bekir tarafından postalanan herşey
-
devrım kacınılmazdır!
Sardunya kardeş, bir ara İsmet ÖZEL'e; üstad, bizlere flu bir karanlığın içinde ağacın arkasındaki adamları işaret edip taşlamamızı söylüyorsunuz, çıkartın şu adamları ortaya da biz açıktaki ve kim olduklarını tam olarak bildiğimiz şu adamları taşlayalım diye attığım mesaja:iyi düşün Bekir diye cevap göndermişti bana... Sardunya bir düşman varsa tam olarak görmek isterim. Netleşmesini isterim. Zira düşmanı yanlış tespit ettiğimde gerçek düşmana kullancağım cephaneyi ona kullanırsam gerçek düşman beni rahatlıkla alt edebilir. Bu sebeple konu içerisinde flu olarak gördüğüm düşmanlardan bahsedeceğim. Karşı devrimi Atatürk devrimlerin yapıldığ an ve günde kim karşı devrim yaptı. Karşı devrim bu kadar hızlı olur mu? Karşı devrim değilde devrimlere halkın ısınamaması, tepki duyması olabilir mi? Vücuda yabancı birşey zerk ederseniz vücut buna tepki vermeyecek midir? Verecektir. Toplumda buna benzer onun ihtiyacı olmayan birşeyi ona verdiğinizde zorlanacaktır, ihtiyacı bırakın toplumun yapısına uymayan bir şeyle toplumu yaşamaya icbar etmeye çalışırsanız tepki daha büyük olacaktır. Laiklik böyle bir durumun numunesidir. Din devleti kurmaya çalışanların neye hizmet etmeye çalıştıkları hakkında bir bilgileri olduğunu ben de sanmıyorum. Aslında din devleti peşinde koşan kişi sayısının 100 kişinin parmakları sayısının toplamından fazla olduğunu sanmıyorum. Milliyetçilik kavramının bugüne kadar içine ben dolduramadım. Hayli de uğraştım. Demokrasi gibi herkes bir taraflara çekiyor... Çok kere "Tarih, bugünün şartlarıyla değerlendirelemez" sözünü duymuşuzdur. Ben fazla itibar etmem. Yanlış bugün yanlışsa, geçmişte de yanlıştır. Sadece o zaman şartlar biraz daha farklı olabilir. Her ne ise, benim açımdan eleştirilemeyecek olan kişi/ler sadece peygamber/ler/dir. Dolayısıyla onların haricinde kalan herkesin yaptıklarını eleştirebilirim. Dikkat ettiyseniz eleştirilerimden nasibini almayan pek fazla insan yok. Dolayısıyla bir mit haline getirilen Atatürk'ün de yanlışları varsa eleştiririm. ve bana kalırsa vardır. Şapka kanunu böyle bir yanlıştır. Şapka kanununu sadece şapka takmakla ilgili düşünmeyin, bu kanun nedeniyle asılan insanlar aklınıza gelsin. Latin harflerine geçişte bana kalırsa böyledir. Tabiki bunlar ayrıca tartışılabilir ama benim demek istediğim Atatürk'ünde yanlışları vardır. İsmet İnönü bir dönem Atatürk'ü içki masasından devlet yönetmekle suçluyor. Ki İnönü, Atatürk'ün silah arkadaşı. Çeşitli cemaatler bunu yapıyor olabilir ama hiç cemaat yüzü görmemiş bazı müslüman kardeşlerimiz içerisinde hazzetmeme durumu vaki. Müslüman olmayan veya müslümanlığının gereklerine pek itibar etmeyen bazı insanlarda hoşlanmıyor. Bunda birçok şey etken olabilir ama sürekli olarak insanlara Atatürk'ü sevdirmeye çalışmak da bunda etkin rol oynuyor olabilir. Atatürk'ü insanlar bu milleti zilletten kurtulmakta başkomutanlık yaptığı için, bu milleti örgütleyip, yok oluştan bir devlet kurduğu için sevmemeliler ama kimse kimseyi sevmek zorunda da değildir. Devletimizin bir kısım zevatı onu sevmeyi herkes açısından bir zorunluluk olarak görüp buna göre işlemler yapıyorlar ki, bazı insanlarda böylesi bir eğilime tam tersi istikamette tepki verip Atatürk'ten nefret etme yolunu seçiyorlar... Tehlike meselesine gelirsek; tehlike bu kadar basit birşey olmasa gerek. Yani Atatürk'ün din düşmanı olarak bellenmesiyle Cumhuriyetin tehlikede olması sonucuna düz mantıkla ulaşamadım ben. Cumhuriyetin tehlikede olması için daha komplike şeylere ihtiyaç vardır. Ve tehlikede olan hangi islam...islam derken ehli sünnet itikadını esas alan bir islamdan bahsediyorsak onun tehlikede olması yeni bir vakıa değil neredeyse hulafa-i raşidin döneminden sonra sürekli olarak tehlikedeydi. ictihad kapısı kapandıktan sonra tehlike doruğa ulaştı ve şu an o noktadan ileri bir yere gelmedi islam. Cumhuriyetin tehlikede olmasıyla islamın tehlikede olması arasında bir kolerasyonu tam olarak kuramadım, ancak denilmek istenen; Cumhuriyet rejimi olmayan bir ülkede uygulanacak olan islam Taliban vari bir islamdır ise; çeşitli tarikatlar içerisine girip çıkmış biri olarak ben niye böyle düşünmüyorum. Yani niye ben Taliban vari bir islam devleti kurulmasından yana değilim. Ben bir istisna mıyım? Hiç sanmıyorum. Cemaatlerde yetişmiş birçok insan tanıyorum ve asla böyle bir amaç peşinde olduklarını hissetmedim. Ben bu amaç peşinde değilim. Daha önce de dedim ki, artık bir islam devleti kurmak mümkün değildir. Mücdehid yoktur ki, islam devleti kurulabilsin. Hangi nassı kim yorumlayıp bir islam devleti kurabilsin. Hz. Peygamber devri ve Hulafa-i Raşidin devrini esas almayan bir islamı Türkiye de yaşayan hiçbir müslüman esas almaz. Onun da kurulması imkansız. Kimse bir suudi şeriati veya Taliban Şeriatinde yaşamak da istemez. Ben kendi adıma cemaat yüzü görmüş biri olarak istemem. eeee, kimden ne için korkuyoruz öyleyse...Bu ülkeye şeriat gelmesi ihtimali; benim ayın gülümseyen kesiminde Marliyn Monro ile dans etme ihtimalim kadardır. Her ne kadar müslüman sayısı Türkiye de azalmadı ve arttıysa da bu artış bir din devleti istemiyle değil daha fazla islamı yaşama isteğiyle buluşabiliyor. Dahası bu koca kalabalık (Dikkat edin kalabalık diyorum, zira bir ülke etrafında birleşmeleri mümkün görünmüyor) bir türban konusunda dahi tam olarak mutabakat sağlayamadılar, İmam Hatip Lisesi konusunda mutabakat sağlayamadılar da şeriat devleti hakkında mı mutabakat sağlayıp, Cumhuriyeti ortadan kaldıracaklar...Türbanı veya başörtüsünü kurtaramayanların kurabilecekleri bir şeriat devleti olabilir mi? Evet, kabul etmek gerekir ki, bir kaç küçük fırka parmak sayısı aklınıza gelsin, böyle bir amaçla hareket ediyor olabilir. Ama bu kişileri görerek cumhuriyet tehlikededir çıkarmasına ulaşmak bana mümkün görünmüyor. Cumhuriyet değil devletimiz tehlikededir...Halk, gençlik tehlikededir...Asli kimliği bertaraf edilmiş, toprakları paylaşılmış bir ülkenin evlatlarıyız. İşsizlik hat safhada, etraf üniversite mezunu hıyarcılarla dolu. Devrim değil, hayat tehlikede...Atatürk devrimleri bu gençlik, bu devlet böyle pespaye olsun, sürünsün diye mi yaptı... oportünizme bulaşmadan, hem nalına hem mıhına vurmadan sözümüzü bitirirsek; devrimler değil, gençliğimiz tehlikededir, cumhuriyet değil, cumhur tehlikededir, islam değil, müslümanlar tehlikededir... Yanlışı tespit ettikten sonra doğruyu bulmak kalır...Doğru ise gençliğimizi bu cendereden nasıl kurtaracağız meselesinin cevabı olan şeydir. Devrimleri nasıl koruyacağız, kanlı mı olacak kansız mı, Cumhuriyeti tehlikededir onu nasıl koruyacağız soruların cevapları doğruyu buldurmayacaktır. Zira sorunun kendisi yanlıştır ve yanlış sorunun buldurduğu ancak ve ancak yanlış cevaptır. Bunun cevabının bulmak ise çok fazla çaba gerektirir ve.... Not: Fazla doymuş karın düşünmeyi engellermiş, fazla aç kalmışıda engelliyor olabilir...
-
devrım kacınılmazdır!
