İNTERLOCK tarafından postalanan herşey
-
ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
aşk; a şıkk! aşk; no doupt! aşk; kuşkusuz'dur! kuşku; zihnin oyunlarıdır! zihin oyunları; çevrim/kısır döngüdür! kısır döngü; karma'dır! karma; R Complex'tir! ve siz, her işin başı ve sonu olan zihin çevrimini kıramadıkça aşk'tan söz etmeniz beyhude'dir. beyhude'dir! acı çekeceksiniz! çünkü; çevrim içi kaldıkça aşk, hakkında verdiğiniz yanlış hükümler sonucu infazı kaçınılmaz biçimlerde uygulayacaktır.. kişisel
-
GuNuN SoZu (SeNCe)
.. "Bilinç, korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin.." Craig Schwartz Being John Malkovich John Malkovich olmak ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
Ergün Arıkdal (1936 - 1997) MTİA Dernek Başkanı Makale ve Konferanslarından derleme: Metapsişik Açıdan Rüyaların Temel Sebebi: "24 saatlik zaman dilimi içinde, uyumak zorunda olduğumuz bir süre vardır; bu süre içinde de rüya görmekteyiz. Rüya safhası aşağı yukarı bir buçuk saattir. Bu, bizim bir gecede toplam rüya görme süremizdir. Halbuki siz o bir buçuk saatlik sürede gördüğünüz rüyalarınızda dünyayı yaşayabilirsiniz. Aslında insan rüya görmez, rüya ona gördürülür, Uyku pasif bir hal, irade dışı bir olaydır ve ruhsal dünyanın bize uzattığı yardım elidir." "Esasında rüyalar konusunu; şuur altı, şuur dışı ve üst şuur tarzında üç yönlü olarak açıklamamız mümkündür. Yüz yıllardan beri gelen kaynağı ve sebepleri konusunda araştırmalar yapılmakta olan rüyaların ortaya çıkışında öncelikle fizyolojik bir unsur söz konusudur. Şuuraltımızda birtakım malzemelerimiz vardır. Bunlar bize sağlığımız hakkında birtakım ihbarlarda bulunabilirler; özellikle sağlıkla ilgili rüyalarımızın birçoğu bize şuuraltımızdan aktarılır, Çünkü bedenimiz kendi mekanizmasının nasıl çalıştığının adeta farkındadır. Bu rüyalar, sembolik olsalar da örneğin 'gıdana, böbreğine dikkat et' tarzında uyarıları apaçık ifade ederler. İnsanın bedeni ile ilişkili olarak bir takım uyaranlar, şuuraltındaki bir takım mekanizmaları harekete geçirerek bize bu şekilde çeşitli haberler iletebilirler. Bu uyaranlar içinde en yakın çevremiz, toplum,dünyanın kendisi ve kozmos olabilir. Sürekli bir şekilde tesir altında bulunduğumuzdan dolayı, bu etkilerin yorumlarını rüyalar halinde görebiliriz." ..
-
DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
İnisiyelerin Rüyalara Bakışı: Dr. Bedri Ruhselman (1898 - 1960) Ruh ve Kâinat'tan aktarımlar: İmajinasyonun Önemi Hakkında "İmajların ruhumuzda nasıl nesnel birer değer edindiklerini incelemek hakikaten ilginçtir. Ve bu incelemenin ilerlemesi, bizi birçok yeni düşüncelere götürür.. Gündüz ruhta, şuurlu veya şuursuz, yerleşmiş olan bir imaj; yan maddi güdülerin tesiri altında, bazen olduğu gibi, bazen de sembolik sahneler içinde canlanır. Rüyalarda da hal böyledir. Ve insan bunları, kendisinin veya başkalarının imajinasyonları ürünü olduğunu düşünmeden bir realite olarak kabul eder .." "Şu halde imajinasyonunu iyi inceleyerek, onu şu veya bu yolda kullanma imkânlarını daha kolay bulmuş oluruz. Bu kazancın dünyadaki tecrübe hayatımız üzerinde büyük ve faydalı tesirleri olacaktır. Ve bu faydalardan biri de, yaptığımız işler kadar, tahayyül ettiğimiz işlerden dolayı da vicdanımıza karşı sorumlu olduğumuzu öğrenmektir .." ..
-
INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. Çoğu kez, devalar aleminin mensupları da söz konusu tartışmalara katılırlar. Ancak, böyle anlarda, irtibat sözlerle kurulmaz. Çünkü, daha henüz her şeyin düşüncelerle yönetildiği mental alemde bulunulmamasına rağmen, görülecektir ki, astral alemin yüksek seviyelerinde, sözle ifade edilmeden de sohbetler yürütülebilir. O katmanlarda yaşam biçimi öylesine suptilleşmiştir ki, düşünceler yoluyla irtibat kurmak imkânları doğal olarak benimsenir ve bu tür şeylerin harkulâde ya da olağanüstü olarak mütalaa edilmeleri diye bir şey söz konusu olamaz. Astral alemin dördüncü katmanında yerleşmiş bulunan devaların evrimleşmiş varlıklar olduklarını unutmamak gerekir. Devalar da aynen evrimleşmiş insanların ilkel insanlardan farklı olmaları gibi, aşağı seviyelerden elementaller ile tabiat ruhlarından farklıdırlar. Bir devanın zihni bakış açısı, bir beşerin zihinsel bakış açısından oldukça değişiktir. Devalar daha ziyade doğanın süreçleri ile ilgilenirler. Devaların yaşamları, doğanın unsurları; okyanuslar, dağlar, ağaçlar, çiçekler, yağmurlar vb. ile öylesine içiçedir ki, yardımlarının gerektiği bazı özel durumlar haricinde ve sadece beşeriyeti ilgilendiren, 'yaşamın sorunları' ndan hiç etkilenmezler. Ulusların gelişimi ya da çöküşü onları hiç bir şekilde etkilememesine rağmen, bir bitki yaşamının izlediği gelişime, doğanın insanlara fiziksel gereksinimlerini sağlamasına ilişkin bilimsel araştırma çalışmalarına karşı büyük bir ilgi duyarlar: Her bir değişik ağacın, çalılığın ya da çiçek türünün yönetimi evrimleşmiş bir devanın elindedir. Bu 'yöneticiler'e bağlı olarak, hepsi de kendi özel görevlerini yürüten binlerce yardımcı çalışır. Adına 'uygarlık' dediğimiz anlayışın saldırısı ile aşırı miktarda ağaç kesildiği zamanlar, devalar da yok edilenlerin yerini alacak olan yeni ağaçlar üretmeye çabalarlar. Modern bilimin, yapay yollardan yağmur yağdırmak gibi çabaları kapsayan deneyleri devalar alemi için son derece ilgi çekici konulardır. Devalar, kendi metodlarını kullanarak, insanı, doğru gidişata uygun bir şekilde, araştırma faaliyetlerinde etkilemeye çalışırlar.. ..
