-
İçerik Sayısı
2.202 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
yam_yam tarafından postalanan herşey
-
Bir kere insan şahane falan değildir. İnsanın biyolojik ve fizyolojik açından diğer hayvanlara göre belirgin dezavantajları vardır. Ancak aklı ve alet kullanma yeteneği sayesinde bunu avantaja dönüştürmeyi başarmıştır. Yoksa bugün bile insanlar, bazı hayvanların besin listelerinde bulunabiliyorlar. İnsan, aletsiz bir hiçtir. Aleti olmadan ne besinini sağlayabilir, ne de tehlikelerden korunabilir. Alet olmadan tarım yapamaz, et ihtiyacını sağlayamaz. Alet olmadan besin listesinde bulunduğu hayvanlardan ya da diğer tehlikelerden korunamaz. Zira kaçmak için bir aslandan hızlı koşamadığı gibi, yakalamaya çalıştığı bir ceylandan da hızlı koşamaz. Ceylanı yakalasa bile onu yemek için pişirmesi gerekir. Zira insanın avını parçalamak için pençeleri, ya da buna uygun ağız yapısı olmadığı gibi, sindirim sistemi de çiğ et için uygun değildir. Yalnızca bu durum bile insanın şahane olmadığının kanıtıdır. İnsanın bugün bulunduğu noktanın müsebbibi yine insandır. İnsanlığın gelişimi aşamasında insana, yine insandan başkası yardımcı olmamıştır. Ne bir tanrı, ne de başka bir şey. İnsanoğlu bugüne deneme/yanılma yöntemiyle geldi. Hangi bitkiyi yemesi, hangisini yememesi gerektiğini öğrenene kadar kim bilir ne sıkıntılar çekti. Ya da hangi bitkiyi yetiştirmesi, hangisini yetiştirmemesi gerektiğini öğrenene kadar ne çabalar sarfetti. Her gün öğrendiklerinin üzerine yeni bir şeyler koyarak geldi bugünlere... İşte biz bu birikime bugün "bilim" diyoruz. İnsanın varolma savaşında yanında olan yalnızca bilimdi. Yoksa insanın işi tanrıya kalsaydı, biz bugün mağaralarda yaşamaya devam ediyor olacaktık. Bilimden başka yol gösterici aramak doğru olmadığı gibi, buna gerek de yoktur.
-
Toplumda tabu olarak görülen konuların başında din gelir. Her ne kadar "inanç özgürlüğü" ifadesi insanların diline pelesenk olsa da, hala ateistler hakkındaki önyargılar oldukça yaygındır. Buna forumda da sıkça rastlamaktayız. İslam'ın inanmayanlar hakkında ipe sapa gelmez öğretileri, bu durumun baş müsebbibidir. "Ateist" deyip geçmeyin. Ateistlerin büyük çoğunluğu dinleri, özellikle de daha önce bağlı oldukları dini araştırarak, kafa yorarak ateist olmuş kişilerdir. Bu yüzden din hakkında ortalama bir müslümandan çok daha fazla söyleyecek sözleri vardır. Tanrısal olduğunu kabul etmedikleri bir öğretinin, yaşadıkları toplum üzerinde bir baskı unsuru oluşturmasından, bağnazlıktan ve kendileri hakkındaki önyargılardan rahatsız olurlar. E bu noktada da söylenecek sözler ister istemez belli bir hacmin üzerinde oluyor. Edindiğimiz misyonu mu merak ediyorsunuz ? Söyliyeyim o zaman... Misyonumuz, dine dayalı bağnazlıkla olabildiğince mücadele ederek, bağnazlığın toplumun gelişimine köstek olmasının önüne geçmek... Misyonumuz, "sorgulanamaz" kabul edilebilecek hiç bir şey olamayacağından yola çıkarak, toplumu düşünmeye, sorgulamaya sevketmek. Misyonumuz, ateistler hakkındaki önyargıları yıkarak, onların inançları dışında diğer insanlardan bir farkı olmadığı gerçeğini gözler önüne serebilmek. Anlayacağınız, dinin toplum üzerinde bir gölge olmamasından başka bir şey istemiyoruz. Gölge etmesin, başka ihsan istemez...
-
Ben buraya her gelen teiste ahlak dersi vermekten bıktım. Zannediyorlar ki, ahlak yalnızca dinlere, özellikle İslam'a özgüdür, tanrıya inanmayan herkes ahlaksızdır, onlardan her şey beklenir... Bahse girerim ki, cezaevlerinde yatan insanlar arasındaki ateistlerin sayısı, toplumdaki ateist oranına göre çok daha küçüktür. Ama bunu teistlere anlatamazsın. Zira onlarda, hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da şartlanmışlık vardır. Ne olursa olsun ateistler tanrılarının söylediği gibi olmalıdırlar... Ahlaksızlar, zalimler.. Vay Allahsızlar.. Sonra da bunlardan birisi, "peki neden kanunlara uyuyorsunuz neden insanlara kötülük etmiyorsunuz?" gibi zeka düzeyi erişkinlik çağına gelmemiş bir çocuğun sorabileceği türden bir soruyla karşımıza çıkabiliyor. İşin kötüsü, ne dediğinin de farkında değil ve ciddiye alınamayacak bir soru olduğunun söylenmesine rağmen, dediklerini akıl süzgezinden geçiremiyor ve karşısındakini cevap verememekle suçlayabiliyor. Şimdi gel de sen bu vatandaşa anlat bakalım, insanın sosyal bir varlık olduğunu, bir toplum içeresinde yaşamak zorunda olduğunu, her toplumun dirliği için belli kuralların olduğunu, bu kuralların zamana ve mekana göre değişiklik gösterebildiğini ve daha iyi bir yaşam sürebilmek için bu kurallara uyulması gerektiğini... Bre aymaz, ne diye durup dururken bir başkasına kötülük yapayım? İnsan temelli bir ahlak anlayışına ne zaman ulaşabilecekler bilemiyorum... Trajikomik olan, aynı anda 4 kadın ve pek çok cariye ile birlikte olmayı normal karşılayan zat-ı muhteremlerin bizi ahlaksızlıkla suçluyor olabilmeleri. Demek ki ahlak, 1400 yıl önceki bedevilerin çöl zihniyetinden ibaretmiş. İyi bir yemek tarifleri kitabı tadı tuzu yerinde bir yemek hazırlamak için gereken tüm durum ve koşulları belirt(e)mez. Yaşam da öyle... Sonlu sayıda bir takım kuralı bir araya getirip "işte ahlakın kesin temel taşları bunlar" demek bir yerde imkansız. Çünkü insan doğası sabit değil, toplumsal olarak koşullanıyor. Peki bu gerçeği ne zaman kavrayabilecekler? Ahlak denen kavramın ve kurallarının 1400 yıl önce yazılmış, konuları kopuk kopuk, bir yığın tekrarlarla dolu bir kitapta olduğunu ve bu kuralların değişmeyeceğini düşünmek en büyük gaflet değil midir? Buna inanmak insanlığın gelişimini inkar ve buna ayak direme değil midir? Değildir kardeşim...1400 yıl önceki kurallarla yaşasınlar da, varsın çamur içinde yaşasınlar... Yoksa toplumsal gelişim, çağdaş yaşam, insan ve insanlık olgusu onların umurunda değil. Onların insana saygısı cennet rezervasyanu için... İnsana insan olduğu için değer vermek onların kitabında yok...
