Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

yam_yam

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

yam_yam tarafından postalanan herşey

  1. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Tüm bu sorular, iyi bir tanrı kavramının kurgulanamamasından kaynaklanıyor. Özellikle semavi dinlerin tanrısı için bunu söylemek zor olmasa gerek. Nedeni de, hem hayır ve şerrin tanrıdan geldiğine inanacaksın (bknz: İmanın şartları) , hem de kötülüklerin insana mahsus olduğunu iddia edeceksin. Böyle bir çelişki kabul edilebilir değildir. Eğer tanrı bir şeyi diler ve onu yapmaya kalkarsa, bunu insanın değiştirebilmesi mümkün olmasa gerek. Hele ki, Levh-i Mahfuz gibi her şeyin önceden tanrı katında bulunan bir kitapta yazılı olduğu iddia ediliyorsa. Hele ki tanrı, bütün iyilik ve kötülüklerin kendinden geldiğini iddia ediyor ise. İşte tüm bu sorular, tanrı kavramının iyi kurgulanamamasından kaynaklanıyor. Tanrı neden sonsuz merhamet sahibidir? Eğer sonsuz merhamet sahibi ise neden dünyada helak ediyor, neden cezalandırıyor? Tanrı nasıl sonsuz merhabet sahibi oluyor da, A’râf Sûresinin 136 . Ayetinde Bu yüzden onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini denizde boğduk. Secde Sûresinin 22 . Ayetinde Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız. bu intikam da neyin nesi? O zaman tanrı sonsuz merhamet sahibi değildir. Kendisini intikamcı olarak sonsuz merhametten kısıtlamıştır. İşte yanlış kurgulamadan bir örnek. İki zıt kavramın sonsuz derecede olması düşünülemez. Eğer sonsuz merhamet var ise, intikam olamaz. Eğer intikam var ise, sonsuz merhametli olduğunuzu iddia edemezsiniz. Ederseniz bu sorulara bir cevap bulmak zorunda kalırsınız ki, bu soruların da cevabı yoktur....
  2. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Big Bang'i meydana getiren madde İndrugandenti'den geldi. Orası büyük bir uygarlık. Üstün zekaya ve özelliklere sahipler. Kendilerini yine kendileri yaratmışlardır. "Nasıl" diye sormayın... Dedim ya "üstün özellikleri var" diye. Bizden 200 milyar ışık yılı ötedeler. Yani uzayın dışındalar. Kendilerinden başka uygarlıklar yaratmak için Big Bang'i tasarladılar. Arada bir bizi "acaba ne yapıyoruz" diye gözetliyorlar. Belki bir şeyler için "kıvam" a gelmemizi bekliyorlar. Bizim uzayımızın dışında 5 uzay daha yapmışlar. Fakat onları Big Bang'den farklı şekilde yapmışlar. Mesela birini üstün teknolojileri sayesinde 2 boyutlu uzay maketini "drahumba" dedikleri cihaz sayesinde, boyutlarını kendi belirledikleri 3 boyutlu bir uzay olarak meydana getirmişler. Biz öldükten sonra da hepimizi İndrugandenti'de toplayacaklar. Orası çok güzel bir yer. Orada dünya zevklerinden çok daha fazlası var. Ölümsüzlüğün sırrını bildiklerinden bizi de ölümsüz yapacaklar. Bize değer verdikleri için el üstünde tutacaklar. Bu dediklerimi de iyi dinleyin. Bunları sadece bana söylüyorlar. Benden sonra da kimseye söylemeyeceklermiş. Siz bu dünyayı boşverin... Asıl yaşam İndrugandenti'de... İşte her şeyi öğrenmiş oldunuz... Var mı başka sorusu olan? (Not: Bu bir latifedir)
  3. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Teist arkadaşların her defasında ateistlere karşı kullandığı argüman : "Ben inanarak bir şey kaybetmem.. Ama ya varsa? " Halbuki öyle değildir. Din bir yaşam biçimidir. İbadetiyle, düşünce sistemiyle, korkularıyla ve beklentileriyle... İnanan biri, dinin tüm emirlerini yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkar olacaktır. Bu, inananın omzuna yüklenmiş bir ağırlıktır. İbadetini tam yerine getirememenin verdiği sıkıntılar yaşar.. İnanan birisi hurafelere açıktır. Büyüye inanır.. Cinlere ve meleklere de.. Pek çok teist absürd ötesi hurafeler içinde geçirir hayatını. (Gece tırnak kesmemek, gece sakız çiğnememek, yapılan bir fiil için meleklerin kaçacağını düşünmek, kadınların muayyen günleri için kendilerini pis görerek bebek ya da mezar ziyaretine gidememeleri, muska ve üfürkçülerden medet umma ve daha sayılamayacak binlerce hurafe) İnanan birisi ümmetçidir...Hümanist olamaz. Kendi dininden olmayanı dost edinemez. Hele ateistlere karşı Kur'an'dan gelen önyargıları vardır. İnananın gözünde ateist, "helak edilesi canlılar" dır. İnanan birisi, inancı gereği çağ dışı hükümleri, barbarlığı savunmak zorunda kalır.. Onlar için el-kol-ayak kesmek olağandır. Ayrıca nikahsız reşit 2 insanın isteyerek cinsel ilişkide bulunmaları da inançlıları alakadar eder. Böylelerinin dövülmeleri gerekir. Kimileri için ise taşlanmaları... İnanan birisi dünya için egoisttir. Dünyadaki her canlı ve cansız maddenin kendisi için yaratıldığına inanır. Her yıl on binlerce hayvanın işkence edilerek "kurban" edilmelerinin müsebbibidirler. Ve daha burada sayamadığım onlarca madde... Tüm bunlardan sonra acaba inananlar hiç bir şey kaybetmiyorlar mı?
  4. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Eskiden insanlar gökgürültüsünü tanrının kızmasına, yıldırımları da tanrının gazabına yorarlardı. Bknz: 13/13- Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tespih ederler. O yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Halbuki O, azabı çok şiddetli olandır. 2/55- Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. Bunun üzerine siz bakip dururken sizi yildirim çarpmişti. Ama artık yıldırımların neden ve nasıllarını biliyoruz. Doğa olaylarından Mikail'in sorumlu olduğunu sanıyorlardı. Halbuki artık doğa olaylarının da neden ve nasıllarını biliyoruz. Yağmurun, dolunun, rüzgarın, depremin, volkanların oluşumunda Mikail'in bir payının olmadığını biliyoruz. Duaların da bir faydası yok... Bu Levh-i Mahfuz inancına da terstir. Edilen duların hepsi kabul olmadığı gibi, dua edilmeden de istenenler elde edilebilir. (Misal : Ben ) Güneşin her gün doğup batışında da tanrının bir parmağı yok. Hepsinin fizik kuralları dahilinde hareket ettiklerini biliyoruz. Fizik kuralları varsa, zaten bir tanrıya ihtiyaç yoktur. Zira tanrı kendisini fizik kuralları ile sınırlandırmış olur ki, bu da tanrının tanımına terstir. Rızkımı da bir tanrı vermiyor... (Eğer işverenim bir tanrı değilse ) Rızkım tamamen kendi elimde. Çalışırsam kazanırım, yatarsam batarım... Bunun için bir tanrıya ihtiyacım yok... Kısacası arkadaşlar; "apaçık deliller" dediğiniz hiç bir şeyin tanrı ile bir bağlantısı yok. "Kim yaratmış, fizik kurallarını kim koymuş?" sorularının direkt cevabı da "Allah" değildir... Kur'an bir delil değildir. Kur'an çelişkilerle, kendinden önceki boş inançların taklitleriyle, bir yığın tekrarlarla doludur. Bunların örneklerini pek çok defa buraya getirdik. Hemen hiç birine de sağlıklı bir cevap alamadık. Yıldızlarla şeytan taşlanması, göklerin yeryüzüne düşmesi, güneşin doğduğu/battığı yere varmak, 7 kat gök inancı, gökkubbe inancı, göklerin dünyadan sonra oluşması gibi konuların cevaplarını alamadık. Tek söylenebilen "O ayet o anlama gelmez.." Peki hangi anlama gelir ? İşte size (belki herhangi bir tanrının değil ama) Allah'ın olmadığına dair kanıt... 1- Gökler yeryüzünün üzerine düşemez.. 2- Güneşin doğduğu/battığı yere ulaşamazsınız.. 3- Yıldızlarla şeytan taşlayamazsınız... 4- Dünya evrenden önce yaratılmamıştır... 5- Gökyüzünde çatlak oluşturamazsınız... 6- Fizik kurallarının dışına çıkamayan bir tanrı anlayışı olamaz... 7- Tüm canlıları bir gemiye doldurup tufandan kurtulamaz, canlılığın yeniden oluşmasını sağlayamazsınız.. 8- Dağların depremleri önlemesi diye bir şey sözkonusu değildir... 9- Dağlar yeryüzüne dama tahtasına konan bir piyon gibi konulmamıştır... 10-Gökyüzünü direkli, ya da direksiz yaratamazsınız.. Ve dahi çağdışı hükümler, sosyal hayatla ilgili düzenlenmesi gereken yığınla konu varken peygamberin cinsel hayatını düzenleyen hükümler, kendinden olmayanı aşağılayan, hakaretler yağdıran ifadeler, kölelik, cariyelik, kadına ikinci sınıf insan muameleleri.... Tamamen 1400 yıl öncesinin bedevilerine yönelik yaşam ve inanç tarzı... Bunlar tanrı kelamı olamaz. Elinizdeki tek şey sorulardır arkadaşlar... Şu an yanıtını veremediğimiz sorular. O sorularda size ancak deizm, ya da agnostisizme yetecek kadardır. Daha fazlası değil...
