Zıplanacak içerik

bekir

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bekir tarafından postalanan herşey

  1. CYRANO, dediklerinde kısmen haklısın. Benim söylediğim akıl karışıklığı şudur. Bir haberin başlığını işkenceden dolayı tutuklandılar diye koyarsanız içerikteki tutuklama nedeninin de işkence olması gerekir. Neticesi nedeniyle ağırlaşmış kasten yaralama (eski adıyla müessir fiil) olmaz. Dolayısıyla burada bir akıl karışıklığı vardır. Yani ki; gazeteciler yanlış aktarıyor. Gazetecilerin doğru aktaracağı haber şöyle olabilirdi. İşkenceciler alakasız şekilde kasten yaralama suçundan tutuklandı" . Başlık bu olabilirdi. İşkenceden dolayı tutuklandılar dediğinizde iş içinden çıkılmaz hal alır... Ortaya çıkarma meselesine ben değinmiştim sen de değinmişsin. Ancak; ortaya çıkarmak istemedikleri yönünde ikimiz de bir fikre sahibiz. Mesele şu ki; polisler konusunda yüzleşmeden birşeyler çıksaydı savcının işi iyice zorlaşacaktı ancak şimdi eli hafifledi. İşi kolaylaştı yani Polisleri koruma babında eli hafifledi. Başbakan'ın o meselede farklı bu meselede farklı tavır almasını ise kendine demokrat olmaktan ziyade iki konunun farklı vecheleri vardır diye geçiştirmek istemiyorum. Ama o konuda büyük bir yara var ve o yara sürekli gündeme bir şekilde getiriliyordu. O açıklamayı yapması şarttı. Arkanızdayım tavrıydı bu. Ancak; Engin Çeber vakıasında da çıkıp polislere arkanızda değilim demeliydi. Her ne ise; ulaşmam gereken bir yer sonra devam ederiz inşallah... Saygılar...
  2. Yok benim başka neler... Neyse; biraz dikkat lütfen...Bu görevleri esnasında çeşitli kereler (belki binlerce defa) oraları ziyaret etmiş olabilir ancak bu onlarca yıl dağlarda yaşamış yaklaşımı hayli enteran ve aslında komik oluyor...Lütfen söyleyeceğimizi söyleyelim ama bunları söylemek için mübalağanın bu kadarına yanaşmayalım... Giriş biraz sert oldu kusura bakma ama önemli değil...Saygılar...
  3. Selamlar... Bazı şeylerin karıştığı kanaatindeyim. İşkence; TCK_İŞKENCE Madde 94 - (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi... Bu maddede işkence kısmen tanımlanmıştır. Uygulamada işkence olarak genelde kişiye suçunu söyletmek için yapılan fiili ve psikolojik (fiilide dahi zor karar verilebilirken psikolojik baskılar konusunda iş daha da çığırından çıkmaktadır) baskılar işkence kapsamında telakki ediliyor; buna karşılık mağduru öylesine dövmek işkence olarak telakki edilmiyor. Buruda bir suç delilini bulmak için başvurulan yol veya bir suçun ikrarı çabası için yapılan hareketler işkence olarak değerlendiriliyor. Ancak; bu doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Nihayetinde Yeni TCK'da bu suç için "Özel Kast" tanımlanmamıştır. Hala; bu eski TCK'nın etkilerinin devam ettiğini görüyoruz. Artık; Yeni Türk Ceza Kanunu; mağdura karşı gerçekleştirilen bireysel hadiseleri dahi, bırakın sistematik bir ezayı, işkence kapsamına almıştır. Yine Yeni Türk Ceza Kanununun işkenceyi düzenleyen maddesinde NETİCESİ SEBEBİYLE AĞIRLAŞMIŞ İŞKENCE/Kasten yaralama değil saçmalamanın anlamı yok başlıklı kısmında (4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. diyerek işkencenin önünü kesmek istemiştir. Akıl karışıklığını gidermek babında söyledik. Pekiyi; haberlerde belirtilen ve işkenceden tutuklanan kişiler nasıl olur da neticesi nedeniyle kasten yaralamadan sorumlu tutulabilirler. Burada bir karışıklık var. Bugün baktığım bazı yayın organları işkenceden dolayı tutuklanıldığını belirtiyor. İşkenceden dolayı tutuklama varsa kasten yaralama suçu oluşmaz. Oluşur da oluşmaz yani oradaki suç artık başka vasıflı bir suçtur kasten yaralama değil. Dolayısıyla ya gazeteciler ve basın yanlış aktardı veya ortada amma garip bir durum var. İkinci mesele polisler niye tutuklanmadı meselesi; Bu bir ispat sorunudur. Yüzleştirilenler tanıyamamışlar. Kaldı ki; büyük ihtimal Engin Çeber polis merkezine getirildiğinde ona işkence etmeyen yoktur ve polisler birbirini korurlar. Hepsi hiçbir şey görmemiştirler. Zaten polis bu tipleri sevmez. Bu tipleri derken beni yanlış anlamayın sadece polisin tip anlayışı açısından olaya yaklaşıyorum. Eee, işkence yapılmış ama kim yapmış. Siz savcısınız diyelim bunun cevabını nasıl bulursunuz. Mağdurlardan hareketle. Mağdurlar gerekli bilgiyi veremiyor zira bir öldü diğerleri de yüzleştirmede başarısız oldular. Tanıklardan hareketle; tanıklar da her ne kadar ayrı bir suç olsa da bildiklerini gizlemek bu konuda üç maymunu oynuyorlar. Ne kaldı geriye; Geriye aslında Çobanın gönlü olsa tekeden teleme çalar meselesine geliriz. Savcı isterse o, olayın failleri çıkar ortaya da; Savcı ister mi? İnanın Engin Çeber'i bir de savcı döverdi dersem yeridir. Başbakan bu konuda konuşmalı mıdır? Her konuda konuşuyor bu konuda da konuşsa iyi olur...Neyse konuşmanın da benim nezdimde bir önemi yok; önemli olan icraat...Yoksa yürekleri olanlar daha çok özür dilerler, olmayanlar da yok öyle birşey demeye devam ederler. Ondan sonra da ilgili yerlere rötuş çekmeye devam ederler... Bir de şu başlıkta soy ismi birileri düzeltirse memnun olacağım... -http://www.amnesty.org.tr/yeni/index.php?option=com_content&view=article&id=204-
  4. Bu soru sorulduğunda şu sonuç ortaya çıkar. Kur'an yalandır, Kur'an da belirtilen yaratıcının sözü değil insanın sözüdür olur. Türban takan kadın nasıl kontrol edilir türban takmayan nasıl kontrol edilir. Veya; bir kadını türbana sokmak onu kontrol etmek babında kontrolcüye nasıl bir avaraj sağlar. Bunun cevabını düşünenler buldukları cevapla çiftetelli mi oynamaktadırlar. Şaka bir yana; evvela konuyu tam olarak bilmeyenler için; hijap değil hicaptır. Hicap;Utanma, utançla alakalı bir kavramdır. Türban takanlar bunu utanmalarından dolayı takmazlar veya takmamalıdırlar. Türban/başörtüsü (nezdimde bir farkı yoktur) bir utanç örtüsü değildir. Gelelim;dar zihniyet meselesine; Allah'ın hangi kaideyi koyacağına biz karar vereceksek sonumuz çıkmaz sokaktır. Şunlar sorulabilir; Allah insana hem zevk alma güdüsü verecek hem de zevklere sınır koyacak. Allah böyle bir şey yapar mı? Mesela Allah zinayı haram edemez bu Allah'ın sözü olamaz. Allah içkiyi haram edemez bu Allah'ın hem içkiyi yaratması hem de yasaklaması olur ki saçma olur Allah faizi haram edemez çünkü paranın değerinin ancak böyle korunacağını Allah bilmez mi? Allah kumar'ı haram kılamaz zira risk faktörünü de o yaratmıştır Allah insanı yarattığında onu tamamen başı boş bırakmış değildir. Allah, yarattığı varlıkların uyması gereken bir takım kaideler koymuştur ve bu kaidelerin bazılarının gerekçelerini belirtmemiştir. Ancak türban konusunda gerekçe vardır. İlgili ayetlere baktığımızda hicap dışında birşeyler anlaşılmaktadır. Bunlar 70-80 sayfalık kısım içerisinde 10'larca kez tekrarla tartışıldı ve sondan dahil olan herkese baştan cevap verilmek zorunda kalınıyor. Bugün sorulacak sorular belki şunlar olabilir sizin sorunuz paralelinde; Türban kadını erkek hegemonyasına dahil etmek için uyduruldu ise; 1-Hz.Peygamber bunu niye uydurmuştur 2-Kadın bu örtüyü kabul ettiğine göre hala bu hegemonya olarak telakki edilebilir mi 3-Bugün, örtü yüzünden erkek hegemonyasına boyun eğen kaç kadın vardır 4-Türbanlı olup da hayli önemli yerlere ulaşmış kadınlar açısından bakıldığında denkleminizde bir sakatlık yok mudur Ben de soru soruyorum işte; Bunun cevabını düşünenler türban takan kadını kontrol etme yöntemini bana anlatırlarsa ben de kendi adıma bir takım eylemlere girişebilirim. Güzel türbanlılar bekleyin geliyorum...Ya da cümle ; Türbanlı güzeller geliyorum...Nihayetinde tek sorun savunduğum ayetin egemenlikte nasıl kullanıldığını öğrenmekte yakında bunu söyler Suheyla inşallah...
  5. Selamlar... Araf Suresi 179. ayet... Necip Fazıl'ın mı acaba gerçekten. İnternette aradığımda Hüseyin TUZTAŞ'ta Kuklalar adlı şiirinde belirtmiş. Tabii o da tersinden söylemiş. Her ne ise; Necip Fazıl'da söyleyebilirdi belki söylemiş de olabilir ama nihayetinde bu bir ayet. Bu ayetin bir kısmı. O kısım için Necip Fazıl'ın güzel sözü demeyelim isterseniz...
