Zıplanacak içerik

İNTERLOCK

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İNTERLOCK tarafından postalanan herşey

  1. MU

    İNTERLOCK şurada cevap verdi: İNTERLOCK başlık Antik Çağ
    Başlangıçtaki üç sembol; Daire, Eşkenar Üçgen ve Kare idi. Şimdi neden bu sembollerin seçilmiş olduklarına bakalım. DAİRE : Güneşin çizimiydi. Tüm sembollerin en kutsalıydı. Sonsuz olanın sembolü olarak kullanılıyordu. O'nun/Tanrı tüm niteliklerini kapsadığından dolayı da tektanrılığın sembolüydü. Bu sembol için güneşin seçilmiş olunma nedeni o zaman insanının görüş açısına giren ve anlayış kapasitesine hitap eden en muktedir nesne olmasıydı. Daire ile gösterilmiş olan bu güneş sadece Tektanrılıcılığın sembolüydü ve eskiler tarafından Ra adı altında anılıyordu. Bndan başka bir de doğadaki, yani gökteki cismi temsilen kullanılan güneş resimleri mevcuttu. Bu sembol ise bir daireden çıkan 8 ışınlagösteriliyordu. Bu Mu'nun Kraliyet Arması üzerindeki sembolüydü. Ayrıca yayılan ışınlar ile temsil edilen ve yükselen güneş çizimi ise, Mu'nun koloni İmparatorluğunu simgeleyen bir semboldü. Işınları olmayan ve ufkun üzerinde yarıya kadar yükselmiş güneş resmi ise, iki şeyi simgeliyordu; Bir tanesi batan güneşin sembolüydü, diğeri ise Mu'nun bir kolonisinindi, Mu koloni İmparatorluğuna dönüşmeden önceki sembolüydü. Mu'da Ra’ya, yani güneşe Yaradan'ın Kendisi olarak değil, yalnızca sembol gözüyle bakılıyordu. İbadet edilen Yaradan'dı, sembol ise sadece onu temsil etmek üzere kullanılıyordu. Başlangıç ve sonu belli olmayan bu daire bir diğer anlamda ve aynı zamanda ebedi varoluşu, sona ermemeyi ve sonsuzluğu da temsil ediyordu. Daha sonraki dönemlerde, dairenin, birden fazla şeyi temsil etmek için kullanılması nedeniyle Nagalar bu dairenin içine bir nokta eklediler, Uygurlar ise bu dairenin içine küçük bir daire daha eklediler. İnsanlığın erken tarihinde Tek Büyük Sonsuz dışında başka tanrılar yoktu. Tanrılar dinsel seremonilere daha geç tarihte sızdılar. Tanrılar 4 Büyük Güce (daha sonra inceleyeceğimiz) tanrı isimleri verilmesiyle doğdu. Kadim yazı formlarını ve sembolizmi bilmeyen bilim adamları ve arkeologlar ne yazık ki eskilerin, aslında yalnızca sembol olarak değerlendirilen Güneş'e taptıkları şeklindeki hatalı görüşlerini yayımlamışlardır. Oysa Güneş'e adanan her tür mabette hedef Tanrı, Tek Varlık veya O'nun yaratılıştaki eril/figurant niteliği olan Kadir-i Mutlak idi. EŞKENAR ÜÇGEN: Eşkenar üçgen ilk insanların dinsel öğretileri için tasarlanan ilk üç sembolden birisidir. Bu tasarım için üç ayrı kara parçasından oluşan ve coğrafi olarak Batı Ülkeleri diye anılan Anavatan’ın coğrafi yapısından esinlenilmişti. Bir tanesi kıtasal boyutlarda, diğer ikisi daha küçük kapsamlı kara parçaları birbirlerinden dar boğazlarla ya da Mısırlıların deyimiyle kanallarla ayrılmıştı. Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki küçük adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler. Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil; üçgendi. Üçgen, üçleme sembolizmi bağlamında Cenneti temsil için de kullanılıyordu. KARE: İlk ve orijinal kutsal semboller üçlüsünün sonuncusu dört kenarlı karedir. Yeri, dünyayı simgeliyordu. Dört köşe de dört ana yönü; Kuzey, Güney, Doğu ve Batı'yı simgeliyordu. Çoğu zaman kullandığımız "Dünyanın dört bir köşesi" terimini düşünecek olursak, bunun da bize ilk insandan bu yana gelen özellikli kavramlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Churchward’ın araştırmalarına göre; bütün bu kutsal sembolleri Güney Denizi Adaları'ndaki harabelerin taşları üzerine kazınmış olarak buluruz.ve ayrıca Yukatan Uxmal'daki Kutsal Sırlar Mabedi'nin duvarları üzerinde görülebilir. .