Selamlar... 1. siz kimsiniz. Neyi devirip yerine ne koyacaksınız diyorduk. Cumhuriyetimizin kaleleri. Mafya-Tarikat yönetimi, Kemalist devrim, Cumhuriyetimizi yıkacaklar, toplumu örgütlemek...Bu sloganlar acaba niye benim zihnimde bir yere denk gelmiyor. Toplum nasıl örgütlenecek, hangi toplumdan bahsediyoruz, cumhuriyetin kalelerinden dökülen kerpiçler hangi kalelerden tam olarak nasıl dökülüyor, Mafya-tarikat rejimini nasıl ortadan kaldıracaksınız, Niye onlar Cumhuriyetinizi yıksınlar, tüm kazanımlarını cumhuriyet rejimi sayesinde kazanmadılar mı? Evet sloganlar tamam, şimdi alt yapı kaldı, hangi halkı nasıl örgütleyeceksiniz. Kemalist devrimi 100 yıldır benimseyen ve hatta karşı devrime girişmiş bir halkı nasıl örgütleyeceksiniz. Kime karşı örgütleyeceksiniz. Sahi bu halk hiçbirşeyin farkında değilde bir tek sizmi farkındasınız. Yada biz mi farkındayız... Sloganları bırakıp gerçeklere geçersek; Türkiyede islamın önemli ölçüde güç kazanması vardır. İktidarda olan parti birçok gafilliğe imza atmaktadır. Toprak satışları, Lübnana asker gönderme, PKK karşısındaki tutum, AB konusunda onurlu duramayış, ABD karşısındaki emre amade çoban kö.pekliği tavrı (abartılı oldu biliyorum ama artık bu duruma ziyadesiyle kızıyorum), sürekli çıkardığı kanunları bir diğeriyle değiştirmesi, herkesten emir alması gibi nedenlerle AKP'ye ben de kızıyorum. Ancak bu halk seçim sandığına gittiğinde çok farklı nedenlerle oy kullanmıyor. 4 tane (bir tane daha eklenebilir) nedenle oy kullanıyor. Milliyetçilik duygusu (Kürt-Türk farketmez), İslami talepler, birazcık sol zihniyet işsizlik...Cumhuriyetin temel nitelikleri falan oy konusunda halkı o kadar ilgilendirmiyor bana kalırsa. Bu halka Cumhuriyetin kaleleri gidiyor, mafya-tarikat örgütlenmesi var diye giderseniz şamar oğlanına dönersiniz ve kuyruğunu apış arasına alan bir mahluk gibi geri dönersiniz. İşte bu durumun farkında olan partiler de seçim yatırımlarını buna göre yapıyorlar ve sloganlarını buna göre belirliyorlar... Halkı bir yere çekmek kolay değildir, bir yerde olan halkı yürütmek ise mümkündür. Bu sebeple halkla devrim yapamazsınız. Daha önce olduğu gibi halka karşı devrim yapabilirsiniz. Türkiye de devrimi koruyup kollama derdinde olan yegane güç ise Askeriyedir. Hem de örgütlenmiştir. Dolayısıyla attığınız sloganlar veya sözleriniz ancak onlar tarafından dikkate alınarak doğru yöne kanalize olabilir. Ama askerin yaptığıda devrim değil darbedir. Konunun başlığının dolayısıyla devrim kaçınılmazdır değil, Atatürk devrimleri için darbe kaçınılmazdır olması gerekir. Darbe kaçınılmaz olduktan sonra halkın hemen hiçbir önemi yoktur. O her zamanki işlevini yerine getirir. Yaparsınız anayasayı ve halk meşruluğunu tasdik eder. 61 ve 82'de olduğu gibi. 2007'de aynı şeyi yapacaktır. Sanırım. Ama benim merak ettiğim şey 1920'li yıllardan beridir neden halk daha tam olarak Atatürk Devrimlerini benimseyemedi de sadece aydın kesimi (bir kısım) bu devrimleri benimseyip koruyup kollamaya çaba gösteriyor...Bu da ayrıca tartışılası bir konu...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Selamlar... Kırmızı yazılar YAM YAM'a aitttir... Bir başka başlık altında size türban yasağının (kılık kıyafet yönetmelikleri ile yasaklanmıştır) dayanağı olan anayasa maddelerini saymıştım. Devletin bir dini olamayacağını, bağlı oldukları kurumlarda devleti temsil edenlerin de görevleri esnasında taraflığını ifşa edecek nesneleri taşıyamayacaklarını söylemiştim. Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar, devlet memurlarının işe gidip gelme esnasını kapsıyor sayın bekir. Bu kararı beğenmeyebilirsiniz. Ama bunlar üzerinden devleti din düşmanı olarak göstermeye çalışmak da abesle iştigaldir. Sayın yam yam, bu konuyu tartışmaktan ve anlatmaktan yoruldum. Yasak Anayasa metni veya yönetmelikle konulmaz. Yasaklar Kanunlar, Kanun hükmünde kararnamelerle konur. Anayasa Metinleri yol göstericidir. Ama hiçbir iktidar halkı doğrudan karşısına alamaz. Dolayısıyla böyle kanunlar çıkarmak zordur. İktidar malumunuz üzere seçimle belirlenir ve seçmenler halktır bu sebeple böyle bir yasağı iktidarlar sol olanlar dahi göze alamazlar. CHP'nin seçim öncesi başörtüsü ve Yasar Hocayla beraber gerçekleştirdikleri eylemlere bakabilirsiniz. Ancak, bürokrasinin böyle bir kaygısı yoktur, onlar kanun bulamayınca anayasa metnini devreye sokmuşlardır ve kanun olmadan bir sonuca varmışlardır. Devleti neler üzerinden din düşmanı ilan edebiliriz bana onu söyleyebilir misiniz? Sanmıyorum. Devleti böyle konumlandırmıyor. Bir kısım elitten bahsediyorum. Dokunulamayan, seçilemeyen bir kısım elitten...Halkın üstünde kendilerini gören zevattan...Ben de laiklik konusunda sizinle aynı fikirdeyim. Madem bu ülkede laiklik denen birşey var o halde her şey aslına rücu ettirilmelidir. Benim derdim, halkın oyu ile bazen laiklik ilkesi karşı karşıya gelebiliyor bu noktada ne yapmak gerekir meselesi. Yoksa laikliğin tanımı bana göre belli. İki saç ayağı üzerine kurulu bir sistem. Ne devlet dinlere karışacak ve ne de dini kendisine karıştırıcak. Düşünce özgürlüğünü sağlayan ilke falan demeyeceğim. Ancak bu noktada ortaya Türkiye de acaba seçkin elitimiz devletin dine karışmamasını istermi? Hayır. Türkiyede işleyen sistem devlet dine karışmalı ama dini kendisine karıştırmamalı. Bu laiklik adına da yanlıştır. Türkiye'nin Kurucular Diyanet'i kurdurmuşlardır ki sünni islam inancını ılımlı bir hale koymak içindir bu...Danıştay'ın sokak ile ilgili vermiş olduğu karar ise bir tutumun ifadesidir. Beğenip beğenmeme meselesi değildir. Laiklik ilkesi gereğince kamuda dini bir şeyi yasaklamış olabilirsiniz, bunun (kanun olmadığı halde) laiklik ilkesine dayandırılmasını anlayabiliriz ama sokaktaki yasaklamayı dayandıracak hiçbir gerekçe olamaz. O halde burada bir hasımlık meselesi vardır. Evet şu anki cumhurbaşkanı cumhuru temsil ediyor. İddia ediyorum ki, bugün sayın Sezer ile ilgili bir referandum yapılsa, büyük çoğunluğu Sezer'den yana olacaktır. Zira hala halkın büyük çoğunluğu cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmaktadır. Laiklik ilkesi de buna dahildir. Sizin sayınız sandığınız kadar fazla değil sayın bekir... Ben Cumhuriyetin temel nitelikleri denildiğinde hep biraz temkinli duruyorum. Bu sloganlaşmış sözü açıkçası pek sevmiyorum. Geçen yıl bu Cumhurbaşkanımız Ramazan ayı içerisinde güzel güzel suyunu içiyordu gündüz vakti. Halkın yarısından fazlası oruç tutarken kendisi umursamıyordu. Bana hep soğuk yüzlü geldi. Oruç içerisindeki o davranışı da bana kötü gelmişti. Yanlış anlaşılmasın oruç tutmayabilir, kimseyi bununla suçlayamayız, nihayetinde islama inanan birine pek benzemiyor, ancak temsil ettiği halkın yarısından fazlasınan oruç tuttuğunun bilincindedir herhalde. Ben sayımızın kaç olduğunun hiç çetelesini tutmaya çalışmadım. Her defasında da nicelik değil nitelik önemlidir dedim. Tabiki halktan bahsediyorsak sayı önem kazanabiliyor. Kimin sayısı daha fazla en azından bunu seçimlerde görüyoruz. Ama her ne ise, belki de haklı olabilirsiniz. Sayımız çok az da olabilir...O halde niye bizden korkuyorlar ...Referandumun ne ile sonuçlanacağını kimse bilemez. Aslında ben Cumhurreisinin doğrudan halk tarafından seçilmesi taraftarıyım. Böylece meşruluğu en üst seviyede olacaktır. İnşallah birgün Cumhurbaşkanını alicengiz oyunları olmadan (Türkiye de en sancılı seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimleridir ve hemen her seçim öncesi işe askerler de karışır) doğrudan halk seçer.. Laik bir devletin din adamı da, dini öğretmek amacıyla da okul kurması beklenemez. Ya bunu ülkedeki tüm dinler için yapacaktır, ya da hiçbiri için yapmayacaktır. Ancak "Diyanet" diye bir kurum olduğu için şu an devlet din adamı yetiştirmeye de mecburdur. Bunun dışında devletin din eğitimi veren okullar açması beklenemez. İşte meselerden bir tanesi budur. Türkiye tam manasıyla laik bir devlet değildir. Laik bir devlet bunu tüm dinler için dahi yapamaz. Sadece olsa olsa hiç bir dine karışmayacaktır. Madem laik bir devletimiz var Diyanet ilk kaldırılacak kurum olmalıdır. Laik olduğunu iddia eden hiç bir devlet din adamı yetiştirme tekelini üzerine alamaz. Din adamları kendi kendini yetiştirirler, ama dediğimiz gibi devletimiz laikliği işine geldiği gibi yorumlamakta, işine geldiği gibi kullanmaktadır. Rahibeler de hristiyanlığın simgesi olmuştur sayın bekir. Siz orada söylemek istediğimi anlayamadınız sanıyorum. Rahibeler ile ilgili verdiğim örneği "zorunluluk yoktur" gerekçesi ile geçersiz bulduğunuzu ifade ettiniz. Ben türban İslam'ı simgelemez diye bir imada dahi bulunmadım. Memnuniyetle hatırlatırım sayın bekir... Sanmıyorum. Evet rahibe gördüğümüzde aklımıza hristiyan olduğu gelir. Siz de sanıyorum benim kastımı anlamadınız. Bir inançta zorunlu olan ögeler vardır ve dolayısıyla yapılması mecburidir. Bunda kişilerin herhangi bir yapıp yapmama yetkileri ve hakları yoktur. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunlu değildir ancak islamda kadınların başlarını örtmesi zorunluluktur. Ancak 28 Şubat sürecine gelene kadar kimsenin aklına başörtüsü islamın nasslarında var mıdır yok mudur sorusu takılmıyordu. Rahibe olmak zorunlu değilken kişi böyle yaşamayı seçmiştir. Ve dahası rahibeler belli yerlerde ikamet ederler ve almak istedikleri eğitimi alacakları yer bellidir. Üniversiteler değil. Ancak başörtüsü 1. bir tercih meselesi değildir, 2. si islama herkes inanabilir ama islam onu belli bir eğitim almaya, belli bir yerde ikamet etmeye yöneltmez. Başörtülü biri üniversite okuyabilir, ama rahibeliği seçmiş biri bu tercihiyle üniversiteyi değil kliseyi seçmiştir. Dolayısıyla örnekte böyle bir hata vardır. Ama ben sanırım cümlelerimin sonunda Toplumdaki rahibe nüfusu kadınların %50'ye yakınını bulursa ve rahibelerin de bu kıyafetleriyle eğitim almak istemeleri gündeme gelirse ona da bir çözüm aranmalıdır gibi şeyler söylemiş olmalıyım. 1- Dini inanç gereği sınıfların haremlik-selamlık şeklinde ayarlanması istenebilir... 2- Eğitimcilerin, sadece hemcinslerinin derslerine girmeleri istenebilir... 3- Evrim teorisi dini inancına uygun olmadığı için derslerden bu konuların çıkarılarak dini inanca uygun olan yaradılışçı konuların konması istenebilir, ya da bu derslerden muaf tutulmak istenebilir.. 4- Ders saatlerinin namaz vakitlerine uyarlanması istenebilir... 5- "62/9- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır" ayetine istinaden cuma vakitleri için muafiyet istenebilir... 6- "5/51- Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. " ayetine istinaden bu inançta olanlarla aynı sınıfta bulunmak istenmeyebilir... 7- Anatomi derslerinde incelenecek kadavraların cinsiyetlerinin, bayanlar için bayan, erkekler için erkek olması istenebilir... 8- Ders aralarında da öğrencilerin birarada bulunacakları ortamların (kantin, cafe vs) haremlik-selamlık şeklinde düzenlenmesi istenebilir. 9- Mubarek gecelerden sonraki gün yapılacak sınavların ertelenmesi istenebilir. Zira öğrenci bütün geceyi ibadet ederek geçirmeyi isteyebilir. Korkularınızın hepsi bu muydur? Ben daha kötü şeyler bekliyordum. Bu şıkların birçok kısmı kolayca geçiştirilebilecek şeyler. Ben acaba şeriat devletinden bahseder misiniz diye bekliyordum. Dost edinmeyle ilgili sizinle upuzun bir tartışmamız oldu ama beni sanırım hiç dinlemediniz. Ama örneklere baktığımda hemen tamamı erkek ve kızların birbirinden uzak olmalarıyla alakalı... ...Neyse bolca vaktiniz var, daha korkunç taleplerimiz olmalı, böyle basit şeyler için canınızı sıkmayın. Yukarda bahsettiklerinizin olsada olmasa da pek fazla birşey değişmez. Şimdi ihtimal ki, nasıl değişmez diye bir çıkışta bulunabilirsiniz...Ben kendi açımızdan olmayada bilir demek istiyorum. Niye sınavlar ertelensin, ders arasında haremlik selamlık uygulamanıza gerek yok, biz daha pratik olarak kızları okutmayız olur biter ...Biz yahudileri dost edinmeyiz ama zor durumda kim olursa olsun ona yardım ederiz. Yaratılanın yaratandan ötürü değer arzettiğinin şükür ki bilincindeyiz. Kimseyi asıp kesmek gibi de bir derdimiz yok. Biz inanmayan herkesi doğru yol olan İslama davet ederiz. Dolayısıyla yahudiler de bir gün dostumuz olabilir. Cuma günü namaz vakti (10 saatlik bir süre değildir, 30 dakikada kılınır) izin verilse ne olur. Verilmiyor ne oluyor. Cumu günleri her yerde Cuma namazı eğer 11:30'da vakit giriyorsa 12:00 de kılınıyor. 