Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.060
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    70

İNTERLOCK tarafından postalanan herşey

  1. . Kehanet veya prekognisyon rüyalarının çoğu, bazı şeyleri hatırlatıcı rüyalardır. Aslında her iki durumda da, varlığın perisperital olarak bildiği şeyin bir kısmı, varlığın kendi bilgisinden dışarı taşımaktadır; Bu taşmalar, kendi bilgisinin sonucunda elde ettiği rüyalar tarzında ortaya çıkarlar. Bu bir bilgi iletişimidir; kendi planı da bu bilginin ortaya çıkması için o varlığa yardım etmiştir. Bu yardımın nedeni fizik plana, yani bedene bağlı olma halinin unutma tarzında birtakım riskler taşımasıdır; o araç her zaman iyi bir şekilde çalışmayabilir, araya birtakım iğvalar, yan etkiler, karışık etkiler girebilir. Biliyoruz ki, durugörü medyomları eşya ile ilgili tesirleri, olguları vizyon halinde algılarlar. Psikometri medyomları da hem vizyon hem de hisler halinde aynı şeyin farkına varabilirler ve bir şeyin geçmişi veya geleceği hakkında bilgi sahibi olabilirler. Bu aslında bir çeşit kayıt okumadır. Yakın veya uzak bir gelecekte olacak olan bir olayın imajlı imajsız, kendiliğinden bilinmesi de prekognisyondur. Geleceğin zaman açısından uzak veya yakın olması hiç önemli değildir; vizyon halinde de olabilir, içe de doğabilir; çok güçlü bir şekilde önsezi tarzında da hissedilebilir. İşte, tüm bunlar uyku durumunda da oluşabilmektedir. Bir insanın, hiçbir endişe duymadan, şuurunda herhangi bir yere itilmiş, çözümlenmemiş tortu şeklinde bir sorunu olmadan gece veya bir şekerleme esnasında rüyasında (mutlaka normal bir şekilde gece uykusuna yatmak değil, gündüz vaktinin herhangi bir zamanında ruh ve beden münasebetinin tatlı bir şekilde gevşediği an da olabilir,) birdenbire kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan yığınla imajın gözünün önünden geçivermesi ve sahneler halinde bazı düşüncelerin ortaya çıkması da söz konusudur. Bugün rüya laboratuarlarında yapılan çalışmalarda bu imgelerin ortaya çıkışının, uyku ile uyanıklık arasında ya da uykuya geçiş evresindeki alfa ritmiyle bir zihin eyleminin ortaya çıkışına denk geldiği anlaşılmaktadır. Zihin alfa ritmi ile çalışmaya başladığında 'duyular dışı algılama' için uygun bir ortam meydana gelmektedir. Yapılan deneylerde, bir kişinin ruh-beden bağlantısını gevşetecek bir hale geçmesi için alfa ritmine girmesi gerektiği belirlenmiştir, böylece medyomsal tezahürler ortaya çıkabilmektedir. Prekognisyon, bu gevşemenin en yoğun olduğu bu uyku durumunda çok daha kolay meydana gelebilmektedir. Böylece rüyalar aracılığıyla geleceği bildiren haberler alınabilir; zaten bu tür rüyaları gören kişinin doğasında medyomluk vardır, bu yetenek, doğal bir şekilde, rüyada ortaya çıkar. Rüyalarda görülen olayların çoğu, sembolik bir tarzda verilirler, İnsanlar bazen bunu fark edemeyebiliyorlar ve yanlış yorumluyorlar. Kehanet meselesi aslında bir yorum meselesidir; unutulmaması gereken nokta, rüya görüldüğü sırada uyku şuuru içerisinde bulunduğumuz için şuurdışı bir durumun mevcut olmasıdır. Bu durumda da yorumun nasıl olacağı elbette ki pek belli olmaz. Bu, önemli bir noktadır. .
  2. . Prekognisyon Rüyaları Olayların önceden görüldüğü rüyalarda prekognisyon vardır. Önceden bilmenin temelinde, varlığın kendi planı ile ilgili olmak üzere, kendi maddesel hayatının genel bir deterministik (karmik) haritası yatmaktadır. Karma terimi ile kastetmeye çalıştığımız şey, sebep- sonuç bağlantılarının sonuçlarıdır. Değişemeyecek bazı sonuçlar vardır ve bizler ancak değişemeyecek sonuçları önceden bilme konusu içerisine alabiliriz. Bu durum, çok yönlü bir çalışmanın sonucunda oluşur; söz konusu varlığın kendi özel bilgisiyle ve muhakkak ki kendi planından aldığı yardımlarla ilgilidir. O varlık, zaten prekognatif olayın perisperital bilgisine sahiptir. Olay fizikte teşekkül etmeden önce, diyelim ki, astral ya da esiri alemde meydana gelmiştir. Rüyayı gören kişi, bunun imajinasyonlarını bilen-gören bir varlıktır ve yeryüzünde bu bilgisinin bir uygulaması olarak bir prekognisyonda bulunmuştur. Bu önceden bilişler genellikle ani olarak ortaya çıkarlar, söz konusu kişiler herhangi bir kutsallığa, herhangi bir dini makama sahip olmayan herhangi birer insandırlar. Ancak bu önceden bilişlerin çok azı bir belgeye bağlanmıştır. Önceden biliş hali, ister birdenbire konuşulup söylensin, ister rüyada görülsün, gelecekteki bir olayı muhakeme yürütmeden bilmek olduğunu belirtrnek gerekir. Prekognisyonda herhangi bir muhakeme gücü yoktur; bu, zihnin hükmü değildir. Bu büyük bir akli sezgidir; duygusal bir sezgi değil, aklın bir sezgisi olmak üzere birdenbire ortaya çıkar, görülür veya anlatılır. Bu enerji öyle bir taşar ki, bazı insanlar farkında olmayabilir ve ne söylediklerini çoğu kez unuturlar;ardından 'Sahi, öyle mi dedim?' derler. Onların etrafındaki insanların buna karşı uyanık olmaları ve bir zabıt tutmaları gerekir. Ancak bir de, önceden bilme konumuzun dışına çıkmasına rağmen, değişmek zorunda olan, değişebilirlik taşıyan her sebeb-sonuç bağlantısının bazı varlıklarca önce bilinmesi de söz konusudur. Çok zayıf bir ihtimal gibi görünmesine rağmen olması muhtemel olanı da önceden biliş şeklinde ortaya koyan kişilere ait tarihi örnekler vardır; Tevrat'ta ya da İslam tarihi içerisinde din ya da tarikat büyüklerinin rüyalarında sebep ve sonuç zincirine göre mutlaka olması gerekenin olmayacağı, karma münasebetlerinin dışına taşan sonuçları ifade eden ve çok zayıf bir ihtimal olarak görünmesine rağmen aynen meydana gelebilmesi olayı ile ilgili bazı ifadeler vardır. .