-
INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. Sakinlerinin ortalama seviyeden insanlara nazaran doğaya çok daha yakın olduğu ve 'geri kalmışlık' sıfatını yakıştırdığımız ülkelerde bu tür varlıkların mevcudiyeti kabul edilir. Örneğin, İrlanda'da halkın çoğu, "küçük insanlar" dedikleri perileri ve tabiat ruhlarını hiç görmemiş olmalarına rağmen, bu tür varlıkların hepsinin de mevcut olduğunu onaylarlar. İrlanda'da çiftçilerin çoğu, günümüzde dahi, halk arasındaki inanca göre perilerin kullandığı iddia edilen toprak parçalarını işlemeyi reddederler. Maddi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ve eski halk öykülerini saçma ya da batıl itikat olarak nitelendiren bazı toprak sahiplerinin başlarına gelen talihsizliklerin, bölgenin sakinlerince, "küçük insanları" incitmiş olmalarına atfedildiğini anlatan birçok öykü vardır. Böyle öykülerin ne ölçüde gerçeklere dayalı oldukları bilinemez ama, bu nevî varlıkların, astral alemdeki mevcudiyetleri bir gerçektir. Üstelik, bunun da ötesinde, astral alemin yaşamında önemli bir rol oynarlar. Ölümden sonra, astral alemin üçüncü ve dördüncü seviyelerine varıldığında kişi bu varlıkları kendi gözleriyle görmekle kalmaz, ayrıca onlarla temas kurar. Bir insan dördüncü seviyeye geçtiğinde, ilk önce, faaliyet olarak tanımlayabileceğimiz şeyin tümüyle yok oluşu karşısında etkilenecektir. Muhakkak ki, orada insanlarla karşılaşacak ve fizik yaşamı sırasında onlarla karşılaşmamış ise, aynen insanların fizik dünyada birbirleriyle tanıştırılmaları gibi onlarla tanıştırılacaktır. Dördüncü seviyede faaliyet göstermesini mümkün kılacak olan gerekli arzuyu ve nitelikleri taşımaması halinde dördüncü seviyeye kadar ilerleyemeyeceğini bilen 'dördüncü seviye daimi sakinleri' tarafından, eğilimleri kendilerininkine benzeyen bir insan olarak hoşnutIukla karşılanır. Dördüncü seviye sakinlerinin ilgi duydukları başlıca şey uluslararası ve evrimsel sorunları tartışmak, doğruluğunu deneme çabasını gösterdikleri teoriler ortaya koymak olduğu için, bu seviyede fizik faaliyetten ziyade zihni faaliyete rastlanır. Tartışmalar, bilimin gelişmesi veya devaların evrimi gibi konularla ilgilidir. Bütün bunlar birçok insan için sıkıcı olabilir ama, entellektüel tipte bir birey için hiç de sıkıcı değildir. Dördüncü katmanda karşılaşılan kişiler, muhakkak ki, entellektüellik seviyeleri açısından çok çeşitlidirler. Doğal olarak, en keskin zekâya sahip olanlar- ki bu kişiler diğerlerinden daha yaşlı ve daha tecrübeli olan varlıklardır- tartışmalarda başı çekerler. ..
-
INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. Astral Alem'in Üçüncü ve Dördüncü Seviyeleri Beşer kökenli bir astral varlık, astral alemin üçüncü ve dördüncü seviyelerine vardığında, bu bölgelerin ayrıca, beşer dışı kökenli olan daha başka varlıklarca da iskan edildiğini farkeder. Bu varlıklar, adına "devalar" ya da "melekler alemi" denilen ve beşeri evrime paralel olan bir evrimi oluştururlar; beşeri aleme benzer şekilde evrimleşirler, şu farkla ki, bu varlıklar, hayvanlar aleminden beşeri aleme geçerek bireyleşmek yerine, böcekler, balıklar ya da kuşlardan, elementaller, periler ve devalar ya da melekler alemine geçerek bireyleşirler. Bir kuş ya da balık için, gelişiminin bir sonraki etabına ilerlemek vakti gelince, fizik dünyadaki türüne göre ya bir elemental ya da peri haline gelir. Örneğin, elemental haline gelen balıkların, mükemmellik hedeflerine doğru yaptıkları doğal yolculukları sırasında; 'aynen köpeklerin, kedilerin, atların, vb. kendi hayvan türlerinden evrimleşmemiş beşer tiplerine dönüşmeleri gibi,' balıklardan elementallere dönüşmeleri söz konusu olur. Aynı şekilde, kuşlar da perilere dönüşürler. Hem elementaller hem de periler, birbirini izleyen birçok yaşamdan sonra, fizik dünyada devalar ya da melekler olarak tanımlanan varlıklar haline geldikleri bir safhaya ulaşırlar. Beşeri evrim ile devaların evrimi arasında büyük bir fark vardır. Balık ya da kuş, elemental ya da peri safhasına vardıktan sonra devaların evrimi de fizik dünyada devam etmeyip sadece astral ve mental alemleri iskân ederler. Dahası, aşağı seviyeden elementaller ile çok genç ya da evrimleşmemiş türden periler dışındakiler, astral alemin üçüncü seviyesinden daha aşağıda yaşamazlar. Fizik dünyada yaşayanların devaların evrimi hakkında pek az bir şey bilmelerinin nedeni de budur. Sıradan bir insanın bu varlıklarla temas ettiği çok enderdir. Ancak, duru görü yeteneğini geliştirmiş olan kişiler, fizik seviyede dahi bu varlıkları görebilirler. Çünkü, bir durugörür için 'astral ve fizik bilinç dünyaları' arasında kapalı bir kapı yoktur. Fakat, ortalama seviyeden bir insanın bu konuda bilgisi yoktur ve çoğu kez, bu tür varlıkların mevcudiyeti ile ilgili olarak ağızdan ağıza dolaşan öykülerle de alay eder. ..
-
BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ
.. HİKÂYE Bir vakit, hazreti Ebubekir halifelik çağlarında Medine'nin sokaklarında dolaşıyordu. Evleri kapı kapı gezerken ansızın bir eve girdi. İçeriden bir ağlama sesi işitti. Bir kadın şu beyiti okuyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu: Beyitin anlamı şu rubaidedir: RUBAÎ "Ey çehresi güzellikte aydan parlak sevgili! Senin ay yüzünün önünde güneş zebundur. Sütninem dudaklarıma memesini vermeden önce, senin mercan dudaklarının hâtırasıyla kan içtim." Bu şiirin nağmesi Ebubekir'in gönlüne pek dokundu. Kapıyı çaldı. Ev sahibi dışarıya çıktı. Halife sordu: "Köle misin yoksa serbest mi?" "Köleyim." "Bu beyiti kimin sevgisiyle okuyorsun?" "Ey peygamberin halifesi, Hazreti Muhammed'in mübarek türbesi hürmetine beni kendi halime bırak!" "Senin gönlündeki derdi anlamadıkça buradan bir adım atamam," Cariye gönlünden derin bir ah! çekti, Haşim oğullarından bir delikanlının adını söyledi. Halife mescide döndü, cariyenin sahibini çağırttı. Değer pahasını vererek kızcağızı satın aldı ve doğruca sevgilisinin yanına gönderdi. KITA Ey gönül! Sen bütün dünya muradından el çektikten sonra, muradının sevgilisine seni kim kavuşturabilir? Vuslat dertle, merakla elde edilir. Sende o dert ve merak yoksa, bari inle ki bir gönül ehli teessür duysun. HİKÂYE Sesinin ve nağmesinin tatlılığıyla tanınmış, güzellikte eşsiz, türkücü bir cariye bir gün sahibinin karşısında saz çalarak gazel söylüyordu. Gönlünde onun sevgisi yaşıyan, başında onun sevdası dalgalanan genç bir delikanlı, pencerenin altında dikilmiş, can kulağını o sese vermiş, okuduğu gazelin ince ve tatlı nağmelerinin zevkiyle kendinden geçmiş bir halde dinliyordu. BEYİT Sevgilinin yüzünü görebilmekten mahrum olup da ayrılık duvarı arkasından onun sesini duyabilen âşık, ne bahtiyar âşıktır. Cariyenin efendisi ansızın başını pencereden sarkıttı. Delikanlıyı aşağıda görünce yanına çağırdı. Yemek sofrasına oturttu, her taraftan söz açtı. Her hünere ait bahisler ortaya attı. Genç, her şeyden ve her sözden ilgisiz bir halde kulağını efendiye, gözünü cariyeye dikmişti. Kızcağız gamzesiyle ondan ne sorarsa, delikanlı kaşlariyle cevap verir, kız kâkülleriyle her neyi düğümlerse o, çözmeye uğraşırdı. MESNEVÎ Düşmanlarının rağmına biribirini seven iki âşığın kavuşmasından daha hoş hangi manzara vardır? Göz ve kaşlarının büyüsüyle anlaşarak kucaklaşmak ve öpüşmek için bahane ararlar. Bu konuşma faslı devam ederken efendi, bilinen bazı zaruretler dolayısıyle meclisten dışarı çıktı. İki coşkun sevgiliyi başbaşa bıraktı. Meclis boş kalınca karşılıklı vuslat arzuları uzadı, cariye ağzını açtı, delikanlının karşısında şu feryadı inledi: KITA "Öyle bir Tanrı'ya and içerim ki, insanlarla periler gizli ve aşikâr onun kullarıdır. Sen, cihanda görmüş olduğum her yaratıktan bana daha aziz, daha sevgilisin." Delikanlı bu nükteyi işitince feryada kaldırdı: RUBAÎ "Ey, gözüm ve gönlüm aşkına menzil olan sevgili! Bütün cihan dilberlerinin güzelliği sende toplanmıştır. Gönlüm sana doğru akıyorsa hayret etme; sana âşık olmayan gönül taştır. Gönül değildir." Bundan sonra cariye dedi ki: "Dünyada bir dileğim var: kollarımız biribirine dolanmış olduğu halde, ağızlarımızın ve dudaklarımızın şekerini emmek," Delikanlı cevap verdi: "Ben de bu arzuyu beslerim.. Fakat ne yapayım ki, ulu Tanrı buyurmuştur ki: 'Ancak Allah korkusu güdenler müstesna olmak üzere, bazı dostlar kıyamet gününde biribirine düşmandırlar', ** Camî, bu ayeti şu suretle tefsir ediyor: "Yarın kıyamet gününde sevgililerin dostluğu düşmanlık rengine girer. Ancak kendini sakınan kimselerin, sevgiyi arttıran dostluğu bu kaidenin dışındadır." ** İşte ben de yarın sevgimizin temellerine sarsıntı gelmesini, aşkımızın nefrete dönmesini istemiyorum." Delikanlı bu sözleri söyledikten sonra meclisten ayrıldı ve giderken bu nameyi inledi: RUBAÎ Ey gönül, Bu iki günlük sevgiden vazgeç! Çünkü geçici aşktan bir şey çıkmaz. Öyle bir aşkı seç ki, hesap gününde de onunla karar kılasın! ..