  6. Benim cevabımdan hemen sonra bir cevap verilmiş. AKP'li olmayan gençler paralelinde... Geçen yıl ilk defa oy kullandığımı söylemiştim. Daha önceki yıllar kullanmadım zira bir defa oy kullandığınızda artık verdiğiniz oyun gerekçesini uydurmak zorunda olursunuz mantığına inandım. Pekiyi geçen yıl bu mantığa inandığım halde niye oy verdim bir partiye. Bunun nedeni çok basitti. Topyekün karşı duruşa karşı kendi bireysel tepkim. 367 kararıydı o oyu kullanmamdaki amaç. Ben, o karar nedeniyle oy kullandım ve bunun dışında da oy kullanmadım. Hala da oy verenlerin gerekçelerini uydurmak/var etmek/ortadan kaldırmamak için çaba sarf ettiklerini ve edeceklerini düşünürüm. Bu açıklamayı yaptıktan sonra; Niye önceki Anayasa değişikliği ortadan kalktı diye soruluyor. Bunun çeşitli nedenleri olabilir belki Cumhurbaşkanının AKP'li biri olması hele biraz bekleyelim mantığını harekete geçirmiş olabilir. Ancak o süreçten önce de kaç madde olduğunu hatırlamıyorum madde değişmişti. Anayasa Mahkemesinin yapısıyla ilgili olarak uzun yıllardır zaten yürütülen bir tartışma var. Mevcut Anayasa'yı küll halinde kaldırmayı öngören değişiklik paketi ortaya başkaca sorunlar çıktığı için de kaldırılmış olabilir. Hatırlarsanız; CHP, kapatılma davası süren bir partinin Anayasayı değiştirmesinin meşru olmayacağını söylüyordu. Terör bunalımı da engellemiş olabilir. Bunun nedeni nedir tam olarak bilmiyoruz ama en azından Anayasanın değiştirilmesi yönünde türban kararından önce bir çalışma olduğunu biliyoruz. Küll halinde değiştiremezsiniz diyenlerin bir savunması daha vardı Asli Kurucu İktidar değilsiniz diye... Bu anayasadan kurtulmak için hemen herkes daha önceden beridir mücadele veriyor. Neden şimdi veya 6 ay önce değil sorusu; bir dikkat veya bilgisizlik sorusudur. Veya kasıtlı bir sorudur. Bu sorunun cevabının bilinmediğini kimse söyleyemez. Hatta bu tartışmalar daha önceki Cumhurbaşkanının yetkileri dolayımında da tartışılmış ve hem rektör atama hem de Anayasa Mahkemesi üyelerini atamadaki şeklinin sakatlığına değinilerek en azından bu seçim şeklinin değiştirilmesi paralelinde tartışmalar alevlenmişti. Gerek Adalet Bakanının gerekse Başbakan'ın; Mahkemelerin kararlarına saygılıyız gibi cümleleri sakattır. Bunu söylediğinizde her karara karşı saygılı olmak durumunda kalırsınız kaldı ki hükümet olarak sizin yapacağınız şey karara saygılı olmak değildir kararın gereğini yerine getirmektir. Ben daha önce söylemiştim. Karara saygı duyulmaz. Hem karara nasıl saygı duyulur böyle saçmalık olur mu? O zaman adama derler bu ne perhiz ne lahana turşusu. Ben ise; açıkça hukuka aykırı gördüğüm tüm kararları eleştirebilirim zira nihayetinde karara saygı duymam. Her kararın da hukuki olduğunu düşünmem. Yasal olan hukuki olmayabilir de diyorum. Hatta daha ileri gidiyorum ve Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu türbanla ilgili karar bırakın hukuki olmaya yasal bile değildir diyorum. Dönüp dönüp; bir parti liderinin önüne nasıl geçilir sorusuna geliyor. Yine bu forumda şunu söyledim bir zamanlar...İyi ki tarihte bir Hitler örneği çıkmış yoksa ne yaparmışsınız? Bir de halka güvenilmiyormuş. Yahu; madem güvenemiyorsunuz oy kullanmasın. Referandum için oy kullanamaz ama 5 yıl için (artık 4 yıl-yerel yönetimler hala 5 yıl) her kanunu çıkarma yetkisini verecek adamları seçebilirsiniz diyorsunuz. Hadi buyurun burdan yakın. Referandumda güvenemediğiniz adamlara Meclis seçimleri için nasıl güveniyorsunuz. Haaa, Anayasa Mahkemesi var değil mi? Pekiyi o Anayasa Mahkemesinin üyelerini Abdullah GÜL seçtikten sonra ne olacak. İş karıştı değil mi? Bakın; şu anki Anayasa Mahkemesine üye seçimi çok sakat. Üye sayısı ve karar sayıları çok sakat. Çok değil 5 yıl sonra üye şeması tamamen değişebilir bu ise; o Hitler örneğine daha fazla yaklaştırabilir bizi...Ha, bir şey daha söyleyeyim. Bu kadar korku iyi değildir o korkular Hitler'i doğurmuştur. Normal ortamlarda demokrasi bağrından Hitler örneğini çıkarmaz. Ortam gerilip işler çığırından çıktığında bahsini ettiğimiz insanlar çıkabilir. 367 Kararını vermeseydi tartıştığımız mahkeme AKP bırakn %47 oy almayı %30 alabilecek miydi sorulur... Şimdi tarih okumamızı salık verenler bunları bir düşünsünler...(ha bu arada tarih hemen her taraftır-onun tarafsız okunması çok zordur)
  7. Lüzumsuz alınganlık meselesi; Bekir Coşkun'un yazısıyla alakalıdır. Birkaç iyi adamla alakası yoktur. Birkaç iyi adam yazınızdan dolayı alınacak herhangi bir şey yoktur. Bekir Çoşkun'un ilgili yazısının ilgili yerine okuyanlar alınganlık yapar mı yapmazlar mı bilemeyeceğim. Bana, benim yazdıklarım üzerinden mi cevap veriyorsunuz yoksa Taraf gazetesinde çıkanlar üzerinden mi? Birkaç iyi adam ve Etyen Mahçupyan?ın yazıları üzerinden cevap veriyorsunuz. Ben de; kendi yazılarımın hiçbir noktasında birkaç iyi adam veya Etyen Mahçupyan?dan alıntı olmadığı gibi bir etkileşim de yok diyorum. Birkaç iyi adamla ilgili olarak ben ne demişim. Ordunun içerisinden haber sızdıranları asla birkaç iyi adam olarak telakki etmedim demiş miyim. Yasemin Çongar demişse banane. Ben onun yazısını alıntılamış mıyım? Gelelim Yasemin Çongar'ın birkaç iyi adam meselesine...Ben Yasemin Çongar'ın birkaç iyi adam yazısını mı almışım yoksa Ruşen Çakır' yok öyle birşey buradaki birkaç iyi adam değildir dediği yazısı mı almışım. Ben Ruşen Çakır'ın yazısını alıp olayın farklı vecheleriyle değerlendirilmesi gerekir diyeyim ve hatta ortada bir ikilik olduğundan bahsedeyim siz birkaç iyi adamdan bahseden siz değil misiniz...Yasemin Çongar'ın birkaç iyi adam demesinden banane. Ben, burada ne Yasemin Çongar'ı savunuyorum ne de tarafı. Taraf, burada sadece yaptığı bazı haberlerin gerçek olup olmadığı bilgisiyle var. Siz, ise elinizden geldiğince Taraf'ı tartışmak istiyorsunuz. Ben, Salih Tuna'dan aldığım yazıyla Taraf'ın nerede durduğu hakkında bir malumat var dedim zaten. Dahası yine aynı minvalde ödenek iade edilmesi hadisesiyle ilgili bir yazı da yazdım. Daha o günlerde Bir gazetenin nerede durduğu bilinse dahi her yazdığının yanlış olacağını söylemek mümkün değildir. Doğru olma ihtimali vardır. Bu ihtimali iddialı şekilde ortaya koyuyorsalar o zaman aksi ispatlanır. Ben, BekirCoşkun'un yazısına birşey demedim. Bekir Coşkun'un yazısını buraya taşıyıp da bana bu yazıyla cevap verip de yazının her noktasına katılana cevap verdim. Bunun ön bellekle alakası yoktur. Bunun belleksiz harddisksiz olmakla alakası vardır. Ön belleği zayıf olanlar mış. *****. Bunun başkaca adları vardır. Gelelim "Bu kadar ihmal ancak kasıtla mümkündür". Bu kadar ihmal kasda eşdeğerdir. Giriş cümlelerim. Soru nedir? Burada bir ihmal var mıdır? Eğer bir ihmal varsa; Bakın eğer diyoruz. Kasıt sorumluluğuna gidilmelidir. O alıntıladığınız kırmızılı yerin altında bir yazı daha vardı. Dikkatli okuyunuz. İhmal/kast ayrımında ?Eğer? denilen kelime önemlidir. Biri bir ihmalde bulunuyorsa raporlar doğruysa ortada kasıt vardır. Raporlar yanlışsa ihmal yoktur. İhmal yoksa kast yoktur. Kasıt yoksa suç yoktur. Ortada bir ihmal varsa kasıttan sorumlu tutmak zorundasınız. Şimdi dönülüp şu soruluyor. Nasıl bu kadar ihmal kasıtla mümkündür derken başka bir şey buradaki ihmal kasta eşdeğerdir diyorsun şimdi diye soruluyor. Yukardaki kasıt ve ihmalle ilgili tüm cümlelerimin bir başlangıç noktası var. Bu başlangıç noktası iki ana temel üzerine kurulu. 1-Haberlerden istihbari kayıtların doğru olma ihtimali 2-Bu bilgiler doğru olduğunda ihmalin ancak kasıttan doğabileceği Bunu atladığınızda armut gibi ortada kalırsınız. Pekiyi bunların atlanılması için mi uğraştım. Yukardaki yazıların hepsini tek tek belirttim ve özellikle atlanılmaması için bu kadar ihmal ancak kasıtla mümkündür demiştim bir tarihte demiştim. Bunu da CYRANO?nun hatırlayabileceğini umarak belirtmiştim zira bu cümleyi daha önce Sivas olayları ile ilgili olarak söylemiştim. Şimdi yukardan itibaren tek tek okuyun. Gelelim Taraf?