Zıplanacak içerik

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İNTERLOCK tarafından postalanan herşey

  1. . merhaba @@Altinay "üst beyin" dediğiniz nedir? .
  2. İNTERLOCK şurada cevap verdi: Aries başlık Antik Çağ
    . “Belevodye isminde bir harikalar ülkesi vardır. Onun hakkında yazılmış pek çok şarkılar ve masallar mevcuttur. Bu ülke Sibirya’da yer alır; belki de daha ötesinde veya bir başka yerdedir. Oraya ulaşmak için stepleri, dağları ve yaşı belirsiz ormanları aşmak ve daima güneşin doğuş istikametine doğru yol almak gerekir. Şayet, doğuşunuzdan itibaren böyle bir kadere sahipseniz, Belovodye’yi görebilirsiniz. Bu ülke kimseye ait değildir. Pek eski zamanlardan beri tüm hakikat ve lütuf orada hüküm sürmüktedir...” Rus folklorunda da yalnızca “bilenlerin”, yani şuur seviyeleri yüce ifşaata layık olanların ulaşabilecekleri yeraltı şehri Kitij’den söz edilir. Yahudi tradisyonunda bu saklı şehrin adı Luz’dur. Bu, ışık imparatorluğudur; inisiyasyonun yeşil zümrütüdür. Yeşil, inisiyasyonu temsil ettiğinden ötürü, daima yeşil olan ada’nın kışı asla tanımayan ülke’nin ne anlama geldiği anlaşılmaktadır. Bu ülkede Uyanık Şuur’un cehalet ve zamanın etkisiyle asla bozulmadığı anlamı çıkmaktadır. İmtiyazlı bölgeler insanın öylesine canı isteyip de ulaşabileceği yerler değildir. Gobi çölünün yalnızlığının ve çetin imtihanlarının, Himalayalar’ın aşılmazlığının ve meskûn bölgelerin ötesinde kalan Kuzey’in buzlarının üstesinden gelebilmeyi başaran kişi neticede olsa olsa ancak soğuk, delilik ve ölümle karşılaşabilir. Fakat bu saklı imparatorluklar pekala mevcutturlar. Bu kanaati edinmek için eski geleneklerle ve “öte dünyaya” bir adım atabilmeyi başarmış olan bazı ender yolcuların anlattıkları ile yüz yüze gelmek yeterlidir. Henrich Schliemann antik Truva kentini aramaya gittiğinde bilim dünyası kendisiyle alay etmişti. Schliemann’ın çağdaşları için Truva sadece Homeros’un hayal dünyasının bir ürününden ibaretti. Ancak tradisyona dayanarak ve Homeros’un eserini adım adım izleyerek, İlyada’da adı geçen efsanevi kentin kalıntılarını bulmayı başardı. Sadece Truva’yı değil, üstüste inşa edilmiş dokuz kentin daha kalıntılarını keşfetti. Homeros yalan söylememişti. Aynı macerayı Minotor efsanesini gerçek kabul eden Arthur Evans da yaşadı. Yaptığı kazılar sonucu Kral Minos’un görkemli sarayı gün ışığına çıkmıştı. Aynı şey 1898 senesinde Babil Kulesi’nin kalıntılarını bulan Robert Koldewey için geçerlidir. Bir kere daha efsane gerçeğe dönüşmüş ve tradisyon (gelenek) da çocuklar için yazılmış harika bir masal değil, insanlara ait ancak unutulmuş birtakım hakikatlere dayandığını kanıtlamıştır. Bu gerçekleri yeniden elde etmek, aynı zamanda hakiki bir görüşe kavuşmak ve dünyaya onun saklı olan çehresini, başka bir ifadeyle hepimizin içimizde şuuruna varamadığımız ve zaman zaman anımsayarak ürküntü duymamıza neden olan birtakım hatıralar halinde tezahür eden gerçek yüzünü tekrar kazandırmak değil midir? Böylece insan aniden çocukluğunda kendisini uyutmak için okunan masalları anımsar, unutmuş olduğu sihirli bir alemde uyanır, içinde bir ışık prensesinin uyuduğu, kahramanımızı çetin imtihanlarla dolu bir yoldan sonra eşiğinde ejderhanın beklemekte olduğu o esrarengiz ve kimsenin bilmediği şatoyu ve ejderhanın insanüstü bir iradeyle yenilmesi gerektiğini anlatan hatıra parçaları teker teker su yüzüne çıkıverir. Gariptir ama, bu tip hikayelerin hatıraları bizlerde kayıp bir cennetin özlemini uyandırır ve çok daha derinlerimizdeki bir “ben”, sadece rüyalarımızda görmüş olduğumuz bir ülkeden ayrı düşmüş olmanın ıstırabını duyuverir. İşte bu özlem duygusu, bu dokunaklı nostalji, inisiyasyonda çağrı, uyanış, yolculuğa davet anlamı taşır. Ancak günümüz insanı bunu anlayamamakta, dilini kavrayamadığı bir gecenin ortasında