-
THE GULLIVER'S SHIP..
hiç'ten şikâyetçiyim ben! pek sayın hedef kitlem hafif sanayim ve dahi fırt fırt böcüklerim; yaban sarımsağı helezonî bir zulüm yoğunluğu yumağısıdır halel getiren zann'lar sitesidir bu durum dali soy adlı meşhur ressam salvador tarafından da pek güzel ve san'at-kâranî üslupta beyan edilmiştir secret fear muktebes değildir! mumla aransa bulunmazlık hiç değildir! eşgüdümlülük yaratan bu- toplumsal ya da bireysel olabilicektir- mirror glass'ta horus öter de ve örümböcek ağını örmüştür! version fire düzeni bizleri bir anda kapüşon durumunda işlemleri izlemeye çağırır parallel transform süreci billurî ırmak benzetmesi/betimlemesi ile izah olunmuştu.. olunabilinir.. mi cektir? aah.. ah! emvati fanlarım ne kötü şeydir fermantation! ritm bozukluğu son verirkene ara nedenlerden bahusus uzak kalmanızı diler ara sıcakları önemsemenizi pek reca ederim büyümüz; "elf" dedim "be" dedim; kinci sana "nun" dedim! kulağın duydu ama reddetti sözü zihnin "elf" imi biçimledin "elf" birdi çokçaladın yetiş aneym yetiş bubam selâmım sarmalandı türevim branşlandı ..
-
ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
Amigdala: Corpus Amygdaloideum: Beynin Medial Temporal lobunun derinlerinde yerleşen ve nöronların oluşturduğu; badem/almond şeklindeki beyin bölümü. Duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasındaki primer role sahip bölge. Limbik Sistemin bir parçasıdır. Başta korku olmak üzere, duyguların denetiminden sorumlu olan amigdala; sempatik sinir sisteminin aktivasyonu için hipotalamusa; refleksleri artırmak için talamik retiküler nükleusa; yüzde korku ifadesinin oluşması için ise, fasial ve trigeminal sinir nükleuslarını uyarır. Ayrıca dopamin, noradrenalin ve adrenalin salgılanması için ventral tegmental bölge, locus coeruleus ve laterodorsal tegmental nucleusa da çeşitli uyaranlar yollar. ** Limbic System: Kişinin, ideallerine bağlı olarak, ölçüsüz tahmin ya da varsayımları ile bağlı tasarımlarına karşılık, tam uygun olayları/vaka/event/şartları, bilinç alanında karşısına/Ekrana çıkartan yada masaya/maide indiren sistem: Network/Cobweb. Limbik sistem; Bir anlamda güncel/actual bellek olarak ifade edilebilir. Bellek, yaşam süresince karşılaşılan her türlü duygusal/hissi verileri en canlı biçimlerde kaydederek saklamakta olup, herhangi bir uyarı/zil yada çan sesi etc. ile tetiklendiğinde, bu verileri zihne/mind transfer edecek böylece gösterime sokacaktır/Rast. ..
-
dükkan isimleri
- dükkan isimleri
- dükkan isimleri
- dükkan isimleri
- GuNuN SoZu (SeNCe)
- ERİŞİLMEZ İKON'UN SAHİFESİ.....
Gautama Siddhatta (Hırs ve Arzu'nun kötülüğünü söyleyen,) ile Yasodhara'/Cariye'nin oğlu Rahula (Henüz şuur eşiğinde olan,) gerçek hikmetin aydınlanmasına erişmeden önce, davranışları her zaman bir gerçek sezgisi/ilhamı ile belirlenemezdi. Ve Kutlu Olan onu, aklını idare etmek ve dilini muhafaza etmek üzere uzaktaki bir Vihara'ya (Accademia dell'Arte del Disegno,) gönderdi. Bir süre sonra, Kutlu olan Accademia' ye gitti ve Rahula'nın içi sevinçle doldu. Ve Kutlu Olan, oğlunun bir leğen su getirip ayaklarını yıkamasını istedi ve Rahula itaat etti. Rahula (Henüz organizasyon ortamı dışında olan,) Tathagata'nın (Mükkemmel'in,) ayaklarını yıkadıktan sonra, Kutlu Olan sordu: "Bu su, şimdi içilebilir mi?" Genc (Gulam): "Hayır Rabb'im (Muallim,)" dedi, "Su kirlendi." O zaman Kutlu Olan şöyle dedi: "Şimdi kendi durumunu düşün. Her ne kadar benim oğlum ve bir Kralın torunu olmuş isen de, her ne kadar gönüllü olarak her şeyi terketmiş olan Samana(Zâhid/Sofi) isen de, dilini yalandan koruyamıyor ve böyle de aklını kirletiyorsun." Ve su döküldükten sonra, Kutlu Olan tekrar sordu: "Şimdi bu kaba içilecek su konabilir mi?" "Hayır Rabb'im," diye Rahula cevap verdi. "Kab da kirlendi." Ve Kutlu Olan şöyle dedi: "Şimdi kendi durumunu düşün. Her ne kadar "Sarı Cübbe" yi giyiyor olsan da, (Arada-sırada sezgiler, ilhamlar alıyor ve bunlar ile övünüyorsan da,) bu kab gibi kirlendikten sonra herhangi bir "Yüce Amaç" a uygun olabilir misin?" Kutlu Olan boş kabı kaldırıp-çevirmeye başladı, sonra sordu: "Düşüp-kırılacak diye korkmuyor musun?" Rahula: "Hayır Rabb'im." diye cevapladı. "Kab ucuz, çok ucuz bir şey. Kırılması pahalıya malolmaz." Kutlu Olan: "Şimdi kendi durumunu düşün." dedi. "Sen sonsuz göç girdaplarında dönüp-durmaktasın, senin bedenin de ufalanacak ve toz olacak diğer maddelerle aynı malzemeden yapılmış olduğundan, kırılsa da bir kayıp olmaz. Kendini yalan konuşma (Sophism/İşrakî Felsefe/ Yanıltıcı Aklın hükümlerine ve bağlı konuşmalarına veren kimse,) Basiret Sahibi/Beyyine/Ehl-i Şuhud tarfından küçümsenir." Rahula utanç dolmuştu ki, Kutlu Olan bir kere daha konuştu: "Dinle de sana bir ibret öyküsü anlatayım: 'Gayet güçlü bir fili olan bir kral varmış, bu fil beşyüz normâl fil ile başa çıkabilirmiş. Savaşa gidiyorken, bu filin dişlerine keskin kılıçlar, omuzlarına tırpanlar ve ayaklarına mızraklar, kuyruğuna da demir bir gülle bağlanırmış. Filin sürücüsü, soylu yaratığın bu kadar iyi teçhiz edilmesine sevinirmiş ama hortumuna gelecek hafif bir ok yarasının da Kral'ın ölümüne neden olabileceğini bildiğinden, hortumunu dikkatle sarılı tutmasını, böylece korunmasını file öğretmiş. Fakat savaş sürerken fil, sürücüsünün öğüdünü dinlemeyip bir kılıcı yakalamak için hortumunu uzatmış. Sürücüsü çok korkmuş ve Krala danışmış. Ve bundan böyle filin savaşta kullanılamayacağına karar vermişler.' Ey Rahula! Eğer insanlar dillerini tutabilselerdi; Yalan; Bal-Zenub ne anlama gelir bilselerdi herşey ne güzel olacaktı! Sen de hortumunu, tam ortadan vuran ok'a karşı koruyan bir Savaşçı/Fil gibi ol. Gerçek sevgisi ile samimi kişiler Günahtan/Zenb kaçınırlar. Kralın hortumuna binmesine müsaade eden ve onu dikkatle koruyan terbiye edilmiş sakin bir fil gibi, dürüstlüğe ihtiram gösteren insan da, bütün yaşamı boyunca sadakatle ve sabr ile irtifak edecek/Kabını dolduracak ve tüm gayreti ile yoluna devam edecektir." Bu sözleri duyan Rahula, derin üzüntüye kapıldı; bir daha hiç şikâyete fırsat vermedi/şikâyet etmedi, razı oldu ve derhal samimi gayretlerle yaşantısını saflaştırdı. Paul Carus The Gospel of Buddha Bilgeliğin Şifreleri Ruh ve Madde Yayınları 1984- INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