ın iyi niyetiyle ilgili meseleye. Bunu diyen ben miyim? Ben Taraf niyetini belli etmiştir demişim hala ne iyi niyetinden bahsediyorsunuz. Salih Tuna?nın yazısının son kısmını taşıyıp da belirtiyorum ve yine bir gazetede belirtilen Genel Kurmay?ın harcamalarıyla ilgili cümlelerim var acaba o gazete hangisi. Gelelim soruşturma meselesine; ben ortaya subayların isimleri filan dökülsün dedim mi? İstihbarat bilgilerini sızdıranların isimleri verilsin dedim mi? Onlar dosya münderacatında bulunur burada Genel Kurmay?ın genel olarak belirttiği gibi şurada şu olmuş burada bu olmuş, Taraf?ın haberi yalandır/yanlıştır demesiydi. Nitekim soruşturma sonuçlanmadan da Taraf?ın haberi yalanlandı. En azından koordinatlar hakkındaki haberler yalanlandı. Bunun soruşturma evrakıyla ne alakası vardı. Özür dileme meselesi ise; Bekir Coşkun?un yazısının ilgili kısmıylaydı ve yazıyı yanlış anlamadığınızı belirtmediğiniz gibi yazıyı alıntılama nedeniniz olarak benim ancak böyle anlayacağımı belirterek konuyu tamamlamış oluyorsunuz. Bu durumda söylediklerimdeki haklılık devam ediyor. Yani ki; bırakın özür dilemeyi ne demişsem az demişim meselesine geliyor. Bilmeden de olsa Taraf?ı savunduğumuzu sanmak da akla zul bir yaklaşımdır. Neyse ki; biz yazdıklarımızı hatırladığımız gibi söylediklerimizin bağlamını da hatırlıyoruz. Sözümüzün altında açıklama olan kısmı mahsus alıntılamayanların da çabalarını herkes görür umarım? Hasılı; ehemmiyet kesbetmiyor yazdıklarınız da kimse yazdıklarımın hepsini okumamış olabilir diye cevap veriyorum. Verdiğiniz cevapları okuyanlar onları yazdığım intibaına kapılabilir diye. Size her şeyi iyi okumalar diliyorum. Ben her şeyi okumam. ***************
  8. Taylan..., vay ben duymadım ben bilmedim demiyoruz. O tarihte ve hatta her cumartesi-pazar internetten uzak kafamı dinliyorum. Cumartesi/Pazar olan çok önemli birşey varsa Pazartesi dönüp hepsini teferruatı ile inceliyorum. Pazartesi günü de sabah 8:00'de TSK'nın resmi internet sitesine girip açıklama yapılmış mı diye aradım ancak herhangi bir açıklamaya rastlamadım. Her türlü açıklamayı buradan yapan Genel Kurmay ilgili açıklamayı belirtmemişti. Zaten, konunun gidişatında bu görüntülerin Star ve Kanal1 tarafından başka yerlere ait olduğu belirtilmiştir ancak Tarafında hayır doğru yerlerdir dediği açıklamasını yaparak Genel Kurmay'ın açıklamasını beklemiştim. 17 Ekimde o, sert açıklama yapılınca ne oluyor yahu demiştim. 18 Ekimdeki açıklama 14-15-16-17 Ekimde yapılsa idi böyle demez ve Taraf'ın görüntülerini verdiği haberler çarpıtma imiş derdim. Ancak Açıklama Cuma günü yapılıyor ve gazeteler cumartesi günü haber veriyorlar. Pazartesi günü de sizin o meşum yazınızla karşılaşıyorum. Patinajdan bahsediyorum. Genel Kurmay şu tarihte açıklama yapmıştır dese idin iş biterdi. Mesele de kalmazdı. Bugüne kadar çıkıp da siz bir açıklama getirmediğiniz gibi kimse de belirtmiyordu. Neyse ki birileri çıkıp açıklama yapmış. Siz buraya ahanda açıklama burdadır deyip kestipir atabilir ve benim de gönlüme su serpebilirdiniz. 17 Ekimde açıklama yapılıyor, konu devam ediyor, ben 14 Ekimdeki açıklamadan haberdar değilim, konudan haberdar olan arkadaşlar alıp buraya taaa 24 Ekimde ekliyor. Ondan sonra da takip etmiyorsun. Arkadaşım, konuyu ne kadar takip edersem edeyim her ayrıntıyı göremem. Kaldı ki; bahse konu açıklama TSK'nın internet sitesinde yer almıyor ama Genel Kurmay Başkanının 15.10.2008 tarihindeki açıklaması yer alıyor. 14.10.2008 tarihinde Taraf ilgili haberi yapıyor. Aynı gün ve ertesi gün hemen bütün basın yayın organları açıklama yapılmadığından bahsediyorlar. Kaldı ki; 14 Ekimdeki Taraf'ın haberi akşam saatlerinde Star ve Kanal1 tarafından oraya ait değildir deniliyor. 17 Ekim'de açıklama yapılmış... Haberimin olmaması normal. Kaldı ki; Kalkıp size pazartesi günü ben açıklama varsa belirtin diyorum. Sonra da abesle iştigalden bahsediyorsun. Asıl bu yaptığın abesle iştigaldir. Konu hakkındaki her haberi bilmem/duymam mümkün olmadığı gibi cumartesi/pazarla ilgili durumu da ayrıca belirttim. Pazartesi günü de haber varmı diye araştırdım ancak yoktu. Ve dikkat ettiysen Pazartesi gününden sonraki yazılarıma (ki anlaşılan etmemişsin) konu değişti. Sana da aynı gün seslendim ve varsa belirt dedim. Cuma günü haberi belirtiyorsun zaten foruma yazı yazma konusunda sıkıntı yaşıyorum. Hasılı...Patinaj, abes...Uygun olmuyor. Açıklama yapılmıştır. Görüntülerin doğru olmadığı belirtilmiştir. Çok şükür. Şimdi Jandarmanın raporları kaldı geriye. Şu katır sayısı falan belirtilen rapor. 2 taneydi sanırım. Katır değil, rapor. Sanırım diyorum zira geri dönüp artık bakmak istemiyorum. Açıklamada olay önceki raporlara değinilmemiş raporların gereğinin yapıldığını başka bir yerdeki bir yazıdan okumuştun 5-6 gün önce. Ancak o da Genel Kurmay tarafından yapılan bir açıklama değildi de bir köşe yazarının açıklaması idi. Neyse; cumartesi/pazar her zamanki gibi olmayacağım, haberim olmayan birşey olursa ister özel mesajdan ister buradan belirtirseniz memnun olurum.
  9. Vakit-Taraf Gazetesinin Haber7'den alınan soruları Konunun girişi bu cümlelerdir. Bu aslında bir bildiridir ancak görüyorum ki anlaşılmamıştır. Bir gazetenin bir dosyasının okunması, takip edilmesi bütün yazıların ve bütün yazarların takip edildiği anlamına gelmez. Hatta öyle durumlar var ki; o gazetenin yazılarını takip etmediğiniz halde Etyen Mahçupyan (veya benzeri birini) okumaya çalışabilirsiniz. Ben, Mahçupyan okumuyorum ama bazıları adamın felsefi derinliğine kadar biliyor. Tarafta çıkan her yazı denilmiş. Eh, gözlere izan gerekir. Gelelim kasıt-taksir meselesine. Bilmek için avukat olmak gerekmez zaten avukatlar ile ilgili de: 2+2 kaç eder sorusunun kime göre diye cevap verenlerin avukatlar olduğunu belirtmiştim. Avukatların konuya yaklaşımı ile hiç işim olmaz. Lüzumsuz alınganlık ve gazete makalesini anlayamamak… Öyleyse soruyorum. Hangi makale, neresini anlamamışız, alınganlık nedir, gerekli midir gereksiz midir? Burada tek tek buna cevap verin… Başından beridir buradaki ihmal kasta eşdeğerdir diyorum. İhmali olanların kasıt sorumluluğuna gidilmelidir diyorum. Ama mahsus özellikle kasıt nedir diyorsunuz. Bunu yaparak birilerine suç atmamı bekliyorsunuz. Soru bu: ihmalin nedeni ne olabilir. Cevap; bilmiyorum. Pekiyi ihmal var mı? Asıl soru budur ve cevabı beklenen soru da budur. Jandarma raporları doğru ise ortada bir ihmal var demektir. Yalan ise Genel Kurmay bunları ortaya koysun diyorum. Eğer bir ihmal varsa, Taraf bunu ortaya koyuyorsa her ne saikle olursa olsun; Genel Kurmay’ın yapacağı o ihmali yapanları cezalandırıp içerisindeki çürük yumurtaları kırıp çöpe atmaktır. Tarafınızı seçin demek değil. Taraf, Genel Kurmay’ın olayı örtbas etmeye kalktığını ima ediyor. Evet; Eğer ortada böyle bir ihmal varsa 2. Gün yapılan açıklamalar ile Taraf’ın verdiği haberlerin hiç alakası yok. Hatta Taraf gönderilen helikopter sayısıyla Genel Kurmay’ın belirttiği sayının farklı olduğunu da söyledi. Mesele de. Taraf bir örtbas meselesi olduğunu düşünüyor ve başlangıç olarak da Dağlıca’yı gösterip o zaman yayın yasağı olmasaydı bugün bu olmazdı demişti hatırlarsanız. Soruşturma tamamlanmadan askerin açıklama zorunluluğu yok mudur? Soruşturma açıklamaları yasaklamaz. Haddi zatında 2. Gün teferruatlı bir açıklama yapılmıştır. Pekiyi soruşturma tamamlanmamış henüz rapor yok; neye göre Taraf’ın haberlerinin yalan olduğunu söylüyorsunuz ve dahası herkes tarafını seçsin diyorsunuz. Bunu derken de bir gazeteyi teröre destek veren insanlar olarak konuşlandırıyorsunuz. Böyle bir şey söylediğinizde otomotik olarak o haberin doğru olma ihtimali olan insanları teröre destek verenler olarak konumlandırmıyor musunuz? Dahası böylesi bir cümleden sonra kim doğruları araştırabilir. 