sonradan bir türlü varlığını kabul etmedikleri JİTEM türü örgütlenmeleriyle, Kontrgerillayla az mı asıp kesmişlerdi? Hâlâ kazılardan bulunan kemikleri bile inkar etmiyor mu mutemet adamları? Peki açılan davalar, o propagandası en yüksekten yapılan Ergenekon davası başta olmak üzere, neyi ortaya çıkararak ilerliyor? Hrant’ın avukatı “İki yılın ardından yine en başındayız” diye tanımlarken mahkemenin gidişatını haksız mıdır? Ne ortaya çıktı, neyin ortaya çıkarılmasına çalışılıyor? “Askeri vesayet”e atıp tutanlar ve askerlere dava açıp “kozmik odaları”nı arayanlar, hele işlerine geldiğinde şeffaflık nutuklarını attıklarını neden hatırlamıyor ve suç oluşturan bir kıymık bile açıklamıyorlar? Her şey yasal mı, hiç mi halka karşı suç işlenmedi bu memlekette? Öyle ya da böyle, iktidar “ipi”ni çekiştirme dışında, taraflar bir işle uğraşmamaktadırlar. Ve tüm olup biten halkın dışında cereyan etmekte, halk özenle çekişmenin dışında tutulmaktadır. Bu nedenle de kim ne iddia ederse etsin, taraflar arasındaki çekişmenin en ufak bir demokratik yönü yoktur. Kaynak: -http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=63967-
-
BU DAVA 10 KERE BİTMELİYDİ
BU DAVA 10 KERE BİTMELİYDİ 13:10 17 Ocak 2010 SEVGİM DENİZALTI “Moral bozucu değil mi bütün bunlar? Zamanın vicdanları aşındıracağını bilenlerin oyunları… Adalet hep uzaklarda kalsın isteyenlerin… Biz adalet istemeye devam edeceğiz” Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden tam üç yıl geçti. Bu cinayetten çok öncesinde haberdar olan, bunu tasarlayan ya da buna göz yuman çok sayıda devlet görevlileri hâlâ yargı önüne çıkarılmadı. Gazeteci-yazar-yönetmen Ümit Kıvanç’ın çektiği 19 Ocak’tan 19 Ocak’a adlı belgesel de işte bu ‘tiyatroyu’ anlatıyor. Tiyatronun ilk iki perdesini, yani cinayetin ardından geçen iki yılda yaşananları… Yukarıdaki cümle de belgeselin son cümlesi. Derya Alabora okuyor. ‘Tiyatro artık bitsin’ isteyenlerin, ‘oyalamayın’ diyenlerin, adalet isteyenlerin isyanını anlatıyor. Belgesel 14 Ocak’ta İTÜ’de düzenlenen ‘Toplumsal Hafıza’ başlıklı etkinlikte gösterildi. Gösterimin ardından yönetmen Ümit Kıvanç ile Hrant’ı, bu kara tiyatroyu, belgeseli sorduk. Ancak ilginç yanıtlar aldık. HİÇBİR ULUSAL KANAL YAYINLAMADI »Belgeselin oluşum sürecinden söz eder misiniz? Hrant öldürüldüğünde ilk sene apar topar bir döküm hazırladım. Birtakım oyuncuları davet ettik, okur musunuz diye, onlar da okudular. Böyle 10-15 gün içinde bir film yaptık. Bunu ntvmsnbc sitesi yayınladı. 30 bin kişi çok kısa bir süre içinde seyretti. Anma gecesinde de gösterildi. İkinci sene, devamının peşine düştüm. Dava sürecinde ikinci yıl yaşananları toparladım, yeni oyunculara gittim. Bir tek ilk filmin kapanışını yapan Derya Alabora’dan rica ettim, ikinci filmin de başlangıcını ve kapanışını o yaptı. »Filmde 15 ünlü sima görüyoruz. Teklif götürdüğünüzde ne dediler? Hiç olumsuz bir yanıtla karşılaştınız mı? Filmde gördüğünüz herkes büyük bir hevesle, niyetle, ‘bu bizim görevimiz’ diyerek geldi. Kime teklif ettiysek, adeta koşarak geldi. »Televizyonlarda gösterildi mi hiç bu belgesel? Elbette gösterilmedi. Geçen sene bir kanal, Kanaltürk yanılmıyorsam, gösterdi galiba. Ama büyük ulusal kanallar hiç ilgilenmedi. Halbuki