Astral Alem'in Birinci ve İkinci Seviyeleri Astral alemin en maddi nitelikte, en yoğun olan bölümü, ölümden hemen sonra insanları çevreleyen 'birinci seviye'dir. Astral alemin bu yoğun bölümünde yaşarken, fizik dünyada yaşarken gördüğünüz her şeyi çevrenizde görürsünüz. Diyelim ki, fizik dünyadaki yaşamınız sırasında İstanbul'da oturdunuz: Muhtemeldir ki, ölümden sonra da İstanbul'un astral kopyasında ya da yansımasında kalırsınız. Çünkü, bu yeni yaşamınızın henüz başlangıcındayken, anladığınız bir şeyle irtibat halinde kalmak istersiniz. Çevrenizde insanlar görmeyi ve aynen fizik dünyadaki gibi, arkadaşlarınızı ağırlayabileceğiniz mükemmel bir evinizin olmasını arzu edersiniz. Sonra bir gün, belki de bir arkadaşınız size, astral alemde kent yaşamının pek yarar sağlamadığını belirtir ve kırların güzelliğini görmenizi önerir. Bir metropolü oluşturan milyonlarca kişinin arasındaki bir mevcudiyetle, sakinlerinin binler ya da milyonlar yerine düzinelerle sayıldığı bir köyün nispi huzuru arasındaki atmosfer farkını hayalinizde kolaylıkla canlandırabilirsiniz. Kolayca anlaşılabilsin diye ilk seviyenin bir kilometre yukarısındaymış gibi düşünmeye çalıştığımız 'ikinci seviye' işte burasıdır. Burada, mükemmel bir köy hayatının sosyal ilişkileri ve olağan gidişatıyla birlikte mutluluk içersinde mevcudiyetlerini sürdüren birçok aileye rastlanır. Bu seviyelerde istediğiniz kadar yaşayabilirsiniz. Çok kaba ve maddiyatçı tipte bir insan astral alemin en yoğun l'nci bölümünde daha mutludur. Çünkü, bu bölüm, öylesine bağlı olduğu fizik dünyaya en yakın ve en benzer olan seviyedir ve burada çok sınırlı bir yaşam yaşamaya devam eder. Bu seviyeler, gelişmiş bir insanın (belirli bir spiritüel görgüsü olan bir insan) buraIardaki şartlar altında uzun bir süre yaşamaya zorlanması halinde hiç de hoşnut kalmayacağı bölgelerdir. Nitekim, zorlanmaz da. Sona eren fizik yaşamının iyi ve kötü eylemlerinin sonuçlarının kendisine gösterildiği araf dönemi'nden geçtikten sonra (ki şu sonuçların idraki gelecekteki karakterini etkiler) artık biten o yaşama benzeyen her şeyden uzaklaşmak dürtüsünü duymaya başlar. Kendisine, astral alemin daha yüksek ve daha az yoğun seviyelerinde kendisini bekleyen ilginç ve yararlı deneyimlere ilişkin muazzam ihtimaller ilham olur. En nihayet, gerçek gelişimi ile uyumlu olan şartIarla çevrili olarak, astral yaşamını yaşamak üzere yerleşir. Bu, yaratıcı türden bireylerle (-müzisyenler, ressamlar, bilim adamları, vs.-) karşılaşacağı 'üçüncü seviye'de ya da kendisinden daha zeki olan kişilerle dünya sorunlarını tartışabileceği 'dördüncü seviye'de olabilir. Değişik sanat dallarında öğrencilerin eğitildiği okulların çoğu üçüncü seviyede yer alır. Dördüncü seviye de aslında üçüncünün bir devamıdır. Birinci ve ikinci seviyeler birinci kademeyi, üçüncü ve dördüncü seviyeler ikinci kademeyi, beşinci ve altıncı seviyeler üçüncü kademeyi oluştururlarken yedinci seviye de astral ve mental alemler arası sınırı oluşturur. ..- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Senoiler: Rüya Kabilesi Malezya'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan Senoiler, araştırmacıların düşüncelerine göre, ruhsal sağlıklarını sahip oldukları rüya kültürüne borçlular. Dünyanın her yerinde görülen ruhsal bozukluklar, Senoi yerlilerinde kesinlikle görülmemektedirler. Bedensel sağlıkları ise ,kendileriyle hemen hemen aynı şartlarda yaşayan diğer kabilelere göre çok daha iyidir;örneğin sıtma hastalığına onlarda hiç rastlanmaz.Yuzyıllardır hiç bir cinayetin işlenmediği, hırsızlığın olmadığı bu toplumda insanlar barış, işbirliği, kardeşlik, huzur ve mutluluk içinde yaşamaktadırlar. Bu insanların nevroz ve psikozlara karşı doğal bir bağışıkları vardır. Bizler biliyoruz ki, sevgi, yardımseverlik ve barış duygusu içinde yaşayanlar,ilahi kanunlar gereği en yüksek korunma içindedirler. Bunun ne şekilde sağlanacağı idareci planların organizasyonudur. Senoi'lere, diğer kabileler hic saldırmazlar büyülü bir güce sahip olduklarını düşünüp çekinirler. Senoi'lere göre eğer rüyanızda tehlikeler içindeyseniz, dönün ve onunla yüzleşin. Eğer rüyanızda size zevk sunuluyorsa, durmayın kabul edin. Eğer biri size bir şey öğretiyorsa , onu dinleyin. Etnoloji ve psikoloji dallarında Amerika'nın önde gelen bilim adamlarından biri olan Dr.Kilton Stewart yıllarca Senoilerle birlikte yasamıştır. Ona göre bu halk öyle gariptir ki; sanki yabancı gezegenden gelmiş veya en azından yabancı bir gezegenden gelen bir haberci tarafından çok derin bir sekilde etkilenmişlerdir. Senoileri diğer kültürlerden ayıran özellik ;rüya kültürleridir. Bütün dünyaya örnek oluşturacak bir pratik rüya psikolojisi geliştirmişlerdir. Senoilerin toplam nüfusu 12.000 olarak tahmin ediliyor ve esrarengiz biçimde bu sayı aynı kalmakta devam ediyor. Geniş bir alana dağılmış bir vaziyette,dağların otluklarında, küçük gruplar halinde yaşıyorlar.Bu otlukları temizliyerek tarla haline getiriyorlar ve bir kac yıl sonra toprağın verimi kaybolunca baska yere göçüyorlar. Senoiler günde ortalama 2 saatten fazla calışmıyorlar ve her 5 yılda da göç edip yeni yerdeki yasamlarını kuruyorlar. Senoi kabilesinin günlük işleri arasında en önemli olanı görülmüş rüyaların değerlendirilmesidir. Her çekirdek aile bir tür rüya kliniği oluşturur ve klinik her sabah kahvaltıda yeniden açılır. Orada herkese gördüğü rüya sorulur. Aralarında genelde şöyle bir sohbet geçer: "Sen ne gördün bakalım ufaklık" diye sorar yaşlılardan birisi. "Korkunç bir şeydi. Otların arasında gidiyordum, aniden karşımda bir kaplan belirdi" "Ne heyecanlı, sonra ne oldu?" diye sorar yaşlı. "Korktum. Mümkün olduğu kadar hızlı bir sekilde kaçtım . Kaplan beni kovalıyordu. Tam