yatağının kenarına oturmuş olarak donup kalmakta, içindeki bu değişik ıstıraba bir mana verememektedir. Çağlar ötesinden kendisine ulaşan bu çağrıya cevap vermeyi reddetmekte, çünkü içten içe bu tesirlerin gerçekliğinden şüphe etmektedir. Ancak eskiden bazı efsanevi arayışların, Graal’ın (İsa’nın son yemekte kullandığı ve çarmıha gerildikten sonra akan kanlarının toplandığı kutsal kase) Ebedi Gerçeğin bulunmasına yönelik çılgın yolculukların başlaması hep böyle bir etkiyle olmuştur. Bazı insanlar içlerindeki bu çağrıya cevap vermişler ve yaşadıkları çağdaki insanların iddialarına ve çevrelerinin alaylarına kulak asmamışlar, içlerinde canlanıveren bazı hatıraların rehberliğini kabullenerek muammaya ve heyecana gözü kapalı atılmışlar, bunu yaparken de tek bir amacı bellemişlerdir: Varlıklarının manasını, dünyanın nedenini, diğer kainatların realitesini bilmek ve anlamak... Bu macerada hayatlarını kaybedenlerin sayısı kabarıktır; bir çölün göbeğinde susuzluktan ölmüşler, Himalayalar’ın uçurumlarından yuvarlanmışlar ya da dönüş umudunu yitirmişler, kimi zaman da bazı uzak ülkelerde haydutlar tarafından katledilerek bedenlerini terk etmek durumunda kalmışlardır. Bazıları çok tedbirli davranmışlar ve binlerce tehlikeden sonra geri dönebilmişlerdir. Bunlar da yolculuğun dehşetini doğrulamışlar, kendilerindeki güç, irade ve iman eksikliğini itiraf etmişlerdir. Bazılarının Şamballa’ya ulaştıklarını ve bir daha asla geri dönmemek üzere Agarta’nın labirentlerine indiklerini söylemişlerdir. 1923 senesinde, ezoterik Tibet Budizmi’nin lideri Tashi Lama politik nedenlerden ötürü Çin’e kaçmak zorunda kalmıştı. Kendisi en layık olan lamalara Şamballa’ya giriş pasaportu verme yetkisi olan en yüksek lama olarak kabul ediliyordu. .
  3. İNTERLOCK şurada cevap verdi: Aries başlık Antik Çağ
    . Ölümsüzler Ülkesi Agarta - Jean Paul Bourre Kendini dünyadan bir süre için geri çekmiş bilgelik üstatlarının ya da günün birinde, yani Kali Yuga'nın (Demir Çağı) sona erişinde ortaya çıkmaya davet edilmiş olan, insanlığın gerçek okült rehberlerinin; yaşamlarını sürdürmekte oldukları bir "ölümsüzler ülkesinden" tüm geleneklerde söz edilir. Ulaşılması imkansız olan bu yeraltı dünyası değişik bölgelerde kurulmuş olup, ismi de inanışlara ve geleneklere bağlı olarak çeşitlilikler göstermektedir. Gobi çölünü tasvir eden seyyahlar, bunun için "sonsuza uzanan bir kara kum denizi" tabirini kullanırlar. Gündüz vakti güneş her yanı kavurur; sığınabilecek tek bir gölgelik köşe bulamazsınız, toprak adeta eritilmiş kurşun gibi sonsuza dek sürecekmişcesine kaynayıp durmaktadır. Ufuk çizgisi bile bu ölüm çölünü sınırlayamamakta, gece çöktüğünde buzlanıveren bu kum deryası, ilerledikçe insanın karşısına yeni yeni ufuk çizgileri çıkarıvermekte ve yolculuk giderek sonsuz bir ateş ve buz cehennemine dönüşmektedir. Nicolas Roerich "Asya'nın Kalbi" adlı eserinde, "Gün gelir, bir kum duvarı göğe yükselir ve dünyayı bir manto gibi örter. Güneş, bu örtünün ardında dev bir kırmızı balona dönüşüverir. Kum fırtınası başladığında hayvanlar ve insanlar panik içinde, ne yapacaklarını bilemezler." diye yazmaktadır. Bu sessizlik denizini geçen yolcunun kimi zaman garip hatta ürkütücü bazı fenomenler yaşaması da hayli sık meydana gelen bir olaydır. Bazı yolculuk kroniklerinde "bir tapınağın tütsüleri gibi hoş kokulu" seyyalelerin aniden beliriverdikleri yazılıdır. Ancak tüm bu uçsuz bucaksızlıkta ne bir eve, ne de bir insana rastlamazsınız. Bazıları, Gobi çölünün belirli bir bölgesine yaklaşıldığında, buranın sebebi anlaşılamaz bir korku yarattığını belirtirler. Atlar korkudan titreyerek yere yatarlar, sürücüleri ise sanki bilinmeyen bir ilah, üzerlerine görünmez mevcudiyetini yüklüyormuşcasına dizleri üstüne çöküverirler. Kervanın daha ileriye gidebilmesi imkansızdır. Yanınızda