  5. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Faizde iki bileşen vardır. Birincisi paranın değer kaybının telafisi, diğeri de paranın nedretine ödenen karşılıktır. Bunlardan ilkinden vazgeçmeniz mümkün değildir. Aksi takdirde zarar edersiniz . Bugün "Ben faize karşıyım" diyenlerden hiç kimse, 3 yıl sonra alacağı paranın miktarında değişme olmaksızın borç para vermez. İkinci bileşen işe kişinin kendisine kalmıştır. Bu sürede elindeki para ile kazanabileceği paradan feragat edip etmemek kendisini ilgilendirir. Ancak iktisadi tüzel kişilikler ikincisinden de vazgeçemezler. (Ortaklarına bile faizsiz borç veremeyeceklerini söylemiştim. Son hazırlanan T.T.K yasa tasrısına göre [eğer yasalaşırsa] artık faizle bile olsa ortaklarına borç para veremeyecekler )Bu kendi kuruluş amaçlarına aykırıdır. Ekonominin olduğu yerde faiz kaçınılmazdır. Bugün bankaların işleyiş sistemlerine iyi bakınız... Hepsi (Faizsiz bankacılık yaptıklarını iddia edenler dahil) aldıkları faiz ile, verdikleri arasındaki farktan kazanırlar. Para da bir meta niteliğindedir. Onun da kullanımının bir bedeli olacaktır. Yüksek faizin oluşturduğu olumsuzlukların nedeni faizin kendisi değil, paranın süratle değer kaybettiği gerçeğidir. Tefecilik faizin kötüye kullanılmasından kaynaklanır. Ancak tefeciliği örnek göstererek de, "faiz kaldırılmalı" diyemezsiniz. Bu, trafik kazalarını örnek göstererek, motorlu taşıtların yasaklanmasını istemeye benzer...
  6. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Türkiye Cumhuriyeti Laik bir devlettir. Laik bir devletin de maaşlı din adamı istihdam etmesi beklenemez. Eğer edecekse, ya tüm inançlar için din adamı istihdam edecek, ya da hiçbiri için etmeyecek. Zira tüm inançlara eşit mesafede olması gerekir. Ancak bizde "Diyanet" diye bir kurum var. Bütçesi de, bir kaç bakanlığın bütçesinden daha fazla. 2006 yılı bütçesi 1.308.187.000 YTL. (Bir katrilyon üçyüzsekiz trilyon yüzseksenyedi milyar TL) Hemen hemen Adalet Bakanlığı'na ayrılan pay kadar.. (Adalet Bakanlığı'na ayrılan bütçe 1.771.982.000 YTL) Evet sünniler ibadet edecekler diye 2006 yılında devlet tarafından ayrılan bütçe bu. Ya diğerleri ne olacak? Alevisi,yezidisi, şiisi, hristiyanı, musevisi ? Bunlar üvey evlat mı? Ya onlara da pay vereceksin, ya da hiçbirine vermeyeceksin... Bugün aylık 380 YTL net asgari ücret ile çalışan birinin yıllık ödediği Gelir Vergisi 812 YTL. Diyanet bütçesi için 1.611.068 asgari ücretlinin vergisi ayrılıyor. Ve İbret Tablosu : 01.01.2005 tarihi itibari ile cami sayısı : 77.151 (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/tanitimistatistik.asp) 2002 yılı (daha yakın bir tarihe ulaşamadım) okul sayısı : 58.873 (Özel okullar dahil) http://www.meb.gov.tr/Stats/Apk2002/61.htm#x1 Maalesef ülkemizde cami sayısı okul sayısından daha fazla. Eğitime ayrılması gereken yaklaşık 1,5 trilyon ytl de, sünni vatandaşlarımız ibadetlerini yerine getirsinler diye (sanki bu bütçe ayrılmasa insanlar ibadet edemeyecekler) devlet tarafından veriliyor. Okul yetersiz, öğretmen yetersiz, bilgisayar yetersiz, labaratuvar yetersiz, okullara ayrılan bütçe yetersiz... Ama çok zenginiz ya, 1,5 trilyon YTL ibadete ayırabiliyoruz... Sonra da ülkemizde bilim adamı yetişmiyor, bilime yeteri kadar önem verilmiyor edebiyatı yapıyoruz. Not: Bakanlıkların 2006 yılı bütçeleri için bknz: http://www.alomaliye.com/ekim_05/2006_mali_yili_butcesi.htm
  7. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Arkadaşlar; düşünce yapımızdaki en büyük sorunumuz fikir üretememek. Hep kendi düşüncemize uygun hazır fikirleri kullanmaya alışmışız. Halbuki olması gereken, yeni fikirler üretmek ya da benimsenen fikri kendi fikirlerimizle birleştirip bir adım öteye götürmek olmalı. Ne zaman bunu anlayıp uygulayacağız, işte o zaman üretken olacak, kısır tartışmalar yerine kendimizi faydalı paylaşımların içinde bulacağız. Aklımızı küçümsemeyin arkadaşlar... İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimizdir çünkü. "İnsan" isek, aklımız olduğu için insanız. Kendimizi bizden çok güçlü bir varlık olduğuna inandırıp da, o varlığa ulaşılamamasının nedenini de ufacık beynimize yüklemek, ona yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır. Çevrenize bir bakın... Diğer canlı türleri ile kendinizi bir kıyaslayın. Atalarımızın mağaralarda yaşadığı, ucu sivriltilmiş taş mızraklarla avlanarak beslendiği dönemi düşünün. Avlanma tekniği dışında diğer hayvanlardan bir farkımız olmadığı dönemlerden, insanlığın geldiği noktayı görün. Neden kendimizi ulu bir varlığa inandırıp da, insanlığımızı aciz kılalım? Mağara dönemlerinden bu güne o varlığın insanlığa ne katkısı olmuş? İnsanlığı bu günlere getiren tanrı mı, yoksa küçümsediğiniz aklımız mı? Ahlaksızlığı öne sürüp de, gelinen noktayı da küçümsemeyin. Ahlak dediğimiz olguyu da oluşturan toplum ve toplumsal şartlardır. Toplumsal şartlar sürekli değişim/gelişim gösteriyorsa, ahlak ve görgü kuralları yapısının da değişmesi kaçınılmazdır. Çatalın, kaşığın olmadığı bir ortamda elle yemek yemeyi yadırgayamazsınız. Kuralları oluşturan nesneler ve olgulardır. Nesnelerin/olguların varlığı ya da yokluğu kuralla doğrudan ilişkilidir çünkü. Kuralın değişebileceği en kolay şey nesne olduğu halde, en zoru da kafamızdaki olgulardır. Sokakta mayoyla dolaşan birini yadırgarsınız da, deniz kenarında mayo giyen birini yadırgayamazsınız. Yadırgayanlar da, kafalarındaki olgu yüzünden yadırgarlar. İşte burada değişmesi gereken mayo değil, düşünce yapımızdır. Gelişen toplumsal koşullar karşısında düşünce yapımızda değişiklik yapamadığımız için bocalıyoruz. Fikir üretmek yerine, binlerce yıl öncenin toplumsal koşulları için üretilmiş fikirleri bugüne uyarlamaya çalıştığımız için bocalıyoruz... İnsanlığın varoluşundan bu güne gösterdiği değişimin nasıl ve nedenlerini göz ardı ettiğimiz için bocalıyoruz... Sonuç : Bu bocalama içerisinde de kanlar döküyoruz, göz yaşları döküyoruz, ölüyoruz/öldürüyoruz... İnsan olarak olmamız gereken noktanın çok uzağında kalıyoruz. Bilmem anlatabildim mi?