  3. İNTERLOCK

    MU

    . İleri sürülen kaynaklar Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir: Çin'de bulunan 400'e yakın piramit bu piramitlerin ern az 10.000 yıllık olduğu söylenir. Piramitler Mu varsayımında geçen Büyük Uygur İmparatorluğuna ait olduğu Piramitler üzerinde bulunan yazıtlarda görülür. (James Gaussman'ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Hindistan'dan Çin'e uçuşu sırasında gördüğü piramitler.) Dr. William Niven'in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet. Yucatan'da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan; 'Troano El Yazması'. British Museum'da bulunmaktadır. Bir başka Maya kitabı olan Cortesianus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadır. Paul Schlieman tarafından Tibet'teki bir Budist tapınağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”. Yucatan'da, Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı'ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda "geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir" ifadesi bulunmaktadır. Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre; "Batı ülkelerinin yıkımının anısına" inşa edilmiştir. Perezianus ve Dresden kodeksleri. Çin e, Hindistan a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde; "kıtamız battı, biz de buraya kaçtık." yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır ve c14 karbon testleriyle sabittir. Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araşturmacılar da Churchward'la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerinegöre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar. Araştırmacılara göre, Büyük Okyanus'daki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskûn olmayan adalardaki devasa kalıntıların, Mu varsayımını destediği ileri sürülür. Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt sağlamamaktadır. .
  4. İNTERLOCK

    MU

    . Varsayımı savunanların görüşleri: Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır. Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı. Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır. Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür. Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu. Mu dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı. Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu. Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir. "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır. Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı.. Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler. Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu. (Bu, Churchward’un değil, bazı izleyicilerinin görüşüdür). Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. (B.Ruhselman’a göre) Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin Uygur İmparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar. Mu varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur. .
  5. İNTERLOCK

    MU

    İlk olarak İngiliz Albay ve gezgin James Churchward'ın Tibet'te yaptığı araştırmalara dayanan ve bunlarla ilgili olarak yazdığı 4 adet kitabına konu edilmiştir. Churchward, Tibet tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplere tercüme ettirerek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus'da, Asya kıtası ve Amerika kıtası arasında ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde bir kıta olduğu anlatır. Bilim çevrelerinde levha tektoniği konusundaki bilgi birikimine dayanarak MU'nun da Atlantis gibi bir efsane olduğu konusunda görüş birliği vardır. Levha tektoniğine göre kıtaları oluşturan SiAl (silisyum/alüminyum) kayalar, okyanus diplerini oluşturan SiMg (silisyum/magnezyum) kayalar üzerinde "yüzerler". Büyük Okyanus dibinde Mu kıtasını kanıtlayacak herhangi bir SiAl kayaya rastlanmamıştır. Mu Kıtası varsayımının bilimdeki kabul derecesi: İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Çin e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler'in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir. Mu Kıtası, M. Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır. Deniz dibinden bulunan kalıntılara Karbon testleri yapılmıştır. Churchward'ın İddiası: Churchward'ın iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizlibir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika'da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde çalışmıştır. Çin'e, Hindistan'a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Churchward'a göre, Mexico City yakınlarında 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet'te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward'a göre bu tabletler 12.000 yıldan daha eskiydi. .
  6. . Mental alem, 'düşünceler alemi'dir. Düşünceler, mental alemin yegane gerçekleridir. Masalar, iskemleler ve de binaların, fizik dünyanın somut nesneleri olmaları gibi düşünceler/endişeler de mental alemin somut nesneleridir. Ancak, mental bedenin, fizik bedenden çok daha suptil bir materyalden oluşması gibi, düşünceler de çok daha suptil bir maddeden oluşurlar. Eğer astral ya da fizik maddeyi herhangi bir şekilde- ki bu imkansızdır-düşünceler alemine götürebilseydik, oradaki varlıklar için bu madde mevcut olmayacaktı. Bu aşağı yukarı, düşünce formları'nın fizik dünyadaki haline benzeyecekti: Şöyle ki, düşünce formları, bizi sürekli olarak çevreler ve zihinlerimizi etkilerler ama biz onları göremeyiz. Mental alemde geçerli bulunan şartların nasıl olduğunu açıklamak bakımından çekilen en büyük zorluk, fizik dünyanın anlayışına tamamen yabancı olan bilinç şartları'nı, ayrıntılı ve açık biçimde tanımlamamıza imkân sağlıyacak hiç bir kelimenin bulunmayışıdır. Mental seviyede öteki varlıkları bireyler olarak, fiziki formların astral kopyaları olarak değil de söz konusu varlıkların düşünce-formları olarak algılarız. Bu düşünce-formları da varlıkların zihni gelişimleri ile uyumlu olur. Mental seviyede faal olan bir insan, hem alıcı hem de verici olan bir radyoya benzetilebilir; Alırken ve neşriyat yaparken kullanabildiği dalga boyu adedi, tümüyle kendisinin aşina olduğu konuların adedine bağlıdır. Başkalarının düşüncelerini, ancak o düşüncelere özgü dalga boyuna ayarlanabildiği sürece, yani, düşünceyi oluşturan konuya ilişkin belirli bir bilgiye sahip olması halinde alabilir.. Aldığı düşünce-formları'nı kendi düşünce­formları'nı neşretmek suretiyle yanıtlayabileceği ve bu yanıtlar da aynı konuya ilgi duyan ve benzer bilgilere sahip olan diğer tüm kişilerce zaptedileceği için, o konuda bir sohbet yürütebilir. Astral seviyede, güzel müzik parçaları, resimler vs. yaratan ve başkalarına sanat ve bilim konularında öğretmenlik yapan büyük entellektüellere rastlarız. Bunlar, astral alemden mental aleme geçtiklerinde, kendilerinin geçmiş oldukları yollardan geçmekte olanlara yardım etmeye devam ederler: Şöyle ki, mental seviyede bu kişilerin öğretisi, sürekli bir düşünce akımı halinde neşr'olunan teknik ve teorik konferanslar şeklini alır. Bütün bunlar aynı konuya ilgi duyan herhangi biri tarafından zaptedilebilir. Bu düşüncelerden, geçmiş entellektüel faaliyetleriniz sayesinde anlamaya muktedir olduğunuz kadarını kavrayabilirsiniz. Söz konusu düşüncelerin anlayışınızın ötesinde kalan bölümleri sizin tarafınızdan hiçbir şekilde kaydedilmez ve zaptedilmez. Çünkü, radyonuz kendi anlayışınızla sınırlanmıştır. Eğer matematik, kimya gibi konuları hiçbir zaman etüd etmemişseniz, bu bilimlere vakıf olan kişilerce neşredilen ve sizi tamamen çevrelemiş bulunan, matematik ya da kimyaya ait düşüncelere yanıt veremezsiniz. Mental alemdeki yaşam, sınırlı bir zekaya sahip olan bir kişiye nazaran entellektüel bir insan için çok daha ilginçtir. Örneğin, yaşamı boyunca belirli bir meseleyi etüd etmiş olan bir kimsenin durumunu ele alalım: Mental alemde, bu konunun üstadları olan ve mesafe katetmiş entellektüellerle, onların orada ifade ettikleri düşünce-formlarını salt sezmek ve görmek suretiyle temas edecektir ve bundan böyle yetersiz bir beyinle de sınırlanmadığı için, sadece fizik dünyada eksiksiz olarak anladığı şeyleri daha bir açık olarak anlamakla kalmayıp, fizik yaşamda tamamen kavrayamadığı ve ancak prensip olarak idrak edebildiği birçok şeyi de açıkça anlayacaktır.