onların yerine yapmışım, hazır veriyorum. Ayrıca meşhur insanlar okuyor metni. Ama göstermiyorlar, ne yapabilirim ki. Siteye koydular, orada da gördük ki izleniyor yani. YALNIZLAŞMANIN SORUMLUSU SOLCULAR »Etkinliğin adı ‘toplumsal hafıza’ydı. Burada da bir hafıza kaybı, yalnızlaşma söz konusu değil mi? Dink’in cenazesinde 100 bini aşkın insan vardı, ama duruşma günleri yapılan eylemlere en fazla 200 kişi geliyor. Bu söylediklerimi BirGün’de nasıl yazacaksınız bilmiyorum ama, bunun sorumlusu Türkiye’deki solculardır. İstanbul’da 200-300 solcu mu var? Bana herhangi bir solcunun Hrant Dink’in duruşmasına gelmeme gerekçesini söyleyebilir misiniz? Hangi meşru gerekçeyle solcu bir insan oraya gelmez? Eylemi beğenmiyorlar filan, “ya ne var orada, gelip duruyoruz” gibi laflar işitiyoruz. Solcuların orada olmaması, resmen solculuğun da günahı diye bir şey varsa eğer, günahın en büyüğüdür. »Tüm suçu sosyalistlere mi atıyorsunuz? Kendi yakın çevresine somut siyasi çıkar sağlamayacak hiçbir olay, hiç kimseyi ilgilendirmiyor Türkiye’de, buna sosyalistler de dahil. Hrant’ın duruşmasına gelmek hiçbir grubu kalabalıklaştırmaz mesela, kimseye siyasi bir çıkar sağlamaz. ERHAN TUNCEL’İN NE SIRRI OLACAK? »Tekrar mahkeme sürecine dönelim. “3 yıldır bir tiyatro oynanıyor” dediniz. Daha ne kadar sürecek bu oyun sizce? Evet, böyle bir saçmalık var. Dava, uzanması gereken yere uzanmıyor. Şimdi sen 5-6 kişiyi yakalamışsın, biri diyor “ben vurdum, bu da silahı verdi”, diğeri de diyor “evet ben verdim”. En fazla yok önce Erhan mı söyledi, Yasin mi söyledi diye kavga ediyorlar. Bu duruşma 10 kere biterdi şu ana kadar. Ama öyle enteresan bir durum var ki Emniyet’in istihbarat daire başkanı mahkemeye kâğıt yolluyor, “aman ha bunları imha edin, kimse görmesin” diyor. Erhan Tuncel kim ya, ne sırrı olacak? »Bugünlerde de devlet sırrı tartışılıyor ya… İşte devlet sırrı tam da budur, bu işe yarar. Bu memlekette her şey şirazesinden çıktı. Şu anda AKP hükümeti, normalinde aslında başa gelecek solcu, demokrat bir hükümetin yapması gereken birtakım şeyleri yapıyor. Ama o AKP olduğu için, biz onu sevmediğimiz için bunlar görmezden geliniyor. MANGALDA KÜL BIRAKMAYANLAR NEREDE? »Yapıyor mu gerçekten? Her fırsatta derin devlete karşı mücadelede kararlı olduklarını söyleyip duruyor da neden Hrant’ın davası üç yıldır sürüncemede? O adam (Başbakan Erdoğan) solcu değil ki. Ne kadar demokrat? İstediklerimizi yapsa zaten bizim hükümetimiz olurdu. Tüm bunları AKP’den hangimiz beklerdik? Şunu söylüyorum, onların yaptığı birtakım şeyler önemsenmiyor. Herif Kozmik Oda’da arama yapıyor, bu ülkedeki bilmem kaç tane solcu, demokrat, aydın, belki de o odada yapılan planlarla öldürüldü. Bunu önemsemiyor solcular, bence bu ihanettir. »BDP grup başkanı da değindi geçenlerde; 80 darbecilerine, EMASYA’ya, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine hiç dokunulmuyorken, sözü samimiyet tartışmalarına getirmek istemiyorum ama, ihanet olan ne? İyi de tüm bunların hemen mi olması gerekiyor? Sen bunları istiyorsan, o zaman hükümeti o yönde zorlayacaksın. “Kozmik Oda’da ne buldun, bize açıkla” diyeceksin. “EMASYA’yı değiştir” diyeceksin. Bizim bu taleplerde bulunmamız lazım, ama biz bunu yapmıyoruz ki. “Ne yaa” diyoruz biz, önemsemiyoruz, küçümsüyoruz, böyle bir şey var mı? Solcuların yarısı faşist oldu zaten. Türkiye Komünist Partisi yazıyor tabelasında. Bunların hepsinin hesabını vermek gerekiyor solcu olarak. Ben de diyorum ki, bütün solun tavrının damıtılmış özü Hrant Dink’in duruşmalarıdır. Alın işte. Kimse atıp tutmasın. Özellikle de bizim yaşımızdakiler için çok geçerlidir ya, biz pratiğe bakarız. Pratik ortada. 