12:50'de kılınırsa da 13:20 gibi biter 20'dakika inanan erkekler namaz kılsalar ve akşam bu vakti çalışarak telafi etseler ne olur. Konu tıbbi birşey olduğunda yasağın daralma ihtimali vardır. Hatta denirki doktora ayıp yoktur. Ama Siz söyleyin bu o kadar abartılı birşey midir? Yani kadavranın cinsiyeti bayan için bayan erkek için erkek olsa ne olur. Bir de Türkiye gibi mutaassıp bir toplumda yaşıyoruz. Gelişmiş şehirlerimiz de dahil, kadınlarımız doktora gittiğinde karşılarında erkek bir doktor gördüklerinde tedirgin oluyorlar. Kadınların özel hallerine daha vakıf olması gereken ve utanıp sıkılmayacakları hemcinslerinin onlara bakması daha iyi değil midir? Ama bu bir ütopyadır, zira biz daha bütün topluma yetecek doktor ihtiyacını karşılayamamışız. Her ne ise bu meselede bana kalırsa pek korkulacak bir mesele değil. Evrim teorisini gene dillendirmişsiniz...Ben karışmayacağım, şu an da da zaten ders kitaplarında tam olarak yerini almış değil. Namaz vakti ve ders saati (örneklerin birçoğu niye eğitim üzerinde acaba) meselesine de değineyim. Böyle birşeye gerek yok. Zaten öğle namazı vakti 10 dakikada geçen birşey değildir. Namaz 12:00-13:00 saatleri arasına denk geliyorsa öğretmen o saatte rahatlıkla kılabilir zira bu vakit öğle yemeği vaktidir, yok daha erkene geliyorsa yukarda belirttiğim saatin gelmesini bekleyebilir, yok 13:00 den sonraya geliyorsa ilk teneffüs arasında namazını kılabilir. İkindi namazı için de aynı durumun ikinci kısmı vakidir. Dolayısıyla bu da o kadar önemli değildir. Benim korkum bu müslümanlar acaba şeriatle yönetilmek isterler mi meselesi Belki siz tüm bunların inancınız için bir zorunluluk olmadığını düşünebilirsiniz. Ama başkaları kendileri için zorunluluk olduğunu iddia edebilir. O zaman ne yapacaksınız? her inanç gereğini yerine mi getireceksiniz? Üstelik bunlar yalnızca müslümanlar için... Ya diğer dine mensup öğrencilerin dini gerekleri ne olacak? Size konuyu hatırlatayım öyleyse sayın bekir... Sanırım bu sözlerinizi yukarda cevapladım. Diğer dine mensupların isteklerinin neler olabileceğini bilmiyorum, neler olabileceğini söylerseniz, ehemmiyeti olur mu olmaz mı tartışırız. En son kısma değinmek istemiyorum, alınılan eğitimle söylenen sözlere dair cümlelerim yukarda mevcuttur. Selamlar ile... Quote denilen şeyle uğraşmak istemiyorum o yüzden yazılarınızı kırmızıya boyamaya devam ediyorum...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
İşletme Fakültesi mezunu olduğunuzu öğrendikten sonra ciddi ciddi konumuza dönebiliriz. Yasağın meşru gerekçesi demişsiniz. Sayın yam yam meşru nedir? Sorunun cevabı zor...Halkın inançlarına uygunluk mudur? Veya yapılan eyleme yönetilenlerce verilen değer midir? Bunları geçeyim ve ben meşruluğu hukukilikle özdeşleştireyim. Bana yasağın hukuki mantığını anlatabilir misiniz? Ben çeşitli hukukçulardan alıntılarda bulundum konu içerisinde dikkat ettiniz mi? Danıştay'ın sokakta dahi türbanı yasaklayan kararı mahkemelerimizde yer etmiş olan bir tutumu gözler önüne seriyor dedim. Verilen savaş türbana karşı verilen bir savaş değil. İrticaya karşı verilen bir savaş da değil. İrticaya karşı savaş verilecek olsaydı savaşın daha çok erkekler üzerinden yürütülmesi gerekirdi. Ve dahası irtica ile başörtüsünü bir ve aynı görmek yanlıştır. Aşağıdaki alıntıyı hatırlıyor olabilir misiniz?Bu ve buna benzer onlarca metin ve soru...Cevaplarını gördünüz mü? ALINTI-KENDİMDEN Cumhurbaşkanının lise eğitiminin imam-hatip olması niye bu kadar önemli. Zaten sadece lise mezunu birinin cumhurbaşkanı olması mümkün değil. Dahası anayasamız cumhurbaşkanının hangi üniversite mezunlarından olamayacağını da belirtmemiş. Dolayısıyla İlahiyat fakültesi mezunu dahi cumhurbaşkanı olabilir. Ve dahası Cumhurbaşkanının cumhuru teslim etmesi gerekir. Siz söyleyin, şu anki cumhurreisi bu halkı temsil ediyor mu? Ben Tayyip Erdoğan'ın türban konusundaki yaklaşımını zaten ahlaki bulmuyorum. Bu güne kadar bu sorun çözülmeliydi zira anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidar olmuş bir parti bunu yapmak için neyi bekliyor...Herhangi bir şeyi beklemiyor. (Cumhurbaşkanlığı seçimi ayrıca tartışılabilir bu konuda bazı sözlerim mevcut forumda)..Bana kalırsa bu konuyu bugüne kadar çözmeliydi. Bu siyaseti gerektiren de bu konuda yasak konulmasıdır. Bu konuda devletin seçkinlerince yasaklar konulmasaydı bu konuda sanmıyorum ki siyaset yapılabilseydi. Daha önce tekrarladım Türkiye de İmam Hatip Liseleri tam manasıyla bir meslek lisesi olarak kurulmamıştır. Ve bu işleve sahip değildir. Ve hatta imamlık aslında islam nazarında bir meslek de değildir. Türkiye de imam hatiplere öğrenci gönderen birçok veli okullara çocuklarını hem okusun ve hemde dinini öğrensin diye göndermişlerdir. Ve İmam Hatip Liselerinin artışı bu amacı gerçekleştirmek içindir. Biz ayetleri defaatle yayınladık. Var mı yok mu bu bellidir. Ben bu konudaki gerekçeleri ve ayetleri incelediğim için söyledim. Dahası, bazı eklemelerde de bulundum. Bugün başıörtülü biri görüldüğünde hemen onun müslüman olduğu söylenir dedim. Dolayısıyla artık başörtüsü islamın simgesi olmuştur dedim. Tüm dünyada sanırım bir tek biz Türkler başörtüsü islamda var mı yok mu bunu tartışıyoruz. Amerikalı Neo-Conların bile aklına gelmiyordur bu konu... Bu soruyu tam olarak hatırlamıyorum ama...Madem burada hatırlatmışsınız ben kısaca cevaplamaya çalışayım. İnançların gerekleri topluma çok saçma gelen, inanılmaz kötü, abuk subuk şeyler değildir. Dolayısıyla inançların gereği istenecek olan şeyler korkutucu konular değildir. Ancak, olabilecek olanlar vardır olamayacak olanlar vardır. Bugüne kadar devlet bir orta yol arayışında olmadığı için bugün bir mesele yaşanıyor. Bu meseleyi bugün devletimiz alevi vatandaşlarla da yaşamaya başladı. İnançlara destek olmak veya karşı durmak çözüm değildir. Mesele türbandan sonra ne istenebilir. Aslında siz hatırlatsanız iyi olur... Sakal bırakmak mı, haç takmak mı, namaz kılacak vakit istemek mi, cuma namazlarında izin istemek mi, bunların haricinde ne var aklınıza gelen...Benim aklıma pek fazla birşey gelmiyor, bunu ciddi ciddi söylüyorum... Gelelim en son bu meseleye... Bir yerde hatırlıyor musunuz: Bu arada ben de liseyi Ticaret Lisesinde okudum. böyle bir mesele olmuştu...Evrim teorisi hakkındaki sözlerimle ilgili olarak madem bu konuda bir mezuniyetiniz yok niye bu konuda konuşuyorsunuz falan demiştiniz...Tam olarak sözleri hatırlayamadım...Aranınca bulunur herhalde... Aslında mezuniyetin benim için hiçbir hükmü yoktur. Sözü mantıkla tartmaya çaba gösteririm, ancak o branşta eğitim almış birini daha dikkatli dinlerim bütün fark budur. Örneğin işletmeyle ilgili sizin söyleyeceklerinizle benimkisi arasında bir tercih sorunu yaşacak olan biri olursa mantık çerçevesinde sizin sözlerinizi daha fazla dikkate alması gerekir benim nazarımda... Mesele bunlardan ibarettir...Selamlar ile... QUOTE Denilen alıntı şeysi işe yaramıyordu böyle yapmak zorunda kaldım...Kırmızı olanlar size ait...
-
En cok sevdiginiz uye kimdir?
Vay canına, kendi adımı görüyorum. Başı dumanlı mı, melekli mi olduğunu bir türlü tam olarak çıkartamadığım, güzel insan, forumda kalmamın en önemli nedenlerinden biri, eyvallah ve bilmukabele...Benimkisi daha politik oldu galiba. Ben sevgimi bir türlü tam olarak belirtemem zaten. Neyse dahlolduk bari, biz de forumda sevdiğimiz ve aklımızda kalan güzel insanlardan bir kaçını yazalım. Kimse gücenmesin, darılmasın...Herkesi yazarsam ayıp olur...Aslında bir tane yazmam gerekirdi zira konu böyle açılmış...Sadece bir tane yazmam gerekseydi sanırım SUHEDA yazardım...Birden fazla yazma hakkını diğer arkadaşlar yazdı diye ben de kendime bu hakkı verdim... Bozan (abimiz), ahirzaman, Terapi, selef 61, kralıda biraz seviyorum ama forumdan bir türlü çıkmıyor olması ve her konuda parmağını görmek kafamı bozuyor. Sessizliğin kızı da öyle...Bir ara berceste'ye bu yüzden biraz kafam bozulmuştu. Yemek tarifleri bölümünde yemek tarifi verirken, gelip bir de dinle ilgili konularda tartışıyor, siyasete bulaşıyor, ne bileyim bıla bıla..al bir de martı name de orada...yemek tariflerinde...Hasbinallah... CYRANO'yu da biraz seviyorum, ama lütfen abartmayalım, birşey sorsam acaba en gıcık olduğumuz kişileri de yazabilir miyiz... Mesela Dipnot'u falan...Admini bir iki mod'ü de yazabilir miyiz buraya...Yada onun için ayrı bir bölüm var mı? Benim cevaplar da hep uzun oluyor yahu...Buna bir çare bulmam lazım
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Selamlar ile...Ben kendi halimde meselelere dahloluyorum...Kimseye bireysel olarak cevap yetiştirmek derdinde değilim...Tartışmayı yavaş yavaş keseceğimi belirtmiştim...Bu sebeple bir bu konunun üzerinde duruyorum ve bu konuyu rayından çıkarmamak için çaba harcıyorum. Konunun devamı için uğraşıyorum zira yasağın mantıki, hukuki, ahlaki, meşru bir gerekçesi yok. Aslında Meslek Lisesi sorunu ve Türban arasında fazla bir ayrıma gitme taraftarı da değilim. Sonuçta bu iki konu da birbiriyle yakından alakalı...Ancak, konunun içerisinde çokça sorular ürettim. Kimisi zaten daha önceden sorulmuştu, kimisini ben sordum, ancak bir çok sorum geçiştirildi. Birçok sorum ise arkadaşların konuyu bırakmaları nedeniyle cevapsız kaldı. Ancak konunun görüntülenme sayısı her gün biraz daha artıyordu dolayısıyla cevap vermekten imtina eden arkadaşlar konuyu sürekli takip ediyorlardı. (Başkaları da görüntülemiş olabilir ama sayın Yam Yam'ın cevabı ile konuyu kimlerin takip ettiği bir nebze olsun ortaya çıktı). Ta ki, güzel bir cevap verebileceklerini düşündükleri bir metin yazmamı görene kadar...Dolayısıyla Herkesin herkesi samimiyetsizlikle rahatlıkla suçlayabildiği bir yerde her ahval ve şerait içerisinde istisnalara oynamak artık beni yoruyor, ve işte tam da bu noktada... Özür dilerim sayın yam yam, sizin samimiyetinizden şüphe ediyorum Bu sebeple sorunuza birkaç soruyla yanıt vermeyi yeğ tutuyorum. Hristiyanlıkta rahibe olmak zorunluluğu var mıdır? Kusura bakmayın dinimin gereklerini öğrenmeye çabalamaktan bir türlü hristiyanlığa el atamadım da...Eğer herkes hristiyanlığa göre rahibe olmak zorundaysa hristiyanların nesillerini devam ettirmelerinin yolu nedir? Bir dinde, dinin kendi öğretisinde rahibe olmak gibi bir zorunluluk yoksa sorduğunuz sorunun demogoji yapmak haricinde ne anlamı vardır? Ama toplumun kadın kısmının %30'u, 40'ı rahibe gibi giyinseydi işte o zaman bir mesele olurdu ve çözümü demokratik araçlarla aranırdı. Böyle bir mesele de yok ortada. Zaten Hristiyan batı dediğimiz yer, hristiyanlığında direnç gösteren bir yer değildir. Müslüman Türkler olarak bizler ise müslümanlığımızda direnç gösteriyoruz ve bütün mesele burdan çıkıyor. Protestan bir islam inşasında ilerlemeye çalışanların hazmedemedikleri nokta da sanıyorum ki bu...Neyse, konuya protestanlıkla falan bozmamın bir anlamı yok... Haçın boyu niye at nalı kadar oluyor madem abartılı birşeyden bahsediyoruz at kadar olsun bari. Yani bu sözünüz demogoji olmuyor... Sapın odunla karıştığı noktaya mı dokundum yoksa... Bir kıyas, bir teşbih yapacaksanız benzer örnekler üzerinden yaparsınız. Şimdi siz daha uygun örnekler bulduğunuzda biz de ihtimal ki daha önce sorduğumuz sorulara yanıt vermediğiniz için cevap verme gereği duyup duymayacağımızı dikkate alacağız... Ufak bir soru: Sayın yam yam, bir konuda mezuniyetinizi sormuştum samimiyetsizliğimden dolayı cevap vermemiştiniz, acaba bir daha sorsam cevap verir misiniz....