size eşlik etmekte olanlar bir adım daha atmayı reddederler. Onlara, dünyanın altınını da teklif etseniz fark etmez. Burası bir büyük tehlikenin, insanoğlunun cezasız kalmadan giremeyeceği bir dünyanın eşiğidir adeta. Tercümanınız size hamalların ve rehberlerin görüşlerini aktarır: Şayet bu maceraya atılmayı göze alıyorsanız, bu sizin için büyük bir risktir. Çünkü birkaç metre ilerinizde tüm Asya efsanelerinde sözü edilen o imparatorluk başlamaktadır artık. Gerçi sınırı gözle görülmemektedir ancak, beşeri limitlerin ötesine geçmeniz için bir adım atmanız, bedeninizin yerini azıcık değiştirmeniz yetip de artacaktır. Bu noktadan itibaren "saf sular" ülkesi Belovodye başlamaktadır ve sınırı, Türkistan ile Moğolistan'ın da bir bölümünü içine alır. ÖLÜMSÜZLER ÜLKESİ: "Parlak Horoz Devri geldiğinde, büyük üstatlar Agarta'nın mağaralarından çıkacaklardır." Bu dünyanın gerçek üstatlarının, yani Demir Çağı'nın (Kali Yuga) başlangıcından ya da diğer bir ifadeyle inisiyatik gerçeklerin yitirilişinden itibaren yerkürenin en gizli bölgelerine çekilmiş bulunan "ruhun prenslerinin" geri dönüşleri, çeşitli tradisyonlarda bu şekilde bildirilmektedir. Büyük inisiye varlıklar tarafından yönetilen yeraltı imparatorluklarından, çevresinde hayalet gemilerin dolanıp durduğu efsanevi adalardan, insan tahayyülünün dahi sınırlarının çok ötesinde kalan ve ağaçları daima yeşil olan, buzulların ardındaki esrarengiz Kuzey ülkelerinden bahsedilen ezoterik tradisyonların yalan söylediğini kim iddia edebilir ki? Sanskrit kronikleri de yerkürenin içinde bulunan ve Atlantis'in son hatıralarının saklandığı Agarta'dan bahsederler. Bu, Moğolistan'daki Şamballa'dır. Burası, sadece arı bir ruhun ulaşabileceği Beyaz Ada'dır. İskandinav efsaneleri de Tule'nin hikayesini anlatırlar. Ve ölümsüzlerin yaşadıkları “son topraklar adası” olarak geçer. Eski Mısır’ın rahiplerine göre de beşeri dünyanın ötesinde, denizlerin ardında ve çok uzakta Pount Ülkesi’nin kapıları açılmaktadır. Rusya’da ise bazı yaşlı insanlar, Tatar fetihçilerinin Moğolistan’a giderken izledikleri hattı takip edenlerin, dev dağ zincirlerinin ardında yer alan “beyaz sular” (ya da saf sular) ülkesine ulaşacaklarını iddia ederler. Sovyet yazarı Chinchkov (Şinkov) bu gizli imparatorlukla ilgili imada bulunur: alıntı: İRAD ..
  4. her hâlükârda kesinlikle her koşulda daima nasıl olursa olsun ve daima her zaman ve aynı yöntemle yüzyüze gelinecek kaçınılmazsızın konum-durum ne olursa olsun iki cadde arasında apartments arasında kitlesel sıkışımlar bakışımlar nar şurubu muzip çekip-götürür bloke olmuş durumda konu başlıklarına tunç ve demir döğülürken sıçrar şerâre asla acımaz hareli dumansız alev tütün şarap billurî kadeh ve sakile sanatsal bi körfez kâsesi bâbında rustik bir tablo oluşturur arkaplanda böylece tanımlanır karmanın turnesi filânca bi sunumu yapılarak yepyeni rezervuar köpekleri ve tıkırında işleri stadyumda dokuz kuka oynarlar çöp konteyneri altında gömülü ümitleri .
  5. İNTERLOCK şurada bir blog başlığı gönderdi: İNTERLOCK's Blog
    . "Marangozun elinde testere görürsen, şüphesiz o, Cemşid'in bedeni ve Zekeriyya'nın kafası içindir." Edibu'l Memâlik-i Ferâhânî Kaynak: Prof. Ahmed Suphi Furat Prof. Nimet Yıldırım ** ** kişisel yorum: Cemşid'in Bedeni= Extreme Parasite Dimension; Aşırı Parazit boyutu. Zekeriyya'nın Kafası= Atmospheric Simulation; Simülasyon Atmosfer/Aerial. Zekeriyya'nın Eşi= İş'â= Güneş; Yayılan Işınları. İş'a'nın Annesi= Fâkûza= Rotating Dial. Devir halinde radyo dalga-boyları kadranı. Quadrant; Clock Face. Marangoz: Logger= İmleç= Fiziksel bir olayı kendiliğinden tespit edip çizen araç/ Kaydedici/Işıklı Gösterge. Testere: Minşar= Prizma= Işınları saptıran ve ayrıştıran, saydam maddeden yapılmış üçgen cisim. Nüşur= Neşr= Yaymalar/Dağıtmalar. .