200-300 kişi, tanıyorum oradaki insanların çoğunu. Nerede mangalda kül bırakmayanlar? İNSANLAR ARTIK ‘ERMENİLER DE VAR’ DİYOR »Peki, cenazedeki 100 bini aşkın insan? Orada yalnız solcular yoktu… Sadece biz solcular olsaydık orada 100 bin kişi yürümezdi zaten. O insanlar, normalinde sokağa çıkıp gösteri yapan insanlar değildi. Üstelik hafif korkarak belki geldiler oraya, dayanamayıp geldiler. O yürüyüş, Türkiye’nin ve İstanbul’un vicdanının sesiydi. Oraya gelemeyen bir o kadar insan da evinde ağladı o sırada. »Gösterimin ardından yapılan söyleşide Rober Koptaş’ın da dediği gibi, o yürüyüş bir vicdan kırılmasıydı. Peki, bu kırılma bir şeyleri değiştirebildi mi bu ülkede? Değiştirdi bir miktar. En azından çok sayıda insan artık “Türkiye’de Ermeniler var” diyor. Daha önce bu insanlar yokmuş gibi davranılıyordu. Türkiye 70 milyon değil mi? Hayatında hiçbir Ermeni ile konuşmamış kaç kişi vardır? Türkiye’nin kesinlikle dörtte üçü hayatında hiçbir Ermeni ile konuşmamıştır. Gerçi bunların yarısı bulundukları yerde iki üç kuşak önce Ermenilerin olduğunu biliyorlardı. Ne olmuşsa bu insanlar birdenbire yok olmuş işte. »Hrant Dink davasında dördüncü yıla giriyoruz, adalete dair umudunuz kaldı mı? Açıkçası ben şöyle düşünüyorum: Bu işe bulaşmış çok fazla devlet görevlisi var. “Hrant’ı öldürün” diye bulaşmadılar büyük ihtimalle. Birileri öldürülsün diye çanak tuttu, birileri de belki işlerin bu noktaya varacağını düşünmeden, belki ‘doğal reflekslerle’ filan bu işe bulaştı. Çok fazla şey var, buna bir girişilirse, öyle insanların yargılanması ve gözden çıkarılması gerekir ki, o zaman bomba düşer, yer yerinden oynar. »Siz bu cinayetin Ergenekon’la bağlantılı olduğunu düşünüyorsunuz, değil mi? Şimdiye kadar güçlü bir bağ bulunmuş değil, Ergenekon ile bu olay arasında. Ama mesela o en son ortaya çıkan Kafes Planı’nda “Hrant Dink operasyonu” deniliyor. Hrant’ın öldürülmesi, öncesinde Malatya, Rahip Santoro Cinayeti… Bunların birbirleriyle bağlantılı oldukları çok açık. ‘KAFES’TE ANLATILANLAR AKLA YAKIN »Medyaya yansıdığı şekliyle Kafes Planı’nda anlatılanlar, aklınıza epey bir yatmış... Belli ki, Türkiye’de şeriatçı teröristler gayrimüslimleri öldürüyor manzarası yaratılmak istenmiş. Ustaca bir plan aslında. Batıyla Türkiye’nin de mesafesini açabilecek bir şey. Bu konularda atıp tutmak doğru değil, ama akla yakın gözüküyor. »Son olarak, belgesel gösteriminin ardından hükümete yönelik eleştirilerinizin yeterli olmadığı yönünde bazı izleyicilerden eleştiriler geldi. Bunlara ne diyeceksiniz? Hükümeti eleştirmemiş mi oluyoruz şimdi? Bir bölüm var belgeselde, ‘bırakıp kaçacaklardı’ filan diye. İnsanlar şunu bekliyor sanırım, bunu devlet değil de hükümet yapmış olsun. Bizim şahane Kemalistler değil de dinciler Hrant’ı öldürmüş olsun istiyorlar herhalde, ama gerçek öyle değil ne yazık ki. O izleyici, hükümete eleştirilerimizi yeterli bulmadı, yeterli bulmamaya da hakkı var, ne diyeyim? Kaynak: -http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1263726659&year=2010&month=01&day=17-
