Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SimalyildiziNet

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    462
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey

  1. DENIZ FENERI VE ERGENEKON Ergenekon ve Deniz feneri aslinda ikiside birbirinden cok farkli iki dava.Farkli olmasinin altinda yatan nedenler isi cok acik. Biri dokununmazlik le korunana tabiri caizse "devletmali"Diger ise halkin icinden dokununmazliklar butunlugunu elestiren ,siz ve bizler kavramina karsi cikanlari tutsakladiklari isim. Yillardir Turkiyede bitmek tukenmek bilmiyen vatandasin menfaat ve cikarlarini korumak amacli yapilan (?)calismalarda yine zarar goren halk.Yani artik bize dokunmayan yilan bin yasasin haddine geldik... Turkiyede somurculuk basliyali cok uzun yillar olmadi diyesi geliyor insanin ama malesef ben kendimi bildim bileli bu var ki benden oncesinin miladi daha uzak.Tarih derslerinde gordugumuz G8 lerin kendi vatandaslarinin birlik icinde yasamasini hedefliyerek gozdiktikleri dis ulkeleri ogrenirken kendimizi, kendi ulkemizde yada kendi vatandasimizin ,kendi ulkesi disindada kendilerinden olanlar tarafindan gavur sayildigini halen bir cogumuz fark edemedi.. Fener olaylari ne ilk nede son olacaga benziyor.Daha onceki KOMBASSAN ,YIMPAS,ISLAM DERNEKLERI nin sonuncu olmadiklari gibi.Bizler gurbette calisiyor, alinteri dokuyor belki bir cok vatandasimiza gore rahat yasiyor yada oyle gorunuyoruz.Ama sonucta hem vatan ozlemi kimi aile ozlemi icinde cirpiniyor ve bu ozlemlerin giderilmesinde nekadar yardimi olur diye dusunmeden yeri geliyor aldigi maasinin yarisini butur derneklere yatiriyor. Bizim yukseldigimiz nokta oyle bir hal aldiki inanin Ergenekon daha anlayisli kaliyor.Sonucta insanlarin en hassas olan noktasi vicdan ve dini hassasiyetlerine en azindan saldirmiyor.Somuruluyoruz.Sadece yurt disinda yasiyan turklerin paralarini degil,kendi sinirlarinda yasiyan vatandaslarinin vicdanlarini somuruyorlar.. Suanki demokrasi anlayisimiz oylesine kucultucu ,oylesine seviyesiz bir hal aldiki,ulkemizi bir tasra kasabasi ve onuda yoneten alaladele bir muhtar.Yani seviye sifir,iletisim sifir,minnettarlik sifir,guven sifir,sifir ... Iste oyle bir vaziyet almisiz ki karsi cikma yada eksiklikleri yuze vurma hakkimiz yok,karsi tarafda durma sansimiz yok ve yeri geldiginde gosterebilecegimiz bir tepki hakkimizda yok...
  2. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Deniz Feneri; Hani nerede "Dindar Cumhurbaskani?" MHP Grup Baskanvekili Oktay Vural, Basbakan Recep Tayyip Erdogan'in, Almanya'da, bir yardim derneginde ortaya cikan usulsuzluklerin uzerine gitmesi gerekirken, olayi carpittigini, gercegi saklamaya calistigini belirterek, "İnanc hortumculari ile inanc tefecileri, beraber yurudukleri bu yolda derin isbirligi icindeler" dedi. Vural, "Basbakan, kendisine ve partisine uzanan izlerin ustunu ortmek icin korkudan karanlikta islik calmaya devam etmektedir" dedi. *** Sahi, her konuda İslâmi kurallara riayet etmeye calisan, turban meselesini kullanarak iktidar olan, son olarak icki tartismasi baslatan Tayyip Erdogan, neden Kur'an'da "haddi asan suclar" olarak gosterilen hirsizlik, yolsuzluk, dolandiricilik gibi bir konuda sorusturma dahi actirmiyor, olayi duyuranlari sucluyor? Ustelik, Muslumanlarin zekât vermek niyetini istismar ederek topladiklari paralari, kisisel cikarlari icin harcayan insanlar soz konusudur. Yani suc, ayni zamanda İslâm'a karsi da islenmistir! Hani "Dindar Cumhurbaskani"miz? Nicin, İslâmiyeti kullanarak hirsizlik yapanlara karsi tek kelime bile etmiyor? Nicin, hirsizlara karsi kendisine bagli kurullari calistirmiyor? *** Hz. Ayse'nin bildirdigi iddia olunan ve hemen butun Muslumanlarin dinlerini ana-babadan veya ogretmenden, hocadan ogrenirken duydugu, bir olay vardir hani! Soyle nakledilir: "Mahzum kabilesine mensup, hirsizlik yapan bir kadinin durumu Kureys'i uzdu. 'Onun hakkinda Rasulullah ile kim konusur' denildi. 'Buna Rasûlullah'in cok sevdigi Usâme b. Zeyd'den baska kim cesaret edebilir?' dediler. Usâme Rasulullah ile konustu. Bunun uzerine Rasûlullah, 'Ya Usame! Allah'in hadlerinden bir hadde sefaat mi ediyorsun?' buyurdu. Sonra kalkip halka hitaben soyle dedi: 'Suphesiz sizden oncekiler, iclerinde itibarli birisi hirsizlik yaptigi zaman birakiverdikleri, zayif birisi hirsizlik yaptiginda ise kendisine had uyguladiklari icin helâk oldular. Allah'a yemin ederim ki eger Muhammed'in kizi Fatima bile hirsizlik yapsa elini keserim.'" *** Elbette simdi biz, kimsenin ellerinin kesilmesini istemiyoruz! Ancak bu tur hirsizlarin Muslumanlarin yakasini birakmasi icin o kirli ellerinin en azindan kelepcelenmesi gerekiyor! Dolayisiyla "Dindar Cumhurbaskani"ndan da dindar Basbakan'dan da su mubarek Ramazan gunlerinde, hirsizlik yapanlar, siyaseten en yakinlari bile olsa onlari mahkemelere teslim etmelerini bekliyoruz. Zaten bir Musluman, Kuran ahlâki ile ahlâklanmis olsa, kendi etnik kokeni, tarikati, mezhebi, partisi, hemserisi, akrabasi, anne-babasi, kardesleri veya cocuklari bir yana, kendisini bile kayiramaz. Adalet kendini bile kayirmamaktir: "Ey iman edenler! Haktan yana olup, adaleti sapasaglam ayakta tutun, Allah icin sahitler olun. İsterse kendinizin veya ana-babanizin ya da yakinlarinizin aleyhine olsun, isterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Allah onlari korumada herhalde sizden ondedir. Artik hak ve adalette hevese uymayin. Eger dilinizi buker veya yuz cevirirseniz, Allah yaptiklarinizdan haberdardir." (Nisa-135) *** İste Kur'ân'i hakkiyla okuyan, dusunen ve anlayan bir insan bu ayete gore yasarsa emaneti ehline verir, insanlar arasinda hukmederse adaletle hukmeder. Hukuk devleti, kendini bile kayirmayacak adalet anlayisina sahip insanlik ordusu ile gerceklesir, hirsizlar ordusu gibi ulkeyi talan edenlerle degil. Arslan BULUT Yenicag / 12.09.2008
  3. Referans gazetesi - Yiğit BULUT Aşağıda maddeler halinde paylaştıklarımız sizlere başka yazılarım içinde aktardım. Son dönemde "aydınlarımızda" kendime göre gördüğüm kafa karışıklığından da yola çıkarak, neler olduğunu kendi bilgi ve yorumumla sizlere birkez daha aktarmak istedim. Ben yazdıklarımdan "eminim". Belki de TSK mensupları bile "bu kadar" saldırıya anlam veremiyorlardır. Bana kulak verirlerse ve özellikle Türk halkı, TSK'nın nereye "sıkıştırılmaya çalışıldığına" dikkat ederse, bir yazar olarak en azından bu ülkeye karşı görevimi yapmış olurum... Soralım TSK'ya neden saldırıyorlar? Maddeler halinde inceleyelim... 1- Bill Clinton Mayıs 1997'de "Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi" adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü "ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin" , gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı "...iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD'nin yaşamsal çıkarlarından biridir..." 2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD'nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay'ı, 1997'de "Milli Askeri Strateji Konsepti'ni (MASK)" değiştirdi ve "aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK'nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi" gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında "Ortadoğu'da yerleşme" derdini yavaş ortaya döken ABD'nin ne yapmak istediğini "ilk algılayan yapı" olma özelliğinden kaynaklanıyordu. 3- MASK'ın değişmesi ABD'yi herkesten fazla rahatsız etti. ABD, TSK'nın "bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara'dan alınmasından" ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK'ın ABD'ye danışmadan değiştirilmesi "eleştiriliyor" ve şu ifade kullanılıyordu "...Türkiye'nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır..." 4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında "Türkiye'nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin" ABD'nin "ana çıkarlarının" bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu... 5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük "finansal manipülasyonu" ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet "pasifize" edilip Kemal Derviş'e teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde eridi. "Türkiye'nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci" başladı. 6- "TBMM'den geçmeyen tezkere" ve TSK'nın ABD'nin istekleri doğrultusunda "Büyük Ortadoğu Projesi'ne" (BOP) dahil edilememiş olması Okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının Nisan ayında BOP'u anlatan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel "...Irak Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak" dedi 7- Ortadoğu ve Orta Asya'da "kendi amaçları doğrultusunda" TSK'yı "tasarrufu" altına almak isteyen sadece ABD değildi... Avrupa Birliği (AB) de aynı amaçta birçok giriş yaptı ve maalesef kağıt üstünde bazı kazanımlar elde etti... Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül (bu arada hatırlatalım bazı çevrelerin Cumhurbaşkanı adayı) 2005 yılında AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve "Türkiye'nin AB muharebe gruplarında" yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama "AB'nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini" sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya "güç" verecekti. 8- Türkiye'de "ılımlı din devleti" kurmak isteyenler, Sorosçular, rejimle "düellosu" olanlar ve devlet düşmanı eski "bazı fraksiyon mensupları" yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK'ya "saldırı" da yerlerini aldı.