-
İnsan neden vicdan azabı duyar, neden merhamet eder.... Neden diğer canlılarda bu duygu yoktur da, insanda vardır. vs.vs Bunun tek sebebi "bilinç"tir. Hayvanlar içgüdülerine göre hareket ederler. Bu içgüdüler doğuştan gelen, öğrenilmemiş, ne için yapıldığının farkında olunmayan davranışlardır. Dolayısıyla farkında olunmayan davranışlardan dolayı merhamet ya da vicdan azabı duyulamaz. Bir ceylanı avlayan aslan, ceylana merhamet etmez. Zira aslan için o fiil, beslenmek için avlanma içgüdüsüdür. Ceylanı yedikten sonra da bir pişmanlık duymayacaktır. Zira yaptığı şeyin farkında değildir. Yalnızca bir av bulmuştur ve yemiştir. Fakat insan öyle değildir. Yaptığı her davranışın farkındadır . Ancak bazen insanlar da içgüdülerine göre hareket edebilirler. Örneğin hayati tehlikenizin bulunduğu ve o korku ile ne yaptığınızı bilmediğiniz bir anda çevrenizdekileri düşünmeyecek, belki onların ölümüne bile sebep olabileceksiniz. (Örneğin boğulmak üzereyken sizi kurtarmaya çalışan, ya da tesadüfen orada bulunan birini boğmanız muhtemeldir.) Bu hayatta kalmak için içgüdüsel bir davranışınızdır. Burada bizi diğer canlılardan ayıran nokta, fiilden sonra ne yaptığımızın farkına varabilmemizdir. Yani ne yapıldığının farkında olmak. Yani sizin hatanızdan dolayı bir başkasının zarar görmüş olduğunu bilmek sizi manevi olarak huzursuz eder. İşte bunu sağlayan da bilinçtir. Ancak bu bilincin tanrı ile bir alakası yoktur. Böylesi bir durumda hiç kimsenin aklına ilk olarak tanrı gelmez. Eğer merhamet ve vicdan denen duyguların rahatsız olmasını gerektirecek bir duruma sebep olur da, ilk aklınıza gelen şey tanrıya karşı olan yükümlülüğünüz olursa, siz o olay için merhamet ya da vicdan azabı çekmiyorsunuz demektir. Zira düşündüğünüz şey, zarar verdiğiniz kişi ya da nesne değil, direkt kendinizdir. Böylesi bir durumda da merhamet ya da vicdandan söz edilemez. Üstelik merhamet ve vicdan da izafi kavramlardır. Örneğin şeri hükümlerle idare edilen ülkelerde uygulanan ve fiziksel şiddet ihtiva eden cezalar için, benim ceza uygulanana karşı merhamet duygularım kabarır. Ancak işlediği suça karşılık bu size doğal gelebilir, gördüğü cezayı hakettiğini düşünerek merhamet etmeyebilirsiniz. Demek ki, merhamet ve vicdan da kişiden kişiye değişebiliyormuş. Kırsal bir bölgede yetişmişsinizdir, ya da babanız kasaplık yapıyordur. Büyük bir ihtimalle bir süre sonra siz de hayvan kesmeye başlayacak, bunu yaparken de hayvana merhamet etmeyecek ve vicdan azabı da duymayacaksınız. Ancak tüm bunlara alışkın olmayan biri için aynı şeyi söylemek söz konusu değildir. Bu tamamen kişinin yetişme tarzı, karakter ve bilinç yapısıyla ilgilidir.
-
Şeytan konusunda yine kurgu hatası var. Neden mi? "Hani biz meleklere, "Adem için saygı ile eğilin" demiştik de Iblis'ten başka hepsi saygi ile egilmişlerdi. " diyerek şeytanı da melek kategorisine sokuyor, fakat hemen arkasından ; "Iblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dişina çikti." diyerek şeytanın cin olduğunu söylüyor... Soru 1 : Şeytan eğer bir cin ise meleklerin arasında ne işi var? Soru 2 : Tanrı meleklere secde edin diyorsa, bir cin olan şeytan neden üzerine alınıyor? Soru 3 : Tanrı secde etmesi için sadece meleklere emir verdiği halde, bir cin olan şeytanın secde etmemesine ne diye sinirleniyor?
-
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI B A Ş L A N G I Ç Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı; Bazıları işte bu paragrafa muhalefet ediyorlar. Laikliği içlerine sindiremiyorlar... III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması Madde 14 - Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar. Bakın Danıştay 8. Dairesi türban ile ilgili bir kararda ne demiş : Danıştay 8 inci Dairenin; Esas No: 1984/636, Karar No: 1984/1574, 13.12.1984 Tarihli Kararında; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde bir öğrencinin başörtülü gelmesi nedeniyle bir ay süreyle üniversiteye devamdan yasaklanmasına ilişkin işleme karşı açılan davayı reddeden İzmir l Nolu idare Mahkemesi kararının temyizen incelenmesi sırasında; Yeterli öğretim görmemiş bazı kızlarımız hiç bir özel düşünceleri olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin gelenek ve göreneklerinin etkisi altında başlarını örtmektedirler. Ancak bu konuda, kendi toplumsal çevrelerinin baskısına veya gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf lâik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin Temel İlkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir. Davacı yükseköğretim düzeyinde eğitim gördüğüne "göre bu ilkelerin Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve korunmasındaki önemini bilmesi gerekmektedir. denmektedir. Her konuda kadın haklarını kısıtlayan islamcı beyefendiler de, konu türban olduğunda ne hikmetse "kadına özgürlük" çığırtkanlığı yapmaktadırlar. Türban yasağı, laik bir devletin uygulaması gereken yasaklardan biridir. Ancak laikliği içlerine sindirememiş olanlar, türbanı bahane ederek ortamı germekte, bunu da kendi çıkarları için kullanmakta sakınca görmemektedirler. VI. Din ve vicdan hürriyeti Madde 24 - Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 ncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. maddesi açıkken, devleti ve hukuku uygulayanları dine düşman gibi göstererek kendi ideolojilerine katkı sağlamaya çalışanlar, hedeflerine ulaşamayacaklardır. Danıştay'a yapılan saldırı işte bu çabaların eseridir. Ancak bu ülkede laik devletin uygulayıcıları, vurmakla bitmeyecek kadar fazladır. Yalnızca "Kubilay" isminin yanına yazılan isimlere ilaveler yaparak, toplumun bu zihniyete duyduğu nefretin artmasını sağlayacaklardır...