  6. NÎTI, politikanın Sanskritçe'si; kelimesi kelimesine "İyi Davranış" anlamına gelir. Kral'ın politikası, dünyadaki yaşanan tehlikelerin ortasında nasıl hareket edilmesinin gerektiği bağlamında, genel düşüncelere seçkin bir model sunar. Kral, devlet içinde en yüksek pozisyonda olmasına karşın, o yüce, gıpta edilecek, ama hiç emin olmayan ihtişamının içinde en fazla tehlikeye maruz bulunan kişidir. Ülkesine komşu kıralların, kendi mevki hırslı bakanları ve çok başarılı olan generalleri, hatta kendi ailesinin üyeleri-yükselmeye çalışan oğulları ve prensler, entrika düşünen kraliçeler- onun tahtına göz dikmişlerdir. Buna ilâveten, çok eziyet çekmiş olan ve iliğine kadar sömürülmüş olan halk, bir düşman kralıyla ya da alt sınıftan mevki hırsı olan bir başkaldırıcı ile gizlice isyana kışkırtılabilir. Böyle bir tehditler atmosferinde, korkunun ve birdenbire değişme havası/matsya-nyâya'da, balıkların âdetleri egemen olur. Ahlâkî bir nezaketle zayıflatılamayan Hayat Yasası, denizin acımasız ve loş derinliğinde geçerli olur. Hayat Yasası, Batı'da olduğu kadar Hindistan'da da çok iyi bilinir. O, kadim bir atasözünde ifadesini bulmuştur: "Büyükler, küçükleri yerler.." XVI. yy. Flamen Ressamı Pieter Bruegel bunu, şaheserlerinden bir kaçında çok canlı ve ironik olarak canlandırmıştır. Tablolarda her türden ve büyüklükten bir çok balığın kaynaştığı ve ardından küçük balıkların, büyükler tarafından yutulduğu ve büyüklerin de sonradan balıkçılar tarafından yakalandıkları görülmektedir. Büyük balıkların yarılan karınlarından küçükleri ortaya çıkarlar. Böyle bir imza bu özdeyişi yeniden belirtir. Pieter Bruegel bu tabloları, bütün Avrupa bir kaynaşım denizine benzediğinde resmetmişti. Çünki Habsburg'lar ve Flandren'ler o zaman diliminde, dünyaya egemen olan İspanyol ve Almanların güçlü bir koalisyon halindeki imparatorluklarının kuşatmasından kurtulmaya çalışan Fransa'nın, yükselmeye çok çaba harcayan iktidarına karşı savaşıyorlardı. O zamanlar, yeni silâhların/barut-top ve yeni bir savaş tarzının (şövalye süvari savaşları yerine, ücretli piyadeden daha büyük kıtaların kullanılması) sağladığı yerle bir ediş ile dehşetli korku yaydıkları bir dönemdi. Bu gün, modern tekniğin yarattığı yeni silâhlarının yaptığı gibi. Bruegel, atasözü tablolarında su ülkesindeki oburca soğukkanlı yaşamı tasvir etmekte/ betimlemektedir ve bunu yaparken de politika platformundaki herkesin, sadece kendini düşündüğünü ve bir-çoklarının doyuncaya kadar yemeyi düşündüğünü uygun bir ifadeye kavuşturmaktadır. Bununla anlatılmak istenen şey şudur: Politika ebedi bir savaştır ve öyle kalacaktır. Politika platformunda, her bir ulusa, gruba ya da ırka, kendisine lâyık olan büyüklüğü, kültürel başarıları ve yeteneklerine haklı olarak tahsis edilecek dünyanın kısımlarının ayrıldığı düzenli ve dürüst bir duruşma olmadığıdır. Ne acıması olan ve ne de vicdan tanıyan politika üzerine, Hindu kadim belgelerinde yazılmış ve tavsiye edilen, ANA ARAÇLAR/ UPÂYA/BESLENME/TAKE NOURISH-MENT şunlardır: Philosophie und Religion Indiens/Hind Felsefesi Heinrich ZIMMER Ruh ve Madde Yayınları-1992
  7. . Astral Bedenin İzlenimleri Uyku sırasında ruh ve beden ilişkisindeki gevşeme; enerji açısından bir gevşemedir, ruhun bedeni canlı tutma ilişkisi devam eder. Fizik bedene enerjetik yönden akış azalır ve de daha çok, fizik bedenden önceki astral bedene kayar. Böylece astral bedenin hayatını yaşamaya başlarız. Astral bedenin izlenimleri, şuurdışı dediğimiz evreye geçer. Gördüğümüz rüyaların çoğunluğu, çevreden ya da günlük yaşamın getirdiği aktüel ve deneysel bilgi birikiminden oluşmuş ve şuuraltından daha çok astral izlenimlerimizden meydana gelir. Astral bedenden gelen etkilerin arasında, yine astrala kayıtlı olan daha önceki hayatımızın bilgilerinin aktarımı da vardır. Gördüğümüz bir çok manzaranın ve klişelerin, imajların veya anlam veremediğimiz bilgilerin temelinde geçmiş hayatlarımızdan aktarılan parçalar bulunur ve o parçalar, hızla karıştırılan bir kitabın içinde gördüğümüz hoşlandığımız bir resmin gözümüzün önünden geçişi gibi, kısım kısım klişeler halinde rüyalara aktarılır. Bu hatırlatıcı rüyalar, geçmiş hayata ait yaşantılarımızı aksettirirler. İşin ilginç yanı, kendi egomuzun savunma mekanizmalarının, bu hatıraları, şimdiki zamana uygun hale getirmesidir. Bunlar, içinde yaşadığımız zamanın sembollerine çevrilirler. Bu yüzden hangilerinin şimdiki, ve hangilerinin geçmiş yaşantımıza ait izler olduğunu ayırabilmemiz zordur. Ego bu noktada çok güzel bir adaptasyon yapar, çünkü egonun yıkılmaması gerekir; eğer o bilgi normal şuura yansırsa insan buna dayanamayabilir, büyük bir kaos içine girebilir. Bu nedenle gayet akılcı bir telafi mekanizması çalışır; bu nedenle bu rüyalara 'telâfi rüyaları' da denmektedir. Bu rüyalarda vicdani pişmanlıklar ve suçluluk duyguları uygun ve çok güzel semboller ve klişeler halinde ortaya çıkmaktadırlar. .