11 Eylülde aynısı olmadı mı: Ya bizdensizin ya da terörist. Bu yaklaşım doğru değildir. Birkaç iyi adam. Güzel filmdir ancak ordunun içerisinden haber sızdıranları birkaç iyi adam olarak asla telakki etmedim hatta ordunun içerisinde bir ikilik olduğunu belirterek çift başlılık var dedim. Yazılar dikkatli okunmayınca böyle oluyor. Kendinize bir tartışma noktası belirleyip; gerçekte onunla hiç alakası olmayan karşınızdakini oraya çekmeye çalışıyorsunuz ve bunu kaç defadır yapıyorsunuz. Eğer; belirtilen makaledeki yazıyı anlamayıp da foruma taşıyıp bana cevap verdiyseniz kastınız olmadığı için; sadece ihmaliniz olduğu için affedip, yazdıklarım için özür dileyebilirim. Ancak özellikle belirtilen bir konu hakkında hala makaleyi anlayamayanlar dediğiniz için; makalenin ilgili kısmının ne anlama geldiğini bilenlere sormanızı temenni ediyorum. O sizin hüsn’ü kuruntunuzdur. Genel Kurmay Başkanının açıklamasının sert olup olmadığını İlker Başbuğ’un açıklamalarını dinleyen herkes görmüştür. Ahmet Hakan bile balkona bayrak asarken buldum kendimi diyordu bu konuşmanın üstüne. -Taraf, Jandarma raporlarına dayanarak (hala doğru mu yanlış mı bilmiyorum Can Taylan haberler yalanlandı dedi ancak ben bir türlü ulaşamadım-Belirtilirse memnun olacağım) o kadar ceset yok demişti. Ve ben bu söylemin yanlışlığını Yeni Şafak’tan Salih Tuna’nın söylemi ile dile getirmiştim. Gelelim soykırım meselesine. Teröristlerin hepsi öldürülse de bu soykırım olmaz. Aradaki güç dengesizliği de silahlı mücadeleyi yöntem olarakseçmiş bir örgüte karşı verilen mücadelenin soykırım olarak telakki edilmesini sağlayamaz. Bütün PKK’lıların ölülerinin üst üste yığılarak teşhir edilmesi de soykırım olmaz bu isterse 100000 terörist olsun. Soykırım olmaz, müstehak olur. Hatta; böylesi bir manzara terör örgütüne katılan ve katılacaklarla mücadele açısından süper bir korkutma vesilesi de olur. Bu nasipsizlerin (neyden nasibini almamış oldukları bellidir) en fazla korkacakları şey kendi ******* . Kaybedecek bir şeyi olmayanlar gidip terörist oluyorlar ama kaybedecek bir şeyi olmayanların da bir hayatları vardır. Soykırım olmaz derken aynı zamanda hem uluslar arası sözleşmelerde hem de TCK’daki soykırımın tanımı belirli olup teröristlere karşı girişilen eylem asla ve asla soykırım olarak telakki edilemez. Bunu soykırım olarak göstermek kimsenin harcı değildir. Soykırım bir halkı hedef almaktır. PKK bir halk olmadığı gibi halkı hedef alan bir örgüttür. Asker öldürdüğü her PKK’lının **************. *******. Bana kalırsa…Bunu yaptığında yanlış anlamalar olabilir o ayrı hikaye…Asker sayıları vermezken soykırımı filan düşünmez, düşünmesine de gerek yoktur. Nihayetinde;Yukardaki yazıları okuyunca ben sanki askere karşıymışım ve diğer arkadaşlar da askeri koruyormuş izlenimi uyanıyor. Yazdıklarım okunmayınca da bana cevap verenler beni asker karşıtı olarak görüp/konumlandırıp kafalarındaki imgeye göre cevap yazıyorlar. NOT: Bu konu aslında iki farklı konuda da aynı tartışıldı daha önce söylediğim bazı sözler diğerinde bazıları da burada yer aldı. Avukatların 2+2 sorusuna cevapları ile Salih Tuna’nın yazısı burada bulunmaktadır.
  10. Anayasaya karşı suç Anayasa suçu Anayasal suç Anayasanın suçu Anayasanın hakkı hakkının anayasası hakkının anayasanın hakkından gelmesi Hasılı; verilen kararın anayasamıza karşı suçla alakası yoktur. İptalin de anayasamıza göre suç olması ile alakası yoktur. Sadece verilen karar Anayasa'ya aykırıdır denilmiştir. O kadar...Hakkın savunulması anayasaya göre suç değildir olmaz/olamaz. TCK'ya göre de suç değildir. Hakkın savunulmasını sadece şu anda anayasa korumamaktadır. Pekiyi verilen kararın alınma yöntemi Anayasaya aykırı ise...Ne demiştik bir tarihte...Bir karar isterse oybirliği ile alınsın bu doğru olmayabilir demiştik. Nitekim bir tarihte Abraham Lincoln'den bir sözü alıntılamıştık (bugünleri hiç düşün/e/memiştim ama) 5 hayır 1 evet, evetler kabul edilmiştir demiştik. Anayasa Mahkemesi tamamen bir evhamla karar veriyor. Tamamen siyasal bir aktör gibi karar veriyor. Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğu bizzat anayasayı çiğnemiştir. Karşı oy gerekçeleri iyice okumayı gerektirir. Bundan sonra Meclis hangi Anayasa maddesini değiştirirse değiştirsin Meclisin üstündeki Demokles'in kılıcı olarak Anayasa Mahkemesinin bu kararı sallanacaktır. Artık tek güç Anayasa Mahkemesidir ve kuvvetler ayrılığı yok olmuştur. Tek kuvvetin üstünlüğü vardır. Hem inancımıza hem de haklarımıza karşı. İnancın/haklarla birleştiği noktalar çoktur. Bir mahkemenin karar vermesi olayı hukuka uygun hale getirmez bazen. Hukuk ilerleyen bir süreçtir. Mahkemenin yapısı değiştiğinde, hatta dönem değiştiğinde karar da değişebilir. Bu bizzat mahkemenin kendi tarihinde böyle olmuştur. Bu sürecin yeniden başlayacağına eminim. Baskı ve zulüm altında olanlar yılmayacak ve birgün bu haklarını elde edecektirler. Diğerleri de o kadar uğraşa rağmen başörtülüler ile başı açıklar arasında bir savaş çıkaramadıkları için kendilerini yiyip tüketecektirler. Başıörtülü ile başıaçık kızlarımız sokaklarda nasıl elele dolaşıyorsa birgün o üniversitelerde de dolaşacaktırlar. Bu kararın hukuki olmadığını bu kararı verenler bildiği gibi bu kararın alınmasına sevinenlerde biliyorlar. Ancak, böylesi kararlar ters tepiyor ve halk cevabını sandıkta veriyor. Bu karar da AKP'nin ekmeğine yağ sürecek bir karar olarak bir yerlerde duracak artık. Anayasa Mahkemesi üyelerinin bu kararı verirken ne kadar zorlandıklarını düşünüyorum da...Ama artık önemi yok...367 kararını veren de bu anayasa mahkemesiydi bu kararı veren de onlar...Hukuka olan saygıyı ilk önce hakimler korumalıdır. Hakimler bu saygıyı verdikleri kararlarla ayakta tutarlar. Neyse; artık karar hakkında ne desek boş...Yeni bir Anayasa değişikliği beklemekten başkaca yol da yok...Yeni değişiklik Anayasa Mahkemesinin Anayasa maddelerini inceleme yetkisini ortadan kaldırmak ve (nihayetinde sadece şekil bakımından denetleme yetkisinin verilmesi de aslında Anayasa değişikliklerini inceleme demek manasına geliyordu ama artık şekil-esas komple karıştı) Anayasa Mahkemesinin oluşum şeklini, iptal kararı verme usulünü değiştirmek şarttır.
  11. Taylan Kardeş, patinajla falan hiç işim olmaz. Zaten burada da doğrudan hedef alınan kimse yok. Sadece yanlışlıklar dile getiriliyor dikkat ettiyseniz. Askerin görüntüleri isteme nedeni biraz daha farklı gibi gelmişti bana. Hasılı aynı görüntüler her yerde de vardı. Görüntülerin gerçek olup olmadığını asker bilmezken nasıl o kadar sert bir açıklama yapmıştı bunun izahı var mı? Madem, o tarihte (Açıklama yapılmadan önce henüz Tarafın elindeki görüntüler Genel Kurmay'a ulaşmamıştı) henüz Taraf'tan görüntüleri istememişsiniz ve ancak istedikten sonra deşifre edebiliyorsunuz o sert açıklamanın anlamı nedir? Herkesin ulaşabildiği görüntüler için Taraf'tan mahkeme kararıyla istemek mi gerekiyordu. Haa, şunu da söyleyeyim. TSK'nın internet sitesinde bu açıklamaları bulamadım. Hemen her konuda açıklama yapılırken bu açıklamalar yok. Ancak, Cuma öğleden sonra ve Cumartesi/Pazar günleri haber-internet/televizyon ile alakamı kesiyorum. Hangi açıklamalar yapılmış tam olarak bilmiyorum. Pazartesi dönüp tekrar hepsini baştan inceliyorum. Yani pazartesi mesaisi çok sert başlıyor. Bunlara rağmen ben açıklamaları göremedim. Eğer; bahse konu açıklamaları ve çözümlemeleri belirtirsen memnun olurum. En azından içimize su serpmiş olursun. Selamlar...
