SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Yok, ben genelde basında çıkanlara inanmam, hatta gider adamın kendisi ile tanışır incelerim... Neyse, tüm bunlar nasılsa ortaya çıkacak... M.Agar, Veli Küçük, T.Çiller, M.Yılmaz için birşey diyemem ama bu isimlerle diğerlerini nasıl bir araya koyduğunuzu da şaşkınlıkla izlemekteyim...
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
Mükemmel bir konuya parmak bastınız! Evet, Perinçek Atatürk ü yeni keşfetti. Evet Perinçek "orada burada beyhude dolanmışız, aslında kurtuluşumuz zaten gözümüzün önündeymiş" dedi.... 1977 de bir toplantıdaki konuşmasında "Ergenekondan İstiklal Harbine tüm değerlerimize sahip çıkacağız, Türk ün başka kurtuluşu yoktur" dedi... Aslında o dönem bile çizgisi belliydi ama devlet sistemi olarak Çin-Rusya etkileşimindeydi! Sonra Rusya kalktı "harç bitti inşaat paydos" dedi ve meselenin özüde anlaşılmış oldu. Çin, devlet olarak halkının başına bela olan bir sistem üzerine gücünü kurmuştur. Nerdeyse 50 yıl boyunca yüzbinlerce insanının ölümüne göz yummuştur. Ve Çin Türkleri sevmez.... Perinçek, son 1 yıldır Peygamber Efendimizi incelemekte. "Bana göre iki büyük devrimci var, 1.Muhammed, 2.si Atatürk tür" dediğini, KanalTürk te Cevizkabuğu proğramında, yanında Sayın Yaşar Nuri Öztürk ve Sayın Hüsamettin ..... (soy adını hatılayamadım, RP nin başkanı) varken hepimiz duyduk... Dönüşüm iyiye olursa döneklik olmaz... Kötüye olursa ve zarar verirse döneklik olur! Hepimiz zaman içinde fikirlerimizde değişimler yaşamıyormuyuz; ama az, ama çok... Saygılarımla
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Ah arkadaşım ah... Hala frekans zorluğu çekmekteyiz!!! Ya ben direk anlatma özürlüyüm bu nedenle hep örnekle gidiyorum lütfen kızmayın bana... HY, yani Adnan Oktar, nam-ı diğer Adnan Hoca, bir dönem yahudilik ve masonluk üzerine aylık dergiler bile çıkarmıştı. Kimin ne için finanse ettiği bir yana, bu konuya hiç girmeden, bazı çevreleri o kadar rahatsız etmişti ki; insana atılacak en kötü iftira ile tutuklanmıştı. Sapıklık, cinsel sapkınlık, cemaatçilik ama cinsellik üzerine bir cemaatçilik... Klasik bir yöntem. Bu çamurla uzun süre sesi kısılmıştı... Oysa gerçek böylemiydi? Rahmetli Okkır çetenin kasasıydı! Suçu sabitti! Cenazesi ortada kaldı, üstelik arkada dünya kadar borçla.... Propagandayı iyi inceleyin arkadaşım! Sadece kısa vadeli ses kısma yada gündem oluşturma için ortaya atılan bu iddialar, Türkiye deki çetelerin yada MİLLİ OLMAYAN derin devletin ortadan kalması için değildir... Dahası güçlenmesi içindir.... K.Irak ta 400 Glok tabancanın 380 tanesi kayıp... Tek tek Türkiye de çıkıyor! Hatta Sinan Aygün ün banyosuna bile konmuş... Düşünün artık. Ortada çete çökertme yoktur; gerçek çetelerin ve GLODYAnın rahat hareket edeceği meydan ortaya çıkartılmaktadır... Saygılarımla
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Değerli Arkadaşım; Yazınız tamamen masumane demokrasilerde bireysel yaşam ve inanç özgürlüğünü aynen tanımlıyor. Yazınızı okuduğumda gördüğüm şey ile şuan Türkiyemizde toplum-devlet paralelinde olup bitenlerin ilgisi yoktur.... Her dayatmalı fikrin karşısında dayatmacı karşı fikir doğal olarak ortaya çıkacaktır.... Başörtüsü yasağına karşı başörtüsüne sarılan bir toplumun oluşmasından daha doğal ne olabilir ki? Farkındaysanız, "türban" kelimesini hiç kullanmıyorum. Hadiseye masum bir başörtüsü olarak bakıyorum ki; türban konusu bana göre konuşulacak birşey bile değildir... yukarıdaki yazılarımda satır aralarında zaten bu mevzunun neden ısıtıldığını yazdım. Bu tamamen ortak paydada uzun yıllar önce birleşmiş olan Vahabilerin ve Vatikan ın ortaya attığı koca bir YALANdır.. Siz dilediğiniz kadar değil deyin; son 20 yıldır bu olayın adım adım gelişmelerini ve rantını yakından izlemiş biriyle konuşuyorsunuz bunuda belirteyim... 1987 yılından önce, Türkiye de, devlet daireleride dahil, hiç bir okul yada üniversitede başörtüsü konusu gündemde değilken ne oldu da ortalık biranda karıştı? Çünkü inancı siyasete alet ettiler... Çünkü insanımızın "iman"ını suistimal ettiler... Çünkü başa gelmek için ortaya koyacakları başkada bir farklılıkları yoktu.... Tek farkları tüm tarikat yada cemaatler ile ortak paydada anlaşmalarıydı, o kadar! * * * Meselenin özü şudur arkadaşlar.... 1940 lardan 1960 lere kadar avrupa hayranlığı peşinde koşan zihniyet, Anadolu insanımıza avrupai yol güzargahına girmesi için baskılar yapmıştır. 1960 lardan 1980 lere kadar da ABD keşfedilmiş; ve zihniyet ABD ci olma yönünde baskıya kaymıştır... Her dönem içinde olup bitenlere baktığımızda karşımıza çıkan şey, milletin yada devletin bekası düşünülmeden, illede birilerinin bize dayattıklarının peşine düşmemizi sağlamalarıdır... 1980 lere komünizm Türkiye için bir tehditken; bugün baktığımızda o dönem için asla böyle bir tehditin var olmadığını görüyoruz... 1980 den sonra, tarikat ve cemaat eksenli yapılanma başlanmıştır. Hey haaatt... Arap emperyalizmiyle 10 yıl yol almışken, bir anda AB ve ABD baskıları üzerine siyaset yapan bazı insanlar başımıza gelmiştir... Sayın Erbakan Arap Birliği derken, Sayın Çiller ve Erdoğan Avrupa Birliği demiştir... Sonuçta ha anam ölmüş ha babam ölmüş ne değişir ki? İllede yabancı emperyalizmine kucak açmışım ne farkeder ki? İşte başımıza gelenlerin asıl nedenleri bunlardır.... Yıl 1986, Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Meram Yolundaki yerleşkeden şuan ki kampüse taşınmıştır... O zamanlar şehirden 20 km uzakta kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde olan fakülteye ulaşım sadece belediye otobüsleri sayesinde olmaktadır.. Az otobüs, tıkış tıkış yolcu... O dönem B.Şehir Belediye Başkanı Ahmet Öksüz. Velilerden bu sıkış tokuş yolculuklarda meydana gelen çirkin olaylardan dolayı çok büyük baskı görmüştür. Başkan sonunda "BAYANLARA ÖZEL" bir araç tahsis etmek zorunda kalmıştır... Belediyenin görevleinden biride talepler doğrultusunda yeni düzenlemeler yapmak zorunda olmasıdır.... Tam haıtlamıyorum ama ya 1987 de yada 1988 de yerel seçimler yapıldı. Sayın Erbakan Konya Belediyelerini 4-0 ele geçirdi. Ve belediye başkanımızın ilk açıklaması "biz türbanlı kızlarımıza özel otobüs kaldırmaya başladık"... Kayseride bir dostumuzun evinde iftar sofrasında haberlede bu sözleri duyduğum anda söylediğim şey "eyvah türbanın arkasına saklanıp hükümet kurmak istiyorlar"... O güne kadar tek bir öğrenci üzerinde "türbanlı" yada "başörtülü" diye bir tepki yoktu. Böyle bir çatışma ortamından zerre eser yoktu... Ama bu yalan üzerine "siyasal simge" olduğu tescillenir teşcillenmez bir anda büyük tepki aldı... Zaten istenende buydu! Tepki almalıydılar ki halk desteğini arkalarına alsınlar. İşte o yüzden Sayın Erbakan böyle bir yalanın rahat rahat söylenmesine izin verdi. Bu çatışma ortamı zaten özgür olan insanımızın özgürlüklerini yok etmek adına ortaya çıkmıştır! Biz ne kadar bu konuda onların istediği davranışı sergilersek, onları daha çok başarıya; yani din üzerinden "rant" elde etmelerine yardımcı olmuş olacağız.... Dikkat edin, bu sayede "ÖZGÜRLÜKLER KISITLANMIŞTIR" dedim... Zaten özgür olan insanları bu şekilde kendi elleriyle cendereye sokmuşlardır... * * * Ben bilsem ki Türkiye ye şeriat gelecek amaaaaa hakkıyla bir şeriat; en önde ben koşarım! Zira gerçek manada yani Efendimiz (s.a.v.) in emrettiği şeriat dünya üzerinde en güzel yaşanılacak sistemdir... Ama öyle olmayacak! Bizlere "din" yada "şeriat" ile dayatılacak olan şey, bazı özel ellerin hazırlamış olduğu değişik KÖLELİK sistemi olacaktır.... En baştada kadınlarımızla buna başlamış oldular... Saygılarımla Not: Hz.Kuran-I Kerimde geçen "yahudi ve hiristiyanlar" tanımlamalarını ve müslüman ilişkilerinin bugün ne kadar çarpıtılarak aktarıldığına bakın arkadaşlar...
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
Siz çok yaşayın emi arkadaşlar Hem AB düşmanı olacağım hemde ilk fırsatta AB ye kaçacağım, uydumu yani? Benim imzama biraz dikkatli bakarsanız; AB-D ninde, Rusya nında, Çin inde, Arabistan ında emperyalizminin bize zarar verdiğini; hatta bizlerin 20 YY.la damgasını vuran devlet sistemimize daha sıkı sarılmamız gerektiğini vurgusunu görürsünüz.... Az sabır lütfeeenn! Hastalıktan işe gidemedim kaç gündür....