-
devrım kacınılmazdır!
Selamlar... Devrim de devrim denmiş göründüğü üzere...Nasıl bir devrim, ne devrimi, neyi devirip yerine neyi getirmeyi planlıyorsunuz. Tarihte bazı ihtilaller olmuş ancak ihtilali yapanlar birşeyden kurtulmak istedikleri için ihtilali gerçekleştirmişler ancak kurtulduklarının yerine daha güzel neyi koyacaklarını tasavvur etmedikleri için kurtuluşa bir türlü muvaffak olamamışlar... Evet Türkiye'nin son kuruluşundan bu yanaki serüveni içaçıcı değildir. Gidişatımız karamsar olmamız gerektiğini bize gösteriyor. Modern batıdan aşırdığımız birçok kavram, kavram olarak var, muhteva olarak yok... Ama bir aksaklık gördüğümüzde acaba ortadan mı kaldırmalıyız, yoksa düzeltmeye mi çabalamalıyız. Yani ki, sorularım şunlardır: Örnekle sorayım, kolumuzdaki bizi harap eden bir yara uğruna kolumu kesmeliyiz, veya bütün vücudu ortadan mı kaldırmalıyız yoksa o yaranın icabına mı bakmalıyız veya onu iyileştirmeye mi çalışmalıyız. Dolayısıyla devletteki aksaklıkları düzeltmeye ve iyiye mi yönlendirmeliyiz yoksa devlet düzenini tamamen ortadan kaldırıp yerine başka birşey mi ikame etmeliyiz... Son olarak "Nasıl bir devrim, ne devrimi, neyi devirip yerine neyi getirmeyi planlıyorsunuz" sorusunun cevabını merak ediyorum... NOT: Devrim kelimesinden herkes aynı şeyi mi anlıyor acaba!? "kesin olan bi şey "halkın kendi dewrimi gerçekleştirmesi" gerekliliğidir." sözü karşısında acaba hangi halk bir araya gelerek devrimi gerçekleştirecek. Eğer devrimi halk gerçekleştirmeyecekse (Ki bu halktan böyle bir umutta-ümitte bulunmak akıl ve izan dışıdır) kim gerçekleştirecek. Askere gönderme yapan arkadaşlar, o dediğiniz devrim değil darbe'dir...Haberiniz ola demek istedim. Saygılarla...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Bu kez de Murat MENTEŞ'ten olsun...2005 yılı 24-30 Haziran Gerçek Hayat Dergisi... "Meslek lisesi mezunlarının bilgi ve becerileri yine cezasız bırakılmadı. Bu arkadaşlarımız doğru cevabı verdikleri halde doğru puanı alamadılar. ÖSS'nin anlamını ve önemini yokeden bu uygulamadan yine vazgeçilmedi. Doğru cevabı verenler arasında ayrım yapıldı. Hak hukuk ihlali ÖSS'nin tradisyonal, pedagojik totalitarizminin başlıca pratiği olarak öne çıktı. ÖSS'ye giren özürlü [engelli, sakat, özel] kardeşlerimizin, üniversite adaylarına oranı 1'den az. Özürlü gençlerimizin pek azı üniversite öğrenimi görebiliyor. Hem meslek lisesi mezunu, hem başörtülü, hem yoksul ve hemde özürlü bir öğrenci düşünelim. Yok mudur? Vardır. O çocuğun, Babalar Günü'nde sınava gireceği salona babasıyla birlikte geldiğini tahayyül edelim. Olamaz mı? Olur. Kızımız, diyelim sağır olsun. Megafondan, başörtülü adayların sınava alınmayacağı anons ediliyor. Kız duymuyor. Babası, devletin yaptığı anonsu, çocuğuna tercüme ediyor: "Kızım...diyorlar ki..." Şimdi soralım Yukardaki cümle, en uygun nasıl tamamlanır? a) Adaylara sıra dayağı çekeceklermiş. Okula bomba konulmuş, derhal kaçmalışmışız. c) Avrupa Birliğine girmişiz, sınava gerek kalmamış. d) Puanını kırıp seni yüzüstü bırakmadan önce sertçe aşağılamak istiyorlarmış... NOT: Yazarımız 2005 yılı ÖSS sınavının babalar gününde yapıldığını konunun başında hatırlatıyor... Dört şıkta kalmış yazarın sorusunun seçenekleri. ÖSS'ye girenler 5. şıkkı bekliyor olabilirler, bunu bekleyen kendileri birşey uydursunlar. İşin kötü tarafı yazar cevap anahtarını konunun sonunda vermemiş, ben derginin sayfalarını tamamen aradım ve bulamadım. Verdiğim cevabın doğruluğunu tespit edemeyince cevap vermenin de anlamı kalmıyor. Neyse ben birkaç tane 5. şık koyayım belki yazar doğru cevabı bulmamız için mahsus böyle yapıp bize bir şık yazdırmak istemiştir. Ki herkes doğru cevabı vermiş olsun... e) Kızım bit kontrolü yapılacakmış başlarınızı açmanız gerekiyormuş. e) Kızım bakma öyle el ve kolla yaptığım hareketlere melür melür, anlıyorsun işte, çıkar at şu bez parçasını... e) Kızım müslüman olmayan devletimiz hristiyanca başını açıp da sınava girmeni isteyor? (Bu şıkka şerh yazmayın, herkes kendi şıkkını üretsin) e) Kızım yeni bir islam çıkmış, onda başörtmek yasakmış e) Kızım hadi gel köyümüze geri dönelim. e) Baba ağlamaktadır ve bu kez kız babasına dönerek; ağlama baba "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'un" der... Bu söz üzerine baba ve bekir başka cevap aramanın derdini bırakırlar...
-
BİR KAÇ SORU?
kardeş, cevabın hangi kısmını üstüme alınacağım... Merak ettim de... Bak, sakın samimiyet deme... Bu forumda en fazla dellendiğim kelime bu...Her ne ise...Ben hidayet ile ilgili cümleyin giriş kısmının muhteşem olduğunu düşünüyorum...Konuya da özgürlük bağlamında ufakca bir değindim ve sanırım artık gerisine karışmamın bir anlamı yok...Selamlar ile...
-
BİR KAÇ SORU?
Selamün aleyküm... Tek kelime demişsiniz üç kelime olmuş. Konunun ilk giriş kısmındaki sorular amma teferruatlı cevapları gerektiriyor... Ama konunun gidişatı biraz mecra dışı...Konunun mecrasının kulluk olduğunu varsayarsak... Bu arada özgürlükten anladığımız ne...Hürriyetten bahsetmiyoruz değil mi? Özgürlük eğer İsmet ÖZEL'in belirttiği vechile özün gürleşmesi neticesinde olacak birşeyse dolayısıyla özür gürleşmesi de öze uygun bir yaşantıyla mümkün olacaktır ki, öz Allah'ın yaratmasıyla oluşan şey olduğuna ve fıtrat üzere yaratıldığımıza göre özgürlük de fıtrata ve Allah'a yönelme neticesinde olacaktır. Özgürlük kula kulluktan çıkıp Allah'a ve dolayısıyla başkalarına boyun eğmekten kurtulma neticesinde olacaktır. Konunun giriş kısmındaki tüm soruların belki bir cevabı vardır. Hepimiz yaratıldık, hepimiz Allah'ın kullarıyız, kulluğun gereğini yerine getireceğiz ve kulluğumuzun gereklerini anlatan kaynak Kur'an ve Sünnettir. Bunları öğreneceğiz... Bilenlerimiz "emr-i bil maruf nehy-i anil münker" görevini yerine getirecekler... Adrenalin kardeşimiz cevap istemiş...Amma harika istemiş...Hidayete erdirmek için elinden geleni ardına koyman diye başlayan cümle muhteşem...İnanılmaz güzel bir cümle başı...Sonu beni ilgilendirmez...Aklıma balık yakalamak için oltanın ucuna köpekbalığı yerleştirme fikri geldi bu cümlenizden olarak...Ne alaka demeyin...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Türban=başörtüsü yasağının genişleyerek uygulanmaya konulduğu alana baktığımızda; ortaya çıkan açık bir sonuç vardır ki mesele sadece başörtüsü ile okula girme meselesi değildir. Birçok müslüman da hala bunun farkında değil. 28 Şubat'ta dine ve dindarlara karşı topyekün bir bastırma, kıstırma hareketi başlatıldı ve bu savaş ilk önce başörtüsü üzerinden uygulamaya konuldu. Ne kadar ve nasıl direneceğimizi gördüler. Ve yavaş yavaş bu savaş devam ediyor. Bu noktada başörtüsü sorununu çözmemiz ve başörtüsünde diretmemiz dinimizde diretmemiz anlamına geliyor. Sokakta dahi yasağın uygulanmaya konulmasına yol açacak Danıştay kararını biliyoruz. Dolayısıyla mesele sadece başörtüsüyle okula girme meselesi değildir... Bu meselelerden bir tanesidir ancak konu başörtüsü ve türban menseli bir konu olduğu için ben bu kadar felsefesine girmek istememiştim... Yoksa inanan bir insan olarak müslümanların rızık kaygısı taşımamaları gerektiğine rızkı Allah'ın vereceğine inanınırım. Üniversite eğitimi almazsam aç kalmam ama belki cahillikle mücadelede sorun yaşarım. Ancak bazen yüksek tahsille daha büyük cahiller de yetiştirebiliyoruz. Tabiki bunlar ayrıca tartışalabilecek şeyler. Kadının toplum içerisindeki yeri, islam nazarından yeri, eğitim ve öğrenimi gibi konular ayrıca tartışılabilir ancak meselemiz türban... Bu konuyu da iki minval üzre yürütebiliriz. 1. demokrasi ve özgürlük alanında. 2. Allah'ın emri alanında. Hiç şüphesiz Allah'ın emrini özgürlük payandasında savunmanın bir anlamı ve güzel yanı yok. Ancak Allah'ın emrini de ancak (bu ülke şartları bunu gerektiriyor...TAKİYYE SUÇLAMASINDA BULUNACAKLAR DAHA ÖNCE ANCAK DEMOKRASİ İLE İNANÇLARIMIZI YAŞAMA İMKANI BULABİLİYORUZ BİZ MÜSLÜMANLAR BELKİ EN ÇOK BU YÜZDEN DEMOKRASİ İSTİYORUZ DEDİM) bu şekilde yerine getirebiliyoruz... Katkıların için Allah razı olsun...
