Zıplanacak içerik

bekir

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bekir tarafından postalanan herşey

  1. bekir şurada bir blog başlığı gönderdi: bekir's Blog
    Geçmişin bir saniye, Yaşadığın an bir saniye, Geleceğin, o da bir saniye, Hayatın toplasan Üç saniye. Değil işte O da Bir saniye, Diyen bir adam arıyorum. Adamın boynundan göğsüne bir iple sarkıttığı pankarta benzer şeyde bunlar yazıyordu. Kalabalığın ortasında, Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Yaşasın Halkların Kardeşliği, çeşitli sendika isimleri yazılı pankartların arasında bir meczup bu pankartla ilerliyordu. Evet, herkese aykırı davrandığına, birbirine geçmiş saçı sakalına ve üzerindeki çok kirli elbiselerine bakılırsa bu bir meczup olmalıydı. Aslında pankart dediğimiz şey bir sana yağ kutusuna kalemle mi yoksa bir parça kömürle mi yazılmış olduğu belli olmayan okumak için hayli bir itimam gerektiren bir kartonun boyna bir şekilde asılmasından ibaretti. Selamün Aleyküm amca dedi çenesinin altı ile üstünü tıraş etmemiş küpeli bir genç şakayla. Sonra, nedir bu halin bu taşıdığın şey, yazı da ne? Amca cevap verdi. - Hayatı bir saniye olarak gören birini arıyorum. Genç, ben görüyorum amca, hızlı yaşamaya çalışıyorum o yüzden, diyerek ellerini ortadan ikiye ayırdığı saçlarına götürüp saçlarını taradı. Meczup amca, bir saniye sonra öleceğini bilen bir adam arıyorum dedi. -Ne ölümü amca yaşamaya bak, tüm hayatı bir saniye gibi yaşamaya bak" dedi genç. -Bir saniye sonra ölünce ne olacak" dedi meczup. Genç duraladı, ölünce ne olacak. Amca göstericilerin arasından çekildi ve sağa dönüp bir simitçinin kenarına oturup yere bir mendil serdi. Klasik olarak her topluluğun yanında olan simitçilerden orada da mevcuttu. Acıkmıştı ve geçenlerden "Allah rızası için bir simit parası" dilendi. Genç düşüncelerle meczupla konuştuğu noktada durduğu için kalabalıktan bazıları ona çarptı ve kalabalıktan biri kardeşim durmasana öyle dedi. Genç kalabalığı takibe koyuldu ve kalabalıkla akıp gitti ama kafasında hayatın bir saniye olduğu doğrusu, ölünce ne olacağı bilinmezi kaldı. Amca simit parasını bir iki kişiden temin ettikten sonra yandaki simitçiden bir simit aldı ve parkın yolunu tuttu. Bir banka oturup elindeki simit önce ikiye ardından parçalardan birini hayli ufak parçalara bölerek önündeki güvercinlere attı.Elindeki yarım simiti yerken onları seyretti. Simit bitti ve amca hemen yanındaki çeşmeden bir avuç su içti. Elhamdülillah dedi.
  2. bekir şurada bir blog başlığı gönderdi: bekir's Blog
    Yüreğini bir sapanla fırlatan Çocuğun çığlığında bulursun beni Ve her dem bir çocuk olan bizleri Alalade çocuklar olmadık ve Kırık bir oyuncağın ardından ağlamadık Bir oyuncağı hiç olmayanlar Sanmayın ki ağlayacak başka Şeyler bulamazlar Sürgünlerin ortasında Bir ateş yakarak ve Geçerek tüm hayatlardan Sıktık yumruklarımızı Ve soğuktan ve sinirden Isırarak dişlerimizi Kazanamadığımız ve kaybetmediğimiz Bir savaşa Ağlamaya koyulduk. 05.08.2004
  3. Sayın Erdoğan ne yapımda ne de üslubumda tehdit asla yer bulmadı. Tamam tarih içerisinde kendi memleketimde bazı sebeplerle kavgalarım oldu ama tehdit etmem. Birşeyi yapacaksam yaparım. Tartışıyoruz nihayetinde ve haklısınız dalga geçiyorum. Yanlışları ortaya koyduğunuz doğruyu gösterdiğiniz halde karşınızdakiler direterek anlaşmanın zeminini ortadan kaldırdıklarında ya söversiniz ya dalga geçersiniz. Ben ikincisini yapıyorum. Üstteki metni bilimselci yanlış yorumlamıştı siz de onun yorumlaması üzerinden giderek yanlış yorumluyorsunuz. Ben o metni açıkladım. Bana karşınızda bizi bulursunuz demişti bilimselci...Siz açıklamama dikkat etmemişsiniz... Ben de o metinle dalga geçtim. Yani, ne demek karşınızda bizi bulursunuz. Eee sizi buldum ne olacak. O söylem bazında bizi bulursunuz demişti. Karakuşak'tan kızılcık sopasından boşuna mı bahsediyorum. Çevre düzenleme gibi bir kelimeyi niye kullanıyorum. Bilimselci ve görüldüğü üzere siz de benim yazılarımı dikkatli okumuyorsunuz. Bu kelimeler normal dışı kelimeler ancak birşeyleri de imgeleyor. Aslında yazıyı okuyan, yahu bu kelimelere ne ihtiyaç vardı ki bu adam bunları kurmuş diye sorsa iş bitecek. Ama sormuyor ve atlıyor tarzan rıfkı gibi... Filmlerde görmüşsünüzdür karakuşağım var diyen adamları. Bu bir blöftür ve fostur. Kızılcık sopasıyla ilgili imgeyi anlattım zaten. Gelelim çevre düzenleme meselesine. Bu bir flash animasyondu. İki erkek yolda gördükleri bir kadını kaçırırlar ve ıssız bir yere götürürler. Tecavüz edeceklerdir. Kadın nasıl başarırsa başarır ve gazman'ı imdada çağırır. Gazman gelir ve garip durumu yerinde müşahade eder. Sonra bu iki mütecavize sorar. Ne yapıyorsunuz lan siz burda. Ve hemen ekrana şıklar çıkar. a-... b-... c-Çevre Düzenleme d-... İki kafadar bir araya gelip cevap veriyoruz, C şıkkı derler. Ben o arada kopmuşumdur ama bunun önemi yok. Mütecaviz, yaptığı eylemi başka bir şey olarak adlandırmaktadır. İka ettiği fiili ahlaksızlık olmaktan çıkartıp bir de güzel birşeymiş gibi göstermektedir. Gazman yer mi...YEMEZ... Bu imge boşuna kullanılmamıştır. Konunun başlarında ne demiştim, biz türbana değil başörtüsüne karşıyız. Ya biz de müslümanız ezana niye karşı olalım ama işte kulaklarımız yok mu? vs.vs... Tehditmiş...Admin de böyle anlamış...Bir insan kızılcık sopasıyla tehdit mi edilir ya...Komik mi olmaya çalışıyorsunuz...İyi yapıyorsunuz... Bu arada erdoğan, lütfen beni kategorize etmeye çalışmaktan vazgeçin...Ben de sizi kategorize ederim ki o zaman bunun da hiç güzel olmadığını anlarsınız. Darbe şakşakçısı, jakoben, militarist, halka tepeden bakan, halkı emireri gören vs. vs... bunların hepsini birden barındıran kısa bir ad var mı? Bulamazsak da uydururuz merak buyrulmasın... KONU BENİM ADIMA KAPANMIŞTIR...BİR DAHA CEVAP VERMEYECEĞİM...HERKESE SELAMLAR... DAHA ÖNEMLİ MESELELER OLDUĞUNA İNANIYORUM VE EZANIN SESİNİN YÜKSEKLİĞİ Mİ KALDI UĞRAŞACAĞIMIZ... NOT: Tarih içerisinde Emret Komutanım adlı dizide senarist, dehasının farkedilmesi için enterasan bir espri yaptırtır oyunculardan birine. Oyuncunun repliği tam olarak ne idi şu an hatırlanılmamakla beraber etraftaki bir kadını arkadaşlarına tarif ederken silvia saint'e benzetir. Ve evde bir tek kişi gülmekten kırılır. Hiçkimse birşey anlamaz. Zira Silvia Saint'in kim olduğu bilinmemektedir. Senarist'de aslında bu esprinin herkes tarafından anlaşılamayacağını adı gibi bilmektedir. Ancak, o dehasının takdir edilmesini 10-20 kişi tarafından olsa da yeterli görmektedir. Bu espri aslında biraz belaltı bir espridir ancak konumuzu ilgilendiren yönü bizi ilgilendirmelidir. Ben bazen esprilerin sadece bir kısmını veriyorum ki, bu espriyi konuyu daha önce duymuş olan biri konuya "cuk oturmuş" olduğunu görsün diye. Bu espri burada ne geziyor ama inanılmaz da yerine denk gelmiş ve manzara konulmuş denilsin diye...Yani ki espri yapıyorsam Cem Yılmaz'ın yerine göz koyduğum içindir. EEEEee, her espriyi de herkes anlarsa ona da ben espri demem zaten...