beni yakalayacağı sırada şansım varmış ki uyandım..." Yaşlı Senoi cevap verir: "Hımm.fena değil. Fakat daha iyi olabilirdi. Bildiğin gibi rüya kaplanı gerçek bir kaplan değildir. Sana hiç bir sey yapamaz. Eger onunla tekrar karşılasacak olursan, bu söylediklerimi düşün. O zaman kıpırdamadan dur. Korkuya kapılma, onun uzerine doğru yürü. Ve hala korkun geçmemişse bizi cağır; biz onu hep birlikte kovarız. Korkuyu yenersen kaplanı da yenersin. O zaman bir daha rüyalarına girmez, en azından bir düşman olarak girmez. Bu, Senoi rüya tekniğinin ana kuralıdır: Bir düşman karşısında, bir korku karşısında hiç bir zaman geri çekilmemek. Daima karşı koymak! Düşman karşı konulmaz ise yardım çağırmak ve yardım gelene kadar dayanmak. Rüya düşmanını öldürürsen o senin arkadaşın ve yardımcın olarak tekrar dirilir. Simdi Senoilerin kâbus türünden bir rüyayı nasıl yorumladiklarına bir bakalım: Bir çocuk, bizlere pek yabancı olmayan; "boşluğa kayma veya düşme rüyası" gördüğünü söylediği zaman ona şoyle denir: "Mükemmel, bu görülebilecek en güzel rüyalardan biridir!" Fakat çocuk itiraz eder: "Bu mükemmel değildi, dehşet vericiydi. Düştüm, düştüm ve sonra yere çarpınca uyandım.." Çocuğa tekrar bir düşüş rüyası gördüğü takdirde ne yapması gerektiği anlatılır: "Bu tür rüyalar fevkalade imkanlar sağlarlar. Bir kere orada derinliğin iyi ruhları vardır. Onlar aşağıda seni beklerler ve yere yumuşak bir şekilde inmeni sağlarlar. Onlar seni tanımak, sana imparatorluklarını göstermek ve sana hediyeler vermek isterler. Fakat sen bambaşka bir şey de yapabilirsin. Bu düşüşten,süzülme uçuşuna geçebilirsin, sanki uçan bir sincap veya uçan bir kurbağa gibi;yapacağın tek şey çok uzaklara doğru süzülmektir, nereye istersen." Bu ise, bir Senoi çocuğuna aşılanan ikinci ana düşünce oluyor: Bir ruyanın negatif yanını pozitife çevirmek ve zevkli hale getirmek. Senoi rüya manipulasyonunun üçüncü ana kuralına geldik. Bunun amacı, rüya görenin yaratıcılığını geliştirmek ve aynı zamanda topluluk ile olan bağlarını kuvvetlendirmektir. Kişiden, rüyaları aracılığıyla sadece hatıralar değil, başkalarıyla paylaşabileceği hediyeler istenir. Geceden gündüze getirilebilecek ve arkadaşlarla paylaşılabilecek bir hediye ne olabilir? Bu bir şiir veya şarkı, bir dans, bir dizayn, bir resim, bir fikir ya da bir problemin çözümü olabilir. Senoi yaşantısı ilkeldir. Onlar için herşey bir ruha sahiptir. Bir Senoi için, rüyasında bir varlıkla karşılastığında bunun gercek bir ruh varlığı mı yoksa kendi tahayyül gücünün yarattığı bir şekil olduğunun hiç bir önemi yoktur. Önemli olan, onun bu karşılaşmada ne yapacağıdır. Rüya gören ile rüya varlığı arasında yakın bir bağlantı oluşursa, o zaman rüya gören kişi, onun "rehberi" olmasını ister. Her Senoinin rehberi(leri) vardır. Fakat bu rüya rehberleri, rüya görene göre üstün sayılmazlar, aksine onların çocukları olarak nitelendirilir. Toplantı odasında rüya görüşmelerinde rüya hediyeleri sunulur, görüşler belirtilir ve eleştiriler yapılır. Çalışma grupları oluştururlar. Bunlar herhangi bir rüya objesini ele alırlar ve gün boyu bunu megerçekleştirmek için çalışırlar. Tekrar bir rüya kuralına dönelim: Bir rüya düşmanı karşısnda hiç bir zaman geri çekilmemek, aksine onunla savaşmak ve eğer gerekli ise onu öldürmek, çocukların bu duygu ile yetiştirilmeleri sakıncali değil midir? Bu onların gündüzleri de saldırgan bir tutum içine girmelerine neden olmaz mı? Senoiler bilir ki,düşmanca veya tehdit edici bir rüya figuru, örneğin, kötü niyetli kaplan,genellikle rüya görenin kendi korkusu ve kendi saldırganlığından kaynaklanan bir yaratıktır. Bu nedenle, rüya düşmanını yenmek demek, kendini yenmek ve iç dünyasında korku ve saldırganlık düğümlerini çözmek demektir. Normal şartlarda batılı insanın rüya hayatı değişmezken, bir Senoi bunu geliştirir ve bu öğretim çok sistematik bir şekilde devam eder. İlk olarak çocuk nesneler ve hayvanlar üzerinde kontrol kazanmayı öğrenir, sonra bunlarla aynı seviyede olduğunu hissettiği şekiller ve en son olarak da otoriter şahıslar ve Tanrılar gelir. Bu, başka şifa öğretilerinde ve C.C.Jung'un analitik psikolojisinde gelişmenin hedefi olan kişilik'te amaçlandığı gibi, ruhsal güçlerin uyum surecidir. Yaptıkları araştırmalar sonucunda Senoi halkını tanımış olan arastırmacılar, literetürde, Senoiden daha barışsever ve demokratik bir başka halkın tanınmadığı görüşünde hemfikirdirler. Kaynak: Sevda Yücesoy Uykudaki Bilgelik Rüyalar ..- BAHARİSTAN - MOLLA CAMÎ
.. KITA Bir ârabî, arap reislerinden bir cömerdin uğurunu kutlamak için bir kaside yazarak ona okumuş ve sonunda şöyle demişti: ŞİİR "Bana ellerini uzat ki, onun içi nimetler saçmayı ve dışı öpülmeyi âdet edinmiştir." 'Camî, yukarıdaki arapça beyti şu surette tavzih ediyor:' "Yani, benim tarafıma o eli uzat ki, onun avucunun içi, mal ve altın bağışlamayı, arkası da dilek sahipleri ve yoksullar tarafından öpülmeyi âdet edinmiştir." Cömert, ârabîye elini uzattı. Şair öptü ve cömert de şaka yoliyle dedi ki: "Dudaklarının kılları elimi tırmaladı." Şair cevap verdi: "Kükremiş arslanların pençesine, kirpinin dikenlerinden ne ziyan gelir?" Bu söz cömerdin çok hoşuna gitti: "Bu cevap benim nazarımda o kasideden daha güzeldir." dedi. Kaside için bin akçe ve cevap için de üç bin akçe verilmesini emretti. KITA Şairler, dilediklerini, yazdıkları güzellemelerle göklere yükseltirler. Sözden anlamayanları da yerlere geçirirler. Söz eri'nin kim olduğunu bilir misin? O kimsedir ki, kötüyü iyiden, iyiyi de daha iyiden ayırabilir. BAHÇE V Beşinci bahçede; aşk ve muhabbet çemenleri bülbüllerin halinden, şevk ve sevgi derneklerindeki pervanelerin kanatlarının yanmasından bahsedilecektir. Bu söz peygamberlik kandilinin ışığından alınmıştır: "Kim ki sever, namusunu korur ve sevgisini içinde saklarsa öldüğü zaman şehitlik mertebesine erer!" Camî, bu hadîsi tefsir ediyor: "Yani; her kim ki aşk cazibesine tutulur da sevginin güzellikleriyle kaynaşır ve bu işte namusunu korumak, sevgisini