  7. . AGARTA’NIN HABERCİLERİ Şamballa krallığı zaman zaman insanlar arasına bir haberci yollar ve ona “garip ve sihirli biçimde ortadan kaybolmadan önce” tamamlanmak üzere okült bir misyon verir. Ezoterik gerçekleri ellerinde tutan bazılarının iddiasına göre yakın tarihin üç asrı boyunca ortalıkta görünmüş olan St. Germain Kontu da Agarta’dan yollanmış bir zattır. 15. Louis’nin danışmanı olan kontun, Marie-Antoinette’e de ihtilalin yakın olduğunu bildirdiği ve yaşının da üç yüz olduğunu söylediği anımsanmaktadır. Bilgisinin evrenselliği, çağının asilzadelerini çok şaşırtmıştı. Transilvanya (!) kökenli bir soydan geldiğini iddia ediyordu. Andrews Thomas, “Onun, Aix-en-Province yakınlarında bir inziva evi olduğu ve burada bir Buda heykelinin karşısında tıpkı bir yogi gibi oturarak yoğun ve derin düşünce ve temaşa saatleri geçirdiği anlatılır.” diye yazmaktadır. St. Germain Kontu’nun son sözleri Franz Gräffer’in hatıratında kayıtlıdır: “Himalayalar bölgesine gitmek üzere Avrupa’dan ayrılacağım. Orada dinleneceğim. Zaten dinlenmek zorundayım. 85 sene sonra beni yeniden görecekler.” Bu sözlerin söylendiği tarih 1790 senesidir. 19. yüzyılın sonunda Teozofi Cemiyeti’nin üyeleri St. Germain Kontu’na Venedik’de rastladıklarını söylemişlerdi. Kontun -şahitlerin belirttikleri üzere- Büyük Kanal’ın kenarında bir sarayı vardı. Sulara batık Venedik kenti de yeraltı dünyasının bir uzantısı mıdır yoksa? Bu nokta, Kazanova hakkındaki bir araştırma sonucu aydınlanabilir. Bu maceraperest ve simyagerin, St. Germain Kontu ile yakın ilişkileri olmuştu. Kazanova bu konuda “Bir okült dehanın çağrısına cevap verdim.” demiştir. Yoksa bu deha, onun ziynet eşyası gibi üzerinde taşıdığı garip büyülü taşlarda mı yatıyordu? Giacomo Kazanova çok genç yaştayken, kendisini Okült Sanatın ilk safhalarına inisiye eden ve yaşlı bir kasaba büyücüsü olan mürşidi ile tanıştı. Bu, bir kadındı. Muranolu bu büyücü kadın onun burun kanamalarını iyileştirmişti. O devirde köy büyücülerinin kanamaları durdurmak için “Kan Taşı”nı kullandıkları bilinir. Benzer bir taş bu Venedikli okültiste de armağan edilmiş olamaz mı? Yeraltı aleminin vazifelileri, her devrenin sonunda, yeni bir çağın sökmekte olan şafağını müjdeleyen haberciler misali ortaya çıkıvermektedirler. Böyle varlıklarla karşılaşılması ancak yüksek amaçlarla olmaktadır. Fakat insanoğlu, şuurunu sarıp sarmalamış illüzyonların neden olduğu körlükle gerçek amacının ne olduğunu görememekte, el yordamı ile yürümekte ve düşüp durmaktadır. İmkansız olana duyduğumuz özleme ve içimizdeki çağrıya kulak asmalı, keşif yolculuğumuza hemen vakit kaybetmeden başlamalıyız. İşte tıpkı Graal’ın peşine düşmüş eski şövalyeler gibi, efsanelerde sözü edilen ve kendi öz maceralarını kabullenmeyi bilmiş bu “asil yolcular” gibi olabilmek için üzerinde durmamız gereken gerçek değerler bunlardır. Belki böylece görünümlerin ötesinde, illüzyonun binlerce örtüsünün ardındaki gizli kapıyı keşfedebilir, hakikatler ülkesinin ışıltılarına layık olabiliriz. (L’Autre Monde Dergisi No:26) Bu konudaki eserler: Andrews Thomas: “Şamballa, Işık Cenneti.” Yayınevi: Robert Laffont. David Neel: “Tibet Mistikleri ve Majisyenleri Arasında.” Yayınevi:Plon. N.Roerich:”Asya’nın Kalbi.” New York 1930 St.Yves D’Alveydre: “Avrupa’daki Hint Misyonu.” Yayınevi: Dorbon. Çeviren: Haluk Özden .
  8. . YASAK DÜNYANIN KAPILARI Yasak ülkeye götüren binlerce yolu anlayabilmek için sayısız ezoterik geleneklere ve çeşitli yörelerin folkloruna göz atmak yeterlidir. 20. yüzyılda, çağların ötesinden kendisine ulaşan çağrıyı duyan “asil yolcu”yu daima bekler vaziyetteki bu saklı eşikleri, bu efsanevi girişleri açıklamaktan memnuniyet duyulması kaçınılmazdır. Bu konudaki en bilinen metinler Moğolistan’dan, Tatarlar’ın istila sahalarından, korunmuş vadilerden, Himalaya dağlarından ve Kuzey Kutbu’nun yakınlarında (Kadim Tule’nin bölgesinde) ve yeryüzü manyetizminden yalıtılmış bir bölgeden söz ederler. Kızılderili tradisyonlarına dayanan diğer bazıları , Ölüler çölünde yer alan, yeraltı şehirleri ile bağlantısı bulunan “esrarengiz kuyular”dan, ve de sayısız insanların, bir altının (hiç şüphesiz ki başka türlü bir altının) peşinden koşarken kaybolup gittikleri Amazon’un en ücra bölgelerinden bahsederler. Transilvanya’nın yüksek dağlarında, Curtea da Arges civarlarında yeraltı aleminin girişleri olan bazı mahzenleri sakladığı söylenmektedir. İngiltere’de, Broceliande ormanının, Agarta’ya götüren gizli geçitleri saklamakta olduğu ifade edilir. Bu kapılardan biri, iddiaya göre “kayıp kuyu” denilen bölgede bulunmaktadır. İşte böylece, eski inisiyelere göre, dünyanın her parçasında insanlarca bilinmeyen bu kapılardan mevcuttur ve buna layık olan kişi, Şamballa’nın da çağrısıyla ve rehberliğiyle, binlerce kilometrelik ve bitmek tükenmek bilmez yeraltı koridorlarından ve dehlizlerden geçerek “Mutlular” ülkesine ulaşır. .