  4. Gitti o misilli kızılcık sopalı esprimiz, bir de tehdit etmek olarak anlaşıldı...Tamam, size bir daha espri yapmıyorum...Yukardaki metin sanırım site ait...Yanlış mı okudum, karşımda sizi bulacakmışım, veya karşıma çıkacakmışsınız. Kara kuşağınız mı var diye bu yüzden sormuştum, hani karşımda bulacağım ya sizi...Siz düşüncelerinizle karşımda olmayı kast etmişsiniz de ben olayı biraz komikleştirip hani canlı canlı çıkarmısınız diye nitelemiştim... Kızılcık sopalı espri de mine sota'ya aitti. Kocası telefonda karısına bir sürü laf ediyor ve beni oraya getirtme diyor, kadın artık dayanamıyor ve gel ama gelirken benimde yıllardır sakladığım kızılcık sopam olduğunu unutmadan gel kocacığım diyor... Benim hatam, espriyi (bu espriyi) bilmeyebileceğiniz aklıma gelmedi... Teknik açıyı anlamadığımı nasıl çıkardınız. Teknik açı pratikle tam örtüşmediği için gerek duymadıysak ya... gelelim insan mutluluğu için hazırlanan yasalar sayılara göre yapılmaz teorisine. Neye göre yapılır. İnsanlar neyin mutluluk olduğunu bazen sayılarla tespit ederler. Zaten oylamayı bunun için yaparsınız. İki tercihten birini yapacaksınız. O halde oylayalım. Tabiki kötü ve iyi arasında bir tercihi oylamak akla ziyan bir tutumdur. Ama diyoruz ki, ezan sesi sanıldığı kadar kötü birşey değildir. Ezan sesinden sağır olmuş, dengesi bozulmuş birinin bulunduğunu BİLMİYORUZ. Ne var ki, rahatsız olanlar olabilir. Diyoruz ki, madem ortada bu kadar ağır bir durum yok o halde bu saç.malığın adı nedir... Buradaki bir insanların mutluluğu meselesi değildir öyleyse tercih yapılabilir. OYLAYALIM.. Şimdi verilen cevapları inceliyoruz. 1. Anlamamam mümkün değil. Ancak, buradaki bilginiz eksik, dar kalmış. İnsanın mutluluğu için hazırlanan yasalar birçok durumda sayılarla yapılır. 367, 276 sayıdır. Bu sayıyı bulduğunuzda yasa yapılmıştır. Ha derseniz ki ben yasanın yapılış mantığına bakıyorum.Yasanın yapılış mantığı ne olursa olsun resmiyeti sayılarla sağlanır. Buradaki ikinci husus çoğunluğun istemiş olduğu bir yasa ortak yararı amaç edinmiş bir yasa anlamına da gelir. Tabiki demokrasinin ikinci bir yönü azınlığın haklarını da korumaktır. Ancak, azınlığın haklarını korumak uğruna çoğunluğun talepleri de yadsınamaz... 2. bu şıktaki haklılık payı yüksek. Ancak, ben kendi benimden ziyade toplumun genelini esas alırım. Günümüzün moda tabirini hatırlatmam gerekir mi? Gerekir sizinle zaten anlaşamıyoruz tabiri nerden hatırlayacaksınız. EMPATİ. Sadece kendim adına konuşsaydım daha ağır cümleler kurardım. Burada karşı duruş sergileyen siz ve sizden bazıları kendi rahatınız için başkalarının haklarını (ezan dinlemek veya dinlememek bir haktır) ortadan kaldırmanın meşru olduğunu savunuyorsunuz o halde bu da bencilliktir. 3. şıkkın cevabı. http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10...lime=%c3%bcrkme 4. Şıktaki cevap yanlış ticani değil Bekiri olmalı. 5. şık bir hakaret şıkkıdır bana söylenilmişse iade olunur. 6. ilk başta cevaplanmıştır. Yedinci mesele ben a,b,c,d,e,f olarak sormuştum siz 1.2... olarak cevap vermişsiniz. Bu bile sınıfta kalmanız için yeter... çevre düzenleme meselesini de sonra açıklayayım size... Bu sonda ezanın okunmasını hiç beklememiş insanlar bana saatle ilgili cümle kurmasınlar... Bu çok ayrı birşeydir, ezanın okunmasını beklemek inanılmaz ayrı birşeydir..
  5. Dışarıvurum bağlamında böyle. Bir dönem biz başörtüsüne değil türbana karşıyız söylemi gibi. Ne yapalım ancak böyle kandırabiliyoruz hikayesi... Sosyal yaşam rahatlığına etkisi olmayan denilmiş. Soru a)Ben sosyal yaşam rahatlığını 5 vakit ezan sesini duyarak yaşıyorum siz ise rahatsız oluyorsunuz...)Ne olacak? soru b)bahsi geçen desibel beni ürkütmüyor sizi niye ürkütüyor soru c)kulağı kapatarak sesi engellemek mümkün 2 dakika kulağınızı toplumun çoğunluğu için kapatamaz mısınız yoksa toplumun çoğunluğu sizin iki dakikalık kulak veya mide sorununuz için ezanı mı kaldırmalıdır? Soru d)İnsan niye ezan sesinden mutsuz olur ki, desibel yüksekliğinden mi.. Soru e) karşımda sizi bulduğumda sizden korkmam mı gerekiyor? soru f) belinizde kara kuşakla beraber baretta mı taşıyorsunuz... Tüm bu soruların cevabı umarım "çevre düzenleme" değildir... *********** **************** *************** ************* Bu arada siz kafanıza mı sokarsınız bilmiyorum ama inançlılar artık bunları yutmuyor sizinde bunu bilmeniz gerekiyor. NŞA'da bu üslupla dini konularda yazı yazmamaya özen gösteriyorum ama bu kadarı da pes ettiriyor artık...
  6. Uzun zamandır, bu tür yaklaşım sergileyenlerin aslında başka birşeyi gizlediklerini farkettim. Bu insanlar güya mantıki gerekçelerle islamın bazı yönlerine karşı duruyorlar, ancak şöyle hafiften dikkat edip, "zihin okumaya" meyledersek; Bu insanların islama karşı hasımane tutumları dolayısıyla islamı çağrıştıran herşeye düşman olduklarını, dolayısıyla islamı çağrıştıran herşeyin yasaklanmasını istediklerini görebiliriz... Ezan sanki yarım saat okunan bir metinmiş gibi rahatsızlık vermesinden bahsediyorlar. 2 dakika sürüyor ve toplumun çoğunluğu okunmasını istiyor. Azınlık bu kadarına tahammül edemiyor mu? Yoksa azınlığın çoğunluğa galebe çaldığı bir toplumda mı yaşanılıyor. Azınlık ve çoğunluğun isteği çatıştığında hangisini baz almak gerekiyor...Bu tahammülsüzlük gerçekten sese mi veya Azınlıktan bazıları yoksa islama mı tahammül edemiyor...Ha ne dersiniz!?
  7. Selamlar. Hz. Aişenin yaşı tartışmasına pek girmek istemiyordum. Ancak, başka bir konuda Dicle Üniversitesinden Yrd.Doç. Mehmet AZİMLİ’nin İslamiyat Dergisinde yayınlanmış bir makalesi vesilesiyle konuya girmeye karar verdim. Mehmet Azimli’nin yazdığı diğer yazılara bir göz attım. Konular hayli enteresan geldi önce. Bir Yardımcı Doçent için hiç de kolay olmayacak ve birçok İslam mütefekkirinin yanlışlarını ortaya koymaya çalıştığına dair yazılar gördüm. Asım Köksal’ı oryantalistlere karşı tavır babında inceleme merkezine alma ve Hz. Aişe mevzuu bunu gösteriyor. Umarım kendini kanıtlamaya çalışmıyordur. Her ne ise; bahsi geçen makalede iki kişiyi oryantalistlere cevap vermek için yanlışa düşmekle suçlamış. Aslında bu bir yumuşatma; Oryantalistlere cevap vermek için yapıldığı söyleniyorsa bunun adı yalancılıktır. hoca ya bunun farkında değil veya bu kadar ileri gitmeyi düşünmüyordu. Ancak bu noktada hoca Hamidullah Hocanın Hz. Aişe ile ilgili İslam Peygamberi adlı kitapda vermiş olduğu bilgiye değinmemiş. Mevlana Şibli’ye de pek değinmemiş, Diyanet’in Hatem’ül Enbiya’sına da değinmemiş hoş onu ben de inceleyemedim. Ancak, onda da yaşının 9 değil daha fazla olduğu belirtiliyormuş. Onada bir bakacağım nasip olursa. Bu belirttiğim kişilere değinmek biraz daha zor bir Yrd. Doçent için sanırım. O yüzden onlara pek karışmamış anlaşılan yoksa Hamidullah Hoca’nın eserine ulaşmaması mümkün değil veya Hz. Ayişe mevzuunu görmemesi mümkün değil. Veya Mevlana Şibli’ye de bilerek değinmiyor ve Ömer Rıza Doğrul’un gerekçelerini irdeliyor… Şimdi bahsi geçen makaleye bakıyoruz. Hoca aslında konunun başından itibaren, bir ön kabulle yazıyor. Hz. Aişe’nin evlendiğinde yaşı 9’dur Müslüman alimler oryantalistlere cevap vermek için bu yaşı 15-17 olarak söylüyorlar bunun yanlışlığını ispat edeceğim. Bu ise delilden sonuca gitmek değil sonuca göre delilleri (deliller