-
Peki doğum yerinize kim karar veriyor? Ya da ölümünüze? Bunlara bir tanrı karar veremez.. Zira o zaman özgür iradeye müdahale edilmiş olur ki, bu da imtihan olgusunu geçersiz kılar. Peki tanrı neden karar veremez? Sizin nerede doğduğunuz, ebeveynlerinizin yapmış olduğu seçimin bir sonucudur. Bir hastaneye gitmek, ya da evde doğum yapmak... Ya da başka herhangi bir yerde... Ölüm de öyle... Normal olarak düşünülürse, yaşam süresi insanın elindedir. Vücudunuza ne kadar iyi bakarsanız, o kadar çok yaşarsınız. Sigara, alkol ya da uyuşturucu kullanıyor iseniz, bu vücudunuzun zamanından önce yıpranmasına neden olacak ve doğal olarak da normal bir yaşam süresinden önce ölmenizi sağlayacaktır. Yediğinize, içtiğinize dikkat etmez, kolesterolunüzü göz önüne almazsanız, kalbiniz ile ilgili ciddi sıkıntılar oluşabilir ve sizi kalp krizine götürebilir. Yani yaşam süresi de çoğu zaman insanın seçimlerine bağlıdır. Bazen de psikolojiniz bozulur ve yaşam ile ölüm arasında bir seçim yaparsınız. Ölümü seçerseniz bu da sizin seçiminiz. Anlatmak istediğim; evrende ve insan hayatında bir tanrıya ihtiyaç yok. Bizi bir tanrı koruyup kollamıyor... Seçimlerimizi bir tanrı belirlemiyor. Sonuçlarını da... Başımıza gelen her türlü (istisnalar kaideyi bozmaz) iyi ve kötü şey, yine biz insanların belirli seçimlerinin sonucunda oluşuyor. Bu forumda teist arkadaşların kullandığı (daha doğrusu kullanamadığı.. Zira şekillendirmemişlerdi) bir teori vardı; "Kelebek etkisi"... Yani dünyanın herhangi bir yerinde oluşacak bir hava akımının, dünyanın bir başka yerinde fırtınaya neden olabileceğini anlatan teori... Aslında teist arkadaşların böyle bir argümanı kullanmasının hiç bir anlamı yok. Eğer başımıza gelen bir olay kendi seçimimiz değilse, muhakkak (istisnalar kaideyi bozmaz) bir başkasının seçiminden kaynaklanıyor. Yani bir diğerinin seçimi bizi etkileyebiliyor. Peki böylesi bir durumda tanrının yeri ya da etkisi nedir? Eğer tanrı, "hayır ve şerri size ben gönderiyorum" diyebiliyorsa, nasıl oluyorda sonuçlar hep bizim seçimlerimizden kaynaklanıyor. Eğer tanrı, hayır ve şerri oluşturabilmek için bizim seçimlerimizi etkiliyor ise, teistler nasıl oluyor da "irademizde özgürüz" diyebiliyor? Böyle bir ikilemin verilebilecek bir cevabı yoktur... O yüzden kader olgusunu her zaman "İslam'ın yumuşak karnı" olarak nitelendiriyorum... Evrende ya da yaşamımızda tanrının bir yeri yok. Tanrıya gerek de yok. Başımıza ne gelirse, biz insanların seçiminden geliyor. Ama kendimizin, ama bir başkasının. Bizi bir tanrı koruyup kollamıyor... Her gün yaşanan binlerce olumsuz örnek var önümüzde. Yapılan duaların da bir anlamı yok. Zira sonuçları bir tanrı belirlemiyor. Anlayacağınız dua etmek ile umut etmek arasında da bir fark yok. Bir ihtimal var ise umut da vardır.İhtimal var ise, umut edilen şey, olası sonuçların seçeneklerinden biridir. Hiç bir zaman mucize olmaz. Ölen birisinin hayata geri dönmesi için yıllarca dua edebilirsiniz... Sonucun ne olacağını hepimiz biliyoruz...
-
İnsanları bu kadar farklı yapan etki sizce nedir ? Bakalım neler olabilir ... 1- Karakter ve düşünce yapısı 2- Kültür Peki din, insanların karakterine direkt müdahalede bulunmaz mı? Mesela : Yalan söyleme, başkalarına karşı iyi davran, şükret, isyan etme, hep tanrıyı düşün vs.vs... Peki din, kültüre direkt müdahale etmez mi? Zaten yapısı gereği kendi kalıpları olan ve bu kalıpların dışında gelişmelere açık olmayan din, kültüre de müdahale etmiyor mu? Mesela : Dini ritüeller, kılık kıyafet, kadın erkek ilişkileri, kendi belirlediği ve değişmeyecek olan suç ve ceza kavramları ve hayatı yönlendiren diğer hükümler... Görüyorsunuz ya, karakter ve kültürü sabitlediğiniz ve herkesin bunlara kayıtsız şartsız uymasını sağladığınız zaman, ortaya tek tip insanlar çıkacaktır. Yani demokrasinin tam tersi... Zira demokrasi, özünde çoğulculuk olan ve toplum yaşamında değişik görüşlerin, farklı ideolojilerin bir arada bulunduğu, bu görüş ve ideolojilerin de sahipleri tarafından rahatlıkla ifade edilebilmesini sağlayan bir sistemdir. Demokrasi yeniliklere açıktır. Değişen, gelişen şartlara göre kendini yenileyebilir. Elbette kurallar vardır. Ancak bu kurallar insanın daha özgür, daha iyi bir yaşamı olması için vardır. Demokrasi bir daire çizer ve bu dairenin içinde istenildiği gibi yaşanmasını ister. Ancak teizmin dairesi, bir bisiklet jantına benzer. Yani dairenin her bir yerinden kesilmiş doğrular vardır. İçi boş bir dairenin içinde "S" oluşturabilirsiniz, "T" oluşturabilirsiniz ya da "ST" oluşturabilirsiniz. Ancak teizm buna, dairenin içini kesen doğrularla müsade etmez. Hareket alanınız daraltılmıştır. Yalnızca sistemin izin verdiği şekilde hareket edebilirsiniz.
-
Peki oğlunun ateist olduğunu ve ateist olarak öldüğünü bilen bir anne ile din adamının olası diyaloğuna bir göz atalım... Ne dersiniz? Anne : Hoca efendi; oğlum pırlanta gibi bir insandı. Kimseye kötülüğü dokunmazdı. Ancak bir ateist olarak yaşadı ve ateist olarak öldü. O'na ne olacak? Hoca : Ooooo. Bu oğlunuz için pek hayırlı olmamış. Öncelikle kabir azabı var... Anne : Nasıl yani? Hoca : Yani diriltileceği güne kadar kabirde Allah-u Teala tarafından azab görecek.. Anne : Vah evladım vah... Peki sonra? Hoca : Mahşer günü Sır'at köprüsünden Cehenneme düşecek. Anne : Peki cehhennemde başına neler gelecek? Hoca : Pek iyi şeyler değil... Alevli bir ateşe girecek...Kızgın yağlar içirilecek, kızgın kazanlara atılacak... Derisi değiştirilip değiştirilip tekrar yakılacak... Ateşten giysiler giydirilecek... Başının üstünden kaynar su dökülerek onunla derisi ve karnının içidekiler eritilecek... Demirden topuzlarla işkence görecek... Allah'a inanmadığı için maalesef cehennemden hiç çıkamayacak. Ve bu sonsuza kadar sürecek... Bir anne için hangisi daha rahatlatıcıdır acaba? Oğlunun cehennemde sonsuza kadar azap çekecek olması mı, yoksa ölünce yok olup gitmesi mi? Bir de, çok sevdiği eşini yeni kaybeden bir hanım ile bir din adamının olası diyaloğuna göz atalım... Hanım : Hoca efendi; eşim pırlanta gibi bir insandı. Çevresinde iyiliğini görmeyen kimse kalmadı. Herkes onu hayır dua ile anıyor. Namazında, niyazında, Allah'tan korkan biriydi. O'na ne olacak? Hoca : Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Allah'ın sevgili bir kulu olacak. Cennet nimetleri onu bekliyor Hanım : Peki cennette onu bekleyen nimetler nedir ? Hoca : Ohoooo. Hangi birini sayalım... Cennetten saraylar, envai çeşit meyve, içtikçe içesi gelen, sarhoş etmeyen şaraplar... Sütten, baldan ırmaklar... Hanım : Başka? Hoca : Göğüsleri yeni tomurcuklanmış huriler... Hanım : !!! Hoca : Bir Hadis-i Şerife göre ona 2000 tane huri tahsis edilecek. Güzeller güzeli, iri gözlü huriler... Eşinden gözlerini ayıramayacaklar, başkasına bakmayacaklar. Üstelik eşinden önce onlara ne bir insan, ne de bir cin dokunmamış olacak. Hanım : Ama ben eşimi çok seviyorum... Öteki dünyada da eşimle birlikte olmak istiyordum. Ben kıskanç biriyim.. Ne olacak? Hoca : Allah'ın hükmünden sual olunmaz kızım... Muhatabı için ne kadar da rahatlatıcı diyaloglar değil mi?