  8. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Yani sizin istediğiniz sırf inanç özgürlüğü... O zaman bakalım başka ne gibi tavizler istenebilir... 1- Dini inanç gereği sınıfların haremlik-selamlık şeklinde ayarlanması istenebilir... 2- Eğitimcilerin, sadece hemcinslerinin derslerine girmeleri istenebilir... 3- Evrim teorisi dini inancına uygun olmadığı için derslerden bu konuların çıkarılarak dini inanca uygun olan yaradılışçı konuların konması istenebilir, ya da bu derslerden muaf tutulmak istenebilir.. 4- Ders saatlerinin namaz vakitlerine uyarlanması istenebilir... 5- "62/9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" ayetine istinaden cuma vakitleri için muafiyet istenebilir... 6- "5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. " ayetine istinaden bu inançta olanlarla aynı sınıfta bulunmak istenmeyebilir... 7- Anatomi derslerinde incelenecek kadavraların cinsiyetlerinin, bayanlar için bayan, erkekler için erkek olması istenebilir... Elbetteki liste daha da uzatılabilir. Bunlar ilk aklıma gelenler oldu. İstenen inanç özgürlüğü ise, yukarıda sayılanlar da inanç özgürlüğü... Hangisine taviz verelim ? Birine mi, hepsine mi? Tavizin sonu yoktur... Bilim öğrenmek için, bilimsel olmayan inançların dayatmalarını bilim yuvasına sokmaya çalışmayın...
  9. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Aslında Hristiyanlığın çıkışında Roma'nın büyük etkisi vardı. Bilindiği üzere İsrailoğulları tarihi boyunca komşu ulusların saldırılarından ve egemenliğinden kurtulamamıştır. Roma'dan önce Filistin bölgesi Büyük İskender'in egemenliği altında bulunuyordu. Çoktanrılı inanca sahip olan B.İskender, İsrailoğullarının tektanrılı ve bencil (Malumunuz, Yahudilik için önemli olan tüm insanlar değil, yalnızca İsrailoğullarından gelenler ve gelecek olanlardı) inancına karşı kayıtsız kalmıştı. Onun ölümünden sonra yerine geçen, ve imparatorluğu aralarında bölüşen generalleri de Yahudiliğe karşı Büyük İskender gibi kayıtsız kaldılar. Filistin daha sonra yine çoktanrıcı olan Romalılar'ın eline geçti. Ancak Romalılar egemenlikleri altında bulunan ulusların inançlarına pek saygılı davranmıyorlardı. Bu yüzden de inanç çatışmaları kaçınılmaz olmuştu. Hem romalılardan baskı gören, hem de kendi ahlak anlayışlarında yozlaşan yahudiler kurtuluşu tanrı tarafından gönderilecek bir krala bağlamışlardı. Kendisini büsbütün eski inançlara kaptıran Filistin halkı göklerden gelecek bir "ulu" yu beklemeye başlamıştı. Sonunda Romalı yöneticiler bu aldatıcı söylentileri çıkaranları aratmaya ve cezalandırmaya başlamışlardı ama söylentilerin yayılmasını önleyemediler. Beklenen kurtarıcının yakında geleceği inancı gün geçtikçe güçlenmişti. Tevrat'a göre kurtarıcı, kutsal görev verilmiş bir kişi, bir kraldı. Oysa yahudilerin bir bölümü gelecek olan kurtarıcının bir peygamber olacağını düşünmeye başlamışlardı. Hatta bu konu anlaşmazlıklara sebep oluyordu. Gelecek kurtarıcının peygamber olacağını ileri sürenlerden biri de, aşırı dinci Yahya (Vaftizci Yahya olarak bilinir) idi. Ve Yahya çevresine, beklenen peygamberin doğmuş olduğunu, yakında ortaya çıkarak insanları kurtaracağını ve doğra yola kavuşturacağını yaymaya başladı. Bu söylemler iyice yaygınlaştıktan sonra İsa ortaya çıktı ve peygamberliğini açıkladı. İsa'nın peygamberliğini daha önceden bildiren Yahya'da çalışmalarını hızlandırıp, kendini İsa'nın habercisi olarak tanıtmaya koyuldu. Baskıdan ve toplumsal sarsıntıdan bunalmış olan Yahudi halkı da İsa'nın ortaya çıkışını Tevrat'ın bildirdiği nitelikte bir kurtuluş olayı diye yorumladı ve yavaş yavaş yeni peygamberin çevresinde toplanmaya başladı. Bu dönemde İsa daha çok gençti ve kendisine Yahya yardımcı oluyor, İsa'nın peygamber olduğunu her yerde anlatıyordu. İsa 30 yaşına geldiğinde de kendisi için zaten önceden hazırlanmış zemine oturuyor, bu defa kendisi her yerde peygamber olduğunu ilan ediyordu... İlk konuşmalarında yoksulluktan, eziklikten, baskıdan,ahlaksızlıktan söz etmekle birlikte görüşlerinin sınırının Yahudi halkını aştığını açıklamaktan sakınması da Romalılar tarafından gerekli önemin gösterilmemesini sağlamıştı. Halk arasında efsane bir kişiliğe bürünmüştü artık. Hakkında bir çok iddia, bir çok mucize söylemleri anlatılmaya başlandı. Ancak daha sonra işler değişti... Ayrıntılar...Ayrıntılar...Ayrıntılar... İsa, Tevrat'ın özüyle çelişen aykırı söylemlerde bulunmaya başlayınca (Tanrının oğlu olduğu, "Tanrı ile ben biriz" demesi vs) yahudi din adamları tarafından dinsizlikle suçlanarak tutuklanmış ve Roma valisine teslim edilmiştir. Efsaneye göre de çarmıha gerilmiştir. Neden efsane diyoruz ? Zira tarih kaynakları İsa'nın kimliği, kişiliği konusunda kesin bilgi vermemektedir. Bu konudaki bütün bilgiler İsa'nın en yakın oniki arkadaşının (havariler) topladıkları anılardan ve anlattıklarından öğrenilmektedir. İsa'nın çıkması için gerekli zemini hazırlayan, birazda baskı ve zulümleri ile Romalılar olmuştur. Romalılar da, B.İskender ve generalleri gibi Yahudiler'e kayıtsız kalsalardı Yahudiler içinden bir peygamber çıkması da oldukça gecikecekti. Dinler Tarihi de bugün İsa yerine büyük ihtimalle başka bir isim kullanacaklardı... Roma'nın islamiyetin doğuşu ile bir ilişkisi ise olmamıştır. Zira Roma İmparatorluğu 395 yılında Batı ve Doğu Roma İmparatorluğu diye ikiye ayrılmış, Batı Roma da 476 yılında yıkılmıştır. Zaten yanlış hatırlamıyorsam Romalılar Arabistan'a hiç girmemişlerdi.
