Zıplanacak içerik

SimalyildiziNet

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey

  1. Altemur Kılıç "Susurluk Çetesi", "Şemdinli Çetesi", "Atabeyler Çetesi" ve nihayet "Ergenekon Çetesi"! "Çete" kelimesi hiç tefrik yapmadan gerçek suç, haydutluk, hırsızlık, kapkaççılık ve mafya çeteleri için kullanıyor! Tarihteki sözde çeteler için de öyle: Abdülhamit'in istibdadına karşı mücadele eden ve bunun için dağa çıkan İttihat ve Terakki çetesi... Orta Doğu'da, Orta Asya?da yabancı "Büyük Oyun" ajanları ile Balkanlarda Rum ve Bulgar Komitacılarıyla mücadele eden "Teşkilatı Mahsusa"cılar çetesi... Ve Karadeniz'den "Pontus Rum çetelerini" temizleyen, Koçgiri isyanında dövüşen ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde bacağından yaralanıp, "topal" olan Giresunlu Osman Ağa "çeteciler"! Sanki bu kahramanlar, asıl suç ve cinayet -mafya- çeteleriyle aynı çuvala koyuluyorlar. Hatıralarına haksızlık ediliyor... BABANIN ÇETESİ Rahmetli Babam Kılıç Ali'nin de, 1920'de, o zamanki adlarıyla; Ayıntap ve Maraş'ta Fransızlara, Ermenilere karşı "Kuvvayı Milliye çetesi ve çetecileri" vardı... Babam, o havaliye Gazi Mustafa Kemal tarafından gönderildi. ATV'deki, güzel bir TV dizisinde; "Karayılan"da, adı geçiyor. Efsane adam "Karayılan" ve direnişçiler, Fransız işgali altındaki Ayıntap'ta mücadele ederken hep "Gazi'nin" gönderdiği "Kılıç Ali"yi bekliyorlar ve 6.bölümde O arkadaşlarıyla geliyor ve Karayılan'la ve diğer kahraman Şahin Bey'le buluşuyor. Karayılan "Kuvvayi Milliye Komutanı Kılıç Ali"nin emrine giriyor! KILIÇ ALİ KİM? Babam, -asker- küçük zabit mektebinden çıkmış bir astsubay. Balkan Savaşında, Çanakkale'de savaşmış, Alçıtepe'de yaralanmış ve zabitliğe terfi etmiş... Asıl adı "Asaf" . "Teşkilatı Mahsusa"da, Yenibahçeli Şükrü Bey?le birlikte hizmet etmiş... Beyoğlu'na Kanun (İnzibat) Subaylığı yaparken, Musevi asıllı Polis Merkez Memuru Samuel Efendi (Neyir'in babası) ile birlikte havaliyi haraca kesen, Rum Hrisdantos ve "çetesiyle" mücadele etmiş. ELİNİ ATMAK! Mustafa Kemal, kendisine Sivas'ta iltihak eden Asaf Efendiye; "Sana önemli bir görev vereceğim. Kendini benim için ateşe atar mısın?" diye sormuş... Babam, bir şey söylemeden, masanın üzerinde yanan lambanın camına yapışmış ve elinin derileri, camın üzerinde kalmış... Mustafa Kemal "Ne yaptın çocuk?" deyince, Babam; "Size sadakatimi ispat ettim Paşam" diye cevap vermiş ve Atanın ölümüne kadar en güvenilir adamı olarak O'na sadık kalmış. Mustafa Kemal, önce "Beni Sivas'tan Kürt Bedirhan aşiretiyle birlikte kaçırmaya çalışan İngiliz ajanı Noel'i yakala" emrini vermiş. Kılıç Ali hemen kurduğu müfrezeyle at sırtında Noel ve adamlarının peşine düşmüş ama otomobille kaçan Noel ve adamlarını yakalayamamış. Ama Elazığ Valisi işbirlikçi Ali Galip'in kasasında İngiliz altınlarını bulup Mustafa Kemal'e getirmiş... Bunun üzerine Mustafa Kemal, "Senin adın Asaf ama askeri okulda sana ne derlerdi?" diye sormuş. Babam "Ben İstanbul Beşiktaş'ta, Kılıç Ali Paşa mahallesinden olduğum için Asaf Kılıçali derlerdi, Paşam" deyince Mustafa Kemal hemen "Tamam, sen şimdi Asaf'ı bırak. Artık Kılıç Ali'sin. Ayıntap ve Maraş'a Kılıç Ali olarak gideceksin" demiş ve ilave etmiş; "Başaramazsan adını geri alırım ha!" Bu, Mustafa Kemal'in psikolojik savaş yöntemiydi. "Asaf" başka, "Kılıç Ali" başka! "Kılıç Ali" geliyor lafı hemen Ayıntap'a efsane gibi yayılmış... Türküler söylenmiş. Babamın Maraş, Gaziantep anıları kendi kitabında ve o mücadele ile ilgili başka kitaplarda yazılı. Gaziantep eski Belediye Başkanı Celal Doğan adını bir caddeye verdi. Gaziantep'te Belediye binasının önünde Babamın, Karayılan'ın ve Şahin Bey'in rölyefleri var! O zamanki fotoğraflara bakın. Babam çete reisi ve çetecileriyle birlikte! Rahmetli Burhan Cahit (Morkaya) 1931'de "Türk Verdünü" dediği bu mücadele konusunda yazdığı kitabında, Babam ve onunla birlikte giden arkadaşlarına "Gazi'nin Dört Süvarisi" diyor... Dört Süvari kim: Kılıç Ali, Süvari Üsteğmeni Yörük Selim, Topçu Mülazımı Osman Tufan, sonra general ve ölünceye kadar ailemizin parçası olan bizi okula götüren unutulmaz Hasdan Efe! Kayserili Hasan Efe ölene kadar ailemizin parçası oldu! AMERİKALI MISYONER Kılıç Ali ve müfrezesi Maraş'a önce Elbistan yoluyla ve zahire tüccarı hüviyetiyle giriyor. Ve bu sıfatla Amerikan Misyoner Mr. Layman, Ermeni ve Fransızlarla konuşuyor. Bu toplantıda yabancıların tahrikiyle Türklere saldıran Ermenilerden şikâyet edince Layman; "Ermeniler size karşı kıyam etmekte haklıdırlar... Siz onların emellerine hizmet etmeye ve onlarla hoş geçinmeye mecbursunuz. Size başka türlü hayat yoktur!" diye köpürüyor! ERMENİ MEZALİMİ Babamın müfrezesi- çetesiyle- Maraş'tan Ayıntap'a giderken, ölünceye kadar gözlerini yaşartan bir olay var: Fransız üniformalı Ermeniler kadınları ve çocukları bir camiye doldurmuşlar ve yakmışlar. Babam bunları anlatırken "bebelerin derileri elimde kaldı" der gözleri yaşarırdı! Sonra "zahire tüccarı" bitiyor ve Kuvvayi Milliye Çete Reisi işgalci Fransızlara meydan okuyor! FRANSIZ ALBAYA MEKTUP Babamın Fransız Albay Abadi'ye mektubu: "Milletten doğan bir kuvvetin reisi olmak ve o milletin itimadına mazhar bulunmakla mesut bulunduğumu size ihbar eylemekle kesbi fahrederim... Kendi toprağımda yaşayan bir millet, ecnebi kumandasını ne ister, ne kabul eder... Türk milletinin bu baptaki kararı katidir. 3 Mayıs 1920 günü saat on ikiden evvel şehri terk etmezseniz Türk ahali şehri muhasara edecek ve her tarafa giden yolları seddedecektir . Bu suretle müthiş hücumlara maruz kalacaksınız bu uğurda dökülecek kanların mesuliyeti size racidir... Şehri terk ettiğiniz takdirde hiçbir tecavüze maruz kalmayacağınızı temin ederim. Antep Havalisi Umum Kumandanı Kılıç Ali" Kılıç Ali'nin Miralay Abadi'den evvel Antep kumandanı olan Miralay Sent Mari'ye verdiği ültimatomu. Bu ültimatomda Burhan Cahit'in deyişiyle müthiş, demir gibi haklı ve kılıç gibi kesici cümleler vardı. "Efendi; Cihanni beşeriyeti zalim ve mazlum namile ikiye ayıran ve Çanakkale zaferine rağmen Türk ordusunun da mağlubiyeti ile neticelenen Harbi Umumi, insanları serbest bir hayattan mahrum edecekse kürrei arz gene ala boyanacak ve daha yüz binlerce insan ifnayı hayat edecektir... Tarihin beş asır evvel kaydettiği Türk- Fransız dostluğunun bugünkü feci manzarası Kanuni Süleyman'dan dostluk dileyen Francois'nin hatırasını kâfi derecede rencide edecektir... Efendi; coğrafya, tarih ve etnografya fiilen ve ilmen ispat ederler ki Antep ve havalisi tamamile Türk olduğu halde milliyetperverlik iddiasında bulunan Fransızlar tarafından işgal edilmiştir... Efendi; Haksız işgaller tarihinde sizin bugünkü hareketleriniz en sefil bir sahife işgal edecektir. Şerefli bir ordunun ve haysiyetli bir zabitin icrasından çekineceği pek bayağı hareketleri Fransız ordusunun ve bir Fransız kumandanının yapması, beş yıl Türklerle harbetmiş bir asker için ne ****** bir istikbaldir... En vahşi milletlerin en iptidai memleketlerde bile hürmet ettiği ibadethaneleri, medeni Fransız ordularının, o dünyada din hürriyetini verdiğini iddia eden Fransız milletinin hem de ibadet edildiği bir anda bombardıman etmesi, Fransız milletinin yüzünü kızartacak bir şenaattir... Masum çocukları ve hürmete layık kadınları korumaksızın şehirleri ateşe veren bir ordu, tahkir ve tezyife müstahak bir sürüdür... Muhasara ettiğiniz bir şehirden para, erzak ve eşya istemeniz pek adi dilencilik, yol kesen, köy basan eşkıyanın yaptığı pek bayağı bir şekavettir... Vatanlarında hür ve müstakil yaşamak isteyen Türkler, sizin bu şekavetinizden nefret ederek halas için çalışıyor. Vatan için çarpışan bir millet, eşkıya değildir. Sizin gibi hakkı olmadığı topraklara ayak basıp masum insanlara kurşun atan, köyleri basan insanlar ancak eşkıya sayılır. İhtiramatimi kabul buyurunuz Miralay Bey... Kılıç Ali" Kılıç Ali Beyin bu ağır ve şiddetli notaları Fransız kumandanlarını kudurtuyor, fakat bütün bu mıntıkada önüne geçilmez bir ihtilal hareketi yaratan milli kuvvetler kumandanına mukabele edemiyorlar. Çünkü alay kuvvetlerine, Ermeni gönüllü taburlarına ve arkalarından mütemadiyen yetişen imdat kuvvetlerine rağmen daima kendileri tecavüze uğruyor. Adedini, kudretini bilemedikleri milli kuvvetlere taarruz edemiyorlar. İşte çete, işte çetecilik ve işte çeteler... NOT: Babamdan söz ettiğin bu yazıyı bu günlere denk düştüğü için yazdım! * * * Ne kadar garip... Ulusal Kurtuluşa hizmet edenlere de "çete" denmiş! Şimdide içerideki insanları mercek altına aldığınızda, yukarıdaki kahramanlarla ne kadar fazla benzerlikleri olduğunu görebiliyoruz. Glodyanın yaptığı tüm caniliklerin faturasını kasıtlı olarak "ulusalcı kimlik" taşıyanlara çıkarmakta GLODYA mantığı değilmidir? Gittikçe, okudukça, inceledikçe "ERGENEKON KUYRUKLU YALANDIR" demeye başladım... Saygılarımla