  2. . HİKÂYE Halife Harunürreşid Kûfe'ye gittiği sıralarda veziri esir pazarına uğramış, orada kendisine bir köleyi göstermişlerdi. Sesinin güzelliği uçan kuşu yere indirecek derecedeydi. Vezir, mes'eleyi Harun'a anlattı. Halife de o köleyi satın almalarını emretti. Kûfe'den ayrılma zamanı gelince, ilk gün kölenin ağlayarak şu nağmeleri inlediğini işittiler: KITA "Sevgilimin hicran kılıcıyla suçsuz olarak kanımı dökenler benim gibi kendini şaşırmış bir zavallının kanından vazgeçerlerse daha hayırlıdır. Ben ki şu birkaç günlük ayrılıkla elden çıkmış bir haldeyim. Bu ayrılık, eğer bir ay veya bir yıl sürerse vay ki benim halime." Halife, kölenin bu feryatlarını haber alınca yanına getirmelerini emretti, derdini sordu ve Kûfe'de bir kızın aşkına tutulmuş olduğunu anladı. Haline acıdı ve azad etti. Vezir ise, 'böylesine güzel sesli bir kölenin serbest bırakılması yazık olur,' diyordu. Halife ona şu cevabı verdi: "Bu kadar yüksekten uçan bir gönül sahibini köle tutmak daha yazık olur." RUBAÎ Ey devlet ve şahlık arzusunu güden ve kulları azad etmeye eli yetişebilen devletli! Aşkın kulu olanları serbest bırak; zaten o gönlü yaralılar için aşkın kölesi olmanın ıstırabı yetişir. HİKÂYE Binlerce bilgini sevdasiyle divane eden ve her an mahallesine yeni taşınan âşıkları kavgaya salan bir dilberin artık güzellik çağı sona ermiş, çirkinlik demleri başlamıştı. Aşıklar sevgi döşeğini toplamış ve onunla düşüp kalkmaktan vaz geçmiş, muhabbet derneğinden ayak göçürmüşlerdi. Ondan birine sordum: "Bu geçen yılki sevgili değil miydi? Aynı kaş ve göz yerinde, aynı ağız ve dudak yine olduğu gibi duruyor, boy eskisinden daha uzun, vücut eskisinden daha gürbüzdür. Bu ne edepsizlik, utanmamazlık, bu ne hayasızlık ve saygısızlıktır ki, sevgi eteğini ondan topladın, derneğinden ayak çektin? Bana şu cevabı verdi: "Sen ne söylüyorsun? Benim gönlümü alan ve aklımı çalan yakışıklı bir vücut, yumuşak bir ten, parlak bir deri ve tatlı bir ses kalıbına girmiş bir ruhtu. Şimdi o ruh, kalıptan ayrıldı. Ölü bir kalıpla artık ne aşk oyunu oynayabilirim? Solgun bir gül üstünde sohbete hangi nağmeyle başlayabilirim?" RUBAÎ Gül bağdan gitti, çerçöpü neyleyeyim? Şah; şehirde yok, bekçiyi ne yapayım? Kafes güzel, güzellik ve sevimlilik bir tûti gibidir. Tûti uçtuktan sonra kafesi nideyim? HİKÂYE Gönül okşayıcı bir mahbubun, güzelliğinin rengi uçmuş, yüzünün parlak sahifesini karanlık tüyler kaplamıştı. Dostları da artık meclisine uğramaz, âşıkları ise onunla düşüp kalkmaktan hoşlanmaz oldular. Delikanlı, kendisini âşıklarından ayıran perdenin ancak yanaklarında, çenesinde filizlenen bir kaç tüyden ibaret olduğunu ve bu yakışıksız tuzağın onların gönül kuşlarını pek ürkütmekte olduğunu anladı. Bir berber çağırdı, dedi ki; "Artık yoldaşsızlıktan bıktım, rağbetsizlikten ise feryada geldim. Gel; şu perdeyi kaldır, şu tuzağı ayır," Berber ince ruhlu, hoş tabiatlı bir adamdı. Usturayı delikanlının yüzünde gezdirirken şu kıtayı söylüyordu: KITA "Taze delikanlıların güzellik çağları sona erdikten sonra naz ve cilveyle çenelerini ve kulak diplerini traş etmeleri daha hoştur. Yoksa, kılları traş edilmiş bir yanak levhası gönül tırmalamaktan başka hiç bir şeye yaramayan bir törpüye benzer." .
  3. ÖRNEKLERLE OTURUMU AÇIYORUM.. kâbil song serdümen hem hakk edilmiş çelik levha hem yüksek lisans fakülte mezunu seçkin bir derecede almıştı- rönensans devri mevzuatı üstad sanatçısı-ünvanını ya da müteahit kurucu mimardı üstesinden geliyordu tüm karmaşık işlerin ya da işleri büsbütün karışıtırıyordu juvenile bir çöp siyah ve geniş karşılıklı boşlukta veya utandım standında benden uzak olmak için zulmünü haklı göstermek için münzevî tarafından yaygın doğayı herhangi bir noktasından ayırır o odur ki imzalı üretici pervasız duvar üzerine bir çan-güneş inşa etmiş ve o çan o joss metal içeren o yalan delikli küre üstünkörü fişekler atar bu da ne zaman teklif edilse solungaçlarda sondaj başlatır sad song en kırılabilir noktasında yelpazenin ve bir kalem akşamında yıldızlar el sallayarak çırpınmalarıyla ışıksız ışıklarını sundular akreplere beyazcık yaseminler üzerinde .
  4. MU

    İNTERLOCK şurada cevap verdi: İNTERLOCK başlık Antik Çağ
    Sembolizmin en büyük iki özelliği; bir bilgiyi içermesi ve bir bilgiyi saklamasıdır. Bilginin bu şekilde saklanışı tüm insanlar için ortak bir dil haline gelmektedir. Dünyadaki tüm dinlerde ve kutsal kitaplarında öylesi semboller vardır ki çağlar boyu, insanların evrimlerinde büyük değişiklikler olsa da aynı fikri onlara tekrar verebilmektedir. Böyle bir sadeliği ve böyle bir biraraya getirici özelliği vardır. Pek çok kadim uygarlık ve günümüz uygarlıklarının mitolojilerini gerçek anlamda incelediğimizde aslında hepsinin sembollerle anlatılmış gerçek bilgiler olduğunu görebiliriz. Tabii ki tüm anlatılanları bire bir anlamadan oradaki sembollerin gerçek anlamlarını çözmeye çalışarak bunu görebiliriz. Aslında tüm mitolojiler yaratılışı, evreni ve insanı konu alan sembolik ifadelerdir. Mitolojilerde geçen ilahlar İdareci Planları ve Evrensel Yasaları ifade eder. Burada konumuz, Mu Uygarlığının kullanmış olduğu kadim sembolleri incelemek olduğu için mitoloji konusuna girmeden Mu'nun kullandığı sembollerin ne anlama geldiğini neler ifade etmeye çalıştıklarını inceleyeceğiz. Bu sembolleri inceledikçe günümüz ve kadim uygarlıkların efsanelerinde ve dinlerinde de gördüğümüz ve bildiğimiz ancak özünden farklılaştırılarak kullanılmış pek çok sembol ve ifadenin çıkış yerinin anavatan "MU" olduğunu göreceğiz. Çünkü, MU Uygarlığı tarafından ideale varmalarına bir araç olarak kabul edilen o zamanki sembollerin, sonradan başka memleketlerde (kolonilerde) hem şekilleri, hem de manaları değişmiş ve Sembol kavramı Mısır'da ortadan kalkarak bunlar İLÂH olarak kabul edilmişlerdir. Erken dönem insanlığının dinsel öğretilerinde kullanılan semboller, genel olarak "kutsal semboller" diye bilinir. Sembollerin ilk kullanılmaya başlandığı zamanki hedefleri, bireyin zihnini "Sonsuz Olan"ın üzerine yoğunlaştırabilmesine olanak sağlamak, bakışını sembol üzerinde sabit kulmak suretiyle dikkatinin dış sesler veya görüntülere çekilmesinin önüne geçmekti. Sembole tapılmayacağı ya da ibadet edilmeyeceğini öğretmede çok titizdiler. Eğitimi boyunca, erken dönem insana ne kadar kutsal olursa olsun hiçbir sembolün hangi tarzda olursa olsun putlaştırılmayacağı sürekli anımsatılıyordu. O, sadece kişinin zihninin etrafta dolaşmasını engellemeye yarayan bir şekildi. Mu öğretisinin bir teolojisi ya da dogmaları yoktu. Her şey en basit, en anlaşılır ve en eğitimsiz bir zihnin dahi kavrayabileceği bir dille öğretiliyordu. Teolojiler ve dogmalar, Mu'nun öğretisine Anavatan’ın batışından sonra sızdılar. Kontrol edici tesir ortadan kalkınca dinde çelişkiler de başlamış oldu. Başlangıçta yalnızca üç sembol kullanılmıştı. Bunun anlaşılmasından sonra semboller birleşik hale getirildi ve yeni semboller oluştu. Zaman geçtikçe de bunların sayısı gideek arttı ve giderek daha kompleks oldular. .