  9. . KAN TAŞI Nekromansi (*) ayinlerinde kullanılan büyülü taş yeşildir ve üzerinde kırmızı damarlar vardır. Bu vampirik güçlere adanmış olan taştır, kan simyası tarafından elde edilmiş olan kırmızı ve siyah Graal’dir. Günümüzde de Transilvanya dağlarının ardında kaybolmuş vaziyette, Işık Şamballası’na uzun yeraltı tünelleriyle bağlı olan ve insanların ulaşamayacakları bir Vampirizm Şamballası mevcuttur. İnisiyelere göre bunda şaşacak bir şey yoktur. Bu, “iyi” ile “kötü”nün birbirlerine bağlı oluşları ve Bilgeliğe gerçek çehresini kazandırmaları ile aynı yasaya bağlıdır. Kötü ile iyi aslında tek ve aynı şeydir, aynı parlaklığı paylaşmaktadırlar, çünkü hakikat, düalizmi ortadan kaldırır. Kötü ile iyi, ne başlangıcı ne de sonu olmayan Ezeli-Ebedi Tanrı’nın, insanlara Evrensel Şuur’a ulaşmaları için verdiği ve imtihanları için gerekli olan görünümlerden ibarettir. Kan Taşı ve Zümrüt de aslında iki ayrı taş değildir. Bunlar aynı mücevherin çeşitli halleri, sayısız titreşimleri içindeki durumlarıdır. Vampirizm hizmetkarlarının parmaklarında taşıdıkları Kan Taşı, aslında okültistlerce gayet iyi bilinen bir Heliotrop’tur. Batıl inançlara göre bu taşın kanamaları durdurma, şiddetli adet sancılarını azaltma, burun kanamasını durdurma ve şayet bir büyü ayini esnasında kullanılmışsa büyüleme ve hatta öldürme gibi yetenekleri olduğu söylenmektedir. Şayet gümüş (ay madeni) bir yüzüğe takılırsa ve üzerine de bir vampir işareti kazınmışsa, ölüler ülkesine dalabilmeyi, Karpatlar’daki yuvalarına çekilmiş ve izole vaziyette yaşayan bu gaddar prenslerin, bu “gecenin senyörlerinin” esaretine canlı girebilmeyi sağlamaktadır. Aynı şekilde yeşil taş da nur varlıkları davet etmeyi ve dağların ötesinde yer alan Şamballa’ya girebilmeyi temin etmektedir. Jacques Bergier, Transilvanya’nın hayli esrarengiz bir coğrafya üçgeninde bulunduğunu açıklar. Beşeri tarihin son asırlarına damgasını vuran bazı dehalar bu üçgen içinde doğmuşlardır. (*)Nekromansi: Yunanca’daki Nekros (ölüm) ve Manteia (kehanet) kelimelerinden türetilmiştir. Çeşitli ifşaatlarda bulunmalarını sağlamak amacıyla ölülerin ruhları ile temas kurma ilmidir. Nekromansi’de amaç daha çok geleceğe ilişkin bilgiler elde etmektir. Kökeni eski Mısır’a dek uzanır. . ..
  10. . DENEYİM Belli bir durum (efektif-aktüel olaylar) ve içerdiği problemler karşısında bulunan birey, vaziyeti değerlendirirken eski izlenimlerinden yararlanır. Olaylara kıymet koyar. Önceden yaşadığı serüven ve aldığı intıba'lar bireyin duyu organları ve sinir yapıları üzerinde genetik bir etkiyi önceden bırakmıştır. Ve bu etki genelde çözümlenememiş (ego) bilgilerdir. Beyin sinir hücrelerinin (nöron) yüklendiği bu tür bilgiler, karşılaşılan yeni bir durum ile içerdiği olaylar dizini karşısında, değerlendirim işleminde(soyut aşama), veri olarak ussal işleme dahil olur. Ego verileri, sorunla birleştiğinde gerilimi artırarak, nöron hücre yapısında iyonlaşım meydana getirir. Sonucu, ussal işlev yeterli sonuç vermeyecek, durum acı çekme ile devam ederek, bireyi değişime (yeni bilgi edinimi) zorlayacaktır. Anlaşılan o ki, tahayyül'de olagelen problem, tasavvur boyutunda çözüme ulaşmadığında boyun altına inerek, sinir, kas, kemik ve damar sistemleri düzeninde arızalar meydana getirecek ızdırap faktörü devreye girecektir. Bu noktada şöyle bir sonuca varmak mümkündür; Birey, durum içerisinde çektiği sıkıntının analizini nedenlere (kozalite) yükleyerek gerçekleştirme yoluna giderse (günü kurtarma), sorunu çözümsüz kalır. Bu nedenleri "gelişim için vesile/occasion" olarak öngörmek, fırsat bilmek ve ussal sürecin dürüst kullanıldığı bilgisini ortaya koyar. .
  11. gidi yumurtacısı velev ki ve bi-l farz; bi metro murabbaı linolyom bi unsurun üç halkalı normâl atomunu kaplamış olsun deyup ta mücavir atomlar birbirine temas etmekte olup madde tabakası bir mayi film telâkki edilebiliri aksiyom yaparsak; o zaman; "Where they are going to stay tonight doesn't interest me." Türkçeye tercüme edildikte; "Bana ne yahû!" ..gibi bi sonuca ulaşmamızın mümkin olabiliceği öngörülmektedir!? so "fıış fış kayıkçı kayıkçının küreyi pıt pıt atıyo yüreyi akşama fincan böriyi bebiş yesin büyüsün tipiş tipiş yürüsün," paradoksu çözümsüz olup; "varolan biri bölürsek, elde avuçta 'hiç' kalır" gibi capitol bir sonuca da ulaşabiliceyizdir! netcede ortaya çıkıcak sonuç şudur ve nerediyse kesin gibidir: yımırtanın 2 adedinde, 74 gr. su 12,5 gr. poroteyin 12 gr. ya 1.12 gr. tuz vardır.. bolcana yeyiniz, faidelidir.. *dip not: gidi kelâmı; çalıntı uyarlamacısı anlamında kullanılmış oluptur.. bilgiye .
  12. . GÖKTEN GELEN TAŞ Nikolas Roerich, Gobi çölünde gece olduğunda gökyüzünde şimşekler ve ışık sütunları oluştuğunu görmüştü. Lamalar kendisine bunların Şamballa Kulesi’nden yollanan ışık huzmeleri olduğunu belirtmişlerdi. "Bu kulenin üzerinde elmas gibi parıldayan ve ışıklar saçan bir taş bulunmaktadır." diye iddia etmekteydiler. Tibetli rahiplerce iyi bilinen bu taşa Sanskritçe'de Chintamani/Şintamani. Tibet dilinde ise Norbi Rinpoch adı verilir. Andrews Thomas, "Tibet’de, M.S. 331 yılında kral Tho-thori Nyan Tsan hükümdarlığı sırasında içinde Şintamani taşının da olduğu dört kutsal obje bulunan gökten düşen bir sandığın mevcudiyeti herkesçe bilinirdi." diye yazmaktadır. Tibet efsanesi bu mücevheri sırtında taşıyan kanatlı attan ya da Tibet dilindeki adıyla bir Lung-Ta’dan bahseder. "Yukarıdan Gelen Bilgi" nin sembolü olan bu taş, demek ki Şamballa’nın en yüksek kulesinin tepesinde ışıldayacaktı. İşte bu noktada bir kez daha evrensel bir mit ile karşılaşıyoruz: Yukarıdan düşen yıldırım/Bilgi taşı, Yuvarlak Masa şövalyeleri tarafından bıkmadan yorulmadan aranan Graal, tüm simyagerlerin arayıp durdukları filozof taşı, düşüşü sırasında, yani enkarne oluşu esnasında Lüsifer, yani Işık Taşıyıcısı tarafından kaybedilen yeşil zümrüt, gökten gelen kahramanlar tarafından samimi ve içten insanlara armağan edilen bu ateş, tanımlamayı başaramadığımız içimizdeki saf ve parlak alevle şuurlarımızın derinlerinde yanıp durmaktadır. Tibetliler; "Gökten Gelen İlahi Haberci"nin, bu taşın bir parçasını Atlantis'in imparatoru Tazlavu’ya vermiş olduğunu anlatırlar. Taşın parçalarından biri bir parmak uzunluğundadır ve zihinsel titreşimlere karşı duyarlı bir frekans yaymaktadır. Üzerinde dört esrarengiz işaret kazınmıştır. Taş karardığında bulutların bir araya toplaştığı, ağırlaştığı zaman ise kan döküldüğü söylenir. Bazıları Cengiz Han’ın bu taşı parmağında taşıdığını ve taşın kendisine tüm savaşlarda zafer kazandırdığını iddia ederler. Hindistan’da Akbar, Yahudiye’de Süleyman ve Çin imparatorlarından biri de bu sihirli taşın kısa süreli sahipleri arasında gösterilirler. Bu mücevherin titreşimleri ve astral renkleri de yeryüzünün devrelerine göre değişir. Kali Yuga (bugünkü) Çağı’nda inisiyasyonun bu yeşil taşının üstünde uzun ve kanlı hatlar oluşmuştur. Bir zümrüt saflığına, günün birinde insanlar Bilgi’nin sırlarını ifşa etmek ve onlarda dünyaüstü görüşün gözünü, aynı anda hem içe ve hem de dışa bakmayı sağlayan "üçünçü gözü" uyandırmak için arı yüksekliklerden inmiş bulunan Işık Taşıyıcısı’nın parlaklığına kavuşacağı Kova Burcu Çağı’na dek böyle kalacaktır. Çigan inisiyelere göre (Agarta’dan gelen çingeneler) Kali Yuga, Vampirler Çağı olmaktadır ve gene onların kehanetlerine göre; bu vampirler hükümranlığının ardından Parlak Horoz/Kova/Delv Devri gelecektir. .