  4. Zahit Akman'a TOKİ kıyağı Adı Deniz Feneri'yle gündeme gelen Akman, TOKİ'den kurasız ev aldı. ÖZEL GERÇEK GÜNDEM - HABER MERKEZİ / Deniz Feneri soruşturmasının kilit isimlerinden olan RTÜK Başkanı Zahit Akman, TOKİ'den 'kurasız - çekilişsiz' ev aldı. Akman'a "devir yetkisi" de verildi. Yönetmeliğe göre, ev alacak kişilerin kura sistemine göre belirlenmesi gerekiyor. Devir işlemi için ise en az 1 yıl geçmesi gerekiyor. Adı son günlerde Deniz Feneri soruşturmasıyla gündeme gelen RTÜK Başkanı Zahit Akman, Ankara Erler Mahallesi'nde TOKİ'nin yaptığı konutlardan birini aldı. 2007 yılında gerçekleşen alım işleminde Akman'a ayrıcalık da tanındı. Binlerce kişi TOKİ'den ev sahibi olmak için sıra beklerken, Akman, "çekilişsiz - kurasız" ev sahibi olma şansına kavuştu. GERÇEK GÜNDEM'e ulaşan bilgiye göre, Akman'a yapılan "kıyak" bununla da bitmedi. TOKİ tarafından 160 bin YTL'ye satılan evi alabilmek için sıraya girmesi ve kuraya katılması gereken Akman, Vakıfbank'tan 'ucuz kredi' de kullandı. Akman'a, Erler Mahallesi'nde aldığı evi "devretme hakkı" da verildi. Böylece, Akman 160 bin YTL'ye aldığı evi 300 bin YTL'ye satma hakkına kavuştu. Oysa ki; yönetmeliğe göre, devir işlemi için, ilk alıcının en az bir yıl beklemesi gerekiyor. AYNI İŞLEM 400 KİŞİYE YAPILDI Öte yandan, TOKİ'nin yaptığı "çekilişsiz - kurasız ev" kıyağının sadece Akman'la sınırlı kalmadığı da öğrenildi. Ankara'da etkin konumda bulunan 400 kişiye aynı yöntemi uygulayan TOKİ, aralarında AKP milletvekillerinin ve yargı mensuplarının da olduğu birçok kişiye "kıyak" yaptı. Bu isimler arasında siyasi parti genel başkanları, daire başkanları, bürokrat eşleri de var. * * * Du bakalım daha ne fırıldaklar göreceğiz....
  5. Sevgili Ümit SAYIN’a sordular: Soruldu: Yaman Örs ile konuşmanızda ona, "Darbe yapılmazsa bir yıl içinde Türkiye yok, parçalanacak. Niye askerler el koymuyor" demişsiniz. Soruldu: Kemal Alemdaroğlu ile konuşmanızda, Alemdaroğlu'nun "Bu iş demokratik devrimle biter" demesi üzerine, siz de "Başka yolu yok" cevabını vermişsiniz. Alemdaroğlu'nun "Üst taraftan olmaz, alt taraftan olacak" cümlesi üzerine, siz de "35 ay çok önemli şeylere gebe, bakalım ne olacak, telefonda söyleyemediğim şeyler var" diye konuşmuşsunuz. Soruldu: Turgay isimli şahısla yaptığınız konuşmada "Dün paşalara mesaj çektim, 17'nci Türk devleti tasfiye ediliyor. Darbe için yüz tane neden var" dediğiniz tespit edilmiştir. Soruldu: Kemal Alemdaroğlu ile yaptığınız konuşmada Yaşar Büyükanıt hakkında "Anıtı bırakın, kümbet bile olamadı, minyatür oldu, Dolmabahçe'de önüne dosya mı koydular" dediğiniz tespit edilmiştir. Soruldu: Göksun Soner ile yaptığınız konuşmada "35'inci maddeye dayanarak, daha önce yaptığın gibi binsene tepelerine. Cumhuriyetin yıkılmasının ana parametreleri tamamlandı; daha ne bekliyor bu adamlar" dediğiniz tespit edilmiştir. Soruldu: Yaman Örs isimli şahısa "Mart ayında gelme, darbe olacak" dediğiniz tespit edilmiştir. Soruldu: Nuray Parlar'la yaptığınız görüşmede, "35'inci madde kullanılmalı, 60 darbesi gibi alttan bir darbe olabilir" dediğiniz tespit edilmiştir. Soruldu: Kemal Alemdaroğlu ile yaptığınız konuşmada, "TSK acz içinde; 60'larda da böyleydi" dediğiniz tespit edilmiştir. Tamam da sayın savcım;Ne yapmış bu Ümit SAYIN? "Darbe yapılmazsa bir yıl içinde Türkiye yok, parçalanacak. Niye askerler el koymuyor"→ (demiş) "bu iş demokratik devrimle biter"→(kemal Alemdaroğlu demiş) "başka yolu yok"→ (demiş) "üst taraftan olmaz, alt taraftan olacak"→( Kemal Alemdaroğlu demiş) "35 ay çok önemli şeylere gebe, bakalım ne olacak, telefonda söyleyemediğim şeyler var"→ (demiş) "dün paşalara mesaj çektim, 17'nci Türk devleti tasfiye ediliyor. Darbe için yüz tane neden var"→(demiş) "anıtı bırakın, kümbet bile olamadı, minyatür oldu, Dolmabahçe’de önüne dosya mı koydular"→(demiş) "35'inci maddeye dayanarak, daha önce yaptığın gibi binsene tepelerine. Cumhuriyetin yıkılmasının ana parametreleri tamamlandı; daha ne bekliyor bu adamlar"→(demiş) "mart ayında gelme, darbe olacak"→(demiş) "35'inci madde kullanılmalı, 60 darbesi gibi alttan bir darbe olabilir"→(demiş) "TSK acz içinde; 60'larda da böyleydi"→(demiş) Anladık demişte;ne yapmış bu adam? YOK.Bir şey yapmamış. Bunun için mi aylardı içeride tutuluyor? Bunların bin katını insanlar kahvelerde,bakkalda,berberde her yerde söylüyor. Gelin tutuklayın her konuşanı. Üstelik;konferansta,mitingde,TV’de ,radyoda da dememiş. Yazı yazıp herkese duyurmamış,telefonda demiş. Millet bar bar bağırsın,bayrak yaksın,apo ------zinin resimleri açsın.Silahlanıp asker öldürsün.Biz pkk’nın siyasi koluyuz desin,millet vekili olsun,köşkte ağırlansın, genelkurmay başkanıyla yemek yesin. Hapisten çıkarılıp dokunulmazlık alsın,şehit analarının vergilerinden maaş alsın.Kocası dağda askere pusu kursun,yeğenleri millet vekili arabalarıyla uyuşturucu ticareti yapsın. Oğulları vekil arabalarında kızlara sarksın,terslenince kızları dövsün arabadan atsın. Ümit Sayın’da içeride yatsın. Sadece Allah ******** diye biliyorum. Bunu öyle içten istiyorum ve diliyorum ki;kesinlikle ********* Verecek. Bu halka çektirdiğiniz,zulüm ve ihanetin bedelini şimdilik Allahtan dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ayşe Nazlı ILICAK bunu ballandırarak;kendine has alaycı ******* yazmış.Devir senin devrin Nazlı Hanım;tadını çıkar, çok sürmeyecek. Çünkü;kin kustuğun Atatürkçüler gelse de,gelmese de sonun hiç iyi olmayacak. Gelirse;sadece ihanetinle utanır üzülürsün.Yüzünün kızaracağını sanmıyorum.Senin sadece Atatürk ve Atatürk kazanımlarına saldırırken;kızgınlık ve hırsından yüzün kızarır. Ama bir de gelmezse;işte o zaman hizmet ettiğin siyonist Yahudilerin eline düştüğünün resmidir.Seni;dönmeliğin (sabataistliğin) kurtaracak sanıyorsan yanılıyorsun.Siyonistler sadece sizi geçiş dönemi için kullanıyor.Göreviniz tamamlanınca artık ne yaparlar bilmiyorum.Ama;doğup büyüdüğü,ekmeğini yediği,saltanatını sürdüğü topluma ihanet etmiş birini;kendi içlerinde barındırarak kanlarını kirleteceklerini hiç sanmıyorum. Hani nerede; İnsan Hakları,demokrasi olunca mangalda kül bırakmayan komünist dönmesi liboşlar.Ayrılıkçı Kürt olunca insan hakları havarisi kesen,mangalda kül bırakmayan Avrupa Birliği ve Kopenhag kriteri, norm çocukları.Neredesiniz Saroz beslemesi Prof. ön ekli **** ******.AB’den proje bedeli alan,Rockefeller sponsorlu ihanet yuvaları. ABD’de demokrasi piri kesen Oscar’lı --------. Hepsini at çöpe gitsin. Nerdesin? Türk Halkı. Gerçek aydınların yalan dolanla,sudan gerekçelerle damlarda yatıyor. Ömrünü terörle mücadeleye vermiş paşalarının kapıları kırılırken,ADL gibi dünyanın en büyük Yahudi lobisi ülkende ağırlanıyor. Bilderberg toplantılarında ülkende;ülkenin kaderi çiziliyor. Senden toprak talep eden Ermeni’nin kanlı elleri sıkılıyor. Çiftçisin,tarlalarını ipoteklediler. Memursun;onlarca yılın borçlandı. İşçisin;fabrikan yok çalışacak. Madenlerinin %60’ı yabancılarda, Limanların yok,enerjin dışarıya bağımlı.Haberleşmen yabancı istihbaratların elinde.Medyan satılmış,yalan yanlış.Dinin kullanılıp sömürülüyor. Sevgili Ümit SAYIN bunları da söyledi.