  2. Birde şöyle bir yorum var... Uzun ama okumanızı tavsiye ederim. * * * Eğitimbilimci Gözüyle Ergenekon İddianamesi Bu iddianame ile toplumsal-tarihsel belleğimizde kaos yaratılmaktadı r. İddianamenin bizzat kendisi bir tür zihinsel kaos yaratma silahıdır. Sadece tutuklananlar değil, toplum olarak hepimiz aynı zihinsel saldırı altındayız. İnsan beyni olaylar arasında mantıklı matematiksel denklemler kurarak, eşleştirme yaparak zihinsel faaliyet yapar. Bu iddianamede ise, bütünsel olan hiç bir şey yok, paragraflar arasında bile bağlantı yoktur, parçalar orda burda uçuşuyor! Sürekli asimetrik durumlarla insan beyni aptala döner, burada bunun amaçlandığını açıkça görüyorum. Dikkat ediniz, sayfanın başı ile sonu arasında bağ yoktur, bölümler arasında bağ yoktur, ne ile suçlandığınızın bile mantıklı bir tarifi yoktur, iddia edilenler arasında bağ yoktur, dosyanın başı ile sonu arasında bağ yoktur! Bu kadar bağlantısızlık beyinde kaos yaratır, AKIL denilen zihinsel faaliyet bağcıklarını kırar! İddianamedeki tutarsızlıklara düzgün bir mantıkla cevap vermek mümkün değildir. Parçaları asla diğerleriyle yan yana gelemeyecek bir pazıl konulmuştur önümüze ve acaba düzeltmeyi başarır mıyım diye oynadıkça zihinde yaptığı tahribat derinleşecektir. Bence, bu bozuk pazıl aylarca sürdürülerek en zihni açık insanların bile bundan zarar görmesi, bu iddianamenin arkasındaki güçlerin istediğidir. Hedefleri, ne olup bittiğini anlamakta zorlanan bir toplum yaratmak, algılama seviyesini altının altına çekmektir. Yani pazılın bozuk olduğunu bilirsen, üzerinde hiç kafa yormazsın ve böylece beynini de tehlikeden korumuş olursun. Bununla mevzi kazanan beyin(insan) , özgüveni yüksek bir şekilde, açık zihinle asıl yapmak istediği zihinsel faaliyetleri yapabilir. Özetle: Bu iddianame aracılığıyla, toplumsal-tarihsel belleğimizi dağıtma ve zihin çökertme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu gerekçeyle iddianameyi reddetme ve üzerinde konuşmama yolunu öneriyorum. Bir şey daha yapılabilir; İddianameyi 'Yanlışları bul' oyununa çevirmek, birbiriyle zıt olan, tarihleri örtüşmeyen, yazımsal kuralsızlıklar gibi cümle bozuklukları gibi denge bozukluklarını bulmak. İşte o zaman bu bir zeka geliştirici oyuna dönüşür, zihnimize saldıran tarafı bozguna uğratır! 'İddianamedeki Yanlışları Bul' oyununda en fazla yanlış bulan ve bize gönderenleri gazetede yayınlayarak ödüllendirmek de hoş olur. 27.7.2008 Zihinsel kaos Zihinsel kaos/ 'Parçalanmış Zeka' yaratmanın yerli ustası Talim ve Terbiye Kurulunun eski başkanlarından Ziya Selçuk'un beyin yıkama konferansları serisinde 2004 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Konser Salonunda akademisyenlere hitaben yaptığı konuşmada sarf ettiği şu sözler, bu iddianamenin ne amaçla hazırlandığını izah etmeye yeter: 'Bugün küreselleşmenin önündeki en büyük engel ulusal direnç noktalarıdır.. Üniversitelerimiz küresel bayrağın dalgalandığı kaleler olacaktır.' Aynı günlerde Karen hanım açığa çıkan e-postalarında 'Tarihleriyle baş edemiyoruz' diyordu ve aslında tarihimizle başa edebilecekleri bir silaha ihtiyaçları olduğunu söylüyordu. Yani, bir talep vardı, liberal ekonomi anlayışına göre bu talebi karşılayacak buluşlara iyi para verilecekti! Sonra gördük ki, Pentagon'a ve Nato'ya bağlı enstitülerde çalışan fizik bilimcilerin yazdığı 'Fraktel Yapılar, YENİDEN KAOS', ' Kosmozdan kaosa, kaostan kozmoza', 'Spin camları altında bunalım ve kaos' (Prof.Nihat Berker), 'Evrende her şey tekildir', 'Multiple Intelligence/ Zeka çok parçalıdır'(Gardner) , 'Çatışma Teorisi', 'Çocuk bireydir' gibi makaleler üniversitelerimize akmaya başladı. Ve Nato'nun fizikçileri keşfettiler ki insan beynine görsel ve işitsel yoldan tahrip kalıpları göndermek mümkündür: -PARÇALARI ASLA BİRLEŞEMEYECEK ASİMETRİK OBJELERİ VEYA ÇAĞRIŞIMLARI BEYNE GÖNDERİRSEN BEYNİN ZEMİNİ PARÇALANIR! -ASİMETRİ BEYNİN DÜŞMANIDIR, BEYNE UYUMSUZLUK GÖNDERİRSEN MATEMATİKSEL DENGELER KIRILIR! -NEGATİF ÇAĞRIŞIMLI SÖZCÜK, BELLEKTEKİ İLGİLİ POZİTİF KAVRAMI SİLER. -İNSAN BEYNİ IŞIKLA ÇALIŞAN BİR MEKANİZMADIR, BU IŞIĞI KARARTAN KARANLIK RENK VE SİMGELER BEYNE GÖNDERİLİRSE BEYNİN IŞIĞI KARARTILABİLİR. -EVRENDE VAR OLAN IŞIK İÇERİSİNDE İNSANDA OLAN HER ŞEY VARDIR, IŞIK ZARARLI TİTREŞİMLERİN TAŞIYICISI OLARAK KULLANILABİLİR! -İnsanların birbirine negatif enerji gönderecekleri SÜREKLİ ÇATIŞMA ortamı oluşturun; AKADEMİK ADI 'ÇATIŞMA STRATEJİSİ', MEDYADAKİ KARŞILIĞI. 'DEDİKODU PROGRAMLARI' . Kullanılan taktikler: -Bilgiyi o kadar ufak parçalara ayır ki parçalar birbiri ile buluşamasın! Bozuk Boz-Yap oyunları kullan! -Tarih kavramını boz, hem dikey hem yatay olarak asimetriler yarat ki tarihsel süreç algılanamasın! Değişik tarihlerde yaşanmış olayları aynı ünite içerisinde anlat ki zaman mefhumu kalmasın. (Zamanda sınırsızlık beyni dağıtır.) -Dil; beynin zihinsel faaliyet aracıdır, dili boz-parçala-kı r. -Yazı; beynin bütünü algılama özelliğine aykırı hale getirilsin, cümleler, kelimeler ve heceler harflerine kadar farklı renk-punto-karakter lerle parçalara ayrılsın! -Eğitim; onu yıkmaya herkesin zihinsel olarak hazırlanması gerekir, bunun için Türk sosyal müfredat programının aleyhinde kampanya başlat, genel kabul görecek simge sözcük seç, yıkılacak olan bu imiş gibi imaj yarat. (Seçilen sözcük: Ezberci Eğitim!) -Beyni karartacak renkler, algılanması güç ve akıl dışı şiddet görüntü ve sesler, beyinleri ardı ardına gelen depremler gibi sarsmalı. -Hayali düşmanların karşısında çaresiz kalan insan öyküleri uydur. Çünkü, korku ve şiddet beynin en büyük düşmanıdır, beyin kendini korumakta aciz kalır, kişi çaresizlik duygusu yaşar, teslim olma sonucuna götürür. -Beyne sürekli negatif enerji yükleyen sözcükler gönder, pozitif enerjiyi körelt, olumlu/pozitif sözcükleri bozarak anlamsızlaştır, bu yolla zihinsel faaliyeti yok et! Negatif çağrışımlı sözcükleri bu amaçla silah olarak kullan! Ders kitapları bu amaçla yazılmaya geçilmeliydi, YÖK Dünya Bankası dairesi açıldı, 1995-2005 arasında 'Çoklu Zekâ' adıyla beyin çökertme yöntemleri itibarlı tez konusu olarak üniversitelerimize ve MEB içerisine yerleştirildi. -Dengesizliği yazı ve resimlerle topluma bombardıman et.(1.Sınıf Türkçe kitabının ilk sayfasında DENGESİZ duruştaki bir çocuk karikatürü yerden çöp topluyor!?)Türk insanının beynindeki doğru tarih bilgilerini paramparça etmek üzere geliştirilmiş bir psikolojik bombayı nihayet üretebilmişlerdi: Bu bombayla parçalara ayrılan zihinde bellek kayıtlar otomatik olarak dağılacaktı! Sonrası, domino taşı gibi yıkılmaya devam ederdi. -Bilinen toplumsal kavramların çağrışımını değiştir. -Bir toplumsal deprem dalgası, kaos yarat, bu kaosta içeriği değiştirilmiş kavramlar kullan, akılları sars, doğru düşünmeyi yok et. Şimdi: Birbiriyle ilgisiz şeyleri bir dosyada toplayıp dava diye toplumun önüne koydular. Yanıltma sözcüğü olarak seçilen başlık 'Ergenekon'! İDDİANAMEDEKİ ASİMETRİK/ÇAPRAZ İDDİALAR; ZİHİN ÇÖKERTME SİLAHI. 1. 'Her yıl güncellenen terör örgütü listesinde yer almayan…. Ergenekon terör örgütüne ulaşılmıştır.' s.32/ 2 p. Her yıl güncellenen listede olmayan şey, sanal demektir! Asimetri: Geçmiş askeri yönetimler zamanında bile böyle bir dava açılmamış! 2- 'Ergenekon adı savcılığın koyduğu ad değildir' s..32/3 p. Nasıl örgütse, sanıklardan hiç biri böyle bir adın tanıtımını/ reklamını yapmadı. 3- Ergenekon-Lobi deyimi birlikte sıkça geçiyor. Bu sözcüğün sık tekrarı ve büyük harflerle yazılmasıyla zihinde yapılan işlem şudur: Negatif imajıyla zihinlere yer etmiş olan Ermeni ve Yahudi Lobilerinin yerine yeni bir negatif çağrışımlı 'lobi' kavramı yerleştiriliyor. 4- s.50/2.p Müsteşarlığa 3.7.2002 tarihli isimsiz gönderilmiş 2 sayfalık mektup. Hayali kişi ile gerçek kişi/sanık karşı karşıya geliyor, asimetrinin, korku yaratmanın dik alası! Korku durumu, beyni karartır, bu iddianamenin bir korku silahı olarak kullanıldığını gösterir. 5- 50.sayfada, hayali kurumlarla gerçek kişileri karşı karşıya getirme taktiği: 'Bazı Sivil Toplum Örgütleri, Siyasi parti ve medya kuruluşları…' 'Asker orijinli bir kadro…' kim oldukları belirsiz! Yine bir düşsel oyun. 6- s.51 / 1.p, tanık sıfatıyla dinlenen bir HAYALİ kişinin ifadesi. Hayali düşman; bilinmezlik beynin en büyük düşmanıdır, korku yaratır. Korku, sindirme amaçlı şiddetin adıdır. 7- s.56 Tuncay Güney'den elde edilen belge… Hayali kişilik Tuncay Güney, adı var kendisi ortada yok. Basında onunla ilgili ne çok şey yazılıyor, ABD'de onca yıl ne için barındırılmış, orada ona ne eğitimi verilmiş belli değil. ABD, kimseyi babasının hayrına beslemez, o ömür boyu kullanılacak bir malzemedir artık. Hahamlığı da şüpheli, Yahudilik doğuştan getirilir, bence bu adam hala kullanılıyor. 8- s.64-68 arasında 'Terör ve şiddet' tanımı, 4 sayfa boyunca anlatılıyor! Bir iddianamede terörü bu kadar uzun açıklamaya neden gerek duyulmuş olabilir, ki, hukukçuların yargılandığı bir davadır bu. Burada gördüğüm, psikolojik savaşın parçasıdır, zihinsel şiddet taktiğidir. 