gizlemek yolunu tutarsa, öldüğü vakit şehit gider. Aşkta namus ve sır saklamanın şart olması; tabiatın istekleri ve nefsin havasiyle bulaşmaması içindir. Çünkü, ona erişebilmekte bu vasıtalara baş vurulur ve aşkın sırları açıklanırsa, o zaman insanlık ruhuna yaraşan bir fazilet değil, belki hayvana benzeyen nefsin isteklerinden sayılır." KITA İnsanlık şerefine yakışan aşk, her neredeyse sakınmak ve gizlemek de ona gerekli bulunan meziyetlerdendir. Tabiatın isteklerinden ve nefsin arzularından gelen aşk, yırtıcı canavarların tabiatına yaraşır. HİKÂYE İki akıllı arasında aşk bahsi açılmıştı. Biri dedi ki: "Aşkın hassası daima belâ ve mihnettir Âşık her zaman ıstırap çeken, belâya uğrayan insandır," Öteki itiraz etti: "Sus! Anlaşılıyor ki sen asla cenkten sonra barış görmemiş, ayrılıktan sonra kavuşmanın tadını tatmamışsın; Dünyada aşkı sanat edinen temiz yürekli insanlardan daha hoş ve aşktan anlamıyan ağır canlılardan daha kaba kimse yoktur." KITA İnsanın gönlünün güzelliği, aşk dilberinin ışığındandır. Gönlünde güzellik olmayan güzele kim gönül verir? Anlayışı eksik olanlar bu kaideye delil isterlerse, "her cins kendi cinsini arzular" sözü buna senettir. ..- SAYE ya da GÖLGE ya da BEELZEBUB
http://youtu.be/PmNWBNwDzGw telâş, bi başlamaya görsün itiraz saklandığı yerden çıkar; ve o noktada sözler biter böceklerin tanrısı konuşur.. of allahım of! kendimi kaybettim saye-nizde.. ..- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. İşte bu nedenle altıncı bedende pozitif kaybolursa, yedinciye girersiniz. Altıncının gerçeği yedinciye açılan kapıdır. Ortada pozitif hiçbir şey yoksa -ne mitoloji ne de bir imge- rüya terk edilmiştir. Artık yalnızca olan vardır; olduğu gibi. Artık varoluştan başka hiçbir şey yoktur. Şeyler yoktur, yalnızca kaynak vardır. Ağaç yoktur ama tohum vardır. Bu tip zihne ulaşanlar bu duruma; Tohumlu samadhi/samadhi sabeej" adını verdiler. Her şey yitirilmiştir, her şey orijinal kaynağına, kozmik tohuma dönmüştür. Ama tohumda bile rüya görmek mümkündür. Bu yüzden tohumun da yok edilmesi gerekir. Yedincide ne rüya ne de gerçek mevcuttur. Ancak rüya görmek mümkün olduğu sürece, gerçek bir şeyi görebilirsiniz. Rüya görülemiyorsa ne gerçek ne de hayal var olabilir. Bu yüzden yedinci merkezdir. Artık rüya ve gerçek bir oldular. İkisi arasında bir fark kalmadı. Hiçliği ya bilirsiniz ya da rüyasını görürsünüz ama hiçlik hep aynı kalır. Özetle, yedi tip rüya ve yedi tip gerçek vardır. Bunlar birbirinin içine sızarlar. Bu da insanın aklını son derece karıştırır. Ama bu yedisini birbirinden ayırabilirseniz, bu konuda bir kesinliğe varırsanız, sonuç çok iyi olur. ..- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Kendini ruh olarak algılamak -biliş olmadan- aynayı yaratır. Kendinizi olduğunuz gibi bilmez, kavramlarınızın aynasında gördüğünüz gibi bilirsiniz. Bunun şöyle farkına varabilirsiniz: Bilgi size bir ayna aracılığı ile geliyorsa, bu bir rüyadır. Doğrudan geliyorsa o zaman gerçektir. Tek fark budur ama bu çok önemli bir farktır, arkada bıraktığınız bedenlerle değil, henüz ulaşmanız gereken bedenlerle ilgilidir. Peki, kişi beşinci bedende rüya mı görüyor yoksa yaşadıkları gerçek mi, nasıl anlayacak? Bunun tek bir yolu var: Tüm kutsal kitapları bir kenara bırakın. Tüm felsefeleri terk edin. Ortada bir guru da olmamalı. Yoksa o guru aynanız olur. Hiçbir rehberiniz olmamalı, yoksa o rehber bir ayna haline gelir. Bu noktadan sonra tam ve mutlak bir yalnızlık vardır. Yalnızlık duygusu değil; tek başınalık. Yalnızlık duygusu hep başkaları ile, tek başınalık ise kişinin kendisi ile ilintilidir. Benimle başka hiç kimse arasında bir bağ olmadığında yalnızlık duyarım ama ben olduğumda tek başınayım. Artık kişi her anlamda tek başına olmalıdır; Ne sözcükler, ne kavramlar, ne Hıristiyanlık, ne Hinduizm olmaksızın; Buda, İsa, Krishna ve Mahavir olmaksızın. Kişi artık tek başına olmalıdır, yoksa var olan her şey bir ayna haline gelir; çok sevilen, çok değerli ama çok tehlikeli bir ayna. Tamamen yalnız olduğunuzda yansıyabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Bu yüzden beşinci beden meditasyon demektir. Bunun anlamı hiçbir zihinselliğin olmadığı mutlak yalnızlıktır, zihinsizliktir. Zihin de bir ayna olacağından ortada zihin ve düşünme olmamalıdır. Altıncı bedende ayna yoktur. Şimdi yalnız kozmik olan vardır. Siz kayboldunuz. Artık yoksunuz; rüya gören yok oldu. Ama rüya gören olmadan da rüya var olabilir. Rüya gören olmadan rüya mevcut olduğunda ise bu özgün gerçeklik gibi gelir. Bir zihin bir düşünen yoktur, bir yoktur. O zaman ne biliniyorsa, o bilinir. O, bilginiz haline gelir. Yaratılış hakkındaki mitolojiler ortaya çıkar. Gözünüzün önünden geçerler. Siz durağansınız; Her şey gelip geçmektedir. Onları yargılayacak, rüya görecek kimse yoktur. Ama olmayan bir akıl hala var. Yok edilmiş bir zihin hala var, kişisel olarak değil kozmik bütünlük olarak. Siz yoksunuz ama Brahma var. Bu yüzden bütün alemin Brahma'nın gördüğü bir rüya olduğunu söylerler. Bütün bu dünya bir rüyadır, bir Maya'dır/Illusion Ama bu her şeyin, tümün bir rüyasıdır. Kişisel bir rüya değildir. Rüyayı gören tümdür, siz değilsiniz. Artık tek ayırım rüyanın pozitif olup olmadığıdır. Pozitif ise bir hayaldir, bir rüyadır; Çünkü nihai bir biçimde var olan yalnız negatiftir. Her şey bu biçimsizliğin bir parçası olduğunda, her şey orijinal kaynağına döndüğünde, her şey vardır ve aynı zamanda da yoktur. Geriye kalan tek faktör pozitiftir. Aşılması gerekir! ..- DÜŞ / RÜYA' NIN HAKİKATİ