  6. Türkiye ye dağıtmaya gerek yok ki? Burası başkalarının "av sahası"... Ama yukarıdaki yerler, "F" tipi eğitim adı altında örgütlenmenin kök salmaya çalıştığı yerler... Anladınızmı başbakan neden bu kadar çok köpürdü!
  7. Maraş, Çorum ve Sivas ı biliyorum.. Bunlar katliam değil LİNÇ dir. Arada çok büyük fark vardır ve şuan onca "türban" konusunda yazdıklarımızda; işte olası bu tip vakaların olmamasını sağlamak içindir... Ama Malatya! Bunu anlayamadım! Malatya da nasıl bir linç olmuştur? Bu konuyu bilmiyorum! Katliam = Toğlu olarak çok sayıda insanın katledilmesi; Örn: Anadolu da ermenilerin yaptığı katliamlar; yunanin İzmir e ayak basar basmaz şehirde hiç aralıksız yapılan katliamlar; fransa nın Cezayir de yaptığı katliamlar; ABD nin Irakta hala devam eden katliam; israilin Filistinlere karşı ummanda yaptığı katliamlar...v.s. v.s.) Linç = Kalablık bir insan kitlesinin bir veya bir kaç kişiye uyguladığı sonucu cinayete kadar giden darp eylemi! Siz neden bahsettiğinizi az açarsanız sevinirim!
  8. Sayısını tam bilmiyorum ama (galiba 360 adet civarında), 1930 larda savaş uçağı imal edip dünyaya sattığımızı acaba kaç kişi biliyor... Ve dünyada bir eşi daha olmayan, Türk Hava Kurumu, bir dönem tamamen bizim tasarımımız olan bu uçaklardan çok sayıda üretmiştir. Dünyada ilk kez HAVA OLİMPİYATLARI da THK tarafından yapılmıştır. Daha 2.sini yapacak cesarette bir ülke çıkmamıştır
  9. 29 Ekim 1961 tarihine kadar binek otomobili tipinin geliştirilmesi görevinin TCDD işletmesine verildiği bildirilir... Okuyup ibret almak gerek. İmal Tarihi::::::::::: 1961 Ağırlık:::::::::::::::: 1250 kg. Uzunluk:::::::::::::: 4500 mm. Genişlik:::::::::::::: 1800 mm. Yükseklik:::::::::::::1550 mm. İmal Yeri::::::::::::: Eskişehir Demiryolu Fabrikası İmal Süresi::::::::::: 4,5 ay Üretim Sayısı::::::::: 4 Adet Binek otomobili 10 Adet Motor::::::: 4 adet A4L tipi 3 adet A4T tipi 3 adet B3T tipi 7 Adet Şanzuman:::: 3 adet A tipi 4 adet B tipi Silindir Sayısı::::::::: 4 Silindir Çapı::::::::::: 81 mm. Silindir Hacmi::::::::: 20 70 cm Strok:::::::::::::::::: 100 mm. Kompresyon::::::::::: 6,8 : 1 Güç:::::::::::::::::::: 50 HP Devir:::::::::::::::::: 3600 d/d Karakteristik::::::::::: Dört zamanlı 16 Haziran 1961 TCDD Fabrikalar ve Cer Daireleri Yönetici ve Mühendisleri ile toplantıda Ulaştırma Bakanlığının yazısı okunarak, 29 Ekim 1961 tarihine kadar binek otomobili tipinin geliştirilmesi görevinin TCDD işletmesine verildiği bildirilir. Bu iş için 1.400.000 TL. ödenek ayrıldığı belirtilir. Süre 4,5 aydır!. Bu süre içinde bu çapta bir geliştirme çalışması yapılabilir mi ki? Bırakınız geliştirmeyi hiçten yola çıkarak çalışabilecek bir otomobil yapılabilir miydi? Tüm ülkede Üniversiteden Basınına, bir avuç sanayicisinden politikacısına, sesi duyulabilen kimse ne otomobil ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyordu. Fakat bu inanılmaz şey gerçekleşiyor ve 28 Ekim 1961 sabahı Türkiye'de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye'de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi Binası önüne götürülerek Devlet Başkanı Cemal GÜRSEL paşaya sunulabiliyor, bir ikincisi paşayı Anıtkabir'e götürüyor, sonra da Hipodrom'daki geçit resmine katılıyordu. Bu nasıl gerçekleşmişti? Ne getirmiş, ne götürmüştü? Projeyle başka bir kuruluşun değil de TCDD'nin görevlendirilmiş olması, o tarihlerde TCDD'nin onarım amacıyla kurulmuş fakat geniş ölçüde yedek parça imal eden Ankara, Eskişehir, Sivas ve Adapazarı'ndaki fabrikaları ile önemli bir teknik potansiyeli ve yetişmiş işçisinden mühendisine kadar güçlü bir teknik kadrosunun bulunmasıydı. Yüksek Mühendis Emin BOZOĞLU yönetim grubunun (Necmettin Erbakan'da gruptadır) başı olarak 20 mühendisin olağanüstü bir tempoyla fakat gönül rahatlığı içinde çalışmasını sağlayıp eşyöneltmek suretiyle birinci derecede rol oynamıştı. Zamana karşı yapılan yarışın kazanılmasında ikinci etken, görevalan mühendislerin, proje süresince hafta sonları da dahil her gün, en az 12'şer saat, gerektiğinde bazı geceleri, sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat kestirerek işbaşında kalmayı yüksünmeyecek ölçüde davaya gönül vermiş olmalarıydı. Çalışmalar için, Eskişehir Demiryol Fabrikalarında dökümhane olarak yapılıp kullanılmayan bir bina seçildi. Elden geldiğince çeşitli tipte otomobil yapısını yakından inceleyerek fikir edindikten sonra yapılacak tipin boyutları, motor, şanzıman vb. öteki grup ve parçaların nasıl tasarlanıp imal edileceği üzerinde durulması sonucuna varıldı. Önce otomobilin ana hatları belirlendi. Dört ile beş kişilik, toplam 1000-1100 kg. ağırlığında ortaboy denilebilecek bir tip üzerinde uzlaşıldı. Motor 4 zamanlı ve 4 silindirli olarak, 50-60 BG. vermeliydi. Karoser için hazırlanan 1/10 ölçekli maketlerden seçilen 1/1 ölçekli alçı modeli yapıldı. Kroserin damı, kaput ve benzeri saçları, sonra bu modelden alınan kalıplarla yapılmış beton bloklara çekilmek ve çekiçle düzeltilmek suretiyle tek tek imal edildi. Karar verilen yandan subablı bir 4 silindirli motorun, gövde ve başlığı Sivas Demiryol Fabrikalarında dökülüp, Ankara Fabrikasında işlendi. Piston, segman ve kolları Eskişehir'de yapıldı. Motor Ankara Fabrikasında monte edildi. Frenlemede 40 BG.'den fazla güç alınamayan bu motora alternatif olarak Ankara Fabrikası aynı gövde ve krank milinden yola çıkarak başka bir tip geliştirdi. B Tipi adı verilen üstten subablı bir üçüncü motorda bu kez tanınmış bir 6 silindirli otomobil motorundan esinlenerek, fakat krank ve eksantrik milleri yeni baştan çizilip, hesaplanmak suretiyle Eskişehir'de imal edildi. Bu motor frenleme de 60 BG.'ye ulaşmış ve daha sonra Diesel'e çevrilerek istasyon aydınlatılmasında kullanılmak üzere yapılan elektrojen gruplarına uygulanmıştır. Süspansiyon grubu ön takımları için "Mc Phearson" sistemi önerilmişti. Bu gün çok yaygın kullanılan bu sistem, o tarihte bulduğumuz kadarıyla bir tek firma tarafından uygulanıyordu. Benimsendi ve Eskişehir'de yeniden imal edildi. Eylül sonuna doğru, ön ve arka camları, piyasada bulunabilenlere uydurmak zorunluluğuyla modele göre biraz değiştirilmiş iki gövde çatılmış ve biri A diğeri B tipinden iki ayrı motor hazırlanmış bulunuyordu. Şanzumanlar, Ankara Fabrikasınca tümü yerli olarak yapılmıştı. Montaja geçildiğinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de gövde-motor uyumunu sağlamak, debriyaj, gaz ve fren kumanda mekanizmalarını yerleştirmek ve direksiyonun en uygun konumunu bulmaktı. Ayarlı direksiyon önerisi kabul edilmedi. İki yıl sonra Cadillac bunu bir yenilik olarak getiriyordu. Nihayet Ekim ortalarında Devrim otomobillerinden ilki tecrubeye hazır duruma gelebildi. Elektrik donanımı, diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında tüm parçalar yerli idi. Bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. Siyah renkteki bu iki numaralı Devrim'in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabilmişti. Pasta ve cilası Ankara'ya sevkedilmek üzere yüklendiği trende, gece yol alırken yapıldı. Buharlı lokomotiflerde, çekilen trende bacadan sıçraması olası kıvılcımlardan ötürü güvenlik önlemi olarak benzin depoları boşaltılmıştı. Tren sabaha karşı Ankara'ya geldi. İki Devrim o zamanlar Sıhhıye semtinde, şimdiki Adliye Sarayı'nın yerindeki Ankara Demiryol Fabrikasına indirildi. Manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. Asıl ikmal, sabahleyin Sıhhıye'deki Mobil Benzin İstasyonundan yapılacak, sonra da Meclis'e gidilecekti. 29 Ekim sabahı Fabrikaya gelen otomobilli, motosikletli oldukça kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskordun arasında Devrim'ler yola çıktı. Çıktı ama, eskorttakiler, benzin alma işinden haberleri olmadığı için Mobil'e uğramadan yola devam ettiler. Meclis'in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, acele getirilen benzin 1. arabaya kondu, 2 numaraya konacağı sırada Cemal Paşa Meclis'in önüne gelmiş ve Anıtkabir'e gitmek üzere 2 numaralı Devrim otomobiline binmişti. Yola çıkıldı fakat, 100 metre kadar sonra motor öksürerek durdu. Cemal Paşa'nın "Ne oluyor?" sorusuna direksiyondaki Y. Muh. Rıfat SERDAROĞLU "Paşam, benzin bitti." cevabını verdi. Paşa'dan özür dilenerek 1 numaralı Devrim'e geçmesi rica edildi. Büyük bir hoşgörü ile buna uyan Cemal Paşa Anıtkabir'e bu otomobil ile gitti, inerken ünlü "Batı kafasıyla otomobili yaptınız ama doğu kafasıyla ikmali unuttunuz." sözlerini söyledi. Ertesi gün bütün gazetelerin sözbirliği etmişçesine "100 metre gidip bozuldu" başlığını attıkları 2 numaralı Devrim aynı gün Hipodrom'daki geçit törenine katılıyor, basınımız ne bunu, ne de Cemal Paşa'nın Anıtkabir'e bir başka Devrim otomobili ile gittiğini yazmıyor, yalnızca haber, yorum ve fıkralarda harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vuruyorlardı. Oysa aynı yıl Tarım Bakanlığı bütçesine konmuş bulunan "At neslinin ıslahı" için 25 milyon TL ödenekten ve sonucundan kimse söz etmiyordu. Hala merak eder sorarım at neslinde o günden buyana bir gelişme sağlanmış mıdır diye... Bir de otomotiv sanayimize bakalım: Ekonominin gerekleri uyarınca montaj biçiminde başlayıp bugün büyük birer sanayi kuruluşu durumuna gelmiş bulunan Kamyon-Otobüs-Otomobil firmaları yüzbinlerce araç üretebiliyor... Ve bunlar ithal yolları açık olduğu halde satışlarını arttırabiliyorlar. Acaba bugüne kadar basınımızdan olumlu yazılar almamış olan Devrim Otomobilleri yapılmasaydı, Türkiye'de bir otomotiv sanayii oluşabilir miydi, hiç sanmıyorum. Çünkü Devrim Otomobillerinin ortaya çıkmasıdır ki "Türkiye'de otomobil ve motor yapılamaz" görüşünü yıkmış tartışmaların yönü değişmişti. Devrim'in Yapım Aşaması... Devrim'lerin Üretimi devam etseydi , Türkiye şu anda Otomotiv sektöründe çok büyük bir yol almıştı..Okuyupda sinirlenmemek elde değil
  10. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Valla bu teklife "evet" demeye yürek ister... Sadece Başbakan için bekleyen 70 dava dosyası var... Ve bildiğim kadarıylada "Ümraniye" soruşturması adı altında gözaltına alınan D.Perinçek şahsi olara 700 dava açmıştı, göz altına alınmadan önce..... Bu işi partiyle ilgisi yok.. Bu işi DÜRÜSTlükle ilgisi var.