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
Dökümanın aslı Ofisimdeki PC de, ben perişan grip olmuş durumdayım! Yazınızı okudum, sadece biraz sabır rica edeceğim...
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Evet asıl fırtına maddi anlamda ortada paylaşılacak emtia azalınca, artık eskisi gibi paralar akmamaya başlayınca kopacak... Hatta başladı bile! İlk kapışan en tepedekiler olmadımı?
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Tamam iyi hoş aynı fikirfeyiz ama burada sözü geçen Ümraniye çetesi değildir asıl çete(ler)! Yazdıklarınız (olaylar falan filan) güya bu çete tutuklanıp yönetimine darb vurulduktan sonra bittimi? Güngören olayı bile başlıbaşına inanılmaz büyük bir oraganizasyon işi. Bence dışarıdakiler çete, içeridekiler masum...Elbette zaman için göreceğiz!
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Değerli Arkadaşım; Yazında bazı yerlere katılmakla beraber bir çok yerini eleştirmeden geçemiyeceğim... Biz kavramların netleştirmek zorundayız. "Kalıpçı" bir yapı "din devleti" ni temsil eder, ki herkezin iman ve inanç kabı farklı olacağından zaten başarı göstermesi mümkün değildir.... Müslüman Arapların yayılmacılığını araştırısanız, başlangıç ve gelişme dönemindeki sosyal ve ekonomik paylaşım, toplumsal kültür, ilim ve bilim alanındaki ilerlemeler ile gelişmenin durduğundaki yapıya baktığınızda; merkezi idareye ve dolayısıyla halka ganimet aktıkça devlet otoritesinin yerinde olduğu görülmektedir.... Oysa, Selçuklu da devlet yönetimi ile din işlerinin ayrılması, uzun ve kalıcı bir devlet yapısının ortaya serilmesini sağlamıştır... İşte bunun adına "laik"lik deniyor arkadaşım.... Dinin toplumsal hayattan çıkarılması diye birşey yok... Biz hala üniversitelerde türban konusunda dayatma yapmaktayız farkındamısınız? Bakınız arkadaşım, ben içki içmek istiyorum! Ama Ankara da yasak... Doğrumu? Dün türbandı konu, sonra "müslüman cumhurbaşkanı" dendi, sonra sigara yasağı geldi (hoş onca fabrikayı kapatmak, ithalatı durdurmak, tütün çiftçisini başka ürüne yönlendirmek varken, sadece vatandaş tarafında dayatma var), sonra içki yasağı! Ortada "özgürlük" kisvesi altında Türkiye Cumhuriyeti yok edilmek isteniyor ve bununda siyasal simgesi türbandır... Hala söylüyorum, üzerine basa basa söylüyorum; islamda türban yoktur; eğer benim eşim türban örterse onu boşarım! Benim hiristiyan adeti ile işim yok.... Vahabiliğin kendi emperyalizmini yayma derdi, vatikanın müslümanları biri birine düşürme derdi ortak çatıda birleşti ve karşımızı ülkemizde 20 yıldır, başka ülkelerde 30 başkalarında da 50 yıldır bu türban tantanası sürmektedir.... Arabistan Kralı bu yola 100 milyar dolar para harcamıştır. Bu dayatmanın asıl kaynağı "Allah(c.c.)ın emri" olduğundan değil; birilerinin isteğindendir... Ve samimi inanan insanları mahfeden, onların eğitim haklarına kadar tüm yaşamlarını darma dağın eden, işte bu zihniyetle yola çıkıp türbanı siyasal simge yapanlardır. Bu vebalinde altından kalkamayacaklardır.... Bu işin başlangıcı 1987 dir... Saygılarımla
-
AKP NEREYE KOŞUYOR!
Aynen öyle arkadaşım... Belki iyi yönetecek partilerde var ama biz illede show dünyasındaki isimlere takıldığımızdan, onların varlıklarından bile haberdar değiliz; yada zamanında onlara yapıştırılmış lekelere takılıp kalmışız.... Tüm seçmenler zaten AKP ye oy verdi; yine AKP ye oy verecek!! Başka partiyede verse yine AKP ye oy vermiş olacak! Başa AKP geçmese de yine AKP oy vermiş olacak.... Saygılarımla
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Arkadaşım; Devlet içinde derin devlet var dersen tüm kurum ve kuruluşları töğmet altında bırakmış olursun! Ancak, devlet içinde olan ve fakat GLODYA diye tabir ettiğimiz başkalarına hizmet eden ve/veya direk olarak başkaları tarafından göreve getirilmiş insanlar var diyorum. Neden çelişeyim ki! Bir örnek verecek olursak "falan kurum rüşvet yer" dendiğin, o kurumu karalamış olmazmıyız! Siz direk "devlet" diyorsunuz. Oysa ben , artık 20 yıldır derin devletimiz yok, başkalarının güdümünde GLODYAmız var.. Ve avrupadaki Türkler konusunu işleyeceksek, başka bir başlık altında yazalım isterseniz. Burada link vermek isterdim ama reklam olarak görülecektir. 2 yıl boyunca yazıştığım, uğraştığım, konuştuğum insanların, hani sizin yazdığınız MHP...BBP... falan filan partilere bakışlarını; bu siyasi partilerin bu insanları nasıl kullandığını, sözde kendine yazar ve tarihçi diyenlerin Türkiye hakkında neler öğrettikleri, bizlere nasıl baktıklarını tek tek yazalım isterseniz... Size cümle kurarken aradan neyi cımbızlayacağınızı diye düşünmeye başladım! Saygılarımla
-
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
Ben onun bunu bilmem arkadaşlar; Asker devlet yönetiminde yada siyasette acemi değildir. Askerin darbe yapacağını ancak hissedersiniz ama asla ve kat-a bilemezsiniz.... Zira askerin misyonuna terstir bu! Öyle ya, bu kadar istihbarat zaafiyeti olan bir ordunun gücünden şüphe edilmezmi? Diğer yandan, emeklide olsan bile askersindir. Kaldı ki paşalar emekli olduklarında bile askeri lojman kullanmaktadırlar. Yani vefat edene kadar paşalarda askerdir... Bu durumda, olup bitenler bana hala kurmaca geliyor. Biliyorum bazı arkadaşlar bana içten içe kızıyor ama doğrusu bu. Asker darbe yapacaksa, bunu ne şimdi nede 10 yıl sonra öğrenemezsiniz. Ancak yapınca öğrenirsiniz ki bu da illede olduktan sonra olur... Kaldı ki ne Türkiye eski 80 öncesi bir durumda, ne de dünya... Çok çok 27.Şubat benzeri post modern bir muhtıra darbesi yapar; ki bunun içinde kanun kitap bildiği için kendinin yargılanacağı hiç bir olasılık bırakmaz... Ya ben orduyu yanlış tanıyorum, yada yazan-çizenler yanlış biliyor... Saygılarımla
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Sayın Arkadaşım; "Laik"lik kavramını anlamanın en güzel yolu; tüm dünya insanlarını, kültürlerini ve dinlerini ortak ticaret yapar hale getiren sistemi kurmaktan geçer!!! Bu nasıl olabilir? Ne kendi ırkınız, ne dininiz ne de diliniz ön plandadır. Tüm insanlık eşittir ve evrensel kanunlar kabül görmüştür. Elbette etkilenmeler, alıntılar, hatta dinsel bazı kanunlarda işin içine girer ama amaç insanlığın devlet yönetimidir... Devlet içinde temelde kanunların "din" bazlı olmayışı, o devleti dinsiz yapmaz( Bkz:Japonya, Fransa, Almanya..). Yada bir devletin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları ve meclisi olmasıda o devleti demokrat yapmaz (Bkz:İsrail, Vatika... başka yok!). Burada önemli olan, din kavramının bireysel olmasıdır. Toplumsal olduğunda; şeriat denen bir sistem ortaya çıkar ki bugün İsrail in yaşadığı durumda bundandır. Bakınız çevresinde hiç iyi olduğu komşusu varmıdır? Bizler müslüman gözü ile İsraile bakıyoruz. Oysa bir yahudi gözüyle baktığımızda aslında doğru yapmıyorlarmı? Yani dinlerinin emrettiğini yapmıyorlarmı? Peki çevresindeki insanlar mutlumu? Ne demiştik, "Kul hakkı yemiyeceksin"... değilmi? İşte bu nedenle devlet rejimleri din odaklı olamaz. olursa da ortada canı yanan, yani "ah" eden onca insan olur... Saygılarımla
-
işte deniz feneri