-
LİNÇLERİ MEŞRULAŞTIRAN POLİTİKALARA BAKMAK GEREK
TÜRKİYE’NİN LİNÇ REJİMİ KİTABININ YAZARI TANIL BORA: LİNÇLERİ MEŞRULAŞTIRAN POLİTİKALARA BAKMAK GEREK 15:00 17 Ocak 2010 AYSEL KILIÇ Tarihimizde pek çok örneği bulunan, bugün de gayet olağan bir şekilde sürüp giden linçler silsilesi, Türkiye’de sürekli bir linç “rejimi”nin var olduğunu düşündürüyor. Linç politikalarını ‘’Türkiye’nin Linç Rejimi’’ kitabı yazarı Tanıl Bora ile konuştuk. »Geçtiğimiz aylar Kürtlere yönelik sıkça yaşanan linç girişimleri, son haftalarda hemen hemen bütün muhalif kesimlere yöneldi. Linçin bu kadar yaygınlaşmasının nedenleri ne olabilir? Sadece son haftalar diye düşünmeyin. Türkiye’nin Linç Rejimi kitabımda, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2002’den beri yaptığı dökümü bulabilirsiniz. Yaklaşık on yıldır linçin neredeyse olağanlaştığını söyleyebiliriz. Sadece politik muhalifleri de hedef almıyor. Toplumsal olarak dışlananlar çok daha kolaylıkla linç saldırılarına uğrayabiliyorlar. Travestiler, transseksüeller, son yıllarda çok sayıda linç saldırısına uğradılar, bir kısmı basında gündeme bile gelmedi. Peki neden bu yaygınlaşma? Sosyo-ekonomik nedenlerden de söz edilmiyor, özellikle Ege bölgesinde, Akdeniz’de, göçmenlerin zaten küçülen pastaya ortak olmasından endişe duyanların, bilhassa “kaybedecek bir şeyleri olan” orta sınıfların tepkilerini linç saldırılarında seferber olarak gösterdiğine ilişkin işaretler var. Ama tek etken bu değil. Bence en önemlisi, linçleri meşrulaştıran bir zemin oluşturan milliyetçi ve ırkçı zihniyetir. Irkçılık ve milliyetçilik, Türkiye’de özellikle 1990’lardan beri Kürt meselesi bağlamında körüklendiği biçimiyle, düşman, hain olarak gördüklerini insandan saymayan bir bakışı yerleştirdi. Çok şiddetli bir tehdit algısının ajitasyonu eşliğinde, “vatan millet düşmanları” denenleri insanlık dışı mahluklar olarak gören bir bakış. Görüyorsunuz, sokakta “PKK’lılar!” diye bir vaveyla kopardığınız anda, bir linç güruhunu toparlayabilir ve herkesin üzerine salabilirsiniz. »Tahriklerin, tahrikçilerin etkisi nedir? Her linç güruhu, “vurun” diyen bir lidere bakar, kendi sürü dinamiği içinde o lideri çıkarır da. Gerek Selendi’deki Romanlar’ın sürülmesinde gerek Edirne’de günlerce bir planlı tatbikat gibi süren linç kampanyasında da tahrik edenler, “haydin!” diyenler, kitlesel çığı harekete geçiren ilk kartopunu yuvarlayanlar var. Anlaşılan, âdet olduğu üzere, bunlar ülkücü gruplar. Bazı olaylarda kimi “görevliler”in de bu işlerde elebaşılık yaptığına ilişkin işaretler alınıyor. Örneğin Muş-Bulanık’ta kaleşnikofla kalabalığı tarayıp iki insanı öldüren “esnaf”, aynı zamanda korucuydu. Ama tahrikçilerin tahrik edebileceği bir ortamın, bir ruh halinin varlığını göz ardı etmemek gerek. Lincin büyük bir ayıp, bir skandal olarak görüldüğü, insanlarda “yahu ayıptır, kim olursa olsun, ne olursa olsun, bir insana bu yapılır mı?” duyarlılığının olduğu bir toplumsal vasatta, linç girişimleri bu kadar kolay