-
"BÜTÜN CEMAAT OKULLARI VE KURAN KURSLARI KAPATILSIN!"... (Cumhurbaşkanı Sezer, yeni eğitim yılı nedeniyle yayımladığı mesajda, tarikat ve cemaatleri)
Selamlar... Sayın morgül,,, Yanlış yerden razı olmasını dilemişsiniz gibi geldi bana... Acaba yanılıyor muyum?...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Sarışın Evliya Gökhan ÖZCAN abimin, Gerçek Hayat Dergisinin 3-9 Haziran 2005 tarihinde "KENDİ ÇOCUKLARINDAN KORKAN ÜLKE" başlıklı bir yazısı yayınlanmıştı. Ondan bazı kısımları ben buraya alıntılamak istiyorum... Bu ülkede özgüven açısından en zayıf olan unsur devletin kendisi. Tarihi boyunca kendi vatandaşlarının sürekli olarak bir fenalık ihtimali, bir potansiyel tehdit, bir kuzu postuna bürünmüş kurt olarak gören, neredeyse paranoyak bir kamusal eğilimden söz ediyorum... Devlet, hemen her zaman, kendi bekası konusunda o kadar çok ürküntüye sahiptir ki, bir türlü normaline ulaşıp asıl hizmet güzergahına geçemez, bu ülkede yaşayanlar için hayatı kolaylaştıracak adımlar atamaz... Bu o kadar yerleşik bir arızadır ki, bu ülkenin "vatandaş" ı olan insanlar, kendi devletleri tarafından daima potansiyel yanlışlık odağı olarak görülmeyi artık kanıksamışlardır. Demokrasinin tek hamleyle askıyı alındığı darbe kronolojileri bile olağan mevsim geçişleri gibi algılanır, yadırganmaz olmuştur; bu mevsimde havalar sıcak, şu mevsimde yağmurlu, ötekinde darbeli filan... ...her ülkenin demokratik vasata ihtiyacı vardır, bu ülkede bu geçmişte olmadı, yakın geçmişte olmadı, bugün olduğu da fevkalade tartışmalı... Adına demokrasi yada başka bir şey deyin, bu ülkede yaşadığımız her dönemde eksikliğini hissettiğimiz o şey bizim zihinlerimizi noksan, kimliklerimizi bulanık, kişiliklerimizi güdük, günlerimizi sıkıcı bir kılığa sokuyor. Bu ülkeye her zaman en çok sahip çıkma hakkını kendinde gören hemen bütün unsurlar; insanların zihinsel bir şizofreniye ve sessiz bir mutsuzluğa doğru sürüklenmekte olduklarını, bu ülkenin bugünlerini ve yarınlarını tehdit eden en önemli tehlikenin de bu olduğunu bir türlü göremiyor, farkedemiyorlar nedense... ...gerek toplumsal manzaradan sürekli "tehdit" vehimleri üreten "sahip"ler, gerekse toplumsal manzaranın şüphelileri olmayı içlerine sindirmiş "köle"ler on yıllır boyudur alttan alta yaşanan bu traji-komik itişmenin bu ülkenin geleceğinden neleri eksilttiği konusunda yeterli fikri aydınlığa, insani endişeye, sorumluluk bilincine sahip değiller. Bütün bunlar Türkiye'yi gölgesinden korkan ve bu pısmışlıkla gölgesi kadar bile uzayamayan bir bodurluğa mahkum ediyor...Büyük bir tarihten geçerek, istisnai zenginlikle bir zaman yolculuğunun ardından bugünlere gelen bir ülkenin böylesine "gülünç" durumlara düşebiliyor olması insana acı veriyor... Bu ülkede üniversite kapılarında insanların bir kısmını geçerli, bir kısmını geçersiz kabul eden bir ülke...Bu ülke kafasına uymadığı zaman toplumun kendini yönetme haklarını sümen altına atabilen bir ülke... Kamusal kırbaç okul gecesinde müdüriyet tarafından belirlenen listenin dışına çıkarak Nazım Hikmet şiiri okuyan 17 yaşındaki bir gencin sırtında şaklamaya devem ediyor, be ne dersem diyeyim. Olur iş değil, bir okul gecesinde okunacak şiirler neden denetlenir, neden bu listenin dışına çıkan bir öğrenci karakolda "misafir" edilir. Bütün bunlarının bu ülkeye yararı nedir? Bu gençlerin ülkelerinin sevmemeleri için neden bu kadar gayretkeş bizim kamusal alan nöbetçilerimiz.. Bu ülke bunca fikirsizliği haketmiyor.Bu ülke önüne çıkan tarihsel sıçrama fırsatlarının böyle gülünç parodilere kurban etme lüksüne sahip değil. .. Belki biraz abartılı gelecek ama bu ülkenin kendi yerini doldurmamakla bıraktığı boşluk, dünyanın da dengesini bozuyor. Aklımızı başımıza alalım ve büyük laf etmeyi, kahramanlık attırmayı, vatandaşı ırgalamayı keselim. Tarihin palyaçolar kontenjanının tamamını bu ülkeden doldurmamız gerekmiyor..Yazar sözlerini böyle tamamladı... Gençlerimiz bir kısmının kalbini bu kadar eğip, büküp, kanırtıp, kanatıp da ondan sonra da bu ülkeyi sevmelerini bekleyebilir miyiz? Bir şey deha yazayım bari... Kız kardeşim başörtülüydü. Dershanede başını açıyordu ama ben görmüyordum. Göz görmeyince gönül de katlanıyormuş demekki...Derken Üniversiteyi kazandı ve okula kayda götürdüm. Yasağın müsebbibi olmayan iki görevli başların içerde dahi açılmasına izin vermiyorlardı. İnanın bana o an yasağı koyanlar karşımda olsaydı ne yapardım bilmiyorum. Kardeşimin başının açıldığını görüyordum.Sanki namumusa bir el uzanıyor gibi hissediyordum. Ve hiç bir şey elimden gelmiyordu... aynı anda 60 yaşlarında bir amca kendi başörtülü kızını kayda getirmiş ve görevlilere yalvarıyordu. Hayır olmuyordu. Kızıyla beraber gelip karşımda surun üzerine oturdular. Adam bir şey yapamamanın verdiği ezikliğe sağına soluna baktı,,,kızından gözlerini kaçırdı ve ağlamaya başladı...Ve öfkem bir kat daha arttı... Siz söyleyin o adam o gün devletine çok yaşa devletim seslenişiyle mi yaklaşmıştır. Ben o gün bu devlet için canımı verir miydim... Şunu da söyleyim, bu yasağın müsebbibi ve kendilerine lanet okuduğum zevat ne kadar bu ülkeden bizi nefret ettirmek istiyorlarsa da biz bu ülkeyi seviyoruz. Burası bizim vatanımız, bu devlet hepimizin...Kimse sadece kendisinin zannetmemeli...Ve artık gençlerimizi bu devletten nefret ettirmek için uğraşmayı kesmeliyiz... NOT: Konu başörtüsü ve türbanla alakalı diye bu en son yazılanları aynı paralelde düşünmeyin...Herkes için diyorum. Türbanlılarda, İmam Hatiplilerde, Nazım Hikmetçilerde, Baklava çalıp tonla yıl hapis cezasına çarptırılanlarda, bir kıza aşık olup okul surunda içeri girip de polis tarafından sopalananlar da, ihtiyar sakallarından kan kırmızı yaşlar süzülen ihtiyarlar açısındanda, her yıl ideolojik yaklaşımlarla eğitim müfredatlarını değiştirdiğimiz gençler açısından da düşünün...Biz bu kadar zengin değiliz. Gençlerini heba edecek kadar hiçbir ülke zengin değildir..
-
Ortadoğu’da ve Dünyada Huzur İçin Tek Çözüm: !
Selamlar,,, Şimdi her zamankinden daha yakınız...Bir kardeşimizle bir tartışmamız olmuştu bu birlik konusunda...Oradaki tartışmamızdan birkaç şeyi buraya aktaracağım...Niye birliğe yakın olduğumuzu orada belirtmiştim... Suriye-Türkiye halkları üstünden, İranla olan muhabbetimizle bu birliktelik aslında başladı. Gerisi hükümetlere kalıyor. Türkiye ve Suriye bunu başlattılar...Neden daha da gelişmesin... Ben inşallah diyorum...Herkes birlik peşinde. Birlik kurarak gücüne güc katma peşinde. Bulunduğumuz coğrafyada ve gidişatta birlik kurmak zorunda olanlar müslümanlardır. Ancak birlik kurarak başlarındaki belalardan kurtulabilirler. Şimdi halklar olarak bu bilinçteler ve bu bilinçteyiz...Gerisi zamana ve nitelikli yöneticilere ve belki de biraz bize kalıyor...Allah muvaffak etsin...
-
"DEMOKRASİ NEDİR"
Yam Yam'ın açtığı bir ankete katkı olsun diye binbir incelikle uğraşıp araştırdığım ancak, o başlık altındaki birkaç iletimin güme (silinme)gitmesi üzerine boşa gitmesin diye bu başlığa eklemeyi uygun bulduğum demokrasi tanımları ve özelliklerinı aşağıya aktarıyorum. Umarım bir işe yarar... Tam olarak tanımı mevcut olmamakla birlikte ; DEMOKRASİ: hakimiyetin halka ait olduğu bir yönetim şeklini, halkın parlemento aracılığıyla hükümetin işlerini denetlediği ve parlamenterlerin kanun çıkarmak yetkisine sahip olduğu düzen için kullanılır. (M.Kutup) Mehmet Doğan (Büyük Türkçe Sözlük):Halk hakimiyetine dayandığı, halkın kendi kendiri idare etmesini esas aldığı kabul edilen , seçimli idare şekli. Halk idaresi. Serbest seçim ve gizli oyla oluşan meclis; özerk bilim kurumları, hür basın, tam inanç, düşünce, ifade, teşkilatlanma ve teşebbüs hürriyeti; teminatlı muhalefet, hukukun üstünlüğü, bağımsız adliye ve temel insan haklarını güvenceye alan siyasi rejim. Bu tanımlamalar arasında Erdoğan TEZİÇ (şu anki YÖK Başkanı)'in cümleleri çok önemlidir. Erdoğan Teziç:Şu anki YÖK Başkanı Erdoğan Teziç Hocamız Anayasa Hukuku adlı kitabında demokrasinin tanımını yapmamış ancak bir takım göndermelerde bulunmuş. “ Teknik anlamda Cumhuriyet bir devlet biçimi olarak değil, fakat bir hükümet biçimi olarak anlaşılmak gerekir. Demokrasi ile Cumhuriyet sözcüklerinin de birbirine karıştırılmaması gerekir: Cumhuriyet bir şekil, demokrasi ise bir içerik sorunudur. Çünkü, monarşik bir yönetimin demokratik olabilmesine karşılık, Cumhuriyet yönetimin pekala antidemokratik olması mümkündür. (Sayfa 142 Dipnotların sonu) Bazı yazarların hükümet yerine demokrasi sözcüğünü kullanarak temsili demokrasi, yarı temsili demokrasi, yarı doğrudan demokrasi, doğrudan demokrasi ayrımı yaptıklarını, ve yine bazı yazarların bu tasnifteki “hükümet” yerine kullanılan “demokrasi” sözcüğü, etimolojik ve dar anlamı ile, halkın iktidarı ya da halkın kendi kendini yönetmesini, kısaca egemenliğin halka ait olduğu bir yönetim biçimini ifade ediyor. Bu tasnif de, egemenliğin kullanılışı bakımından yapılan bir tasniftir. Bunun düşündü, “Demokrasi” nin felsefi, siyasi ve iktisadi içeriği vardır. Giderek de “şekli demokrasi/gerçek demokrasi”; “liberal demokrasi/Marksist demokrasi” ayrımları yapılmaktadır. Bu bakımdan, ideolojik değer yargılarına bağlı “demokrasi” sözcüğü yerine, bazı kamu hukukçuları gibi (ki burada yönetim anlamında) “hükümet” sözcüğünü kullanmak belki daha yerinde sayılabilir. TDK : Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık. SOSYAL DEMOKRASİ: Sosyal alanda emekçi toplum kesimlerinin çıkarlarının korunması ve üretimi artırmak yanında hakça bölüşümü de ön planda tutan sosyal ve siyasi akım. ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ: Bireylerin her türlü düşüncesine saygı gösteren, yasak koymayan demokrasi biçimi. KATILIMCI DEMOKRASİ : Toplumun kişileri ve kurumlarıyla geniş katılımının sağlandığı demokratik yapılanma. Çoğunlukçu Demokrasi(majoritarian):Belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki çoğunluk mutlak ve sınırsızdır.Rousseau bunu varsayımlarla açıklamıştır.Bu görüş Fransız Rousseau’nundur.Ona göre genel irade (Bir toplumun tümünün iradesi) mutlak ve şaşmazdır ayrıca sınırsız yetkilere sahiptir.Genel irade her zaman kamu iyiliğine önem verir. Mustafa Erdoğan: Onun tanımı yaptığı nakillerde eksik gördüğü yerlere eklemeler yapmak üzerine kurulu. Mesela Abraham Lincoln’den yaptığı “Halkın halk tarafından, halk için yönetimi” ni alıntılamış ancak yönetimden kastın ne olduğunu açıklamıştır. Ardından Karl Popper’den bir alıntıda bulunmuş “ Bir devlet nasıl örgütlenmeli ki kötü yöneticiler kan dökülmeden yahut şiddet kullanmaksızın yönetimden uzaklaştırılabilsin” sorusunu veya Peter Berger’in ve demokrasinin amacının iktidardakilerin seçimle işbaşından uzaklaştırılmalarını (ve iktidarın bazı şeyleri yapmamasını) teminat altına almak olduğunu belirttiği görüşüne yer vermiştir. Daha sonra Barry Holden’in tanımı olan “Demokrasi, kamu siyesetine ilişkin önemli sorunlar hakkındaki temel belirleyici kararları bütün halkın pozitif veya negatif olarak aldığı ve almaya yetkili olduğu bir siyasal sistemdir” tanımını vermiştir. Bu tanıma da getirdiği pozitif, negatif kavramlarının içini doldurma, kamu politikasına ilişkin temel belirleyici kararlar ve son olarak da halk kavramı üzerinde durmuştur. Dediği üzre Aristo’dan bu yana “Halk” ın bir anlamı da yoksullar demekmiş. (ben bilmiyordum) Güruh, sıradan kalabalık, bazen yoksullar yerine orta sınıf olarak da kullanıyormuş. Ama demokrasi deyince Erdoğan durmuyor ve liberal demokrasiye geçerek anlatıyor. Devlet iktidarının sınırlandırılmasını esas alan bir yönetimin ipuçlarını veriyor. Liberal kelimesinin bir devletin gücünün sınır(lanması)ına işaret eder diyor. Ve son kertede Demokrasi paradoksu üzerinde duruyor...Demokrasi bütün çekiciliğine rağmen korunması ve yaşatılması belki de en zor sistemdir. Ve açıklama: 1. demokrasi bir yandan görüş farklılıkları ve anlaşmazlıklar gerektirmektedir, ama öte yandan belli bir ölçüde konsensüse de ihtiyaç gösterir. 2. demokrasi hem temsile dayanmalı hem de yönetilebilirliği sağlamalıdır. 3. demokratik yönetim rızaya dayanmalıdır. Ama öte yandan etkin bir yönetim de sağlanmalıdır. Devamla--- a-) demokrasideki en temel gerilim “ihtilaf” iye mutabakat arasındaki gerilimdir. Başka bir anlatımla, demokrasi kurumsallaşmış bir siyasal rekabet sistemidir; yarışma ve çekişme olmadan demokrasi olmaz. Ama bu çekişmenin çok yoğun ve şiddetli olması da toplumsal barışı ve siyasal istikrarı temelinden sarsar. Demek ki, demokrasi ayrılıklar, bölünmeler ve çekişmeler esası üzerine kuruludur, ama demokrasinin kalıcılığı bakımından, bunların toplumun genel tutarlılığını ve asgari bir görüş birliğini ortadan kaldıracak boyutlarda olmaması gerekir...(devamını yazmıyorum) b-) başka bir gerilim “temsil” ile “yönetilebilirlik” arasında ortaya çıkmaktadır. Yani, demokrasinin halkın temsiline ve halka karşı sorumluluğa dayanması gerekir, ama onun temsili karakterinin devleti hareketsizliğe mahkum etmemesi de şarttır. Yönetilebilirlik, politikaların hızlı ve enerjik bir biçimde uygulanabilmesi için iktidarın yeteri kadar özerkleşmesini ve belli bir yerde toplanmasını zorunlu kılar. Bu ise, genellikle, yönetenlerin halka karşı sorumlu tutulabilmesi, temsil ve denetim gibi esaslarla çelişmektedir. Bu durumu siyasal partiler açısından ifade edersek; Siyasal temsil birbiriyle çelişen menfaatler adına konuşacak partilerin varlığını gerektirir. Buna karşılık yönetilebilirlik partilerin çeşitli baskı ve menfaat gruplarından bağımsız olarak hareket edebilmelerine ihtiyaç gösterir. Günümüzde siyasal partilerin çıkar gruplarının sözcülerinden ibaret hale gelmeleri ve “meşru” siyasal kayırmacılık kanalları haline dönüşmeleri demokrasiyi yozlaştıran unsurlardan biridir. Bunu önlemenin başlıca yolu ise devlet gücünü, özellikle yürütmeyi sınırlamaktır. Ne var ki, devlet çok sınırlanırsa bu sefer de hükümet felce uğrayabilir. c-) demokrasinin üçüncü paradoksu “rıza” ile “etkililik” arasındadır. Demokrasinin “halk tarafından yönetim” anlamına geldiğine göre, vatandaşların yöneticilerin görevlerine son verebilmeleri ve kendi rızalarına bağla olarak yönetilmeleri gerekmektedir. Yani, yönetim yönetilenlerin rızasına dayanmalıdır. Ne var ki, özellikle yeni demokrasilerde, halkın hükümetlerin performansı konusundaki görüşünün kısa vadeli olması kuvvetli ihtimaldir. Bu nedenle, genellikle hükümetler politikaları seçimleri kazanma hedefi üstüne kurmak eğilimindedirler. Bu ise çoğu zaman ekonomik açıdan etkin olmayan bir yönetim demektir. Demiştik ki biryerlerde demokrasi bir ideal, bir ütopyadır... Dolayısıyla demokrasiyi kaldırıp atmak onu yaşatmaktan çok daha kolay gibi geldi bana....(Şakayla karışık)
-
Erdoğan'a 'Danıştay saldırısı azmettiricisi' iddiasına ret
Hay Allahım...Bu nasıl bir cevap...Sayın politika, dünyanın neresi olursa olsun uygulama böyledir. Acaba hangi kurs vardır dediğiniz eğitimi verecek ben bilmiyorum. Bu arada konuştuğunuz kişi bir avukattır...Yani ki bilmediği konu hakkında ahkam kesmemektedir. Rektör bu kapsam dışında bırakılmamıştı, rektör hakkında da belirttiğiniz durum vaki değildir. Mahkemelerin tutuklama kararı vermelerinin yolu bellidir. Ancak, tutuklama kararı illaki mahkumiyetle sonuçlanacak diye bir hüküm yoktur. Mahkeme de kendine verilen yetkiyle önce tutuklama kararı vermiş ardından da ... gerisini biliyorsunuz... Bu noktada mahkemeler çoğu zaman huzurlarına çıkan kişiler hakkında sanık=suçlu mantığıyla karar vermektedirler. Bu da tutuklamayı doğurmuş olabilir. Ama Yücel AŞKIN'ın mahkemeye karşı tazminat davası açma hakkı vardır. Dahası Yücel AŞKIN hakkında mahkemeleri baskı altına almaya çalışanlar kimlerdi acaba. Ankaralardan kalkıp taaaaaaaa bilmem nereye kadar, yargılamalara katılmalara kadar... Muhalefetiniz gereği olarak molla ibrahimle başlayan bir cümle etmişsiniz. Ben, herkese hukukun gerektiğini belirttip; Şu an için ne Tayyip ERDOĞAN ve ne de ona karşı azmettirici suçlamasıyla dava açılmasını isteyen kişiye Tayyip ERDOĞAN'ın avukatı tarafından açılan davanın hukuku uymadığını belirtiyorum siz abuk subuk birtakım cümlelerle bana geliyorsunuz...Gocunma, Laik Atatürkçü Cumhuriyet... bu gibi sözler refleksif sözler olup hiç bir anlamı yoktur... Konunun özüyle değil de zihninin karanlık köşelerinde sloganlaşmış sözlerle savunma yapan kişilere de verilecek hiçbir cevabın hükmü yoktur... Kendinize iyi bakın...Selamlar ile... Birşey eksik kalmış...Ben kısaca yazayım demiştim unutmuşum belki sizin için önemli olabilir, şu an avukatlık yapmıyorum...Ama istediğim zaman yapma hakkına sahibim...Lakin bu gidişle isteyeceğe benzemiyorum...Tekrar selamlar..
-
Erdoğan'a 'Danıştay saldırısı azmettiricisi' iddiasına ret
Suçluluğu sabit oluncaya kadar kimse cezalandırılamaz. Dolayısıyla bir kişiyi cezalandırabilmek için mahkeme ilamına gerek vardır. İkincisi iddia edenin ispat etme yükümlülüğü vardır. Üçüncüsü sanık suçsuz olduğunu ispat etmek zorunda değildir, iddianame makamı sanığın suçu işlediğini ispat ederse ceza verilebilir. Dolayısıyla Tayyip ERDOĞAN'ın suçsuz olduğunu ispat etmesine gerek yoktur. Ancak, Tayyip ERDOĞAN hakkında azmettirme suçlamasıyla ilgili olarak dava açılması da yersizdir zira suçun kanuni unsurlarından bir tanesi "işlenmediğini bilme" dir. Kişi bu suçun işlendiği faraziyesiyle hareket ettiği için kastı yoktur. Dolayısıyla dava açılması yersizdir. Bunlar işin hukuki boyutudur. Ancak bu vatandaşımızın dava açma gerekçesi enterasandır. Danıştay'ın kararını Tayyip ERDOĞAN eleştirdiği için azmettirici varsayılmalı deniyor. Bu ne demek oluyor. Bu, Mahkemelerin verdiği kararlar kutsal metinlerdir oluyor. Değiştiremez, eleştiremez, aksini iddia edemezsiniz oluyor. O halde kafama takılan bir soruyu sorayım. Kanun değişmediği halde Danıştay'ın bir dairesi verdiği bir kararı 8-10 yıl sonra tam tersi olacak şekilde değiştirdiğinde ne oluyor. Allah verede eski görevlilere Danıştayın bu yeni kararından sonra bir eylem yapılmasın. Yoksa yeni kararı veren Danıştay'ın ilgili dairesinin üyelerinin tamamını azmettirici sıfatıyla bir yerlere tıkıştırmak gerekir. Tespitimizi yaptığımıza göre işimize dönebiliriz...Selamlar ile...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Bir soru: Yönlendirmek ile karar vermek, kararlaştırmak aynı şey midir? Bu nasıl bir yazardır ki, önce okulların yönlendirme hakkından bahsediyor ardından da kararlaştırırlar diyor. Alıntı yaptığınız kişi acaba yönlendirmek ile kararlaştırmak arasındaki ayrımı bilemeyecek kadar aciz mi yoksa bir laf ebeliğimi yapıyor. Tarihte bazı örnekler var. 40 yaşına kadar demircilik yapıp da ardından dünyanın sayılı tefsircileri arasına girenler var, 20 yaşlarına gelene kadar hiç ilgi duymadığı bir vakıayı inceleyip fizik dehası olanlar var... Şu denklik sınavına benzer şeyden hiç bahsetmeyelim. Hocamız lütuf buyurmuş ve hemen demiş ki bu sınavı aşmak çok zordur demiş. Bunu niye demiş acaba Bizlere birşeyleri ispatlamak için uğraşıyor olmasın. Birincisi; Acaba ispatlamaya çalıştığı şey ne olabilir. Ben cevabını biliyorum da...İşte dediğim bu idi. Hipotezlerimizi ispatlamak için doğrular uyduramayız veya vakıayı çarpıtamayız. Abitür sınavının çok zor olduğu konusunda herkes hemfikir miş. İyi de Türkiye de İmam Hatipler normal liselerin müfredatlarını görüyorlar...Normal lise öğrencilerinin yetkinlik seviyesine zaten sahipler. Yazarımızın ispat etmeye çalıştığı şeylerden bir tanesi, İmam Hatip Lisesi öğrencilerine bu düz lise diploması verilmesini gerektiren sınavın yapılmasına gerek yoktur zira bu sınav çok zordur demek oluyor. Yani, boşuna uğraşmayın deniyor. Harika birşey yaa...Hem Avrupadaki sistemden örnek veriliyor ve hem de Avrupadaki sistemin bir tarafının önemi yok demeye getiriliyor. Düz lise denkliğiyle ilgili kısmın... Ben birşeyi merak ettim. İlköğretimdeki bir öğrencinin imam olarak yetişmesi gerektiğinin ayırdına okullar nasıl varacak. Bunu hangi yetkin otorite belirleyebilir. Sayın CYRANO...Bu konudaki tavrım bellidir. Ve yukarda bir yerlerde belirttim. Gelişmiş ülkeyle demokratik ülke demek ki aynı paralelde olmuyor. Gelişmiş ülke dediğiniz yerler kapitalist ülkeler oluyor galiba. Dolayısıyla sanayiye eleman yetiştirmenin haricinde bir derdi olmayan ülkelerden bahsediyoruz. Ülkenin %65'ini işçi olarak konuşlandıran bir ülkeden. Ben insanı itibara alıyorum eğitim sistemiyle siz galiba sanayiyi dikkate alıyorsunuz...Sanayiden kastım fabrikalardır. Demek ki gelişmiş ülkelerdeki eğitim fabrikalara eleman yetiştirmek üzere kurulu. %35'i istisna tutalım...