'Deniz Feneri'nin bekçisi Erdoğan mı Yalçın Bayer http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/983933...61&sz=25833 BAŞBAKAN Erdoğan, bu kadar sert çıkışları neden yapıyor? Zamanlamaya bakıldığında bunun yanıtı açık: Deniz Feneri ile ilgili yayınlar yüzünden... Peki Deniz Feneri ile ilgili yayınların zamanlamasını kim yapıyor? Alman savcılığı ve Alman mahkemeleri... Bütün bunların Türkiye'de olan bitenlerle bir ilgisi var mı? Yok. Peki Başbakan neden bu kadar sinirli ve kendisine Doğan Grubu'nun cephe açtığı gibi bir kanaate vararak yakışıksız bir saldırıya geçiyor? Çünkü Almanya'daki Deniz Feneri ile ilgili duruşma haberlerini sadece Doğan Grubu'nun gazete ve televizyonları veriyor. Erdoğan'ın denetimindeki medya verebiliyor mu? Hayır! 'Dinci medya' bunları yayınlamaya cesaret edemiyor; çünkü iktidarla göbek bağları var. 1950'lerde böyle gazetelere 'besleme basın' denirdi. Deniz Fener yolsuzluğu da bu nedenle daha öne çıkıyor. Esas fırtına önümüzdeki hafta kopabilir. Çünkü Alman mahkemesi, kararını açıklayabilir. AMPUL+FENER Devam edelim: Deniz Feneri'nin gerçeği ne? Kanal 7... Bu kanala kim kol-kanat gerdi; hangi 'yenilikçi', Erbakan'ı ikna etti? Sebahattin Önkibar, Yeniçağ'daki köşesinde şöyle yazdı: "Evet, bakmayın şimdi Tayyip Bey'in Kanal 7 ile ilişkim yok demesine, bu kanalın mimarı ve perde gerisindeki kurucusu bizatihi kendisidir." Erdoğan, başkanlığı döneminde Büyükşehir Belediyesi'nin TV kanalını yandaşlarına olan Kanal 7'cilere vermedi mi? Altlarına araziyi kimlerin tahsis ettiği unutuldu mu? Zekeriya Kahraman ve Zahid Akman baştan beri kimin yanındaydı? Erdoğan'ın yanında AKP'nin 'ışığı'na yönelmediler mi? 'Aksaçlılar'a ihanet edilmedi mi? İlk dönemde Kanal 7'nin Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yürüten, daha sonra FP'ye Genel Başkan olunca ayrılan Recai Kutan (yerine Zekeriya Kahraman getirildi) bugün bu konuda neler düşünüyor acaba? Bir başka gerçeklerin de ortaya çıkması beklenebilir. Mübarek ramazanda Tayyip Bey gene sinirlenebilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, bu grubun (Kanal 7) şirketlerine İstanbul Meslek Edindirme Kursları (İSMEK) üzerinden verdiği trilyonluk ihaleler! Gazeteciliğin gereği olarak haliyle bu haberler daha da gündemde ağırlığını sürdürecek. (Tabii anlamak isteyenlere!) Tabii 'işbirlikçiler'in adları ortaya çıktıkça tartışmalar daha da büyüyecektir. Ve Deniz Feneri'nin Almanya ile Türkiye arasında yürüttüğü bütün yasadışı para işlemlerinde adres AKP'ye ve Erdoğan'ın yakınlarına doğru yöneldikçe bizler daha çok hedef olacağız. Hani AB'cilerin 'demokratik ve özgür' basını? Erdoğan, bu 'karanlık ilişkiler sistemi'nin açığa çıkmasından mı korkuyor? Deniz Feneri dönüp dolaşıp AKP'yi aydınlatıyor. Sahi Başbakan, bir yakının söylediği gibi Kocaeli Garnizon Komutanı'nın Kandıra Cezaevi'nde iki paşayı ziyareti nedeniyle mi kendisini tutamadı da bu anlamsız sözleri sarf etti? Erivan'ı gündemden düşürmek için mi? Bir söz vardır; keser döner, sap döner, Bağdat'tan hesap döner. GÜNÜN SÖZÜ "MÜSLÜMAN bir ülkede saçı bitmedik yetimlerin, fukaranın, mesakinin (miskinlerin) hakları yeniyorsa, orada durum çok fena demektir. Saçı bitmedik yetimlerin haklarının yenmesi genelleşince azaba, felaket ve afetlere, her türlü bela ve musibete uğranılır. Allah zalimleri sevmez." (M.Şevki Eygi) Arşivden bir belge çıktı ALMANYA'daki Deniz Feneri e.V. davasında Türkiye'ye kuryelerle yaklaşık 7 milyon Euro aktarıldığı Alman yargısının iddianamesinde ortaya çıktı ya... Bunun dışında yeni bir bilgiye göre, Almanya Deniz Feneri'nin Eylül 2006'da Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'ne 200 bin Euro transfer ettiği İçişleri Bakanlığı'nın resmi belgelerinde yer alıyor. 200 bin Euro, 12 Eylül 2006'da iki ayrı parti halinde gönderilmiş... Bu transfer, İçişleri Bakanlığı kayıtlarında 'hibe' başlığı altında ve 34-090/003 kütük numarasında bulunuyor. Almanya'dan Türkiye'ye aktarılan paraların belgesi, hükümetin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in 16.10.2006'da TBMM Başkanlığı'na verdiği soru önergesine gönderilen resmi yazılarla ortaya çıktı. CHP'li Ateş, Başbakan Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği önergede "Uluslararası kuruluşlardan, yabancı uyruklu kişilerden, her ne ad altında olursa olsun, yardım, bağış alan kaç sendika, dernek, vakıf, meslek odası vardır? İsimlerini açıklar mısınız?" sorusuna yer vermişti. Ateş'in soru önergesine, Başbakan adına dönemin Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin ile dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu yanıt verdi. Aksu'nun, Şahin'e gönderdiği 4.12.2006 tarihli yazının ekinde, yurtdışından yardım alan dernek ve vakıfların 77 sayfalık listesi yer aldı. Yazıda, Dernekler Yasası'na göre, derneklerin, önceden bildirimde bulunmak kaydıyla yurtdışındaki kişi ve kuruluşlardan yardım alabileceği belirtildi. Yazıda, dernekleri bakan veya mülki idare amirlerinin en az 24 saat önceden bildirilerek denetleyebileceği vurgulandı. Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği, Almanya'daki skandalın dava duruşmalarının basında yer alması üzerine bir açıklama yapmış, bu haberleri "mesnetsiz bir kampanya" olarak nitelendirmişti. 70 MİLYONLA DALGA CHP Genel Başkan Yardımcısı Ateş, kendisine iki yıl önce verilen bilgilerin devletin arşivinden çıktığını vurgulayarak "Görüldüğü gibi organik bağ var ve içli-dışlı çalışıyorlar. 'Organik bağ yok' demek, bu ülkenin 70 milyonuyla dalga geçmektir" dedi. "Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde devlet bu kadar savunmasız olamaz" diyen Ateş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Her isteyen kuruluş dışardan istediği kuruluştan yardım alamaz. Böyle bir serbestlik hiçbir ülkede yok. Dernekler Kanunu'nun buna izin veren maddesi AKP döneminde düzenlendi. RTÜK Başkanı şimdi kalkmış, bu haberleri yapan basın yayın organlarını tehdit eder bir görüntü içinde; bir de RTÜK flamasını, yaptığı usulsüzlüklere kalkan olarak kullanıyor."
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
Kongre Raporu: Anlaşmazlıkların kaynağı laikliktir Raporun satırları arasında yukarıda sayılan olumsuzlukların kaynağını bulmak zor değil. Rapor diyor ki: "Bugünkü anlaşmazlıkların ana kaynağı Osmanlı'nın yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuş ortamında oluşmuştur." Bu satırları yorumlamaya gerek yok. Rapor kargaşanın nasıl yaratıldığını şu sözlerle açıklıyor: "Mustafa. Kemal Atatürk, çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine geçirmek istedi." Amerika raporu, güncel operasyonu tarihsel nedenlere bağlamakta gecikmiyor: "Laikliğin kurumsallaştırılması Kemalistler ve çoğunlukla İslamcılar olarak adlandırılan muhafazakâr Sünni Müslümanlar arasında, günümüzde de sürmekte olan, bir gerilim yaratmıştır." Bu raporla ne yapmak istiyorlar ? Demez misiniz ? Kimileri şöyle diyecektir: "Rapor başımıza gelenleri ne güzel açıklıyor değil mi ? Eloğlu bile anlıyor çektiklerimizi..." Bunun çirkin bir oyun olduğunu görebilecek olanlar da, karşı çıkma yerine susmayı yeğlemiyorlar mı ? Toplumsal dayanışmayı ve birliği sarsmaya dönük, tarihsel gerçekleri ve olayların nedenlerini göz ardı eden rapora göre, devletin kuruluş aşamasında, "Sünni Müslümanlar" ile "laiklik kurucular" arasında, bir çatışma yaşanmış oluyor. Hayır, iş bu kadarla da kalmıyor. T.C. devlet düzenini destekleyen halkın çoğunluğunun "Sünni" mezhebinden olduğunu saptadığından, yeni bir tanımlama yapıyor: "Muhafazakâr Sünni Müslümanlar." Böylece çatışmanın merkezine Osmanlı-T.C. zıtlığını koymakla yetinmiyor, daha alt bölünmeler, daha doğrusu, Batı dünyasınca sahip çıkılması gereken bir toplumsal öbek daha yatıyor. Gerçekte halkın onaylamadığı bir sürtüşmeyi, gündeme taşımanın kimin işine yaradığını düşünmeye değer. Buradan çıkarak, ABD'nin amacını değerlendirebiliriz. Tarihsel bağlantıdan sonra günümüze atlayan rapor, "28 Şubat 1997 Ültimatomu"na