.. Ruhun ölümsüz olduğuna kendini inandıran bir kişi astral bedende neyin gerçek ve neyin astral rüya olduğunu anlayamaz. Ölümsüzlüğe inanmamak gerekir; onu bilmek gerekir. Ama bilmeden önce kişinin bu konuda şüpheleri, ikilemleri olmalıdır. Ancak o zaman gerçekten biliyor musunuz, yoksa kendinizi mi inandırıyorsunuz, anlarsınız. Ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorsanız, bu inancınız astral zihninize de yansır. Bu konuda rüyalar görmeye başlarsınız ama bunlar rüya olmaktan öteye geçmez. Ama inancınız yok, yalnızca -ne bulacağınızı bilmeden, önyargısız biçimde- büyük bir bilme, öğrenme ve araştırma arzunuz varsa, işte o zaman farkı kavrarsınız. Bu yüzden ruhun ölümsüzlüğünü, geçmiş yaşamlar yaşandığını inançları nedeni ile kabul edenler astral boyutta gerçeği bilemeden yalnızca rüya görürler. Dördüncü/zihinsel bedende rüya ile gerçek birbirine komşudur. Birbirlerine o denli benzerler ki onları karıştırmak çok kolaydır. Zihinsel beden gerçek kadar gerçekçi rüyalar görebilir. Böyle rüyaları oluşturmanın metotları da vardır; yoga ve tantrik metotlar ve diğerleri gibi. Yalnızlık ve karanlık içinde yaşayan, oruç tutan kişiler bu dördüncü tip zihinsel rüyaları yaratabilirler. Bunlar bizi çevreleyen gerçeklerden daha gerçek görünebilir. Dördüncü bedende zihin tümüyle yaratıcıdır. Maddesel sınırlar ve hiçbir nesnellikle kısıtlı değildir; her şeyi tam bir özgürlük içinde yaratır. Şairler, ressamlar bu dördüncü tip rüyalar içinde yaşarlar, tüm sanat eserleri dördüncü tip rüyalarda üretilir. Bu boyutta rüya görebilenler büyük sanatçılar olabilirler, ama bilen kişi olmazlar. Dördüncü bedende kişi zihnin yarattığı her şeyin tam anlamı ile farkında olmalıdır. Hiçbir şeyi yansıtmamalıdır, aksi halde yansıtmalar kaçınılmazdır. Hiçbir şeyi dilememelidir, aksi halde o dilek gerçekleşebilir; bunun için her olanak mevcuttur. Dilek gerçekleşecektir. Hatta yalnızca içsel olarak değil, dışta da gerçekleşecektir. Dördüncü bedende zihin son derece güçlüdür, son derece berraktır. Çünkü dördüncü beden zihin için en son sığınaktır. Bunun ötesinde, zihnin olmadığı boyut başlar. Zihin dördüncü bedenden kaynaklandığı için istediğiniz her şeyi yaratabilirsiniz. İnsan kendine sürekli olarak arzunun, hayal gücünün, imgelerin, guruların ve Tanrı'nın olmadığını hatırlatmak zorundadır. Aksi halde bunların tümü sizin tarafınızdan yaratılacaktır. Yaratıcı siz olursunuz! Onları görmek öyle mutluluk vericidir ki onları yaratmaktan kendinizi alıkoymak çok zordur. Sadhaka'nın/arayıcının önündeki son engel işte budur. Bunu aşabilirse daha fazla engelle karşılaşmayacaktır. Kendinizin, dördüncü bedende, yalnızca bir gözlemci/observer olduğunuzu unutmazsanız, o zaman neyin gerçek olduğunu bilirsiniz. Yoksa rüyalar görmeye devam edersiniz. Hiçbir gerçek bu rüyalarla yarışamaz. O kadar coşku duyarsınız ki, başka hiçbir coşku onunla kıyaslanamaz. Bu yüzden insan, duyulan vecd'in, mutluluğun ve ne çeşit imgeler gördüğünün sürekli farkında olmalıdır. Bir imge ortaya çıktığı an, dördüncü zihin ondan bir rüya oluşturmaya başlar. Bir imgeyi, bir diğeri izler ve rüyaya kapılırsınız. Dördüncü tip rüyalar ancak onların yalnızca bir gözlemcisi, bir tanığı olarak kalabildiğinizde önlenebilir. Gözlemci olmak çok önemlidir. Çünkü ortada bir rüya varsa siz onunla özdeşleşirsiniz. Dördüncü bedende özdeşleşmek, rüya görmekle eşit anlamdadır. Bu boyutta gerçeğe giden yol gözlemci zihinden geçer. Beşinci bedende gerçek ile rüya bir olur. Her ikilik ortadan kalkmıştır. Artık hiçbir farkındalık söz konusu değildir. Farkında değilken bile farkında olmadığınızın farkında olursunuz. Rüyalar artık gerçeğin bir yansıması olmuştur. İkisi arasında fark vardır ama ayrım yoktur. Aynadaki yansımama baktığımda ben ve yansımam aynıyız ama farklıyız. Ben gerçeğim, yansımam ise değil. Beşinci zihin çeşitli kavramlar yarattığında kendinisini tanıdığını sanabilir. Çünkü aynadaki yansımasını görmüştür. Kendini tanır ama gerçekte olduğu gibi değil, yalnızca yansımasında gördüğü gibi. Tek fark budur ama bu aynı zamanda tehlikeli bir şeydir. Tehlike; yansımanın size yeterli gelmesi ve aynada gördüğünüzü gerçek olarak kabul etmeniz olasılığıdır. Bu, beşinci beden açısından gerçek bir tehlike oluşturmaz; Altıncı beden için tehlikelidir. Kendinizi yalnızca aynada gördüyseniz, beşincinin sınırını aşıp altıncıya geçemezsiniz. Bir aynanın içinden hiçbir yere geçemezsiniz. Bu yüzden beşincide takılıp kalmış pek çok insan vardır. Sonsuz sayıda ruhun olduğunu ve her ruhun ayrı bir kişiliği olduğunu söyleyenler bu insanlardır. Kendilerini tanımış ve bilmişlerdir; ama ayna aracılığı ile, doğrudan değil. Bu ayna nereden kaynaklanıyor? Oluşturulan bazı kavramlardan: "Ben ruhum. Ölümsüz ve ebedi. Ölümün ve doğumun ötesindeyim." ..- INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. Astral Alem'de Çeşitli Şuur Halleri Tüm yaşamı boyunca kendisine, istenen mükemmellik derecesine ulaşamayan herkesin nasibinin cehennem ateşi ve ebedi cehennem mahkumiyeti olduğu öğretilen bir insanı düşünün. Ölümden sonra, kendisini bu tür düşüncelerden kurtarabilmenin zorluğu çok ıstırap çekmesine neden olur. Böyle düşüncelerin gerçek olmadığına dair artık kanaat getirmiş olmasına rağmen, aldatılmış olduğu düşüncesi kendisine sürekli azap verir. Bu düşünceleri bir kenara bırakabilene kadar, görecek ve öğrenecek çok şeyin bulunduğu bu "spatyomsal" yeni yaşamı'nda yerleşemeyecektir. Bu yüksek seviyeden, geriye dönüp de fizik yaşamlarına baktıklarında, harcamış oldukları birçok fırsatın idrakine vardıkları için ıstırap çeken daha başkaları da vardır. Bu, onlarda değişik şekillerde etkiler oluşturur. Bazıları pişmanlıkla dolarlar. Daha makul olan diğerleri ise bir dahaki sefere fırsatlarını harcamamaya karar verirler. Diğer bir örnekte ise, ölümünden önce büyük bir aileyi geçindiyor olan birini ele alalım. Muhtemelen, onlar için yeterli derecede maddi imkanlar bırakmadan ayrılmıştır ve nasıl geçinecekleri hakkında kaygıya kapılır. Bu çok doğal bir şeydir ama, aynı zamanda çok akılsızca bir kaygıdır da. Fizik bedenini terketmiş olduğu için, artık fizik seviyede herhangi bir sorumluluğu kalmamıştır. Ne kadar kaygılanırsa kaygılansın, bunun hiçbir pratik yardımı olamaz. Üstelik bu kaygı, arkada kalanları, gerekli olandan daha fazla bir hüzün yaratacak şekilde etkiler. Arkada kalanların dertlerini azaltmak yerine çoğaltmaktadır. Bu sorun ancak, fizik dünyayı terkeden kişi, arkada