  5. MU

    İNTERLOCK şurada cevap verdi: İNTERLOCK başlık Antik Çağ
    Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl, önce Pasifik Okyanusu’na gömülmüş olduğu kabul edilen Mu kıtası, James Churchward’ın araştırmalarına göre uygarlığımızın başlangıç noktasıdır. Bu büyük uygarlığın bırakmış olduğu miras, kendinden sonraki tüm uygarlıklar tarafından paylaşılan dinsel ve mitik sembollerin birliğinin temellerini oluşturmaktadır. Bu yazı dizisinde, çeşitli uygarlıkların öğretilerinde rastlanan ve kökenleri Mu Uygarlığı’na dayanan belli başlı semboller ve açıklamaları ele alınmıştır. SEMBOLİZM NEDİR? NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR? Yazımıza öncelikle tarihsel açıdan sembolizme neden gerek duyulduğunu inceleyerek başlayacağız. Birtakım şeyler niçin mecazi ve benzetmeli bir şekilde kullanılmıştır? Buna neden gerek duyulmuştur? Geçmişte insanlar bir fikri izah etmek için birçok yollar denemişler, bu fikrin içerik ve anlamını kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içerisine koyup, takdim etmişlerdir. Özellikle ezoterik, gizli olması gerekli olan birçok bilgiler sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya bir fikir, bir bilgi izah edilmemiştir. Sembol; anlatmak istediği fikri, kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden bir işarettir. Bir bilgiyi aktarırken, karşımızda eğer farklı seviyelerde kişiler varsa bunlara bazı hakikatleri doğrudan doğruya ifade etmekte zorlanabiliriz. Bazı insanlara bir fikri açıkça, herhangi bir kalıba sokmadan anlatabilirsiniz. Bazı kişilere ise bunu bir benzetme yoluyla anlatmanız gerekir. "Yani nasıl?" gibi bir soruyla karşılaştığınızda, buna benzer bir tabiat olayını anlatarak alegorik tarzda izah etmeniz lazım. İşte orada bazı vakaları sembolik hale getirmiş oluyoruz. İnsanlara kendi idrak seviyelerine, anlayışlarına göre, aynı bilgiyi her defada vermenin en güzel yolu, onu sembolleştirmektir. Bir tek şekil/simge/timsal ya da figür ortaya koyacaksınız ve o herkes için objektif bir şey olmalıdır. Geçmiş dönemlerden, günümüze kadar kullanılmış semboller, mecazlar ve benzetmeler o dönemlerde verilen bir bilginin istismar edilmemesi, insan iradesinin ruhsal çabasının eksilmemesi için kullanılmıştır. Çünkü sembolün çözülebilmesi, açılabilmesi kolay olsaydı ya da özel bazı bilgiler sembollere büründürülmeden gerçek anlamlarıyla verilseydi, tekamül/evrim yönünden o bilginin taşıdığı yükü, sorumluluğu taşıyamayacak insanların elinde tehlikeli bir duruma girerdi. Bu yüzden hemen hemen 12.000 yıldan bu yana kullanılan semboller, bir biçimde bilgiyi korumuş olup, lâyık olmayan insanlar bundan yararlanamamıştır. .
  6. MU

    İNTERLOCK şurada cevap verdi: İNTERLOCK başlık Antik Çağ
    . Mu'dan yapılan göçler Mu araştırmacılarına göre, Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika'ya, Orta-Asya'ya, Mısır ve Anadolu'ya yapılmıştır. Churchward'a göre 70.000 yıl önce var olan Uygur imparatorluğu Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur imparatorluğu, birine Churchward'un manyetik felâket adını verdiği, iki büyük doğal afetle (diğer afet dağların yükselmesidir) darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa'nın birçok kavminin de bulunduğu çeşitli arî kavimleri oluşturmuşlardır. Kimilerine göre, Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin hemen hepsinde; yaklaşık 40 dilde telaffuzları az çok ufak farklarla, "baba" anlamın gelen "ata" sözcüğü mevcuttur. Churchward Uygurlar'ın torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltler'i, Basklar'ı ve Asyalı İskitler'i sayar. Yine Churchward'a göre, Osiris/Mısır Bereket Tanrısı Usir, Mu kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform yapmış, Atlantis'li bilge ya da peygamberdir; öğretisi sonradan "Osiris/Sirius dini" adını almış olup Hermes Trismegistus tarafından Mısır'a getirilmiştir. ABD'de "Uyuyan Peygamber" lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in "Akaşik Okumalar/Kâinat Hafıza Bilgileri" ne göre, Atlantis gibi, Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den satanik/Old Nick ya da Lucifer yolu mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri, siber teknikleri olumsuz yönde ve tahrip edici amaçlarlar için kullanmaları sebebiyle yerkabuğu dengelerini bozmalarıydı. .