geçiyor ve Refah Partisi'nin iktidardan uzaklaştırıldığını, "Hijab" ve "Başörtüsü" sorunu olarak nitelendirdiği "türban" olaylarını vurguluyorlar. Rapor, kadın öğretmenlerin işten atılmış olduğunu belirtiyor ve Merve Kavakçı'nın durumunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Rapor, din hürriyetinin kısıtlanması kapsamında, "28 Şubat Ültimatomu" ile "imam hatip özel okullarının kısıtlandığını" saptıyor. Bu arada anımsatmalıyız ki, Merve Kavakçı'nın meclise doğru yürüyüşü olmasaydı, Türkiye'deki din hürriyeti konuları Amerikan devletinin resmi raporlarına bu yoğunlukta geçmeyecekti. Merve Kavakçı Mayıs 1999'da "Onların demokrasi testinden geçirdim. Sınıfta kaldılar" diye açıklama yaparken, bu katkısının bilincinde miydi? Sonraları Avrupa'da, Londra'da İngiliz parlamentosunda ve Georgetown Üniversitesi'nde aynı çizgide konuşmayı sürdürdüğüne ve Hamas'ı destekleyen Amerikan Müslümanlarının kurdukları örgütlerin ABD yönetimiyle görüşmeler yapmaları ve Türkiye'nin cezalandırılmasını istemelerine bakıldıkta, Merve Kavakçı'nın katkısının, daha doğrusu onun, "Din Hürriyeti" senaryosundaki ve şu ‘Lozan Raporu'ndaki değeri herhalde anlaşılmış olacaktır. ABD raporunda, uluslar arası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve üzerinde yasal bir denetim yapılamayacağı belirtiliyor. Bunun anlamı, Varşova-1998 konferansında ABD delegesi Leyla Al Marayati'nin söylediklerini, Lozan antlaşmasının ele alışındaki yaklaşımı, raporun yayındaki zamanlamayı ve "Müslüman etnik azınlık" nitelemelerini yeniden gözden geçirmek yeterli olacaktır. O günlerde, RP Milletvekili Oya Mughisuddin'in Avrupa'da yapılan bir konferansta "Müslüman azınlık hakları tanınmıyor" diye yakınmasını ve TOSAV danışmanlarından Prof. Baskın Oran'ın AB ve İstanbul Barosu'nca düzenlenen " Türkiye'de Azınlık Hukuku" konferansında Lozan antlaşmasında yalnız Hıristiyanlara değil öteki etnisitelere de azınlık hakkı tanındığını söylediğini eklersek raporun öncesi ve sonrası kolaylıkla anlaşılabilir. Daha önce de belirtildiği gibi ‘project democracy' her kesimi birleştirir. Ortak paydanın adı çok kültürlülük için zenginleştirilmiş Amerikan tasarımlı demokrasidir. Din devleti yolunda yürüyenlerle, etnik azınlık milliyetçiliği yaparak yabancı egemenlerle ilişkilerden yararlanmak isteyen sözde aydınlar, ayrılıkçılar, para piyasası oyuncularının önünü açmak üzere "liberal enternasyol" e katılanlar aynı cephede birleştiler. Birleşenler, ABD'nin cumhuriyet devletinin kuruluşundan bu yana dayattığı Lozan Antlaşması'nın geçersizliği kurgusunun AB'nce kabul ettirilen ve Türkiye'yi yönetenlerce canı gönülden kabul edilen değişimlerle başarıya ulaştı. T.C. Başbakanlığı bünyesinde oluşturulan İnsan Hakları Komisyonu, Lozan Antlaşması'nda Müslüman azınlıklara haklar tanındığına, her türlü dilde eğitimin serbest bırakılarak dayatmacı "Kemalist" rejimden vazgeçilmesinin gereğine hükmetti. İşin temeli, komisyon raporundan önce, TOSAV'ın Türk-Kürt sorunu çalışmalarıyla biçimlendirdiği anayasa taslağıyla, A.B kuyruğuna takılan TUSİAD'ın raporlarıyla, İbrahim Kaboğlu'nun düzenlediği ve Yunanlıların büyük bir iştahla katıldığı Anayasa reformu panelleriyle atıldı. Çatısı da TESEV desteğiyle hazırlanan, Baskın Oran imzasını taşıyan "Türkiye'de azınlıklar: kavramlar, Lozan, iç mevzuat, içtihat, uygulama" raporuyla kapatıldı. Başbakanlık Komisyonda yer alan kuruluş ve kişilerin ABD hazinesinden NED kanalıyla ve AB fonlarından aktarılan paralarla ve düşünsel katkılarla kurulan örümcek ağına bağlanmalarında önemin bir kanıtı gibidir. Söz konusu birleşmenin, hükümet edenlerin geçmiş açıklamaları ve ABD temasları da göz önüne alındığında, operasyonun ne denli kapsayıcı olduğu da anlaşılacaktır. Komisyon üyesi 73 kişiydi. Kişilerden, dernek ve vakıflardan bir kaçının adını sıralamak bu yargıyı güçlendirecektir: İbrahim Kaboğlu(başkan), Baskın Oran, İhsan Dağı, Yılmaz Ensaroğlu (mazlumder), Kamil B. Raif (TDV), Zafer Yayvan (TUSİAD), Türkan Saylan (ÇYDD), Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (Kadın İnsan Hakları Vakfı), Levent Korkut (LDT Derneği), Şenal Sarıhan (Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği), Ali Doğan (H. Bektaşi Veli A. K. Vakfı), Mustafa Şimşek (Birlik Vakfı), Handan Soğuk ( İKV), Bülent Tamer (Helsinki Yurttaşlar Derneği). Bağımsızlık ve egemenliği korumakta duyarlı davrananları ‘Sevr' sendromu yaşamakla aşağılayanların görüşleri bu raporda "tarihsel ve siyasal neden: Sevr Sendromu" başlığıyla devletin resmi belgesine geçmiştir. "Yeni Zemin" , "Yeni Sözleşme" , "Uzlaşma Anayasası" gibi örümcek ağına tutulanlarca kullanılan örtülü adlandırmalar bir yana bırakılmış ve bu raporda "Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikle ve toplumsal örgütlü kesimlerin katılımıyla yeni baştan yazılmalıdır" maddesiyle açığa vurulmuştur. 2004 yılı ‘azınlık hakları' konusunda sürdürülen operasyonun başarılarına tanık oldu. Prof. Baskın Oran TESEV'in katkılarıyla bir azınlık raporunu kitap yaptı. Ayrıca, ‘Azınlıklar Vakfı' da kuruldu. Doğu Anadolu'dan çok sayıda belediye başkanının da aralarında bulunduğu yüzü aşkın kişi Herald Tribune'de bir ilanla Kürdistan'a özerklik istediler. İmza sahipleri arasında ERNK'nin İslamcı kanadının başkanı Abdürrahim Düre'de yerini aldı. ABD'de hazırlanan Lozan raporuna ses çıkarmayanların bu gelişmeler karşısında seslerini yükseltmeleri yadırgatıcıydı, ama bu sesler bile çok kısa sürede sönüp gitti. Arkalarında kurumsal destek olsaydı uzun soluklu bir toparlanış olabilir miydi, sorusunun temeli olamazdı. Çünkü destek vermesi gereken kurumlar, Erbil'de açılan Kürdistan parlamentosunun ABD ve Batı Avrupa tarafından açılışta temsil edilerek desteklenmesi karşısında susmuşlardı. Açıktan kurulan sivil ağın düğümleri ile askeri ile askeri işgalin ilmikleri sonunda birleşmişler ve Ortadoğu'da barış ve istikrarın yok olmasında bir araç rolünde oynayan Kürdistan Güney Devleti anayasasının şu giriş maddesi bile Lozan'ın çoktan yok sayıldığının kanıtı olmuştu: "1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması'nın 62-64 nolu maddeleri Kürtlere self-determinasyon hakkını tanımasın rağmen, uluslar arası çıkarlar ve siyasal dengeler Kürtlerin bu hakkı elde edip uygulamaya geçirmelerini engellemiştir. Sevr Anlaşmasına konulan maddelerin tersine, Güney Kürdistan 1925 yılında, kendi halkının iradesi dikkate alınmadan dört yıl önce yani 1921 yılında kurulmuş olan Irak devletine müsadere edilmiştir. 25 Aralık 1992 tarihinde, İngiliz ve Irak hükümetleri Kürtlerin kendi yönetimlerini kurma hakkını tanıyan bir açıklama yayınlamışlar ve Kürt temsilcilerinden hükümet biçimini coğrafi sınırları ve Irak ile siyasal ekonomik ilişkilerin biçimini belirlemeleri istenmiştir." Yıllardır: "Sevr" bir sendrom mudur, değil midir, diye tartışılırken: işi din ifade özgürlüğü bağlamında hafife alan kişi ve kurumlar bu maddeyle bile uyanmamışlar; hatta onlar karşısında göstermelik bir iki demeçten sonra susmuşlar; stratejik müteffiklerinin planlarını destekleme hesaplarını gözden geçirmeyi bile görmüşlerdir. Bu yorumları şoven ya da aşırı ulusalcı olarak değerlendirecek olan sözde barışseverler, Lozan Antlaşması'nın Ortadoğu'da ve tüm dünyada ezilen ulusların başkaldırısının, barışın ve dayanışmanın bir belgesi olduğunu gelecekte siyasal yorum kitaplarında okuyunca acı duyacaktır. Ne ki acı duymanın tarihsel sorumluluğu ve insanlığa karşı işlenen suçları ortadan kaldırmadığı da, sıradan bir gerçektir.