gerçekleştirilemez. Bu noktada, linçleri açıkça veya zımnen meşrulaştıran politikalara bakmak lazımdır. »Tarihimizde pek çok örneği bulunan, bugün de ‘gayet olağan’ bir şekilde sürüp giden linçlerin bu kadar meşrulaştırılmasının anlamı nedir? Yasa boşluğu mu? Son olaylarda hukukçular Türkiye’de ceza kanunlarında linçin müstakil bir suç olarak düzenlenmemiş olmasının eksikliğine değindiler. Beri yandan, bu saldırıların pekâlâ cezai takibat konusu yapılabileceğine de dikkat çektiler. Önemli olan, linç girişiminde bulunanların sistemli olarak hoşgörülmesi, tersine, linçe uğrayanların kovuşturulması hatta bazen cezalandırılmasıdır. Bakın, Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, (ki bence Beyaz Türk faşizminin şu aralar en popüler sözcüsüdür), Selendi olayının büyütülmemesi gerektiğini, Hulusi Kentmen misali babacan bir komiser Romanlar’la ikna edici gönül alıcı bir konuşma yapsaydı işin büyümemiş olacağını yazdı. “Olay” dönüp dolaşıp yine Romanlar’ın sosyal tabiatları icabı hadise çıkarmış olmasına geliyor bu mantıkla! Hulusi Kentmen’le Darbukatör Bayram arasında bir hadiseymiş meğer, linççi Selendililerden hiç bahis yok! Bam teli işte burası: Lince uğrayanların esas müsebbip sayılması, “ayıptır, zillettir” demeden önce lince uğrayanın “acaba ne yaptığına?” bakılması. Linç güruhunun harekete geçmesinin bir doğal afetmişçesine kaçınılmaz, buna sebebiyet vermenin bir hainlik veya en hafifinden bir basiretsizlik olarak görülmesi. Türkiye’de hukuk sisteminde neredeyse bir evrensel norm mertebesine yükseltilmiş olan bu “tahrik Hakkı”yla sistemli bir mücadelenin gerektiğini düşünüyorum. Biliyorsunuz, kadınlara karşı şiddette de saldırganların en büyük kozu budur: Kıyafetiyle, lafıyla, şusuyla busuyla tahrik etti... Bireysel şiddet vakalarında da aynı şey… Linç vakalarında da, “Vatandaşlarımız, milletimiz tahrik olmuş, hassasiyetlerine dokunmuşlar” deyince, akan sular duruyor, “Tahrik” motifinin bir meşrulaştırma silahı olmaktan çıkarılması için çok cepheli ve inatçı bir mücadele gerek. »Edirne, Erzincan ve Kars’ta yaşanan linç girişimlerinde polis saldırganları engellemektense, yaşananlara seyirci kaldı. Kolluk kuvvetleri bu gücü nereden alıyor? Güvenlik kuvvetlerinin yerleşik politikası, mesleki refleksi, az evvel söylediğim gibi, birincisi linçe uğrayanlara zaten musibet olarak bakması, ikincisi, linçi bu musibetin yol açtığı bir doğal afet gibi görmesi. Dikkat edin, birçok olayda linççiler polisten “siz halledemiyorsunuz, bırakın biz cezalarını verelim” diye adeta ruhsat istiyorlar. Linç girişimcilerinin hiçbir biçimde takibata uğramaması, onların cesaretini pekiştirdiği gibi, polisin pasif desteğini de yerleşikleştiriyor. Elbette, çığırından çıkmış bir kalabalığı bir polisin veya bir başka görevlinin “tepkinizi anlıyorum” filan diyerek yatıştırmaya çalışmasını anlamalıyız. Ama saldırganların sırtını sıvazlamanın süreğen bir pohpohlamaya dönüşmesi, olayın sıcağı geçtikten sonra verilen demeçlerde de tekrarlanması, başka bir şeydir. Bu, açıkça cesaretlendirmektir. “Milli hassasiyet” üzerinden, “vatandaş tepkisi” diyerek, linç güruhlarına kredi açmaktır. »Başbakan Erdoğan, Trabzon’da hapishanelerdeki tecridi protesto eden gruba ilişkin saldırıyı