  12. Şu soruyu tam olarak sorarsanız veya açarsanız memnun olacağım. Gönderildikten derken nereye gönderilmekte, hangi açıklama...Veya zamanlama derken, ezbere cevap derken... Aslında yukardaki soruya hiçbir anlam veremediğimi söyleyeyim. Can Taylan'ım biraz açıklarsan memnun olacağım... Gelelim şu Doğrucu Davut meselesine. Etyen Mahçupyan'ı benden 10larca kez fazla okuduğunuz anlaşılıyor. Gugukçuk'a yazı yazarken bir daha ima yoluyla başkalarını da hedef almayın. Kafamızda soru işaretleri var ki biz onları belirttik. Kasıt varma sorusunun cevabı olarak da bu kadar ihmal ancak kasıtla mümkündür dedik. Ki, bu bizim kitabımızda yazandır. Eğer o ihmaller gerçekse kasıt sorumluluğuna gidilmeledir diyeydi bu da. Taksir nedir bilir misiniz? Hukuk nazarında taksir neticeyi öngörmeye rağmen istememektir. Hatta gerçekleşmeyeceğine güvenmektir. Pekiyi askerin böyle güven duymasının nedeni olabilir mi? Ya da askerin taksiri mümkün olabilir mi? Olmamalıdır. Ve dahası 2-3 tane Jandarma raporunda PKK'nın planları belirtilmiş ve buna önlem alınmamışsa bu önlemi almayanlar kasıt sorumluluğuna tabii tutulmalıdır. İhmal suretiyle ölüme sebebiyet vermekten bu yüzden bahsettim. Taksir durumunda ihmal suretiyle ölüme sebebiyet suçu oluşmaz. Pekiyi bunları anlayabilecek misiniz? Yok...Ondan sonra da düz mantıkla ikide bir çıkıp kasıt varsa ortaya koy diyeceksiniz. Konunun başında da belirttim. Asker; PKK ile işbirliği içinde olarak bu olayın gerçekleşmesine izin vermiş değildir. Dahası asker PKK'ya karşı en önemli savunma noktasıdır. Ancak; bir ihmal varsa bu kasta eşdeğerdir. Pekiyi şimdi bunu anladınız mı? Kastı şöyle anlarsanız haklı konumuna gelirsiniz. Askerin içinden bazıları tutup PKK ile iş çevirmiş ve mahsus bu kadar gencin ölmesine izin vermiştir. Hukuk nazarından baktığınızda ispatsız konuşmanın hiçbir manası yoktur. Dahası bunu söylemek akla zuldür. Bunu söyleyen yok ve sürekli olarak bu konuda yürekten konuşuyoruz. Diyoruz ki; bu kadar can göstere göstere verilmez (Taraf'ın yaptığı haberin 2 tanesi doğru olsa dahi ) ve bir ihmali olanlar varsa kasıttan sorumlu tutulsunlar. Haa, sonunda geldik Atatürkçülük'e...Size iyi Etyen Mahçupyan okumalar...
  13. Hayatımıza farklı anlamlar katar kitaplar. Aslında her yazı bizi biraz daha değiştirir. İyi veya kötü. Ama burada bunların felsefesine girmeyeceğim ve okuduğum bazı kitaplardan bazı cümleleri buraya aktaracağım. Yeri gelecek bir roman olacak, yeri gelecek siyasi bir yazı olacak yeri gelecek felsefi bir metin ve yeri gelecek belki de bir şiir olacak. Tabi nasipse... Zihnimde o muhteşem tadı bırakan ve şimdi ne kadar oldu hatırlayamadığım bir kitaptan cümleler var önce... Dublörün dilemması... Yazar Murat Menteş... Okunmazsa hayatınız eksik olacaktır. Roman okuyacak kim varsa okusun. Borgesten hoşlanır mısınız sorusuna verilebilecek daha güzel bir cevabı bulamazsınız. Hele de bir erkeğin ses etmeyip pes ettiği anlardan bir tanesine tanıklık etmek inanılmaz bir tecrübe olacak. Yazar başında uyarıyor ve gerçi bu genellikle kadınların başvurduğu bir yoldur diyor... İyi arkadaşlığın yaz sıcağında kucaklaşacak kadar etkili olduğunu, Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmeyeceğini öğrenebiliyorsunuz. İnanılmaz meslekleri görüp, bir itle iki herif vurmanın yolunu ve yöntemini öğrenebiliyorsunuz. Bir albinodan nasıl böyle inanılmaz bir kahraman yaratılacağını da öğreniyorsunuz. Haşat bir kalbin çarpma seslerine tanıklık ediyorsunuz. Yahu ne diyeyim. Alın okuyun hiçbir şey kaybetmeyeceksiniz dersem yalan. Biraz para biraz zaman ama kitabı okurken kendinizi sırıtarak yakalayacaksınız. Eminim. Sözlere mi değinecektim. Hele de düz ova ile ilgili bir cümle var ki...Hayatı bazen olacak olanlar size rağmen olur düsturuyla nasıl da anlamanızı kolaylaştırıyor. Eh biraz yazayım. Düz ovada yağmurdan kaçılmaz diye başlıyor. Hiçbir aşkta umuda yer, sebebe lüzum yoktur...Bunu unutmuştum. Kitap hakkında internetten araştırmalar yaparken bir de yukardaki iki metne rastladım. Laf aramızda kitabı bir arkadaşa hediye ettim ve yukardan beridir yazdığım tüm şeyler hafızamda olanlar sadece hemen üstteki iki tanesi bir sözlükteki sözler...Birkaç tane de aşağıya alsam ayıp olmaz değil mi? Ve son olarak Bir Erkeğin Hayatındaki Anlar'ı aktaralım. Sağolsun sözlük yazarları. DUBLÖRÜN DİLEMMASI İLE BAŞLADIK. Niye mi? 2000'li yılların hemen başında evlenmeyi düşünürken doğacak muhtemel oğlumun adını "Nuh" koyacağım diyordum. Soy adımla mükemmel bir uyum planlıyordum. Yalnız, dengesini bir durakta yitirmiş olan Murat Menteş kitabını yazdığında başıma büyük bir bela açtı. Bir albinoya muhtemel oğlumun ismini koyarak beni derde soktu. Oğlan pekala albino da doğabilir (şu an yolda) ama yarın birgün ulan okuduğun bir kitaptaki kahramanın adını koymuşun oğluna dediklerinde ne cevap vereceğimi bilemiyorum. İsmin mucidinin ben olduğumu ispatlamam da mümkün değil...Offf ne yapacağım... Yukarda bir tonuna değindim.
  14. İlgili gösterilerde terör başının posterlerini taşıyanlar ve PKK lehine slogan atanlara verilecek ceza 1-5 yıl arasında hapistir. Bu az bir süre değildir. Bu işe karışmış olanları savcılık bırakıyorsa o savcılığın hatasıdır. 1-5 yıl arası hapis azımsanmayacak bir süredir. Savcılık istese o eylemlere katılanları birçok suçtan içeri alabilir. Örgüte bağlaması da işten sayılmaz. Ancak; eyleme katılanların birçoğunun 12 yaşından küçük çocuklar olması veyahut 15 yaşını dahi doldurmamış olmaları savcılığa fazla hareket alanı bırakmamaktadır ancak biraz dikkat edildiğinde bunların yaptıkları eylemi dahi anlayamacak kadar küçük oldukları unutulmamalıdır. Bir gösteride bir pankart taşımanın cezasının 1-5 yıl gibi hapisle cezalandırılması az bir ceza değildir. Dahası aradaki bu kadar fark hakimin takdir yetkisini inanılmaz ortaya koymakta olup yine hakim böylesi terör eylemlerinde genel olarak üst sınırı kendisine baz alacaktır. Emniyetin yetkisinde olan bölgede de Jandarmanın yetkisinde olan bölgede de yaşadım. Size basit bir örnek söyleyim. Jandarma'ya emir verildiğinde jandarma sorgusüz sualsiz o emri yerine getirir ama polise derdinizi anlatabilirsiniz. Bir tarihte bir gölde olta ile balık avlıyorum. Jandarmalar geldi ve oltalarınızı toplayın yasak dedi. Nesi yasak dedim. Yasak kardeşim topla oltanı dedi. Yahu arkadaş 2 olta kullanıyorum sirkülerde burası yasak olarak belirtilmiyor kimsenin mülkiyetinde değil, haddinden fazla balık yakalamamışım niye yasak. Bitti...Adamlar neredeyse gecenin bir yarısı hepimizin hakkından gelecekler. Otomotik silahlarla etrafımız çevrildi ve mecburen toparlanıp evin yolunu tuttuk. Nerdemi oluyor bu...Adana da bir gölette. Polis böyle değildir. Asker ile polis arasındaki farkları siz de bilirsiniz. Polis toplumla daha içiçedir. Tamam, onların da büyük yanlışları vardır ancak toplumla içiçelik bakımından, daha toplumsaldır. Jandarmanın yüzü soğuktur. Polisinki sıcak mı? Jandarmanın yüzü soğuktur derken suçlu psikozuyla hareket ettiğim anlaşılmasın. Asker emirle polis ise kanuna biraz daha uygun hareket etmek zorundadır. Siyasi alan dolayımı biraz farklı bir mesele idi. Suçu önlemek için askerin yapacakları ile polisin yapacakları aynı etkiyi yaratmaz. Özellikle konumuz PKK olduğunda doğu halkının gözünde asker ve polis arasında bir ayrım yapılmadığını mı sanıyorsunuz. Suçu önlemek de yapılacak etkinlikler açısından askerin dahil olması bırakın etkinliğin başarıya ulaşmasını belki de başarıya ulaşmamasında etken bile olabilir. Etkinlik herşeyden evvel katılımla sağlanacak birşeydir. Yine etkinliklerde öncelikli hedef kitlesi iki tanedir. Bir-Henüz PKK'ya nötr durumda olanları muhtemel sempazitanlıktan kurtarmak. 2-Sempati duyanları bu duygularından vazgeçirmek. Siz söyler misiniz? Askerin terörü önlemeye yönelik bir etkinlik/sempozyum/toplantı/yemek/oyun ne olacaksa düzenlemesi durumunda bu kitlelerden hangisini oraya getirebilir. 2. kitleden kimler bunlara katılır. Niye katılmasın. Polis yaparsa katılırlar mı? Bu sorunun kati bir cevabını vermem mümkün değil ama asker yaparsa buna verebileceğim cevap hakkında bir fikrim var. Polis daha toplumsaldır. Daha fazla toplumun içinde barınır yine çok ayrı (ayrı polis lojmanları olup da tecrit edilmiş mekanlar olmakla birlikte) lojman anlayışı yoktur. Buna mukabil askerler genel olarak tam güvenlikli lojmanlarda kalmaktadırlar. Genel olarak diyorum. Polisin toplum içerisindeki varlığına alışılmıştır askerin ise bu varlığı pek alışıldık değildir. Buradaki mesele yetki meselesi değildir. Yetkiden bahseden de yoktur. Uygunluktan bahsedilmektedir. Bana kalırsa uygun olan doğrudan siyasi irade harekete geçip yerel yönetimlerle berabar terör belasının üstesinden gelmelidir. Askerden veya polisten fevri hareketler beklenmemelidir. Fevri derken belki TSK topyekün böyle bir anlayışla hareket edebilir ama yine de ne olursa olsun o alanın toplumsal/siyasal aktörlerle doldurularak terör belasına sed çekilmelidir. Hoş, bazı yerel yönetimler bizzat terörü destekler nitelikte bu durumda ne olacak. Bunun cevabı başka bir zaman verilmek üzere not edilsin. Ancak, artık siyasiler üzerine düşen görevleri başkalarına tevdi etmekten vazgeçsinler. Dokunmaya korktukları bela, böyle hareket ederlerse daha çok fazla cana mal olacaktır. Artık herkes o taşın altına elini sokmalıdır. Bunlar sloganlar değil. Yapılması gereken o yörede genç kuşağı ilk önce kurtarmaktır. Ve yine tekrarlıyorum. Eldeki yetkiler kullanılsın istihbarat ve adli teşkilat için eldeki yetkiler bu haliyle de yeterlidir. Yeter ki kullanılmak istensin. Herkese iyi tatiller, öğleden sonra ve hafta sonu yokum.