4 sayfa boyunca defalarca yinelenen terör ve şiddet sözcükleriyle psikolojik şiddet fiilen iddianamede kullanılıyor! Çünkü terör ve şiddet sözcüğünün her tekrarında, beyne defalarca şiddet mesajı gönderilir. Çok enteresan bir benzerlik, geçtiğimiz aylarda, çok sayıda şiddet konulu panel düzenlendi ve buralarda katılımcıların beynine zihinsel saldırı gerçekleştirildi. Çağrışımı ürkütücü olan bir sözcüğü bu kadar tekrarlamak beyne sürekli negatif enerji yüklemek demektir. Bu durum, yaratıcı düşüncenin ihtiyacı olan, yani zihinsel faaliyet için gereken pozitif enerjiyi yok etmek tir.. (Eksi artıyı yok etme özelliğindedir, bu doğal fiziksel olayı silah olarak kullanmaktadı rlar.) Korku yayan, negatif enerji yükleyen sözcüklerin başında 'şiddet' sözcüğü gelir. Örneğin, bir afişte şiddet resimleri varsa, bu ,görsel yolla zihinsel taciz yapılıyor demektir. Son birkaç yıldır ülkemizde bolca bu afişlerden yapılmış, İsrail Büyükelçiliğinin sponsorluk yaptığı SCA Müzik Vakfı bile bir çocuk korosuna 'yatak odanıza asın' diyerek şiddet afişleri dağıtmıştır! Çocukları bu afişlerin negatif etkisinden kurtarmak için güzel bir metin yazıp onlara dağıtmıştım. Şiddet ve Sanat başlıklı bir paneli de aynı nedenle protesto etmiştim, negatif etkisini silmek için afişi yırtmıştım ve nedenini anlatarak hakkında yazı yazmıştım. 9- s.71/1.p. 'Yaşar Büyükanıt'a Perinçek'in suikast yapmayı düşünmüş olabileceği gibi korkunç ve canice bir plan akla gelmektedir' ifadesindeki asimetri : Kamuoyunda Büyükanıt'a en fazla destek verdiği bilinen bir parti başkanı için tam tersi bir imaj veriliyor. Bu sırada kullanılan 'korkunç ve canice' sözcükleriyle ise beyinlere verilen mesaj tam bir psikolojik harptir! Bu, psikolojide dışa vurumdur, savcının kendi düşüncesinin tezahürüdür. Olmamış bir şeyi olacakmış gibi gösterme gafletiyle kalmayıp sanığı toplumun gözünde aşağılamak niyetidir. Bu ifadesiyle savcı bir kez daha kaybetmiştir. Eğitimbilim açısından 'korkunç ve canice': NEGATİF ENERJİ dozu oldukça yüksek sözcüklerdir. Belleklerde önceden yer etmiş olan Perinçek'in Büyükanıt'a karşı pozitif tutumunu silmek üzere seçilebilecek bu en negatif sözcüklerle yüksek dozda eksi elektrik yüklemesi yapılıyor. 10. s.85 'Mafya yapılandırması' ifadesi. Burada, vatanseverliği ile bilinen sanıkları negatif çağrışımlı zararlı örgütlerle bir arada dillendirerek zihinsel eşleştirme yapılmaktadır. 11.. s.93. 'Büyük strateji' gibi sunulan bir başlığın altı tamamen 'dedikodu' ile dolu. Buradaki asimetri konu başlığı ile içeriği arasındadır. Telefon dinlemenin bu kadar çok yer aldığı bir metindeki mesaj, 'Biz her şeye hakimiz, bizden korkun' mesajıdır. Bu taktik, görünmeyen bir sanal düşman yaratarak insanları aciz konumuna çekme silahıdır. 12- s.94- '3. Üniversite yapılanması ve siyasal faaliyetler' başlığı altında asimetrik eşleştirme oyunları: -Bir mitingde kimin taşıdığı belirsiz 'Ordu Göreve' yazılı pankartı Kemal Alemdaroğlu ile eşleştirmek. Üniversite öğrencisi olduğu bile belli olmayan bir sanal kişiyle Alemdaroğlu arasında çatışma yaratmak, asimetri-uyumsuzluk yaratmak. Bu taktik 'akıl bağlarını zorlayarak kopartma, zihinsel kaos yaratma' taktiğidir. Pankartı bizzat taşıyan kişi burada sanık değildir, onun adına da Alemdaroğlu sanıktır; bu dengesizlik zihinde matematiksel düşünmeyi, algılama koordinatları nı tahrip eder. 5. Paragrafta, Paragrafın başı ile sonu arasında uyum olmayan bir örnek 'Şüpheli Kemal Alemdaroğlu Trabzon doğumludur.…. Devam eden ihaleye fesat karıştırmak davalarının olduğu telefon konuşmalarından anlaşılmaktadır. Savcının bu dava dosyalarını eline bile almadığı, özel telefon sohbetlerinden öğrendiği, ciddiyetsizlik örneğidir. Ciddi bir suçlama ile ciddiyetsiz tavır arasındaki asimetri vardır. Söz ile eylem arasındaki uyumsuzluk bir diğer asimetridir. Bu paragrafı okuyan kişinin aklı zorlanır, akıl bağları kırılır. Burada zihinsel faaliyet durdurulmuştur! Bundan sonra gelecek olan cümleler normal olsa bile, insanda okuma isteği kaçar. Çünkü, iki kere toslatılan bir insan artık yürümekten korkar, korkunun hakimiyetine girer ve zihinsel teslimiyete zorlanır! 7.paragrafta ORDU GÖREVE sözcükleri yinelenmektedir; Pekiştireç kullanarak suç varmış gibi beyinlere mesaj verilmektedir. Üstelik bu kez asistanlarıyla birlikte suça bulaşmış gösteriliyor, yine pankartı taşıyandan haber yoktur! Bir pankartla tüm asistanlar zan altında bırakılmıştır! Bu paragrafta söz konusu pankart, 'LAR' ekiyle çoğullaştırılarak suçu büyütme yoluna gidilmiş, ama yine taşıyıcılar ortada yoktur! Hayali suçlularla Alemdaroğlu çatıştırılmaktadır! (Bunlar, Çatışma Stratejileri uzmanı TTK eski başkanı İrfan Erdoğan'nın İ.Ü. Eğitim Fakültesinde çalıştığı yıllarda yaşanmış görünüyor. Tanık olarak mahkemeye davet edilmelidir. Alemdaroğlu ile İ.Erdoğan arasında akademik çatışma yaşandığı bilinmektedir, bu konu gizli tanık meselesinde önemlidir. Akademik hasımları onun aleyhinde uyduruk ihbar yapabilir diye düşünülmelidir. 96.sayfada son paragraf: 'Hakkı ve hukuku sadece kendisinde zanneden Alemdaroğlu görevden alınmasını hazmedemeyerek…' ifadesi, savcının kişisel kin içerisinde bu iddianameyi yazdığının kanıtıdır! Bir hukukçunun tarafsız olmasına gereği ile bu cümle arasında asimetri vardır; toplumda güven duygusunu kırma sonucu getirir. s.98, 'Örgütün köprüsü' başlığında telefon dedikoduları ile köprü kurulmuş! X konuşmacı gibi belirsiz sanal kahramanlar polisiye-kurgu- korku dizisi gibi, 'Biri sürekli aleyhinizde işler yapıyor' mesajlı psikolojik yıldırma senaryosudur.Örgüt şeması diye çizilen şemaların hiç birinde görev diye adı verilen işlerin sorumluları yanlarında yazılı değildir. Yani, kocaman bir örgüt izlenimi veriliyor ama ortada bu kadar insan ortada yoktur, adları yoktur. Böyle başlıkları zihinsel olarak alt başlıklara böldüğünüzde yüzlerce insan etmesi lazım gelir, düşsel olarak sınırsızlık duygusu verir. Sınırsızlık beyni dağıtır! Bu taktiği savcı, zaman kavramı üzerinde de kullanmaktadı r, '20.yüzyılın sonlarına doğru…' '600 yıllık örgüt' cümlelerinde olduğu gibi. s.108. Gizli tanık 17 ifadesine göre: 'Meclisi ele geçirip darbe yapmak amacıyla 10 bin adet kalpak ve bere sipariş verildiği. Asimetri: Kalpak ve bere ile darbe yapılabilirmiş gibi. s.120 MASAL ama ne masal, tam postmodern anlatım! Kurtlar Vadisi, Agarta … dipsiz, sınırsız, zaman mefhumu uçurulmuş, tuhaf çağrışımlı paragraflar. Adana'da bedava dağıtılan, Kabala reklamı yapan Bahai çağrışımlı 'BH Sanat' dergileri gibi… Dikkatinize; Ergenekon İddianamesinde 1- Agarta yapımı kitaplar satıyor; kafa ütüleme kitapları, 'Ortodoks İslâmı' deyimi üretilmiş, bir diğer yazıda İslamiyetle Hristiyanlık buluşturuluyor! Orada, Yahudi Katolik İslam buluşmasının savunucuları 'Güneşin Çocukları' olarak adlandırılıyor, ki böylece Türk tarihinden kopartılmış bir 'Ergenekon/ Güneşin çocukları' karşımıza çıkıyor! İddianamede kullanılan Agarta sözcüğünün de kendi tarihsel anlamı olan 'şehitler şehri' zemininden kopartıldığını görüyoruz. Bu bölümdeki yazılar kendi ürettikleri bir Agarta Mantığı inşa ediyor. Simgeleri anlatılıyor; örneğin Ortodoks İslamcılardan 'İnşallah' sözcüğünü alır diyor. 2- Eğitim ve Danışmanlık başlığı altında AB Projelerini tanıtıyor 3- Bilişim hizmetleri veriyor. 4- Ana sayfadaki başlıklar açıldıkça, açılan makalelerde Yeniden Kaoscu ve sadece tartış bir senteze varma diyen Kuantum fiziğinden alıntılar var. Bu yazılarda, Pentagon'a ve Nato'ya bağlı enstitülerde çalışan fizik bilimcilerin yazdığı 'Fraktel Yapılar, YENİDEN KAOS', ' Kosmozdan kaosa, kaostan kozmoza', 'Spin camları altında bunalım ve kaos' (Prof.Nihat Berker), 'Evrende her şey tekildir', 'Multiple Intelligence/ Zeka çok parçalıdır'(Gardner) , 'Çatışma Teorisi', 'Çocuk bireydir' gibi makalelerin ana teması karşımıza gelmektedir. Bütün bunlar Kabalacıların Agarta Yapısı içinde onların faaliyeti olarak gösterilmektedir. Bu bir tuzak: Dava boyunca ekrana sık sık getirileceği anlaşılan Tuncay Güney'e ait Yahudi simgeli fotoğrafın işlevini, bahsedilen sitede yazılanların ışığında düşündüğümde şunu görüyorum; o bir 'gülümse' işaretidir, internetteki alaya alma, dalga geçme işaretidir. Halen daha kullanılmakta olduğunun ipucu buradadır. Onun Yahudi simgeli fotoğrafı, asimetri oluşturmak için kullanılmaktadı r; zihin kırmak için üretilen son 'çapraz ateş silahı' örneğine uygun bir görüntü vermektedir! Bir tuzak daha: İddianameyi tartıştıkça Kabalacıların diliyle konuşmaya, toplumumuza bu tezgahı kuranların dünyasına girmeye başlayacağız. Bu da bir ZİHİNSEL KUŞATMA'dır. Akli salimler bu tuzaklarla baş edebilir, bu tuzakları açığa çıkartmak üzere onları daha önce araştırmış olan herkesin elbirliğiyle bu tuzağı parçalayabiliriz. Bu anlamda Yaşar Nuri Öztürk hocamızdan öğreneceklerimizin olduğunu düşünüyorum. Agartacı Haçlıların İddianamesinde Neden Bolca Küfür ve Hakaret var? Bir zihin çökertme silahı olarak hazırlanmış olduğunu saptadığım iddianamenin içerisine bolca küfür ve aşağılama sözcükleri yerleştirilmiş. Patlayıcının tesirini artırmak üzere bombanın içine konulmuş negatif enerji yüklü ayna kırıkları gibi. Tıpkı halkımıza izlettirilen TV dizilerinde ve kuşak programlarında kullanılan hakaret ve küfürlü sözcükler gibi. Bunlar sadece kitlenin seviyesini geriye çekmek için yapılmıyor; bu yolla kitleler zihinsel taciz ateşi altında tutuluyor. Zihnin doğasını inceleyenler bilirler ki, insanı aşağılayan sözcükler, zihnimize çalışma şevki veren estetik