  13. .. Bir ara ilâve: Mentâl-Mentâl Âlem-Mentâl Beden: Yn: Menos Lâ: Mena Al: Seelich, Geistig In: Mental, Mental Plan Fr: Mentale, Plan Mental Os:Zihnî, Mânevî, Nefsî Safha Tr: Zihinsel, Anıl, Mantal Asıl anlamı ile zihnî demektir. Genellikle ruhu ilgilendiren, ruha ait olan anlamında kullanılır. Teozofi'de, mentâl beden ve mantâl plân olarak geçer. Mântal Plân, Astral bedenden daha seyyal, ince, renk itibariyle parlak renklerin hakim olduğu bir bedendir. Doğru olan düşünceler, mantâl beden vasıtasıyla yayımlanırlar. Mücerret (soyut, yalın, â'lev, bare) düşünceler, yüksek mantâl dünyada meydana getirilmişlerdir. Mantâl beden, heyecanlardan müteessir olmaz. Bir anlamda, eşya üzerinde yapıldığı gibi, değer yükleme kabul etmez. Sezgi ve yüksek tefekkür ve bağlı tahayyüller mantâl beden vasıtası ile fizik âleme aks'eder. Mantâl plân, teozoflara göre, ışık ve saadet âlemidir: Bu plândaki varlıkların şuurları genişlemiştir ve de hemcinslerinin şuurlarını kendi şuuru içinde görür. Nazarî (Speculative-kurgusal) değil, müsbet; İsbat edilebilir bir bilgiye ulaşılmıştır: "Bakmak ve Görmek arasındaki farklılık veya dış ve iç'i bir arada görmek," gibi.. Tam bir sempati ile hissedilir, bilinir, denenir. Ruhun yüksek kabiliyet ve melekeleri serbest kalmıştır. Nefsaniyet aşırı şekilde azalmış, kabalığını tamamiyle kaybetmiş, ince bir kişilik tarzına dönülmüştür. Hikmet ve varlık sevgisi hakim durumdadır. Kâinat kanunlarına uygun hareket edilir. .
  14. 2. DANDA: Yaklaşmanın karşıt metodu. Terbiye Edici Çomak, hâkimin elindeki sopa ya da kapıcının elindeki sopa anlamına gelir ki, onlar bununla dilencileri ve haşarı sokak çocuklarını kovarlar. Danda demek; cezalandırış, haddini bildiriş, baskın yapmak, zorba güç; asa, sopa, çubuk, değnek, baston, cop, egemen oluş, ordu, boyunduruk altına alış, cebir, vakar, iyileştirme, kuvvet ve zor kullanma anlamlarına gelir. Kralın elinde, daima yukarıya doğru kaldırdığı disiplin simgesi olan Danda/Asa olmalıdır. Mahâbhârata'da söylenen budur. Manu Kitabı'nda bo konu ile ilgili olarak şunları okuyoruz: "Bir krallığın genişlemesi için Sâman ve Danda iki ana araçtır" Kısacası: Danda, haklılığın zahiriliği/dış görünüşü içerisinde hayasızca gizlenmiş olarak bulunan bir aşağılanmaya ya da tehdide karşı 'ceza' olarak kullanılan her türlü saldırganlıktır. Örneğin, eğer kurban olarak seçilmiş bir kimse veya komşu, birden silâhlanırsa veya daha güçlü olan komşusu ile ittifak kurarsa, katlanılamaz bir aşağılanma/değersizlik/sıradanlık ifade eder. 3. DÂNA: Donum/Donation. İntikâl, armağan, bağış, hediye anlamlarına gelir ve üçünü bir yakınlaşma yolu olarak tavsiye edilir. Politikada bu, kısaca "Rüşvet Veriş" tir. Dâna, savaş ganimetinin, hediyeler, ödüller vs. gibi bahaneler ile komşunun generalleri, bakanları ve gizli ajanlarına dağıtımı üzerine anlaşma ifade eder. 4. BHEDA: Bölme, ayırma, aksatma, sadakatı bozma, ihanet ve düşmanın arasına nifak ekmek demektir. İçten dışa doğru kazarak böl ve ayır metodudur. 5. MÂYÂ: ILLUSION/YANILSAMA. Aldatıcı görünüş, göz boyama, hile, aldatıcı bir hayalin ortaya çıkarılışı. Tanrı Indra, hiç kimseye kötülüğü dokunmayan bir Brahman'ın hayaline büründüğü, ve karşı tanrılar olan Titanlar'ın arasında göründüğünde o Mâyâ'sını geliştirdi. Tanrılar'ın bu düşmanları piramit şeklinde oluşturulmuş bir "Kurban Mihrabı" tesis etmiş idiler. Onlar, onun üzerine çıkarak göklere tırmandılar. Bunları Dünya egemenliğini ellerine geçirmek için bunu yaptılar. Saf Brahman kulenin en alt tabakasından birkaç taşını çıkardı. Bütün ifritler/Titan'lar yeniden Yer'e düştüler. Bir başka Veda efsanesi, Tanrı Indra'nın, biraz evvel ordularını savaşta yendikleri bir sürü Titan tarafından takibe uğradığında hızlı bir atın yelesine dönüştüğünü böylece onların gözlerinden gizlendiğini anlatır. Mâyâ, "aldatıcı görünüşler ortaya çıkarmak" anlamına gelir. Büyücülük sanatının ve büyünün her türlü kullanımı diplomatik bir beceri demektir. Japon yetkilisi, diplomatik bir görev ile görünüşte bir anlaşma sağlamak için Washington'a gelir. Oysa bu esnada Japonların bombardıman uçakları Pearl Harbor yolunda bulunmaktadır. Hint ve Uzak Doğu politikalarının Codex'ine/Kurallar Kitabı'na göre bu, yöntem dışı ve daha önceleri de oluşup, görülmemiş diyemeyeceğimiz bir hile değildi. Tam aksine bir klâsik savaş aldatmacasıydı. "Balıklar, birbirlerini hiçbir zaman uyarmadan, aniden saldırırlar ve yutarlar!." Mâyâ'nın Diplomasi Boyutu: Âhlâkî bir saygınlık maskesi takarak ve ayrıca dinî bir haklılıkla, ve insancıl bir öfke ile sahnede görünülmesi savaşını yapanlar, dünya görüşlerine ilişkin eğitim ve bilgileri sadece küstahça ve alaycı bir saldırıda bulunmaya uygun olan ve daha çok yüküm ahlâkı/minnet hissine yönelik düzeyde bir halk topluluğuna ve sözcüleri olan örgütlere ve basına dayanmak zorunda oldukları için, modern Batı Tarihinde çok etkili bir silâh olarak kullanılmış, test edilmiş ve değerini kabul ettirmiş olan Mâyâ'yı ve sistemi aynen alıp ve pratik olarak sürekli ve her devirde faydalanmış, kullanmış ve halâ kullanmaktadırlar. Philosophie und Religion Indiens/Hind Felsefesi Heinrich ZIMMER Ruh ve Madde Yayınları-1992