mahkum edeceğine “Halkımızın hassasiyeti” değerlendirmesinde bulundu. “Halkımızın milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman, şüphesiz ki bunun tepkisi farklı olacaktır’” dedi. AKP hükümeti ne yapmaya çalışıyor? Demin linçten doğal afet gibi bahsetmekten söz ettim ya… Böyle yaparsanız, işte “milletin hassasiyetini dikkate almazsanız”, “halkı tutamayız, milleti tutamayız” tehdidi… MHP lideri Devlet Bahçeli Kürt Açılımı gündeme girdiğinden beri sürekli bu tehdidi kullanıyor. Başbakan da birkaç kez buna başvurdu, 2008 da Kasımında Dolapdere’de Kürt göstericilere silah çekenleri “vatandaş tepkisi” diye haklı görmüştü mesela. Bu Türkiye’de muhalefettekilerin de (sözde muhalefet) başvurmaktan geri kalmadığı, devlet dilinin faşizan lehçesi: “Milli refleks”i yardıma çağırmak, linç güruhlarını resmi koruma altında bir paramiliter güç olarak işe koşma tehdidi… »Bu konuyu ‘’Türkiye’nin Linç Rejimi’’ kitabınızla ele aldınız. Türkiye tarihi linçler tarihidir, diye bilir miyiz? Şöyle desek daha doğru olur: Türkiye’nin tarihinde, linçlerin, bir olağanüstü hal yöntemi olarak, bir idare tekniği olarak kullanıldığını görüyoruz. Türkiye’ye özgü değil bu. O küçük kitapta Nazi Almanyası’nın linç rejimiyle Türkiye deneyimi arasındaki benzerliklere dikkat çekiyorum. Birikim’in son sayısındaki “Linç Açılımı” yazımda da Guatemala ve İsrail’in linç deneyimleri ile mukayeseler öneriyorum. »Medyanın yaklaşımın nasıl değerlendiriyorsunuz? Selendi olayında medyanın, -genel, “merkez” denen medyayı kastediyorum- tutumu çok kötü değil aslında. Olayı skandalize edenler, “yuh”diyenler, en azından nispeten, az değildi. En azından olayın ayrıntısına inen röportajlar görebildik. Ama tabii “en büyük” gazeteler yine halı altına süpürmeyi yeğlediler. Edirne’deki olayın ise, dediğim gibi bir planlı tatbikat misali günlerce sürmesine rağmen skandalize edilmemesi, bir skandal! Bora’nın kaleminden Türkiye’nin ‘linç rejimi’ TanIl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi adlı kitabında, bahanesi ve meşrulaştırma mekanizmaları hep hazır tutulan linç eylemlerinin analizini sunuyor. Nazi Almanyası ile halimizi karşılaştırarak... TV dizilerinin bu işteki rolüne işaret ederek... Son yıllardaki linç girişimlerinin inanılması zor dökümünü sunarak... “Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Lincin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir” sözlerinin altını çizerek... Kaynak: -http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1263733255&year=2010&month=01&day=17-
-
7 YILDA AKP ILE YOZLASAN TÜRKIYE YOBAZ DAHA YOBAZLASIYOR.
Baska ülkeleri birakalimda kendi avlumuza bakalim derim. Baskalarini elestirmek kolayda neden kendimizi elestirmek o kadar zor anlasilir degil. Ben size bir önceki yorumumda dogrudan sorular sormusum, siz önce lütfen o sorulara cevap verin. Baskalarinin eksiklerini cok kolay konusuyoruz ve tesbitte ediyoruz, ama onlarin eksikligi bizim eksiklerimizi tamamlamiyor malesef. Konu basligi Almanya degil Türkiye. Buyurun kendi ülkemizi masaya yatiralim ve görelim. Neden kaciyoruz bundan? Mesele Türkiye olunca empati kuralim oluyor, ama baska ülkelere vurabildigin kadar vur, nasil olsa meydan serbest.
-
Kahramana ödül, ölüm mü?