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Açıkça yazıyorum arkadaşım... Milli olmayan güçler devlet içinde konuşlanmıştır... Ümraniye soruşturması ile göz altına alınanları lütfen mercek altına alın. Eğer bu insanlar içinde, üç kuruş maaş aldığı halde, eğer babadan-anadan miras kalmadıysa, içinde bulundukları zenginliği inceleyin. İşte bu insanlar gerçekten çetecidir. Ama tutuklanan (tam sayısını bilmiyorum) onlarca insan içinde gerçekten çeteci 3-5 kişiden öte değil. İlk yakalanan ve el bombası eylemi yapanlar zaten polislikten ve askeriyeden refize olmuş (kibarca atılmış) insanlar. Maşa yani... Ama Doğu Perinçek, Serhan Bolluk, Ferit İlsever, Rahmetli Okkar, Eruygur Paşa, Tolon Paşa, Doç.Ümit Sayın, Emin Gürses Hoca.... (Veli Küçük hariç) bakınız bu insanların mal varlığına. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sinan Aygün zaten müteahhit ve oldukçada zengin birisi. Yani kasasında çıkan 3 milyon euro filan değildir onun parası! O para acil durumlar için nakit yedek akçedir. Hani hepimizin kıyıda köşede sakladığı üç kuruş para gibi... Eğer Sinan Aygün ün parası üzerine oyun oynanacaksa, Taşyapı İnşaatın ortaklarını ve paralarını da incelemenizi rica edeceğim.... Hatta hangi örgütlere(!) finansörlük yapıyorlar araştırın ve görün. Belgelerle sabit olan Albayrakların arsa imar planı için İstanbul Belediyesi üzerindeki etki ve yetkilerinide araştırmayı unutmayın! Bu konuda savcılığa sunulan gizli kamera keyıtları, resmi belgeler, ses kayıtları olduğu halde, tek bir tutuklama yada dava açma eylemi yapılmamıştır. Konuyu dile getiren ve bunca belgeyle şikayetçi olan vatandaş ortalarda yoktur, akibeti bilinmemektedir. Susurlukla ilişkili olduğu iddia edilen Ümraniye Soruşturmasında, o araçtan sağ çıkanlar neden yoktur? Buna cevap verecek babayiğit varmıdır? Burada herşeyi açık açık yazmam yakışık almaz. Eğer ortada bir temizlik olacaksa, hakikaten ayan beyan bilinenlerle başlamak doğru olmazmıydı? Eğer bilinen çetelerle uğraşılmıyorsa ve alakasız insanları ne olduğu belli olmayan birinin ifadesi ve bir gazetecinin(!) yazmış olduğu romandan yola çıkarak tutuklanıyorsa, bu işte çete temizliği değil; yeni çetelere yer açmaktır. Yada ayak bağı olanları susturmaktır.... Mesela; Aşağıdaki yazı gibi... İşçi Partisi’nin, 1996’da Ortaya Çıkardığı Çiller Özel Örgütü, Tetikçinin Ailesi Tarafından Tescillendi! Son günlerde bazı medya organlarında, 2005 yılında Bursa’da öldürülen, Susurluk davası hükümlüsü, özel harekâtçı Oğuz Yorulmaz’ın annesinin “Oğlumu memur verdim, çete yaptılar… Oğlum devlet adına 94 kişiyi öldürdü… Mehmet Ağar, Tansu Çiller şimdi konuşsun, bu işin içinde Susurluk’un parmağı var…” açıklamalarına yer verilmiştir. Anne Yorulmaz, yaşadığı evlat acısına karşın, oğlunu koruma kaygısına kapılmadan çok önemli bir gerçeği tescil etmekte ve Gladyo’nun adresini vermektedir. GLADYO’NUN TAŞERONU: ÇİLLER ÖZEL ÖRGÜTÜ Anne Yorulmaz’ın gündeme taşıdığı ve oğlunun da tetikçisi yapıldığını ifade ettiği bu örgüt; İşçi Partisi tarafından 1996 yılında açığa çıkarılan Çiller Özel Örgütü’dür. SüperNATO, Kontrgerilla, Gladyo vb isimlerle anılan ve Amerikan emperyalizminin ülkemizdeki yıkıcı-karanlık faaliyetlerini yürüttüğü taşeron örgütlenmeler, çeşitli dönemlerde farklı isimler almıştır. ABD tarafından başbakanlık koltuğuna paraşütle indirilen Tansu Çiller ve ekibi, MİT, Emniyet ve TSK gibi devlet kurumlarının bazı görevlileri ile uyuşturucu-silah mafyası ve ülkücü mafya diye anılan suç örgütlerinde yer almış bazı kimselerden oluşan bir Özel Suç Örgütü kurmuştur. Çiller Özel Örgütü olarak anılan bu Gladyo yapılanması, devlet olanaklarını kullanmış, CIA ve MOSSAD ile bağlantılı çalışmıştır. Lider kadrosunda Tansu-Özer Çiller, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlıların yer aldığı Çiller Özel Örgütü, mafya örgütlerini kullanarak, birçok kanunsuz operasyon ve kirli işin uygulayıcısı olmuştur. Örgüt “Azerbaycan’da darbe tertibi”nden “İran’la savaş kışkırtmaya”, “Çeçenistan provokasyonu ve Avrasya Feribotunun kaçırılması”ndan “Uyuşturucu ticaretine”, “Nükleer madde kaçakçılığı”ndan “Manukyan’a bombalı saldırıya” kadar birçok kirli ve karanlık faaliyeti yürütmüştür. Çiller Özel Örgütü, faili meçhul cinayetlerin altına imza atmış, bu suçlarıyla “Bin Operasyon yaptık” diyerek övünmüştür. ÇİLLER ÖZEL ÖRGÜTÜ İŞÇİ PARTİSİ’NİN MÜCADELESİYLE AÇIĞA ÇIKTI Bugün sözde “çetelere karşı mücadele” kahramanlığına soyunanlar, 1990’larda Çiller’i “Muhteşem” olduğunu keşfedip, desteklerken, İşçi Partisi, Çiller Özel Örgütü’nü kulağından tutarak halkın önüne çıkartmıştır. İşçi Partisi, Susurluk’ta meydana gelen kazadan çok önce, Çiller Özel Örgütü’nü isim isim belirlemiş, suçlarını tespit etmiş ve bunu basın toplantıları, bildiriler, kitaplar, konferanslar ile Türk halkına duyurmuştur. Öncü Gençliğimiz, gittiği her yerde Çiller’in karşısına dikilip, protesto etmiştir. Yine İşçi Partisi, TBMM Başkanlığı’na ve Cumhuriyet Savcılıklarına başvurarak suç duyurularında bulunmuş, Meclis araştırması, kamu davası açılmasını istemiştir. İşçi Partisi, Susurluk kazasının ardından da Çiller Özel Örgütü’nün peşini bırakmamış, Susurluk çeteleriyle Çiller Özel Örgütü’nün aynı yapılanmanın unsurları, yani Gladyo’nun taşeronları olduklarını belirlemiştir. Bu tespitlerini halka açıklamış, TBMM’de oluşturulan Susurluk Komisyonu’na da iletmiştir. İşçi Partisi’nin bu kararlı mücadelesi Çiller Özel Örgütü’nü felç etmiş ve nihayet Susurluk’un patlamasıyla birlikte yıkılmıştır. Bütün bu bilgiler Sayın Doğu Perinçek tarafından “Çiller Özel Örgütü” adıyla kitaplaştırılmıştır. İlk kez 1996 yılında Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabın, Eylül 2008’de 6. basımı yapılmıştır. Şimdilerde “çetelerle mücadele” savında olanların, Gladyo’nun bir döneminin iddianamesi niteliğinde olan bu kitabı görmezden gelmeleri anlamlıdır. İŞÇİ PARTİSİ, GLADYO-MAFYA-TARİKAT ÇETELERİNİN AMANSIZ DÜŞMANI, KARARLI TAKİPÇİSİDİR İşçi Partisi başından bu yana kararlı ve cesur tutumuyla Gladyo’nun amansız takipçisi olmuştur. Türkiye’nin 40 yıllık siyasal geçmişinde her karanlık olayın, her vatan ve millet düşmanı yıkıcı faaliyetin ortaya çıkarılmasında İşçi Partisi öncülük etmiştir. İşçi Partisi, Çiller Özel Örgütü’nden Susurluk Çetelerine, Fethullahçı Gladyo’dan Kontrgerilla yapılanmalarına, her halk düşmanı SüperNATO oluşumuna karşı mücadele etmiş ve onları -kendi deyimleriyle- “felç” etmeyi başarmıştır. Bu bağlamda İşçi Partisi, Gladyo-Mafya-Tarikat sistemine karşı halkın devrimci savcısıdır. Şimdi bazı aymazların da inanmak gafletine düştükleri “çetelere karşı mücadele” yalanıyla düzenlenen tertiplerle İşçi Partisi liderleri tutuklanmışlardır. Türkiye’de hangi çete, hangi karanlık iş varsa, ona karşı mücadele eden, faillerini kulaklarından tutup halka gösteren İşçi Partisi’nin liderlerini tutuklayarak çetelere karşı mücadele edildiği yalanına ancak ve ancak aptallar inanır. İşçi Partisi’nin liderleri hapse atılmış, gerçek suçlular, gladyo-mafya-tarikat çetelerinin elebaşıları Bush’ların memurları olarak iktidar koltuklarında oturmaktadırlar. Susurluk'un, Çiller Özel Örgütü’nün, tekmil kontrgerillacıların ipliğini pazara çıkaran İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve arkadaşlarına yargısız infaz yapılmaktadır. Sayın Hikmet Çetinkaya’nın belirttiği gibi; “On iki yıl önce Susurluk'un üzerini fasa fiso diyerek örtmeye çalışanlar, şimdi iktidarda kalmanın yolunu Ergenekon tertipleriyle aşmaya çalışmaktadırlar. Olayın özeti budur!” HANGİ DEVLET? O zavallı anne, oğluna devlet adına cinayetler işletildiğini belirterek, bunun sorumluları olan Tansu Çillerlerden, Mehmet Ağarlardan hesap sorulmasını istemektedir. Anne Yorulmaz’ın Çiller-Ağar ekibinin adına cinayet işlettikleri devletin kimliğine ilişkin yanılgısını düzeltmek kaçınılmazdır. ABD vatandaşı Çiller’in, çeteler kurup, adına “bin operasyon” gerçekleştirdiği devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti değildir. O devlet ABD’nin derin devletidir. GLADYO’NUN İDDİANAMESİ HAZIR Anne Yorulmaz’ın, haklı talebine yanıt verilmelidir. Türkiye’nin Gladyo-Mafya-Tarikat karanlığından kurtarılması için; Çiller Özel Örgütü’nün, Susurluk Çetelerinin, Fethullahçı Gladyo’nun, Cumhuriyet düşmanı oldukları Yüksek Mahkemece tescil edilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanlıkları’nın, yüzyılın dolandırıcılık hareketi Deniz Fenerlerinin, kamu kaynaklarını Dişleyenlerin, Türk Adaleti karşısına çıkarılarak hesap sorulması zorunludur. İşçi Partisi, 40 yıllık kararlı mücadelesiyle Amerikan emperyalizminin bu taşeronlarının suçlarını tespit etmiş, iddianamelerini yazmıştır. İddianameler hazırdır, Cumhuriyetin Savcılarını beklemektedir! Agharta savcılarının Gladyo’nun suçlarını milli güçlerin üzerine atarak, çeteleri aklama çabaları boşunadır. Silivri Mahkemeleri, iftira ve tertiplerle hapse atılmış yurtseverlerin değil, tekmil Gladyo’cuların yargılandığı kürsüye dönüşecektir!