  7. . Bir insan, zihni/mental gelişimini hatırı sayılır bir süre boyunca sürdürür. Bunun, kendisini tatmin etmesinin yanısıra, yapmış olduğu çalışmalar sayesinde ve de çalışmalardan ötürü bir sonraki fizik enkarnasyonunda mental alemdeki yaşamı sırasında pekiştirdiği bilgiyi tümüyle anlayacak bir beyin edinme hakkını kazanmış olacağından, gelecek yaşamlarda büyük bir yararı da olacaktır. Son derece gelişmiş bir zekâya sahip olan insanların, mental alemde iki ya da üçbin yıl kadar kaldıkları dahi görülmektedir ki, bu tür insanlar için mental düzeyde yaşamanın sıkıcı olduğunu söyleyemeyiz. Öte yandan, pekiştirecek pek fazla bilgiye sahip olmayan evrimleşmemiş varlığın bu düzeyde kaldığı süre genellikle çok kısadır ve oradaki yaşamı, muhakkak ki, kendisinden çok daha entelektüel olan kardeşlerinin yaşamı kadar hoş ya da ilginç geçmez. Kendi kısıtlılığını idrak edemediğinden de hiçbir şekilde ıstırap çekmez. Bu durum, tahayyül hayal edebileceğiniz en sınırlı zekaya sahip olan bir insan için dahi geçerlidir. Örnek vermek gerekirse, astral alemin beşinci seviyesinde yaşamakta olan bir kimse mental aleme intikal ettiğinde, zihninde sadece tek bir düşünce, 'Cennet' düşüncesi vardır. Bu tür kimselere din öğretmenleri, bir kez cennete alındılar mı artık ebediyen orada kaldıklarını öğretmişlerdir. Mental aleme geçtiklerinde, özlemle bekledikleri ebedi sürûr/keyif ya da sevinç hakkında kendilerine verilen sözlere uyduğunu gördükleri şartlar altında yaşam sürmeye başladıklarından, cennete alındıklarından emindirler. Ve cennet dünyasında ebediyyen kalmayı umduklarından, hep tahayyül ettikleri şekilde bir cennet illusion'u, ya da bir başka ifade ile 'rüya' kendilerince yaratılır/görmeye başlarlar. Kendi düşüncelerini, aynı illusionlar'ın hakimiyeti altında olan diğer kişilerin neşrettikleri düşüncelerle değiş tokuş ederek, yarattıkları bu Illusion/rüya içerisinde yaşarlar. Böylece, tüm mental yaşamları, devasa bir düşünce-formu dahilinde yaşanmış olur. Gayet mutlu olmalarına rağmen, bu şartlardan mental alemi hem zihni faaliyetlerini pekiştirmek için, hem de bu bilinç seviyesine varmalarından önce sahip oldukları entellektüel mahiyetteki paradigma'yı yükseltmek için kullanan kişiler kadar yararlanamazlar. Mental alemde de astral alemdekiler ile benzeşen "yedi bilinç seviyesi" vardır. Ancak, bu alemde bir seviyeden/Paradigma ötekine (yukarı ya da aşağıya) geçmede herhangi bir güçlük söz konusu değildir. Buna rağmen, uygulamada seviyelerin daimi sakinlerinin dolaştıkları nadiren görülür. Orta düzeyde bir insan, doğal ortamını, yani, kendisine en çok uyan, içinde daha mutlu olacağı ortamı, ilk dört katmandan birinde bulur. Dördüncü katmanın ötesine geçenler, ancak olaganüstü bir zekâya/algı sahip olan bireylerdir. Genelde, astral alemden mental aleme geçen bir insan, kendisini karşılayan, önceden ulaşmış olan yardımcıların/servant rehberliği altında derhal kendi zihni gelişimine en çok uyan bilinç seviyesine gider ve mental bedenini de terkedip, ego'nun/benliğin/geleneklerin daimi yurdu/dogmaların hüküm sürdüğü, "kozal seviye" de kısa bir süre geçirme vakti gelene kadar orada kalır. .
  8. . Haberci Rüyalar Rüyalarla psişik konular bazen birbirine karıştırıla bilmektedirler; genellikle birçok vizyon, rüyet dediğimiz birçok algılamalar rüya zannedilebiliyor. Fakat haberci rüyalar üzerinde durmak lazım. Bazı rüyalarımızda muhakeme gücümüzü aşan birtakım sonuçlar, mesajlar bizlere önceden bildirilebilmektedir. Birtakım şeyleri önceden görüyoruz, anlayabiliyor ve gelecek hakkında çok güçlü tahminlerin ve rastlantıların çok dışında olan birtakım sonuçlara varabiliyoruz. Önceden bilmenin çok çeşitli varyasyonları vardır; ister doğrudan söylemek ve ister rüya tarzında olsun, orada bir habercilik, bir ihbar vardır. Bu tür rüyalara daha ziyade "haberci rüyalar" denmesinin nedeni de budur. Hassas bir insan rüyasında birtakım etki ve bildiriler alabilir ki haberci rüyaların asıl maksadı da budur ve birçok insan farkında olsun ya da olmasın bu konuyla ilgili rüyalar görmüşlerdir. Haberci rüyaların prekognisyon temeline dayandığını belirtmiştik ama bunlar gerçek birer metapsişik vakadır. Rüyada gördüğünüz şeyin, detaylarına varıncaya dek aynı tarzda oluşması üzerinde durmamız lazım. Zamanı, anlayış bakış açımıza göre düşünecek olursak, henüz ortaya çıkmamış bir zamandaki olayları ne kadar algılamaktayızdır? Metapsişik araştırmacı Charles Richet, prekognisyon konusunda şunları söyler: "Varılan yegane netice, önceden bilme, önsezi/precognition'un mevcut olduğu sonucudur.Bu gücün olağan dışı ve görünürdeki acayip yanını kesinlikle kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü bu akıl almaz ve görünürdeki olağan dışılık, bilime tamamen ters düşen bir iş. Bilim böyle bir şeyi kabul etmez. Ama bunun olağan dışı, akıl almaz olduğunu kabul etmek zorundayız." Haberci rüyalarda insanın yeteneğinden çok rehber varlıklar ve ruhsal idareci varlıkların etkisi olduğu tahmin ediLmektedir. Bu, en son yapılan araştırmalarda daha belirginleşmiştir ve bundan böyle mesele, felsefi veya inanca bağlı bir iş olmaktan çıkmıştır. Gerçekten de haberci rüyalardaki çoğu bildiriler, bizim dışımızda bulunan bedensiz şuurların bize uyguladıkları bir takım aktarım/ ilhâmlar tarzındadır; çünkü zaman ve mekânı aşan ancak onlar olmaktadırlar. Bizler zaman ve mekana bağımlı olan insanlarız, kendimizi zaman veya mekan illüzyonundan kurtarıp, bağımsız hareket edemiyoruz. Fakat, zamanın ve mekânın yanıltan/hata yaptıran bağlarından kurtulmuş, dünya zamanı ve mekanından sıyrılmış olan, fakat dünya zaman-mekanı ile istedikleri zaman tesir/etki bakımından endüktif/inductive tarzda ilişki kurabilen idareci varlıklar vardır. Bu varlıklar insanların gelişimini/tümevarım süreçlerinde onlara yardımda bulunmayı üzerlerine vazife olarak almışlardır. Zaman kavramını/vision düşünün; zamanın oluşumu, bir trenin geçişi gibidir. Fakat zamanı normal bir şekilde kontrol edebilen/ gözlemleyebilen varlıklar için trenin burada, B noktasında ya da A noktasında oluşu arasında hiçbir fark yoktur; çünkü beyin A'yı ve B'yi aynı anda görmektedir. Dolayısıyla, önceden görme/prekognisyon meselesi de, rehber varlıkların, rüyayı gören kişi ve kişilerin liyakat ve gelişimlerine uygun olarak bazı bilgileri rüya tarzında sunmalarıdır. Bazılarının trans halinden, bazılarının içinin saflığından istifade ederek bilgileri vizyonlar, kelimeler, düşünceler, hisler tarzında aktarmaktadırlar. Haberci rüyaların önemli niteliklerinden biri çok ısrarlı oluşlarıdır. Hiç farkında olmayız ama bu rüyaların üzerimizde hayli tesiri olur, hep hatırımıza gelirler; bir türlü unutamayız, kendilerini sürekli bize hatırlatır dururlar. Hatta üzerinde durdukça, eğer sembolik bölümler varsa, bunlar sembolik hallerinden çıkarlar ve işin aslı görünür; rüyanın bize ne anlatmak istediğini anlarız. .