  15. Birinci öncelik ne demektir CYRANO, Dostum 17 şehit var ortada ve 2 öncelik sıralaması yapıyor olduğunuzda 17 şehitin şehadetinin nedeni mi sorgularsın ilk önce (şehadetlerinden hemen sonra) yoksa ordu içerisinde oluşmuş bulunan karşıt görüşlülerin varlığını mı? İkisi birbirinden bağımsız mı? Bağımlı olabilir ancak ilk önce veya birinci öncelik olarak 17 şehidit şehadetinin nedeni bana kalırsa birinci önceliktir. Diğerlerine gelince; Taraf ilgili haberi yayınladıktan sonra hepimiz beklemedik mi bu haberlerin Genel Kurmay Başkanlığınca yalanlanmasını. Beklemedik mi haaa...Çıkıp, haberler yalan, kadrajla dolu şurada belirtilen görüntü ora değil şuradır. Jandarma raporlarında belirtilen yalandır. İstihbarat raporlarının gereği yapılmıştır deseydiler ölürler miydi? Şimdi insanlar 17 genç boşu boşuna ölmüş diye düşünmüyorlar mı? Biri çıkıp da insanların içine bir damla su serpse olmaz mıydı? Star ve Kanal 1 çıkıp kendilerince o görüntüler oraya ait değil dedi. Ertesi gün timetürk ve Taraf biz haritacılara ilgili koordinatları incelettik Bayraktepe dediler. En güvenilir bilgiyi Genel Kurmay Başkanlığı verecekti onlarda üstün körü yalan yanlış bilgilerle TSK'ya saldırıldığını söylediler. Yahu arkadaş hangi bilgiler (veya hepsi yalansa da belirtin) yanlışsa ortaya koysanıza. Bir gazete veya yayın kuruluşu tamamen ordu karşıtlığı için kurulmuş olabilir. Ordunun buna karşı alacağı tavır yasaklamak değil hata yapmamaktır. Ordunun bilmediği birşey midir yıpratılmak istendiği. 28 Şubat gibi bir sürecin mimarı olmuş bir orduyu yıpratmak isteyecek birçok yer vardır. Bu bilinen birşeydir. Şimdi oturup şunu düşünmemiz lazım. Evet ordu yıpratılmak isteniyor birileri tarafından pekiyi ordu kendini yıprattırmamak için ne yapıyor. Asker çıkıp açıklama yapmalıdır. Yürütülen bir soruşturma var deniyor. Şu an asker ne olup bittiğini bilmiyor mu orada. Haa, soruşturmanın sonuna kadar açıklanamaz haa... PKK'nın temel hedeflerinden birinin orduyu yıpratmak olduğunu düşünmüyorum. Sadece amaca yönelik bir araç olabilir. Haa, bu çok şeyi mi değiştiriyor. Aslında değiştirmiyor. İnsansız uçakların kandil dağıyla ilgili çektiği görüntüden bahsetmişsin. Bak, o açıklamayı Genel Kurmay yapmıyor yada düne kadar yapmamıştı bugün yaptı mı bilmiyorum. Niye o açıklamayı Star veya Kanal 1 yapıyor da Genel Kurmay olarak sen ilgili koordinatları görüntüleri nereye tekabül ettiğini belirtmiyorsun. Kusura bakma CYRANO, ikimiz de ordunun PKK'ya karşı ne çetin bir mücadele verdiğini biliyoruz. İkimiz de PKK'dan nefret ediyoruz. Ancak; ben Genel Kurmay Başkanlığının 17 şehit askerimizle ilgili bu meselede sınavı veremediğini düşünüyorum. Sen, bunun nedeninin Taraf gibi bazı yayınlar olduğunu söylüyorsun ben de hayır Taraf zaten yapacağı haberi yapıyor ancak Taraf hangi haberi yaparsa yapsın eğer yaptığı yalan/yanlış ise Genel Kurmay olarak sizin yapacağınız doğruları belirtmektir diyorum. Şimdi anlaşılmayan bir durum var mı?
  16. Dahası Bekir Coşkun'un yazısının bir yerinde çok pis bir şey var ve tutup ta bana bu yazı cevaptır dediğinizde onunla da nitelemiş olursunuz. ****************** Kasıt mı var diye sorduğunuzda ben kasıtı açıkladım. Raporların sızdırılması kasıtsız mı? O halde raporlar ve görüntü nasıl/niye sızdırıldı. İçerde bir çekişme mi var diye sormadım mı? Yukardaki Bekir Çoşkun'un yazısının başlangıç kısmı gerçekten çok hoş. Ama orduya sataşmayla ne alakası var benim yazdıklarımın. Ordunun içerisinden birileri birşeyleri yanlış yapıyorlar bu orduya sataşmak değil yanlışı yapana sataşmaktır. Genel Kurmay çıkıp da haberlerin yalan/düzmece olduğunu belirtebilirdi. Ne oldu. Tehdit. Herkes Tarafını seçsin oldu. Ne tarafı, neyin tarafı. Ortada rapor var doğru mu yanlış mı? Ortada görüntüler var doğru mu yanlış mı? Ben; iki cenahın da dile getirdiği şeyleri belirtip star aksini söylüyor taraf aksini söylüyor dedim. Ama yazıları okumayan, kendilerine malum olanlar buraya çıkıp da bana cevap vermeye kalkıyorlar. Neyse kapasitenize veriyorum. Hayır, siyaset meydanını izlemiyorum. Ve askere bir daha saldırdığımı söylerseniz kötü ***** edeceğim. Bana birşey emredildiği yok size var mı? Malum medya derken anlaşılıyor ki siz sadece bir kısım medyayı takip ediyorsunuz. Milliyet, Sabah, Hürriyet, Yenişafak, Bugün, Taraf, Radikal, Star gazetesi yazarlarından birçoğu ortada garabet olduğunu ve Genel Kurmay'ın açıklamaları (hele de son açıklaması) nın yanlış olduğunu belirttiler. Bunlar malum medya olduğuna göre ; sahi kuzum siz hangi gazeteleri okuyorsunuz. Ya da şöyle sorayım. Bir aydınlık bir Cumhuriyet mi? Malum medyaya bakın. Bir daha adam gibi okuyup, adam gibi antitezlerinizi ortaya koyarsınız. Ben, konunun bütün vechelerini ortaya koymaya çalışıyorum ancak yine de gördüğüm garabete yakın yorumları fazlasıyla dikkate alıyorum. Ancak siz körü körüne itaat ediyorsunuz anlaşılan ve her defasında askere saldırılıyor yok şuraya saldırılıyor yok buraya saldırılıyor... Ordu kendini yıpratmazsa kimse onu yıpratamaz. Ordunun içinden birileri haber sızdırıyor. Birileri kendilerine ulaştırılan bilgiyi dikkate alıp birşey yaptı mı yapmadı mı açıklama yapılmıyor, görüntüler doğru mu açıklama yapılmıyor, raporlarda yazılanlar doğru mu açıklama yapılmıyor ondan sonra da orduyu yıpratıyorsunuz tarafınızı seçin. Orduyu sizin gibiler yıpratıyor farkında mısınız. Çürük yumurta varsa temizlemezseniz çürük yumurta ile dolu bir sepetle bir şeyler yapmanız gerektiğinde yapamazsınız. Akil adamlar karşısındakinin amacını sormazlar. Cephede canını veren askere yardım etmeyenler varsa onlardan hesap soracağız. Yanlış yapan bir ****** varsa onun yüzünden ölen gencecik kardeşlerimin hesabını sormaktır. Siz neyin hesabını soruyorsunuz. Soru: O cephede savaşıp da canlarını veren kardeşlerimiz; istihbaratın dikkate alınmaması, yeterli destek gönderilmemesi nedeniyle şehit olduysalar siz hesap sormayacak mısınız? Kol kırılıp yen içinde mi kalacak? Kırılan kol kimin kolu? Siz bunun cevabını verin. Askere (bazılarına) laf veriliyor diye böylesi bir hata cezasız mı kalacak ve böylesi hatalara daha da yol verebilecek insanlar hala orada barınacaklar mı? NOT: Başından beridir askerin herşeyi doğru yaptığına itibar ediyorsunuz ve yazdıklarınızı buna göre yazıyorsunuz. Tersini bir saniye düşünün ve 17 şehidimizi hatırlayın. Bu gençlerin boşyere (hiçbir şehit boşa ölmez ama...) ölmüş olabileceğini düşünün. Şimdi ondan sonra adam gibi bir cevap verin. Ordu orada o gün tamamen doğru şeyler de yapmış olabilir. İstihbaratı doğru değerlendirip vakti ve zamanında doğru şeyleri kesinlikle yapmış olabilir. O zaman çıkıp bunları açıklayacak. Zira doğru olmadığını söyleyenler var ve bu sesleri tüm dünya duydu. Ordu tehdit ediyor. Tehdit savunacak birşeyleri olmayanların başvuracağı bir yöntemdir. Nefret ederim. Bir kısmı doğruysa bir kısmı doğru desin hepsi yanlışsa tek tek yanlışlar ortaya konsun. Ve bizlerin kafasındaki soru işaretleri giderilsin. Soru işaretlerini gidermeyip de bir de yayın yasağı (bir yazar hayır bu yayın yasağı değil demiş ancak neyin bu yasağın kapsamına girip girmediğini tam olarak bilmek mümkün olmayacağı için bu aslında tam manasıyla bir yayın yasağıdır) konulması iyice içinden çıkılmaz bir noktaya götürmüştür işi. *******