-
Örtünme, edep yerini örtme ihtiyacı ile doğmamıştır. İnsanın örtünmekteki ilk amacı, vücudunu dış etkenlere karşı korumaktır. İnsanlar "edep yeri" kavramıyla daha sonra tanışmışlardır. Bu tamamen kültür ile alakalıdır. Afrika'da pek çok kabilenin kadınları hala göğüsleri açık dolaşmaktadırlar. Ancak kimse onları ahlaksızlık ile suçlamıyor... Çünkü onlar için ahlak bir kadının göğüsleri değildir. Ahlak çatışmalarına neden olan şey kültür farkıdır. Her toplumun farklı kültürleri, farklı yaşam şekilleri, farklı anlayışları vardır. İnsanın yetiştiği bölgede herkes çıplak dolaşıyor ise, kendisi de çıplak dolaşacaktır. Böyle bir durumda yadırganacak olan giyinikliktir. Kimse çıplaklığı yadırgamaz. Zira alışılagelen çıplaklıktır. Herkesin kendi kültür değerlerini korumaya hakkı vardır. Kültür farklılığı dünya için ayrı bir güzelliktir. Kimse özel hayatında türban taktığı için eleştirilmiyor. Türbanı bir din dayatması sayarak yasal çerçevenin dışına çıkardığı ve ahlak çatışması haline getirdiği için eleştiriliyor. İnsanın "Ben çıplak dolaşmak istiyorum" demeye hakkı vardır. Ancak bunu yalnızca kendi özel mülkünde ve genel topluma açık olmayan yerlerde gerçekleştirebilir. Düşünsenize, birisi çıkacak ve "Benim dini inancım gereği örtünmem yasak. Ben umumda çıplak dolaşmak istiyorum. Bu benim din özgürlüğüm" diyecek... Ne yapacaksınız? Çatışmanın anlamı yok. Belli kurallar koyacak, herkesin bu kurallara uymasını isteyecek ve sağlayacaksınız. Çıplak dolaşmak isteyeni kendi özel mülküne, türban takmak isteyeni kendi özel hayatına yönlendireceksiniz. Bunun başka çıkar yolu yok...
-
Madde 1 Tüm insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmış olup birbirlerine karşı bir kardeşlik anlayışıyla davranır. Kur'an 5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. 9/23 Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir. ******************************** Madde 4 Kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; kölelik ve köle ticareti her türüyle yasaktır. Kur'an 4/3 Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın.2 Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. 16/75 Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler. ******************************** Madde 5 Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanamaz. Kur'an 5/38- Yaptıklarına bir karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. 24/2- Zina eden kadin ve zina eden erkekten her birine yüzer degnek vurun. ******************************** Madde 16 1. Evlenme çağındaki erkeklerle kadınların, ırk, uyrukluk ya da din bakımından sınırlamalar yapılmaksızın evlenmeye ve bir aile kurmaya hakkı vardır. Evlenirken, evlilik sırasında ve evliliğin bozulmasına ilişkin hakları eşittir. Kur'an 2/221- İman etmedikleri sürece Allah'a ortak koşan kadinlarla evlenmeyin. Allah'a ortak koşan kadin hoşunuza gitse de, mü'min bir cariye Allah'a ortak koşan bir kadindan daha hayirlidir. Iman etmedikleri sürece Allah'a ortak koşan erkeklerle, kadinlarinizi evlendirmeyin. ******************************** Madde 18 Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır. Bu hak, din inancını değiştirme özgürlüğünü ve din ya da inancını, tek başına ya da topluca ve açık ya da özel olarak öğretme, uygulama, tören ve ibadet yoluyla açıklama özgürlüğünü içerir. Kur'an 4/144Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı. ******************************** Madde 12 Kimsenin özel yaşamı, ailesi, konutu ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Kur'an 4/16- Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir. PARDON!!!! BİRİSİ İNSAN HAKLARINDAN MI BAHSETTİ?
-
Sizin inancınıza göre bu bir bedeldir. Size göre tüm sıkıntı ve dertler tanrıdandır. Dolayısı ile özürlü çocuk, tanrıdan ebeveyn ve yakınlarına verilmiş bir derttir. Yoksa tanrı neden özrülü bir çocuk göndersin ki? Siz cenneti arzuluyorsunuz. Ancak bu cennetin de bir bedeli var. Tüm sıkıntı ve dertlere tanrıya isyan etmeden göğüs germek, tanrıya itaat etmek. vs.vs. O yüzden burada "bedel" ifadesini kullanmak yanlış değil. Gelgelelim, bilim yöntemin böyle olmadığını bize açıkça gösteriyor. Özürlü çocuk doğmasının çeşitli nedenleri var. Bunların çoğunluğu genetik sebepler. Özellikle akraba evliliklerinde özürlü çocuk doğma oranı diğer popülasyona göre 2 kat fazladır. Yine bir hastalık taşıyıcısı ile bir başka taşıyıcı evlendiğinde, doğacak olan çocuğun hasta olma ihtimali çok yüksektir. Anlamanız gereken, tanrı kime isterse özürlü çocuk vermiyor. Bunu belirleyen genellikle genler ve yapılan seçimler oluyor. Bu durum artık "kader" ile açıklanamayacak kadar belirgindir. Sen eğer bir akraba ile evlenirsen çocuğunun özürlü doğma ihtimalinin normalden çok daha fazla olduğunu bileceksin. Özürlü doğan bir çocuğu sınav vesilesi sayarsan, özürlü doğan hayvanların açıklamasını yapamazsın....
-
Tüm bu sorular, iyi bir tanrı kavramının kurgulanamamasından kaynaklanıyor. Özellikle semavi dinlerin tanrısı için bunu söylemek zor olmasa gerek. Nedeni de, hem hayır ve şerrin tanrıdan geldiğine inanacaksın (bknz: İmanın şartları) , hem de kötülüklerin insana mahsus olduğunu iddia edeceksin. Böyle bir çelişki kabul edilebilir değildir. Eğer tanrı bir şeyi diler ve onu yapmaya kalkarsa, bunu insanın değiştirebilmesi mümkün olmasa gerek. Hele ki, Levh-i Mahfuz gibi her şeyin önceden tanrı katında bulunan bir kitapta yazılı olduğu iddia ediliyorsa. Hele ki tanrı, bütün iyilik ve kötülüklerin kendinden geldiğini iddia ediyor ise. İşte tüm bu sorular, tanrı kavramının iyi kurgulanamamasından kaynaklanıyor. Tanrı neden sonsuz merhamet sahibidir? Eğer sonsuz merhamet sahibi ise neden dünyada helak ediyor, neden cezalandırıyor? Tanrı nasıl sonsuz merhabet sahibi oluyor da, A’râf Sûresinin 136 . Ayetinde Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk. Secde Sûresinin 22 . Ayetinde Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız. bu intikam da neyin nesi? O zaman tanrı sonsuz merhamet sahibi değildir. Kendisini intikamcı olarak sonsuz merhametten kısıtlamıştır. İşte yanlış kurgulamadan bir örnek. İki zıt kavramın sonsuz derecede olması düşünülemez. Eğer sonsuz merhamet var ise, intikam olamaz. Eğer intikam var ise, sonsuz merhametli olduğunuzu iddia edemezsiniz. Ederseniz bu sorulara bir cevap bulmak zorunda kalırsınız ki, bu soruların da cevabı yoktur....