Nihal Atsiz gibi fasist ve irkci düsünceleri olan birisini kendisine referans alanin iyi niyetinden süphelenilir. Kahramanlar asla canina kiymazlar. Canina kiyanlar yaptiklari cinayetlerin ve ceteciligin ortaya ciktigini ve arkalarinda da hic bir kimselerin kalmadigini görünce isin kolayina gidip intihara basvuranlardir.
-
7 YILDA AKP ILE YOZLASAN TÜRKIYE YOBAZ DAHA YOBAZLASIYOR.
Alman'larin neden ülkelerini terk ettigi beni hic alakadar etmyor ki. Siz degil misiniz Türkiye'nin sosyal haklar konusunda avrupa ülkelerinden kat kat önde oldugunu iddaa eden? Ehh bizde bu tablo cercevesinde madem bizim sosyal haklarimiz Almanya'ninkinden kat kat önde ise neden insanlarimiz o ülkeye gitmek icin her yolu deniyor diye soruyorum... Madem tekrarlamamizi istemiyorsun anlat artik bize avrupanin kat kat önünde olan sosyal haklarimizi. Diger taraftan Almanya'yi terk eden Almanlar Türkiye'ye mi göc ediyorlar? Hayir, genelde Almanya'dan daha rahat yasayacaklarini umduklari ülkelere göcüyorlar, mesela Amerikaya, Kanada'ya,..... Ama Türk'ler neden tüm bati avrupa ölkelerine göc etmek icin hatta para verip sahte evlilik dahi yapiyorlar? NEDEN ACABA? Sosyal haklari kat kat önde oldugu icin mi yoksa kötü oldugu icin mi? Bizi Türkiye ilgilendirir. Siz önce iddianizin arkasinda durun ve bize aciklayin.
-
ILYAS SALMAN'IN YALANI ORTAYA CIKTI
Dolayli yoldan dahi olsa kimleri muhattap aldigimi cok iyi görmüs oldum. Tüm Kürt vatandaslari potansiyel terörist ve destekcisi olarak fislemek hala irkcilik olmuyorsa ne diyelimki artik? Ülkem ne hallere gelmis yavas yavas gün isigina cikiyor.
-
7 YILDA AKP ILE YOZLASAN TÜRKIYE YOBAZ DAHA YOBAZLASIYOR.
Ama neden halaa binlerce Türk vatandasi bu ülkeye gitmek iicn hr yolu deniyor dersiniz? Demekki yasadigi ülkede her konuda umutlari bitmiski careyi gitmekte ariyor. Hani Türkiye sosyal haklar konusunda avrupa ülkelerinden kat kat öndeydi? Durum böyle olsa insanlar ülkeyi terk etmek istermi? Kendi söylemlerinizle celisiyorsunuz.
-
7 YILDA AKP ILE YOZLASAN TÜRKIYE YOBAZ DAHA YOBAZLASIYOR.
Konu Türkiye'nin sosoyal haklarda avrupa ülkelerinden kat kat oldugu iddaasiydi. Arkadas bu konuda iddali, o yüzden doktora her üc ayda verilen 20 € yu örnek gösteriyor. Ama ülkemizin hangi sosyal haklari avrupa ülkelerininkinden önde halaa anlatilmasini bekliyoruz.
-
7 YILDA AKP ILE YOZLASAN TÜRKIYE YOBAZ DAHA YOBAZLASIYOR.
Ya neden siz yorumlari tersinden anliyorsunuzki? Tekrarliyorum, dis kontrolüne gittiginizde asla 10 € ücretini ödemiyorsunuz, daha neyi itiraf etmisim anlasilir degil. Diger taraftan hastalik sigortalari pirimler ve devlet destegiyle karsilaniyor. Saglik hic bir zaman bedava degildi ve vatandasin ödemesine göre ve hastaliklara göre de harcamalar degisiyor. Ama siz neden gercek konuya gelmiyorsunuz? Siz bize lütfen kendi iddaaniz olan Türkiye ile avrupa ülkeleri arasindaki sosyal haklari karsilastiripta nasil "kat kat önce oldugumuzu" göstermiyorsunuz? Size ben dogrudan sorular sordum ama cevap yerine demagoji. 40 € da takilip kaldiniz, ama ülkemizde rehin alinan hastalardan özellikle bahsetmekten kaciniyorsunuz. Siz bize lütfen kendi iddaaniz olan su "avrupa ülkelerinden kat kat önde oldugumuz" sosyal haklari anlatsaniz keske.