  8. . Telepatik Rüyalar Aynı mekanizma telepatik rüyaların görülmesinde de işlemektedir. İki kişi (birbirlerine yakınlıkları olması süreci daha da kolaylaştırır) aynı odada ya da ayrı odalarda uyurlarken aynı rüyaları görürler; rüyada ikisi de aynı rolün içerisindedirler, aynı sahnededirler ve uyandıklarında birbirlerinin sözlerini tamamlarlar. Telepatik rüyalar, tamamen teknik bir biçimde parapsikoloji tarafından incelenebilmektedir ve bunları metapsişik araştırma alanının dışında ele almak gerektir. Bu türden teknik olarak oluşturulmuş sembollerin, imgelerin alınıp-verildiği telepatik rüyalar vardır. Bazen değil yanınızdaki insandan, nesliniz ya da ırkınızdan dahi olmayan varlıklardan size ulaşan telepatik rüyalar da vardır. Onların elde etmiş olduğu birtakım bilgileri, sizler telepatik olarak algılarsınız. Bu türden şeyler uyku esnasında daha kolay meydana gelir. "Tüm bu olaylar niçin gündüz vaktinde olmuyor da, gece vakti oluyor?" diye sorabilirsiniz. Bedenin hakimiyeti, uyku esnasında ruhsal varlık tarafından daha fazla gevşetilir. Kontrol tamamen vejetatif sisteme bırakılmıştır; bedende o sırada sadece biyolojik bir yaşam vardır. Şuursal yaşam tamamen kapanmış, şuurötesi yaşam başlamıştır. Şuurdışı yaşam, zaten sizin ruhsal dünyayla olan bağlantınızın çok kuvvetlendiği yaşam anlamına gelmektedir. . Böylece bazı rüyaları daha iyi görmek de mümkün olabilir. .
  9. . Astral Alem'den, Mental Alem'e Geçiş Astral alemin yedinci seviyesinde, astral alemdeki yaşamları sona eren, mental alem'e ulaşmaları için astral alemin bu son katmanından geçmeleri gereken beşeri varlıklar da bulunur. Daha sonra da varlıklarının daha yüksek bir parçası olan 'ego'ya doğru yaptıkları yolculuk sırasında mental alemden de geçerek, egonun/benliğin doğal ortamı olan 'kozal alem'e ulaşacaklardır. Varlıkların, Yedinci seviyeye çıkışları sırasında kendilerine çoğu kez "Rehber Varlıklar" refakat eder. Rehberler de kendileri gibi beşer kökenli, ancak çok daha/evvel evrimleşmiş ve evrim seviyelerine göre yaşlı diyebileceğimiz varlıklardır. Rehberler'in kendilerine özgü başlıca vazifeleri, astral alemleri terketmek üzere olan bu kişilere, ayrıntılı olarak; "ikinci ölümü" nün ne anlama geldiğini açıklamaktır. Astral alemden, mental aleme yapılan yolculukta hiçbir ıstırap çekilmez ve bir "kılıf/libas" ın daha terk edilmesinden başka bir şey değildir. Rehberlerin görevi, bu geçişi yapacak olan kişilerin zihinlerinde ortaya çıkabilecek olan herhangi bir korkuyu izole etmektir. Aynı yolculuğu evvelce birçok kereler (her fizik enkarnasyon tamamlandıktan sonra) yapmış olmamıza rağmen, önceki yolculukları hiç hatırlamayız. Çünkü her bir yeni fizik enkarnasyon için tamamen yeni olan "mental, astral ve fizik bedenler" ediniriz, ki bunlar da geçmiş yaşamların ayrıntılı hatıralarını taşımazlar. Astral alemden, mental aleme geçiş, orta seviyeden bir bireyin kontrolü dışında olan bir olgudur. Zaman geldiğinde, artık astral seviyede daha başka deneyimler edinmesine gerek kalmadığı için, astral bedenini terketmek zorundadır. Bundan sonra, fizik yaşamı sırasında gerçekleştirdiği zihni çalışmaları pekiştirmek ve bunlar da "daimi atom" un içinde ihtiva olunan ve önceki tüm yaşamlarnı temsil eden "bilgi haznesi" ne katmak üzere mental aleme geçmelidir. Söz konusu olan kişi, yapacağı bu geçiş konusunda kendisine verilebilecek olan gerekli tüm enformasyonu rehberlerinden almış olarak, giderek uykuya dalar ve hemen hemen akabinde mental alemde uyanır. Bu kısacık uyku anında, artık tamamlamış bulunduğu o astral yaşamına ait astral bedenini ebediyen terk etmiştir. Aynen fizik dünyadan, astral aleme geçişi sırasında olduğu gibi, mental alemde de kendisini arkadaşları karşılar. Artık, tamamen yeni bir yaşam türüne başlar. Orta seviyeden insan için bu yaşam, çoğu kez astral alemdeki yaşamından çok daha kısadır. Fakat, evrimleşmiş bir insan için mental alemdeki yaşam süresi daha uzun olur. .