  10. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Bir kere cahiliye döneminde kadına "0" hak diye bir şey söz konusu değil. Bunu daha önce de söylemiştim. Kimse bana asil bir aileden gelen Hatice'nin zenginliğinin kaynağını mirastan değildir diye açıklayamaz.. Bu Kur'an'dan... 4/12- Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Bu da Hammurabi'den... 137. Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir. 180. Bir baba kızına- evlenilebilir olsun ya da bir fahişe olsun fark etmez- bir hediye verip de ölürse babasından kalan mirastan çocuklardan birinin payı kadar bir pay alır ve yaşadığı sürece onun kullanım hakkından yararlanır. Malları ise erkek kardeşlerine aittir. Bu Kur'an'dan... 2/178- Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır. Bu da Hammurabi'den... 196. Eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır. (Göze göz) 197. Eğer bir kişi başkasının kemiğini kırarsa onun kemiği de kırılır. 199. Eğer bir adamın kölesinin gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa onun değerinin yarısını öder. (Köleler de kurallar değişiktir. Tıpkı Kur'an'da olduğu gibi) 200.Bir adam kendisi ile eşit olan birinin dişini kırarsa onun da dişi kırılır. (Dişe diş) 229. Bir inşaatçı her hangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapan öldürülür. (Yaşasın adalet...) 282. Bir köle efendisine “Sen benim efendim değilsin” derse ve onlar o köleyi suçlarsa efendisi onun kulağını keser.. Muhammed'de böyle birini veda hutbesinde lanetlemiştir... Bu kurallar Kur'an'dan yaklaşık 2.500 yıl önce yazılmıştır. Uygulaması ise muhtemelen daha da eskilere dayanıyor... Siz şimdi hangi akla hizmet 4.000 yıl öncesinin kuralları ile yaşamak istiyorsunuz?
  11. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Göklerin dünyadan sonra yaratıldığını, göktavan inancını Big Bang'e uyarladınız da sıra 6 gün olayına geldi değil mi? Bir çok teist arkadaşımız bunu bilmiyor. Bunu daha önceki bir iletimde de yazmıştım ama önemli bir konu olduğu için buraya tekrar alacağım. 6 gün olayı Tevrat'dan alınmıştır. Tevrat'da da bu konu aşağıdaki şekilde geçer : “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. ………. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün. Ve Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın. Ve Allah kubbeyi yaptı, ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı; ve böyle oldu. Ve Allah kubbeye Gök, dedi, Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün. Ve Allah dedi: Gök altındaki sular bir yere biriksin, ve kuru toprak görünsün; ve böyle oldu. Ve Allah kuru toprağa Yer, dedi; ve suların birikintisine Denizler, dedi; ve Allah iyi olduğunu gördü. Ve Allah dedi: Yer, ot, tohum veren sebze, ve yer üzerinde tohumu kendisinde olup cinslerine göre meyva veren ağaçlar hâsıl etsin; ve böyle oldu…… Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün. Ve Allah dedi: Gündüzü geceden ayırmak için gökkubbesinde ışıklar olsun; ve alâmetler için, ve vakitler için, ve günler ve seneler için olsunlar……….Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün. Ve Allah dedi: Sular canlı mahlûkların sürülerine kaynaşsın, ve yerin üzerinde, gökler kubbesinin yüzünde kuşlar uçsunlar. Ve Allah büyük deniz canavarlarının, ve suların kendileriyle kaynaştığı cinslerine göre hareket eden her canlı mahlûka, ve cinsine göre her kanatlı kuşu yarattı………….Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün. Ve Allah dedi: Yer, cinslerine göre canlı mahlûkları, sığırları ve sürünen şeyleri, ve cinslerine göre yerin hayvanlarını çıkarsın; ve böyle oldu………. Ve Allah dedi: Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürüne her şeye hakim olsun. Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı.” (Tekvin, Bap 1, 11-27) “Ve Allah yaptığı işi yedinci günde bitirdi, ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti. Ve Allah yedinci günü mübarek kıldı, ve onu takdis etti; çünkü Allah yaratıp yaptığı bütün işten o günde istirahat etti” (Tekvin, Bap 2, 2-3) İşte Tevrat'ta böyle anlatılır... 6 günde yaratma inancının temelini görün. Tanrı dünyayı 6 günde yaratmış, 7. gün yorulmuş ve dinlenmiştir. Ama Kur'an'da "Hiç bir yorgunluk da hisstemedik" denir. Öyle ya her şeyi gücü yeten tanrı nasıl olur da yorulur. İşte kutsal gün inancının temeli de aşağıda : “Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın; fakat yedinci gün Allah’ın Rabbe, Sebttir; sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların, ve kapılarında olan garibin, hiçbir iş yapmayacaksın; çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı, ve yedinci günde istirahat etti; bunun için Rab, Sebt gününü mübarek kıldı, ve onu takdis etti. (Çıkış, Bap 20, 2-17) ************************************************** Şimdi de Kur'an'daki ayetlere bir göz atalım... 10/3- Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri alti gün içinde yaratan, sonra da Arş'a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah'tır. Onun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah'tır. O halde Ona kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz? 11/7- O, hanginizin amelinin daha güzel olacagi konusunda sizi imtihan için, henüz arşi su üstünde iken gökleri ve yeri alti gün içinde (alti evrede) yaratandir. Böyle iken "Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz" desen, inkarcılar "Mutlaka bu apaçık bir büyüdür" derler. 2/29- O, yeryüzünde olanlarin hepsini sizin için yaratan, sonra göge yönelip onlari yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkiyla bilendir. 21/30- İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı ? 21/32- Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah'ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. 25/59- Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde yaratan sonra da Arş'a4 kurulan Rahmân'dır. Sen bunu haberdar olana sor ! 41/10- O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. 41/11- Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. 50/38- Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı. 55/7- Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. 67/5- Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık. 78/12- Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Sanırım yeterli bir açıklama....6 Gün olayının bilimle bağdaşmadığını gören zat-ı muhteremler, durumu kurtarmak için "6 evre" olayını uydurmuşlardır.
  12. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Eğer suçu işleyen yakalanmadıysa, yaptığı yanına kâr kalacaktır. Sadece kendi vicdanına hesap verecektir. Daha önce bir başka başlık altında insanı öteki dünya inanca yönelten sebepleri saymıştım. Bu sebepler arasında adalet duygusunun tatmini de vardı. Yani bu dünyada elde edilemeyen adaletin, öteki dünyada alınacağına inanarak kendini tatmin etme duygusu. Bu sadece suç için de geçerli değil. "Ben neden fakirim de, öteki zengin" ya da "Ben neden çirkinim de öteki güzel" ya da "Ben neden özürlüyüm de, öteki sağlıklı" vs.vs. çoğaltılabilir. İşte tüm bu olumsuzluklara karşılık insan öteki dünyaya inanmayı ister. Karşılığını öteki dünyada bir "hakem" in vereceği inancı. Her şeyin, iyi ya da kötü davranışların ödül/cezasının alınacağı inancı. Bu inanca sebep olarak da "Bunun böyle olması gerekir. O halde böyledir" i göstermek sadece kendinizi rahatlaymaya yarar. Amaç da bu zaten... Bir de sizin inancınıza göre irdeleyelim... Bu suçu işleyen insan karakter olarak zayıf bir insan. Büyük olasılıkla da işlediği tek suç size ya da ailenize karşı işlediği suç değil. Bu adamın bir tanrı inancı olduğunu kabul edelim. İşlediği diğer suçlar için cehennemde 1000 yıl kalacak(Sırf tanrıya inandığı için cehennemde sürekli kalması söz konusu değil). Size karşı işlenen suç için + 100 yıl kalması sizi rahatlatacak mı? Bir diğer alternatif bu adam tanrıya da inanmıyor. Bu adam sizin deyiminizle "hesap günü" nde cehennemi boylayacak zaten. Sırf tanrıya inanmadığı için cehennemden hiç çıkamayacak. Peki size karşı işlediği suçun cezası ne olacak? Sırf cehennemde yanmış olması sizi rahatlatacak ise, kendinizi bu adamın bir tren kazasında trenin altında kaldığını ve parçalanarak can verdiğine inandırın. Bakın nasıl da rahatlayacaksınız... (Ama vicdanınız rahatladı diye bu adam tren altında kalacak diye bir kaide olmadığını da bilirsiniz herhalde)
  13. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Ne kadar güzel söylemler değil mi? Ama İslam ve onun tanrısı gerçekten böyle mi? "Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. " (Enfal Suresi 39) İslam'ın tanrısı, bazı insanların kulaklarını ve kalplerini (!) mühürlediğinden bahseder. 17/46- Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar. Ondan sonra da peygamberine onlarla savaşmasını emreder..Hatta bu savaşlara meleklerini de gönderdiğini iddia eder. 3/124- Hani sen mü'minlere, "Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardim etmesi size yetmez mi?" diyordun. 3/125- Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşi gelmekten sakindiginiz takdirde; onlar ansizin üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanli beş bin melekle size yardim eder.) Bu nasıl bir oyundur böyle? 11/118,119- Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir.Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım" sözü kesinleşti. 32/13- Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, "Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım" sözüm gerçekleşecektir .. der, sonra da ; 6/156,157- Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik" demeyesinizYahut, "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz, diye bu Kur'an'ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız. inanmayanları zalim ilan eder, onlara hakaretler yağdırır ve şiddetli cehennem azabı ile cezalandıracağını söyler... Evet evet, bunları sizin tanrınız söyler(!)... Kendi yarattığını, yine kendi yarattığına kırdırır... Üstelik inanmayanların da bir suçu günahı yoktur, çünkü inanmamalarını tanrı istemiştir. Tanrı kendince bir oyun hazırlamış, rolleri belirlemiş, bize de bu rolleri oynamak kalmış öyle mi? Nasıl bir tanrınız olduğunun bilincinde misiniz? Dininizi ne kadar tanıyorsunuz? Kutsal kitabınız Kur'an'ı ne kadar okudunuz? Din hakkında bildikleriniz kulaktan dolma bilgilerden mi ibaret? Kafanıza takılan soruları (ki muhakkak vardır) hiç irdeleme cesareti gösterebildiniz mi? Gösteremediyseniz bunun nedeni nedir? Zamanında din dersi öğretmenimiz bize "Şüphe bu kapıdan girerse, iman pencereden çıkar" demişti. Şüphe...Şüphe...Şüphe... Daha ufak yaşlardan itibaren bize, şüphe duymamayı öğretiyorlar. Asıl savaşılması gereken budur. Çünkü dünyanın bu noktaya gelmesindeki asıl nedenin "şüphe" olduğunu unutmayalım..