  9. .. "saygı olan yerde, korku olur; ama korku olan yerde, her zaman saygı olmaz.." platon .
  10. . Ey Dost! Uyan ve artık uyuma. Gece geldi ve geçti, Gündüzünü de mi yitireceksin? Yüzyıllardır uykudasın, Bu sabah da mı uyanmıyacaksın? Kebîr .
  11. "BÜTÜN; PARÇALARIN TOPLAMINDAN ÖTE BİRŞEY'DİR.." "Herhangi birşeyin bütünsel özelliklerine, bu bütünü oluşturan parçaların ayrı ayrı çözümlenmeleri ile ulaşılamaz!" Hareketsiz nesneler birbiri ardına hızla gösterildiğinde, tek tek algılanabilecekleri eşiği aşarak hareketliymiş gibi görünür; bu yanılsamanın en tipik örneği sinemadır. Fİ VAK'A'sında algılanan hareket, fiziksel uyaranlar içinde kendi başına var olmayan, ancak uyaranların birbirleriyle ilintili özelliklerine bağlı olarak ortaya çıkan bir deneyimdir. Gözlemcinin sinir sistemi ve deneyimleri, fiziksel girdiyi parçalar halinde ve edilgen biçimde kaydetmez. Tersine, sinir sistemindeki örgütlenme, tıpkı algılamada olduğu gibi ayrışmış parçaları hemen bir bütüne dönüştürür. Bu kabule göre, alınan bir uyaran kümesi'nin sinir sisteminde ve algı mekanizmasında örgütlenmesi, koşulların izin verdiği ölçüde "İYİ" bir bütün oluşturur. Gestalt .
  12. Bütün bu çetrefilli ifadelerin ardından konunun özüne gelecek olursak; kedinin ölü yada diri olma durumunun üst üste indirilmiş olasılık dalgası, onu algılayan kişi tarafından çökertilerek bu durumların birinin fiziksel gerçeklik olarak ortaya koymasını sağlar. Bu durumda son sözü, kediyi izleyen ve zihin süzgecinden geçiren gözlemci söyler. Gözlemci kediyi ya öldürür yada canlı kalmasını sağlar. Mikro alem için daha anlaşılır olan bu ifadeler, bir mikro alem yaratığı olan kedi ile anlatılmaya çalışıldığında algıları daha zorluyor. Konuyu mikro alemin en ünlü üyesi elektron ile açmaya çalışalım. Kuantum boyutlarında herhangi bir fiziksel sistem, olması gereken durumun dışında, birçok durumun hepsinde, aynı anda bulunabilmekte. Bir elektronun, çekirdek etrafında bulunduğu yörüngenin, belli bir zamanda sadece bir noktasında değil, her yerinde bulunma ihtimali vardır. Parçacık için şu veya bu konumdadır diye bir şey söylenemez. Sadece nerede bulunabileceğine ilişkin bir olasılık aralığı verilebilir. Bu durumda ortaya çıkabilecek anlamsız sonuçların önüne geçmek amacıyla, aletlerimiz ihtimallerden hangi konumu bize veriyorsa, onu göz önüne alırız. Bu olaya; collopse/çökme denir. Çökme karşımıza çıkan sonsuz olasılıklar arasında sadece bir tanesinin seçilerek algılayacağımız yönün belirlenmesidir. Meydana gelen çökme, algıladığımız gerçeklik sonucunu ortaya koyar. Böylece gözlenen sistemle gözleyen sistem bölünmez bir bütün olarak ele alınır, ve gözlemlenen ile gözleyen sistemin birbirinden ayrı düşünülmesi anlamsızlaşır. Paralel evrende kedilerin olasılıkları: Schrödinger'in Kedisi'nden ilham alan bilim adamları farklı teoriler ortaya attılar. Bunlardan Wheleer ve Everett, çoklu evrenler teorisiyle alternatif bir yorum getirdiler. Bu teori, hem kuantumun olasılıklı yapısını hem de çökmenin nasıl olduğunu, ve ölçümü ne şekilde tanımlayabileceğimizi açıklamaya yönelikti. Wheleer ve Everett bu teoride, dalga fonksiyonunun gerçekte çökmediğini, fonksiyonun indirgenmesi, için ne kadar olasılık varsa, o kadar alternatif evreni bölünmekte olduğunu ortaya koymaya çalıştılar. Schrödinger'in Kedisi'ne geri dönecek olursak; bilindiği gibi radyoaktivitenin bozunmasına bağlı olarak kedi ya ölecek yada diri kalacaktı. Çünkü kutunun içindeki kedinin dalga fonksiyonu, iki durumun üst üste binmiş halidir. Kutuyu açıp içine baktığımızda, dalga fonksiyonu, bu iki olasılıklı durumdan birine indirgeneceğinden, kedinin ya canlı ya da ölü olduğunu gözlemleyebiliriz. Everett yorumunda farklı bir yaklaşım ortaya koyar; buna göre her iki olası durumun varlığı gerçektir ve bu durum evrenin ikiye ayrılmasıyla gerçekleşir. Bu teoriye göre, gözlemci, kutuya bakmadan önce kedi evrende canlı iken, diğer evrende ölü olarak mevcuttur. Böylece, evrenin birinde gözlemci kutuyu açtığında kediyi ölü olarak gözlemlerken, diğer evrende canlı olarak görecektir. Bununla birlikte, iki evren arasında bir bağlantı yoktur. Kısaca Wheleer ve Everett, ortaya koydukları temel ilkelerle, Schrödinger dalga denkleminin matematiğini, dalga denkleminin kollarından hiç birinin çöküntüye uğramadığını ve Kopenhag yorumundaki gibi fiziki bir gerçekliğin var olmadığını kabul etmektedirler. Paralel evrenler kavramını da ortaya atan bu görüş sonsuz sayıda dünyanın var olduğunu, bizim bunların her birinde, birbirinden farklı versiyonumuzun bulunduğunu, bu yüzden de hepsinin farklı olaylar zincirinin gelişmesini sağladığını söyler. .