  10. . HİKÂYE Arap kabileleri içinde cesaret ve cömertliğiyle tanınmış bir kabilede Selil adında son derece edep ve irfan ehli bir delikanlı vardı. Arslanlar yatağında ve yavuzlar cenginde korkusuz bir babayiğit olarak şöhret bulmuştu. Gönlünde amcası kızının sevdasını, başında da onun aşkının üzüntülerini taşıyordu. Arzusuna kavuşabilmek için yıllarca uğraşıp çabalamış, zahmetlere katlanıp, aşkının acılarını çekmişti. Nihayet sevgilisine kavuştu. Fakat henüz vuslat yatağını ıslatmadan ve aşk şarabının ancak bir yudumuna bile kanmadan başka bir yerde yuva kurmak ve yeni bir vatan tutmak mecburiyeti baş gösterdi. Aşkının göğünde parlayan o Ay parçasını bir mahfe'ye bindirdi ve arzu ettiği tarafa doğru yola çıktı. Bir konak mesafe yol aldıktan sonra, güzel ve gönül çekici bir menzile indiler. Mahfe'yi yere indirdi. Tam bu sırada bir taraftan otuz süvarî belirmişti. Selil hemen yerinden fırladı. Silahlarını kuşandı, atına atladı, süvarilere yaklaşınca düşmanları olduğu anlaşıldı. Onlarla çarpışmaya başladı. Birçoklarını yere serdi, fakat kendisi de ağır yaralanmıştı. Amcası kızının yanına döndü ve şu şiiri söyledi: RUBAÎ "Düşmandan benim ölümüme dair bir haber geldi. Karşımda otur ki seni hasret gözüyle göreyim. Benim kanımı nasıl akıttılarsa, ben de senin kanını dökeyim. Olmaya ki dudaklarından bir başkası murad alsın." Kız cevap verdi: "Tanrı'ya and içerim ki eğer sen benim kanımı dökmezsen ben kendi elimle döker ve senin kanına karıştırırım. Fakat senin daha önce davranmaklığın ve bu düğümü gönülden çözmekliğin daha uygun olur." Selil kalktı ve şu nağmeye başladı: RUBAÎ "Bu sert ve kaba feleğin uygunsuz güreşlerini gör ki, beni nasıl da sırt üstü yere vurdu. Hayatımın varlığı avuçlarının içinde olan o sevgiliyi, bugün ellerimle öldürmek istiyorum." Sonra, o yakasının kaytanından bile kıskandığı ve hamail bağının temasından bile sakındığı güzel gerdana bir kılıç vurdu; o cihanı aydınlatan ışığı bir nefeste söndürdü. Topraklara bulanmış yüzünü, kızın kanına sürdü. Kıp kırmızı kesilen çehresiyle yine bahtı kara düşmanları arasına saldırdı. Daha birkaç düşmanın başını yere düşürdükten sonra, kendi de başını verdi. Selil'in kabilesi vakadan haber alınca yakalarını yırtarak, saçlarını yolarak koştular. Ölülerini kabilenin kabristanına getirdiler, ikisini bir arada bir mezara gömdüler. KITA Her iki âşıkı birlikte ağırlamak için toprağın altına koydular. Ta ki kıyamet gününde hor ve kederli kalkmıyalar. Yer altında onları bir döşeğe yatırdılar ki, birlikte bahtiyar uyusun ve bahtiyar uyansınlar. .