bıraktıklarının, her biri kendi karmasını telafi eden ayrı ayrı egolar [varlıklar] olduklarını idrak ettiği zaman çözülmüş olur. Muhtemelen de geçirmekte oldukları bu sıkıntı, bu yaşam süresince telafi edilmesi gereken kötü karmanın bir bölümünü gidermek için bir fırsattır. Fizik dünyada, kendi kontrolleri dışındaki şeyleri dert edinerek ya da daima, en kötü ihtimalin olacağı kanaatini taşıyıp gelecek hakkında karamsar olarak kendi kendileri için daima dert yaratan kişiler vardır. Bu tür insanlar ölümden sonra değişmezler: Kederli olmayı ve gittikleri her yerde kasvet neşretmeyi sürdürürler. Maalesef, bu kasvetli fikirleri taşıyan insanlar, aynen fizik dünyada yaptıkları gibi bir araya gelirler ve saplantılarının gün gibi aşikar olmasına rağmen, ölmeden önce inandıklarına inanmaya devam ederler. Er ya da geç bu tip insanlara, akılsızlıkları, bu tür vakalara yardım etmek için çıkacak fırsatları her an gözetleyen 'öğretmen varlıklar' tarafından idrak ettirilir. Spatyomda öğretmen durumunda olan varlık, kınadığı şeyi ortadan kaldırmakla, oluşturduğu boşlukları, daha makül, daha rahatlatıcı bir şeyi sadece şimdiye değil, geçmişe ve geleceğe de açıklık getiren bir şeyi sunarak doldurmalıdır. İnsan, kendisine yabancı geliyor diye bir fikri hiçbir zaman reddetmemeli, aksine bu fikrin her veçhesini dinlemeli ve kendisi sonuçlar çıkarmalıdır. Zihnimiz geçici olarak karışabilir. Fakat, bu karışıklıktan bir ışık doğabilir ki, bu ışık insanın, kendisini en sonunda 'bilgiye' ve 'mükemmel insanın bilgeliliğine ulaştıracak olan yoldaki ilk adımını atmasını sağlayacaktır. Ödüllendirilme ya da cezalandırılma fikrinden kurtulmalıyız. Ödül ya da ceza yoktur. Ancak, sonuç vardır, sebep ve sonuç vardır ve Yasa, burada, fizik dünyada faal olduğu şekilde daha yüksek dünyalarda da faaldir. Spatyomda da şimdi yaşadığımız ve şimdi olduğumuz gibi olacağız ve oradaki yaşamımız, burada, fizik dünyada kendi kendimizi çevrelemiş bulunduğumuz düşüncelerle biçimlendirilecektir. Böylece daha yüksek şeylere, bilime, sanata, müziğe, edebiyata ve doğanın güzelliklerine, aslında tamamen fiziki olmayan her şeye karşı akıllıca bir ilgi duyalım ki, spatyom da sevinçli bir yaşamımız olsun ve dünyadaki yaşamımızla kendimizi hazırlamamış olmamız halinde hiçbir işe yaramayacak olan fırsatları değerlendirebilecek bir durumda olalım. ,,- INITIATION / MYSTERION /GİZLİ ÖĞRETİ - 1
.. Ölümden sonra bir insana ne olduğuna dair bir örnek vermek için, tamamıyla fizik dünya yaşamı içinde yaşayan türden bir insanı ele alalım. Bunu söylemekle, bu insanın kötü biri olduğu ya da birçok kötü huyu bulunduğunu anlatmak istemiyoruz. Aksine, muhtemelen, yaşamı sırasında oldukça popüler bir kimsedir ve daima bir arkadaşlar grubu ile çevrili olup, genellikle hakkında herkes iyi şeyler söyler. Muhtemelen, zevkleri, iyi yaşamak, tiyatrolara, danslara gitmek ve 'sosyete insanı' denilen türden bir kimsenin yaşamını oluşturan binbir işi yapmaktan ibarettir. Kuşkusuz, başarılı bir iş adamıdır ve örnek bir eş olarak mütalaa edilir. Her şeye rağmen yine de yaşamı/hem işi hem de zevkleri, sadece fizik dünyada elde edilebilir türden fiziki unsurlara bağlıdır. Çevresine bakan herkesin görebileceği gibi, böyle birçok insan vardır. Bu tür bir insan, ölümden sonra, muhtemelen çok sıkılacak ve hemen hemen yapacak hiçbir şeyi olmayacaktır. Kısa bir süre sonra, iyi akşam yemeklerinin ve karmaşık iş uğraşlarının düşünce-formlarnı oluşturmak, fiziki sonuçlar alınmayınca, hiç de tatmin edici olmayan bir vakit geçirme metodu haline gelir. Yeryüzündeyken yediği yemeklerin ve içtiği şarapların tadını tahayyül edebilmesine ve hatta takdir edebilmesine rağmen, en kaliteli şarapların içildiği iyi bir akşam yemeğinden sonra duymaya alıştığı fiziki tatmini duyamaz. Ne kadar çok içerse içsin, içki içtikten sonra, yaşamı sırasında hissettiği sonucun aynısını hissedemez ve fizik dünyadaki iyi bir akşam yemeğini izleyen doygunluk hissi "astral" yemekte mevcut değildir. Hayal gücünde oluşturulmuş başarılı bir iş uğraşısından da fazla bir tatmin elde edemez. Çünkü, Astral Alem'de herhangi bir şey satın alınıp satılamayacağı için, bu yoldan edineceği parayı kullanamaz. İstediği miktarda, binlerce altın düşünce formlarını oluşturabilir ama, bu altınlarla ne yapabilir ki? Hiçbir şey! Hazinelerle çevrili olarak bir ıssız adaya düşen bir kimseye benzetilebilir. Uygar bir ülkeye taşıyabilmesi halinde kendisi için çok değerli olacak bu hazine, hiçbir alıcının ve alınacak hiçbir şeyin bulunmadığı bu yerde işe yaramaz. Issız adadaki insan, kurtarılma ihtimali olduğu sürece; Astral Alem'deki insana nazaran daha avantajlıdır; yeni bulduğu serveti ile ülkesine dönebilir. "ÖLÜ" insanın böyle bir ümidi yoktur. Çünkü fizik dünyaya geri döndüğünde, önceki yaşamlarında edindiği deneyimlerden başka bir malı mülkü olmayan bir çocuk olarak gelir. "Yüksek Benliği"tarafından bilgi haznesinde depolanan bu deneyimleri giderek evrimleştikçe, fizik seviyeye indirmeye daha bir muktedir olur. Astral Alem'deki kişi, alıştığı sporları yaparken de buna benzer bir tatminsizlik duyar. Örneğin, golf oynadığını düşünelim. Yeni yaşamında, arzu ederse, hala daha golf oynayabilir. Fakat, bundan çabucak bıkacaktır. Çünkü, yaptığı her atış, topa vururken düşündüğü noktanın tam üzerine isabet eder. Oynanan her bir raund, hiçbir zaman bir öncekinden farklı olmayan mükemmel bir raunddur. Golf oynayan kişi, yapmayı arzu ettiği vuruşun bir düşünce formunu oluşturur ve akışkan astral madde, zihinde ifade bulan düşünceyi derhal form halinde yerine getirir. Böyle bir oyunun kısa bir süre sonra ne kadar sıkıcı bir hale geleceğini ve fizik dünyada bir gün usta bir oyuncu, ertesi gün ise belki de acemi biri gibi oynayacağı oyunlardan ne kadar farklı olduğunu kolaylıkla tahayyül edebiliriz. Sonucun kesin olmayışı oyunun çekiciliğini oluşturuyordu, bu husus artık astral seviyede mevcut değildir. .. - dükkan isimleri
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.