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Peki biraz daha açalım ama direk anlatmak yerine biraz örnekleme yapacağım.... Ben isizn evinizi dinlemek istiyorum. Sizi izlemek istiyorum. İşyerinizde neler olup bittiğini bilmek istiyorum. Ama bırakın bunu resmi yoldan yapmayı, resmi olarak bile kimsenin bilmesinide istemiyorum... Bunu nasıl yaparım? Herşey resmi olacak, resmi kurumların haberi olmayacak ve ben sizi takip edeceğim! Türkiye de bu çok basit; Değerli arkadaşım; Farklı fikirlerin çarpışması, hedefte bir doğruya gitmek için olmalı. "İtilafım rahmettir ümmetime, ittifaka varabiliyorlarsa" Efendimiz (s.a.v.).... Öncelikle "kalıp"lar konusuna değinmek isiyorum. Ne islam, ne de herhangi bir "izm" sistemi, birey olarak, sabit ve kalıptan çıkmış bireyler üretemez. Bu Cenab-ı Hakkın sistemine aykırıdır. Bir insanın fikrinin 2.bir benzeri yada kalıbı asla olmaz. Bu Allah ın birliğine terstir. Öncelikle, insanın inancı boyutunda "kalıp" yada "şablonlar"dan çıkmazsak zaten büyük hata yapmış oluruz... Bazı cemaat yada guruplarda deniyor ki "islam nakil dinidir, sorgulanmaz!". Bakınız nasıl şaplon haline geliyor. İslam asla nakil dini değildir, akil dinidir. Günde 5(6) vakit namazı neden kıldığını ve her vakit namazının "MANA"sının ne olduğunu bilmeden, sadece emredilmiştir diye icra eden nefis, olsa olsa "taklid-i iman" yapmış olmazmı? Bu nedenle, 12 tarikat ve 4 mezhep çatısı altında bu tip tartışmalar çıkmaza ulaşacaktır. Zira onlarda şablonlar altındadır. Ne dersiniz? Ve merkezi otorite yada devlet yönetiminin "din" üzerindeki etkisi çok farklıdır... Değerli arkadaşım, tüm dünyada "din"ler, toplumlarını tek tip inanç üzerine eğitmektedir. Gidin bakın, tüm kiliselerde tüm resimler yada heykeller tıpa tıp hepsinde aynıdır. Tek tiptir. Çünkü dünyada tüm dinler "ibadethane" ve "rahip" üzerinden ibadete izin vermektedir... Yanlızca tek bir din, dünya kurulduğundan beri sadece tek din bireysel ibadet ve inanca önem vermektedir. Bu da islamdır. İslam bireyin nefs mücadelesi ve güzel ahlakı üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenledir ki, islam devlet yönetimi gerekmezksizin, dünyanın her yerinde her türlü devlet sistemi altında yaşanabilir. Bu samimi müslümanın zaten bildiği bir konudur.... Kısa ve öz "laik" sisteme deyineceğim... Selçuklular devlet olduktan sonra, daha önce halk üzerinde her türlü idarede baş rölü oynayan din adamlarını maaşa bağlayıp "sadece ben sizden bilgi istersem konuşabilirsiniz" dedi. Ki bu din adamları içinde papazlarda vardı. Özellikle başkent konya da, rum, ermeni olmak üzerine hatırı sayılır gayri müslim yaşamaktaydı. Hala bunların izlerini görmenizde mümkündür. Selçuklu neden böyle bir yol izledi? Dinsel anlamda bana göre doğru olan size göre yanlış olacağından "birlik" olmanın daha farklı bir hukuk ile olacağı düşünülmüştür. Hatta Selçuklu Devlet Modeli ni uzun solukluda olsa incelemenizi rica edeceğim. Bu yapının çok hızlı verim vermesini, müslümanlar gibi gayrimüslimlerinde haklarının korunması Selçukluya çok büyük bir itibar kazandırmıştır. İslam da ilim ve bilim, Selçuklu döneminde tırmanışa geçmiştir. Osmanlı bu mirasın üzerine inşa edilmitşri ama "+" bir katkıda bulunamamıştır. Çünkü hilafet üzerine bir sistemle yaşamaya çalışmıştır. **** bir padişahtan ortaya çıkacak halifelik, islama hakaret değilmidir? Yada, Efendimizin "peygamber kızıyım diye güvenme, seni ancak benim vereceklerim kurtarır" dediği gibi, islam ilim üzre eğitimle kişiyi yükseltmektedir. Babadan oğula geçecek olan alimlik, sonu büyük fiyaskolara zaten gebedir. Din bunu kabul etmez, barındırmaz, dışarı atar! Bu nedenle "halife"ye rağmen Osmanlı yıkılmıştır.... Arkadaşım, siz "din tüccarı"mısınız? Samimi inançlı insanlara burada kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur... Kastedilen "din"i ön plana çıkaran ama asıl amacının insanları kullanmak olanlaradır.... Saygılarımla... " icara isterim. Sonuçta parayı bastırısanız böyle bir hakkınız var. İcar işleminde kullanılacak olan hammallar aslında benim adamlarım. İcara memurları ve polis eşiliğinde evinizi icra etmek için gideriz. Hamallar o itişme kakışma "benim böyle borcum yok", "alamazsınız", "ben icra müdürü vekiliyim çekilin önümden" ler arasında görsel ve işitsel cihazları yerleştiriverirler... Sonrada "pardon yanlışlık olmuş" denir ve çekilir gidilir... Bitti! Artık tüm özel hayatınız benim ellerimde. Üstelik "devlet sistemi" içinde, devleti kullanarak ama devletin haberi olmadan.... Bir ülkede derin devlet olduğunda o ülkenin içinde devlet sistemine karşı hiç birşey barınamaz.... Almanyayı hatırlayın! Kesin dönüş başlamadan önce, yani 1985 lerde, nedense çok fazla cinayetler işlenmeye başlamıştı. Alman devleti yıllarca içinde barındırdığı bu insanlara verdiği hakalrı geri alamıyordu. Ancak onlarla işi bittiğinden geri dönmelerinide istiyordu. Sonuçta, devşiremediği, beynini yıkayamadığı ve asimile edemediği Türkler den kurtulmadımı? Kalanlar için oturup konuşun. bizleri ve devletimizi nasıl tanıyorlar öğrenin.... Demek istediğimi daha iyi anlarsınız! Eğer Türkiye de Milli Derin Devlet olsaydı, ne pekaka kalırdı, nede mafya..... Bunca toz duman içinde kesin olan şey şudur. Devlet içine sızmış milli olmayan çeteler milletin canına okumaktadır...... Sihirli cümle MİLLİ OLMAYAN!!!! Devlet düşmanı, Türk düşmanı.... Saygılarımla
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Değerli arkadaşım; Farklı fikirlerin çarpışması, hedefte bir doğruya gitmek için olmalı. "İtilafım rahmettir ümmetime, ittifaka varabiliyorlarsa" Efendimiz (s.a.v.).... Öncelikle "kalıp"lar konusuna değinmek isiyorum. Ne islam, ne de herhangi bir "izm" sistemi, birey olarak, sabit ve kalıptan çıkmış bireyler üretemez. Bu Cenab-ı Hakkın sistemine aykırıdır. Bir insanın fikrinin 2.bir benzeri yada kalıbı asla olmaz. Bu Allah ın birliğine terstir. Öncelikle, insanın inancı boyutunda "kalıp" yada "şablonlar"dan çıkmazsak zaten büyük hata yapmış oluruz... Bazı cemaat yada guruplarda deniyor ki "islam nakil dinidir, sorgulanmaz!". Bakınız nasıl şaplon haline geliyor. İslam asla nakil dini değildir, akil dinidir. Günde 5(6) vakit namazı neden kıldığını ve her vakit namazının "MANA"sının ne olduğunu bilmeden, sadece emredilmiştir diye icra eden nefis, olsa olsa "taklid-i iman" yapmış olmazmı? Bu nedenle, 12 tarikat ve 4 mezhep çatısı altında bu tip tartışmalar çıkmaza ulaşacaktır. Zira onlarda şablonlar altındadır. Ne dersiniz? Ve merkezi otorite yada devlet yönetiminin "din" üzerindeki etkisi çok farklıdır... Değerli arkadaşım, tüm dünyada "din"ler, toplumlarını tek tip inanç üzerine eğitmektedir. Gidin bakın, tüm kiliselerde tüm resimler yada heykeller tıpa tıp hepsinde aynıdır. Tek tiptir. Çünkü dünyada tüm dinler "ibadethane" ve "rahip" üzerinden ibadete izin vermektedir... Yanlızca tek bir din, dünya kurulduğundan beri sadece tek din bireysel ibadet ve inanca önem vermektedir. Bu da islamdır. İslam bireyin nefs mücadelesi ve güzel ahlakı üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenledir ki, islam devlet yönetimi gerekmezksizin, dünyanın her yerinde her türlü devlet sistemi altında yaşanabilir. Bu samimi müslümanın zaten bildiği bir konudur.... Kısa ve öz "laik" sisteme deyineceğim... Selçuklular devlet olduktan sonra, daha önce halk üzerinde her türlü idarede baş rölü oynayan din adamlarını maaşa bağlayıp "sadece ben sizden bilgi istersem konuşabilirsiniz" dedi. Ki bu din adamları içinde papazlarda vardı. Özellikle başkent konya da, rum, ermeni olmak üzerine hatırı sayılır gayri müslim yaşamaktaydı. Hala bunların izlerini görmenizde mümkündür. Selçuklu neden böyle bir yol izledi? Dinsel anlamda bana göre doğru olan size göre yanlış olacağından "birlik" olmanın daha farklı bir hukuk ile olacağı düşünülmüştür. Hatta Selçuklu Devlet Modeli ni uzun solukluda olsa incelemenizi rica edeceğim. Bu yapının çok hızlı verim vermesini, müslümanlar gibi gayrimüslimlerinde haklarının korunması Selçukluya çok büyük bir itibar kazandırmıştır. İslam da ilim ve bilim, Selçuklu döneminde tırmanışa geçmiştir. Osmanlı bu mirasın üzerine inşa edilmitşri ama "+" bir katkıda bulunamamıştır. Çünkü hilafet üzerine bir sistemle yaşamaya çalışmıştır. Deli bir padişahtan ortaya çıkacak halifelik, islama hakaret değilmidir? Yada, Efendimizin "peygamber kızıyım diye güvenme, seni ancak benim vereceklerim kurtarır" dediği gibi, islam ilim üzre eğitimle kişiyi yükseltmektedir. Babadan oğula geçecek olan alimlik, sonu büyük fiyaskolara zaten gebedir. Din bunu kabul etmez, barındırmaz, dışarı atar! Bu nedenle "halife"ye rağmen Osmanlı yıkılmıştır.... Arkadaşım, siz "din tüccarı"mısınız? Samimi inançlı insanlara burada kimsenin hakaret etmeye hakkı yoktur... Kastedilen "din"i ön plana çıkaran ama asıl amacının insanları kullanmak olanlaradır.... Saygılarımla...