  13. SCHRÖDINGER'İN KEDİSİ Schrödinger'in kedisi; Bir kutunun içine konularak kaderine terk edilen ve kutu içine bakılmadığı sürece ölü ya da diri olduğu bilinmeyen yarı ölü yarı diri bir kedinin hikayesi. Schrödinger'in Kedisi, varlık ile yokluk arasındaki sınırları kaldıran ve içinde bulunduğumuz sistemin mutlak ifadelerin geçersizliğini ispat eden, kuantumdan beslenen bir teori. Bu teori, dışımızdaki madde dünyasının sandığımızın aksine, kurulmuş bir makine gibi çalışmadığını gösterir ve muhatap olduğumuz madde dünyasının sadece dışarıdan bir izleyici olmadığımızı, somut dünyaya zihnimizle dokunarak anlamlandırdığımızı anlatır. Spekülasyonlara açık ifadelerden ibaret olan teori, kuantum mekaniğinin temel dalga denklemini yazan Erwin Schrödinger tarafından 1935 yılında üretildi. O dönemlerde de anlaşılması zor olan bu teorem dönemimizde de kafaları karıştırmaya devam ediyor. Zihinlerin Şekillendirdiği Bir Kuantum Çorbası: "Bazen arkama döndüğümde dünyanın her zaman kökenin belirsiz ve amaçsızca akıp duran bir kuantum çorbası olduğu duygusuna kapılıyorum. Ama, ne zaman ki yüzümü oraya çevirecek olsam, dünya yeniden her zamanki gerçekliğine dönüşüyor. Bu durumda kendimi, ipeğin dokunuşunu hiç bir zaman duyumsamayan efsanevi Kral Midas'a benzetiyorum. İşte insanoğlu da tıpkı bu durumda kuantum gerçeğinin dokusunu asla deneyimleyemez Çünkü dokunduğumuz her şey maddeye dönüşüyor." Bilim adamı Nıck Herbert bu cümleleriyle evreni anlamlandırmaya çalışırken zihin gözlüğü ile çevremize baktığımızı ve bu gözlüklerin izin verdiği ölçüde dünyayı görme imkanımız olduğunu dile getiriyor. İşte bu gözlüklerle dünyaya bakmamız, bir yandan maddi dünyayı algılamamıza imkân verirken; diğer taraftan madde dünyası ile algılayamadığımız gerçekliğin üzerini örtüyor ve belirsizliğe neden oluyor. Kuantumdan beslenen Schrödinger'in Kedisi, bu belirsizliği daha belirgin bir şekilde ifade etmek için yapılan hipotetik/düşünsel bir deney. "Kedi paradoksu" olarak da bilinen bu teorinin kaynağı deneyde ünlü kedi, radyoaktif bir atom ve bir Gayger sayacıyla birlikte bir kutu içersine konulur. Eğer atom bozunursa Gayger sayacı tıkırdayacak, tıkırdama çekici harekete geçirecek çekiç ve zehir de kediyi öldürecektir. Bir kutunun içinde geçen bu entrikalarla dolu olayın bir saat sonunda kedinin durumu hakkında tahmin yürütülür. Kedi, bu bir saat sonunda kutunun içine bakacak olursak ölü müdür, diri mi? Şüphesiz, eğer kutunun içine bakarsak kediyi ya ölü yada diri olarak olarak buluruz. Peki ya kutunun içine bakmazsak? Bu durumda kedinin ölü olma olasılığı %50'dir, fakat diri olma olasılığı da %50'dir. Kuantum mekaniği buradaki belirsizlik sonucu olasılıkları farklı biçimde ele alır ve bir saat sonunda kutu içindeki kedinin durumunu: "yarı ölü yarı diri" olarak tarif eder. Bu kadar muğlak bir sonla noktalanan deney, kuantumun ortaya koyduğu matematik, sanıldığından daha görünür sonuçlar ortaya koyar. "Örneğin;birçok sisteme kaynaklık eden transistörler ve lazerler bu sistemin ürünüdür. "Bazen arkama döndüğümde, dünyanın her zaman kökeni belirsiz ve de amaçsızca akıp duran bir kuantum çorbası olduğu duygusuna kapılıyorum. Ama, ne zaman ki yüzümü oraya çevirecek olsam, dünya yeniden her zamanki gerçekliğine dönüşüyor.." Son sözü gözlemci söyler Kuantum boyutlarında, bir tanecik tek bir tanecik neden-sonuç ilişkisi içerisinde değil, taneciğin bulunabilme ihtimali olan tüm olasılık dalga halleri, biri diğerinden ayrılmayacak şekilde iç içe geçmiş vaziyette bulunur. Bu duruma 'süper pozisyon' adı verilir. Bunu basit bir şekilde ifade edecek olursak; bir taneciğin içinde bulunma ihtimali olan durumların aynı anda hepsinin bir arada olma halidir. Örneğin, bir elektron için süper pozisyon, elektron bulutunun her yerinde bulunması manasına gelir. Süper pozisyonu Schrödinger'in Kedisi için düşünecek olursak, kedinin ölü ve diri olarak bulunduğunu varsayarız. .