zaten mevcut sadece yorum oluyor) değerlendirmek. Zaten kendisi de bunun bir tez olduğunu belirtiyor. Bu konudaki hadisleri (çok fazla hadis yok birkaç tane ve 15-17’yi ispat etmeye çalışan da 9’u ispat etmeye çalışan da aynı hadisten yola çıkıyor)bakıyoruz. Ve dahası birçok kitapta, bu konuda kesin bilgi yoktur deniyor. O zaman mantıklı bir yorum nasıl yapılır herkes bunu yapmaya çalışıyor. Hoca burada 15-17 yaklaşımına direk yanlıştır diyor ve bu ön kabülle kendince kanıtları yorumluyor yok saydıkları gibi. Yani Mehmet Azimli de kendi yorumunu yapıyor. Hatta tarihçiler adına 6 yaşında sözlenip 9 yaşında evlenmeyle ilgili bir ittifaktan bahsediyor ancak Hamidullah 7 yaşında sözlenmiştir diye farklı bir sonuca varıyor. Hamidullah da bir İslam tarihçisidir. İslam tarihi ile ilgili belgelere verdiği titizlik inanılmazdır o tarihçilerin ittifak ettiği bir 6 ve 9’a değilde 7’ye ve ayrıca olgunluk çağından bahsetmiştir. Ve ayrıca Hocanın belirtmiş olduğu Hz. Aişe’den geldiği söylenen 6 yaşında nişanlanma ve 9 yaşında evlilikle ilgili rivayeti kendi makalesi içerisinde göremiyoruz. Nerede geçmiş hangi kaynakta bildirilmiyor. Bu da ayrı bir eksiklik makale adına… Meseleye iki yaklaşımın dışına çıkarak bakmak mümkün olmuyor. İkisinden biri. Şecere sicilleri o dönem içerisinde tutulmuyor. Kişilerin doğumları bilinmemekle beraber öldüklerinde onların değeri (insanların yaptıklarıyla takip edilmeleri neticesinde değerleri değişiyor) tespit edilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin evlendiğinde kaç yaşında olduğunu öldüğünde kaç yaşında olduğuna bakarak tespit etmek daha kolay ancak, bu konuda da bir tutarlılık yok. O zaman ne oluyor ortaya atılan bütün savlar havada kalıyor. Yeni bir tarihi kanıt da yok. İki tercihten birini yapacağız. Ama bu tercihi yaparken bazı şeyleri de inceleyeceğiz. Deniyor ki, Peygamber şu şu gerekçelerle Hz. Aişe ile evlenmiştir. Gerekçelerden biri; Hz. Aişeyi yetiştirme iddiası; Hz. Aişe islami ilimleri daha sonra halife olacak birinin yanında da alabilirdi. Zaten evlenene kadar bu ilmi almıştır da. Kastedilen karşı cinse islamın öğretilmesi ise; Kim olursa olsun İslam adına sorumluluk büluğa ermekle başlar. Büluğdan önce kişilere islami ilim öğretilebilir ama büluğdan önce yapılması gereken bir şey yoktur ki, bir çocukla evlenilerek ona bunlar öğretilme ihtiyacı hissedilsin. Ancak onun hafızasından, söyleneni çabuk anlamasından yararlanılmak istenilmiş olabilir. Bunun için küçük yaşta Peygamberin tedrisinde bulunmasına gerek yoktur. 15’li yaşlarda da bulunması kafidir. Sıcak iklimlerde 9 yaş büluğa ermek için yeterli olabilirse de evlilik sadece bedensel olgunluk değildir. Ben, bu zamana kadar 9 yaşında bedensel olgunlağa ulaşmış birini de görmedim ya her ne ise; Hz. Peygamberin belli bir kişiliği var. Hangi saikle olursa olsun 9 yaşında biri ile cima edeceğini sanmıyorum. Zaten Hamidullah Hoca’da cimanın büluğa erdikten sonra gerçekleştiğini söylüyor. Hamidullah Hoca bundan sonra Hz. Aişe ile Peygamberimizin 9 yıl beraber yaşadığını belirtmiş. Hicri 57 senesinde vefat ettiğini belirtmiş aynı alıntının sonunda. Hicretten evvel 2. yıl sözü hicretten 2 yıl evvel manasına geliyor. Bu senede 7 yaşında ise hicrette 9 ve nihayet 57+9=65 yaşlarında vefat etmiş olması gerekiyor. Denmişki o Peygamber’den öğrendiği ilmi yaklaşık 45 yıl anlattı. Bu 45 yılın 45 (+) mı yoksa 45 (-) mi olduğunu bilmeden 45 kabul edersek 65-45=20 bazı kaynaklarda 9 bazısında 10 yıl Peygamberle beraber yaşamıştır Hz. Aişe. O halde evlendiğinde 10-11 yaş ortaya çıkarki bu Mehmet Azimli Hocanın kendi varsayımı olan 9’u da yanlışlar. Tamam 10-11’de bana kalırsa uygun bir yaş değildir ama Mehmet Azimlinin tezinin yanlışlıyor. Ancak Mehmet Azimli Hz. Aişenin 6 yaşında nişanlandığını 9 yaşında da evlendiğini belirtiyor. Lakin hicretten 2 yıl evvel nişanlanıp hicretin 1. yılında evlenmiş olur da Hz Aişe 18 yaşındayken Peygamberimiz de vefat etmiş olursa bu kez (yine kendisinin kabul ettiği peygamberin ölümünden sonra yaklaşık 45 yıl yaşamayla ilgili kısım) +45 ile 63 yaşına ulaşılıyor. Bu da Hocanın kabul etmiş olduğu 66 yaşını sakatlaştırıyor. Yaklaşık 45 varsayımı acaba 45 (+) mı diye yoksa 45 (-) diye bu yüzden soruyoruz. O zaman öldüğü tarih hakkında birçok tarihçinin 66 yaşını esas kabul edersek ve 45’i çıkarırsak 21 yaş ortaya çıkıyor. Yine 21’den 9’u çıkarırsak 12 yapıyor ki bu da Azimli’nin iddiasını yanlışlıyor. Ölüm tarihi olarak Hicri 58’i yaşadığı yıl olarak da 66’yı kabul edersek; Bu kez de Hz. Aişe’nin Hicretten önce 8 yaşında olduğu, hicretin 1. yılında evlendiği 9 yıl beraber yaşadığı varsayılırsa 18 yaşında olması ve 66-18=48 çıkıyor ki o zaman da 45 yanlış oluyor. Ama Azimli burada bir kafa karışıklığı yapıyor 9 değilde yaş 8 çıkarsa bunu açıklamak daha zor olacak. Hicretin 1. yılı dediği evlilik yazının ilerleyen kısmında Hicretten 1 yıl sonra olarak telakki ediliyor. Hicretin 1. yılı olarak kalırsa evlenme yaşı 8’e düşecek o zaman vücut gelişimini nasıl açıklayacak ben merak ediyorum. İlk çocuğun doğumuyla ilgili verilen mesele var bir de. Mehmet Azimli Hoca burada iddiasını kanıtlamak için Hz. Esma’nın ilk çocuğuna 27 yaşında hamile kalmış olmasının, bu 27 yaşında ilk çocuğa hamile kalmış olmak uygun değildir daha erken yaşlarda hamile olması gerekir diye bir faraziye atmış ortaya…Bu da delil olarak öne sürülmüş. Böyle delil olmaz, herkes biliyor ki bazen bir kadın evlendikten 10-15 yıl sonra hamile kalabilmektedir. Kişinin ne zaman hamile kalacağını bilmek mümkün müdür? Hiç hamile kalmaması dahi mümkündür değil mi? Dolayısıyla ortada doğru sonuca bizi ulaştırmayan varsayımlar var. Bu varsayımları herkes kendi görüşüne göre yorumluyor, çıkarımlar yapıyor. Zaten kesin bilginin olmadığı yerde mantık çerçevesinde faraziyelere başvurursunuz Biz Müslümanlar olarak, bu yaşın uygun olmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple Afganistan’daki küçük çocuklarla evlenmeyi de mazur görmüyoruz… Bu arada şu da unutulmamalıdır ki; Peygamberi sübyancı olarak tasavvur edenler onun neden 2-3-4-5 tane bu yaşlarda çocukla evlenmediğini de açıklayamıyorlar… Bugün bizim hoş görmediğimiz evlenecek iki kişi arasındaki aşırı yaş farkı 15-55 gibi o zamanlar sorun teşkil etmiyordu. Ancak, o yaşlarla ilgili mesele dönemin, coğrafyanın kendisinden kaynaklanıyordu. Bugün bu konuda ülkemizde yerleşmiş bir inanç var. Her ne kadar kanun uygun görse de bizler aradaki 40-50 yaş farkına hoş gözle bakmıyoruz. Hıncal Uluş ve Kayahan örnekleri bize bunu göstermiştir. Yani ki, toplum geliştiği yanlış gördüğü ölçüde o sistem de uygulanabilir. İslam buna engel değildir. 7-8-9 yaşında çocuklarla evlenmeye islamdan cevaz bulmaya çabalayanlar var mıdır? Evet Afganistan örneği gösteriyor ki vardır. Ancak, biz Türkiyeli Müslümanlar bunun islama uygun olmadığını düşünüyoruz. En azından ben öyle düşünüyorum. Bunu da ben mi makale olarak yayınlasam acaba… Şaka bir tarafa, bu kadar uzun bir metinle karşılaştığınız için özür diliyorum. Siz okumaktan imtina edebilirsiniz ama yazarken benim canım çıktı desem yeridir. Bu konuyu bu başlık altında tartışmak istemiyordum ancak başka çarem de kalmadı. Kalanına ilerleyen günlerde değineceğiz kısmet olursa... Selam ve saygıyla...