-
işte deniz feneri
Münafıklığın alametleri; Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Münâfığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.” Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır: “Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de”
-
işte deniz feneri
Başbakan Erdoğan, Deniz Feneri davası iddianamesinde kendisine para gönderdiği iddia edilen tutuklu sanık için ´´ Tanımam´´ dedi ancak Gazeteport Mehmet Gürhan ile Erdoğan´ın birlikte fotoğrafını ortaya çıkardı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Feneri davasının tutuklu sanığı Mehmet Gürhan´ın birlikte fotoğrafları ortaya çıktı. Erdoğan bugün Güngören´de parti kongresinde yaptığı konuşmada, ´´Başbakan Erdoğan Deniz Feneri´nden para mı almıştır? Eğer bunu ispat edemezseniz, ahlaki değerler noktasında nasibini almamış birisiniz. Tayyip Erdoğan ne böyle bir para almıştır, ne böyle bir paranın sahibiyle tanışmıştır. Asla!" dedi. Dava iddianamesine göre, Deniz Feneri Derneği yöneticilerinden Mehmet Gürhan ve Firdevsi Ermiş, Başbakan´a para verdiklerini kabul ediyor. Gürhan ile Ermiş´in bir başka ortak noktası ise Başbakan´ı tanımaları oluşturuyor. Defalarca bankadan para çeken ve 50 işlemde toplam 9 milyon 978 bin Euro aldığı belirlenen Deniz Feneri´nin Avrupa´daki en önemli ismi olan Mehmet Gürhan ile Başbakan Erdoğan´ın beraber çekildikleri fotoğraf 30 Aralık 2007 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı. Fotoğrafın, Almanya´daki bir etkinlikte çekildiği belirtilirken, fotoğrafın, Kanal 7´nin Almanya temsilciliğinde çekildiği vurgulanıyor. Alman savcıların iddianamesinde de Başbakan Erdoğan konusunda ´´´02.02.05 tarihli ´´Empfangsbestitigung 2´´ olarak nitelendirilen alındı belgesinde (Empfangsbescheinigung) herhangi bir meblağ yazılı olmamasına rağmen Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş´ten parayı, Türkiye Başbakanı´na, (2003 yılından bu yana Recep Tayyip Erdoğan) Doğu Asya´daki Tsunami´ den zarar görmüş, yardıma muhtaçlara dağıtması için, vermek üzere, aldığını tasdik etmiş. Bu konu, sanık Ermiş´ in 7. kez ifadesi alınırken sorulmuş ve doğruluğu tasdik edilmiştir´´ deniliyor. Mehmet Gürhan´ın kayınpederi Şükrü Kurum da bir dönem Almanya´da YİMPAŞ yöneticisiydi. Deniz Feneri´nin en büyük sponsoru olan YİMPAŞ´ın tutuklu patronu Dursun Uyar da belediye başkanlığı döneminden bu yana Erdoğan´ı yakından tanıyor. Yimpaş´ta bir dönem yöneticilik yapan bazı isimler AKP´nin iktidara gelmesiyle birlikte bakan, milletvekili, belediye başkanı, il başkanı olmuştu. YUSUF SAHİCİ/GAZETEPORT
-
işte deniz feneri
Yazmayalım mı 7 Eylül 2008 Hürriyet Başbakan Tayyip Erdoğan, dün Almanya Deniz Feneri e.V. davasının iddianamesinde kendisine para gönderildiği yolundaki iddiaların iftira olduğunu söyledi. Erdoğan, bu iddiaların üzerine gideceğine, yine hedef şaşırtarak bunları gündeme getiren ve haber yapan gazeteleri ve iddiaların, doğru olup olmadığını soran CHP Lideri Baykal'ı çok ağır bir dille suçladı. Frankfurt Bölge Mahkemesi'nde görülen Almanya Deniz Feneri e.V. davasının 6350 Js 203391/06 No'lu iddianamesinde, 'Türk hükümeti tarafından defalarca siyasi etki yapılmaya çalışıldığı' vurgulanıyor. Ayrıca Euro 7 Genel Müdürü Mehmet Gürhan, parayı, Türkiye Başbakanı'na, tsunamiden zarar görmüşlere dağıtması için, vermek üzere aldığını söylüyor. İşte o bölümler: İDDİANAME SAYFA 42 Tutukluluğa mani olunmaya çalışıldı C) Siyasi yönü (Dosyanın 1432, 1723, 2034. sayfaları) EURO 7 nin kuruluşunun nedeni, sanık Ermiş'in görüşüne göre, Almanya'da yaşayan Türklere Milli Görüş'ün ve daha sonraları AKP nin siyasetini aşılamakmış. Şirketler de, para kazanmak için kurulmuşlar. Frankfurt am Main'da kurulan şirketlerin amacı, elde edilen paraları yıkamaya ve daha sonraları da islamın yaygınlaştırılmasına yönelikmiş. Bundan herhangi birisinin kendine maddi avantaj sağlayıp sağlamadığını bilmiyormuş, ancak tahmin ediyormuş. Şirket sahipleri, Türkiye'deki iktidarla iç içeymişler, Milli Görüş ve AKP' nin siyasetine sıkı sıkıya bağlıymışlar. Soruşturma davası süresince, soruşturmalara defalarca siyasi etki yapılmaya, bilhassa Türk Hükümeti tarafından devam etmekte olan tutukluluğa mani olunmaya çalışılmıştır. İDDİANAME SAYFA 164 Başbakan için para alındı 02.02.05 tarihli 'Empfangsbestitigung 2' olarak nitelendirilen alındı belgesinde (Empfangsbescheinigung) herhangi bir meblağ yazılı olmamasına rağmen Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş'ten parayı, Türkiye Başbakanı'na, (2003 yılından bu yana Recep Tayyip Erdoğan) Doğu Asya'daki tsunamiden zarar görmüş, yardıma muhtaçlara dağıtması için, vermek üzere, aldığını tasdik etmiş. Bu konu, sanık Ermiş' in 7. kez ifadesi alınırken sorulmuş ve doğruluğu tasdik edilmiştir.
-
işte deniz feneri
Deniz Feneri'yle kesişen ortaklıklar.... http://www.aksam.com.tr/haberpop.asp?a=128895,3 Aldatılan bir kadının ihbarıyla patlak veren Deniz Feneri vurgununda ilginç ilişkiler ağı. Türkiye'ye aktarılan milyonlarca euronun adresi olarak gösterilen Mustafa Çelik ve Zekeriya Karaman geçmişte halen İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Beşir Atalay ve RTÜK Başkanı Zahid Akman ile aynı şirkette yönetim kurulu üyeliği görevini üstleniyordu. YOLLAR KESİŞTİ Deniz Feneri yolsuzluğunda, bu organizasyonu Türkiye'den yönetmekle suçlanan Kanal 7 ortaklarından Karaman ve Çelik ile RTÜK Başkanı Akman İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre 5 Ocak 1999 günü kurulan (411677 sicil numaralı) Nehir Medya Yayıncılık A.Ş.'de yönetim kurulu üyesi olarak yer aldı. BAKAN'IN ADIMI MERAK KONUSU Bu üç isimle birlikte aynı şirkette yöneticilik yapan bir başka isim ise halen İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Beşir Atalay. Atalay, Kırıkkale Üniversitesi rektörlüğünden alındıktan sonra şirket yönetimine girdi. Atalay ile birlikte Fehmi Koru, Mehmet Kaplan gibi isimler de Nehir Medya'nın yöneticilerindendi. Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'nin yöneticilerinden Harun Kapıyoldaş'ın da adı Alman savcının iddianamesinde geçti. Bu derneği denetlemekse İçişleri'nin görevleri arasında Şimdi merak konusu olan Bakan Atalay'ın soruşturma başlatıp başlatmayacağı. KAYITLARDA NE VARSA O' Nehir Medya'nın telefonla ulaştığımız genel müdürü Tayfun Esen, şirketin eskiden beri genel müdürlerle idare edildiğini söyledi. Beşir Atalay ile Mustafa Çelik, Zekeriya Karaman ve Zahid Akman'ın hangi dönemde yöneticilik yaptığını bilemediğini söyleyen Esen şirketin ortaklarına ilişkin "Ticaret Odası kayıtlarında ne yer alıyorsa odur" dedi. Cengiz ERDİNÇ * FİRMANIN CEO'SU HAPİSTE ŞİRKETİN şu anda Yönetim Kurulu Başkanı olan Dursun Uyar ise Yimpaş Yolsuzluğu nedeniyle 2 yıllık hapis cezasını tamamlamak için geçen yıl cezaevine kondu. Şirketin şu anki başkan yardımcısı ve genel müdürü olan Ahmet Hüküm Kanal 7 yöneticilerinden ve Mustafa Çelik'in kayınbiraderi. Nehir Medya'nın bir başka yönetim kurulu üyesi olan Halit Ziya Erenay ise Aytaç Et şirketinin genel müdürlüğü görevini yürütüyor. KARAMAN GİZLİ BAŞKAN İDDİANAMEYE göre Zekeriya Karaman, Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'nin gizli başkanı: "Türkiye'ye gönderilen para 'Deniz Feneri Derneği'nin gayrı resmi başkanı' Zekeriya Karaman'a teslim edildi. Almanya Deniz Feneri'ne borç kaydedilerek, yeniden Almanya'ya gönderildi ve şirketler kuruldu." ŞİRKET YÖNETİMİNDE KİMLER VARDI? Nehir Medya Yönetim Kurulu İSMAİL GÖKDOĞAN Yönetim Kurulu Üyesi İSMET EKİNCİ Yönetim Kurulu Üyesi AHMET HÜKÜM Başkan Yardımcısı Genel Müdür (Mustafa Çelik'in kayınbiraderi) DURSUN UYAR Yönetim Kurulu Başkanı (YİMPAŞ Yönetim Kurulu Başkanı) HALİT ZİYA ERENAY Yönetim Kurulu Üyesi (AYTAÇ'ın Genel Müdürü) ESKİ YÖNETİM KURULU ÜYELERİ BEŞİR ATALAY (İçişleri Bakanı) FEHMİ KORU (Gazeteci yazar) VELİ KORKMAZ (Kırıkkale Belediye Başkanı) MEHMET KAPLAN (Yazar) MUSTAFA GÜLEÇ SÜLEYMAN KARABABA (Yazar) MUSTAFA ÇELİK (Kanal 7 YK ÜYESİ) ZEKERİYA KARAMAN (Kanal 7 YKB) AYKUT ZAHİD AKMAN (RTÜK Başkanı) * MİT için mi çalıştı? ALMANYA'NIN en büyük yolsuzluk davası olan 'Deniz Feneri Davası'nın başlamasına neden olan 'aldatılan sevgili', Mehmet Gürhan'ın MİT'le anlaştığını iddia ediyor. Elde edilen paranın yüzde 40'nın yardım için kullanıldığı, geri kalanının cebe atıldığının belirtildiği iddianameden bazı bölümler şöyle: PARA TÜRK ŞİRKETLERE Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş ve Mehmet Taşkan 2002 ile 2007 yılları arasında Deniz Feneri eV adına Avrupa'da toplanan 41.4 milyon Euro'nun 18 milyon Euro'sunu hesaplarına geçirip Euro 7 gibi Kanal 7'nin uzantısı olan şirketlere aktardı. Para trafiğinde oklar Beyaz Holding, Yeni Dünya A.