  11. .. "Dîn sözcüğü Kur'an'ın eski sûre'lerinde yevm ad-dîn, kıyamet günü ifadesinde ortaya çıkmıştı; ama sonra bu anlamını kaybetmişti." "Dîn'in bu din, yön anlamında yerleşmiş olduğu kestirilemiyor. Arap filologu onu, dâna'nın aslama ile aynı manayı taşımış olacağı eski dilde bulmaya çalışıyor. Batı yorumu ise onda, Arâmiden geçme İranî dana'yı görüyor; ben ise Macdonald'la hemfikir olarak bir Arap kökene ve deyn "vecibe" nin bir bulaşmasına inanıyorum." M. Gaudefroy-Demombynes ** Macdonald'da "Dîn şeklinde yazılan kelime için Arap lügatçileri birçok manalar vermekte..olup bu mana kargaşalığı içinde, birbirinden ayrı, 3 dîn kelimesi seçilir: 1. Arâmî-İbranî dilinden Arapçaya geçmiş olan ve "hüküm" manasına gelen kelime, 2. hâlis Arapça olup "örf ve âdet" manasına gelen ve 1 işaretli kelime ile karabeti olan kelime (krş. İbranîce mişpât ve şâphat), 3. "dîn" manasını ifade eden ve Farsça vesıtasıyla gelen dîn (daênâ) kelimesi.." B. Macdonald ** Ve nihayet Louis Gardet: "Dîn'in üç ayrı manasını belirtmek mutat olmuştur: 1. hüküm, mücazat; 2. örf, âdet; 3. din. İlki, İbranî-Arâmî köke, ikincisi Arabî dâna/deyn (vecibe/borç) köküne, üçüncüsü de Pehlevî dên (ifşa/din)'e dayanıyor.. Her halü kârda, bahis konusu "dîn" kavramı hiçbir surette Mazdeizm ve İslâm'da tamamen aynı değildir. Aksine , ilk iki, İbranî ve Arabî etimolojiler, birbirlerini etkilemiş gibidir.. Böylece de Arapçanın manaya ait diyalektiği, deyn, "belli bir tarihte ödenecek borç" un dîn "âdet" e geçmesini mucip oluyor. "Örf ve âdet" de bu kez, "yön" hudâ (Tanrı tarafından verilen) fikrine götürüyor; (İbranî kökün manasında) hüküm vermek de, herkesi uygun bir yöne götürmek, ve böylece de mücazaat vermek oluyor. Gaudefroy-Demombynes'in "Kıyamet Günü" (yawm al-dîn) görüşünde Tanrı'nın her insanoğluna bir yön verdiği gün olmaktadır. Başka yerlerde de Arap filologları dîn'i doğruca dâna li..inkıyad etmek ten iştikak ettiriyorlar. Bundan böyle de dîn, Tanrı tarafından verilmiş, herkesin inkıyad etmek zorunda bulunduğu bir emirler kümesi olmuştur." "Böylece dîn yükümlülük, yön, inkıyad, mücazaatı ifade ediyor. İster İbranî-Arâmî anlama, ister eski Arabî köke dayanılsın, kurtulunacak borç (dolayısıyle yükümlülük) ve icbar edilmiş veya inkıyad etmiş kalple takib edilecek yön düşünceleri baki kalacaktır. Yükümlülük veya istikameti (yönü) icbar edenin noktai nazarından dîn, İbranî kökün "hükm" ü ile birleşiyor; ama yükümlülükten kurtulacak ve yön alacak kişinin noktai nazarından dîn, en genel ve mutat anlam olan "din" olarak tercüme edilecektir." Luis Gardet .
  12. eski zamanlara ait ve saf ve günahsız ve yüzyılda bi olan oldu sonuç alındığına ilişkin bi holding ortaya çıktı nebraskada ile içe işleyen bi cerrahî müdahale borsada gözetleme noktasından eşzamanlı harekata ait bi yayım başladı zamanın durağan bi noktasında ve bi mahkum geri dönüşle yani geriye bakarak acılarına yeniden seyretti endamını gücü yettiğince bi dizi jüri hey'etinin görkemine sığınarak süzdü aynı kişiliğini motorsıkletinin selesinde hafifçe yanalarak bi süredışı duygudurum fragmanını arakayüzüne geçerek uzakta ve dolaylı canlıyayında nebraskada ..
  13. . Rüyalar ve Şuuraltı İlişkisi Uyku, varlıkların şuuraltı vasıtasıyla birbirleriyle ilişki kurmaları, birbirleriyle bilgi alıp vermeleri için de bir vasıta olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, beden dinlenmesi tarzında açıklanan materyalist görüşün dışında, uyku ve rüyaların metapsişik açıdan önemli bir fonksiyonu vardır. İnsanlar birbirleriyle en güzel bilgi alışverişini, uyku sırasında şuuraltıları vasıtasıyla yaparlar. Şuuraltı ilişkisinin rahatça kurulabileceği şartlar uyku durumu ile sağlanabilir. Çünkü şuuraltının serbest bir şekilde faaliyete geçebilmesi için şuursal mekanizmaların ve buna bağlı fonksiyonların tatil edilmesi gerekir. Ve bu tatilin en doğal ve en yaygın yolu da uykudur. Varlık uyuduğunda, şuur ve şuura bağlı fonksiyonlar kesildiğinden, şuuraltı iyi şekilde faaliyet halindedir. Rüyalarımızın, şuuraltı mücadelesinden meydana gelen bir aktivite halinde ortaya çıktığı, bilinen bir gerçektir. Rüyalarımızın ortaya çıkış mekanizması, şuuraltının depolanmış karşıtları ortaya çıkışından ibarettir. Ayrıca biz, dışarıdan, diğer varlıklardan almış olduğumuz tesirlerle de birbirimizi etkileriz. Nasıl gündüz vakti davranışlarımızla, sözlerimizle, renkle, ışıkla vb. ile birbirimizi etkiliyorsak; ve bu şuurlu bir olaysa ve ancak beş duyu yoluyla alınıp verilebiliyorsa, aynı şekilde, beş duyunun dışındaki psişik duyu organlarımız vasıtasıyla bu kez şuurlar değil, şuuraltları birbirleriyle ilişkide bulunur. Bu ilişkilerin bir kısmı hatırlanır, bir kısmı hatırlanmaz. Çoğu, rüyalar halinde ve sembolik ifadeler tarzında gündüz hatırımıza gelir. Bunlar birer yorumdan ibarettir; aslında olup biten neydi, ne alındı, ne verildi, bunun farkına varamayız. .