  8. Sosyal alanla bilimsel alan arasında farklar vardır. Bu arada Akif'i tartışıyoruz farkında mısınız? O kendisi yüzünden bir kişinin dinden olmasındansa ölmeyi tercih edebilecek bir adamdır. Akif çeviriye ilk başlarda gerçekten halis bir niyetle başlıyor. Ve bir mealden çok sanki bir tefsir yazıyormuşçasına sürekli sürekli yazıyor. Her yazdığına yeni eklemeler yapıyor. Yoksa meali çok kısa bir sürede de bitirebilir. Ancak o çok ince bir izde yürüyor. Derdi, insanlara Din'i öğretmek. Kur'an'ı öğretmek. Ancak, süreç ilerlediğinde bir takım (mısırdayken Türkiye de olan bazı şeyler) onun mealinin nasıl kullanılacağını gösteriyor. Camilerde Türkçe okunan ezandan sonra Türkçe namaz. (bu kötü birşey midir. EVET. Çünkü aslını değil, çeviriyi okuyorsunuz. Çeviri bir insan sözüdür, Kur'andan bir parça değildir) Akif bunu fark ettiğinde o kadar emeği ortadan kaldırmayı göze alıyor. Ne demiştik, bir insanın ibadetinden olmasındansa Akif kendisini feda edebilir. Muazzam bir meal kötü niyetler neticesinde yok oluyor. Eğer gerçekten Türkçe ibadet gibi bir şey ortaya atılmasaydı bugün elimizde çağın en muhteşem meallerinden biri olacaktı. Onun kabul etmeyeceği demedim bilimselci...Ancak, bize Kur'an dan veya hadisten bir bilgi ulaşmışsa biz o doğrultuda hareket etmek zorundayız. fatihadan sonra bir parça kur'an okumak gerekiyorsa okuyacağımız şey Kur'andan olmalıdır. İnsanların tercümesinden değil. Kur'an ı dinlemek farz olarak bildirilmişse onu dinlemek farzdır. Meali değil. Kur'an seslerinizle güzelleştirerek okuyunuz denmişse mealini güzelleştiriniz denmemiştir. Tabii ki insanlar Kur'an da neler yazılı olduğunu meal ve hatta tefsirler aracılığıyla öğrenmelidirler. Bu konudaki her faaliyetleri de bir nevi ibadet (islami ilim öğrenme anlamında) olarak telakki edilebilir. Ancak, Kur'an okumak ve dinlemek anlamında ibadet değildir. Bu da Allah adına konuşmak değildir, onun bildirdiklerini bildirmektir bilmeyenlere... Bir kardeşimiz de Mevlana ve Yunus Emre'yi dünyanın sevdiğini ama Peygamberimizi sevmediğini söylemiş...eeeeee, buna da gülüp geçiyoruz
  9. Akif'in inancının sarsılmasından bahsedilmiş...Akif o güne kadar belki binlerce defa Kur'an'ı okumuş hatmetmişti...Mükemmel seviyede Arapça bilen bir kişi Kur'an'ı her okuyuşunda tekrar tekrar anlamaz mı da, meal işine giriştiğinde Kur'an da gördüğü gariplikler nedeniyle dinini kaybetmiş olsun... Akif'in dinini yitirdiğini vehmeden kardeşim, Akif'in ölümüne yakın yazdıklarına bakabilir....Ancak, Akif yazmakta olduğu mealin kötü niyetli kişilerce Camilerde namaz kılınırken okutulacağını öğrendiğinde vazgeçmişti. Kur'an asla aslına tam olarak bağlı kalınarak tercüme edilemez Akif bunun bilincindeydi. Kaldı ki, mealden okumak ibadet de değildi...Yani ki sizin yazdığınız meal yüzünden birçok insan namazından olacak...Akif'in Mısırda bulunuşunun sebebi nedir? Şapka Muhalefeti...Akif'le uğraşmayın...
  10. Birkaç gün önce, Spiderman 3'ü seyrettim. Hafta sonu gördüğüm bütün örümcekleri elimin üstüne koydum; rica, yalvarma ve baskılara rağmen bir türlü elimi ısıttıramadım. Spiderman olacaktım ve dünyayı kurtaracaktım, olmadı. Son örümceğin kafasına silah (pardon parmak) dayadım ve ısırmazsan öldürürüm dedim. Hadi oradan kel dedi bana. Sen iş yapacaksan git Peygamberine hakaret edenleri ***** dedi. Hayretler içerisinde kalmıştım radikal şeriatçi bir örümcekle karşılamanın ne yeri ne de zamanı idi. Ben olsam dedi, şu ****** iyi bir rosto yapıp yerdim dedi. Höstt dedim, o dediğin yüzükler efendisinde olur dedim. Sordum yahu sen nerden öğrendin bunları: Cevap verdi. Tişörtüyün sol yakasının altında benim yuvam var. Orada avlarımı yakalıyor ve senin okuduklarını okuyorum. Sen, biraz liboş takılıyorsun sert olman gerek dedi, ne yani dedim. Yahu dedi, görmüyor musun: Sen okuyorsun, tarih, din okuyorsun ama adamlar belli başlı sitelerden yaptıkları alıntıları getiriyorlar. Birde yazdığınız cevapları bile okumuyorlar...Baksana Hz. Aişe'nin Peygamber Efendimizle evlendiğinde 17 yaşlarında olduğu delilleriyle ispat edilmiş, bu konuda siyer-i Nebi kitaplarında konu iyice açıklanmış ama hala 9 yaşından bahsediliyor. Peygamber'in ümmi olduğu yine aynı kitaplarda bahsediliyor ama adamın teki biryerlerden kandırılmış beyni ile cevap veriyor doğru sanarak...Kaynağın ne kardeşim... Yahu örümcek, böyle olmaz...Tamam insanlar yanlış biliyor olabilir ben doğruyu yavaş yavaş anlatmalıyım. Örümceğimiz kendine bir de ad koymuş. Cabbar. Cabbar, yok ya...Bu zamana kadar anlattın ne oldu. Tirajın mı arttı. Hala senin yüzünden peygamberine sövüyorlar. diyor. Ben de haklısın, konunun gerisini konunun başlığına göre çekeyim olmaz mı diyorum. Olmaz diyor... Ula dünyayı kurtaracaktık, örümcekten kendimizi nasıl kurtaracağız bunu bir türlü bulamıyorum. Şükrediyorum scorpion king olmaya karar vermemişim. Ne mi diyorum...Örümcek ve akrebi bir kenara bırakın. Ümmilik tarihi kaynaklarda belirtilen birşey yani ki, psikolojik arka planını deşelediğiniz gibi değil. Hz. Aişe bildiğiniz yaşta evlenmemiştir buna uzunca ****** denir. Tahrim suresiyle ilgili kırpılan metin tam olarak nereden alıntılanmıştır kim tarafından yazılmıştır belli değil. Önemi de yok, meselemiz tahrim suresi değil dedik. Aslında meselemiz ABESE (sanırım ABS fren sistemi de bu suredeki frenlemeden etkilenerek ortaya konulmuştur) suresi de konumuzla birebir alakalı değildir. Konumuz narsizm de değildir...Peygamberlerin normal dışı olmaları da değildir. (Normallik nereden baktığınıza bağlıdır)Semitik şahıslarda biraz garip durdu. Bu ne demek yahu...Semitik şahıs...Semantik mi olacak dedim, o da pek anlamlı durmuyor...Hz. Peygamber Araptı. Aman, önemi yok...Konunun başı belli...Görülüyorki, sizin yazma etiğiniz Peygamberler ve Allah'a hakaret etmek üzerine kurulu...Bunu lütfen benim başlığım altında yapmayın zira peygamber/ler/ime saygısızca bir üslupla seslenilmesi zoruma gidiyor ve bu benim yüzümden oldu diye düşünüyorum. Lütfen, bunu benim açtığım başlık altında yapmayın...Konuya dahil olacağınız (sünnet gerekir mi gerekmez mi) bir bilginiz varsa paylaşın.... Yoksa spider'e emanet edeceğim sizi ve her emanet etme cümlesi koruyup kollama anlamına gelmez...
  11. Ben Allah'ım deme devri hangi devirler arasını kapsıyordu. Kusura bakmayın tarih bilgim içerisinde böyle bir devir olduğunu bulamadım da...Bir hatırlatırsanız memnun olacağım. Ne bileyim 300-400'lü yıllarda Meryem oğlu İsa' teslis inancına göre tanrı ilan edilebilmiş mesela...Haaa, yok arada bir nüans var diyorsanız hadi canım ne nüansı diyebiliriz... Tabiki narsizmin tezahürleri olabilir de, kendi hatamı Allah Teala ordadan kaldıracak...Bu biraz garip oluyor zannımca...Yani, Peygamber, bizzat kendisi hata yaptığında (dünya işlerinde) bunu sahabere siz bu konuları benden daha iyi bilirsiniz demiştir. Ben Peygamberim illaki benim dediğim doğrudur dememiştir. Mesela iki kişi arasında karar verirken ben olayın ortaya konuluşuna bakıyorum içinizi bilmem, kime haketmediği birşeyi verirsem onu almasın mealinde hadisi vardır. Yani kendisi, hata yaptığında ben hata yapmışsam siz değiştirin diyor dünya alanında...Hani bir savaş esnasında yanlış yere kamp kurmak istemişte sahabe onu uyarmıştı... Yani, Peygamber açısından narsizm tezahürleri pek oturmuyor yerine...Yok yine de vardır vardır diyorsanız...O kendisini yüceltmemiştir, ona bu değeri Allah Teala vermiştir. Sonuçta hangi Peygamber yüce değildir ki? Ha, önceki söylediği birşey işine gelmedi diyorsunuz...İşine gelmeyecek mesele nedir diyeceğim siz sanırım Tahrim Suresini getireceksiniz..Benim bahsini ettiğim ABESE Suresinin ilk ayetleri... Tahrim Suresinde geçen ve Peygamber'in Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmasının mümkün olmadığını belli eden ayetlerle belki Peygamber'i yararlandıracak gelişmeler olabilir. Ancak, Abese Suresinde geçen durumda Peygamberi yararlandıracak bir mesele yoktur ki, işine gelmeyip de vazgeçmiş olsun...Abese Suresinde bu ayetlerin nüzul sebebi bellidir. Peygamber Kureyş'in ileri gelenleri ama inançsız olanlarla konuşurken kendisiyle bir ama konuşmak istedi. Resullullah da bu ileri gelenlerden birini müslüman yaparsa daha fazla kara geçeceğini düşünerek onunla ilgilenmedi. Bu olay üzerine yukardaki ayetler indirildi "CEBRAİL TARAFINDAN" Allah katından. Soru: Bu ayetle önceden söylediği sözden niye dönsün, kaldı ki, önceden söylediği bir sözün yanlışlığını yine kendi sözüyle ortadan kaldırabilirdi. Niye ayetle kaldırmaya kalksın. Her ne ise; İlham konusu üzerinde şiirle fazla kafasını bozmuş bir adam olan ben çok fazla düşünmüştüm zaten. Bazen öyle bilgiler olur ki, siz o bilgiyi kişinin almış olduğu eğitimle açıklayamazsınız. Bazen öyle deruni metinlerle karşılaşırsınız ki, yahu bir ümmi bunu nasıl meydana getirir diye sorarsınız. İşte can alıcı mesele budur. Peygamber bir ümmi idi. Ama, devri içerisinde çok fazla insan bir ümminin böyle metinler getiremeyeceğini, bunu ne aldığı eğitimin ve ne de bilgisinin yetmeyeceğini olsa olsa bu metinlerin üstün bir gücün eseri olduğunu kavrayarak iman etmişlerdir. İlham meselesi ise, Hz. Peygamber'e Kur'an'a girmeyen ancak kudsi olarak bildirilen metinler vardır. Hani kudsi hadis diye birşey duymuşsunuzdur ya...Yine ona cebrail tarafından bildirilenler verilenler...İlham illaki uydurma kudreti olarak anlaşılamaz yani ki,,, Farkında mısın konu Peygamber'in narsistliği değil...Bana bunları niye açıklattırıyorsun...Başka bir konu açsan da oradan devam mı etsek bu meseleye...selamlar ile...