  14. 6. UPESKHÂ: Bir başka yardımcı araç olarak tavsiye edilir. Görüp de görmezlikten gelme, dikkate almama, savsaklama, kayda değer bulmama/kayda almama anlamına gelir. Japonya'nın Mançurya'yı, Mussolini'nin Habeşistan'ı, Hitler'in Avusturya'yı işgali/ele geçirmesi sırasında, İngiltere'nin tüm bu olaylar karşısında takındığı tutum, bir Upeskha tutumu idi. Müdahale etmeye karar verilemediği için umursamaz bir role büründüler. 7. INDRA-JÂLA: Indra'nın ağı/Jâla; ortaya çıkarmak, göz boyama, büyücülük yapma, savaş hileleri uygulama ya da aldatma manevraları anlamını taşır. Jâla'da; gerçekten mevcut olmayan "Bir Şey/Object/Thing" in varmış gibi görüntüleri yansıtılır. Jâla; Beyt-Mer'a/Show-House/Carnival-Festival. Örneğin; eğer bir kale çizgisi sadece sahte/düzmece/yapay/ artificial/ put-on hatlardan meydana getirilir, ya da Britanya Adalarına yönelik bir zahirî saldırı girişiminde bulunulursa, ve oysa bu arada Rusya'ya saldırı hazırlanırsa, böyle bir hareket Indra-Jâla uygulaması olur. Not: Orta-Doğu haritasının nasıl çizildiğini ve bu günkü koşulların ortaya çıkmasına nasıl sebeb olduğunu hatırlayınız. Indra-Jâla'ya dahil olan bir başka nokta, gerçek-dışı/yanlış/ sahte/false haberlerin yaydırılmasıdır. Mâyâ İlkesi, böyle bir savaşı yürütmede özel uygulama şekli olarak izlenebilir. Örneğin: Tv, Radyo, Çeşitli Basın Organları.. Şu halde bu söylediklerimiz bir komşu ile, balıkların duygusal olmayan okyanusunda ilişkide bulunmanın yedi türüdür. Acaba biz "bu konuyu daha büyük bir açıklıkla ve sadelikle anlatan kitaplara Batı'da sahip miyiz?" gibi bir soru aklımıza geliyor. Biz, başarı üzerine yazılmış kadim "Hind El Kitapları"nın bazı açıklamalarını, birkaç tipik öz-deyişi üzerine bir daha dikkati çekerek bitirmek istiyoruz. Ve ilk olarak, Mahâbhârata'nın 12. Kitabı'ndan birkaç alıntı yapacağız: -Bilgeliğin her iki türü de/düz ve eğri olanı da, Kral'ın emrinde olmalıdır. -Sosyal Bilgeliğin son sözü "Asla İtimad Etme!" dir. -Bir anda şekillerini değiştiren bulutlar gibi, bu günkü düşman sana daha sonra dost olabilir. -Bu dünyada başarıyı arzu eden ve ulaşmak için her şeyi göze alan bir kimse, yerelere kadar uzanan reveranslar yapmaya, sevgi, dostluk, barış üzerine yeminler etmeye, kıygın-alçak gönüllü konuşmalar yapmaya ve sanki ağlıyor gibi görünerek göz yaşlarını silmeye hazır olmalıdır. -İktidar Hak'tan önce gelir. Hak iktidardan, güçlülükten doğar. Nasıl duman rüzgârın önüne düşüp-gidiyorsa, hak da gücün öyle peşinden gider. -Bizatihi hak emredemez. Nasıl ki sarmaşık, ağaca yaslanarak büyüyorsa, öyle de hak güce dayanır. -Hak, güçlünün elinde bulunur. -Güçlü olan için hiç bir şey olanak dışı değildir. -Güçlüden gelen her şey Temiz' dir.. Philosophie und Religion Indiens/Hind Felsefesi Heinrich ZIMMER Ruh ve Madde Yayınları-1992 .
  15. . MISRA 'Her ne gelecekse gelsin, her ne olacaksa olsun.' Ceyda, âşıkına sordu: 'Bu arkadaşın benim söyliyeceğim bir şeyi yapmaya kadir midir?' Ben hemen ayağa kalktım: 'Her nasıl istersen öyle yaparım ve bunu canıma bin minnet bilirim. Hâtta istersen canım bu uğurda feda olsun,' dedim. Ceyda, elbisesini soyundu, bana: 'Bunları giyin, kendi elbiselerini bana ver,' dedi. 'Sonra kalk, benim çadırıma git ve perdenin arkasına otur. Kocam geleceği sırada bir kadeh süt getirecek, 'bu senin içeceğindir, al'; diyecektir. Sen acele etme; biraz tereddüt göster. O, bardağını ya eline verecek yahut yere bıraktıktan sonra dönecek ve ertesi günü sabaha kadar yanına uğramıyacaktır.' Ceyda ne tarif ettiyse öyle yaptım. Kocası bardağını getirdi, ben uzun uzadıya nazlandım, o yere koymak istedi, ben almak için eğildim. Elim kadehe çarptı ve baş aşağı döndü, bütün süt döküldü. Öfkelenerek 'bu benimle kavga arıyor' dedi; elini uzattı, oradan geyik derisinden yapılmış ve derinin omuz başından kuyruk sokumuna kadar olan kısmından, kuvvetle bükülmüş bir kamçı aldı. KITA /Öyle bir kamçı ki, kalınlıkta zehirli yılana, uzunlukta zehirsiz yılana benzerdi. Sanatı yılan tasviri yapmak, tasvirinin levhası çıplak vücutta yılan resmetmekti./ Kamçıyı aldı ve sırtımı davul gövdesi gibi çırıl çıplak soydu. Ceng günlerindeki davulcular gibi arka arkaya darbelerle, makamlarla okşamaya başladı. Feryada cesaretim yoktu. Sesimi tanımasından korkuyordum. Sabra da tahammülüm yoktu. Derimi yüzeceklerini düşünüyordum. Birdenbire şu hatırıma geldi ki, hemence kalkayım. Hançerle gırtlağını parçalayıp kanını akıtayım, fakat düşündüm. Fitneyi ayaklandırmış olacağım ki, sonra yatıştırmak imkânsız hale gelecek. Sabrettim. Nihayet adamın anası ile kız kardeşi dayağın sesini işittiklerinden gelip beni aldılar, onu dışarı çıkardılar. Bir saati geçmemişti ki, Ceyda'nın anası geldi. Beni Ceyda zannediyordu. Derhâl ağlamaya