-
Big Bang'i meydana getiren madde İndrugandenti'den geldi. Orası büyük bir uygarlık. Üstün zekaya ve özelliklere sahipler. Kendilerini yine kendileri yaratmışlardır. "Nasıl" diye sormayın... Dedim ya "üstün özellikleri var" diye. Bizden 200 milyar ışık yılı ötedeler. Yani uzayın dışındalar. Kendilerinden başka uygarlıklar yaratmak için Big Bang'i tasarladılar. Arada bir bizi "acaba ne yapıyoruz" diye gözetliyorlar. Belki bir şeyler için "kıvam" a gelmemizi bekliyorlar. Bizim uzayımızın dışında 5 uzay daha yapmışlar. Fakat onları Big Bang'den farklı şekilde yapmışlar. Mesela birini üstün teknolojileri sayesinde 2 boyutlu uzay maketini "drahumba" dedikleri cihaz sayesinde, boyutlarını kendi belirledikleri 3 boyutlu bir uzay olarak meydana getirmişler. Biz öldükten sonra da hepimizi İndrugandenti'de toplayacaklar. Orası çok güzel bir yer. Orada dünya zevklerinden çok daha fazlası var. Ölümsüzlüğün sırrını bildiklerinden bizi de ölümsüz yapacaklar. Bize değer verdikleri için el üstünde tutacaklar. Bu dediklerimi de iyi dinleyin. Bunları sadece bana söylüyorlar. Benden sonra da kimseye söylemeyeceklermiş. Siz bu dünyayı boşverin... Asıl yaşam İndrugandenti'de... İşte her şeyi öğrenmiş oldunuz... Var mı başka sorusu olan? (Not: Bu bir latifedir)
-
Teist arkadaşların her defasında ateistlere karşı kullandığı argüman : "Ben inanarak bir şey kaybetmem.. Ama ya varsa? " Halbuki öyle değildir. Din bir yaşam biçimidir. İbadetiyle, düşünce sistemiyle, korkularıyla ve beklentileriyle... İnanan biri, dinin tüm emirlerini yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkar olacaktır. Bu, inananın omzuna yüklenmiş bir ağırlıktır. İbadetini tam yerine getirememenin verdiği sıkıntılar yaşar.. İnanan birisi hurafelere açıktır. Büyüye inanır.. Cinlere ve meleklere de.. Pek çok teist absürd ötesi hurafeler içinde geçirir hayatını. (Gece tırnak kesmemek, gece sakız çiğnememek, yapılan bir fiil için meleklerin kaçacağını düşünmek, kadınların muayyen günleri için kendilerini pis görerek bebek ya da mezar ziyaretine gidememeleri, muska ve üfürkçülerden medet umma ve daha sayılamayacak binlerce hurafe) İnanan birisi ümmetçidir...Hümanist olamaz. Kendi dininden olmayanı dost edinemez. Hele ateistlere karşı Kur'an'dan gelen önyargıları vardır. İnananın gözünde ateist, "helak edilesi canlılar" dır. İnanan birisi, inancı gereği çağ dışı hükümleri, barbarlığı savunmak zorunda kalır.. Onlar için el-kol-ayak kesmek olağandır. Ayrıca nikahsız reşit 2 insanın isteyerek cinsel ilişkide bulunmaları da inançlıları alakadar eder. Böylelerinin dövülmeleri gerekir. Kimileri için ise taşlanmaları... İnanan birisi dünya için egoisttir. Dünyadaki her canlı ve cansız maddenin kendisi için yaratıldığına inanır. Her yıl on binlerce hayvanın işkence edilerek "kurban" edilmelerinin müsebbibidirler. Ve daha burada sayamadığım onlarca madde... Tüm bunlardan sonra acaba inananlar hiç bir şey kaybetmiyorlar mı?
-
Eskiden insanlar gökgürültüsünü tanrının kızmasına, yıldırımları da tanrının gazabına yorarlardı. Bknz: 13/13- Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tespih ederler. O yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Halbuki O, azabı çok şiddetli olandır. 2/55- Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. Bunun üzerine siz bakip dururken sizi yildirim çarpmişti. Ama artık yıldırımların neden ve nasıllarını biliyoruz. Doğa olaylarından Mikail'in sorumlu olduğunu sanıyorlardı. Halbuki artık doğa olaylarının da neden ve nasıllarını biliyoruz. Yağmurun, dolunun, rüzgarın, depremin, volkanların oluşumunda Mikail'in bir payının olmadığını biliyoruz. Duaların da bir faydası yok... Bu Levh-i Mahfuz inancına da terstir. Edilen duların hepsi kabul olmadığı gibi, dua edilmeden de istenenler elde edilebilir. (Misal : Ben ) Güneşin her gün doğup batışında da tanrının bir parmağı yok. Hepsinin fizik kuralları dahilinde hareket ettiklerini biliyoruz. Fizik kuralları varsa, zaten bir tanrıya ihtiyaç yoktur. Zira tanrı kendisini fizik kuralları ile sınırlandırmış olur ki, bu da tanrının tanımına terstir. Rızkımı da bir tanrı vermiyor... (Eğer işverenim bir tanrı değilse ) Rızkım tamamen kendi elimde. Çalışırsam kazanırım, yatarsam batarım... Bunun için bir tanrıya ihtiyacım yok... Kısacası arkadaşlar; "apaçık deliller" dediğiniz hiç bir şeyin tanrı ile bir bağlantısı yok. "Kim yaratmış, fizik kurallarını kim koymuş?" sorularının direkt cevabı da "Allah" değildir... Kur'an bir delil değildir. Kur'an çelişkilerle, kendinden önceki boş inançların taklitleriyle, bir yığın tekrarlarla doludur. Bunların örneklerini pek çok defa buraya getirdik. Hemen hiç birine de sağlıklı bir cevap alamadık. Yıldızlarla şeytan taşlanması, göklerin yeryüzüne düşmesi, güneşin doğduğu/battığı yere varmak, 7 kat gök inancı, gökkubbe inancı, göklerin dünyadan sonra oluşması gibi konuların cevaplarını alamadık. Tek söylenebilen "O ayet o anlama gelmez.." Peki hangi anlama gelir ? İşte size (belki herhangi bir tanrının değil ama) Allah'ın olmadığına dair kanıt... 1- Gökler yeryüzünün üzerine düşemez.. 2- Güneşin doğduğu/battığı yere ulaşamazsınız.. 3- Yıldızlarla şeytan taşlayamazsınız... 4- Dünya evrenden önce yaratılmamıştır... 5- Gökyüzünde çatlak oluşturamazsınız... 6- Fizik kurallarının dışına çıkamayan bir tanrı anlayışı olamaz... 7- Tüm canlıları bir gemiye doldurup tufandan kurtulamaz, canlılığın yeniden oluşmasını sağlayamazsınız.. 8- Dağların depremleri önlemesi diye bir şey sözkonusu değildir... 9- Dağlar yeryüzüne dama tahtasına konan bir piyon gibi konulmamıştır... 10-Gökyüzünü direkli, ya da direksiz yaratamazsınız.. Ve dahi çağdışı hükümler, sosyal hayatla ilgili düzenlenmesi gereken yığınla konu varken peygamberin cinsel hayatını düzenleyen hükümler, kendinden olmayanı aşağılayan, hakaretler yağdıran ifadeler, kölelik, cariyelik, kadına ikinci sınıf insan muameleleri.... Tamamen 1400 yıl öncesinin bedevilerine yönelik yaşam ve inanç tarzı... Bunlar tanrı kelamı olamaz. Elinizdeki tek şey sorulardır arkadaşlar... Şu an yanıtını veremediğimiz sorular. O sorularda size ancak deizm, ya da agnostisizme yetecek kadardır. Daha fazlası değil...
-
Faizde iki bileşen vardır. Birincisi paranın değer kaybının telafisi, diğeri de paranın nedretine ödenen karşılıktır. Bunlardan ilkinden vazgeçmeniz mümkün değildir. Aksi takdirde zarar edersiniz . Bugün "Ben faize karşıyım" diyenlerden hiç kimse, 3 yıl sonra alacağı paranın miktarında değişme olmaksızın borç para vermez. İkinci bileşen işe kişinin kendisine kalmıştır. Bu sürede elindeki para ile kazanabileceği paradan feragat edip etmemek kendisini ilgilendirir. Ancak iktisadi tüzel kişilikler ikincisinden de vazgeçemezler. (Ortaklarına bile faizsiz borç veremeyeceklerini söylemiştim. Son hazırlanan T.T.K yasa tasrısına göre [eğer yasalaşırsa] artık faizle bile olsa ortaklarına borç para veremeyecekler )Bu kendi kuruluş amaçlarına aykırıdır. Ekonominin olduğu yerde faiz kaçınılmazdır. Bugün bankaların işleyiş sistemlerine iyi bakınız... Hepsi (Faizsiz bankacılık yaptıklarını iddia edenler dahil) aldıkları faiz ile, verdikleri arasındaki farktan kazanırlar. Para da bir meta niteliğindedir. Onun da kullanımının bir bedeli olacaktır. Yüksek faizin oluşturduğu olumsuzlukların nedeni faizin kendisi değil, paranın süratle değer kaybettiği gerçeğidir. Tefecilik faizin kötüye kullanılmasından kaynaklanır. Ancak tefeciliği örnek göstererek de, "faiz kaldırılmalı" diyemezsiniz. Bu, trafik kazalarını örnek göstererek, motorlu taşıtların yasaklanmasını istemeye benzer...