  12. Hata 1. Tarih bize gösteriyor ki, insanlar ben Allah'ım diyebilmişlerdir. Dolayısıyla Peygamber de bir insan olduğu ölçüde diyebilirdi. Ama ne oldu. DEMEDİ... 2. si ayet iyi incelenmelidir dediğimde senin inceleyeceğini düşünmemiştim yoksa açıklama gereği duyardım. Daha önce, bu yaklaşımın girizgahını başka bir konuda yapmıştım. Hz. Peygamber'in Din alanında herhangi bir hatası yoktur. Bu alanda hata yapması bizzat Allah Teala tarafından ayetle engellenmiştir. (Bu da narsizmle İlahlık taslamakla ilgili teorinizi çökertiyor) Allah Teala onun bir hatasını bizzat Kur'an ayetleri ile düzeltmiştir. Din alanında hata yapma hakkı yoktur. Yoksa böyle bir ayeti de Peygamber belirtmezdi değil mi narsizmin doruklarında yüzseydi. Yani ben hata yaptım Allah düzeltti demezdi herhalde. Nihayetinde narsizmde kişinin kendi hatası olmaz, kişi hatadan münezzehtir. Bahsini ettiğimiz ve iyi incelenmelidir dediğimiz ayet, Peygamber'in söylediği (Dine ait: bu alanı ilerde açıklayacağız nasip olursa) dini alana ait sözler hem korunmuş ve hem de bizzat kendinden değildir. Allah'ın ona ilham ettiği sözlerdir. Zaten Peygamber'in sözleri Kur'an la aynı olduğunda, aynı minvalde, yönde amaçta olduğunda ona itaat eden, uyanlar dolayısıyla Kur'ana uyacaklardır. Bu da böyle biline...
  13. Yüce Yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğe rağmen insan, ilahi hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği "Nebi" veya "Resûl" denilen peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir. Bütün Peygamberler, Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, insanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun asli göreviydi. Hemen işaret edelim ki, Peygamberemiz'in tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur'an'ın evrensel planda Hz. Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu. Mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in eksiksiz, yeterli açık ve her şeyi açıklayıcı olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır, şeklinde bir soru aklımıza takılabilir. Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattır. ANcan, onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. İnsanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı elbette Kur'ân ayetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır. Peygamber'in açıklamaları, hiç bir zaman Kur'an'ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. "Allah'a kul olmak" tan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O'na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir Hayatın ilahi irade doğrultusunda şekillenmesi konusunda Sünnet, Kur'an ile birlikte hemen onun yanıbaşında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu hem Peygamber'e itaatı emreden Kur'ân-ı Kerim, hem de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi ifade ve ilan etmektedir. "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının." (Haşr Suresi (59) 7) "De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Al-i İmran Suresi (3) 31) "Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır" (Ahzâb Suresi (339 21) "Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan çekinsinler" (Nûr Suresi ((24) 63) "Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa (4) 80) Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir" (Buhari, Nikah 1; Müslim Nikah 5) Yukardaki Nisa Suresinde geçen Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur ayeti iyi incelenmeledir. Konuya pazartesi gününe kadar cevap veremeyeceğim... Yukardaki metin bazı yerler atlanarak İMAM NEVEVİ'NİN RİYAZÜS SALİHİN çevirisine 2 Prof bir Doçent (o zamanlar Raşit Küçük doçentmiş şimdilerde o da prof) tarafından yazılmış ve sünnetin önemini aktaran 1. ciltten alınmıştır. Bilgisayara geçmek de bana düştü. Hafta sonu internetten uzak durduğumu daha önce söylemiştim bu sebeple nasip olursa konuya cevap yazanlara vereceğim bir cevap olursa Pazartesi günü cevaplamaya çalışacağım... Selam ve saygıyla...
  14. Anlaşılan o ki, ezberlenmiş olanın yanlışlığı gösterildiğinde: Bu beni ilgilendirmez, ben bildiğimi okurum deniyor... Hz. Ali döneminden örnek vermeyin, osmanlıdan örnek vermeyin...Bir ara kimden örnek vereceğimizi söylerseniz iyi olacak... Gerisini misafirlerim geldiği için getirmiyorum.... Selamlar ile...
  15. Basitçe sizin alıntılamada bulunduğunuz yerler ile Seyyid Kutub'un değindiği arasındaki bir farka değineyim. Seyyid Kutub canın helalliğinden bahsetmiş ama sizin alıntıladığınız yerlerde buna değinilmiyor farkında mısınız? Değilsiniz...Ben hatırlatmış olayım. Konuyu sabote etmenin derdinde değilim. Konu gayet güzel bir konu ve benimde üzerinde durduğum bir mesele...Dar'ül Harb'de müslümanlar nasıl yaşayabilirler bu konu bunun için önemli... Buradan devam edeceğiz...Tanımlar dikkat ettiyseniz aynı...İslam Ahkamının uygulanmadığı yerler Dar'ül Harb'tir. Burada acaba Seyyid Kutub neden canla ilgili bir cümle kurmuştur. Dayandığı bir hadis var mıdır? VARDIR...Onlara değineceğiz...nasip olursa... Yaşayan dedikleriniz çoktan hakkın rahmetine kavuşmuşlardır. 3 yıl kadar Hayrettin Hoca'nın açıklamalarına rastlamıştım bu konuda...Daha anlaşılır olduğu için ondan da alıntı yapacağım... Katakuta, sen cevap verirken, cevap vereyim de kurtulayım diyorsun, ben cevap verirken iyice irdelemeyi ve doğruyu bulmayı ona işaret etmeyi esas alıyorum. Kaynakları iyice tetkik etmeden de cevap vermemeye çaba harcıyorum, zira bir ara yanlış hatırlayarak ayetle hadisi karıştırmıştım ve hatta hadisin sahihlik değerinin şüpheli olduğunu söylemiştim. Bu sebeple konuya tepeden dalmadım...Elimde çok uzun metinler var bir tanesini de sen alıntılamışsın (bir sözlükte aktarılıyor metinler, ikraislam ansiklopedisinde de geçiyor)...Yazdığın metnin önemini içeriğini dikkatle incelemiyorsun ama iki metin arasında bariz bir fark var. İkinci metinde Dar'ül Harb'te yaşayanların canlarının helalliği ile ilgili kısım yok... Bu sebeple evvela Seyyid Kutub'a baktık...gerisi Dar'ül Harbe bakmakta kalıyor...Büyük harflerle alıntıladığınız yerler ise tamamen benim de belirttiğim şekle aittir. Yani şeri ahkamın (şeriatin) hakim olmadığı, medeni hukukun uygulandığı alanlar Dar'ül Harb'tir. Romantikliğin falan anlamı yok.Türkiye Dar'ül Harb olur mu falan demenin anlamı yok...Tanım belli olduğuna göre Türkiye bu tanımlardan hangisine uyuyor ona bakıyoruz...Dar'ül Harb, tanımların hemen tamamını dikkate aldığınızda kanuni bir fark görülür. Ancak savaş açılması ile ilgili pek birşey görülmez, savaşın gerekçeleri farklıdır. Oraya da girelim mi girmeyelim mi? Zira ilk alıntılanan metinde meşruiyetten bahsetmişti Seyyid Kutub...Vaktimiz, zekamız, gücümüz elverdiğince önce Dar'ül Harb'i bir tamamlayalım...Bu konunun içerisine din hürriyeti bahside giriyor...belki onu da ufak alıntılarla süsleyerek açıklayabiliriz...