-
AŞK NİYE BİTER... (Aşk; yılbaşında hindi dolması, ramazanda cevizli baklava saramazsan biter. Aşk; rakının yanına şeker gibi bir kavun dilimi koyamam)
Aşk, niye başladığını bilmiyorsan biter, Aşk, var ise biter Yüreğinizi yoklayın...Sevdiğiniz için yaşamayı da ölmeyi de göze alabiliyor musunuz? Kendinizi 2 yaşında bir çocuğun anaya muhtaçlığı gibi sevdiğinize muhtaç hissediyor musunuz? Dünyanın ikinizden ayrı bir hükmünün olmadığını duyumsuyor musunuz? Böyle bir aşkınız varsa, bitmez... Aşk bitti diyorsanız eğer o sizin bildiğiniz şey aşk değildir. Kişi niye sevdiğini bilmiyorsa terketmesinin de ununtamasının da bir hükmü olmaz... Adam demiş, la matlube illa aşk...Eğer hem sevdiğinize ve hem de aşka aşıksanız bitmez...Buraya konu dışı diyelim...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Yazınızın tamamını alıntılıyor ve soruyorum. Dedikleriniz muhalefet etmek için değilse bana şu iki veya üç sorunun cevabını nasıl açıklayacaksınız. Bu katsayı ve imam hatip meselesi neden 28 Şubat süreciyle çıkmıştır. Neden bu süreçten sonra sadece imam hatiplere polis olma yolu kapatılmıştır. Asker zaten olamıyorlar. Bir de yukarda garip bir cümle edilmiş. Çocuğun ilköğrenimin ilk basamaklarında aldığı notlar ve gidişatına göre nerede okuyacağına ailesinin ve kendisinin karar verememesi ile ilgili. Hayırdır batı ve batı demokrasisi dediğimiz yerler liberalizm değilde despotizm, komünizm, oligarşi gibi bir sistemle yönetiliyorlarda onlar sizin okuyacağınız bölümleride mi belirliyorlar. Tıp okumak isteyen ilkokuldaki bir çocuğun yerinde olsam o halde yapmam gereken birini yere yatırıp kalbine pil takmaya çalışmak olurdu herhalde ki yarın bir gün okul yöneticileri tıp okumak istediğimin farkına varıp beni ona yönlendirsinler. Ya pekiyi çocuk polis olmak istiyorsa okulda silahla mı gezecek. gördüğüne kelepçe mi takacak. Bir de hemşire olmak isteyenleri ellerinde enjektörle gezerken izlemek çok hoş olacak. Pilot olmak isteyen çocukların ne yapması gerektiğine dair bir bilgisi olan varsa bana da bildirirse iyi olur. Gidişat iyi değil ve bir oğlum olursa pilot olmasını istemiyorum o yüzden onu bazı davranışlardan men edeyim bari. Ne olur ne olmaz sonra çocuğu pilot yaparlar da hiçbirimiz ağzımızı açamayız. Devletin hikmetinden sual olunmazmış. Teorileri kanıtlamak için (kendinizce) doğrular uydurmak hoş olmuyor. Ne Avrupa da ve ne de dünyanın hiç bir ülkesinde annenin, babanın ve çocuğun istemediği bir bölümde çocuğu zorla (Bunun adı zor'dan başka birşe değildir.) okutamazsınız. Konunun birinde deniyor ki; çocuklar din eğitiminden anlamaz, o yüzden onlara reşit olduktan sonra bu konuda eğitim verilsin, bir yerde de diyoruz ki kardeşim madem 14 yaşında imam hatipe gittiler tercihlerinin sonuçlarını biliyorlardır. Çeksinler cezalarını. Aslında onlar ceza çekmiyorlar, biz eşit yarışmayla oraları kazanamayacak adamları OTDÜ'ye, Hacettepe'ye gönderiyoruz. Bu, ilerleyen yıllarda aydın sorunu yaşamamıza neden olacaktır. Aslında bu gibi kafaların (zeki çocuklardan bahsediyorum) sadece İlahiyat ve Din üzerinde yoğunlaşmaları ilerleyen yıllarda laik-kemalist devletin başına iş açacaktır. Zira bu insanların içerisinden aksiyoner beyinler de çıkacaktır. AB sürecine de değineyim. Türkiye Cumhuriyeti (devletimiz) laiklik gereğince her inanca aynı mesafede bulunmak zorundadır. Hiç bir inancı desteklememeli, hiç bir inanç mensubuna maaş ödememelidir. Veya hepsine maaş ödemelidir. Ben 1. şıkkın olması kanaatindeyim. Hiç bir inanç mensubunu (eğer laikliği tam anlamıyla uygulayacaksak) para ödenmemelidir zira laiklik bir yönüyle de devlet işlerinin dinden soyutlanmasıdır. Şimdi sorayım o halde, devletimiz Alevilere para ödüyor mu? El cevap: HAYIR. Aleviler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dava açmış mıdır? Evet. Ne olacaktır. Bana kalırsa mahkeme eğer ciddi bir laiklik kavramı üzerinden giderse maaşlı imam olgusu, camilerden alınmayan bir takım paralar (elektrik ve su) Diyanet İşleri Başkanlığının yapısını laikliğe aykırı bulacaktır. Avrupa Birliği meselesi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararların uygulanmasıyla birebir alakalı olduğu için bu süreçte yasaklanmalıdır. Bilmem anlatabildim mi?
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
CYRANO, meslek liselerinin açılışı ve işleyişi konusunda haklılık payın yüksek. Lakin Türkiye de unutulan bir takım şeyler var. Ben Ticaret Meslek Lisesini 97'de bitirip 98'de hukuk fakültesine başladım. Önümde bir engel yoktu. Bazı arkadaşlar muhasebecilikte iktifa kıldılar ve o yola gittiler. Türkiye de gerek Ticaret Meslek Lisesi Mezunu, gerek İmam Hatip Lisesi Mezunu ve gerekse Endüstri Meslek Lisesi Mezunu sayısı bu kişilerin bu alanda çalışacağı sayının çok üzerinde. 98'li yıllara kadar insanların Ticaret, Endüstri, Düz lise ayrımından dahi haberleri yoktu. İstisna İmam Hatiptir. Buraya öğrenci gönderenler ne için gönderdiklerinin farkındaydılar. Buraya öğrenci gönderenler oğlum liseyi bitirsin de imam olsun diye göndermediler, oğlum hem okusun ve hem de dinini öğrensin diye gönderdiler. Her ne ise; Devletin istihdam edeceği imam sayısı varsayalım 50.000 olsun ve mezun olan adam sayısı 300.000 olsun bu durumda 250.000 lise mezunu ne olacak. onlar istihdam edilen 50.000'nin emekli olmasını beklesin diyorsunuz yani... Veya üniversite okumasınlar diyorsunuz. Aslında bundan önceki uygulama çok doğru bir uygulamaydı. Muhasebe okumak isteyen Ticaret Meslek Lisesi Mezunlarına ek puan veriliyordu ve bu bir nevi teşvikti. İlahiyat fakültelerine sadece İmam Hatipler değil hemen herkes gidebiliyordu. İmam Hatip mezunlarının İlahiyat Tercihlerinde de böyle olsaydı ne olurdu. Bir İmam Hatip Lisesi Mezununun Hukuk veya siyasal bilim okumasında ne sakınca var ki, hayır madem imam hatip'e gittiğ o halde illaki imam veya ilahiyatçı olacaksın diyorsunuz. Belki çocuk imamlıktan da, ilahiyatçılıktan da nefret ediyor ve inanılmaz bir zekası var. Ne olacak, haydi aslanım sen kafanı kurşunu lise 1. sınıfta sıktın bundan sonrası bizi ilgilendirmez mi? (Bana kalırsa birçok ülke meslek liselerini gerekli sektörlerde kullanmak üzere eleman yetiştirmek için açmıştır ama 1. si imam hatip mezunlarını kullanacağınız ciddi bir sektör yok, ikincisi burası aslında bir meslek lisesi değil zira islamda imamlık diye bir meslek olmadığı gibi devletimizin de ilerleyen yıllarda laiklik ve Avrupa Birliği sebepleriyle maaşlı imam olgusunu ortadan kaldırmak zorunda kalacağını düşünüyorum. Dahası Türkiye de İmam Hatipler sanıldığının aksine imam yetiştirmek için kurulmamıştır. Ama her zaman makul gerekçeler gösterilmek zorundadır değil mi?) Tekrarla meslek lisesine giden bir genci illaki sen bu mesleği yapmak için o bölümde (üniversitede) okuyacaksın demek o çocuğun eğitim özgürlüğüne indirilen şuursuz bir baltadır. Herkes istediği bölüme yetecek puanı alabiliyorsa orada okusun. Kendi lise eğitimlerinin üstü olan bölümlerde okumak isteyenlere teşvik mahiyetinde puan verilsin işte o zaman daha mantıklı bir iş yapılmış olur. Güzele yönlenmek varken, yanlışa mazeret uydurmak hoş olmuyor. İstemeyen imam hatip'e gitmez ancak bu insanlar madem imam hatip'e gidiyorsunuz o halde cezayı hak ettiniz mantığıyla cezalandırılmamalıdırlar. Türkiye de imam hatip sorununun çıkmasında keşke meslek lisesi mezunuysanız bu işi yapacaksınız biz o yüzden böyle bir sistem öngördük denebilse. Ama maalesef kurunun yanında diğer meslek lisesi mezunları da yandılar. Tek başına imam hatip'i ateşe atamayacak olanlar diğerlerini de yaktılar.
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Ne olur ne olmaz admin başörtüsü başlığı altında niye imam hatip sorunundan bahsediyorsun diyebilir. Arkadaşlar bu sabah bir mesajla güne başladım. uyarı 1 yazıyordu, anlamını yarım saat düşündükten sonra çıkardım. Yaşasın sonunda benimde 1 uyarım olmuştu. Her ne ise şimdi merak ediyorum başörtüsüyle ilgili açtığım bu başlık altında uyarı 2'yi elde edebilir miyim... Konuya gireyim. Gerçek Hayat dergisi bir iki hafta başörtülü ve imam hatipli olan birkaç genç kardeşimizle röportaj yapmış ve bunu yayınlamış. Ben bir kaç tanesini alıntılayacağım. Bunlardan ilki Cumali ÇELİK adlı İmam Hatip Lisesi Mezunu bir kardeşimiz... *Kendin gidip İHL'ye kayıt yaptırmışsın? - Evet, kendim istedim. Hatta ailemin bile haberi yoktu. Lise 2'ye gidiyordum, televizyonda İHL'ler hakkında çıkan haberleri görünce dönüp sordular bana, "Bak, İHL'liler üniversiteye giremiyormuş. Sen nerede okuyorsun?" diye. Doğu insanını bilirsiniz, ilgisizdir böyle şeylere. O güne kadar bilmiyorlardı İHL'li olduğumu. *Üzüldüler mi? -Hayır, üzülmediler. Neticede hepsi Müslüman, dindar... Üstelik İHL'li demek, mutluluk verici birşey bizler için. *Ailen ne okumanı istiyordu? -Onlar daha çok çevrelerinden etkileniyorlar. Annem mesala, doktor olmamı istiyor. Benim hayalim endüstri mühendisliği tabi. *Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? -Babam 15 yıl önce vefat etti. 8 kişilik nüfusumuz var. Evin reisiyim, ailenin geçimini ben sağlıyorum. İstanbul'da bir konfeksiyonda çalışıyorum. ÖSS'den çıkar çıkmaz başladım. Ayda 400 YTL kazanıyorum. Sigortam yok haliyle. Yılda sadece birkaç ay çalıştığım için sabit bir iş aramadım. Bekar evinde kalıyorum. *Zor olmadı mı böyle sınava hazırlanmak? -İş çıkışlarında camiye gidip bir rahleye oturuyordum. Kolay olmuyordu tabi, cami cemaati gelip sohbet ediyordu benimle. Ders çalışamıyordum. O yüzden sınava üç ay kala Iğdır'a gittim, çalıştım. *Bu senin kaçıncı girişin sınavlara? -Ben 2003 mezunuyum. Üçüncü girişim bu benim. Sözel puanım 385.502 Türkiye sıralamasında 43.'yüm. İTÜ veya Marmara Üniversitesi'nde endüstri mühendisliği okumak isterdim. Geçen senede sınavlara girmiştim ama katsayı engelinin kaldırılacağını umut ederek beklemiştim. Bu yıl da birşey değişmedi. Bu kez İlahiyat Fakültesi tercih yazacağım. Çünkü hükümete güvenimiz kalmadı. *Puanının düşeceğini biliyordun değil mi? -Biliyordum ama bu saatten sonra kötülemek olmaz. Zaten severek seçtim. Güzel olanı seçtim. Sorular Gerçek Hayat dergisi yazarlarından Ümmühan ATAK'tan sanırım. ELİF BAŞARAN. Gebze AİHL mezunuyum. İHL'ye babamın tavsiyesiyle başlamıştım. Puan kırıldığını biliyordum ama önemsememiştim. Bir gün düzelir umudu vardı. Fakat vaadler yerine getirilmedi. EA ham puanım 273.167 Türkiye sıralamısında 390. sıradayım. Kocaeli ve Gebze birincisiyim. fakat buna rağmen istediğim bölümü yazamayacağım. Tıp okumak isterdim ama mümkün değil. O yüzden ya Marmara Üniversitesi'nde Din Öğretmenliği ya da yurtdışına gidip okuyacağım... Dahası da var ama ben burada sorayım sorumuzu. Türkiyenin gerçekten bu kadar imkanı var mı? Yani kafası çalışan, zeki insanları heba etmek, atıl mesleklere yönledirmek gibi imkanımız var mı? Demek ki var...Tamam Din Kültürü öğretmenlerimiz de zeki insanlar olsunlar ancak bu kardeşlerimizi böyle harcamak (bunun adı harcamaktan başka birşey değildir) hangi izana sığar...Kısmet olursa 5 yıl öncesinden de bahsedeceğim bir ara....