-
Türkiye Cumhuriyeti Laik bir devlettir. Laik bir devletin de maaşlı din adamı istihdam etmesi beklenemez. Eğer edecekse, ya tüm inançlar için din adamı istihdam edecek, ya da hiçbiri için etmeyecek. Zira tüm inançlara eşit mesafede olması gerekir. Ancak bizde "Diyanet" diye bir kurum var. Bütçesi de, bir kaç bakanlığın bütçesinden daha fazla. 2006 yılı bütçesi 1.308.187.000 YTL. (Bir katrilyon üçyüzsekiz trilyon yüzseksenyedi milyar TL) Hemen hemen Adalet Bakanlığı'na ayrılan pay kadar.. (Adalet Bakanlığı'na ayrılan bütçe 1.771.982.000 YTL) Evet sünniler ibadet edecekler diye 2006 yılında devlet tarafından ayrılan bütçe bu. Ya diğerleri ne olacak? Alevisi,yezidisi, şiisi, hristiyanı, musevisi ? Bunlar üvey evlat mı? Ya onlara da pay vereceksin, ya da hiçbirine vermeyeceksin... Bugün aylık 380 YTL net asgari ücret ile çalışan birinin yıllık ödediği Gelir Vergisi 812 YTL. Diyanet bütçesi için 1.611.068 asgari ücretlinin vergisi ayrılıyor. Ve İbret Tablosu : 01.01.2005 tarihi itibari ile cami sayısı : 77.151 (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/tanitimistatistik.asp) 2002 yılı (daha yakın bir tarihe ulaşamadım) okul sayısı : 58.873 (Özel okullar dahil) http://www.meb.gov.tr/Stats/Apk2002/61.htm#x1 Maalesef ülkemizde cami sayısı okul sayısından daha fazla. Eğitime ayrılması gereken yaklaşık 1,5 trilyon ytl de, sünni vatandaşlarımız ibadetlerini yerine getirsinler diye (sanki bu bütçe ayrılmasa insanlar ibadet edemeyecekler) devlet tarafından veriliyor. Okul yetersiz, öğretmen yetersiz, bilgisayar yetersiz, labaratuvar yetersiz, okullara ayrılan bütçe yetersiz... Ama çok zenginiz ya, 1,5 trilyon YTL ibadete ayırabiliyoruz... Sonra da ülkemizde bilim adamı yetişmiyor, bilime yeteri kadar önem verilmiyor edebiyatı yapıyoruz. Not: Bakanlıkların 2006 yılı bütçeleri için bknz: http://www.alomaliye.com/ekim_05/2006_mali_yili_butcesi.htm
-
Arkadaşlar; düşünce yapımızdaki en büyük sorunumuz fikir üretememek. Hep kendi düşüncemize uygun hazır fikirleri kullanmaya alışmışız. Halbuki olması gereken, yeni fikirler üretmek ya da benimsenen fikri kendi fikirlerimizle birleştirip bir adım öteye götürmek olmalı. Ne zaman bunu anlayıp uygulayacağız, işte o zaman üretken olacak, kısır tartışmalar yerine kendimizi faydalı paylaşımların içinde bulacağız. Aklımızı küçümsemeyin arkadaşlar... İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimizdir çünkü. "İnsan" isek, aklımız olduğu için insanız. Kendimizi bizden çok güçlü bir varlık olduğuna inandırıp da, o varlığa ulaşılamamasının nedenini de ufacık beynimize yüklemek, ona yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır. Çevrenize bir bakın... Diğer canlı türleri ile kendinizi bir kıyaslayın. Atalarımızın mağaralarda yaşadığı, ucu sivriltilmiş taş mızraklarla avlanarak beslendiği dönemi düşünün. Avlanma tekniği dışında diğer hayvanlardan bir farkımız olmadığı dönemlerden, insanlığın geldiği noktayı görün. Neden kendimizi ulu bir varlığa inandırıp da, insanlığımızı aciz kılalım? Mağara dönemlerinden bu güne o varlığın insanlığa ne katkısı olmuş? İnsanlığı bu günlere getiren tanrı mı, yoksa küçümsediğiniz aklımız mı? Ahlaksızlığı öne sürüp de, gelinen noktayı da küçümsemeyin. Ahlak dediğimiz olguyu da oluşturan toplum ve toplumsal şartlardır. Toplumsal şartlar sürekli değişim/gelişim gösteriyorsa, ahlak ve görgü kuralları yapısının da değişmesi kaçınılmazdır. Çatalın, kaşığın olmadığı bir ortamda elle yemek yemeyi yadırgayamazsınız. Kuralları oluşturan nesneler ve olgulardır. Nesnelerin/olguların varlığı ya da yokluğu kuralla doğrudan ilişkilidir çünkü. Kuralın değişebileceği en kolay şey nesne olduğu halde, en zoru da kafamızdaki olgulardır. Sokakta mayoyla dolaşan birini yadırgarsınız da, deniz kenarında mayo giyen birini yadırgayamazsınız. Yadırgayanlar da, kafalarındaki olgu yüzünden yadırgarlar. İşte burada değişmesi gereken mayo değil, düşünce yapımızdır. Gelişen toplumsal koşullar karşısında düşünce yapımızda değişiklik yapamadığımız için bocalıyoruz. Fikir üretmek yerine, binlerce yıl öncenin toplumsal koşulları için üretilmiş fikirleri bugüne uyarlamaya çalıştığımız için bocalıyoruz... İnsanlığın varoluşundan bu güne gösterdiği değişimin nasıl ve nedenlerini göz ardı ettiğimiz için bocalıyoruz... Sonuç : Bu bocalama içerisinde de kanlar döküyoruz, göz yaşları döküyoruz, ölüyoruz/öldürüyoruz... İnsan olarak olmamız gereken noktanın çok uzağında kalıyoruz. Bilmem anlatabildim mi?
-
Yani sizin istediğiniz sırf inanç özgürlüğü... O zaman bakalım başka ne gibi tavizler istenebilir... 1- Dini inanç gereği sınıfların haremlik-selamlık şeklinde ayarlanması istenebilir... 2- Eğitimcilerin, sadece hemcinslerinin derslerine girmeleri istenebilir... 3- Evrim teorisi dini inancına uygun olmadığı için derslerden bu konuların çıkarılarak dini inanca uygun olan yaradılışçı konuların konması istenebilir, ya da bu derslerden muaf tutulmak istenebilir.. 4- Ders saatlerinin namaz vakitlerine uyarlanması istenebilir... 5- "62/9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" ayetine istinaden cuma vakitleri için muafiyet istenebilir... 6- "5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. " ayetine istinaden bu inançta olanlarla aynı sınıfta bulunmak istenmeyebilir... 7- Anatomi derslerinde incelenecek kadavraların cinsiyetlerinin, bayanlar için bayan, erkekler için erkek olması istenebilir... Elbetteki liste daha da uzatılabilir. Bunlar ilk aklıma gelenler oldu. İstenen inanç özgürlüğü ise, yukarıda sayılanlar da inanç özgürlüğü... Hangisine taviz verelim ? Birine mi, hepsine mi? Tavizin sonu yoktur... Bilim öğrenmek için, bilimsel olmayan inançların dayatmalarını bilim yuvasına sokmaya çalışmayın...