  16. Selamlar... Bu başlık altındaki konu, benim başörtüsü ile ilgili konumun altında başladığı ve Dar'ül Harb hakkında katakuta'ya olan seslenişim sonucu açılmış anlaşılan. Başlığı dün ikindileyin gördüm ve işten ayrılmak üzereydim. Ancak, üstünkörü alıntının yapıldığı yeri ve nereden yapıldığını bir kontrol edeyim dedim. Fizilal'il Kur'an-Şehit Seyyid Kutub'un tefsiri...Maide Süresi 20-26 ayetlerin açıklanmasından sonra değinmiş... Katakuta senin adına bir şeye sevindim bir şeye üzüldüm. Birincisi, google'den dar'ül harb'i aratmışsın ama bulunabilecek en zor yerde, bir tefsirin ayetlerinin değil de konuya kısa bir bakış olan bir yerden alıntı yapmışsın. Bir de ehl-i sünnet sitelerinden birinden almışsın. *********. Susmak en önemli giz aracıdır. Benim açtığım konudan hemen sonra aratılıp bir tefsirin sonunda bulunan bir metin bunun göstergesidir. Ama en azından kendini bu şekilde de geliştirebilirsin ki, bunu takdir ederim. Önce bu tefsirin yazarının hayatını bir görelim...Tefsirin yazıldığı atmosfere iyi dikkat edelim. Tefsiri yazan kişiye bakalım. Aslında tefsirde Dar'ül islam veya Dar'ül Harb ayrımı yapmasına gerek yoktu Seyyid Kutub'un ama onun bir amacı vardı. Bu amacı olmayan Elmalılı kendi tefsirinde aynı ayetlerden sonra böyle bir açıklama gereği duymamıştı. İKİ AYRI ALINTI... Seyyid Kutub, bir başkaldırı bir ayaklanma, bir asla dönüş peşinde idi. Bunun için bulunduğu ülke (nere olduğunu artık arayıp bulursunuz)'nin dar'ül Harb olduğunu ve savaşın meşru olduğunu belirtmeliydi...İhvan'ın baş karakteri haline gelişinin de hikayesi bu...Özellikle belirtmeliydi arkasından gelenlere birşeyleri belirtmeliydi... İsmet ÖZEL 4-5 yıl kadar evvel "Türkiye Dar'ül İslam olduğu için Kurtuluş Savaşı yapmıştır" demişti de, ne diyor bu adam diye dikkat kesilmiştim. Türkiye o zamanlar Dar'ül islam idi...Öğrenmiştim... Buradan devam edeceğiz...Akşam hayli bir kaynaktan topladığım 20-25 sayfalık metinleri aktaracağım belki biraz sonra belki daha sonra...Dar'ül Harb nedir ne değildir bunu bir görelim...Konunun açılmasının nedeni ben olduğum için kimsenin zor durumda bırakılmasını istemem....
  17. Genç kardeşlerim, isterseniz tartışmasını yaptığınız mevzuyu karşılıklı özel mesajlar şeklinde yapın isterseniz de ayrı bir başlık açıp oradan yapmaya devam edin.. Lütfen. Konular karışıyor ve ben devam ettirmekte zorlanıyorum... Selamlar ile.. Daha önce delillerimizle ispat etmiştik ki, türban yasağı aslında siyasal simgenin yasaklanması meselesi değildi. Türban=başörtüsü yasağı islama karşı bir hasımlığın sonucu ortaya çıkmış bir yasaktı. Müslümanları yükseklerde görmek isteremeyenler, onları içlerine sindiremeyenler ve yetkili olan bazı zevat bu yasağı uyguladılar ama meşrulaştırmaya (halkın itibarına) bir türlü tam olarak muvaffak olamadılar... Ancak, her söylenen yalan gibi ona birileri inandığında yeni inanan ona daha fazla inanmak için yeni yalanlar icat etti...Hatta bazı müslümanlar dahi bu yasağa haklılık gerekçesi uydurdular...O inananlara şu sorulabilir; dini ve müslümanlara bir husumet beslenilerek gerçekleştirilen bu yasağa kılıf uydurmak size mi düştü? Cevap, Freddy'nin korkunçluktan komikliğe evrilmesi kadar trajiktir. Bu yasağa islamın siyasal görünümü yasaktır da onun için bu yasaktır diyenler üniversiteki durumu açıklayamamışlardır...Onların elindeki şey de bir adet bal kabağıdır. Bizim buralarda ona sarı kabakta derler her ne kadar sütlü tatlısı yapılsada nihayetinde içi boştur. Bomboş olacak kadar boş,birazcık çekirdek vardır o kadar onun da cürmü okunmaz...Bu arada onlar islamın ne kadarı görünebilir onu da belli etmekten kaçınan kaçkınlardır...Takiyye sözünü pek sevmiyorum, başka yerde bunu açıkladım... Devam edecek miyiz? Davetimize icabet edildiği ölçüde devam edeceğiz... Forumda aynı minvalde iki konu var. Birisi sıkmabaş, birisi de bu... Kur'anda başörtüsü var mıdır, yok mudur İlahiyat Profesörleri, Tefsircilere müracaat ederek bilgiyi buraya aktarıyoruz...Onlar vardır diyor...Diyoruz ki, 1997'lere kadar Başörtüsü islamda var mıdır yok mudur bu sorulmuyordu? Bu soru bir kılıf uydurma sorusudur, 28 Şubat'ın getirdiği bir sorudur diyoruz...Bu zamana kadar örtünün islamda olup olmadığı hiçbir islam düşmanının dahi aklına gelmemişti ama Türkiye de yasağa kılıf uydurmak isteyenler Tefsircilerden, Proflardan, mealcilerden daha bilgin, daha uzman oldular ve ayetleri yorumluyorlar... Erbakan'ın meşhur sözünü hakediyorlar mı: "Hadi oradan"...Etmesine ediyorlar da, biz bu sözü ancak anlaşmanın zemini ortadan kalktığında söylemekten yanayız... Türkiye'de ve islam dünyasında bu zamana kadar asla başörtüsü islam da var mıdır yok mudur sorusu sorulmamıştır. Bugün başörtüsünün islamda olmadığını ispat etmeye çalışanların hizmet ettikleri şey 28 Şubatçılardır. Eğer başörtüsü üzerinden bugünkü siyasetçiler nemalanıyorlar da ondan islamda başörtüsü vardır diyorlarsa; Elmalılı Hamdi Yazır neyden nemalanıyordu ki tefsirinde başörtüsünde bahsetmiştir. Bu tefsirin yazılma tarihine bakın. Niye o dönem bu tefsire itiraz edilmedi İLKE SAHİPLERİ tarafından.... Sütçü İmam Kızını Üniversiteye Gönderiyor; lakin… Maraş’ta, bu toprakların mahremine uzanınca Fransız eli, yüz yılların alışkanlığıyla, dünyanın en sıradan işini yapar gibi sakin ve alnı inancı gibi parlak bir adam ayağa kalktı. Ayağa kalktık. Başörtüsüne uzanan Fransız askerini olduğu yere çivileyen bu ahlak, her yanından Anadolu’nun, toprağın altından, dağların ücrasından dahi kalkıp, bir sel misalli Milli Mücadele’ye aktı. Milli Mücadele’ye aktık. Zakari’lerin resimlerden tanıdığı o Osmanlı Paşasını, bizim dedelerimiz silahını temizlerken ve dürbününü okşarken görüyorlardı her gün ve her gün onun dudaklarından dökülen bir komutla düşman siperlerine atıyorlardı yiğit alınlarını. Atıyorduk yiğit alınlarımızı. Bu ülkenin tenhalarında biriken binlerce cılız su, ezan susmasın, bayrak inmesin, camiler yıkılmasın, kızlarımıza işgali eli değmesin diye ayağa kalkıp birbirlerine karıştırdılar cesaretlerini ve oluşan o dev ırmak silip süpürdü vatan topraklarındaki kahreden karanlığı. Silip süpürdük karanlığı. Kağnılar gidiyordu Akdeniz’e doğru, mermiler, tayınlar, cılız ayaklar ve o ayakların üzerinde Allah’ına dil uzattırmayan inanmış kafalar gidiyordu. Ve bir memleket ki dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanıyordu. Uzanıyorduk. Maraş’ta, bu toprakların mahremine uzanınca Fransız eli, yüz yılların alışkanlığıyla, dünyanın en sıradan işini yapar gibi sakin ve alnı inancı gibi parlak bir adam ayağa kalktı.Yüreklerimize Sütçü İmam adıyla nakşedilen bu adam, başörtüsüne uzanan işgalci eli kırıp, kurtuluş kavgasının altındaki kıvılcımlardan birini savurdu fetret karanlığına. Orada ve o gün uğruna ölüme yürünen şey, bugün üniversite kapılarından geri çevrilen başörtüsüydü. Ve bu vatının bin yıllık mahremine Fransız eli uzandı diye, Anadolu’nun elli bin yönünden elli bin isyan cephelere doğru koştu. Cephelere doğru koştuk. Durduğu yerde tutuşan ağaçlar gibiydi her biri ve ülkenin ortalarında kurulan körüğe doğru atıyorlardı alev alev bedenlerini. Alev alev bir şeydi başörtüsü be bin yıllık vatan gibi duruyordu kızlarımızın başında. Ki ona Maraş’ta uzanan ele, o gün, orada hesap sorulmasaydı, işgalci avuçlar taa Malazgirt’e kadar gidip, beyaz gömleğinin içindeki Alparslan’ın boğazına sarılacaklar ve o muzaffer orduyu bin yıl sonra kahreden bir ihanetin içinde boğacaklardı. Fakat tersanelerimizi, fabrikalarımızı, çiftliklerimizi, camilerimizi ve dahi payitahtımızı işgal eden güç, Maraş’ta yırtmak için uzandığı bir başörtüsünün ateşiyle yandı. Ve tüm vatan sathına yayılan yangın, kağnılar, kırık dökük tüfekler, soğuktan üşüyen askerler, çıplak ayaklar, cılız bedenler, sayılı kurşun, sayılı top, sayılı mıh ve sayılı tayın olup Sakarya’ya, Dumlupınar’a, Kadifekale’ye doğru aktı. Doğru aktık. Dinleyin efendiler, üniversite kapısı önünde ağlattığınız şu kız, Sütçü İmam’ın kızıdır. Yüzüne kapıları örttüğünüz bu çocuklar, Mustafa Kemal’in ardı sıra İzmir’e kadar koşan kavruk Anadolu Yiğitlerinin evlatlarıdır ve dahi onların hepsi Mustafa Kemal’in çocuklarıdır. Onların hepsi, Karayılan’ın, Kazım Karabekir’in, Nene Hatun’un, özgürlüğe tüfek taşıyan Karadenizli takacıların, Sivaslı şehitlerin, Afyonlu efelerin, Kütahyalı çetelerin, Antepli gazilerin, Maraşlı kahramanların, Urfalı aslanların evlatlarıdır onlar. Onlar Milli Mücadele’nin ve bir gün dahi düşmana tahammül edemeyen dev isyanın çocuklarıdır. Yüzlerine bakın ve bir kere düşünün bunu. Bir kere…yoksa içlerindeki Sütçü İmam ayağa kalkacak. İDRİS ÖZYOL-LANETLİ SINIF: Ne Mutlu Bana ki Lahmacun Yiyebiliyorum (1999)
  18. Başörtülü ilk milletvekilinin sitesinden, Hasan Karakaya'nın bir yazısı... Tespitlerimi ben tekrar yapacağım ama konuyu bilmeyenler bunları da okumalı... Kimin yazdığına takılmayın, ne dediğine takılın...