  11. Katliamlar? Üstü kapalı değilde açık açık yazsanızda, nasıl bir katliamlar olmuş bu ülkede öğrensek!! Sayın Dünyahepimizin, bu ülkede "ezik" olmayan her insan sonsuz özgürlükler içinde! Yeter ki özgürlüğü başkasının esaretine dönüşmesin... Bahsettiğiniz ezilen insanlar madem 2.sınıf vatandaş, ne yer ne içer? Nerede yaşar? Asker de de varlar, polistede varlar, bakanı da var, millet vekili de var, hatta Cumhurbaşkanı olan bile oldu... İşadamları, sanatçılar, sinemacılar, doktorlar, avukatlar... Hepside "çuvalla" para kazanıyor. Üstelik sözde 2.sınıf vatandaşlarımız, çocuk yardımı, yakacak yardımı, işsizlik yardımı gibi bir çok bölgede olmayan imtiyazlarla doludur. Ama "bir çuval toz bir otoboz" zihniyeti genlerine kadar işlediğinden; tüm varınızı yoğunuzu önlerine serseniz, illede şikayet edeceklerdir. O nedenle, ben devletin bu yaklaşıkına karşıyım! Anadolu da okulunu bir yana bırak, yolu, elektiriği, suyu olmayan yüzlerce köy var. Ama ne bu köyler akla gelir, nede o insanlar "şikayet onursuzluğunu" yapar.... uzun lafın kısası.... 10 yıl boyunca (1985 öncesi) , aşiret reislerinin güdümünde, sivil halkın canını yakan, yok eden, katleden bu insanların; sözde "halkları" için diktikleri BİR TEK DİKİLİ AĞAÇ varmıdır? İşte burada kim cebine, kim milletine, kim vatandaşına, kim AB-D ye hizmet eder; daha net ortaya çıkacaktır... saygılarımla
  12. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Danıştay'a Deniz Feneri çalımı 11 Eylül 2008 Danıştay İdari İşler Kurulu, 4 yıl önce Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin, "Kamu yararına çalışan dernek" sayılmasına onay vermedi. Hükümet ise yasayı değiştirerek, Danıştay'ı devre dışı bıraktı. Dernek, Bakanlar Kurulu kararıyla bu statüyü aldı. Hükümetin, dört yıl önce Danıştay İdari İşler Kurulu'nun onay vermemesi üzerine Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'ni, "Kamu yararına çalışan dernek" yapabilmek için özel yasal düzenleme yaptığı ortaya çıktı. 1998 yılında İstanbul'da kurulan dernek, kısa sürede birçok ilde şube açarak yardım toplamaya başladı. Dernek, bakanlıklar ya da emniyetten izin almadan yardım toplayabilmek için kamu yararına dernek olmak için 2004'de harekete geçti. Danıştay onayı gerekiyordu O dönemde yürürlükteki 1983 tarihli 2908 sayılı Dernekler Yasası, kamu yararına dernek sayılmayı, "İlgili bakanlıkların görüşü, İçişleri Bakanlığı'nın önerisi, Danıştay İdari İşler Kurulu'nun kararı ve Bakanlar Kurulu'nun onayına bağlı" tutuyordu. Bu nedenle, Başbakanlığın 24 Mart 2004 günlü yazısı ile Deniz Feneri'nin kamu yararına dernek sayılabilmesi için Danıştay'dan izin istendi. Ancak Danıştay 1. Dairesi, 29 Nisan 2004 günlü 2004/43 esas ve 2004/55 karar sayılı sayılı kararıyla ile bu izni vermedi. İtiraz üzerine davaya bakan Danıştay İdari İşler Kurulu da Daire kararını aynen kabul etti ve itirazı oyçokluğu ile 6 Temmuz 2004'te reddetti. Hükümet yasayı değiştirdi Bu karardan beş ay sonra 4 Kasım 2004'te Dernekler Yasası'nda değişiklik yapıldı. Yasanın yeni hükmünde, "Kamu yararına çalışan dernekler, ilgili bakanlıkların ve Maliye Bakanlığı'nın görüşü üzerine, İçişleri Bakanlığı'nın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir" denildi. Böylece, Danıştay engeli ortadan kaldırıldı. Bakanlar Kurulundan iki karar Deniz Feneri, 20 Aralık 2004 tarihinde Bakanlar Kurulu'nun 2004/8278 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernekler arasına alındı. Bakanlar Kurulu 12 Mayıs 2005 tarihinde Deniz Feneri Derneği ile ilgili ikinci bir karar daha aldı. Bu karara göre dernek, İçişleri Bakanlığı, Valilikler ya da emniyetten izin almadan maddi yardım toplayabilecek kuruluşlar arasına alındı. Ayrıcalıkları var Bu dernekler, Bakanlar Kurulu kararınca izin almadan her türlü yardım kampanyası düzenleyebiliyor, nakit para yardımı kabul edebiliyor, hazineye ait arsa ve arazileri satın alma kolaylıklarını kullanabiliyor, mali yapılarının güçlenmesi ve hizmet götürebilmeleri için vergi kolaylıklarından yararlanabiliyor, Katma Değer Vergisi ile (KDV) veraset ve intikal vergisinen muaf tutuluyor, harcamaları vergi matrahından indiriliyor, derneğe ait bina ve arazilerden vergi alınmıyor, başbakanlık uygun görürse derneklerin araçlarına resmi plaka tahsis ediliyor
  13. 1960, 1970(!) ve 1980 ihtilallerini masaya yatırırsanız; artık hikayemi, masalmı orasını siz anlarsınız ya neyse, derin devleti kimler ortadan kaldırdı görürüsünüz... Neden hayata "basın", "yayın" gözlüğü ile bakıp; özelliklede liboş fikirlerle yargılıyoruz? Sanırım bilgi(!) edinme kaynaklarımız ve yollarımız farklı ki aynı şeyleri bildiğimiz hiç vaki olmuyor....
  14. 1960, 1970(!) ve 1980 ihtilallerini masaya yatırırsanız; artık hikayemi, masalmı orasını siz anlarsınız ya neyse, derin devleti kimler ortadan kaldırdı görürüsünüz... Neden hayata "basın", "yayın" gözlüğü ile bakıp; özelliklede liboş fikirlerle yargılıyoruz? Sanırım bilgi(!) edinme kaynaklarımız ve yollarımız farklı ki aynı şeyleri bildiğimiz hiç vaki olmuyor....