-
Aslında Hristiyanlığın çıkışında Roma'nın büyük etkisi vardı. Bilindiği üzere İsrailoğulları tarihi boyunca komşu ulusların saldırılarından ve egemenliğinden kurtulamamıştır. Roma'dan önce Filistin bölgesi Büyük İskender'in egemenliği altında bulunuyordu. Çoktanrılı inanca sahip olan B.İskender, İsrailoğullarının tektanrılı ve bencil (Malumunuz, Yahudilik için önemli olan tüm insanlar değil, yalnızca İsrailoğullarından gelenler ve gelecek olanlardı) inancına karşı kayıtsız kalmıştı. Onun ölümünden sonra yerine geçen, ve imparatorluğu aralarında bölüşen generalleri de Yahudiliğe karşı Büyük İskender gibi kayıtsız kaldılar. Filistin daha sonra yine çoktanrıcı olan Romalılar'ın eline geçti. Ancak Romalılar egemenlikleri altında bulunan ulusların inançlarına pek saygılı davranmıyorlardı. Bu yüzden de inanç çatışmaları kaçınılmaz olmuştu. Hem romalılardan baskı gören, hem de kendi ahlak anlayışlarında yozlaşan yahudiler kurtuluşu tanrı tarafından gönderilecek bir krala bağlamışlardı. Kendisini büsbütün eski inançlara kaptıran Filistin halkı göklerden gelecek bir "ulu" yu beklemeye başlamıştı. Sonunda Romalı yöneticiler bu aldatıcı söylentileri çıkaranları aratmaya ve cezalandırmaya başlamışlardı ama söylentilerin yayılmasını önleyemediler. Beklenen kurtarıcının yakında geleceği inancı gün geçtikçe güçlenmişti. Tevrat'a göre kurtarıcı, kutsal görev verilmiş bir kişi, bir kraldı. Oysa yahudilerin bir bölümü gelecek olan kurtarıcının bir peygamber olacağını düşünmeye başlamışlardı. Hatta bu konu anlaşmazlıklara sebep oluyordu. Gelecek kurtarıcının peygamber olacağını ileri sürenlerden biri de, aşırı dinci Yahya (Vaftizci Yahya olarak bilinir) idi. Ve Yahya çevresine, beklenen peygamberin doğmuş olduğunu, yakında ortaya çıkarak insanları kurtaracağını ve doğra yola kavuşturacağını yaymaya başladı. Bu söylemler iyice yaygınlaştıktan sonra İsa ortaya çıktı ve peygamberliğini açıkladı. İsa'nın peygamberliğini daha önceden bildiren Yahya'da çalışmalarını hızlandırıp, kendini İsa'nın habercisi olarak tanıtmaya koyuldu. Baskıdan ve toplumsal sarsıntıdan bunalmış olan Yahudi halkı da İsa'nın ortaya çıkışını Tevrat'ın bildirdiği nitelikte bir kurtuluş olayı diye yorumladı ve yavaş yavaş yeni peygamberin çevresinde toplanmaya başladı. Bu dönemde İsa daha çok gençti ve kendisine Yahya yardımcı oluyor, İsa'nın peygamber olduğunu her yerde anlatıyordu. İsa 30 yaşına geldiğinde de kendisi için zaten önceden hazırlanmış zemine oturuyor, bu defa kendisi her yerde peygamber olduğunu ilan ediyordu... İlk konuşmalarında yoksulluktan, eziklikten, baskıdan,ahlaksızlıktan söz etmekle birlikte görüşlerinin sınırının Yahudi halkını aştığını açıklamaktan sakınması da Romalılar tarafından gerekli önemin gösterilmemesini sağlamıştı. Halk arasında efsane bir kişiliğe bürünmüştü artık. Hakkında bir çok iddia, bir çok mucize söylemleri anlatılmaya başlandı. Ancak daha sonra işler değişti... Ayrıntılar...Ayrıntılar...Ayrıntılar... İsa, Tevrat'ın özüyle çelişen aykırı söylemlerde bulunmaya başlayınca (Tanrının oğlu olduğu, "Tanrı ile ben biriz" demesi vs) yahudi din adamları tarafından dinsizlikle suçlanarak tutuklanmış ve Roma valisine teslim edilmiştir. Efsaneye göre de çarmıha gerilmiştir. Neden efsane diyoruz ? Zira tarih kaynakları İsa'nın kimliği, kişiliği konusunda kesin bilgi vermemektedir. Bu konudaki bütün bilgiler İsa'nın en yakın oniki arkadaşının (havariler) topladıkları anılardan ve anlattıklarından öğrenilmektedir. İsa'nın çıkması için gerekli zemini hazırlayan, birazda baskı ve zulümleri ile Romalılar olmuştur. Romalılar da, B.İskender ve generalleri gibi Yahudiler'e kayıtsız kalsalardı Yahudiler içinden bir peygamber çıkması da oldukça gecikecekti. Dinler Tarihi de bugün İsa yerine büyük ihtimalle başka bir isim kullanacaklardı... Roma'nın islamiyetin doğuşu ile bir ilişkisi ise olmamıştır. Zira Roma İmparatorluğu 395 yılında Batı ve Doğu Roma İmparatorluğu diye ikiye ayrılmış, Batı Roma da 476 yılında yıkılmıştır. Zaten yanlış hatırlamıyorsam Romalılar Arabistan'a hiç girmemişlerdi.
-
Bir kere cahiliye döneminde kadına "0" hak diye bir şey söz konusu değil. Bunu daha önce de söylemiştim. Kimse bana asil bir aileden gelen Hatice'nin zenginliğinin kaynağını mirastan değildir diye açıklayamaz.. Bu Kur'an'dan... 4/12- Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Bu da Hammurabi'den... 137. Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir. 180. Bir baba kızına- evlenilebilir olsun ya da bir fahişe olsun fark etmez- bir hediye verip de ölürse babasından kalan mirastan çocuklardan birinin payı kadar bir pay alır ve yaşadığı sürece onun kullanım hakkından yararlanır. Malları ise erkek kardeşlerine aittir. Bu Kur'an'dan... 2/178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır. Bu da Hammurabi'den... 196. Eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır. (Göze göz) 197. Eğer bir kişi başkasının kemiğini kırarsa onun kemiği de kırılır. 199. Eğer bir adamın kölesinin gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa onun değerinin yarısını öder. (Köleler de kurallar değişiktir. Tıpkı Kur'an'da olduğu gibi) 200.Bir adam kendisi ile eşit olan birinin dişini kırarsa onun da dişi kırılır. (Dişe diş) 229. Bir inşaatçı her hangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapan öldürülür. (Yaşasın adalet...) 282. Bir köle efendisine “Sen benim efendim değilsin” derse ve onlar o köleyi suçlarsa efendisi onun kulağını keser.. Muhammed'de böyle birini veda hutbesinde lanetlemiştir... Bu kurallar Kur'an'dan yaklaşık 2.500 yıl önce yazılmıştır. Uygulaması ise muhtemelen daha da eskilere dayanıyor... Siz şimdi hangi akla hizmet 4.000 yıl öncesinin kuralları ile yaşamak istiyorsunuz?