güzellikleri kaçırtır. Bu pedagojik bilgiyi bir silaha dönüştürmenin yolunu buldular ve kitle iletişim araçlarını elinde bulunduran güç, insanların beynini işitsel ve görsel yoldan sürekli küfür bombardımanı altında tutuyor. İddianamenin belli kanal ve gazetelerde manşetten ve süreklilik arzeder şekilde gösterilmesi, metnin içindeki zihin çökertme sözcüklerinin görsel ve işitsel yoldan toplumun beynine bombardıman edilmesi olarak düşünülmelidir. İddianamede inceleyebilme fırsatı bulduğum 1-400 sayfaları arasında belirlediğim bu tür parça tesirli sözcüklerin hepsi de telefon dinlemelerle toplanmış sözcüklerdir. Savcının kendi kişisel yorumu olan 'korkunç ve canice' gibi şiddet çağrışımlı sözcükleri bunlara eklediğimizde, iddianamenin zihinsel tecavüz şiddetinin artırılması istendiği anlaşılmaktadır. Yani bu iddianame, yazanları eliyle parça tesiri artırılmış bir zihin çökertme silahı olarak tasarlanmış görünmektedir. Emin Gürses'in telefon konuşmalarında kullandığı iddia edilen küfürlü sözcükler özellikle seçilmiş ve bu bölümler sansürsüz olarak, (…) bile kullanılmadan, aynen yazılmıştır. Bu sözcüklerin sansürsüz defalarca tekrarlanması psikolojik silahın tesirini artırmak amaçlı görünmektedir. Küfürlü sözcükleri cımbızla seçip iddianameye koyan mantık, suçlanan kişinin toplumdaki saygın profesör imajını vurmayı da hedeflemiş görünmektedir. Buradaki 'saygın biliyordunuz ama bakın küfürlü konuşur' mesajı bir asimetridir. Topluma, 'onun gibi insanlara güvenmeyin' mesajı veren, güven kırıcı başka bir psikolojik silah olarak kullanılmıştır. Sayın Kemal Alemdaroğlu'nun telefon konuşmalarından alındığı iddia edilen hakaret sözcüklerinde de benzer durumu görmekteyiz. Genel Kurmay Başkanlığı tarafından 31.7.2008 günü yapılan açıklamadan öğrendiğimize göre, iddianame kitap olarak da basılmış, henüz iddia aşamasında olan şeyler satışa çıkartılmıştır ve maalesef bunu önleyecek bir güç de yoktur. Bu iddianamenin kitap olarak basılıp satılması, onun bizzat bir psikolojik zihin çökertme silahı olarak nasıl kullanıldığının boyutlarını göstermektedir. Bu noktada, piyasanın ulusötesi tanrısı, malûm mali güç merkezi diyor ki; güç bende! Bütün psikolojik harp taktiklerini birlikte tasarlamış bir HAÇLI SALDIRISI ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. SOBE dediğimiz bir saklambaç oyunu vardır. Beni sobelemek isteyeni görmüşsem artık o beni sobeleyemez! Buradaki taktiği kullanalım. O zaman, zihin çökertme silahı onu kullanana döner, kullananı bozguna uğratır. Biz ne haçlı yağmacılar gördük. Bakın binlerce yıldır hep bu topraklarda yaşıyoruz. Bunu o haçlı yağmacılara hatırlatmak bile morallerini bozmaya yetecektir! Şimdi dönelim Agartacıların iddianamesine. İlk bölümde çokça kafa karıştırıcı anlamsız gibi duran cümleler, hakaret ve aşağılama sözcükleri bulunmaktadır. Bu bölümde akılda kalması istenen sözcükler bunlar olsun istenmektedir ki, bundan sonra okuyucu bu sözcüklere dikkatini vermiş olacak, bu sözcüklerle kişileri eşleştirmiş olarak iddiaları okuyacaktır. İddianameyi okuyan, ki herkes okusun diye kitaplaştırıldı, bir çok asimetri bombardımanına tabi tutulmuş olacaktır. İstenen de zaten budur, okudukça zokayı yutturmaktır. İşte bu nedenlerle, emperyalizmin son keşfettiği zihin çökertme tuzaklarını herkesin bilmesi gerekir; bu silahı ters teptirmenin tek yolu bu silahı tanımaktır! Akıl sağlığınızı korumanız dileğiyle. MAHiYE MORGÜL 2.8.2008
  3. NESLİHAN ACU İki gündür oku babam oku, İddianame'den yaprakları ve saygıdeğer medyamızdaki yansımalarını okuyorum. Aklıma yığınla soru takılıyor. Adeta çapari oltalarına takılan balıklar misali… En başta şu soru: Sayın iktidar sempatizanı, gönüldaşı, fan'ı medya yazarları iki bin beş yüz sayfalık iddianameyi hangi arada derede okudular da, bu kadar çabuk klavyelere sarıldılar? Ve ikinci soru: Bu bir İddianame. Adı üstünde. Mahkemede, öne sürülen bu savların doğru olup olmadığı araştırılacak, karara bağlanacak... E, şu anda sadece "iddianame"de yer alan bir sürü iddia, sanki yüzde yüz gerçekmiş gibi neden ortaya sürülüyor? Vayy şunu da yapmışlar, bunu da yapmışlar çığlıklarıyla…. Bu karmaşada ve kargaşada, İddianame'de gerçekten önemli olan konuların (Veli Küçük, Danıştay saldırısıyla ilgili bağlantılar) gümbürtüye gitme tehlikesi yok mu? Ama ne karmaşa! Şarkıcı Emel bile İddianame'ye girmiş, şaşakaldım yani. Veli Küçük'ten müstakbel damadı için torpil istemiş bu sanatçı (telefonda). Asker bir tanıdığı için torpil istemeyen var mı bu ülkede? Veli Küçük'ten istemiş olması, şarkıcı Emel'i hangi bağlamda Ergenekon'a dahil ediyor? Etmiyorsa bu görüşme kaydı İddianame'de ne arıyor? Laf olsun torba dolsun diye mi? İddianame bu türden kayıtlarla dolu bir sürü sayfayla kabartılacağına, gerçekten önemli noktalar vurgulansaydı da bu kadar kargaşa olmasaydı daha iyi değil miydi? Sonuçta 2500 sayfalık bir iddianameyi okumak her yiğidin harcı değil. Düşünün ki bu ülke 20 satırı aşan köşe yazılarını bile okumaktan sıkılan insanlarla dolu. (Acı ama gerçek bir tespit!) Bir de Ergenekon'un medyayı ele geçirme planlarının faş edildiği sayfalara çok takıldım. "Medyanın ele geçirilmesi ve kontrolü" başlıklı bölümde çok enteresan bilgiler var. Veli Küçük, kendisini çeteyle ilişkilendiren gazete manşetlerine sinirlenince "Doğu Perinçek gitsin Aydın Doğan'la görüşsün" buyuruyor. Gizli tanık DENİZ, Aydın Doğan'ın "Veli Paşa'ya söyleyin haber yapmamaya gayret edeceğiz. Milliyet ve Radikal gazetelerinde bu haberleri durdururum ama Hürriyet Gazetesi benim değil, Koç'un. Hürriyet için söz veremem" dediği şeklinde ifade veriyor. Aynı bölümde ayrıca, Doğu Perinçek'in, Gülay Göktürk, Nuri Çolakoğlu, Faik Bulut, Cengiz Çandar gibi şahısları gazetecilikte yetiştirdiği belirtiliyor. Tuncay Özkan'ın Doğu Perinçek in adamı olduğu ve Doğu Perinçek tarafından yönlendirildiği söyleniyor. Bunlar çok enteresan bilgiler. İnsanın, meğer bu Doğu Perinçek ne kadar ağırlığı olan biriymiş diyesi geliyor. Ele geçirdikleri medya ise, KanalTürk, Ulusal Kanal, Avrasya falan şeklinde sıralanıyor. İlginç. Çünkü bunlar hiçbir zaman öyle fazla iddialı olmayan, büyük kitlelerce seyredilmeyen kanallar. Bu örgüt bu kadar güçlüyse neden en büyük kanallara kol bacak atmamışlar acaba diye sorası geliyor insanın. Bir de şu soru takılıyor beynimin ağlarına: Birilerinin kendi fikirlerini küçük bir kanaldan pompalaması "çetecilik" olayına dahil oluyorsa, başka birilerinin "uyarına getirip" etli butlu televizyon kanalları ve gazeteler satın alması neden "gazetecilik" oluyor? Bakınız: ATV-Sabah olayı. Bir çelişki var burada ama nerede? Bulun bakalım. Bir de bu "gizli tanıklar" meselesi var. Biliyorsunuz bu bizim hukuk sistemimizde yeni bir durum. Son icat. AB uyum yasaları çerçevesinde kanunlara girdi "gizli tanıklar". "Çete"leri çökertmek için gizli tanık kullanılabilecek artık. Ne güzel! Ama yine münafıklık etmeden duramayacağım….Bildiğiniz gibi biz AB yolunda bir ülke değiliz, AB bizi hiçbir zaman bünyesine kabul etmiyor…Bu durumda uyum yasaları bizi neye uyduruyor? Biliyorsunuz bir gelişmiş ülke demokrasisi ile gelişmiş olmayan ülke demokrasisi hiçbir zaman aynı şey değildir. Sormak istediğim, bu kadar çok katakullinin ve ayak oyununun döndüğü bir ülkede, bu gizli tanıkların sağlam bilgiler verdiğinin sağlaması nasıl yapılacak? Bir de 1 numara olayı var… Bir numaranın eşgali Zihni Çakır'ın "Kod Adı Darbe" kitabında "sarı saçlı, sert mizaçlı" olarak geçiyormuş. Bu bana fazlasıyla casus romanı tadında geldi. Bilemeyeceğim artık… "Çok güçlü, çok dehşetengiz" olarak adlandırılan bu çetenin TSK'ya, MİT'e falan sızamamış olması "gücü" konusunda beni biraz şüpheye düşürdü, o da işin başka bir boyutu. Ya liderlerinden biri olduğu iddia edilen İlhan Selçuk'un 500 bin dolarlık iş notunu yazıp ortalarda bırakmasına ne diyorsunuz? Biraz acemi galiba bu örgütçüler… Şaka bir yana…. "İşte temiz eller!", "işte sonunda derin devlet çökertiliyor!" şeklinde sevinç çığlıkları atmadan önce serinkanlı bir şekilde düşünmekte fayda yok mu? Ben "dokunulmazlıkları" kaldırılmamış siyasetçilerle dolu bir ülkede "temiz eller" olayına kati surette inanmıyorum. Ülkeyi sarsan bir cinayette, emniyet soruşturma dışı bırakılıyorsa, siz inanır mısınız temiz ellere? Kafama takılan son şey ise Taraf Gazetesinin bu operasyonla ilgili attığı başlık: "1923'de kuruldu, 2008'de arınıyor" buyurmuşlar. Bu ne demek, ulu manitu adına? Türkiye Cumhuriyetinin kurulması da Ergenekon icadı demek istiyorlar herhalde. Vay ki vay sayın seyirciler! Cumhuriyet mevta olacak diye zil takıp oynayacaklar neredeyse. Ben bu çıldırık neşenin sebebini anlamış değilim. Ne sosyal, ne duygusal, ne matematiksel zekam yetmiyor buna. Ve son söz niyetine…Bu ülkede yıllardır bir sürü karanlık şeyler oldu. 70'lerin o kanlı günleri, suikastlar, gazeteci cinayetleri…. Bunlar aydınlansın istiyoruz. Ama heyhat, yüzlerce sayfalık kıytırık telefon görüşmesi kayıtlarıyla mı aydınlanacak tüm bunlar? Yok Emel Veli Küçük'ten torpil istemiş, yok 1 numara sarı saçlıymış… 1 numara küçükken karga da kovalamış mı acaba? Durup dururken merak ettim.