  15. . Aynen Gerçekleşen Rüyalar: Rüyalarda görülen bilgiler genellikle açık seçik bilgiler değildir; çoğu klişelerdir ve imajlardır, rüyayı gördüğümüz anda apaçık bir şeyler bulamayabiliriz ama bizler gelişip değiştikçe verilen bilgiyi anlayabiliriz. Bu bilgi bizleri çabadan alıkoymamak için açık seçik verilmez. Ama apaçık rüyalar da vardır; bu durumda astral seyahat sonucunda şuuraltına aktarılan birtakım duyular ve bunların rüya halinde ortaya çıkmaları söz konusudur. Bu türden rüyalar fizik planda üç gün, beş gün sonra, ve hatta bazen sizler tamamen unuttuktan iki sene sonra aynen tekrar ederler, yaşanırlar ve siz donakalırsınız, ve 'Ben, bunları adım adım biliyorum. Rüyamda da böyle böyleydi' dersiniz. Rüyayı aynen yaşayabilirsiniz." Aslında, bu durumda rüyayı gören kişi, bir astral seyahatten daha çok durugörü durumuna girmiş gibi olur yani bu durumu yaşayan kişi, zamanı seyreden insanın hızına girer ancak bunu uyku sırasında yapar. Bunu, uyku olayı dışında, başka bir şeye konsantre olma suretiyle yapan gerçek durugörü medyomdan farkı, rüyayı gören kişinin bu sırada uyuyor olmasıdır. Bu prosedür aslında kendi var1ığırnız içinde hep işlemektedir. Bir çok şeyi, daha önceden bilebilirsiniz fakat siz bunları ancak, sadece sizin ihtiyacınıza değil, çevrenizde bulunan insanların ihtiyaçlarına da uygun olan zaman ve mekan oluştuğu zaman rüya halinde tekrar görmeye başlarsınız. Rüya aslında size bir ay, birkaç ay veya bir sene evvel verilmiştir, ama ancak sizin hazır olduğunuz zaman gelince size gösterilir. Rüyalar bazen eleştiri ve bazen ihtar mahiyetindedir; önceden yapılmış olan bir kayıt gibi aniden ekranımızda görünür ama aslında o çok önceden rezerve edilmiştir. O kendi bilginizdir; o sizde zaten mevcuttur. Sonradan şuur altına aktarırsınız ama bunun; size en gereken zamanda sadece sizin için değil, çevreniz için de uygun bir zaman-mekan birleşmesinde ve tam ortalanması gerekir. Bunlar ancak o zaman rüya olarak gözükürler; işte bu nedenle rüyalarda 'tesadüfen, rastgele gördüm' diye bir şey söz konusu değildir, rüyanın görüldüğü zamanın da çok önemi vardır. Bu, toplumun içinde bulunduğu durumla da çok ilgilidir. Rüyalarda jeolojik olayları, keşifleri, depremleri veya toplum içindeki insanları ilgilendiren olayları da görebilirsiniz. Bunlar, insanların kendi yapılarıyla alakalıdır ve bunun önüne geçmek mümkün deği1dir çünkü insan varlıığının kendi bünyesinde bu yetenekler mevcuttur. İnsan bu titreşimleri aldıkça geçmişten veya gelecekten bütün etkileri alabilir. Örneğin: Titanik faciası gelenekselleşmiştir; dünyanın birçok yerinde insanlar bu olayı önceden hissetmiştir, büyük bir geminin batışunı, ismini dahi bilmediği halde gören insanlar vardır. İşte bu nedenle, rüyaları muhakkak kayıt altına almak lazımdır. .
  16. . Astral Aura'nın ötesine uzayan ve ona benzeyen, fakat daha suptil, daha ethereal bir maddeden oluşan, yumurta biçiminde bır form görülebilir ki, bu, Mental Beden'in Aurası'dır. White Eagle ** Mental Alemin 7 Seviyesi ve Geçişler; Mental Alem ve Temel Özellikleri: Mental alem hakkında, Astral alem hakkında anlatılanlar kadar ayrıntılı bilgi vermek imkansızdır. Çünkü, mental alemde olup bitenler ile, fizik dünyada olup bitenler arasında benzerlikler bulmak ve bunları kıyaslamak çok güçtür. Mental alemdeki yaşam, orada her şey "düşünce" ile ilgili olduğundan, fiziki alemdeki yaşamdan son derece farklıdır. Zamanı geldiğinde kişi, astral bedenini terkeder ve mental aleme intikal eder demiştik. Fizik seviyede ölüm meydana geldiğinde (ya da aniden zihinde önceden kayıtlı olan ölüm fikri şiddetle çakıp-parıldadığı an!) bu, paltonun/fizik beden çıkarılışına, astral seviyedeki ölüm ise ceketin/astral beden çıkarılışına tekabül eder/karşılık gelir ki sonunda kişi/head gömleğiyle mental beden kalır ve mental aleme bu bedenin içerisinde girer. Mental beden, egonun/benliğin yurdu olan kozal/nedensel ya da güdüsel alemden, aşağıya inişi sırasında çevresinde oluşturduğu ilk bedendir. Astral maddeden daha suptil bir materyalden biçimlendirilir. Aslında mental beden, bireyin düşünce formudur. Hiç yoğunluğu yokmuş gibi görünen bu çok ince, bulutumsu/hoş, narin ve muzip formu kelimelerle tanımlamak imkansızdır. Ancak, evrimleşmemiş, yani elli kadar fizik enkarnasyon yaşamış olan bir beşeri bir varlığın mental bedeni ile evrimleşmiş, şöyle ki; beşyüz kadar fizik enkarnasyon yaşamış olan beşeri varlığın mental bedenini, yapımının iki ayrı safhasında görüldüğü şekliyle (başlangıç safhası ve bitmiş haldeki obje) bir hasır sepete benzetmek suretiyle, fiziki olarak kıyaslayabiliriz. Başlangıç safhalarında, her ne kadar sepet formunun ortaya çıktığını görürsek de henüz bu sepetin tabanına tutturulmuş olan sadece birkaç saz parçası vardır. En sonunda boşluklar tamamlanır ve bitmiş haldeki sepet, tamamı birbirinden ayrı ve bağımsız olan, fakat ilk bakışta birleşik bir bütüne benzer görünen, ve de yüzlerce sazın uyumlu bir şekilde bir araya gelmesinden oluşur. Bu sazların her birinin, bireyin az çok hakim olduğu belirli bir zihni evrimi konusunu temsil ettiğini düşünebiliriz. Bir insanın, fiziki ölümünden sonra astral alemde tam olarak bilinçli bir hale geldiğinde duyduğu ilk his, Saadet ve coşkulu bir esenlik duygusudur. Astral ölüm den sonra mental alemde tam olarak bilinçli bir hale geldiğinde ise duyduğu ilk his derin bir sürur ve beşeriyet ile barış içerisinde olmanın duygusudur. Önce, mental aleme geçmiş olduğunu dahi idrak etmeyebilir; orada kendini öylesine halinden memnun ve mutlu bir halde hisseder ki, bir süre için kendi halinde bırakılmaya razıdır. Zamanı gelince çevresindeki değişimi idrak eder ve bir defa daha, kendisini karşılamayı bekleyenlerin, henüz terkettiği alemle ilgili şartlar ile artık yeni yaşamında uymak zorunda olduğu şartlar arasındaki farkı kendisine öğretmeleri gerekir. .