başladım ve feryadı yükselttim. Elbisemi başıma çekmiş, arkamı ona dönmüştüm. Bana, 'Allah'tan kork kızım.' dedi; 'kocanın hoşuna gitmeyen şeyleri yapma; kocanın bir kılı, bin Üştür'den daha değerlidir. Senin Üştür dediğin kimdir ki, onun için mihnet çekiyor, acılara katlanıyorsun?' Sonra ayağa kalktı, 'Gideyim bari kızkardeşini göndereyim de, bu gece sana dert ortağı, sır yoldaşı olsun,' dedi ve yanımdan gitti. Bir saat sonra Ceyda'nın kız kardeşi geldi. Ağlıyor, beni döğen o zalime beddua ediyordu. Onunla hiç konuşmadım. Yanımda yattı. Az çok sakinleşince, elimi uzattım, ağzını sıkıca tuttum ve dedim ki: 'Kızkardeşin, Üştür ile beraberdir. Ben onun yerine bütün bu mihnetleri çektim. Bunu gizli tut; eğer meydana çıkarsa hem siz, ve hem de ben kepaze oluruz.' Önce çok ürkmüştü. Fakat yavaş yavaş korkusu alışkanlığa döndü. Sabaha kadar o hikâyeyi anlatıp gülüyordu. Sabah yaklaşınca Ceyda çadıra geldi. Bizi görünce korktu. Hayretle, 'Hay Allah müstehakını versin, o yanındaki kimdir?' diyebildi. 'Kardeşindir ve senin için iyi bir kardeştir,' dedim. Sordu: 'Buraya nasıl düştü?' Cevap verdim: 'Bunu kendisine sor; çünkü vaktimiz daralmıştır.' Elbisemi aldım, Üştür'e yetiştim. Birlikte atlarımıza bindik, yola çıktık. Yolda macerayı anlattım. Sırtımı açtı ve kamçının yaralarını görünce de, çok özürler diledi ve şu sözleri ilâve etti: 'Filozoflar demişlerdir ki: Dost mihnet günleri için lâzımdır. Yoksa rahat günlerinde dost eksik olmaz.' " KITA Ey gönül! Bir gün başına dert gelirse, dert ortağı bir dostun olduktan sonra gam çekme; dost sıkıntı günleri içn lâzımdır. Yoksa geniş ve rahat günlerde dosttan çok bir şey yoktur. .
  16. . Kehanet veya prekognisyon rüyalarının çoğu, bazı şeyleri hatırlatıcı rüyalardır. Aslında her iki durumda da, varlığın perisperital olarak bildiği şeyin bir kısmı, varlığın kendi bilgisinden dışarı taşımaktadır; Bu taşmalar, kendi bilgisinin sonucunda elde ettiği rüyalar tarzında ortaya çıkarlar. Bu bir bilgi iletişimidir; kendi planı da bu bilginin ortaya çıkması için o varlığa yardım etmiştir. Bu yardımın nedeni fizik plana, yani bedene bağlı olma halinin unutma tarzında birtakım riskler taşımasıdır; o araç her zaman iyi bir şekilde çalışmayabilir, araya birtakım iğvalar, yan etkiler, karışık etkiler girebilir. Biliyoruz ki, durugörü medyomları eşya ile ilgili tesirleri, olguları vizyon halinde algılarlar. Psikometri medyomları da hem vizyon hem de hisler halinde aynı şeyin farkına varabilirler ve bir şeyin geçmişi veya geleceği hakkında bilgi sahibi olabilirler. Bu aslında bir çeşit kayıt okumadır. Yakın veya uzak bir gelecekte olacak olan bir olayın imajlı imajsız, kendiliğinden bilinmesi de prekognisyondur. Geleceğin zaman açısından uzak veya yakın olması hiç önemli değildir; vizyon halinde de olabilir, içe de doğabilir; çok güçlü bir şekilde önsezi tarzında da hissedilebilir. İşte, tüm bunlar uyku durumunda da oluşabilmektedir. Bir insanın, hiçbir endişe duymadan, şuurunda herhangi bir yere itilmiş, çözümlenmemiş tortu şeklinde bir sorunu olmadan gece veya bir şekerleme esnasında rüyasında (mutlaka normal bir şekilde gece uykusuna yatmak değil, gündüz vaktinin herhangi bir zamanında ruh ve beden münasebetinin tatlı bir şekilde gevşediği an da olabilir,) birdenbire kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan yığınla imajın gözünün önünden geçivermesi ve sahneler halinde bazı düşüncelerin ortaya çıkması da söz konusudur. Bugün rüya laboratuarlarında yapılan çalışmalarda bu imgelerin ortaya çıkışının, uyku ile uyanıklık arasında ya da uykuya geçiş evresindeki alfa ritmiyle bir zihin eyleminin ortaya çıkışına denk geldiği anlaşılmaktadır. Zihin alfa ritmi ile çalışmaya başladığında 'duyular dışı algılama' için uygun bir ortam meydana gelmektedir. Yapılan deneylerde, bir kişinin ruh-beden bağlantısını gevşetecek bir hale geçmesi için alfa ritmine girmesi gerektiği belirlenmiştir, böylece medyomsal tezahürler ortaya çıkabilmektedir. Prekognisyon, bu gevşemenin en yoğun olduğu bu uyku durumunda çok daha kolay meydana gelebilmektedir. Böylece rüyalar aracılığıyla geleceği bildiren haberler alınabilir; zaten bu tür rüyaları gören kişinin doğasında medyomluk vardır, bu yetenek, doğal bir şekilde, rüyada ortaya çıkar. Rüyalarda görülen olayların çoğu, sembolik bir tarzda verilirler, İnsanlar bazen bunu fark edemeyebiliyorlar ve yanlış yorumluyorlar. Kehanet meselesi aslında bir yorum meselesidir; unutulmaması gereken nokta, rüya görüldüğü sırada uyku şuuru içerisinde bulunduğumuz için şuurdışı bir durumun mevcut olmasıdır. Bu durumda da yorumun nasıl olacağı elbette ki pek belli olmaz. Bu, önemli bir noktadır. .

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.