  14. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Neden hristiyanlığı ya da yahudiliği eleştirmiyoruz da, islamiyeti eleştiriyoruz? Çünkü içinde bulunduğumuz toğlumun geneli kendini müslüman olarak tanımlıyor. Ateist için bütün dinler birdir. Biri diğerinden üstün değildir. Toplumumuzun geneli daha kendi dinini bilmez iken, bir de onlarla yahudiliği ya da haristiyanlığı mı tartışacağız ? Elbette hayır... Toplumun geneli hristiyan olsaydı elbette hristiyanlığı eleştirecektik "İslamiyet size ne zarar veriyor?" sorusuna gelirsek; * Tanrıdan geldiği iddia edilerek kabul gören dogmaların, mutlak gerçekler şeklinde empoze edilerek toplumun bağnazlaştırılmasından rahatsız oluyorum. * Çevremde okuldan çok cami görmekten rahatsız oluyorum. * En kolay sömürü aracı olarak dinin kullanılmasından ve toplumumuzun da buna uymasından rahatsız oluyorum. * Ebeveynlerin, çocuklarının eğitimine daha fazla katkı yapmak varken, onları Kur'an Kurslarına göndermesinden, ve gencecik beyinlerinin zehirlenmesinden rahatsız oluyorum * En ilkel ibadet şekli olan kurban vahşetinden rahatsız oluyorum. * Akıllı sandığım adamların, söz konusu din olduğunda nasıl aptal yerine konduğunu, ya da saflaştığını görmekten rahatsız oluyorum * Hacı hoca takımından rahatsız oluyorum. * Çevremde karaçarşaflara bürünmüş insanlar görmekten rahatsız oluyorum. * "Ateistim" dediğimde, bana bir yaratıkmışım gibi bakılmasından rahatsız oluyorum. * Dinin insanları uyuşturmasından, tepki göstermek, hakkını aramak varken "Allahından bul" denmesinden rahatsız oluyorum. * Normalde gülüp geçilecek bir safsatanın, söz konusu din olduğunda ağlayarak dinlenmesinden rahatsız oluyorum. * Şeriat söylemlerinden rahatsız oluyorum * Örnek gösterilebilecek bir tane müslüman ülke yokken hala İslam'ın en iyi din olduğu söyleminden rahatsız oluyorum. * Ödediğim vergilerin imamlara gitmesinden rahatsız oluyorum. * Sırf dine ters düştüğü için, biyolojinin "B" sini bilmeyen adamların evrim teorisinin çöktüğünü söylemesinden rahatsız oluyorum. * Hurafelerden rahatsız oluyorum. * Arap taklitçiliğinden rahatsız oluyorum. * Ateistlere hakaretler yağdıran, onları ahlaksız olarak göstermeye kalkan Kur'an'dan, ve buna inanan saf müslümanlardan rahatsız oluyorum. * Dogmaların önümüze mutlak gerçekler şeklinde sunulmasından rahatsız oluyorum. * Türban tartışmalarından rahatsız oluyorum. * Dinin siyasete alet edilmesinden rahatsız oluyorum. Uzaaaaarrrrr gider. Ateizm, komunizmi ya da kapitalizmi öngören bir düşünce biçimi değildir. Ateizmi bir ideoloji yerine koymayın. Ateizm bir ideoloji de değildir. Ateizm tanrı iddiasının reddidir o kadar. Kimseyi kendime katmaya çalışmıyorum. Tebliğ misyonum yok. Tebliğ edilecek bir şey de yok. Önüme konulan dogmalarla savaşıyorum. Biraz düşünmeye, araştırmaya sevkediyorum. Tanrı karşısında gram hesabına vurulan aklın üstünlüğünü göstermeye çalışıyorum. Bugün gelinen noktanın Tanrının değil, aklın eseri olduğunu vurgulamaya çalışıyorum.
  15. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Ahiret (Öteki dünya) inancı insanoğlunun en eski inançlarından biridir. Eskisinden yenisine kadar hemen her dini inançta rastlanır. Bunun çeşitli nedenleri var tabii. Mesela, insanoğlunun ölümsüzlük hayali... İnsanoğlu yok olup gitmeyi kabullenememektedir. Kesin bir öteki dünya olmalıdır (!) Tanrı ile birlikte sonsuza kadar bir eli yağda, öteki balda, biri boşalınca bir hurinin orasında burasında vs.vs. İnsanoğlu buna inanmak istemeyecek de, neye isteyecek? Diğer bir neden de dünyada istenilen düzeyde bir adalet olmayışıdır. Bu dünyadaki iyi ya da kötü davranışların bir yerlerde ödülü ya da cezası olmalıdır. İnsan buna da inanmak ister. Çünkü bakarsın ki, adamın bir tanesi davranışları itibariyle çok kötüdür. Ancak gül gibi yaşayıp gitmektedir. İşte bunu, insan vicdanında Ahiret inancı dengeler. "Bu adam cehennemde yanıp cezasını çekecek" der, vicdanını rahatlatırsın. Ayrıca toplumsal adaleti sağlayamamış bir devletin de en önemli ihtiyacıdır. Toplumsal tepkisizliğin müsebbibidir çünkü. Ahiret inancı, insanı bu dünyadan çok öteki dünya için yaşamaya sevkeder. Bu dünyada çekilen eziyetleri tanrı imtihanı olarak görüp buna boyun eğmenin ve sebat etmenin karşılığını öteki dünyada cennet mekanı olarak almak istemeyecek kim olabilirki ? Sözün özü, insanın ahiret inancına sahip çıkması için bir çok neden var. Dinler de bunu en iyi şekilde kullanmışlardır.