  15. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Şahin Görünümlü Doğanların Savaşı Eskiden Doğan görünümlü Şahinler pek modaydı. Şimdi ise tam tersi Şahin görünümlü Doğanlar moda. Bir tarafta Aydın Doğan diğer tarafta Recep Tayyip Erdoğan. Her ikisi de şahin tavrını takınmış ha bire birbirlerini gagalıyorlar. Aydın Doğan'ın en büyük üç silahı Şaban Dişli, Asım Güzelbey, Zahid Akman. Recep Tayip Erdoğan ise şimdilik Hilton ve Petrol Ofisi silahlarını kullanıyor. Beyanına göre; Aydın Doğan bir hafta içinde gagalamayı bırakmadığı takdirde yeni ve daha güçlü silahlarla saldıracak Recep tayip Erdoğan. Dedi ya "bu hamur daha çok su kaldırır" diye. Bekliyoruz bakalım teknesindeki hamur daha ne kadar su kaldıracak başbakanın. *** Espri bir yana, Sayın Başbakan'ın tavrını asla tasvip etmiyoruz. Kendi üslubunca söyleyecek olursak; "benim başbakanım asla şantajcı olamaz". Sayın Başbakanın konuşma tarzını oldum olası beğenmezdim. Şimdi içine öfkeyi, kin ve nefreti de kattı ya temelli beğenmemeye başladım. "Oyun oynamıyoruz; Devlet yönetiyoruz devlet. Millet yönetiyoruz millet" Şeklindeki sözler Sayın Başbakan'a ait sözlerdir. Oysa Aydın Doğan'a karşı takınmış olduğu tavır, devlet ve millet yöneten bir insana yakışan tavır asla değildir. Devlet ve millet yöneten bir insan, yönetmiş olduğu kişilerle polemik yapmaz, laf yarıştırmaz. Devlet ve millet yöneten bir insan, yönetmiş olduğu devletin imkânlarını kullanarak yönetmiş olduğu milleti soyduğuna inanmış olduğu kişilerin yargılanmasını ve eğer suçlularsa cezalandırılmasını sağlar. Evet, bana göre de Aydın Doğan tekin bir âdem asla değildir! Elindeki medya gücünü kullanarak kendisine ekonomik ve ticari rant sağlamak istiyor da olabilir. Hatta muhtemelen sağlamıştır da. Ancak bir başbakanın görevi, bizim gibi sıradan vatandaşların yapacağını yapmak değil, olayın üstüne üstüne gitmek ve milletin menfaatlerini korumaktır. Ancak bu üstüne gitme, parti kongrelerinde siyasi şov yaparak değil, görevli ve yetkili kamu kurumlarını harekete geçirerek olmalıdır. Yansız, tarafsız ve sadece milletin genel hak ve menfaatlerini düşünerek yapılmalıdır bu üstüne gitme işi. Neymiş efendim; Aydın Doğan Hilton Arazisi'ne rezidanslar ve gökdelenler yapmak için plan değişikliği istemişmiş ve bunun için Şişli ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne talepte bulunmuşmuş. Bunun için Başbakanı bile ziyaret etmişmiş. Ceyhan'da kuracağı rafineri için bedelsiz arazi talebinde bulunmuşmuş. E ne var bunda? Vatandaşın devlete talepte bulunması ne zamandan beri suç oldu? Ayrıca herkes benzer taleplerde bulunabilir. Devletin görevi bu talep sahiplerini afişe etmek değil, bu talepleri kanun ve nizamlara göre incelemek, herhangi bir kanuna aykırılık varsa reddetmek, eğer bu talep uygunsa ve kamunun da menfaatineyse, mevzuatta değişiklikler yaparak yetersiz mevzuatı yeterli hale getirmektir. Tıpkı hapis cezası alan Erbakan'ın, bu hapis cezasını evinde çekmesine imkân tanıyan yasa değişikliği yapıldığı, sonra da affedildiği gibi. Aksi takdirde Yazgülü Aldoğan gibi birileri de çıkar Başbakan'ın Cem Uzan ile birlikte Öfke Kontrolü Terapisi'ne tabi tutulmasını ve bu konuda yazılmış en az beş kitap okumasını talep eder ve bu talep haklılık kazanır(bkz. Bugünkü Posta gazetesinde bulunan yazısı). Benim başbakanım bu duruma düşmemeliydi. *** Doğan Medya grubunun, daha düne kadar AKP iktidarının en yakın destekçisi olduğu ve bu sebeple muhalefet tarafından suçlandığı bilinmektedir. Öyle ki; Doğan Medya Grubu'na yakıştırılan en ilginç isimlerden birisi Mütareke Basını idi. Mütareke Basını suçlaması, aslında çok büyük bir suçlamadır. Zira Mütareke Basını ismi, Türkiye'nin işgali sırasında işgalci güçlere alkış tutan basına verilen bir isimdi. Doğan Medya Grubu, daha birkaç yıl öncesine kadar gerçekten de bu şekilde isimlendirilecek yayınlara imza atıyordu. AB konusunda hükümetin en büyük savunucusu hakikaten de Doğan Medya Grubu'na ait yazılı ve görsel medya organlarıydı. Örneğin CNN Türk Televizyonunda yayınlanan "Eğrisi Doğrusu" isimli programda Taha Akyol, Kanal D Televizyonunda yayınlanan "Teke Tek" isimli programda Fatih Altaylı, Sayın Başbakana çanak sorular sorar ve bir nevi onu cilalamaya çalışırlardı ki; Doğan Medya Grubu'nun bu durumunu sadece bizler değil, aykırı gazeteci Emin Çölaşan da söylüyor. Emin Çölaşan'ın "Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi" isimli kitabı, büyük ölçüde Doğan Medya Grubu'nun hükümete yatması ve kendisinin de buna karşı çıktığı için Hürriyet'ten kovulduğu üzerine kuruludur. Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından hükümet aleyhine yazılar yazmaması konusunda sık sık uyarıldığını, bu konuda Aydın Doğan'ın da kendisine baskı yaptığını yazıyor kitabında. Emin Çölaşan, şu anda bıyık altından kıs kıs gülüyor olmalıdır. Gülüyor ve "oh olsun" diyor olmalıdır. Kim bilir belki de şu anda Hürriyet'e dönmenin hesaplarını yapıyordur Emin Çölaşan. Ne de olsa devir değişti ve şahin görünümlü doğanlar şu anda kankalıktan çıkıp kan düşmanı pozisyonuna geldiler. Tam da Emin Çölaşan'ın aradığı ortamdır bu ortam. Fırsat bu fırsat yüklen AKP'ye yüklenebildiğin kadar. Artık patron ve genel yayın yönetmeni baskısı da yok, ne hünerin varsa göster. Bundan iyi fırsat mı olur Emin Çölaşan için. Üstelik ampulün, deniz fenerinin ışığında toplanan bağış ve yardımlarla yandığına ilişkin iddialar ortalıkta dolaşırken. *** Bakalım Doğan ve Erdoğan arasındaki gagalaşmanın sonu nereye varacak? Erdoğan "Senin maaşlı kalemşorların var. Benim öyle bir imkânım yok" diyerek Doğan'a pervasızca yükleniyor. Doğan Medya Grubu'na ait basın yayın organlarında çalışan gazeteciler günlerdir izzet-i nefis mücadelesi yapıp, kalemşor ve silahşor olmadıklarını yazmaya çalışıyorlar. Aydın Doğan yine de oldukça edepli davranıyor! "Sayın Başbakan, benim maaşlı kalemşorlarım varsa sizin de 340 tane maaşlı kurşun askeriniz var. Üstelik yasa yapma gücü de sizde…" demiyor. Her şey bir yana; vaktiyle, yani cicim aylarında Petrol Ofisi'ni yok pahasına Aydın Doğan'a satan, sonra da yaptıkları yasal düzenlemelerle bu şirketin bir milyar YTL'nin üzerindeki vergi borcunu birkaç yüz milyon YTL'ye indiren AKP'lilerin, şimdi Deniz Feneri yolsuzluğunu diline doladı diye Aydın Doğan'a ve Doğan Holding'e çatmaya hiç hakları yoktur. Üstelik Deniz Feneri Yolsuzluğu'nu ortaya çıkaran da Aydın Doğan değil, Alman mahkemeleridir ki; o mahkemelere göre; konuya ilişkin sahte belgelerin ve sahte bağış makbuzları tam 35 dosyayı doldurmuş durumda. Sadece 2002-2007 yıllarında bu kabil makbuz ve sahte belgelerle toplanan paraların miktarı ise tam tamına 42 milyon Euro (bkz. 10.09.2008 tarihli Akşam Gazetesi'nde bulunan "Sahte bağış makbuzları 35 dosyayı dolduruyor" başlıklı haber). Almanya'daki Deniz Feneri Derneği'nin Türkiye'deki adaşıyla organik bağı ve akçeli ilişkileri var mı bilmiyoruz. Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'nin AKP ile herhangi bir ilişkisi var mı onu da bilmiyoruz. Bu ilişkiler ağını araştırma ve ortaya çıkarma görevi herhalde bağımsız Türk mahkemelerinin görevi olmalıdır. Ancak şimdiye kadar bu konuda atılmış herhangi bir adım gözükmüyor. Türk yargısı, şu günlerde sanki tek görevi Ergenekon Davası imiş gibi davranıyor her nedense. Ancak Türkiye'de yaşayan 75 milyon insan gibi bizim de bildiğimiz bir gerçek vardır. O da Güneydoğu Asya'da meydana gelen Tsunami'den ve İsrail'in Lübnan'a yapmış olduğu saldırıdan sonra Deniz Feneri Derneği ile hükümetin çok yakın ilişki içinde çalıştıkları gerçeğidir. Hatta Sayın Başbakan'ın, Lübnan'a yapılan yardımlar sırasında vatandaşların Lübnan'a yapacakları yardımları Deniz Feneri Derneği üzerinden yapması yönünde televizyonlardan resmen çağrıda bulunduğunu biliyoruz. Umalım ki; adı geçen dernek AKP'nin finansörlerinden birisi değildir. Eğer öyle ise Sabih Kanadoğlu'na göre AKP'nin durumu, yandı gülüm keten helva durumu olmalıdır. 11 Eylül 2008 Ömer Sağlam
  16. yusuf kotaman/bursa haber gazetesi Ergenekon Savcısı Hemen herkesin merak ettiği bir isim 'Ergenekon Savcısı' Zekeriya Öz. Hakkında kimse fazla bir şey bilmiyor… Hatta nasıl biri olduğunu bile. Savcının Bursalı olduğunu öğrendik.Ehserde muhabirlik var ya;Biraz araştırdık ve savcımızın Bursa ayağını öğrendik… Bu arada Savcı Zekeriya Öz Yeni Aktüel'e konuşmuş, gündemin merkezinde olmasına karşıngöz önünde olmayı sevmemesi ve ketumluğu nedeniyle kamuoyunun pektanımadığı, kimilerinin İtalya'nın'Temiz Eller' operasyonunu yürüten savcı Di Pietro'ya benzettiği Zekeriya Öz'le yapılan söyleşiye yer vermiş. Derginin son sayısında, Özgür Yorulmaz imzasıyla yayınlanan 'Ergenekon Çetesi'nin Şifrelerini Çözen Zekeriya Öz Kimdir?' başlıklı yazıda Savcı Öz, hakkında basında çıkan 'AKP'li, dinci' iddialarını ise 'İktidar geçicidir, kalıcı olan ise Türkiye'dir. Ne şu partiden tarafım ve ne de başka partiden yanayım' sözleriyle yanıtlamış… Savcı Öz Bursa'ya göç etmiş kalabalık bir ailenin çocuğu… İlkokuldan sonra Bursa İmam Hatip Lisesini bitirmiş… Üniversite sınavlarına ise Yeşilırmak dershanelerinde hazırlanmış. Hukuk Fakültesini okumasında cemaatlerin katkısı olduğu söyleniyor. Akrabaları ile arası limoni… Söylenildiğine göre Kesilen kurbanların derilerini THK'muna bağışladıkları için kırgın. Bir sava göre ise, babasına ait bir minibüsü tarikata bağışlamış… Avukatlık diplomasını zamanın Baro Başkanı CHP eski Milletvekili Yahya Şimşek'in elinden almış ancak Şimşek dâhil, kendisini tanıyan kimse yok.Tıpkı daha önce görev yaptığı Mutki ve Bigadiç'te olduğu gibi
  17. İslamın ve imanın şartlarıdır benim bildiğim dinin direği... Neyse! Önemsiz ama önemli, aslında ikincil ama birincil... ****** Hadisin tam metnini vereceğim size merak etmeyin.. daha mesaim bitmedi! Kısa bir baktım yazılanlara... Ama ikincil bir konunun islam 6(!) şartı olmasını da açıkça "din ile oynama" olaraka görmekteyim..... * * * Örtünmeninde açılmanında ucu bucağı var! İnsan olan, EDeB içinde olan zaten bunun sınırlarını bilir merak etmeyin....