  17. . Aslında rüyaların yapısında hiçbir fesatlık yoktur. Aksine, bazı rüyaların uygun olan arzuları tatmin etmeye ve acil bedensel ihtiyaçları yerine getirmeye yardımcı olduğunu biliyoruz. Bu rüyalarda şekil değiştirme biçimindeki sansürün pek mevcut olmamasının nedeni, buna gereksinim duyulmamasıdır; çünkü görevlerini 'ben' in estetik ve ahlâksal eğilimlerini incitmeden yaparlar. Şekil değiştirme derecesi de iki faktöre bağlıdır: Bir yandan, sansür edilmesi gereken arzu ne derece şok yaratıcı ise şekil değiştirme o kadar şiddetli olacaktır. Öte yandan sansür etme eğilimi de çok şiddetli olabilir. Örneğin; tutucu ve utangaç büyütülmüş bir genç kızda cinsel arzuların rüyaya girmesi, şiddetli bir sansüre tabi tutulur. Rüyanın şekil değiştirmesi, tamamen sansürün işidir ve uyku esnasında bizi rahatsız eden arzularımız devamlı bu sansüre tabidirler. Uykumuzu fena eden, bozuk rüyalarımızın şeklini değiştirmemiz için, sansür işlem sistemini aktifleştirmemize neden olan arzularımızın niçin geceleri ortaya çıktığını kesin olarak bilmiyoruz, zaten bu nedenle bunlara 'şuur altındadır' deriz. Yine de ve daha önce gördüğümüz gibi arzular sadece şuur altında olmaktan çok daha ötedirler. Rüyaların sansür edilmesiyle ilgili olarak incelenmesi gereken bir diğer konu da, kişideki evrim isteğinin etkinlik derecesidir. Uyku; ruh ve beden ilişkilerinin yumuşadığı devre olduğundan şuurun kararması; şuuraltı ve yüksek şuurun serbestleşmesine, evrensel tesirlerle ilişki kurmasına sebep verir. Böylece alınan tesirlerin, yardımların ve bilginin, şuura aksedip aksetmemesi, onların kişinin şuur sahasına olan yakınlıklarına bağlıdır. Bizlerin, bedensel şuur içeriğimizin, tesir kapasitesi ve niteliği belirlidir; ancak buna uygun olan ve o seviyede olan tesirlerin oluşturduğu imajları şuurumuza aktarabiliriz. Bu imajların arasında içeriğine hemen nüfuz edemeyeceğimiz, o an için etmekte fayda olmayan, bizi hazmedemeyeceğimiz durumlar içinde bırakabilecek olanlar, ya yüksek şuur ya da idareci varlıklar tarafından sansüre uğratılabilir. İşte mevcut sansürlemenin ardından genellikle sezgisel olan bir arta kalış mevcuttur ki, bu da kişiyi, düşünmeye ve yorumlamaya sevk etmek içindir. .
  18. . Rüyalarda Sansür: Bir Tür Savunma Mekanizması Rüyalarımızın birçok yerinde kesilmeler, anlaşılmayan, duyulamayan sesler, mırıltılar olduğuna şahit olmuşuzdur. Birdenbire rüyamız anlaşılmaz ve acaip bir hale girmiş olur; bu şekil değiştirme rüya yapımının bir ürünüdür. Birçok rüya içeriğinin şok yaratacak yapıda olması onun bastırılmasını gerekli kılmaktadır. Bu durum için verilecek bir örnek, olağanüstü durumlar söz konusu olduğunda basın organlarının sansürlenmesi olabilir. Bakarsınız ki, elinizdeki gazetedeki bazı cümleler kaldırılmış, yerinde boşluklar bırakılmıştır. Biz, bunun sansür olduğunu biliriz; nerede boşluk varsa orada sansür kurulunun hoşuna gitmeyen bir şey olduğu anlaşılır. Elbette ki siz bu sansürü beğenmezsiniz, çünkü belki de haberin en ilginç yeri orasıdır. Ama bazı durumlarda sansür kurulu cümlede atılacak bir şey bulamaz. Çünkü hangi ifadelere itiraz edileceğini bilen yazar, asıl yazmak ve duyurmak istediği bölümde bazı değişmeler yapar; ifadeyi yumuşatır, bazı referanslar verir ve de imalar yapar. Bu durumda, sayfanın üzerinde boş bırakılmış yerler yoktur, fakat ifade hayli karışık ve yuvarlanmıştır; yine de dikkatli bir okuyucunun yazarın aslında söylemek istediğini anlaması mümkündür. Rüyada açık kalan yerlerin, anlamsız, kopuk kopuk, sessiz, mırıltılı kısımların, tıpkı bu örnekteki gibi, sansüre kurban gittiklerini söyleyebiliriz. Şuuraltı düşüncelerinin içine nüfuz edebilmemiz için belirli bir direnmeyi aşmamız gerekir. Bu direnme, sansürden başka bir şey değildir ve gücü bazen az, bazen çok olabilir. Sansürün gücü; rüyadaki her unsura göre değişmektedir. Açık ve örtülü rüyaların karşılaştırılması; bazı gizli unsurların tamamen ortadan kaldırıldığını, bazılarının da değiştirildiğini, bazılarının görünen içeriğe değiştirilmeden, hatta daha da şiddetlendirilerek sokulduğunu göstermektedir. Sansürü doğuran eğilimler, rüyayı gören kişinin farkında olan muhakemesinin/idrak ve yargısı ile uygulayacağı şeylerdir. Rüyadaki sansürün eğilimleri, kişinin içsel eleştiri standartları yönünden tanımlanabilir. Bu eğilimler, sürekli itiraz edilebilir yapıdadırlar; ahlâki, estetik, sosyal yönlerden kişiyi incitici türdendirler. Düşünülmeye bile cesaret edilemezler, üstelik düşünülse bile nefretle düşünülürler. Rüyalarda ancak bu kadar çok şekil değiştirerek ifade edilebilen, sansür edilmiş arzular; rüyayı görmekte olanın egosu, her gördüğü rüyada kendini gösterdiğinden dolayıdır ki, semeresiz ve insafsız bir egoizmin ifadesidirler. .