  4. Lütfen lütfen, sinirlenecek bir şey yok, karşılıklı bilgi paylaşımı var, sakin olunuz! "Laik sistem" ilk olarak Cenab-ı Peygamber Efendimiz zamanında kullanılmıştır. Türklerde ise ilk kez Selçuklular da kullanılmıştır.... Efendimiz zamanında yaşan devlet "din devleti"miydi? Yada Efendimiz o bölgenin kadısı, prensi, kralı ve beyimiydi? Ortaya attığı fikirler toplumsal yaşam içinde bireyin uyması gerekn "güzel ahlak" örnekleriydi... Siz hiç "yaşadığımız devlet din devleti değil bu devlet yıkılmalı" dediğini okudunuzmu? Böyle birşey olmamıştır... Cihat kavramı bile günümüzde çarpıtılmaktadır... Savaşlardan sonra "küçük cihat bitti, şimdi büyük cihat başladı" demiştir. O nedir Ya Resulallah dendiğinide de "asıl cihat nefs ile yapılandır" demiştir.... Kalkıpta "küffar ile yapılandır" dememiştir. Ayrıntılar önemli arkadaşlar! İslamın hangi yüzü ile "şeriat" kavramına bakıldığı önemli. Bir yüzünden bakan tüm gayri müslimleri öldürmek ister. Diğer yüzüyle bakan kendi nefsindeki yamukluklardan dolayı kendisiyle uğraşır, bir yüzüyle bakan sadece kendini müslüman görür diğer müslümanları münafık görür.... Neye göre oranlama ile islamı yaşacağız? Dünya üzerinde gerçek islamın ve islam şeriatının yaşandığı tek yer Türkiyedir! Zira, devlet sistemi, insalar içindir, dinler için değil! Saygılarımla
  5. Yazıyı aynen aktarıyorum! İnanamadım. Tekrar okudum. Nasıl olurda Altan biladerlerden böyle bir yazı çıkar hala anlayamdım... Buyrun okuyun.. * * * NİHAYET SUBAYLAR BİR GÜZEL DÖVMÜŞLER AMERİKALILARI ÇETİN ALTAN-Akşam- 24 Ocak 1970- Cumartesi (Tarihe dikkat) Türkiye'deki Amerikan üslerinde Amerikalıların Türk Ordusu mensuplarına nasıl muamele ettiklerini eski Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Tulga açıklamıştır: Tulga şöyle demektedir: "Ülkemizin çeşitli yerlerinde atom başlıklarının saklandığı depolar var. Buralara yalnız Amerikalılar girebiliyor. Depolar, Amerikan kuvvetlerinin muhafazası altında. Türklere düşen iş, buralardaki Amerikalıların istihbarat ve güvenliğini sağlamaktan ibaret. Tel örgünün dışında Türk muhafızlar var. Amerikalı sevgilisiyle konuşurken coşar, telefonu yeter atar, kırar. Camları indirir. Gel tamir et, derler. Bıktık. Bunların askeri vazifeyle ilgisi yok. İçerde refah manzarası, dışarıda perişan durumda Mehmetcik. Üs içinde bekçi köpeklerinin bile maması Almanya'dan gelmekte. Bu şartlarda, çıkartın ikili antlaşmaları, dedik. Atlantik Antlaşmasına göre üsler müşterek savunma tesisi. Ama yalnız adı müşterek. Tek taraflı işliyor. Öte yandan adli kapitülasyonlar aşağı yukarı geri gelmiş. Hiçbir denetleme yok. Yalnız ABD yararlanıyor. Bize yararı yok." Bu konuda tam bir uzman olan eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden Tabii Senatör Haydar Tunçkanat yeni yayınladığı: "İkili Antlaşmaların İçyüzü" adlı eserinin giriş bölümünü şu sözlerle bitiriyor: "Uzun yıllar önce yenerek, yurdumuzdan kovmuş olduğumuz kapitülasyonların ve emperyalizmim yıllar sonra yalnız ABD ile yapılmış olan ikili antlaşmalar yoluyla yurdumuza nasıl geri gelmiş olduklarını yakın tarihimizin akışı içinde belgeler ve olaylara dayanarak açıklamaya çalıştık." Tunçkanat bu kitabını okuyanlar, kitaptaki belgeleri gördükleri zaman Türkiye'nin nasıl bir ihanet tuzağı içine düşürülmüş olduğunu anlarlar… 1950-1960 arasında DP iktidarıyla CHP muhalefetinin hep bir ağızdan tutturdukları, "Dış politikada beraberiz" türküsü ve özellikle ana muhalefet partisinin bu konularda hiçbir çıkış yapmaması demokrasi adı arkasında uğradığımız felaketlerin en somut örneklerinden biridir. Bugün bu gerçeklerin ortaya dökülmesi karşısında bu olaylara zamanında hiçbir tepki göstermemiş olan kişiler, yandan manevralarla sözde ülke çıkarlarını korumaya kalkmaktadırlar. 25 yıldan beri Türkiye dışında gezideydiler de yeni gelip, durumu henüz mü öğrendiler Türkiye'de?. Biz bilmiyor muyuz ki bir avuç insan bu konuları kurcalamasa ve askerler seslerini hiçbir politikacı Türkiye'nin nasıl kıskıvrak bağlanmış olduğu sorununa dokunmayı aklından bile geçirmiyecekti. Bugün içine düşülmüş olan durum kimin eseri? Lamsız cimsiz Türkiye'yi yönetiyoruz diye ortaya cıkmış ve ülkeyi her tarafından bağlanmış bir paket gibi Amerikalıların avucunun içine koymuş politikacıların eseri. Bu politikacılar hep vatanın selametini düşünürlermiş de, onun için şuna da karşı, buna da karşıymışlar da. Pişkinliğin bu derecesini görmek için Türkiye'de demokrasi adı altında yaşanılmış olan uyduluk devrinden geçmiş olmak gerekir. Ve Türkiye'deki Amerikan üslerinde durum hala değişmiş değildir. Daha iki gün önceki Cumhuriyet'de Mürted üssünde Amerikan neferlerinin bir Türk assubayını silah zoruyla duvara dayayıp ellerini saatlerce havada tutmıya nasıl zorladıkları açıklanıyordu. Duruma müdahale etmek isteyen Türk subayının da kimlik kartıyla dosyasını yerden yere vurup tekmelemişlerdi. Sürüp gelen terbiyesizliklerin eriştiği bu çılgınlık ölçüleri, Mürted üssünde ki Türk subaylarının kendilerine sövüp sayan Amerikalıları eşek sudan gelinciye kadar dövmelerine yol açtı sonunda. Bir Türk generali de olayı duyunca haklı olarak: - Elleri dert görmesin çocukların, demiş. Amerika'yı Türkiye'de küçük çıkarlara satılmış tıynetsizlerin dışında hala daha efendimiz olarak görmiye devam eden hiç kimse yoktur. Orgeneral Tulga'nın da belirttiği gibi Amerikalıların yaptıkları zırtabozluklar artık herkesin sabrını taşırmaktadır. Bugün Mürted'de başlıyan sert gerginlik bütün öteki üslere de atlama ıstadındadır. Amerika'nın bu hava içinde daha uzun süre Türkiye'de çakılıp kalması mümkün değildir. Bu Amerikan kazığını durup dururken Türkiye'nin bağrına saplamış olanlar bile durumun farkındadırlar. Ve yan yollardan sureti haktan görünmiye çalışmaktadırlar. Amerika'nın suyu ısınmıştır Türkiye'de. Amerika da bunu sezinlemektedir herhalde. Ve hiç değilse Türkiye'yi dünya politikasındaki pazarlık masasında bir koz olarak kullanıp, son kertede kendisi için dünya stratejisinde bazı avantajlar koparmayı dahi belki planlamaktadır. Helsinki'de başlıyan konuşmalar sonunda hakkımızda hakkımızda alınacak kararları kimbilir kaç yıl sonra öğreneceğiz. Bir yanda milli irade edebiyatı. Bir yanda milli iradenin ruhu bile duymadan politikacıların ülke üstüne koydurttuğu ipotekler. Bir yanda her yönümüze pençesini geçirmiş korkunç bir emperyalizm. Ve bir yanda da ülkesinin bağımsızlığı uğruna canını veren ve cenazelerine sövülen gençler, tehdit edilen gençler, tehdit edilen aydınlar, hazırlanan terör kanunları. Sonra bütün bu kepazelikleri kedi pisliği örter gibi ört bas etmek isteyenlerin ağzında bir sakız: "Demokrasiyi savunuyoruz efendim." Amerika'da savunuyor böyle demokrasiyi, özellikle geri ülkelerin eli kolu bağlı satılıvermesine kılıf olduğu zaman. Güney Kore demokrasisi, Güney Vietnam demokrasisi, Filipinler demokrasisi, Türkiye demokrasisi. Hep Amerika'nın pir aşkına bayıldığı demokrasiler bunlar. Kolay oluyor böyle demokrasilerde adam satın alıp, üs kurup, ortalığı soyup sovana çevirmek. Ve bütün vatenseverlerin çıtır çıtır kafasını ezmek. Ama Türkiye bu korkunç dalaverayı artık iyice anlamıştır. Ve artık Amerika biraz zorca dikiş tutturacağa benzer Türkiye'de.
  6. SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Vatandaşlıkları hazır... Sabiha Gökçen ve İncirlikte uçakarıda hazır! Bilete ne hacet.... Eğer bir kaldırırsa başını AnıtKabir den; sanırım AB yide aşar bu kaçışın yönü..
  7. AKP nerey koşuyor? Bence her konuda ince TAKİYYE ile her yere koşuyor... * * * THAT IS IT 43 (kırküç) yıldır sorulmayan soru: "AB için referandum yapılsın mı?". Madem millet için AB'ye girmek istiyorsunuz... Yetti artık, emrivaki... Millete sorun: İstiyor mu, istemiyor mu? Çünkü benim bildiğim, AB'nin bir numaralı kriteri, millet ne istiyorsa, onu yapmak.. Aksini değil. Bu nedenle onlar kendi milletlerine sordu... İsteyen girdi, istemeyen girmedi. Mesela, Norveç... Seçilmiş bir hükümet vardı iktidarda. Yani milletten "yetki" almıştı. Ama buna rağmen, referandum yaptı. "Hayır" dedi millet... Girmediler.Bir zarar gördüklerini de, görmedim. Peki ya biz? İlk başvuru, 1959'da. Menderes... Rahmetli... Kimseye başvurdu mu, "başvuralım mı, başvurmayalım mı" diye? Başvurmadı. Başvurmadan başvurdu... Sonra? Hatırlayın... Demirel, Ecevit, Özal, Yılmaz, Çiller... Hepsi birer defa girdi AB'ye... Hepsi, ayrı ayrı kutlama yaptı AB'ye girdiğimiz için. E baktı ki millet, bir yere girdiğimiz falan yok... "N'oluyor" demeye kalmadı... Tayyip Erdoğan iki defa daha girdi. Patlattığımız havai fişeğin haddi hesabı yok, AB'ye girdiğimiz için. En fazla defa biz girdik! Ama hâlâ dışardayız. Hatta, dışarda bi tek biz varız. Bu arada bize giren girene... Ve işte bugünkü soru... Siyasilere değil, size. Herkes kendine soracak. Herkes kendine verecek cevabı... 1963 Ankara Anlaşması'nı milat kabul edersek... Dile kolay, 43 yıldır... Ekonomiden hukuka, tarladan gökyüzüne, aklınıza gelen gelmeyen her konuda "AB'ye uyum için" yasa çıkardık. Hayatınızda olumlu yönde ne değişti? Size ne faydası oldu? Çünkü şöyle bir manzara var. Çıkarılan AB'ye uyum yasaları... Bölücüye yaradı. Apo'ya yaradı. Fehriye'ye yaradı. Köktendinciye yaradı. Takıyyeciye yaradı. Diasporaya yaradı. Rum'a yaradı. Cari açığa yaradı. Kapkaççıya yaradı. Katile, ite, uğursuza yaradı. Peki... Aynı AB'ye uyum yasalarının...Vergisini ödeyen, karıncayı incitmeden hayatını sürdürmeye çalışan, yargıya güvenen, devletini seven, bayrağına saygı gösteren, namuslu, yurtsever vatandaşa nasıl bir faydası oldu? Açalım biraz... Bu nasıl ortak? Sınıflar sardalya kasası gibi... 60'şar 70'şer kişi sığışıyor çocuklarımız. Öğretmenlerimiz, ameleden az kazanıyor. Bu şartlarda AB'ye girmemiz mümkün mü? Değil. Peki siz hiç, bugüne kadar Avrupa Birliği'nin bir defa olsun, "bu sorunu çöz, çözmezsen olmaz" dediğini duydunuz mu? Ben duymadım. Ama eğitimle ilgili ne duyuyoruz hep? "Ruhban Okulu'nu aç." Sabahın 4'ünde giriyoruz hastane kuyruğuna... Kalp ameliyatına bile 6 ay sonraya gün veriliyor... Temel insan hakkımız yok yani! "Al şu fonları, hastane aç" diyor mu? Demiyor... Ne diyor? "Limanları aç." Bayramda 104 kişi daha öldü. Her yıl küçük bir Avrupa kenti kadar insanımız yollarda heba oluyor. "Yollarını düzelt" demesi gerekmez mi? Gerekir... Ama o ne diyor? "Ermenistan' a yol aç." Resmi olarak 2.5 milyon, gayriresmi olarak 10 milyon işsiz var Türkiye'de. Fas'ın Tunus'un Cezayir'in işsizini alıyor. Bize duvar. Bi tek kimi alıyor bizden? PKK'lıyı. İşçi suçlu. Terörist mağdur. Bölücü