  16. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Kur'an'a da bir göz atın isterseniz .... 24/31- Mü'min kadınlara da söyle,..... 2/228- Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal olmaz. 2/233- Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. 2/237- Eger onlara mehir tespit eder de kendilerine el sürmeden boşarsaniz, tespit ettiginiz mehrin yarisi onlarindir. Kadınlara iletilmek istenen şeyler hep ikinci ağızdan... Hitap ise hep erkeklere... 4/19- Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. 4/20- Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın 65/6- Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Kur'an'da, kadınlara iletilmek istenen şeyler hep böyle ikinci ağızdan iletilir. Hitap hep erkekleredir. "Ey iman edenler" seslenişi bile genel olarak erkekleri kapsar. 4/3- "Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. " Yani "adaletli davranacaksanız ikişer,üçer dörder alın" der. Ancak; 4/129- "Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah'a karşi gelmekten sakinirsaniz, şüphesiz Allah çok bagişlayici ve çok merhamet edicidir." diyerek kadınlar arasında ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın adaletin yerine getirilemeyeceğini söyler... 2/228- "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler." Erkeğin barışmak istemesi yeterlidir. Kadın istemese bile erkek daha çok hak sahibidir. 2/230- "Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikahlanmadıkça ona helal olmaz." 3. boşamadan sonra kadın yine eski kocası ile birlikte olmak isterse, başka bir erkeğin koynuna girmek zorundadır. Bir kadın için ne utanç verici bir durum... Teist arkadaşlar bu duruma hep "o dönem öyle olması gerekiyordu" gibi zorlama yorumlar yaparlar. Ancak iş "Hani Kur'an tüm dönemler için indirilmişti?" kısmına gelince söylenecek söz kalmıyor... İşte böyle... Yığınla hadisi uydurma diye kabul etmiyorlar, ama "Cennet anaların ayakları altındadır" hadisini her fırsatta kullanıyorlar... (Sanırım bunu bir ayet sanıyorlar)
  17. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Tanrı neden bu kadar çok kitap göndermiş acaba? Bazı teist arkadaşlarımız, "çünkü insanlar ellerindeki kutsal kitapları değiştirmişlerdi" gibi cevaplar vermeye çalışacaklar. Bakalım öylemiymiş? 5/46- O peygamberlerin izleri üzere Meryemoğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan, Allah'a karşi gelmekten sakinanlar için dogru yola iletici ve bir ögüt olarak Incil'i verdik. Tanrı burada açık olarak İsa'yı, Tevrat'ı doğrulayıcı (demek ki Tevrat o zaman bozulmuş değil), doğru yola iletici ve bir öğüt olarak gönderdiğini söylüyor. Demek ki, o dönem İsa'nın önünde bulunan Tevrat, bozulmadığı halde insanları doğru yola iletmek konusunda yetersizmiş kalmış... 3/50- "Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah'a karşi gelmekten sakinin ve bana itaat edin." Bu ayette de, İsa'nın ağzından bir açıklama var. Tanrı, insanlara daha önce haram kıldığı bazı şeyler konusunda kararından vazgeçmiş, bunu açıklamak için de İsa'yı göndermiş... 5/48- (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp ta onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir. Bu ayette ise Tanrı, bu sefer önündeki kitapları doğrulaması ve onları gözetmesi için Muhammed'i göndermiş. Tevrat ve İncil, hala bozulmuş değiller... Tevrat ve İncil'in, Muhammed dönemine kadar bozulmadan kaldığı (!) yukarıdaki ayetlerden anlaşılıyor. Soru 1 : Madem ki bu kitaplar bozulmamıştı yenileri ne için gönderildi? Soru 2: Bir önceki kitaplar insanları doğru yola sevketmek konusunda yetersizmiydi de, tanrı yenilerini gönderme ihtiyacı hissetti? Soru 3: Tevrat ve İncil bozulmadığına göre, bu kitapların taraftarları Muhammed döneminde hala bu hükümleri uyguluyorlarsa, tanrı neden İslamiyet dışında bir dini kabul etmediğini söylemiştir? Soru 4: 5/48- "(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik." ayeti ile tanrı, Muhammed'in bu kitapları gözetmesini istediği halde, bu kitaplar Muhammed ve yandaşları tarafından neden gözetilmemişlerdir? Kur'an gibi (Hoş onu da kollamamışlardır. Zira Kur'an'ın orjinali de bulunmamaktadır.) o kitapları da neden saklamamışlardır? Sonuç olarak; Tanrı, değişmedikleri halde neden Tevrat'tan sonra 2 kitap daha göndermiştir? Tevrat'ın, ve sonrasında İncil'in yetersiz olduğunu düşündüğü için mi? Neden ibadetleri, şer'i hükümleri bile birbirinden farklı 3 din koymuş ortaya? Bu herşeyi (geçmiş,gelecek) bilen tantı fikri ile uyuşmakta mıdır?
  18. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    http://www.turkish-media.com/forum/index.p...ost&p=93144
  19. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Adem (Adam) Nuh (Noah) İdris İbrahim (Abram,Abraham) İshak (isaak) : İbrahim’in oğlu (Karısı Saray’dan) İsmail (Samuel-Ismael) : İbrahim’in oğlu (Cariyesi Hacer’den) Yakub (Jakob) : İshak’ın oğlu Lût (Lot): İbrahim’in yeğeni Yusuf (Yasef-Josef)): Yakub’un oğlu Şuayb (Schuaib): Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz. Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih, Mısır 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır 1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327). Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'ın kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa (a.s) ile evlendirmişti (İbnü'lEsir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177). Musa (Mose) -Harun (Aaron): Kardeş Davud (David): Yakub’un neslinden Süleyman (Salomon) : Davud’un oğlu İlyas (Elija): Harun’un neslinden Elyesa (Elischa): Elyesa' (a.s.), küçüklüğünde kötürüm bir vaziyetteydi. O sırada İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. İlyâs, bir gün yahudilerin azgınlığından kaçarak dul bir kadın olan Elyesa'ın annesinin evine sığınmış, kendisini koruyan bu kadının kötürüm oğluna yaptığı dua kabul olunarak Elyesa' sıhhatine kavuşmuştu. Bunun üzerine Elyesa', Hz. İlyâs'a iman edip ona tâbı oldu, hizmetinde bulundu, her gittiği yere onunla birlikte gitti. Hz. İlyâs'tan sonra İsrailoğullarının ıslâhı ile meşgul olan, onlara va'z ve nasihatlerde bulunan Elyesa' (a.s.) Cenâb-ı Hak tarafından peygamberlikle görevlendirildi. Yunus (Jonas): Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Zekeriyya (Zacharias): Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır. Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem, 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s)'a varmaktadır. Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in teyzesi İşâ idi. (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd). Yahya (Yohannes): Zekeriyya’nın oğlu İsa (Jesus) Bazı arkadaşlar 124.000 peygamberden bahseder. Yukarıda bazı peygamberleri saydım. Gördüğünüz gibi peygamberlik, israiloğulları toplumunda babadan oğula geçen (bazen de yandaş, ya da akraba) bir kurum olmuştur. 124.000 peygamber iddiası teist arkadaşların kendilerini kandırmalarından başka bir şey değildir. Arap yarımadası dışında hiç bir coğrafyada bu tür bir peygambere, ya da dini inanca rastlanmamıştır. Bilakis, çok tanrılı inançların izleri vardır. Üstelik, isimler de araplaştırılmış, Abraham-İbrahim, Jacop-Yakup vb.olmuştur. İbranilerin, mezopotamya inançlarının etkileriyle süslenmiş efsanevi tarihini anlatan bir kitap, önce isa, sonra da Muhammed tarafından geliştirilerek dini birer akıma dönüşmüş, daha sonra bu akım, işgal ve ajitasyon çalışmalarıyla tüm dünyayı etkilemiştir.