  19. Konuyu tekrar başlangıçtaki güzergahına çekmeye çalışacağım önümüzdeki birkaç gün içerisinde. Bu yüzden baştan beridir anlattığım şeyleri özetleyim, yeni buluntular da eklemeye çaba göstererek ilerleyeceğiz... Bu sebeple bu konu altında türban'ı tekrar tartışacağız...Başından...En başından...
  20. Dar'ül Harb'ten başlayalım. Ben, üstünkörü de olsa kaynaklarla uğraştığınız için Dar'ül Harb'i anlarsınız diye açıklamadım siz islamın savaş açtığı ülkeler olarak anlamışsınız. Ben orada, başkaları yanlış anlamasın diye Türkiye bir islam yurdu değildir zira şeriatle yönetilmemektedir dedim...Dolayısıyla konuya dahil olanlar Dar'ül İslam'ın şeriatle yönetilen müslümanların egemen olduğu devlet Dar'ül Harb'in ise şeriatle yönetilmeyen müslümanların egemen olmadığı devleti belirttiğini göstermeye çabaladım. Harb'i görünce hemen savaş alanı diye neyse...balık sevdam olmasa bir balıktan bahsedecektim ama... Dar'ül Harb'in ne olduğunu yukardan beri anlatımınızdan çıkardığıma göre hiç bilmiyorsunuz...Öyle görünüyor ki İslam Şeriati hakkında da bilgi sahibi değilsiniz...İnanmayanlara hayat hakkı tanımamaktan seçme seçilme hakkından falan bahsetmişsiniz...Sapla odunu karıştırıyorsunuz. Bahsini ettiğiniz irtidat edenler olmasın...Osmanlının islami bir devlet olduğunu farzedelim, bu devlet inananlarla inanmayanları bir arada yaşatmadı mı? Niye Osmanlıdan örnek veriyorsun diyenler olabilir, o zaman da size hemen aşağıdaki masal diye bahsettiğiniz yerleri hatırlatırım. Hadislere masal diyen sizsiniz....Mecburen Osmanlı dan örnek vermek zorunda bıraktınız beni... Bir de yukarda neye dayanarak buna hakkınız yok diyorsunuz demişsiniz...İslamın şeri hükümlerinin medeni hukukta uygulanmasını istemeye hakkım olduğuna dair kanuni tek bir metin var mı? Bunu yasaklayan metin var mı? Birincisinin cevabı hayır, ikincinin cevabı evet. İslam'i hükümlerin kanuni düzenlemeler şeklinde bu ülkede yaşayan tüm halka teşmil edilmesini istemek şeriat istemek demektir ki, bunun dillendirilmesi suçtur. Yani ki, buna hakkınız yoktur. Hakkınız olan, dinin ameli cihetinden gereklerini isteyebilmektir. Amelin ne olduğunu yukarda belirttim. ASYE ile alakası yoktur. Rahmetli Hegel'de sizin düşüncelere benzer şeyler savunmuştu bir tarihte. Mussolini amcam da kendisine onu söylemlerini referans almıştı. Önemi devletin bekası için feda edilmeyecek şey yoktur. Devlet aklı kişilerin aklından, devlet oyu kişilerin oyundan, devletin partisi kişilerin partisinden, devletin düşüncesi halkın düşüncesinden daha ehemmiyetlidir. Demokrasiden herkese birşey vardır. Size ne denildiğinde alınacak muhtemel cevap o halde sana nedir? Demokrasi sadece laikliği savunmak değildir. Demokrasi sadece secülerizmi, ateizmi savunmak değildir. Demokrasi islam düşmanlığı demek değildir. Demokrasi bunlar olmayınca biz de size demokrasiden deriz. Demokrasi devletin gücünün sınırlanması halkın gücünün palazlanması, hürriyetlere daha geniş bir alan açılması olunca demokrasiden size ne deriz... inanlar inanır inanmayanlar inanmaz...Bunun tayini zat-ı alinize düşmez...Yukarda belirttim. Türkiye de yaşayanlar buranın kendi yurtları olduğunu varsaydıklarında ne olacak. Türkiye benim yurdumdur Almanya ise değil. Almanya ya ne diyeceğiz. Gavur yurdu. Yani elin yurdu. Müslümanlar bunu Dar'ül İslam ve Dar'ül Harb olarak ikiye ayırmışlardır. Konumuzla alakalı olarak Dar'ül Harb kelimesini hatırlatmamın nedeni yukardaki yazıma tekrar tekrar tekrar bakınca görülecektir. Burada bir islam hukuku uygulanmamaktadır. İslam hukuku uygulanmayan yer de müslümanlar islam hukukunu talep edemezler ancak Dar'ül Harb te dahi ameller (inancın-dinin yapılmasını ve yapılmamasını emrettiği şeyler) yapılacaktır. Dar'ül Harb'te olsada müslüman içki içemez, faiz yiyemez, zina edemez, oruç tutar, namaz kılar vs. vs...Türkiye ye açılması gereken bir savaştan bahseden yok...Saç.malamanın ne yeri ne de zamanı... Şakla.banlık benim açımdan bir çıkar sağlamadığı için yapmam kimsenin de açmış olduğum konu altında yapmasını istemem. Dar'ül harb sözü sizi korkutmasın. Köktendinciler derse korkun. Onların Dar'ül harb'e biçtikleri anlam cihad alanıdır. Yani savaş alanı. Arada böyle bir fark var. Farkı farkedebildiniz mi? Üzerinde durduğum şey Laik düzende dini yaşamanın yolları...Bir savaşın üzerinde durmuyorum. Türban konusu benim açtığım başlığın kendisidir ve soru konunun gidişatı başörtüsü ile üniversiteye giriş serbest midir dir? Zira, laikliği transfer ettiğimiz Fransa da dahi üniversitelerde başörtüsü yasak değildir. Devlet memurlarını, ilk ve ortaöğretimi es geçebilirim. Üniversite özerk yapılardır. Üniversiteye giden herkes devlet katmanlarında bir yere gelmek için gitmez. Niye üniversiteye giden bir kızın başı açtırılmak istenir öyleyse. Laikçi elitler dine hasımdırlarda ondan. İslamın hiçbir yüzünü görmek istemezler de ondan. Müslümanlığı çağrıştıran herşeye düşmandırlar da ondan...Bu düşmanlık ancak ve ancak demokrasinin tam manasıyla egemenliği ile ortadan kaldırılacaktır da o yüzden demokrasiyi kendi tekellerine almaya çabalamaktadırlar ve müslümanların demokrasiden anlamayacaklarını, islamın demokrasiye engel olduğu bu yüzden sürekli tekrarlarlar. Mesele islamın demokrasiye aykırı olup olmaması değildir, mesele müslümanların demokrasi içerisinde yaşamalarıdır. Şeriat demokrasiye aykırı olabilir, o halde müslümanlar demokratik haklar talep etmekte haksızdırlar denebilir mi? HAYIR. denemez. Odunla samanı karıştırmak olur bu...Böyle de bir savunma olmaz.