  18. Yavaş yavaş sizin hakkınızda fikir sahibi olmaya başladım sonunda... Evlat babaya el kaldırılırmı? Allah taş eder.... Ne demek devlete karşı ayaklanmak? Ne demek devlet düşmanı olmak? Kimsenin kimseye ayrım yaptığı falan yok ama maalesef bazı ezikler, birilerinin "marabalığını" yapmaktan, başlarına geleni devletten bilip bayrak açtılar... ilahi adalat bu! Bunca insanın, masumun, anaların, bacıların ocağına ateş düşüren bir zihniyetin bu ülke içinde rahat nefes alması mümkünmü? Alamayacaklarda! Kendini bilen insan birilerinin güdümünde olmaz. Bugün ABD yi arkasına alıp konuşanlar, acaba yanlız kaldıklarında ne yapacaklar? Öyle ya, ya aynı ateş avrupayada sıçrarsa? Avrupa onları kapı dışarı etmezmi? Ya ABD çeker giderse! Kim koruyacak yada savunacak? O gün geldiğinde, bu devletin parasıyla yerken, içerken, diğer vatandaşlara tanınmayan imkanları; yeterki devletlerini sevsinler diye verilirken; hala el kaldıracaklar; ve o el kırılmayacak........ Üzgünüm! Savunduğum insanlar benim vatandaşlarım! Ama eğer Haydar Baş Hocam için konuşuyorsanız bu sözleri, zerre kadar O'nun hakkında bilgi sahibi olmadığınızı düşünüyorum.. Zira karşınızdaki insan ne kafatasçı nede geri kafalı! Ama nedense bu ülkeyi sevenler mutlaka "kafatasçı" olurlar değilmi? Peki, kim olmalı? Bu ülkenin illede GAVUR eliylemi yönetilmesi gerekli? Tıpkı Osmanlı gibi... Değilmi? Sanırım yazılarımı okuma zahmetine katlamıyorsunuz; http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=724720 O yapmayacak, bu etmeyecek, şu karışmayacak, bu yönetmeyecek, şu kötü düşünecek, bu böyle yapacak.... sonra? Sanırım Anadolu da yaşamayı bize çok görüyorsunuz...
  19. Benim yazdıklarım gerçekler... Ama iç karartma noktasında, yazınızı bir kez daha okuyun! Bu ülkede iyi şeyler var... Bizim gibi.. Birşeyleri düzeltme gücünde olduğunu bilen insanlar var. Bu insanlar, bir çok insan rahat etsin diye kelle koltukta dağ bayır gezdi! Bir çok insanın 2 gün tahammül edemeyeceği pisikolojik baskının hat safhada olduğu yerlerde 12 ay kaldı! Bir çok insanın sesini kısıp "aman bana birşey olmasın" dediği yerde haksızlıklara kafa tuttu! Dava açtı... Bir çok insan cebindeki para ile daha yeni teknoloji cep telefonu alma hesapları yaparken, bizim gibiler o paraları bu ülkenin eğitimi için harcadı/harcıyorda... Bir çok insan "gavur para"sı için yıllarca tuvalet temizleyip gurbet elde üç kuruş para kazanıp sırf ülkem kazansın diye "yeşil sermaye"ye para gönderirken birileri de bu ülkede gelen o paraları cebellezi yaparken bizim gibiler o insanların paralarını kurtardı onlara iade etti (mal/para/şirket), bir çok insan "Türkiye bitmiş" derken, bizim gibiler "SONSUZ ENERJİ ÜRETEN MAKİNALAR" yaptı... Ve tüm bunlarla uğraşırkende üstüne üstlük "sana ne be adam" diyenlere bakıp bakıp içinde sadece acıdı... Benim evimde, hergün işe gitmeden önce, kendime baktığım bir aynam var... Sağ alt köşesinde de ATAM ın imzası var... İster kafatasçı de (bir Fransızın Cezayirde yaptığından bin kat daha medeniyim), ister "F" tipi hapishane savuncusu de (Belçikadaki hapishaneler yanında bizim "F" tipi hücrelerimiz cennetten bir köşedir), istersen sabit fikirli de (bir alman kadar telekomuna sahip olamadığım için üzgünüm), istersen bu ülkeyi karanlıklara itecek siyasi fikre sahip de.... İstediğini söyle! Ama ne bu vatanı, ne gavura veririm, ne minaremde ezanı sustururum, ne bu bayrağı çiğnetirim, nede sözde liberal geçinen hainlere pirim veririm... Çok şükür "Sorosunçocuklarından da değilim.... Saygılarımla
  20. Beni ve bilgilerimi yargılıyorsunuz! Sorular soruyor, cevaplarımı yargılıyorsunuz! Sürekli eleştiriyorsunuz! neden kendi fikirlerinizden bahsetmiyorsunuz? Eleştirmek, bir konuda bilgili olmak demek değildir değilmi? Sürekli eleştirmek, aslında fikirsiz olmanında bir başka göstegesi (üzerinize alınmayın, genel tanım budur)! Ortaya fikrinizi atın, en azından bizde bilgi yığınınızı görür, ayağımızı denk alırız... Bunun dışında; tüm eleştirilerinizi sadece öylesine söylenmiş olarak görmekteyim....
  21. Ben kimsenin adına konuşmuyorum! Öğrendiğim ne varsa onu dile getiriyotum.. Objektif olmadığımız sürece GÜDÜMLÜ oluruz değilmi? Neyse... Saygılar
  22. Senaryolarla ilgili basit bir mantık; http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=724832 Evet haklısınız... Ülke klavye başında bıdı bıdı ile kurtulmuyor! Bu nedenle, tüm varlığımızla, Cumhuriyetimize, Devletimize, Vatanımıza, Bayrağımız nezdinde şehitlerimize sahip çıkmamız gerekiyor... Ve ben bu uğurda gerçekten çok çalışıyorum; çalışmaya da devam edeceğim.. Cenab-ı Hak ömrümüzü nihayete erdirinceye kadar da çalışacağım... Lider aramak! Yada Lider olmak.... Veya zaten var olan liderle tekrar hayat bulup; yine "bağımsız Türkiye" diyebilmek... Saygılarımla
  23. DTP Meclis'te KÜRTÇE konuşacak! Zana, 'Türkçe gazete okumayın' dedi, DTP'liler Meclis'te Kürtçe konuşma kararı aldı. 11 Eylül 2008 / 13:00 DTP Genel Başkan Yardımcısı Kamuran Yüksek, Anayasa Mahkemesi'nde 16 Eylül'de görülecek kapatma davası nedeniyle, Şeyh Sait'in asıldığı Diyarbakır'daki Dağkapı Meydanı'nda halk mahkemesi kurulacağını söyledi. BEDELİNİ ÖDEMEYE HAZIRIZ Yüksek, halkın DTP'yi yargılayacağını, anadilde eğitim etkinliği kampanyası kapsamı çerçevesinde milletvekillerinin Meclis kürsüsünden Kürtçe konuşacağını belirtti. Değişik çevrelerden "PKK'yı kınayın, terör örgütü olarak görün, çizginizi değiştirin" telkinleri yapıldığını belirten Yüksek, "Bizi biz yapan bunlar. Siyasi çizgimizi değiştirmeyiz. Bedelini ödemeye de hazırız" diye konuştu. PARTİMİZİ KAPATIRSANIZ.. Yüksek, DTP'nin gündemindeki üç önemli konuyu "anadilde eğitim", "parti kapatma davası" ve "Ergenekon" olarak sıraladı. Yüksek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Partimizi kapatırsanız, Kürtler legal zeminde mücadeleden vazgeçer, başka yerlere yüzünü döner. Bu noktaya gelirse halkı ikna edemeyiz." DTP MECLİS'TE YİNE KÜRTÇE KONUŞACAK DTP yönetimi, "anadil kampanyası" kapsamında Türkiye genelinde çeşitli etkinlikler düzenleyecek. Anadilde eğitim ve öğrenim hakkının Anayasa'ya konulmasını isteyen DTP yönetimi, konuyu Meclis gündemine de taşıyacak. Bu kapsamda milletvekilleri TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşarak kampanyaya destek verecek. ÇOCUKLAR DA MECLİS'TE KÜRTÇE KONUŞACAK 15 Ekim'e kadar sürecek olan kampanya çerçevesinde okul boykotları yapılacak, sokaklarda sembolik Kürtçe dersleri verilecek, çocuklar TBMM'de grup toplantısına davet edilip Kürtçe konuşmaları sağlanacak. ZANA: TÜRKÇE GAZETE OKUMAYIN Batman'da Demokrasi Platformu'nun düzenlediği, "Anadilde eğitim istiyoruz" mitinginde konuşan, kapatılan DEP'in eski Milletvekili Leyla Zana da, Kürtlerin diline sahip çıkmasını isteyerek, Kürtçe olmayan televizyonları izlememeleri, gazeteleri okumamaları çağrısında bulundu. * * * Müneccim olmaya gerek yok! 2011 iç savaş yılı!