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Selamlar... Herkes devletin o meşhur mezaliminden geçti (İstisnalar da mevcut). Dincisi, komünisti ve hatta milliyetçileri bile. Bugün daha önce de dediğim gibi sütten çıkmış ak kaşıklar yok demokrasi ve sivil itaatsizlik boyutundan tarihe baktığımızda. Ancak idrakinde olunması gereken bir şey varsa o da devlet çarkının her dönem birilerine karşı işlediğidir. Bugün islamcılara, daha önce solculara, daha önce tekrar islamcılara gibi. Devlet kendi adamları hariç herkesi budayan bir makas göreviyle hareket etmiştir çoğu zaman. Bu sebeple artık halk demokrasinin kendisine lutfen verilen birşey olmadığını, haklarını ancak mücadelelerle elde edebileceğini kavramıştır. Bu sebeple bugün gördüğümüz antidemokratik uygulamaları ortadan kaldırmak için birleşmeliyiz. Yanlışın bir yanlış olduğu unutulduktan sonra özrün anlamı kalmaz diyordu İsmet ÖZEL. Bu sebeple geçmişteki olumsuz davranışların yanlış olduğunu unutmayalım. Ben o dönemde mevcut değildim ancak işkencelere, baskılara antidemokratik yapılara ses çıkarmayan ve hatta alkış tutan, kişiler yerine islamcısından da, komünistinden de özür dilemekde bir beis görmüyorum. Küçük bir not. Siz alıntıladığınız hikayenin bir profesöre ait olduğunu söylüyorsunuz ve yanılmıyorsam bu formun bir yerlerinde yine bu hikayenin bir pedere ait olduğu yazılmıştı. Acaba hangisi. Her ne ise... Ben buraya birkaç şey daha ekleyeceğim. İlk önce Prof.Ergun ÖZBUDUN tarafından Danıştay'ın okul dışında başörtüsünü yasaklayan kararı, Anayasa Mahkemesi Kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararının ne anlama geldiği hakkındaki açıklamalarını ekleyeceğim. 50 yıllık hukukçuyum, mevzuatta kamusal alan yok’...17.02.06 Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun, Danıştay’ın başörtüsü ile ilgili kararının arkasında Anayasa Mahkemesi’nin yanlış laiklik yorumunun yattığını savunuyor. Özbudun, Danıştay’ın okula geliş gidişinde başörtüsü kullanan bir öğretmenle ilgili verdiği kararın yasağı sokaklara kadar genişletme anlamı taşıdığını dile getiriyor. Yasağa gerekçe gösterilen ‘kamusal alan’ kavramına da tepki gösteriyor: “50 senelik hukukçuyum. Türk mevzuatında kamusal alan diye bir şey görmedim. Böyle bir kavram varsa gösteren olursa sevinirim.” Yargı tartışmalarını Zaman’a değerlendiren Prof. Dr. Özbudun, Anayasa Mahkemesi’nin daha önce yanlış bir laiklik yorumu yaptığına ve türban yasağına ilişkin uygulamaların bu yorumlara dayandırıldığına vurgu yapıyor. Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'nin başörtüsüyle ilgili karının da Türkiye'de yanlış anlaşıldığına dikkat çeken Özbudun, AİHM'nin 'yasak uygulanmalı' demediğini, sadece 'mevcut durumun sözleşmeye aykırı olmadığı' yönünde tespitte bulunduğunu aktarıyor. Özbudun, yargı kararlarına yansıyan laiklik anlayışını şu sözlerle eleştiriyor: “Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle ilgili kararında din ve vicdan özgürlüğüyle laiklik ilkesi arasında denge kurmalıydı. Bu yapılamamış, konunun din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin yönü ihmal edilmiş ve karar tümüyle laiklik ilkesi üzerine kurulmuştur. Kaldı ki üniversitelerde kız öğrencilerin laiklik ilkesini nasıl aşındıracağı ve bozacağı da kararda tatminkar şekilde açıklanmamıştır. Laiklik elbette sahip çıkmamız gereken bir değerdir. Fakat laikliği din özgürlüğüyle birlikte düşünmek ve bu iki değeri birbiriyle çatışmayacak ya da mümkün olduğu kadar az çatışacak biçimde dengelemek gerekmektedir.” Demokratik bir toplumda kişilerin özel hayatlarına bu şekilde bir sınırlama getirilemeyeceğini belirten Özbudun, ‘kamusal alan' kavramının da başörtüsü yasağı için hukuki dayanak oluşturmayacağının altını çiziyor. Özbudun, “50 senelik hukukçuyum. Türk mevzuatında ‘kamusal alan' diye bir deyim görmedim.” diyor. Özel hayata müdahale olamaz Laik bir devlette kamu görevlilerine görev başında dinî simgeler kullanmalarının yasaklanmasının kabul edilebilir bir sınırlama olduğunu ifade eden Özbudun, sınırlamanın özel hayatta uygulanmasının kabul edilemeyeceğini belirtiyor. Prof. Dr. Özbudun, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Görev dışında kişi özel hayatında istediği gibi giyinir. Kimse onun sokaktaki, pazardaki ya da evindeki giyim kuşamına karışamaz. Bu bakımdan Danıştay'ın kararı gerek çağdaş demokratik normlara, gerek laiklik ilkesinin normal demokratik anlaşılış biçimiyle bağdaşmayan bir karardır. Bu mantığı sonuna kadar götürürsek kamu görevlilerinin sokakta, sokaklarda ve evde de belli kısıtlamalara tabi olması sonucuna varırız. Bu takdirde din hürriyetini ve insanın kendini kıyafet yoluyla ifade biçimi olan ifade hürriyetini çağdaş demokratik normlarla bağdaşmayacak ölçüde sınırlandırmış oluruz.” Yanlış yorumlamanın sürmesi halinde başörtülü bayanlara devlet hastanelerinde tedavi imkanı da tanınmayabileceğini ifade eden Özbudun, “Çünkü hastaneler de bir görüşe göre kamusal alandır. Daha önce Yargıtay'da bir sanık duruşma salonundan çıkarılmıştı. Bu mantığa göre vergi dairesinde başörtülü bir kadının vergisini yatıramaması gerekiyor.” yorumunda bulundu. Başörtüsüyle ilgili AİHM'nin verdiği kararın da Türkiye'de yanlış anlaşıldığına dikkat çeken Özbudun, AİHM'nin Türkiye'yi böyle bir yasağı uygulamaya zorlamadığını, sadece bu yasağın sözleşmeye aykırı olmadığı yönünde bir tespit yaptığını aktarıyor. Daha sonra bir kaç başörtülü kızın ve imamhatipli öğrencinin bu yılki ÖSS hikayesini aktaracağım..
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Sayın CYRANO, bir kaç noktada haklısınız. Tepki meselesinde özellikle. Birilerine baskı ve zulüm yapılırken ses çıkartılmaması, kılıç size döndüğünde ise bağırmanız ahlaki değildir. Sol örgüte mensup insanlar işkencelere maruz kalırken ses vermeyenler solculardan destek beklememelidir. Ancak, sol örgüt mensuplarıyla beraber meydanlarda bir takım mitinglere katılmamızı beklemeniz de aynı derecededir. Tabiki YÖK protestosu gibi eylemlerde bir noktada bulunabiliriz. Yanlış anlamayın, size solcusunuz falan demiyorum. Türkiye de bir dönem komünizm taraftarı olan insanlar çeşitli işkencelere maruz kaldılar ama müslümanların pek bir sesi çıkmadı. Yalnız tersi de doğru, bir takım inkilaplardan sonra müslümanların da üzerine fazlasıyla gelindi ancak buna soldan veya başkaca yerlerden de ses çıkmadı. Burası Türkiye ve burada sivil toplum anlayışı gelişmiş değil. Bu ülkede komünizm gelecekse onu getirmeyi kendilerine hak ve görev bilmiş elit bir tabaka var. Sivil toplum maleseflere oynuyor. Ortak bir payda da bu zamana kadar buluşmamıştık ancak tezkere hadisesinde ben bazı sendikaların (gösteriye katılan sendikalara bakıldığında sola mensup oldukları görülecektir) düzenlediği mitinge katıldığımda birçok başörtülü kişinin destek verdiğini gördüm. Dolayısıyla artık hakların mücadelesi veriliyor. Bu da yavaş yavaş demokrasi bilincinin yerleştiğini gösteriyor. Değil mi ki demokrasi mücadelelerin tarihidir. Gelelim Türban yasaklamasına...Bu konuda sanırım bir bilgi eksikliğiniz var. Evvela Türbanın nasıl ortaya çıktığını, ihtilal sonrasında ne olduğunu, Doğramacı zamanında neler olduğunu sanırım bilmiyorsunuz. Bu bilgiyi Suheda'nın sorması üzerine alıntılamıştım. Siz görmediniz sanıyorum... Ama gördüğünüz gibi yasak sizin belirttiğiniz sebeple çıkmış değil. Ama ne demiştim bir yazımda, devlet nispet yapmaz, devlet intikam almaz. Böyle bir karşılaşmayı devlet yap/a/maz. Ne bu intikam mı alınıyor. Siz öyle yaptınız alın bakalım. Türbanlı başı açık ayrımı demişsiniz ama sanırım o ayrım tam böyle değildir. Başıörtülü başı açık olmalıdır. Bugün Türkiye de başı örtülü, türbanlı ayrımı yapılmaktadır. Kendilerini güçlü hissettiklerinde başı açık kadınlara saldırmaktan bahsediyorsunuz, pekiyi bugün bu niye yok. Acaba müslümanlar bu ülkede bundan daha fazla hangi dönem güçlü olmuşlardır. Belirttiğiniz hadisenin yaşanmış olduğunu varsaysak bile bu bir yanlıştır. Kimse kimseyi zorla kapatma hakkına sahip değildir. Zorla kapatmanın da islam nazarında bir yere tekabül etmediğini en bağnaz müslümanın dahi bilmesi gerekir. Hayır yine aynıdır. Karaburunda bikinili diye bir genç kızın taciz edilmesine hakaret edilmesine verilen tepkilere baktım. Türban yasağı bu mantığın yanında melaike kalır. demişsiniz. Ne karaburun neresidir onu biliyorum ve ne de böyle bir olayı duydum. Var olduğunu varsayarsak bunu yapanlar halt etmiştir. Ancak tersi doğru değildir. Madem kız veya kadın taciz edilmiştir o halde türban yasağı meşrudur ve az bile gelir anlayışı doğru değildir. Taciz varise tacizciler cezalandırılmalıdır. Cezanın olayın başaktörleri olan erkeklere verilmesi gerekir. Neden bayanlara ceza veriliyor. Bir de bunu incelemek lazım. Neden erkekler değil de kadınlar cezalandırılıyor. Rövanş mı almak derdine düşmüş devletimiz. Geçmişte bir takım yanlışlıklar yapılmış, hem sol, hem islamcılar, hem muhafazakarlar, hem mazoşistler, hem antropologlar, ve hem de monologlar birbirlerinin özgür olabilme haklarını savunmamışlar ama bugün yanlışın bir yanlış olduğu ( ismet özelden) unutulmadan bundan sonra doğru olanı yapma zamanıdır. Birbirimizin düşüncelerine katılmasakda haklarının savunabiliriz. Geçmişte kimse lehine tozpembe şeyler yok.
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Tamamını veya ufak bir kısmını alıntılamıyorum, ama harika bir yazı... Zor oldu ama güzel oldu okumak...Elinize sağlık, yine sizin açtığınız başka bir başlık altında birinci kısmını okumuştum, gerisini de bugün okumak nasip oldu... Allah razı olsun...