  17. Aşağıda akşam gazetesinden bir alıntı var. Doğrusunu isterseniz bu bayanın henüz okuduğum ilk yazısı bu. İsmi de pek hoşuma gitmedi. Lakin yazı hayli önemli tespitlerle dolu. Buraya bugün üçüncü kez bir yazardan alıntı yapıyorum. Kendim yazmaya korktuğumdan değil ancak en az benim kadar etkili sözler edildiği için onlara bırakıyorum meseleyi. Belki de korkmuşumdur ne bileyim. Dünkü o açıklamalar bir de bugün Başbakan aynı tonda bir konuşma yapmış. Fazla sinir kişinin kendine zarar verir. Yanlış; ya o ya bu kadar yanlış. Başbakan büyük bir hata daha yapmıştır. Bana kalırsa Şemdinlideki Savcının görevden alınması hadisesindeki tavır alışla bugünkü arasında hata bakımından bir fark yok. Bir Başbakan, tabiki TSK'yı (biliyorum yazım yanlışı ama güzel oluyor) korumak zorundadır ama bu koruma ortada bir yanlış varsa onu yok sayma şeklinde olmamalıdır. Yanlışın sebebi dikkate alınarak birşeyler yapmalıdır. Şimdi insanları taraf olmaya çağırmak abesle iştigaldir. Ya onlardansınız ya bizden. Eee, biz onlardan değil sizdeniz o halde hiçbir hatanızı eleştiremeyecek miyiz? Açıklamaları okuduğunuzda; onları eleştirdiğimizde PKK'nın ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz bu sebeple eleştiremezsiniz. Bu aynı zamanda bizde yanlış olsada olmaz manasına gelmemekte midir? Hasılı her iki açıklamada hoş olmamıştır. Bugün Taraf'ın yapmış olduğu haberi eleştiren Salih Tuna; Taraf'ın haberi verişinin bir noktasındaki hataya değinmişti. Genel Kurmay, 25 kadar PKK'lının öldürüldüğü (etkisiz hale getirmek dedikleri şeyden nefret ediyorum öldürüldüyse öldürüldü deyin) nü söylüyor ancak orada ölen gerçek 5 kişiymiş diye belirten Taraf'ın bu noktada büyük bir hata yaptığını ve amacını bir nebze olsun belli ettiğini beyan ediyordu. Yani ki bu sayının olduğundan az gösterilmesi verilen mücadeleyi olumsuz etkiyeleyebileceği ve bu haberin herhangi bir olumlu getirisinin olmadığını Taraf'ın bileceğini belirtiyordu. Ama Salih Tuna'da bütün bunlara rağmen Taraf'ın haberinin yalanlanmadığına dikkat çekiyordu. Sabahleyin Star Televizyonunca ilk iki görüntüde belirtilen yerlerin koordinatlarının hesaplanması sonucu farklı yerler olduğu belirtildi demiştim. Bugün, Timetürk'ten açıklama gelmiş Star'ın bu haberine ve Star ve Kanal 1'in kullandıkları görüntülerin Tarafça ortaya konulan görüntüler değil farklı görüntüler olduğu belirtilmiş. Ve süper bir başlıkla veda... Nuh Gönültaş başlığın sahibi... BİRİNCİ TEHDİT ARTIK TARAF!
  18. Dikkate değer iki yazıyı buraya aldım. Benzerleri onlarca var. Mehmet Barlas; Sorun bilgi sızması değil çok başlılık var demiş. Orada garip birşeyler var. Ruşen Çakır'ın yazısı farklı vecheleri ile olayı değerlendirmeyi hakediyor.
  19. Selamlar... "kendisinin PKK yanlısı olmadığından kesin eminim" diye bir söz edildiğinde şüphe uyandıracak birşeylerin olması gerekir. Veya birilerinin kafasında kesin emin misiniz sorusu vardır ve o soruya evet kesin eminim cevabı verilmiştir. Bu cümle yazıldığında ortada bir mesele var demektir. Tabii bence...Açıklamam da bu anlamadan kaynaklanmıştır. Her zaman yanlış anlamalar mümkündür yanlış anlamış olsam dahi bahsini ettiğim açıklamayı yapmak şart olmuştur zira: Ben, sadece size yazmadım o cevabı. Kafasında şüphe olabilecek olan herkese yazdım. Sizinle ilgli olan tırnak içerisindeki sözün bunları yazmama neden olmasıdır. Zira dil ile açık-seçik dile getirilmediğinde insanlar yanlış anlayabiliyorlar. Bu yanlış anlamaya delil olarak da başka bir örneği bu yüzden verdim.
  20. Sayın Demirefe, Aktütün meselesi yüzünden iki farklı başlık açtım. Birinde olayın işlenişi ve garabetler diğerinde ise hem geçmiş hem de bundan sonra asker/ve karşısındakileri dikkate alarak çözümler getirmeye çalıştım. Şimdi kalkılmış PKK sempazitanı olup olmadığımı mı sorguluyorsunuz. Diğer konuyu açmamdaki mesele; tarihimizde bizzat PKK ile ilişkileri olmuş askerler var. Yine askerimizin içerisinde bazı çürükler var. Bunlar ayıtlansın ve şu PKK denilen meret ile gerçek bir mücadele yapılsın demeye çalıştım. Bir tarihte Alparslan Türkeş; bana yetki verin 2 saatte (veya 2 gündü) PKK'yı temizleyim demişti. PKK'nın bitmesini istemeyenler mi var acaba diyorum. Şimdi sayı ile söyleyim. Onlarca uzman çavuş arkadaşım var. Kardeşim polis. Ben Yörüğüm ve PKK'dan hepinizden daha fazla nefret ediyorum. PKK ile iş tutanlardan da nefret ediyorum. Yine 6 yıl Diyarbakır da kaldım. Onlarca kürt arkadaşım oldu. İçlerinden Kürt kimliğine vurgu yapanlar olduğu gibi ben Türk'üm diye yüksek sesle bağıranlarda oldu. Bunları niye mi konuşuyorum. Bir tarihte adı ve soyadı benimle aynı olan tesadüfen internetten tanıştığım bir kardeşimle yanlış anlamaya düşmüştük. Tartışmamızda ben Ali Şeriatiden bahsettim. Ebu Zerr'in Muaviyeye yönelttiği eleştirilerden bahsettim. Hal, böyle olunca o genç kardeşim beni bir şii olarak telakki etmiş ve ümmetin 73 fırkaya bölüneceğini Ehli sünnete tabi olmayanın cennete giremeyeceğini yine Muaviye'nin sahabelerden biri olduğunu ve sahabeye laf söylemeye kalktığımı düşünerek 7 ceddime sövmeye kadar vardırmıştı işi. Hasılı tek neden neydi biliyor musunuz? Ben şii değilim dememiştim veya Ben, Ehl-i sünnet vel cemaattenim dememiştim. Şimdi tartışıyoruz ve dönüp mesele yine aynı noktaya geliyor. Her yazdığımı herkesin okuması beklenemez ama daha birkaç gün önceki yazılarımdan birinde Aktütün'de veya Bayraktepe'de öldürdüğünüz PKK'ların leşlerini üstüste koyup resimlerini çekin veya görüntüleyin de içimize su serpin gibi bir söz etmiştim. Bunu söyleyen bir adamın nasıl olup da PKK sempazitanı olabileceğine aklım bir türlü basmıyor. İsteyenler "Kara ve Beyaz Ayrımı Ortadan Kalktı" diye bir yazım vardı. Saygılar... Kimliğim bu kadar açık. Hatta o kadar ki; az birşey dikkatle 5 dakika içerisinde beni arayanlar rahatlıkla bulabileceklerdir. Bırakın kimyamı eşgalimi çalıştığım işyerine kadar herşeyi daha önce belirttim. Forumda en açık kimlikli olan benim. Korkacağım birşey de yok. PKK'lılar benden nefret ediyor ben onlardan; Milliyetçiler (faşist milliyetçiler) benden nefret ediyor ben onlardan diyemiyorum bir ton akrabam var ama sevmiyorum da kafatasçılığı. Ama bu ülkeyi çok seviyorum. Bu ülke için hiç düşünmeden canımı veririm. Sıkıldım yanlış anlaşılmaktan da...Kime birşey desem yanlış anlıyor...