posteri taşıyana "dokunma" diyor. Atatürk posteri asana "indir onu" diyor. AB üyesi İngiltere, kendi genelkurmay başkanına göre bile, "elalemin ülkesinde işgalci." Çıt çıkmıyor. Bizim asker, "kendi toprakları üzerinde" uçak uçuruyor... Şiddetli itiraz. Kınama. El ele verip, Çanakkale'den Antep'e, İzmir'den Urfa'ya,katlettikleri Türk'ün haddi hesabı yok. "Soykırımcısın" diyor. "Değilim" demek yasak üstelik. Kendi ülkesinin şartlarına göre kanun çıkarmakla yükümlü olan Meclis, "tercüme bürosu"na döndü... Trafik suçu bile işlenmeyen ülkelerin kanunları bire bir Türkçe'ye çevriliyor. Sonra ne oluyor? **, uğursuz kol geziyor. Namuslu vatandaş korku içinde. Farz edelim, Akmerkez'e gittiniz. Üstünüz aranıyor mu? Aranıyor... Çocukların bile aranıyor. Ama polis, şüphelendiği bir kişinin üstünü arayabiliyor mu? Arayamıyor. Neden? Çünkü artık, hakim kararı gerekiyor. Akmerkez'deki güvenlik görevlisinin hakim kararına ihtiyacı yok... Devletin polisinin hakim kararına ihtiyacı var. Buna "AB'ye uyum" deniyor. Tatile gideceksiniz... Mesela, Belçika'ya. Vize vermek için, tapu istiyor, banka cüzdanı istiyor, gidiş-dönüş uçak bileti istiyor, kalacağın otelin rezervasyonunu istiyor, şimdi yeni moda çıktı, kulaklarını gösteren fotoğraf istiyor. Ama Fehriye orada. Hâlâ bir terslik yok mu burada? Cumhuriyet 83 yaşında... AB kaç yaşında? "AB için referandum yapalım" dedik... Ali Kemaller çok kızdı. Devam o zaman... Temel sorun şu aslında... Yıllardır diyorsun ki, "AB, AB..." E görüyorsun ki, iş boka sarıyor. Şimdi çıkıp, nasıl diyeceksin... "Bu iş yanlışmış." Nasıl diyeceksin? İnsanın, yanıldığını kendisine bile itiraf etmesi zordur. Ama yanıldıkları nokta, AB değil. "Türkiye'yi adam edecek" bütün güzelliklerin, ancak ve sadece, "dışardan gelebileceğini" sanıyorlar. "Bizi kurtarsa kurtarsa, yabancılar kurtarır'' zannediyorlar. Yanıldıkları nokta bu. Zihniyetlerinin dedeleri de, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ydi... Amerikan mandacılarıydı. Hatta, başka versiyonlarını da yaşadık, yakın geçmişte... Hatırlayın... Sovyet'e sarılmıştı çoğu. Kendi devrimine dudak büküp, elalemin devrimini alkışlıyorlardı. Gorbaçov çıktı, pardon dedi... Harç bitti, yapı paydos, herkes yoluna... Ayazda kalakaldılar! Savruldular. Kimi "eşitlik meşitlik" falan derken, en vahşi patrondan daha kapitalist oldu... Kimi daha düne kadar Allah'a bile inanmazken, takke taktı kafasına. Nereyi tuttularsa, kurudu! "Yabancıların" becerebileceğine inandılar... Mustafa Kemal'in "kalıcı" olabileceğine inanamadılar bir türlü. Bakar kör çünkü bunlar. Görmüyorlar. Ama dünya görüyor... Geçen yüzyıldan bu yüzyıla "ayakta geçmeyi başaran tek ideoloji" O ufak tefek, sarışın adamın devrimi oldu. İlelebet payidar. Ben de şunu görüyorum naçizane... Ve gurur duyuyorum... Bunlar nereye sarıldıysa, kurudu. Ama özellikle lise ve üniversite gençliğimizin yüreğinde yeşeriyor Kemalizm hergün... Her genç, yeni bir fidan... Kökleri Asya'da, dalları Avrupa'da, yaprakları ABD'de Avustralya'da. Bu gençlerden cesaret alarak, soruyorum... Cumhuriyet 83 yaşında. AB kaç yaşında? Milletlerin ömrüne bakacaksak eğer... Bizim devletimiz varken, bunlar mağarada yaşıyordu, mağarada. Sen kime akıl öğretiyorsun? Hıyarağası! Asabım bozulduğu için ağzımı bozdum, kusura bakmayın! Yılmaz Özdil
  8. Eğer bu yukarıdaki yazılan doğruysa!!! Ben olacakları tahmin ediyorum. Etmeye çalışıyorum.... 2011 yılını miad(!) olarak almıştım! Ama bu yazıyı okuduktan sonra, ya 2 yada 3 ay sonra; muhtemelen AB-D parti ve yöneticileri uzun soluklu bir istirahate çekilecekler demektir..... Hemde acayip darbeli marbeli...
  9. Sayın Kaplan; Haklısınız. Din konusunda o denli cahilane dayatmalarla yetiştiriliyor ki, aslında hurafe olan şeyleri birl anlayamıyorlar... Size katılıyorum! Ancak, konumuzun asıl başrölü Sayın Erbakandır! Yazılarımı geriye doğru lütfen tekrar okuyun. Okurkende tamamen öfkeniz (varsa eğer) yada ön yargınızı bir kenara koyun "bu adam ne diyor" diye anlamay çalışın lütfen. 1987 yılına kadar Türkiye "türban" diye bir konu yoktu. Ne olduda bu konu ortaya çıktı biliyormusunuz?
  10. Bu adım böyle başlar... Önce ortak pazar anlaşması (Balta Limanı Anlaşması 1829, Osman-İngiltere arasında) yapılır. Amaç karşılıklı ticarette kolaylık ve gümrüklerin kaldırılmasıdır. Demir cevheri ham olduğu için 3 pula alınır, sonra ray olarak 30 altına satılır! Nedense ortada bir ortaklık vardır ama Osmanlı hep altta kalandır.... Sonra boğulan borç batağında "siz bu işi bilmiyorsunuz, size bizden bir maliyeci lazım" denir... Atanan İngiliz Maliyeci geri dönülmez yıkımlar yapar. Özel statüde Osmanlı Bankasını kurar (adı Osmanlı sadece). Bu bankanın hesaplarını incelemek bir yana elindeki mevduattan bile kimse haberdar olmaz! Özel banka işte anlayın... Sonra, bu banka sayesinde "bakın artık kasanız para doldu" denir. Osmanlı Bankası nın gerçekten kasası para doludur ama bankanın sahibi İngiltere dir. İnce bir ayak oyunu ile de kasada her para karşılığı Osmanlı Hazinesi altını ile sigorta yapmıştır. Sözde iyiye giden ekonomi aslında kimseye farkettirmeden Osmanlı nın cebinde "kara delik" açmıştır... İşler o hale gelir ki, "para" denen o sihirli madde yavaş yavaş aydınlarından siyasilerine, saraydan tüccara kadar herkezi esir alır... Sonra "bu askerini çok çağ dışı, gelin onları modernize edelim, çünkü biz sizi seviyoruz" denir ve özel(!) izinlerle donanmış (Padişah tarafından) general gelir tahtına oturur. Artık devlet kademesinde kimin görev alacağından, kiminle ticaret yapılacağına kadar; kiminle savaşıp kiminle barış imzalanacağına kadar her birşey bu komutandan geçmeye başlar... Hatta Şeyh-ül İslam ataması bile (1865)... Ne garip değilmi. Sanki rüya gibi. Ama biz aynen adım adım bunları yaşıyoruz.... Sonra her ne hikmetse din devleti olan Osmanlı İmparatorluğunda bazı guruplar ayağa kalkar! "Ey ahali din elden gidiyor..."... Devlet içindeki diğer ayaklanmalarda tamda o anda başlar... fetvalar yağar... Peçe takılacak, okula gidilmeyecek, gavura hürmet edilecek falan filan...... Sonra, tamda ingilizler artık donanmalarıyla, onca askerleriyle imparatorluğun kalbine oturmuşken; yunanlısı bir yandan, ermenisi bir yandan, fransızı biryandan, italyanı bir yandan Anadolu yu yağmalaya başlarlar... Son yumruğu vuracaklarken, birisi ayağa kalkar; Anadolu ayağa kalkar, ingilizin elini havada tutup, geri çevirip kıracak kadar büker... Arkalarına bile bakmadan çıkıp giderler... Elbette piyonlarıda palas pandıras kaçacaktır Anadolu dan.... Cumhuriyetimizi, Atatürkümüzü, Liak Hukuk Devletimizi, en önemlisi Türk Devleti olan Türkiyemizi kimler sevmez? İngilizler sevmez.... Başka? İngilizlerin GÜDÜMÜNDEKİLER SEVMEZ!!!! (Siyasetçi, dinci, gazeteci falan filan) Saygılarımla
  11. Bir dip not yazacağım, kusura bakmayın! Madem ki inancı gereği "türban" eylemi yapıyor, elbette o önemsediği inancı GEREĞİ gibi yaşamay da mecburdur! Elbette bunun islam ile ilgisi yoktur ama arkadaşımız(ki bu kafa yapısı az değildir) zaten bulunduğu hal ile İNANCI için değil PROVAKASYON için bu yaşamı seçmiştir... Saygılarımla
  12. Sayın Kaplan; Peki başına türban geçirmeyenlere de aynı cümleyi söyleyebilirmisiniz? Bir yanda güya inancı gereği türban için eylem yapacak, diğer yanda özel hayatı bilmem ne olacak! Yok öyle numara! Din, sizin yada benim keyfime göre YORUMLANMAK için inmemiştir. Emirler sabittir! Bu sabit emirleri Kuran-ı Kerimden almadığınız ve YORUMCU/OYUNCU lardan aldığınız sürece, aslında evvela inancınızı kontrol etmelisiniz derim... haddim olamayarak! * * * Kendi yazınızla kendinizi eleştiriyorsunuz! Madem ki hiç kimsenin özel yaşantısı hiç kimseyi ilgilendirmez, neden laik olan insanlara İNANMAYAN gözüyle baklıyorsunuz? Ve konuyu bir "türban" bir "başörtüsü" gitgellerine getirerek; "siyasal simge" ile Anadolu insanının kendine has adetini biri birine girift hale getirmek istiyorsunuz.... İnanan/İnanmayan tartışması yapsak gam yemeceğim ama türban isteyen ve laik tartışması yaparak, %99 u müslüman olan bir ülkenin halkının devletinden aldığı hizmeti eleştiriyorsunuz? Bakınız; 1.konu yani asıl konu islamda "türban" varmıdır? Eğer varsa; neden 1880 lere kadar Türk ve Osmanlı ahalisi kara çarşaf yada türbana bezenmemiştir? Konuyu adım adım sindirmeden gideceğimiz yol çıkmaz sokaktır! Başına peruk takan insanlar üniversitede okuyormu? Evet! Dışarıdan bakınca "siyasal bir simge"midir peruk? Hayır. Problem varmı? Yok! Neden tep tip ve özellikle (altını çizerek söylüyorum) bazı üniversitelerde okuyan öğrenciler bu konuda medyatik olmaktadır? Neden bu öğreciler konusunda okullar sıkıntı içindedir? Yoksa okul içinde öğrencilik dışında takındıkları tavırlardan dolayımıdır asıl rahatsızlık? (İrancı, Humeynici, Aczimendi, Nakşici, Nurcu falan filan) Bu öğreciler özellikleMİ medyatik olmaktadır? Bunları kimler desteklemekte yada provake etmektedir? 1980 öncesine kadar böyle bir sorunumuz yokken, birilerinin "din" sömürüsü siyasal simgesi haline getirilen bu türban konusu ile asıl millete zarar verenler gerçekte kimlerdir? daha çoook sorularım var sayın Kaplan; ancak 1. soruyu çözmeden diğerlerine geçmemiz mümkün değildir! Siz bana öncelikle İslam da örtünme konusunu hele bir anlatın/öğretin, sonra tartışmayı götüreceğim noktayı zaten bulmuş oluruz! Saygılarımla
  13. Sayın Kaplan; Ben bugün ki Türkiyede yaşıyorum.... Annemin, 1990 larda seçimler arefesinde bana "oğlum, Erbakan a oy vermezsek öteki tarafta nasıl hesap verebiliriz" dediği(!) Türkiye de yaşıyorum.... Askerde, ailem beni ziyarete geldiğinde hiç kimse değil içeri almamak tek laf bile etmedi anneme. 1 Gecede misafirhanede kaldılar. Amasya Eryatağında cami olduğunu, namaz kılan er ve erbeşlar için namaz vaktinden yarım saat önce istirahat emri olduğunu, sahur ve iftar yemeklerinin çıktığını; daha yazayımmı? Bunlar benim nefes aldığım, içinde bire bir yaşadığım, gözlemlediğim Türkiye..... Siz hangi Türkiye de yaşıyorsunuz? Siyasal simgelerin boy gösterdiği yerlerde yaşıyorsanız, elbette her "faşist" görüş, karşısında da bir "faşist" görüş doğuracaktır. Ve bunun adı özgürlük değil, "insan fişleme"nin fiziksel boyutudur! Ümraniye gerçeğini gördüğünüzde, aslında varılması gereken noktayıda görmüş olursunuz! (Kapalı olmayanların taciz edilmesi).... Başörtülü insanların (türban değil dikkat edin) her ne olursa olsun kıyafetinden dolayı madur edildiğine şahit olmadım. Ama "rahibe" kıyafetinin her daim tepki çektiğini; hatta benimde tepkili olduğumu hatırlatırım.... Saygılarımla