-
Göklerin dünyadan sonra yaratıldığını, göktavan inancını Big Bang'e uyarladınız da sıra 6 gün olayına geldi değil mi? Bir çok teist arkadaşımız bunu bilmiyor. Bunu daha önceki bir iletimde de yazmıştım ama önemli bir konu olduğu için buraya tekrar alacağım. 6 gün olayı Tevrat'dan alınmıştır. Tevrat'da da bu konu aşağıdaki şekilde geçer : “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. ………. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün. Ve Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın. Ve Allah kubbeyi yaptı, ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı; ve böyle oldu. Ve Allah kubbeye Gök, dedi, Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün. Ve Allah dedi: Gök altındaki sular bir yere biriksin, ve kuru toprak görünsün; ve böyle oldu. Ve Allah kuru toprağa Yer, dedi; ve suların birikintisine Denizler, dedi; ve Allah iyi olduğunu gördü. Ve Allah dedi: Yer, ot, tohum veren sebze, ve yer üzerinde tohumu kendisinde olup cinslerine göre meyva veren ağaçlar hâsıl etsin; ve böyle oldu…… Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün. Ve Allah dedi: Gündüzü geceden ayırmak için gökkubbesinde ışıklar olsun; ve alâmetler için, ve vakitler için, ve günler ve seneler için olsunlar……….Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün. Ve Allah dedi: Sular canlı mahlûkların sürülerine kaynaşsın, ve yerin üzerinde, gökler kubbesinin yüzünde kuşlar uçsunlar. Ve Allah büyük deniz canavarlarının, ve suların kendileriyle kaynaştığı cinslerine göre hareket eden her canlı mahlûka, ve cinsine göre her kanatlı kuşu yarattı………….Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün. Ve Allah dedi: Yer, cinslerine göre canlı mahlûkları, sığırları ve sürünen şeyleri, ve cinslerine göre yerin hayvanlarını çıkarsın; ve böyle oldu………. Ve Allah dedi: Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürüne her şeye hakim olsun. Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı.” (Tekvin, Bap 1, 11-27) “Ve Allah yaptığı işi yedinci günde bitirdi, ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti. Ve Allah yedinci günü mübarek kıldı, ve onu takdis etti; çünkü Allah yaratıp yaptığı bütün işten o günde istirahat etti” (Tekvin, Bap 2, 2-3) İşte Tevrat'ta böyle anlatılır... 6 günde yaratma inancının temelini görün. Tanrı dünyayı 6 günde yaratmış, 7. gün yorulmuş ve dinlenmiştir. Ama Kur'an'da "Hiç bir yorgunluk da hisstemedik" denir. Öyle ya her şeyi gücü yeten tanrı nasıl olur da yorulur. İşte kutsal gün inancının temeli de aşağıda : “Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın; fakat yedinci gün Allah’ın Rabbe, Sebttir; sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların, ve kapılarında olan garibin, hiçbir iş yapmayacaksın; çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı, ve yedinci günde istirahat etti; bunun için Rab, Sebt gününü mübarek kıldı, ve onu takdis etti. (Çıkış, Bap 20, 2-17) ************************************************** Şimdi de Kur'an'daki ayetlere bir göz atalım... 10/3- Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri alti gün içinde yaratan, sonra da Arş'a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah'tır. Onun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah'tır. O halde Ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz? 11/7- O, hanginizin amelinin daha güzel olacagi konusunda sizi imtihan için, henüz arşi su üstünde iken gökleri ve yeri alti gün içinde (alti evrede) yaratandir. Böyle iken "Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz" desen, inkarcılar "Mutlaka bu apaçık bir büyüdür" derler. 2/29- O, yeryüzünde olanlarin hepsini sizin için yaratan, sonra göge yönelip onlari yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkiyla bilendir. 21/30- İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı ? 21/32- Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah'ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. 25/59- Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde yaratan sonra da Arş'a4 kurulan Rahmân'dır. Sen bunu haberdar olana sor ! 41/10- O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. 41/11- Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. 50/38- Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. 55/7- Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. 67/5- Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık. 78/12- Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Sanırım yeterli bir açıklama....6 Gün olayının bilimle bağdaşmadığını gören zat-ı muhteremler, durumu kurtarmak için "6 evre" olayını uydurmuşlardır.
-
Eğer suçu işleyen yakalanmadıysa, yaptığı yanına kâr kalacaktır. Sadece kendi vicdanına hesap verecektir. Daha önce bir başka başlık altında insanı öteki dünya inanca yönelten sebepleri saymıştım. Bu sebepler arasında adalet duygusunun tatmini de vardı. Yani bu dünyada elde edilemeyen adaletin, öteki dünyada alınacağına inanarak kendini tatmin etme duygusu. Bu sadece suç için de geçerli değil. "Ben neden fakirim de, öteki zengin" ya da "Ben neden çirkinim de öteki güzel" ya da "Ben neden özürlüyüm de, öteki sağlıklı" vs.vs. çoğaltılabilir. İşte tüm bu olumsuzluklara karşılık insan öteki dünyaya inanmayı ister. Karşılığını öteki dünyada bir "hakem" in vereceği inancı. Her şeyin, iyi ya da kötü davranışların ödül/cezasının alınacağı inancı. Bu inanca sebep olarak da "Bunun böyle olması gerekir. O halde böyledir" i göstermek sadece kendinizi rahatlaymaya yarar. Amaç da bu zaten... Bir de sizin inancınıza göre irdeleyelim... Bu suçu işleyen insan karakter olarak zayıf bir insan. Büyük olasılıkla da işlediği tek suç size ya da ailenize karşı işlediği suç değil. Bu adamın bir tanrı inancı olduğunu kabul edelim. İşlediği diğer suçlar için cehennemde 1000 yıl kalacak(Sırf tanrıya inandığı için cehennemde sürekli kalması söz konusu değil). Size karşı işlenen suç için + 100 yıl kalması sizi rahatlatacak mı? Bir diğer alternatif bu adam tanrıya da inanmıyor. Bu adam sizin deyiminizle "hesap günü" nde cehennemi boylayacak zaten. Sırf tanrıya inanmadığı için cehennemden hiç çıkamayacak. Peki size karşı işlediği suçun cezası ne olacak? Sırf cehennemde yanmış olması sizi rahatlatacak ise, kendinizi bu adamın bir tren kazasında trenin altında kaldığını ve parçalanarak can verdiğine inandırın. Bakın nasıl da rahatlayacaksınız... (Ama vicdanınız rahatladı diye bu adam tren altında kalacak diye bir kaide olmadığını da bilirsiniz herhalde)
-
Ne kadar güzel söylemler değil mi? Ama İslam ve onun tanrısı gerçekten böyle mi? "Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. " (Enfal Suresi 39) İslam'ın tanrısı, bazı insanların kulaklarını ve kalplerini (!) mühürlediğinden bahseder. 17/46- Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar. Ondan sonra da peygamberine onlarla savaşmasını emreder..Hatta bu savaşlara meleklerini de gönderdiğini iddia eder. 3/124- Hani sen mü'minlere, "Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardim etmesi size yetmez mi?" diyordun. 3/125- Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşi gelmekten sakindiginiz takdirde; onlar ansizin üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanli beş bin melekle size yardim eder.) Bu nasıl bir oyundur böyle? 11/118,119- Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir.Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım" sözü kesinleşti. 32/13- Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, "Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım" sözüm gerçekleşecektir .. der, sonra da ; 6/156,157- Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik" demeyesinizYahut, "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz, diye bu Kur'an'ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız. inanmayanları zalim ilan eder, onlara hakaretler yağdırır ve şiddetli cehennem azabı ile cezalandıracağını söyler... Evet evet, bunları sizin tanrınız söyler(!)... Kendi yarattığını, yine kendi yarattığına kırdırır... Üstelik inanmayanların da bir suçu günahı yoktur, çünkü inanmamalarını tanrı istemiştir. Tanrı kendince bir oyun hazırlamış, rolleri belirlemiş, bize de bu rolleri oynamak kalmış öyle mi? Nasıl bir tanrınız olduğunun bilincinde misiniz? Dininizi ne kadar tanıyorsunuz? Kutsal kitabınız Kur'an'ı ne kadar okudunuz? Din hakkında bildikleriniz kulaktan dolma bilgilerden mi ibaret? Kafanıza takılan soruları (ki muhakkak vardır) hiç irdeleme cesareti gösterebildiniz mi? Gösteremediyseniz bunun nedeni nedir? Zamanında din dersi öğretmenimiz bize "Şüphe bu kapıdan girerse, iman pencereden çıkar" demişti. Şüphe...Şüphe...Şüphe... Daha ufak yaşlardan itibaren bize, şüphe duymamayı öğretiyorlar. Asıl savaşılması gereken budur. Çünkü dünyanın bu noktaya gelmesindeki asıl nedenin "şüphe" olduğunu unutmayalım..