  21. Evet, böyle bir bilgi gizli tutulabiliyordu eskiden. Şimdi biraz daha zorlaştı ama tutulabiliyor. Eh, şimdi de yayın yasağı konulmuş iyice gizlenecek. Askeriye içerisinde "kol kırılır yen içinde kalır" mantığı hakim bir mantık. Ancak; son birkaç yıldır asker fazlaca açıklama yapma gereği hissetmeye başladı. Bu belki hemen her bilgiye bir şekilde ulaşılabileceğinden hareketle oldu belki de başkaca nedenlerle. Ama askeriyede olan birçok şey biliyoruz. JİT-JİTEM'in varlığından haberdar dahi olamıyorduk...Olamıyorduk derken etkili-yetkili kişiler dahi bilmiyordu. Hasılı; gizlenip gizlen/e/meyeceği bu zamana kadar sadece askerin istemesiyle alakalıydı. Ancak görünen o ki; şu anda asker içerisinde de bu konuda büyük (veya orta boy) bir bölünmüşlük var. Sabah Star Televizyonu görüntülerden ilk ikisinin kordinatları doğrultusunda bazı basın ve yayın kuruluşlarının gösterdiği görüntülerden ilk ikisinin Aktütün ve Bayraktepe değil de başka yerler olduğunu belirtiyordu. Taraf, daha önceki bir haberinde Dağlıca için haber yasağı koymasaydınız belki Aktütün/Bayraktepe gerçekleşmezdi imasında bulunan bir haber yapmıştı. Şimdi Aktütünle ilgili haber yapma yasağı konulmuş. Genel Kurmay Başkanlığı keşke çıkıp da ilk iki görüntünün Bayraktepe ile hiç alakasız koordinatlara sahip bir yerin olduğunu, Taraf Gazetesinin yayınlamış olduğu Raporların sahte olduğunu açıklasaydı da yüreklere su serpseydi. Bu kadar ihmal ancak kasıtla mümkündür. Cümle bu kadar serttir. Eğer Taraf'ın yaptığı haberlerden Jandarma Raporları dahi gerçekse ortada inanılmaz bir garabet var demektir. Bu garabetin bir nedeni olmak zorundadır. Daha önce; bu bilgiyi ilgili yerlere ulaştırmayanlar mı var demiştim. Bu bilgi ilgili yerlere ulaştırılmadı ise ulaştırmayanın kastı vardır. Ulaştırıldı da gereği yerine getirilmedi ise bunun nedeni nedir? Kişi yapması gerektiği halde bir şeyi yapmıyor ve bu birilerinin hayatına mal oluyorsa "ihmal suretiyle ölüme sebebiyet vermek" suçunun oluşup oluşmadığına bakmak gerekir. Şu anda tartıştığımız her şey komplo teorisidir. Tek sorun mantığa ne kadar yakın ne kadar uzak olduğudur. Yine komplo teorisi olması onların olduğu/olmadığı manalarını barındırmamaktadır. Nihayetinde teoridir. İspat henüz yok. Olacak mı? Hiç sanmıyorum. Yayın yasağı koymak benim nezdimde örtmek ile eş anlamlıdır. Keşke yayın yasağı olmasaydı da yalan haber yapanlar hakkında kanuni işlem yapılsaydı. Taraf yalan haber yapmış olabilir ama tüm medyaya hatta artık bize dahi yasak gelmiş vaziyettedir. Büyük ihtimal yazdıklarımız tek tek inceleniyordur. Kendinize iyi bakın. Selamlar...
  22. Şu anda önemli olan bu bilgilerin sızması değil. Yada birinci öncelik bu değil. Bu bilgiler doğru mu? Görüntüleri izleyip haberi okumuş olsanız gerektir. O görüntüler ve bahse konu haber bilgilerin sızmasından çok daha büyük bir önemi hakediyor. Birileri görevini yapmıyor ve bizim çocuklarımız ateşin içinde kalıyor. Bunun böyle olmasını Fetullahçılar da sağlamış olabilir (komplo teorisinin bu kadarı-varya işler iyice zıvanadan çıktı) veya inanılmaz bir ihmalkarlık vardır. Bu kadar ihmal ancak kasıtla mümkündür demiştim bir tarihte. İnşallah haber yasağı filan alınmaz. İşkence ile ilgili Mahkeme haber yasağı koymuş bugün. Daha önce de Dağlıca hakkında başka bir mahkeme haber yasağı koymuştu. İnşallah olay, sarahate kavuşturulur ve varsa çürük yumurtalar ayrılır.
  23. Tefsir de insan sözüdür Hegelinki de... Türkiye Cumhuriyeti için jakoben denilebilir mi? Denilemez. Tarz jakoben olabilir. Daha önce zaten devrimler Jakoben bir tarzda yerleştirilmeye çalışıldı aksini yapmak da mümkün değildi demiştim. Zira şartlar normal değildi demiştim. Şartlar normalleştiğinde halkın yerine düşünmeyi, halka rağmen veya halka karşı halk için bir anlayışı benimsemeyi doğru bulmadığımı beyan etmiştim. Eh, bundan sonra eyvallah derseniz memnun olacağım... Yine tekrar ediyorum. Hitler'e benzeten ben değilim konunun içerisinde de böyle bir metin yok. Hegelyen devlet anlayışında hikmetinden sual olunmaz otorite vardır dedim. Hikmetinden sual olunmaz demek hikmet-i hükümet etmekle eş anlamlıdır. Bu ise; gerek devletin bekası gerekse yaptıklarının doğruluğu noktasında sorgulanmamak manalarını barındırır. Ben zaten; halkın yerine düşünmeyin derken bu tartışmayı ateşlemişim. Siz daha hala neyi tartışalım diyorsunuz. Biz düşünürüz, biz yaparız, biz biliriz; siz bilmezsiniz. 22 Temmuzdan sonra bidon kafalılar demişti birisi. O zaman da aynı tartışmayı sürdürmüştüm. Şimdi dönüp de; yok Hegel'in Hitlere yol açıp açmayacağını mı tartışacağız. Kendinize herhalde bir tartışma noktası yaratmaya çabalıyorsunuz kendi varsayımınız üzerinden. Eh, Sami Selçuk ve Mustafa Erdoğan o grup içerisine dahilse ne mutlu o gruba...Hangi gruba...Sahi aynı grubun içerisine kimler alıyor merak ettim...
  24. Birincisi Hegel'i hitlere benzeten bir cümle kurmadım. Mahcupyan demiş olabilir mi, hiçbir fikrim yok. Ondan okuyup bana cevap vermiş olabilir misiniz onu da bilmiyorum. Yine Hegel'in sözlerini aktardığınızı belirtiyorsunuz ama noktası virgülüne Hegel'in sözlerini de kendi cümleleri içine almış ve ayrıca ilgili sayfalarını da belirtmiş birinin sözlerini buraya taşımışsınız. Yani ki; Hegel'in kitaplarında geçen bir metni değil metnin bazı yerlerine yapılan yorumlarla ilgili metni almışsınız. Kur'an örneği verdiğiniz için aynı örnek üzerinden gidelim. Örneğin Elmalılı Tefsirinde bismillahirrahmanirrahim'in tefsir edilmesini ben aha Kur'andan aldım diyemem. Veya o tefsirde ki açıklamayı kendiminmiş gibi gösteremem. Bu arada dönüp baktım, bir ton yerde aradım. Hegelyen devlet anlayışındaki hikmetinden sual olunmayacak otoriteye doğrudan bir temas yok. Hegel'in devlet anlayışını Ayferi Göze'nin kitabı ve Kamu Hukuku ders kitaplarından bir de Mustafa Erdoğan'dan bilmekteyim. Ha, Etyen Mahçupyan meselesine gelince. Onunla alakası yok. Doğu Batı dergisinde Hukuk ve Adalet Üstüne adlı sayısında bir makalesini okumuş olabilirim. Sami Selçuk ve Mustafa Erdoğan'ın ilgili makalelerinede baksanız olur. Etyen Mahçupyan'ın yazıları hakkında teferruatla bilgilere sahip olduğunuza göre okuyorsunuz demektir. Neyse; Birgün Mustafa Erdoğan ve Sami Selçuk okursunuz umarım. İslamcı yazarların düşüncelerini anlamadan buraya yazmak derken...insan yakalanınca, saldırmak istiyor galiba. E, böyle olunca da durum komik olmaktan çıkıp başka birşeyin dibini bulmak oluyor. Haa, bu arada laf cambazlığı ve takva paralelinde bir cümle kurmuşunuz. Akıl hocalarımdan da bahsetmişsiniz. Eee, siz sayın bari akıl hocalırımı da ben de öğrenmiş olayım ha...Takva ile bağdaşıyor mu? Evet bağdaşıyor ne olacak. Hayır bağdaşmıyor ne olacak. Sahi kuzum, böyle abuk bir cümleyi takvaya dayamayı nasıl başardınız. Benim yarım kadar farklı kaynaklardan okumaya da sizin ihtiyacınız var...Yarım kadar olsun yeter...
  25. Genel Kurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ aşağıdaki açıklamayı yapmış ismi hayli uzun bir törende. "konuya ilişkin bilgileri sızdıranlar ve kullananlar" bu ifade çok tehlikeli bir ifadedir. Bu ifade aynı zamanda Taraf Gazetesinde geçen haberlerin doğruluğu hakkında bir delil olabilecek bir ifadedir. Bu bilgiler sızdırıldığına göre içerde bu yönde bir bilgi varmış. Yine kullananlar denildiğine göre Taraf'ın yapmış olduğu haberdeki bilgiler sızdırılan bilgilermiş. Kol kırılıp da yen içinde kalmasın demiştim. Şimdi Genel Kurmay Başkanlığı bu haberi sızdıranları cezalandırmayı düşünüyor. Askeri gizli belgelerin teşhir edilmesi ve askeri gizli belgelerin birilerine verilmesi ayrı bir suçu oluşturur. Ama neyi sormuştuk. Taksir sorumluluğu dahi yok mudur birilerinin demiştik. Eğer, olay Tarafta yapılan haberdeki gibi gerçekleştiyse birilerinin görevi ihmal sorumluluğu vardır. Görevi ihmal neticesinde ölüme sebebiyet vermek suçunu işleyip işlemediğine bakmak gerekir. Olayı inceleyen kişi aynı zamanda dünkü haberlere göre yanlış bilgilerle kamuoyunu aydınlatan/karartan kişi konumuna düşmüştür dünkü haberler doğru ise. Bu noktada, yaptığı araştırmanın doğru olduğunu nasıl anlayacağız. Ama bu vakıadan Taraf hayli zararlı çıkacak gibi görünüyor bana. Bir de haberi sızdıranlar diyeceğim ama Taraf Gazetesinin haber kaynağını bildirmeyeceğini düşünüyorum. Kim doğru söylüyor; şu an önemli bir mesele haline gelmiştir.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.