Ş., gibi aynı kişilerin kontrolündeki şirketlere çıkıyor. Tanıklara göre organizasyonun tepesinde bulunan Mehmet Gürhan'ı, Türkiye'den Zekeriya Karaman ve Mustafa Çelik yönlendiriyordu. SEVGİLİDEN İLGİNÇ SUÇLAMA Gürhan'ın kendisini aldattığını düşünen sevgilisinin 2002'de gönderdiği mektupta önemli iddialara da yer veriliyor. Buna göre Türk vatandaşlığından çıkıp, Alman vatandaşı olan ve yine Türk vatandaşlığına dönen Gürhan 2002 yılında Burdur'da askerlik hizmetini yaparken Milli İstihbarat Teşkilatı için çalışmayı kabul etti. Ancak Gürhan ajanlığını kullanarak tanıdıklarını ve iş arkadaşlarını polise ve Interpol'e şikayet etti. 9 BİN EURO DANIŞMANLIK ÜCRETİ Zekeriya Karaman Kanal 7'nin Avrupa temsilcisi Mehmet Gürhan'a maaşının yanı sıra ayda 9 bin Euro danışmanlık ücreti verilmesini onaylıyor. İDDİANAMEDEN MUHTAR ÇIKTI Dolandırıcılığa Eminönü Süleymaniye Mahallesi Muhtarı da karıştı. Olmayan gıdalar sahte faturalarla alınarak yardım yapılmış gibi gösterildi. Bu fatura ve makbuzlar bir muhtar tarafından kaşe basılarak onaylandı. AKMAN'DAN SONRA GÜRHAN "Bu şirketin (Almanya Euro 7) daha önce genel müdürlüğünü Akman yapıyormuş. Para, şirketlerin hesabına 'ana sermaye' olarak yatırılıyormuş. Gayri resmi muhasebede Deniz Feneri'ne borç olarak geçmiş, hiçbir zaman ödenmemiş. Gayri resmi muhasebede borçların karşılığı olarak, Weiss şirketine ait bir binanın dernek adına geçirildiği kaydedilmişti. 2003'te Weiss şirketinin sermayesi artırılmış ve bu parayı ödeyen şahıslar olarak da, Karaman, Zahid Akman ve Gürhan gösterilmişlerdi." * Akman'ın koltuğu tartışılıyor ALMANYA'DA yaşanan Deniz Fener'i vurgununda çarpıcı gelişme. Adı iddianamede geçen RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın yasa gereği görevinden çekilmesi tartışması ortaya çıktı. Alman savcının iddianamesine göre gelişmelerin kronolojik seyri şöyle: AKMAN HİSSEDAR: Avrupa'da Europan Consuting & Marketing GmbH isimli bir şirket kuruldu. Şirketin adı 2003'te "Yeni Şafak Europan GmbH" olarak değişti. RTÜK Başkanı Akman 26.03. 2003 ile 02.06.2003 tarihleri arasında 80 bin Euro ile hissedar olarak görülüyor. 4 YIL GENEL MÜDÜR: Akman 28.03.2003 - 24.08.2006 tarihleri arasında dört yıl aynı şirketin genel müdürlüğü görevini yapmış. 13 Temmuz 2005'te önce RTÜK üyesi, ardından başkanı seçilen Akman buna göre bir yıl kadar hem RTÜK Başkanlığı hem de şirket genel müdürlüğü görevini birlikte yürüttü. YASA 'OLAMAZ' DİYOR: 3984 sayılı RTÜK Kanunu'nun 9. maddesi, seçilen üyelerin, böyle bir görev üstlenmesini yasaklıyor. Aykırılık durumunu ise 'çekilmiş sayılırlar' diye hükme bağlıyor. RTÜK'ün CHP'li üyelerinin konuyu RTÜK'e taşıması bekleniyor. A. Rezzak ORAL * Hükümet niye telaş içinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 'Deniz Feneri' vurgununu değerlendirdi. Alman savcının hazırladığı iddianamede, bir sanığın 'Mehmet Gürhan'a Türk Başbakanı'na götürmesi için para verdim' sözlerinin yer aldığını belirten Baykal "Bu, çok önemli dayanak noktasıdır. Bizim yargı makamlarının dosyayı derhal ele alıp kendi içimizde araştırması gerekir. Başbakan'a bu paralar intikal etmiş midir etmemiş midir? Vermiş olsa da vermemiş olsa da Başbakan'ın çevresindeki bir takım insanların Başbakan'a vermek üzere orada para toplandığını kabul etmiş olması olağanüstü önemlidir" dedi. Baykal iddianamede "Türk hükümeti tarafından, devam eden tutukluluğa mani olunması için baskı yapıldığının'' yer aldığını belirterek "Anlaşılıyor ki Türk hükümeti bu işle yakından ilgili" dedi. Hükümeti eleştiren Baykal, ''Ortada bir yolsuzluk var, bırakın incelesinler. Sana ne? Sen niye telaş içindesin? 'Aman aman' diye niye müdahale ediyorsun? Bu müdahalenin altında ne yatıyor? Bir siyasi dayanışma, ortaklık mı söz konusu?'' görüşünü dile getirdi. Baykal konuyu TBMM gündemine getireceklerini de kaydetti. * Erdoğan, ne kadar para aldı CHP MYK Üyesi ve Türk-Alman Dostluk Federasyonu Başkanı Ali Kılıç da Başbakan Erdoğan'a seslenerek, "Deniz Feneri'nden ne kadar para aldın" diye sordu. Yazılı bir açıklama yapan Kılıç, şu tespitleri sıraladı "Dava iddianamesi skandallarla dolu. İddianameye göre Deniz Feneri Derneği yöneticilerinden Mehmet Gürhan ve Firdevsi Ermiş, Başbakan Erdoğan'a para verdiklerini kabul etmişler. Öte yandan iddianameyi hazırlayan savcı, soruşturma sürecinde Türkiye'nin kendilerine siyasi baskı yaptığını belirtmiş. YİMPAŞ, Kanal 7, Deniz Feneri'nin çarpık para transferi söz konusu. Örümcek ağına dönüşen para transferinde Başbakan Erdoğan'a da para verildiği belirtiliyor." İddianamede Euro 7 yöneticisi Mehmet Gürhan'ın Başbakan Erdoğan'a para teslim ettiğinin belirtildiğini ifade eden Kılıç, Erdoğan'a şu soruları yöneltti: 1-Sayın Başbakan Deniz Feneri yöneticilerinden para aldınız mı? 2-Aldıysanız miktarı ne kadar? 3-Almanya'da devam etmekte olan Deniz Feneri davasında hükümet baskı yaptı mı? 4- Tutukluların serbest bırakılmasını istediğiniz iddia ediliyor. Bu doğru mu?" -------------------------------------------------------------------------------- Savcılara baskı yapan bakan kim? CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol da Başbakan Erdoğan'a yönelik önergede, şu soruların yanıtlarını istedi: Alman savcının soruşturmaya etki yaptığı ve tutukluların serbest bırakılmasına yönelik girişimde bulunduğunu iddia ettiği bakanlar kim ya da kimlerdir? Bu bakanlar bilginiz dâhilinde mi Almanya'daki soruşturmaya müdahalede bulunmuşlardır? Türkiye'nin itibarını zedeleyen, bu bakanları azletmeyi düşünüyor musunuz? Alman savcının hazırladığı iddianamede yer alan şüphelileri tanıyor musunuz? Almanya'daki siyasi faaliyetlerinizde geçmişte bu kişilerle işbirliği yaptınız mı? İddianamede 40 milyon Euro'dan fazla bağış parasının 14 milyon Euro'sunun kuryelik yapan kişilerle Türkiye'ye aktarıldığı belirtilmektedir. MASAK harekete geçirilmiş midir? Türkiye ayağındaki Deniz Feneri Derneği'ne ilişkin bugüne kadar hangi kamu birimleri harekete geçirilmiştir?
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Elbette bu ülke için tüm PİSLİKLERin temizlenmesini sizden çok ben istiyorum... Ama gerçek suçlunun, masumu suçlu gösterip, suçlarınıda bu masumlara atmasına izin vermenin, o pisliklerle aynı kefede olmaktan başka birşey olmadığını umarım biliyorsunuzdur! Satır aralarında sürekli vatansever kim diye sorduk! Ve neler için çaba sarfettiklerini sorduk! İhanet içinde olanlarınsa kimin emri ve güdümünde bu millete ve devlete neler yaptığını sorduk! Hala "ergenekon" ismini kullanmanın bile HAKARET olduğu bu davaya inanmak bir yana; 3-5 yıl sürecek davalardan sonra bu insanlar aklanıp çıksa bile sonuçta ATI ALAN ÜSKÜDARI GEÇMİŞ olacak... Zaten amaçta bu değilmi?
-
işte deniz feneri
Yine DOĞRUları yazmışsın Sayın Özdil. Yeşil sermaye adı altında toplanan paraların çıktığı yol neydi? Türk Bankaları dövise %1.5 fazi veriyorlardı. Alman Bankaları da %0.5... Ama holding(!)ler %25 kar payı adı altında faizi taahhüt ediyorlardı... Ve paraları toplayanlara da %5 veriyolrardı; toplama pirimi olarak! Deniz Feneri toplantılarının organizasyonunda olanlar % de kaç alıyordu? 300-500 euro pirim almak için milletin 40-50 bin euro sunu sömürmekmi gerekti? Evet, bırakın *********** , sevaptır...
-
Aponun yakalanmasina kim cok üzülmüs ....
Bravo! Çapulcubaşının sözlerine itibar edelim... Ayakta alkışlıyorum! Bir söz vardır "domuzda post, düşmandan dost olmaz".... Bari yazmışken pekaka çakallarının ATAM hakkındaki düşüncelerinde yazsakdık, iyi olmazmıydı?