  20. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Fizyolojik açıdan baktığın zaman, insanlar ile hayvanlar arasında (özellikle memeliler açısından) pek fark yoktur. Ancak insanı doğaya ve çevresine hakim kılan 5 temel unsur vardır: 1- Frontal lobunun neokorteksinin diğer primatlara oranla daha gelişmiş olması 2- Gırtlak yapısının farklı sesleri çıkarabilecek yapıda olması ve geliştirebildiği dil yeteneği 3- İkinci beyni olan elini çok sofistike kullanabilmesi (motor korteksin büyük bir kısmı, el hareketleri konusunda uzmanlasmistır) ve eliyle "opponens" hareketini (basparmak ile, küçük parmagı ve diger parmakları birleştirip, kavrama hareketi) ve diger ince hareketleri başariyla yapabilmesi. 4- Ayakta durabilmesi ve tüylerini kaybetmis olmasi sonucu soguk iklimlere adaptasyon saglayabilmek için alet yapabilmesi, avlanabilmesi, hayvanların kürklerini kullanabilmesi, ateşi keşfedişi 5- Diger primatlar gibi gruplar içinde yaşaması, yardimlaşması, sosyal bir canlı olması. (Dr. Umit Sayin.. BILIM ve UTOPYA DERGISI Ekim 1998)
  21. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Acaba İbrahim kimdir? Bir bakalım... "Öte yandan Hz. İbrahim, Ahd-i Atik'te "İbranî Abram" olarak nitelenir ve böylece İsrailoğullarının atası kabul edilir. Gerek imanı gerekse Tanrıya bağlılık ve yakınlığı açısından Hz. İbrahim, Yahudi ırkının veya inanmış bir Yahudinin bir prototipidir." ( http://www.kultur.gov.tr/portal/turizm_tr.asp?belgeno=20097 ) Ama nedense Kur'an bunu kabul etmez.... "2/132- İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: "Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün" dedi. " "2/140- Yoksa siz, "İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler" mi diyorsunuz? De ki: "Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. "3/67- İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da degildi. " Kur'an 'a göre, İbrahim hristiyan, ya da yahudi değildir. Müslümandır.(!!!) Ama her nedense müslümanlığın ortaya çıkması için yaklaşık 2.500 yıl geçmesi gerekti. Bu arada İbrahim hakkında anlatılanlardan, M.Ö - 1900-1800 yılları arasında yaşamış olabileceği düşünülüyor. Tevrat'da İbrahim'in babası Terah olarak geçiyor. Halbu ki Kur'an da Azer dir. "6/74- Hani İbrahim babası Âzer'e, "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti." Ayrıca tanrı, İbrahim'e de kitap gönderdiğinden bahseder.. "4/54Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir." "57/26- Andolsun, biz Nûh'u ve İbrahim'i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik." "87/18,19- Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, Ibrahim ve Mûsâ'nın sayfalarında da vardır." Ancak Tevrat'dan önce o bölgede ne böyle bir kitaba, ne de dini inanca rastlanmamıştır. Bir de İbrahim'in ateşe atılması, ve ateşin İbrahim'i yakmaması olayı vardır ki, bu olay bilhassa teist arkadaşların hislenmesine vesile olur. Bakalım durum nasılmış.... "Hz. İbrahim'le ilgili pek çok Harran ve çevresinde yaşanan olaylar olarak anlatılır. Bunlardan biri de Hz. İbrahim'in, puthanedeki putları kırması ve sonrasında dönemin hükümdarı (Nemrud) tarafından ateşe atılmasıdır. Eski Ahit'te ise İbrahim'le ilgili olarak böyle bir olaya temas edilmez. Ancak Daniel, III'de hikaye edilen Babil kralı Nebukatnetsar'la ilgili şu olaydan hem ateşe atma cezasının, hemde İbrahim'inkine benzer başka hikayelerin Babil'de var olduğunu anlıyoruz: "... Babil kralı Nebukatnetsar, boyu altmış, eni altı arşın olan büyük bir altın heykel yaptırır ülkesinde yaşayan herkesin buna tapmasını ister. Şadrak, Meşak ve Abed-nego isimli üç yahudi genç hükümdarın bu fermanına karşı çıkar ve heykele tapmayı reddeder. Bunun üzerine kral, bu gençlerin "ateşi alevli bir fırına" atılmalarını emreder ve gençler fırına atılır. Ancak ateş onlara bir zarar vermez. Bu olağanüstü olaya şahit olan kral ve adamları, gençlerin Tanrı'sını takdir etmeğe mecbur kalır." İlk bakışta, İbrahim'in ateşe atılması hikayesini hatırlatan bu olayı, onunla aynileştirmek mümkün değildir. Zira Nebukatnetsar'ın İ.Ö. 600 yıllarında Babil'de hüküm sürdüğünü göz önüne aldığımızda, bu olayın, Hz. İbrahim'den en az 10-12 asır sonra meydana gelmiş olduğu anlaşılır. " http://www.kultur.gov.tr/portal/turizm_tr.asp?belgeno=20097 Kültür Bakanlığı'nın sitesinde, İbrahim'in ateşe atılması olayının ve İbrahim'inkine benzer başka hikayelerin Babil'de de varolduğu açıkça belirtiliyor. Ancak öyle bir not düşülmüş ki, "Babil kralı İ.Ö 600 yıllarında yaşamış, İbrahim ise çok daha önce, demek ki aynı olamaz" gibilerinden. Ancak burada çok daha önemli bir not, Eski Ahit'te bu olayın yer almadığıdır. Yani kutsal kitaplara sonradan ilave edilmiştir. Kaynağı da, diğerlerinde olduğu gibi yine mezopotamya inançları. Sanıyorum Kültür Bakanlığı, kafalarda soru işaretleri bırakmamak için iki olayın aynı olamayacağını söyleme ihtiyacı duymuş... Ama ikinci nottan (Bu hikayenin Eski Ahit'te yer almadığı) ne demek istendiğini anlayabilirsiniz.
  22. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    İslam dinine göre insan insana eşitmiymiş bir bakalım: 4/25- "Sizden kimin, hür mü'min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü'min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları halinde sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. " 24/33 Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden “mükâtebe” yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın. Allah’ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Sadece bu ayetler bile "insanın insana eşit" olmadığını anlamana yeter de artar bile... Gerisi boş, gerisi hikaye... TÜM İNSANLARIN TANRISI OLDUĞUNU İDDİA EDEN BİR TANRI, LEGAL OLARAK KULUNA KULLUK ETTİRİR Mİ?
  23. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Şu an dünyanın en fakir ülkelerinden biri Nijer'dir. Yaklaşık 13 milyon nüfusu var, ve bunların 3 milyonu gerçek anlamda "aç". Kalanın da pek çoğu yarı aç yarı tok yaşıyor. Nijer uzun yıllar Fransa işgalinde kaldıktan sonra 1960 yılında bağımsızlığını ilan etti. Ancak ilk cumhurbaşkanı da Fransızların desteklediği biriydi, ve Fransızların çıkarlarını korumaktaydı. Daha sonra askeri darbe ile devrildi. O dönemden sonra pek çok askeri darbe daha oldu ve istikrar bir türlü sağlanamadı. Açlık ve sefaletin sebepleri : 1- Tarım toplumu oldukları halde, sulama teknolojileri yok. Yağmurdan medet ummak zorundalar. 3 aylık yağmur dönemleri (Haziran-Temmuz-Ağustos) var, ve bu dönem kurak geçerse mahsul alamıyorlar. Dahası 5-6 yıl beklediklerinin üstünde yağış gerçekleşse dahi arkasından gelen dönemin kurak geçmesi onlar için açlık demek. Başkent Niamey'in ortasından nehir geçtiği halde, sulama teknolojileri olmadığı için bu nehirden faydalanamıyorlar. Bunun en büyük nedeni, Fransız kolonileri içinde, Fransa'nın yatırım yapmadığı tek ülke olmaları 2- Tarım alanlarının büyük çoğunluğu "ağa"ların elinde. Köylü, bu ağaların elindeki toprakları işliyor, ve üründen belli (küçük) bir pay alabiliyor. Ancak kurak dönemlerde bu payı da alamıyorlar. Dolayısı ile bu da açlık demek... 3- Uranyun, altın, petrol, fosfat gibi zengin maden kaynakları var. Ancak bunları çıkartacak teknolojileri yok. Dahası yabancı firmalar da bu madenleri kullanmak için pek istekli davranmıyorlar. (Başbakanlarının yaptığı son röportajda, petrol için bir Fransız firması ile sözleşme imzaladıklarını duymuştum. Ancak 5 yıl süre ile bu kaynaktan gelir elde edebilmeyi beklemiyorlar) 4- Ülkede bir sanayi olmadığı için işsizlik çok yüksek oranlarda. Erkeklerden bazıları, nehirde 10 parça çamaşır yıkamaları karşılığında aldıkları 1 dolar için kendilerini şanslı sayıyorlar. 5- Ülkenin en büyük hastanesi başkent Niamey'de 1000 yataklı bir hastane. Çocuklara sadece 180 yatak ayırabilmişler ve bir yatakta en az 2 kişi yatmak zorundalar. Ancak yine de buraya gelebilenler şanslı. Çünkü pek çoğu buraya kadar da gelemiyor ve ölümü bekliyorlar. Çocuklar yeterli derecede beslenemediği için çok çabuk hastalanıyorlar. İlaçlar yeterli derecede değil. Olanlarda çok pahalı ve fakir halkın çoğu bundan faydalanamıyor. Nijer bir insanlık ayıbıdır. Bu ayıbın en büyük sorumlusu da Fransadır. Halk 1 günlük yiyyecek temin edebilmek için, BM teşkilatının erzak kamyonları önünce saatlerce beklemek zorunda kalıyor. Çocuklar ve yaşlılar atik davranamadıklarından bundan faydalanamamanın üzüntüsü içindeler. Ancak erzak alabilenlerin sevinçleri de pek uzun sürmüyor. Zira ertesi gün yine açlıkla başbaşalar. Pek çok insan, yukarıda anlattıklarımın farkında dahi değil. Tanrılarının kendilerine cömertçe verdiği nimetlerden bahsediyorlar. Bir de şu insanların halini bir görseler... Her yıl hac için dünyanın parasını harcayan "hacı beyefendi/hanımefendiler" acaba bu durumu biliyorlar mı? Hiç, "O kadar parayı bu aç insanlara göndermeliyim" diye düşünen oldu mu? Hac topraklarında kesilip, değerlendirilemediği için toprağa gömülen binlerce kurbanlık hayvan için, kendi vicdanlarında cevap verebilecekler mi? Allah için vazifesini yapmış olduğunun rahatlığı içindeyken, insanlık için işlenen bu ayıptan kendilerine bir pay çıkarabilecekler mi? Sanmıyorum... Çünkü onlar için Allah, kendine inananlara karşı cömerttir. Böyle düşünenlere, şunu hatırlatmak isterim : NİJER HALKININ %98'İ MÜSLÜMAN....