  24. İktidara geldiği 2002’den bu yana 1018 müfettiş hakkında soruşturma açıldı, 138’i ceza aldı AKP denetim sevmiyor Müfettişleri yıldırma politikası Kamu kurum ve kuruluşlarındaki teftiş kurullarını kaldırmak için yasal düzenlemeleri gerçekleştiremeyen AKP iktidarı, müfettişleri baskı altına alıyor. Yolsuzluklarla mücadele eden ve bu konuda kamunun en güçlü silahı konumunda olan müfettişler soruşturma ve görevden alma yöntemleriyle yıldırılmaya çalışılıyor. AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana hakkında soruşturma açılan müfettişlerden 138’ine disiplin cezası uygulandı. 62 müfettiş ise görevinden alınarak başka kadrolara atandı. ‘Türkiye için felaket olur’ Yolsuzlukları eleştirdiği için Sağlık Bakanlığı’ndaki başmüfettişlik görevinden alınan DENETDE Başkanı Ergüven, baskı altındaki müfettişlerin tarafsız olarak görevlerini yerine getirmelerinin engellendiğini vurguladı. Avrupa’da denetim güçlendirilirken Türkiye’nin denetimsizleştirildiğine dikkat çeken Ergüven, “Denetimsizlik yolsuzluğu, bu da kayıt dışılığı beraberinde getirir. Türkiye’nin en büyük sorunu yolsuzlukları besleyen kayıt dışılıktır. Denetimsizlik yönetimin hukuktan sapmasına da neden olur” dedi. ■ 3 Kasım 2002 seçiminden bu yana 1018 müfettiş hakkında soruşturma açıldı, 138’ine ceza verildi AKP denetimi sevmiyor © AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım seçimlerinin ardından 1018 müfettiş hakkında soruşturma açılırken 138’ine disiplin cezası uygulandı. 62 müfettiş ise görevinden alınarak başka kadrolara atandı. DENETDE Başkanı Atılay Ergüven, hükümetin bu soruşturmalarla sipariş rapor düzenlemeyen ya da raporu istenilen yönde değiştirmeyen müfettişleri baskı altına aldığını söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - İktidarı boyunca kamu kurum ve kuruluşlarındaki teftiş kurullarını kaldırmayı hedefleyen, ancak bu yöndeki yasal düzenlemeleri gerçekleştiremeyen AKP, soruşturma yöntemini kullanarak müfettişleri baskı altına alıyor. AKP’nin ilk iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne kadar 1018 müfettiş hakkında soruşturma açılırken, 138’ine disiplin cezası verildi. 62 müfettiş ise başka kadrolara atandı. Yolsuzlukları eleştirdiği için AKP tarafından Sağlık Bakanlığı’ndaki başmüfettişlik görevinden alınarak Polatlı’ya sürülen Devlet Denetim Elemanları Derneği (DENETDE) Genel Başkanı Atılay Ergüven, hükümetin soruşturma yoluyla müfettişleri baskı altına almaya çalıştığını söyledi. CHP Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, AKP iktidarı döneminde kamu kurum ve kuruluşlarında görevden alınan ve hakkında soruşturma açılan müfettiş sayısını sordu. Erdoğan adına yanıt veren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, Kasım 2002’den bugüne kadar hakkında soruşturma açılan müfettiş sayısının 1018 olduğunu bildirdi. AKP döneminde devlet memurluğundan çıkarılan kişilerle ilgili de bilgi veren Başesgioğlu, 1135 kişinin memurluktan çıkarıldığını, bu işlemlere karşı 791 dava açıldığını söyledi. Başesgioğlu, bu davalardan 425’inin idare lehine, 125’inin ise idare aleyhine sonuçlandığını, 227 davanın ise devam ettiğini bildirdi. Müfettişlere baskı DENETDE Genel Başkanı Ergüven, Abdullah Gül’ün başbakanlığı döneminde teftiş kurullarının etkinleştirilmesi için bazı çalışmalar yapıldığını, ancak daha sonra bu kurulların kaldırılmasına yönelik Kamu Yönetimi Temel Yasası çıkarıldığını söyledi. AKP’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmesinin ardından yasayı bir daha gündeme getirmediğini, ancak teftiş kurullarının yönetim yeteneğinden yoksun kişiler atanarak kendi kendini tasfiye eder hale getirildiğini vurgulayan Ergüven, birçok bakanlıkta müfettişlerin kurul yönetimleriyle adeta savaş halinde olduğunu söyledi. Denetim görevini kötüye kullananlar ve denetim etiğine uymayanların ayıklanması gerektiğini, ancak soruşturmalarla müfettişlerin baskı altına alındığını, özgür iradeleri ve tarafsız olarak görevlerini yerine getirmelerinin engellendiğini vurgulayan Ergüven, “Meslek ahlakına aykırı davrananlar elbette var, bunların ayıklanması lazım. Ama soruşturmalar baskı amacına yönelik. Sırf işini doğru yapması ya da istenilen sipariş şeklinde rapor yazmaması nedeniyle ya da raporları değiştirmemesi nedeniyle kara listeye alınıp bu tür muamelelerle karşılaşan çok sayıda müfettiş var” dedi. Müfettişlerin hukuksuz biçimde mesleğinden atılması, görevinden atılması, hiçbir şey çıkmasa bile soruşturma açarak baskı altına alınmasının hukuk dışı bir uygulama olduğunu kaydeden Ergüven, “Yargı süreci geç çalıştığı için bu tür hukuksuzluğu yapanlar yargıdaki süreci kullanıyorlar, en azından ‘Biz yapalım, gitsin mahkemelerde sürünsün’ hesabı yapılıyor” görüşünü dile getirdi. ‘Denetimsizlik felaket olur’ Türkiye’nin denetimsizleştirildiğini, bunun da felakete yol açacağı uyarısında bulunan Ergüven, “Avrupa’da sistem liberalize edilirken, denetim daha da güçlendiriliyor. Türkiye’de de devlet pek çok alandan çekiliyor, liberalizasyon hızlı şekilde uygulanıyor. Ama aynı oranda Türkiye denetimsizleştiriliyor. Bu bir felakettir... Denetimsizlik yolsuzluğu, bu da kayıt dışılığı getirir. Türkiye’nin en büyük sorunu yolsuzlukları besleyen kayıt dışılıktır. Denetimsizlik yönetimin hukuktan sapmasına da neden olur. Denetim işlerse yargının da yükü hafifler. Denetimin mutlaka bağımsızlaştırılması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.” AKP’NİN SİNDİRME ÇABASI Müfettişler dava yorgunu © Başbakan her fırsatta yolsuzlukları bitireceklerini söylerken AKP, iktidarı boyunca yolsuzluklara karşı savaşım veren bürokratları, art arda açtığı soruşturmalar ve görevden almalarla sindirme yoluna gitti. İLHAN TAŞCI ANKARA - Seçim meydanlarında yolsuzlukları bitireceği vaadinde bulunan AKP iktidara geldiğinden beri yolsuzluklarla savaşım yürüten ve yolsuzluklara karşı kamunun en güçlü silahı konumundaki müfettişlerle hep mahkemelik oldu. Denetim elemanlarından bazılarının yaşadıkları olaylar şöyle: Dönemin Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ile gümrük bürokratlarının da adının karıştığı milyonlarca dolarlık akaryakıt kaçakçılığını ortaya çıkardıktan sonra hükümetin hedefi haline gelen Gümrük Teftiş Kurulu Başkanı Erdener Demirağ önceki yıl görevinden alındı. 1 milyar doları bulan 15 ayrı soruşturma dosyasını gündeme getiren ve istediği inceleme onayları Gümrük Müsteşarlığı’nca verilmeyen Demirağ, son olarak Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın gümrükte hakkında soruşturma yapılan kişi ve firmaların listesinin verilmesi emrine hukuk dışı olduğu gerekçesiyle karşı çıktı. Bunun üzerine Demirağ AKP döneminde ikinci kez görevinden alındı. Demirağ yargıya başvururken Gümrük Teşfiş Kurulu Başkanlığı’na Sezai Uçarmak’ın atanması dikkat çekti. Uçarmak’ın adı Kapıkule’deki rüşvet operasyonunda gümrükçülerin telefonlarının dinlenmesi sırasında gümrüğün bitişiğindeki caminin kullanılmasına izin veren Edirne Müftüsünü Diyanet İşleri Başkanlığı’na şikâyet etmesiyle gündeme gelmişti. Erdoğan ‘kefil’... Bir diğer olayda, Maliye Başmüfettişi Hamza Kaçar, BM’nin terörü finanse edenler listesindeki Yasin Kadı’nın Türkiye’deki faaliyetlerini soruşturmuştu. Kaçar raporunda, çalışması sırasında “siyasi ve bürokratik engellemelerle” karşılaştığı değerlendirmesine yer verdi. Kaçar vekâleten Maliye Yüksek Eğitim Merkezi Başkan Yardımcılığı’na atandı. Kaçar yargı kararıyla yeniden başmüfettişliğe döndü. Ancak bu kez de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “kefilim” dediği Kadı hakkında düzenlediği raporunda “resmi belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma” suçunu işlediği gerekçesiyle memuriyetten çıkarıldı. Kaçar, tüm davaları kazandı. Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Mustafa Kemikli, 5 yıl önceki lojman talebi sırasında “konutunun olup olmadığına” ilişkin soruya yalnızca “var” demekle yetinip 2 evi olduğunu göstermediği gerekçesiyle görevinden alındı. Kemikli’nin açtığı dava sürüyor. Başmüfettiş Çağatay Kurt ise babasının ameliyat olduğu Adana’da rahatsızlanması üzerine bu kentte tam teşekküllü hastaneden aldığı rapor kabul edilmeyerek ‘memuriyetten çekilmiş’ sayıldı. Kurt’un raporunu usule uygun bulan müfettişler daha sonra tam tersi yönünde görüş bildirdiler. Kurt’un açtığı dava da halen sürüyor. Cumhuriyet 26.08.2008