  19. Ne acıması olan ve ne de vicdan tanıyan politika üzerine, Hindu kadim belgelerinde yazılmış ve tavsiye edilen, ANA ARAÇLAR/ UPÂYA/BESLENME/TAKE NOURISH-MENT şunlardır: 1. SÂMAN: Barışma ya da müzakere. Bu, yatıştırmanın, "yemle tuzağa düşürme/sersemleştirme"nin yoludur. Yılanları teşhir eden/oynatan hind fakiri, onları flüte benzer bir çalgıyı çalarak yatıştırır; bu ses tehlikeli hayvanı sakinleştirir. Buna benzer olarak da, bir Tanrı'nın - ki daima iki anlamlıdır ve tehlikeli de olabilir-"öfkeli" ya da "korkunç" yanı, kanatlarındaki dörtlüklerin ifade ettiği kutsal büyüleyici formüllerinin, Tanrı'nın görünmez olan dairesine, yükseğe taşıdığı büyülü melodileriyle büyülenir, yatıştırılır ve huzura kavuşturulur yada lehine olacak bir lütufta bulundurmaya sevk edilir. İngilizce "Charm" ve tarafımızdan Fransızca diline kazandırılan "Charma", Lâtince "Carmen" sözcüğünden türetilmiştir. Anlamı "Büyülü Şarkı/ Magic Melody" demektir ki, onunla insanüstü bir varlığın lütfu kazanılır. Aynı anlama gelen "Sâman" sözcüğü de Sanskritçe'de kelimesi kelimesine/mot à mot "melody/nağme" demektir. Sâman ruhbanî sanatın özel bir dalını belirtir ve Vedalar'ın ritüel geleneğinde: Rig Veda'nın çeşitli kıtaları/dörtlükleri ile belirtilen ayetlerin kendisine / özüne dayanılarak musikîleştirildiği ya da terennüm edildiği melodiler ile uğraşır. Bu uğraş ise büyü yüklü, kısmen öyle tehlikeli bir bilimdir ki, içerisinde bulunulan mekân/ yer sınırları dahilinde aktarılamaz. İşte bu sebebten üstadlar ve öğrenicileri ormanda tenha, münzevi bir yere çekilirler. Bu bahsini ettiğimiz büyülü nağmeler/neşideler ise Yaratıcı'nın/ Brahman'ın elinde dünya yumurtasının bir çift kalıntısını tuttuğu ve dünyanın başında açılan ve üst yarısının yükselerek gökleri oluşturduğu, oysa alt yarısının aşağıya inerek yeryüzü olduğu o dünya yumurtasını tutarak terennüm ettiği nağmelerdir. İşte bu büyü taşıyan nağmeler ile Brahman, üst-gök kubbe'nin, Arş-ı âlâ' nın taşıyıcıları olmaları için dünyanın dört ucuna ve de arasında bulunmakta olan dört noktaya tahsis ettiği dört semavî fonksiyonu ortaya çıkarır. Bundan dolayı, fonksiyonlar/fi'l ler, Sâman dili ile "yaratılmışlar" anlamına gelen "Sâmobhava" olarak adlandırılırlar. Biz Sâman'ı gün içerisinde hep kullanırız. İnsanlara rastladığımız zaman onlara "Günaydın, nasılsınız?" ya da "Ziyarete gelmeniz çok nazik bir hareketti." Ve "Allah'a ısmarladık, yakında tekrar geliniz." dediğimiz zaman ondan yararlanırız. Bu toplumsal âdet ve görenekler için Sâman Sanskritçe sözcüğü "Dostane Sözler/vecibe/nezaket" anlamında kullanılır. Politika ile ilintili olarak ise Sâman şöyle çevrilebilir: Barıştırıcı ya da yumuşak araçlar ve uyum, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile oluşturulan ortam. Modern dünyada ise, "Ademî Tecavüz Paktı'na, tek tek ve çıkar alanlarının sınırlandırılmasına yönelik ön konuşmalar" anlamında kullanılır. Philosophie und Religion Indiens/Hind Felsefesi Heinrich ZIMMER Ruh ve Madde Yayınları-1992 .
  20. HİKÂYE Üştür adında yüksek edep ve irfan sahibi bir genç kabîle büyüklerinden birinin Ceyda adındaki güzel kızına âşık oldu. Aralarında sevgi bağları ve birlik temelleri giderek sağlamlaştı. Gizli aşklarını uzak yakın herkesten sakladılar, sevgilerini gizlemekte ellerinden geldiği kadar gayret gösterdiler. Fakat söylenildiği gibi: BEYİT "Aşk, söylenmesi elde olmayan bir sırdır. İki yüz kat perde arkasında bile gizlenemez." Nihayet sırları meydana çıktı. Başları da gizli pusularından dışarı fırladı. Âşıkların kabîleleri arasında bu yüzden cenkler başladı, kanlar döküldü. Ceyda'nın ailesi, çadırlarını oradan kaldırdılar başka diyara gittiler. Ayrılık acıları uzadı ve özleyiş arzuları arttı. Bir gün Üştür dostlarından birine derdini açtı: "Benimle birlikte gelir ve Ceyda'nın ziyaretinde bana yardım eder misin? O'nun hasretinden artık canım dudaklarıma gelmiş, O'nun hicranından artık gündüzüm geceye dönmüştür." Dostu: "Başüstüne," dedi. "Her ne söylersen kulun gibi dinler ve her ne buyurursan ona koşarım," İkisi birlikte sefer hazırlıklarını tamamlayarak yola düştüler, mesafeler aştılar. Bir gün bir gece ve ertesi günü akşama kadar yol aldılar. Gece, Ceyda'nın divarına yetiştiler. Çadırların yakınında bir dağın geçidinde konakladılar. Hayvanlarını yatırdılar. Üştür arkadaşına dedi ki: "Kalk; kaybolmuş bir deveyi aramak bahanesiyle kabîlenin içine gir; hiç kimseye de benim adımı söyleme; ancak orada bir cariye vardır. İşte o , Ceyda'nın koyunlarının çobanı ve O'nun sırlarının ortağıdır. Ona benden selâm söyle, Ceyda'nın halini sor. Konakladığımız yeri ona haber ver." Arkadaşı şöyle anlatır: "Ben kalktım, kabîlenin çadırlarına geldim. İlk karşıma çıkan adam Ceyda'nın cariyesi oldu. Üştür'ün selâmını söyledim. Ceyda'nın halini sordum. Bana dedi ki: 'Kocası onu pek çok sıkıştırmakta ve muhafazası hususunda mümkün olan her tedbiri almaktadır. Fakat siz şu tepenin arkasındaki ağaçlığa girin; yatsı namazı sularında orada bekleyin,' Ben: 'Çabuk gider, bu haberi Üştür'e ulaştırırım,' dedim. O gece birlikte kalktık, yavaşça hayvanlarımızı çektik, kararlaştırdığımız yere yetiştik. RUBAÎ Ahlarla, feryatlarla bekledik. Yârin yolu üzerinde oturduk. Bu yoldan ansızın hal hal şıkırtıları, altın ve gümüş sesleri geldi, bu sesler bize, kalkın, ayın on dördü geliyor! diyordu. Üştür yerinden sıçrayarak karşıladı, selâm verdi, el öptü. Ben, sevgililerden yüzümü çevirdim ve başka tarafa gittim. Bana seslendiler, 'geri dön,' dediler. 'Bizim aramızda dilimizin ucuna gelen birkaç sözden başka uygunsuz bir hal yoktur.' Ben geri geldim. Onlar oturdular. Gelmiş geçmiş şeylerden konuşmaya başladılar. Üştür dedi ki: "Bu gece öyle beklerdim ki, benimle birlikte olasın, öyle ki umudumun çehresini ayrılık tırnaklarıyla tırmalamıyasın.' Ceyda cevap verdi: 'Hayır! Allah'a yemin ederim. Bu hiç bir zaman mümkün değildir. Benim için bundan daha çetin bir iş yoktur. İster misin ki geçmişteki vak'alar tekrarlansın ve zamanenin yürüyüşü bana daha çetin kapılar açsın?' Üştür: 'Asla!' dedi; seni bırakamam ve senin eteğinden elimi çekmem.' .
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.