  24. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    İslâm'ın inanç manzumesi "Amentü" cümlesinde toplanmış bulunmaktadır. Bu da, Allah'ın varlığına ve birliğine, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine imandan ibarettir. Bunlar İslâm akîdesinin ve tevhid inancının esasını oluşturan temel düsturlardır. İmanın şartları 6’dır. Allah’a inanmak Allah’ın meleklerine inanmak Allah’ın kitaplarına inanmak Allah’ın peygamberlerine inanmak Ahiret gününe inanmak Kadere; iyilik ve kötülüğün Allah’ın yaratması ile olduğuna inanmak 113/1,2,3,4,5- De ki: "Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım." Büyü : Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, afsun, sihir, füsun, bağı: (TDK) 57/22- Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde ugradiginiz hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Görüldüğü gibi, Tanrı her musibeti kendisinin yarattığını söyler. Büyü olayı da İslam'ın kendi içindeki bir çelişkisidir. İmanın şartları gereği hem hayır ve şerrin tanrıdan geldiğini iddia edeceksin, hem de insanların büyü yolu ile başkalarına kötülük yapabileceğini... Büyü, tanrının dışında, bir doğaüstü güç kullanarak başkalarının başına müsibet musallat etmektir. Yani kötülük yaratmaktır..
  25. yam_yam şurada bir blog başlığı gönderdi: yam_yam' ca
    Bakalım sümerlerdeki tufan ile nuh tufanı aynımıymış değilmiymiş... Efsaneye göre, yeryüzünde olup biten işlere, inançsız davranışlara öfkelenen tanrılar, dünyayı yıkma konusunda anlaştılar. Gök tanrıları bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük bir toplantı düzenleyip, bu konuda kesin görüş birliğine varınca, tufan olayının başlayacağı günü belirlediler. Ama toplantıya katılan su tanrısı Ea, bu yıkımdan kurtulması için durumu Utnapiştim’e bildirerek, yok olmaktan nasıl kurtulacağını, tufan sırasında nasıl davranması gerektiğini öğretti. Utapiştim de, soyunun, sevdiği bazı varlıkların (hayvanların,bitkilerin) tükenmemesi için gerekli girişimlere başlayarak, yakınlarıyla büyük bir gemi yaptı. Bütün yakınlarını, sevdiği hayvanları, yaşamı sağlayan özleri (tohumları), gerekli bitkileri, evcil hayvanları ve yaban hayvanlarından yararlı gördüklerini, sevdiklerini gemiye doldurdu. Gök tanrılarının buyruğuyla göklerden azgın yağmurlar boşanıp, yerde sular yükselerek, ortalık sularla kaplanınca, gemi suların üstünde yüzmeye başladı. Bu arada gemidekiler dışında, bütün canlılar boğuldu; boğulmayanları da gökten yağan yıldırımlar kavurarak yok etti. Yedi gün yedi gece süren bu korkunç durumdan sonra, Utnapiştim, suların çekilip çekilmediğini anlamak için önce bir kırlangıç, sonra da bir güvercin uçurdu. Güvercin de, kırlangıç da dönüp gemiye geldiler. Sonraki gün, uçurduğu bir karganın geri gelmemesi üstüne, suların yavaş yavaş çekildiğini, yakında bir yerde kara bulunduğunu anladı. Nitekim bir süre sonra gemiyi karaya oturdu. Utnapiştim gemiden toprağa çıkıp, tanrılara bir kurban sununca, tanrılar, kendilerine gönülden bağlılığına ödül olarak, Utnapiştim ile eşini, Dicle ve Fırat’ın denize döküldükleri bölgeye getirip, onları ölümsüzlüğe kavuşturdular. Tanrıların Utnapiştim ile eşine adadıkları, bağışladıkları bu bölgede (başka bir deyişle, arz-ı mev’ud’da, yani “adanmış topraklar” da), yeniden verimli,insanları mutlu kılacak bağlar, bahçeler yetişti, Utnapiştim ile eşinin soyu çoğaldı ve yeryüzü yeniden insanlarla dolmaya başladı. Bu olaylar Gılgamış Destanı’ nda anlatılmıştır. Destanın İ.Ö. 2000’e doğru ortaya çıktığı, zaman zaman yeniden düzenlendiği bilinmektedir. Günümüze kalan en eski yazması, İ.Ö. 1250’de Sin Lekke Unnini adlı bir ozan tarafından yazılmış, Babilce, Sümerce, Hititçe, tabletlerden oluşan üç kopyası günümüze kalmıştır. (Dinler Tarihi Ansiklopedisi Cilt1 s:243-244) Şimdi bir de Tevrat'a bakalım : Ve Allah Nuh'a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebiyle yeryüzü zorbalıkla doldu, ve işte, ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap; Ve ben, işte ben, göklerin altında kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum; yeryüzünde olanların hepsi ölecektir. Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım; ve sen ve seninle beraber oğulların, ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz. Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan, bütün beden sahibi olanlardan, her nevinden ikişer olarak gemiye getireceksin; erkek ve dişi olacaklar. Ve Nuh Allah'ın kendisine emrettiği herşeye göre yaptı; öyle yaptı. (Tekvin, 6/13-22) Ve gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde, Ararat dağları üzerine oturdu. (Tekvin, 8/1-19) Bütün yeryüzü üzerinde zürriyetlerinin sağ kalması için, kendine her temiz hayvandan, erkek ve onun dişisi olarak yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan, erkek ve onun dişisi olarak ikişer... (Tekvin, 7/1-24) Ve ahdimi sizinle sabit kılacağım, ve bütün beşer artık tufanın suları ile kesilmeyecektir, ve yeryüzünü helak etmek için artık tufan olmayacaktır. (Tekvin, 9/11) Tevrat'a göre, tüm dünyayı kaplayan bir Tufan'la "yeryüzünde olanların hepsi ölecektir" hükmü gereği, tüm insanlar cezalandırılmış, Tufan sonrasında yaşayan yegane insanlar Hz. Nuh ile gemiye binenler olmuştur. Aradaki 7 farkı bulun.... Kolay gelsin... Tufana İlişkin Sorular ? 1- Nuh o büyüklükte bir gemiyi tek başına nasıl yaptı ? 2- Tüm hayvanları hem de çift olarak nasıl topladı? 3- Tüm hayvanları o gemiye nasıl sığdırabildi ? 4- Tufan bitene kadar yetecek miktarda yiyecek ve içecek suyu nasıl temin etti? 5- Bunları o gemiye nasıl sığdırabildi ? 6- Doğaları gereği bir arada bulunamayacak hayvanları (av-avcı) bir arada nasıl tutabildi? 7- Gemideki temizliği nasıl sağladı ? (Zira o kadar hayvanın dışkısı oldukça yüksek bir yekün tutar)

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.