  21. Rivayeti kurcalayan sizdiniz. İç çamaşırdan bahsetmiyorduk, kim jartiyeri hangi çağda icat ederek iç çamaşırının üstüne geçirdi meselemiz herhalde bu değil. Mesele Başörtüsüyle ilgili ayet indiğinde mümin kadınların ayetin gereğini hemen yerine getirmeleriyle ilgili bir hadisin mevcut olması. Kur'an da veya islamda başörtüsü yoktur söylemi de 28 Şubat sürecinden sonra Türkiye de ortaya atılmıştır. Bu da başka bir takım şeylerin emaresidir. Niye bu zamana kadar hiçbir aklı evvel islamda başörtüsü yoktur demiyordu... İslamın şeri (hukuki diyelim) hükümleri olduğu malum. Kendisinin laik olduğunu özellikle ve defaatle belirten bir düzende bu hükümlerin hayat bulması mümkün değil. Bunun olmasını istediğinizde devletle çatışma kaçınılmaz. Devletini ve hayatını seven bireyler olarak bundan uzak duruyoruz. Pekiyi bu şeri hükümler nelerdir. Hepsini saymaya ne gücüm, NE BİLGİM ve ne de ne de ömrüm yeter. Sadece birkaç örnek verelim. Medeni hukuk alanındaki düzenlemeler mesala. Şahitlik, miras hukuku, ceza hukuku gibi. Yani zinanın haram olması cezasının belli olması gibi. Buna kısaca islam hukuku diyoruz ki kaynağı şeriattir. İslam hukuku laik düzende uygulanamaz, bu yönde de müslümanlardan gelen bir talep yok...İslam hukuku ancak ve ancak islam devletinde uygulanabilir. Bunu belirtmemin bir manası da yok zannımca...Zaten medeni düzenlemeler deki haklar da islamın tanıdığı haklar dan bana kalırsa çok da farklı değil. (kadına daha fazla hak tanınmıştır seçim gelmiştir falan denilebilir ben genel mantıktan bakıyorum, bunları tartışmanın anlamı yok)... Geriye ne kaldı...Dinin ameli ve iman boyutu. İman da sadece düşünüşle alakalı olan birşey ona da isteseniz de karışılamaz. Mesele imanımızın gereği gibi amel etmekte kalıyor. Yukardaki şeri hükümler ancak ve ancak bir islam devleti olduğunda mümkün olan şeylerdir böyle bir devlet olmadığında müslüman darul harbde dinini nasıl yaşayacaktır bunu tespit etmemiz lazım. Zira islam nazarında Türkiye islam devleti değildir. Türkiye de yaşayan müslümanlar dinlerini ameli boyutta nasıl yaşayacaklardır...Mesele budur. Yani oruç tutmak, namaz kılmaz, zekat vermek, kurban kesmek gibi meseleler...(başın örtülmesi de bu saydıklarım mesabesindedir) Yukardan beridir açıklamama dikkat edildiğinde başörtüsünü istiyorsunuz ama niye şeriati istemiyorsunuz, tutarsızsınız denmesi garip bir yaklaşım olur. Zira hiçbir şekilde bunu isteyemezsiniz. Böyle bir hakkınız yoktur. Zaten yaklaşık 1 (yazıyla bir) asırlık laiklik serüvenimizin bize öğrettiği şey de şeriat istemenin yasak olduğudur. Haddi zatında daha önce belirttiğim gibi; Hangi hükmü kim yorumlayarak bir şeriat devleti kuracak. Biz müslümanlar bir başörtüsü meselesinde bir araya gelip de bir şeyi savunamıyoruz da şeriat devleti konusunda mı bir araya toplanacağız...Bu yönde bir talebin olduğunu da ben bilmiyorum, belki de birkaç fırka olabilir...O da ayrı bir görüş tabi ki... Laik düzende din yaşanamaz veya ya dinin tamamını istersiniz veya hiçbirini isteyemezsiniz diye bir sınırlama yoktur. Yine demokrasi içerisinde kişilerin dini bir takım taleplerle siyasi faaliyet gütmeleri (salt dini siyaset yoktur-yasaktır) de yasak değildir. Niye başörtüsü konusunda siyaset yapılamasın. Üniversiteye girişte başörtüsü yasak olursa ve bundan etkilenen birçok insan olursa, bu konuda zorda kalanlar bu isteklerine, bu zorluktan kendilerini kurtaracak olduğunu vehmettikleri siyasi partilere oy verebilirler...Zaten seçimin felsefeside budur. İsteklerin cevaplanacağını düşündüğünüz partiye oy vermek... Başörtüsü konusunda bir yasak olmasaydı, herhangi bir siyasi parti başörtüsüne özgürlük getireceğim diye vaatte bulunabilir miydi? Hayır... Laik düzen içerisinde dinini yaşamak isteyen insanlara reçeteniz nedir katakuta...YOL GÖSTERMENİZİ BEKLİYORUZ... Biz dinimizin şeri kısmından ödün veriyoruz (inkar etmiyoruz ama laik devlette uygulama mümkün değildir-buranın dar'ül Harb olduğunu vehmediyoruz ve müslüman ülkesi olmayan bir yerde din nasıl yaşanırsa o kadar dini yaşamaya çaba gösteriyoruz.)...Ama amellere dar'ül harb de dahi yasak konulamaz, engel olunamaz. Yani namaz kılmanız, oruç tutmanız, başınızı örtmeniz (ki bu da ameli bir cihettir) konusunda yasak konulamaz...Şeriat te ancak din devletinde uygulanabilir bu yönde bir talebimiz de bu sebeple yok...Biz bir kısmını yaşayalım bari diyoruz....SİZ NE DİYORSUNUZ.... Demokratik haklar nelerdir katakuta...Bunun ayırdına vardığınızda tartışmaya devam ederiz...
  22. Abraham, eğer klavyende nokta, virgül gibi karakterler yoksa sana yeni bir klavye alayım... Gözünü seveyim, birşey anlamadım, şu yazdığın metinde bir ironi varsa anlat. Manası ne yukardaki metnin..Demek istediğini bir daha lütfen demek istemeden diyerek yaz...Kısaltma yazını, uzun uzun yaz...
  23. arkadaşlar, bize birşey malum olmuyor, arif olan da yok sanırım ki içimizde söylediklerinizden söylemediklerinizi de anlayalım.. o halde, lütfen yazdığınız metinleri biraz daha açıklayarak daha uzun yazın...Kim, kime karşılık vermiş pek anlaşılmıyor açıkçası, kim ne diyor bunu ayıramayabiliyoruz...
  24. Samimiyim, samimisin, samimi, samimiyiz, samimisiniz, samimiler.... ******...Hale bak yahu...Yahu arkadaş, bilimi öne almış bir çağda yaşadığımızı ve dogmalardan uzak olmamız gerektiğini söyleyen siz değil miydiniz. insanlar Samimiyet testine tabii tutacak bir alet mi var...Hulle hakkı demiş, kocanın dörde kadar yolu var demiş, kocanın dövme hakkı var demiş....Vay canına amma güzel şeyler söylemiş...Haklar karışmış, yükümlülükler karışmış, kadının isteyeceği, istemeyeceği şeyler karışmış, dinin hükmü karışmış, yol karışmış, otoyol karışmış, Bir taraftan dinin tamamının uygulanmasıyla olabilecek şeri hükümler bir tarafta dinin yaşanmasıyla ilgili hükümler karışmış. Din devletinde yaşasaydınız bahsini ettiğiniz şeyler gerçekleşmek mecburiyetinde idi. Böyle bir devlette yaşamıyorsunuz ama dininizi de yaşamak istiyorsunuz ne olacak,,,Hangi Laik devlet ya dininizin tamamını yaşarsınız veya hiçbirini yaşayamazsınız der...Hiçbiri...Bahsini ettiğiniz hak ve yükümlülükler ancak ve ancak şeri düzeni esas alan bir devlette istenebilir. Bunu istemeyen müslüman kadınlar dinin ameli boyutunu yaşayabilecek haklar istiyorlar...Dinin şeri düzeni ilgilendiren kısmını istemek laik devletle çatışmayı doğurur. Bunu isteyen de yoooookkkk... Başörtüsü konusunda diretmeyen bayanların samimi olmamaları mı gerekir? Samimiyet...Sorumuz şuydu...Türbanını çıkartanlar başörtüsü ile girebilecek midir...Zira siyasi simge olarak kodlanan şey türbandı. O halde türban yerine başı örtü ile örterek girilecek yere girebilirdiniz...Bu mümkün mü? HAYIR... O halde, samimiyetsiz kim...Kim...Cem UZAN mı dediniz?Ne alaka? Hayrettin karaman'ın eteğine dolanmış ondan sonra...Bugünkü eteklerinize bir bakın, altta bir de astar var...Doğulu kadın'ın sararak örttüğü eteğe bakın...Tek parça mı, Tek parça ama iki kat dolanmış vaziyette, katlardan birini yırttığınızda altta tek kat kalır, bu da görülmeye engel olur ama güneşin fazla olduğu bir coğrafya'da tek kat ve beyaz elbiseler içeriyi gösterir. Efdal olan ayet indiğinde ayetin isteğini yerine getirmektir. Onlar'da önce eteklerinin üst katını yırtmışlar ve başlarını kapatmışlardır. Örneğinize değinelim. Kişinin hırsızlık yapması ağır bir cezayı gerektirir. Ancak gasp daha ağırdır. Zira hem mala karşı ve hem de kişiye karşı bir eylem vardır. Daha önce gasbın yasak olduğuna dair bir ceza hükmü kanunda olmakla beraber hırsızlığa dair bir hüküm yoktu diyelim. Yalnız hırsızlığa dair daha sonra bir hüküm konuldu diyelim kanun koyucu tarafından, bu durum da gasb helalleşir mi? Saçmalamanın anlamı yok, bunun adı düz mantık dahi değildir... Pekiyi müslüman kadın deli midir ki, böyle bir şeyi bilemeyecek...Başaçıklığını yasaklayan bir ayet geldiğinde bacakların açılması helalleşmez...Ancak, örtünmenin kendine has gerekçesi, vücut hatlarını belli etmemekle anlamlıdır. Bu da yukarda belirttiğim gibi iki katlı bir giysiden ibarettir. Yoksa yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olur ki, vs. vs.... Bacaklar açılmamıştır...Müslüman kadın ne yaptığının farkındadır... Laik sistemle İslami düzen arasında ayrımlama yapıyorsunuz... Biz sadece laik düzen üzerinden konuşuyoruz...Konunun başından itibaren bakın...Laik düzende halk demokratik mekanizmalarla dini bir takım isteklerde bulunursa ne olacak sorulardan biri de bu olsun bari...Diğer sorumuz başlığmızın ta kendisi...Özellikle üniversite paralelinde...Bir diğeri Türkiye'de laiklik neden kendisine bir hasım seçmiştir...Niye siz bu hasmı seçiyorsunuz...
  25. Sanırım Cuma günü, hayli önemli bir çabanın ürünü olan "...?:" böyle bir cevap vardı. Bugün baktım cevabım yok...Buna hiç bir anlam veremedim, inşaAllah hatayı ben yapmışımdır ama her ne ise.... Şimdilik böyle bir metinle devam edelim.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.