  14. Budur.... aynen katılıyorum arkadaş!
  15. Bakınız hala olayı farklı boyuta çekiyorsunuz. Israrla konuyu üniversite noktasında çevirmeniz açıkça olaya tek yanlı baktığınızı gösteriyor.... Kılık kıyafetin alt ve üst limitleri vardır ve OLMALIDIRda. Polis sakal bırakamaz. Asker bıyık bile bırakamaz. Doktor, saç sakal karışık bir kafada olmaz, hijyen olmaz; öğretmen bile kılık kıyafetinde belli bir norm içinde olmalıdır. Zira bu insanlar İŞLERİni yapmaktadır! İş üniversite öğrencisine gelince "dini kurallar" ile "siyasi formlar" anında ön plana çıkmakta... Peki, bu üniversite öğrecileri kimdir? Düşmanı oldukları laik devletin ve laik milletin verdiği vergilerle, tüm okuma imkanlarından faydalanırlarken; kendileri özel "siyasi" bir statü vermek HAKmıdır? Kimin parasıyla kimi suçlarlar. Beş kuruş devlete yada millete faydası olmayan bu üniversite öğrecilerinin; siyasi yada toplumsal konularda bu kadar yüzsüzce tavırlar takınmasını bir vatandaş olarak KINIYORUM! İnsanları "din" adı altında bu tip sömürülerle yönlendirmek doğrumudur? Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi! Yıl 1993! 3 Bayan öğrenci, İnce Minare Müzesi önünde açlık grevi yapıyor. Aman o da ne, ben bunlardan birini tanıyorum. Sözde dinini yaşıyor ama kadavraya bile bakmıyor "günah" diye. Üstelik 2 ay evvel arkadaşımla dini nikah kıymıştı, beraber yaşıyorlardı. Sonra tartışıp ayrıldılar. O grevin bitiminden sonra da başka biriyle "dini" nikah kıymıştı.... Allah Aşkına siz kimi uyutuyorsunuz? Bu DİN mi??? Bumudur İslam??? Bumudur insan olmak???
  16. Başörtüsü kamu alanlarında ÖZGÜR! Bunun aksini söylermisiniz nerede var? Adliyelerde, kaymakamlıklarda, askeriyede bile başörtüsü ile ilgili bir sorun yok.... Ama konu türban olunca elbette tepkililer.
  17. 03 Eylül 2008 Çarşamba 13:31 Vakit gazetesinde yazıları yayınlanan bir isimden bahsedeceğiz size… Adı Yusuf Ziya Kavakçı. Soyadı tanıdık geliyor mu? Kendisi, Fazilet Partisi'nin türbanlı milletvekili Merve Kavakçı'nın babası. Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, Erbakan'a yakınlığıyla biliniyor ve yaklaşık 20 yıldır ABD'de yaşıyor. Kavakçı, Kuzey Teksas İslam Derneği'nin kurucularından ve şu an Dallas Merkez Camii'nde imamlık yapıyor. Bununla birlikte; ABD Devlet Bakanlığı'nın Resmi İslam Sözcülüğü görevini yürütüyor. Kavakçı'nın bu unvanı, Vakit'te yayınlanan yazılarında da veriliyor. Geçtiğimiz Nisan ayında ABD'yi ziyaret eden Papa 16. Benedict'in görüştüğü isimler arasında, Yusuf Ziya Kavakçı da bulunuyor. Kavakçı'nın portresi araştırıldığında, Teksas Parlamentosu açılışında konuşma yaptığı ve dua okuduğundan, Kavakçı ailesinin ABD'deki bağlantılarına kadar birçok çarpıcı iddiaya ulaşmak mümkün. Kısacası; kızı Merve Kavakçı gibi Vakit'in köşe yazarlığını yapan ABD'nin resmi din görevlisi Yusuf Ziya Kavakçı, tartışılacak bir portreye ve bağlantılara sahip. * * * ABD BAŞKONSOLOSU VE VAKİT'İN SAHİBİ ARASINDAKİ GİZLİ GÖRÜŞMEDE NELER YAŞANDI? Arnett, Vakit gazetesinin sahibi Mustafa Karahasanoğlu'nu kendisi ile görüşmek üzere İstinye'deki konsolosluğa davet eder. Karahasanoğlu bu davetten ötürü oldukça huzursuz olmuştur. Bu nedenle aynı zamanda avukat olan yakın bir dostunu alarak ABD Konsolosluğu'na gider. Mustafa Karahasanoğlu ile Arnett görüşmesine, Karahasanoğlu ile gelen misafir alınmaz. Arnett ile Karahasanoğlu baş başa görüşürler. Görüşmeye gergin giren Karahasanoğlu gülerek çıkar ve başkonsolos ile tokalaşarak ayrılır. Bu iddialar İBDA-C'ye yakınlığıyla bilinen Baran Dergisi'nin 75. sayısında yer aldı. Baran dergisinin canlı şahitlere dayanarak, "ABD Elçisi Tarafından Terbiyeli Bir Gazete: Vakit" başlığıyla verdiği bu çarpıcı habere göre Arnett, Karahasoğlu'na gazetede çıkan ABD karşıtı yazılardan rahatsızlığını anlattı. Derginin iddialarına göre terör ile mücadeleden, Irak Savaşına, ABD'nin Türkiye politikasına kadar geniş bir konunun konuşulduğu görüşmede, Karahasanoğlu'ndan ABD karşıtı yazılara karşı duyarlı olması istendi. Karahasanoğlu bu talebe olumlu yanıt verdi ve samimi bir vedalaşma ile görüşme sonlandı. İddialara göre Vakit gazetesi bu olaydan sonra ABD'ye karşı eleştirel yaklaşımını yumuşattı. Baran Dergisi Karahasanoğlu'nun, 'El Kaide lideri Usame Bin Laden'i Yahudi ilan eden' analizini bu görüşmenin etkisine bağlıyor. Ergenekon iddianamesi açıklanmadan yayınladığı belgeler nedeniyle ilişkileri merak uyandıran Vakit gazetesinin görüştüğü ABD eski İstanbul Başkonsolosu David Arnett, kamuoyunda Türk geni taşıdığı iddiasına dayanarak DNA testi yaptırmasıyla, İslam'da reform önerileriyle ve katıldığı cenazelerde Yahudi asıllı olmasına rağmen kıldığı cenaze namazları ile biliniyor. Elbetteki ABD Başkonsolosluğu'nun bir gazete yöneticisiyle görüşmesi ilk değil. Diğer gazete yöneticileriyle de görüşmeler oluyor. Ancak burada önemli olan nokta Vakit bu görüşmeden sonra çizgisini değiştiriyor. Odatv
  18. Başörtüsü ile türban aynımı? Yani, Anadolu kadının yazması ile türban aynı amaç içinmi kullanılıyordu? Peki, başörtüsünden sarkan "perçem" yada "zülüf" neyin nesi o zaman? Yada örgü saçların iki yandan dökülmesi? Hatta alında görülen kakül nedir? Renga renk, çeşit çeşit, uçları bezenmiş eşartplar ile TÜRBAN aynı şeymi? Ben sormuyorum! Siz bunu kendi kendinize sorun! Ve Anadolu insanı bu güne inancında eksik bilgileremi sahiptiki sizin dediğiniz bu türbanı daha yeni anlamış oldular? Neden yüzyıllarca eşarbı (yukarıdaki tanımladığım gibi) kullanmışlarda; peçe yada türbanı akıl edememişler? Anadolu insanımı hatalı; yoksa islamın şartı beş değil "altı" diyen ve altıncı olarakta "türban"ı iliştirenlermi hatalı? Saygılarımla
  19. Merhaba Arkadaşlar; Yazılarınız okumadım, okuyamadım, ancak başlığın altında "dünyanın beklediği kehanet" vurgusunu görünce dayanamadım, yazayım dedim Öncelikle Rusya dünyanın yeni hakimi falan değil. olamayacakta! Çin, hiç değil... Zira, Çin emperyalizmi çok sert bir şekilde tepki alacaktır ki önceliklede iç hukukunu bu sayede kaybeder ve dağılmasıda çok kolay olur. Zira tüm hegomonyası kendi halkına baskı üzerine kurulmuştur... O halde 2020 lerden sonra dünyanın yönetiminde söz sahibi kim olacaktır? Eğer, son dönemde, Orta Asya ve Afrika dan ellerini çekip, tüm hışımlarıyla Anadolu ve Batı Asya ya yönelen AB-D çırpınmalarını izlerseniz, geleceğin hakimin Türkler olduğunu görebilirsiniz.... Nasılmı? Şamanizm ve haritaları ile yıldız haritalarını karşılaştırdığınızda; nasıl ki 19 Mayıs 1919 "özel" bir tarihtir; 2020 de şamanizmde özel bir tarihtir... Konu falcılık değildir, sakın böyle düşünmeyin. Saygılarımla
  20. SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ohoooo o ispatlandı bilem! Asıl Romayı yakan bu örgütmüş, şimdi onu deşeliyorlar
  21. SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Yazık... 1987 Almanya da gurbetçilerimize fetva verirken, para vermeyenlerin diğer tarafta vebal altında olacağını söyleyen mantığın, insani yardım kampanyaları da mutlaka "namaz kılan" yönünde olacaktır... Oysa "insani" yardım şiari ile ortaya çıkan bu insanların, her türlü DİN sömürüsü ile paraları cukka ettikten sonra, vermeseydiniz kardeşimmm sözü ayıpların en büyüğüdür.... Evet, Sayın Sezer büyük hatalar yapmıştır... Hatta kendisine ayrılan "Çankaya bütçesi"nin %20 sini kullanmış, gerisini hazineye tekrar geri vermiştir... Çok şükür, 6 ayda ayrılan ödeneğin 10 katını harcamamıştır. Yol ve yolsuz olanların ne olduğu çok aşikardır..... Not: Almanya da fetva veren zatın, yola çıkmadan önce, kombassan başkanı Haşim Byram (benim kimya öğretmenim) ile yaptığı ŞEYHİN ALACAĞI KOMİSYON YÜZDESİ pazarlığının şahidiyim...