  25. Turhan Feyizoğlu BU SALDIRGANLIK NEDEN 09 Eylül 2008 Salı Son günlerde RTE daha önce hiç olmadığı kadar saldırgan. Güya Aydın DOĞAN'a karşı savaş açmış gibi. Ancak, saldırılarından D.BAYKAL da nasibini alıyor. Sorunun temelinde sihirli bir kelime var "ALMANYA". Daha düne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, Türk Vatanı'nı ve hatta Türk Milleti'ni peşkeş çektiği; kapalı kapılar arkasındaki uzlaşmalarla daha da semirttiği Aydın DOĞAN ile aralarında ne oldu da, kılıçlar karşılıklı olarak çekildi? Yazılarımı takip edenlere aslında bu günleri yaklaşık 3 yıl önceden haber verdiğimi herkes hatırlayacaktır. Bu günkü çatışmanın temelinden de sık sık bahsetmiştim. Aydın DOĞAN'ın iç çamaşırı dahi artık kendisine ait değil. Kendi yaşamı da dâhil her şeyi DEUTSCHE BANK'ın. Peki, Aydın DOĞAN'a DEUTSCHE BANK bu desteği neden verdi/veriyor? TÜRKİYE İŞ BANKASI GERÇEĞİ DEUTSCHE BANK'ın gözü Türkiye İş Bankası'nda. Ancak, Türkiye İş Bankası'nın DEUTSCHE BANK'a satılması için ortada çok önemli bir engel var; ATATÜRK'ün hisseleri. Peki, bu düğüm nasıl çözülebilir? Bunu çözmek için CHP'nin desteğinin alınması zorunlu. Bu nedenle de iki kardeş Aydın DOĞAN ve M.Rahmi KOÇ el ele verdiler. CHP'nin listelerine 40-42 milletvekili yerleştirdiler. Bunların tamamı seçilecekleri yerlerden konuldu ve seçim kazandırıldı. CHP'ye de bu konuda iyi bir diyet ödendi. Diyetin teslim edildiği kişi ŞANLIURFA'nın meşhur türedi zengini Mahmut YILDIZ, yani o dönem CHP'nin Genel Saymanı, dahası Deniz BAYKAL'ın İplikçi Nedim'i. Malumlarınız olduğu üzere Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınmasına karşı çıkan Deniz BAYKAL ve CHP kadroları İş Bankası Genel Müdürlüğü'nün İstanbul'a taşınmasını adeta alkışlamışlardı. Şimdi sizlere sormak isterim, genç Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İş Bankası'nın yerinin T.C. Merkez Bankası kadar önemli olmadığını kim iddia edebilir ki? Bu oyun 22 TEMMUZ 2007 seçimlerinden önce de tezgâhtaydı. Bu nedenle CHP, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun alacaklarını ödemiyordu. Gerekçesi ise çok dikkat çekiciydi: 'Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu 12 EYLÜL rejimi tarafından kapatıldığından, hâlihazırda faaliyette bulunanlar ATATÜRK'ün mirasından pay sahibi yaptığı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu değillerdir. Bu nedenle de bunlara ait payların sahibi CHP'dir.' O dönemde yazdığımız yazılarla Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını uyarmış ve savunmalarında kesinlikle şu tezi gündeme getirmemelerini belirtmiştik. Neydi bu uyarımız; 'Sakın ola ki sizler de CHP'ye, siz de Atatürk'ün kurduğu CHP değilsiniz. Siz de 12 Eylül'de kapatıldınız" Deniz BAYKAL; Aydın DOĞAN, M.Rahmi KOÇ'un beklediği de buydu. Kendi kendilerini inkâr etmek istemiyorlardı. Bu inkârı Türk Tarih Kurumu ya da Türk Dil Kurumu yaparsa CHP mazlum durumuna düşecek ve suçlayacağı yerler olacaktı. Bu arada sahipsiz kalacak ATATÜRK hisseleri bir ATATÜRK Vakfı'na devredilecek, bu vakıf da hisseleri güya Kemalist Gençler yetiştirmek için eğitim faaliyetlerinde kullanacaktı. Vakıf da hazırdı. Mehmet HABERAL da bu konu ile görevlendirilmişti. Uyarılar ve akil insanlar sayesinde Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları bu tuzağa düşmediler. Ancak Aydın DOĞAN'a bu konuda verilen süre TEMMUZ 2008 sonunda, pek çok uzatmalardan sonra doldu. SABANCI CİNAYETİ VE KOÇ ADASI Kardeş SABANCI öldürüldüğünde ortada görünen örgütün aslında taşeron olduğunu ve birileri adına, para karşılığında bu işin yaptırıldığını yazmış ve ısrarcı olmuştuk. O zamanlar bunu herkes "Komplo Teorisi" olarak değerlendirmişti. Ancak, zaman geldi ve "ERGENEKON" zırvası esnasında bu söylediklerimizin ucuna birazcık ulaşıldı ve Fehriye ERDAL'ın Koç Adası'nda gizlendiği de iddia edildi. Bu konu çok fazla medyada yer almadan gündemden düşürüldü. Ancak bu kadarı bile KOÇ'lara yetti. RTE tam bu dönemeçte, bir bedeli tahsil etti ve DEUTSCHE BANK-Türkiye İş Bankası tezgâhını ayrıntıları ile öğrendi. Ardından da bu işin kaymağını neden Aydın DOĞAN'a yedireyim ki diye düşündü. Aynı anda, Aydın DOĞAN da konuyu RTE'nin öğrendiğini öğrendi. Ardından da Almanya'da Deniz Feneri bombası patlatıldı. Sonra da RTÜK Başkanı'nın olaylarla ilgisi ortaya konuldu. Telaşa kapılan RTE, hata yaptı ve AKMAN'a yasa ile zırh uydurdu. Bu olayı çok iyi değerlendiren Aydın DOĞAN da Deniz Feneri RTE bağlantısı bombasını patlattı. DEUTSCHE BANK, Alman Devleti tarafından topyekûn savunulduğundan, Almanya ardı ardına bombaların patlamasını seyretti ve hatta bu konuya büyük katkı yaptı. ŞİMDİ KARTLAR ARTIK EN BÜYÜK HARAMİ ÇETESİ ELİNDE Aydın DOĞAN, hayatının en büyük darbelerinden birini almak üzere. Kısa süre içinde "ERGENEKON" ya da daha uyduruk bir bahane ile Aydın DOĞAN ve ekibinden tutuklamalar olursa kimse şaşırmasın. Hem de hangi gerekçe ile biliyor musunuz? Merhum Abdi İPEKÇİ ve Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'a yapılan suikastların azmettiricisi iddiası ile… Çünkü kartlar artık Türkiye'nin en büyük HARAMİ Çetesi'nin elinde. RTE, DEUTSCHE BANK'tan, Aydın DOĞAN'a bu konuda verecekleri desteğin yarısının kendisine verilmesini istese DEUTSCHE BANK HAYIR mı diyecek? Peki, bu yarım hisseyi RTE, yandaş medyayı daha da kuvvetlendirmek için mi ister yoksa Petrol konusunda mı ister bilinmez. Ama ortada olan gerçek şu. Bu konuda Aydın DOĞAN, M.Rahmi KOÇ ekarte edildi. Sırada Deniz BAYKAL var. O da aşılırsa, bundan alası "Şam'da kayısı". ERGENEKON NEREYE Mİ GİDİYOR? "ERGENEKON", iplerin elinde olduğunu sanan RTE başta olmak üzere ekibinin tamamının başını yemeye doğru gidiyor. Her geçen gün "gizli eller" daha da fazla çalışıyor. Davanın içinde işe yarama ihtimali bulunan bir iki tezgâh da, bir şekilde bozuluyor. "ERGENEKON" dan en fazla zararla çıkacak olanın E.Tuğg. Veli KÜÇÜK olduğu artık herkesçe biliniyor. Hatta E.Tuğg. Veli KÜÇÜK'ün, "SUSURLUK" olayındaki Abdullah ÇATLI konumuna sürüklendiğini herkes görüyor. SUSURLUK'ta üç operasyon üst üste yapılmıştı. Üçüncüsünde ÇATLI ve GONCA "öldürülmüşlerdi". Bekleyelim ve görelim, E.Tuğg. Veli KÜÇÜK nasıl ve ne zaman İNFAZ edilecek? İşte sizlere son günlerdeki RTE'nin dayılanmasının sebeplerinin önemli bir bölümü. Aydın DOĞAN, uçuruma sürüklenirken elindeki hangi dosya ile kendini savunabilir? RTE yanağından "Bir Numara" tarafından makas alındığı gecenin sabahında kendinden geçtiğinde, makam aracının camları kırılıp acil müdahale yapıldığında, hastanede RTE'yi yaşama döndüren bayan doktorun daha sonra GRİPTEN "ÖLÜVERMESİ" (!) dosyası olabilir mi? Neden olmasın?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.