  14. . Karmik Doğamız Rüyalarımızın bir diğer kaynağı kendimiziz: doğrudan doğruya kendi varlığımızdan yine kendimize aktarılan rüyalarımız da vardır. Her varlık öncelikle büyük bir karmik dosya ile doğar: yapılması gereken, yapmış olduğu veya yapacağı şeylerin bütün planlarını da yanında taşır. Her birimiz oldukça arif, bilgili, tecrübeler geçirmiş varlıklarızdır. Çünkü, doğuştan ruhsal enerjiyi kullanabilen, varlıklar olduğumuzdan, belki de milyonlarca seneden beri bu uygulamayı yapan varlıklarız. Dünyaya her doğuşumuzda maddeye dönüp onun tecrübesini almak, onda bir titreşim farkı oluşturmak için kendimizi feda ediyorsak, bu uygulamaların sonuçlarında da birtakım bilgiler, birtakım olgunluklar, birtakım irfan da bizimle beraber gelir. Her varlık bu karmik dosyaya mutlaka sahiptir. Demek ki doğduğumuzda büyük bir bilgi yüküyle geliyoruz. Ancak, iç hazinemizde/enfüs'te mevcut olan bu öz bilgiden ihtiyacımız olduğu oranda yararlanma hakkını henüz elde etmemiş olabiliriz: ihtiyacımız vardır ama daha henüz kullanmaya layık değilizdir. Hak verilmiştir ama kullanma yetkisi verilmemiştir. Hak: bizim o bilgiyi muhafaza etmemizdir. Bu bilgiler perisperital hafızamızda yerleşmiş, ve bütün hücrelerimize kadar inmişlerdir ama bunları kullanma hakkı henüz verilmemiştir. Tıpkı bir silah satın almış ama bunu kullanma ruhsatını henüz edinmemiş oluşumuz gibidir. Bu bilgilerin bir kısmı, liyakatimiz arttığı sürece, muhakkak bir dış sebep olmaksızın ve zaman içerisinde şuur eşiğimizden atlamak suretiyle arka kapıdan şuur düzeyimize girerler. Bu, rüyalardaki sembolik dünyamıza bizde olan birikmiş birtakım bilgileri aktarabiliriz demektir. Bunlar, geçmiş yaşamın tecrübî sonuçlarından hafızamıza kayıt edilip, saklanmış bilgileridir. .
  15. . Astral Alem'in Yedinci Seviyesi Astral alemin sonuncu katmanı olan, yedinci seviyede ilk göze çarpan şey, herhangi tür bir binanın kesinlikle bulunmayışıdır. Beşeri yerleşime ait hiç belirti yoktur, fakat bu seviyede yaşayan daimî sakinler vardır. Bu yerleşikler, insanlar yaklaştıkları zaman, onların kendileriyle temas kurmasını önlemek için ellerinden geleni yaparlar. Çünki onlar evrim yolunda ilerlemek için ancak tamamen inzivaya çekilmek, konuşmadan yaşamak örneği bir yoldan yürümek sanısındadırlar. Fizik dünyada, beşeriyetten ayrı olarak, insanların nadiren nüfuz edebildikleri ıssız dağların eteklerinde ya da tepelerindeki gözden ırak yerlerde yaşayan mübarek insanlar vardır. Bu insanlar yaşamlarını meditasyon yaparak, oruç tutarak, uzlette bi zahit hayatı yaşayarak geçirirler. Bu tür insanlar ölümden sonra da aynıdırlar. Zaman gelince astral alemin yedinci seviyesine ulaşırlar ve meditatif yaşamlarını orada da sürdürürler. Dünyasal yaşamları sırasında, kesişler ya da frerler olarak, hiç konuşmamaktan yana olan, öteki normal beşerlerden tecrit edilmiş bir yaşamdan hoşlanan çeşitli kardeşliklerin mensupları olan insanlar vardır. Bu insanlar kendi içlerine kapanık olarak yaşamaya, uzun süreler boyunca beşeriyetin hayrına dua etmeye öylesine alışmışlardır ki, teselliyi, fizik dünya üzerinde uzun yıllar boyunca yaşadıkları yaşamın bi benzerini ölümden sonra da sürdürmekte bulurlar. Bu tür insanlar için, astral alemde, bir mağara aramak ya da içinde yaşayacak bir ev inşa etmek zorunluğu yoktur. Mevcudiyetlerini sürdürmeleri için ne yiyeceğe ne de barınacak yere ihtiyaçları vardır. Bu nedenden, sıklıkla açıklık yerlerde, yalnız başlarına olabilecekleri ve rahatsız edilmeyecekleri ormanlarda ve gözlerden ırak yerlerde yaşarlar. Yedinci seviyede, burada yaşayan beşerlerin yanısıra, devalar aleminin, kendi vazifelerini sürdüren ve beşeri evrime dahil olan varlıklar ile hiçbir şekilde temasta bulunmayan, yüksek evrim seviyesindeki çok sayıda mensublara da rastlanır. .

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.