  22. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur... Sözde örtünme özgürlüğü istenmesine karşın (ve desteklenmesine), boyunlarında "haç"larla, anormal dekolte ile gezmek isteyenlerede aynı oranda "kadın özgürlüğü" mantığında bakılmadığı sürece, tüm bu senaryoya "özgürlük" değil "dayatma" derim. Siz örtünmek istiyorsunuz. Lütfen bu halde huzur buluyorsanız asla taviz vermeyin ve örtünün. Ama aynı oranda açılmak hatta açıl açıl açılmak isteyenlerede saygı duyun. Çalışan kadına hakaret(!) eden mantığada dur deyin. Çok eşli olmanın, erkekten daha üstün bir varlık olan kadının, kişiliğine ve insanlığına hakaret olarak algılayın... Ve bunlara karşı dik durduğunuzda aslında "türban" kisvesi altında adım adım dayatılacak olan "erkek" egemenliğinin "din versiyonu" ile karşı karşıya kaldığınızı göreceksiniz... Halk, birilerinin şu ince tılsımlı sözü ile hep ayaklandı! "Eyyy ahali... din elden gidiyor...". Sonuç, sadece bireysel çıkarların sonuca ulaşması için halk kışkırtması ve sonucunda da tamir edilemez yaraların açılması olmuştur... Recm yada namus cinayetlerinin arkasındaki güçte budur! Düşünün, bir tarafta "muta nikahı" (şii lerde var falan demeyin, bizdede var), diğer tarafta recm! Ne için? Zina yapmış... Kaç şahit var zina haline? Yok! Yapmışmış!!! İşte bunlarla bireyin sosyal statüsü (onuru, haysiyeti) yok edilmesinin yanı sıra yaşamsal statüsüde elden gitmektedir. Zaman içinde "ya bendensin yada imansız"a kadar giden bir kör döngüye düşmek kaçınılmazdır... Tıpkı bir dönem bir çok ülkede olduğu gibi... Engizisyon, batının, aciz din adamlarının otorite uygulaması için bir araçtı! Peki biz şuan ne yapıyoruz? İşte bu nedenle "orta çağ" yaftası yapıştırılmaktadır. Günümüzde bir çok aydın bu konuda inatla karşı duruyorsa, ***** yada komünist düşüncelerden dolayı değil, ileride olacak olanların temelini gördüklerindendir.... Beyazit-i Bestami Hz.lerini düşünün... Hallac-ı Mansur u düşünün.... Başlarına gelenleri ölçün! Ve şuan "türbanlı"(dindar) ile "türbansız"(laik) kavramlarının altında yatan DEVRİM hazırlığının boyutlatını lütfen görün... Ben, ısrarla bastıra bastıra diyorum ki, bizim inancımızda kadın 2.sınıf değildir, kadın mal değildir, kadına gem vurulamaz, namuz ve iffet kadının beynindedir, bedeninde değildir... Bunun dışındakilerin tamamı "din emperyalizm"idir. * * * Peki konuyu daha iyi anlamamız için, laik sistem temelde nerede kullanılmıştır? Yani bu sistem mutlaka birileri tarafından test edilmiştirki bizim içinde en güzelinin bu olacağına karar verilmiştir. Sizlere küçük bir ip ucu. Atatürk ün ailesi Karaman dan "uç beylik" olarak gönderilmiş Selçuklulardandır...
  23. Susurluk çetelerin güç birliğini ortaya çıkaran ilahi adalettir.... Ergenekon konusunda neden bahsettiğinizi bilmiyorum, benim bildiğim tek bir ergenekon var, o da Türk ün ortaasyadan çıkışıdır... Kastettiğiniz Ümraniye soruşturması ise, henüz kimin ne suç işlediği ispatlanmadan, ortada davanın sonucuna varılmadan "sav"lar üzerinde karar vermeniz, tamamen yanlı bir gözle tahlil yaptığınızı gösterir ki bu noktadan sonra yazılmaya değecek bir şey olduğunu sanmıyorum.... Evet, A.Çatlı yı rahmetle anıyorum! O'nun yaptığı, sahte milliyetçilik değildi... Ancak ülkeye döndükten sonra attığı adımlar zaten devlet tarafından yanlız bırakıldığının göstergesidir. Onca pasaport falanda susurlukta ortaya çıkmamış, daha önceden kendisine verilenlerdir... Yazıları dikkatli okumadan yazıyorsunuz ve bu durum aynı şeylerin tekrar yazılmasına sebep oluyor... Türkiye de AB-D güdümlü yada AB-D derin devletinin varlığı aynı şey değilmidir? illede karşımıza coni mi çıkmalı... Açın gözünüzü bakın, tansırı dolar olan, kraliçesinin emrinde, ABD de vatandaş onca Türk isminde yabancı var... yetmezmi? Rahip Santaro cinayetini neden gündeme almıyorsunuz? Alman Derin Devleti nin bu işi yaptığı belgelerle onaylandığı içinmi? Bakınız o konu usulca kapatıldı. Bahseden bile yok... Neden acaba??? Neyse... Gün döner, devran döner, "çete" dedikleriniz bu ülkeyi AB-D emperyalizminde kurtarıp "bağımsız Türkiye" oluşturabilir ki çok yakındır... Saygılarımla
  24. Bakınız kendiniz söylüyorsunuz... Türkiye de derin devlet yok ama AB-D nin derin devleti var! Bu konuda aynı fikirdeyiz.... Demekki kavramları düzeltelim; Ben derin devlet dendiğinde T.C. bekasına hizmet eden, devletin resmen yapamadığını gayriresmi olarak icra eden özel güçleri kastettim. Ancak önemle vurguluyorum "devletin bekası" noktası atlanmasın. Bu tanımla derin devletimiz yok.... Yani 1980 den sonra yok artık! Çatlı gurubunu mercek altına aldığınızda, bir dönem yurt dışında derin devlet eliyle çalıştıklarını görebilirsiniz. Ancak, yurda döndükten sonra aynı nüfus ile Çatlının karanlık işlere yada aşiretlere bulaşmasının suçu devlette değildir...ki ilahi adalette yerini bulmuş, Susurlukta hadise kapanmıştır!! Biz yinede Avrupa da yaptığı ****** ********** temizliğinden dolayı rahmetle analım. Sonuçta ciddi anlamda hayırlı bir iş yapmışlardır. Sonra.... Özel kuvvetlerin lav edilmesinden sonra, yani zincirin en önemli halkası ortadan kalktıktan sonra ve AB-D fonları akmaya başladıktan sonra maalesef derin devletimizde ortadan kalmıştır. Evet arkadaşımızın dediği gibi, eğer derin devletimiz olsaydı Atatürk e bunca leke atacak babayiğit zor ortaya çıkardı! Nedense elini sallasan ellisine değecek kadar Atatürk düşmanları son 15 yılda pıtrak gibi çoğaldı... Artık AB-D nin derin devleti oluşturulmuştur. Haplemitoğlu, Mumcu, Okkan hatta ve hatta çoğunuz belki ismini bilmezsiniz, Özal dönemi Maliye Bakanı Adnan Kahvecinin bile ölümünde karanlıklar var.... Bu isimler devletin bekasını tehlikeye atacak insanlarmıydı? Eşref Bitlis Paşam bu devlet ve millet için yıllarını dağlarda geçirmedimi? Ne bıraktı arkasında Allah Aşkına söyleyin. Tek bir kırıntı dedikodu bile duydunuzmu? Öyle ya Jandarma Genel Komutanı birinin Anadolu daki uyuşturucu trafiğinden haberdar olmaması mümkünmü? Sizin tabirinizle o halde rahmetlide bu ticaretin içindemiydi? olmaz böyle birşey, lütfen..... Ama CIA-MOSSAD eğitim kampı olduğunu hepimiz biliyoruz değilmi? Şimdi başa dönelim. Rahmetli Mumcu yu Ümraniye çetesimi öldürdü? Peki bu suçlama için içeri alınanlara bakalım. İçlerinde AB-D yi seven yada güdümüne giren kimse varmı? Tek bir isim istiyorum arkadaşlar, tek bir isim! Perinçek mi? İlsever mi? Bolluk mu? Sayın mı? Gürsesmi? Tolon mu? Eruygur mu? hangisi AB-D nin elinden tek bir sent bile almıştır? Hatta AB-D onlara ulaşabilmişmidir? Oysa suçlayan malum basındaki kalemlere bakıyorsunuz AB-D fonlarıyla beslenen tüm derneklerin içinde varlar ve akan paranın hesabını vermemek için türlü numaralar çevirmekteler.... o halde içerideki insanlarmıdır Mumcu nun katili; DIŞARIDAKİLERMİ? Saygılarımla
  25. Değerli Arkadaşım; Hala en başa dönüp duruyoruz! Diyorum ki, İslam da bahsedilen türde bir örtünme yoktur! Hatta bunu en "akıl" kabul edilir örneğinide size verdim; "avret mahalli" konusu! İslam, dünya üzerinde akla ve mantığa uygun, tamamen bireyin sosyal ve kişisel gelişimini doğru ve düzgün yapmasını sağlayan, hür ve ergin bir irade ile yetişmesini gelişmesini sağlayan çok çok özel bir dindir. Ancak, öylesine bağlanılan bu din içine hurafeleri sokmak çokta kolaydır. Bizler Canab-ı Hakkın bizlere bahşetmiş olduğu Hz.Kuran-ı Kerim bir yana koyup, falan filan alim(!)lerin tefsirlerini okuyoruz. Yani suyunun suyunun suyu bize elbette yavan geliyor. Oysa arı su pınarın kaynağından içilir. Bir sürü borudan, kanaldan geçmiş su hiç ilk çıktığı gibi saf ve temiz olabilirmi? Bakıyorsunuz alimin birisi mapusta tefsir yapıyor. Neyi yazıyor. Ha.Kuran ımı tefsir ediyor, yoksa kendi mapusluğunun verdiği karanlığımı cümlelere döküyor? Hiç uzağa gitmeyin arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber Efendimiz kadınları daima özel bir yerde tutardı. Daima onlara her türlü hak paylaşımında öncelik tanırdı. Kadın islamda (gerçke İSLAMDA) çok çok kutsaldır. Efendimizin böylesine özel manalar yüklediği ve özel statü tanıdığı kadınlarımızı, verilen fetvalarla hak ve özgürlükler dışına itip bir mal yada meta noktası itmemiz zaten en başta MUHAMMEDİ ilmine ters düşmemiz demektir.... Kaldı ki, eğer kadınların türban-peçe gibi sert bir kapanmaya ihtiyacı olduğu vuku bulsaydı, Efendimiz öyle cümle aralarından işaretlerle falan anlatmaz direk olarak emrederdi. El hükm-ü lillah değilmi? Ama biz kalkıp cümle araların şöyle demeye çalışmış, yok bunu kastetmiş gibi "ZAN" üzre yorumlarla, sözde kadına iffet vereceğiz derken, onu daha farklı bir mahluk haline sokmuş olmuyormuyuz??? Hatayda tanıdığım bir cemaat var. Onlara göre eşlerinin erkek kardeşleri bile yani kayınbiladerleri, eşlerini göremiyor! Yasak deniyor! bakarmısınız, öpöz iki kardeş sırf cinsiyet farkından dolayı, kadın evlendikten sonra görüşemiyorlar. Şimdi bana söylemrisiniz? İslam bumu? İslam akil dinidir.... Akıl dışı hiç birşey islamda yer alamaz. Kerametle, uçmayla, kaçmayla islamım işi yoktur. Zira, islamın özü, Cenab-ı Peygambere makbul bir insan olmak, nefsini terbiye etmek, Huzur-u Mahşer de mahçup olmamak üzeredir. Başkalarının günahıyla sevabıyla uğraşan bir nefsin terbiye yada islam olduğunu söyleyebilirmisiniz? Biz, öyle bir hal içinde olmalıyız ki, Yunus Emre nin dediği gibi "yaradılanı severim, yaratandan ötürü"; kimsede kusur bir yana günah görmemeliyiz. Aksi halde, aciz aklımızla, sanki elimizde iman ölçer var gibi, bunu yapmak daha islami bu din dışı bir sürü hurafelerle boğuşur dururuz... * * * İslam ın özüne gelince; Canab-ı Hak 2 şeyi affetmem diyor. 1-Şirki, 2-Kul hakkını.... Cenab-ı Peygamber Efendimize sormuşlar, "müslüman ne yapar ne yapmaz?" Efendimiz; "müslüman herşeyi yapar ama YALAN SÖYLEMEZ" demiş... Şimdi birleştirin tüm bunlar; Şirk koşmayacaksın, kul hakkı yemiyeceksin, yalan söylemiyeceksin!!! İşte size özetle "güzel ahlak"... Saygı ve sevgilerimle

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.