
SimalyildiziNet
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
462 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
AL TAKKE VER KÜLAH AMERİKA 1946 yılında II.Dünya Savaşı sonrasında,medar-ı iftiharımız (!) İsmet İnönü paşanın bu savaş boyunca ,İngiltere Başbakanı Churchil'in talimatları doğrultusunda izlediği "aman savaşa girme,sizi savaş sonunda kurulacak uluslar arası bir yapılanmaya anca o şartla kabul ederiz" nasihatine uygun siyasetinin sonuçlarını İsmet Paşa o zamanki SSCB'nin Kars, Ardahan ve boğazları geri istemesi şeklinde alınca bir "yusuf yusuf " siyaseti başlar. Almanların 24 saat içinde Yunanistan'ı işgal edip sınırlarımıza dayandığında korkudan,birden kurdeşen dökmeye başlayan İsmet paşa,Enver Paşayı, Atatürk'ü, Türkiyat araştırmaları konularını ve Turancılık siyasetini hatırlar ve Alman büyükelçisi Von Papen'in de yardımları ile hemen "Turancılık akımını" oluşturur.Bu akım önce Millet Partisi,CKMP ve günümüzün MHP'sinin temelini oluşturur. Savaşı kaybedince de Rusya'yı kızdırma korkusu ile de oluşturduğu bu "faşist yapılanmanın" yöneticilerini toplar ve içeri tıktırır.Türkeş'in de tırnaklarının sökülmesi olayı bu zamana denk gelir. Stalin'in ciddi tepkileri İsmet Paşayı yeni arayışlara iter.İngiltere'nin verdiği cesaretle Amerika'ya müracaat edilir.Gelişmeler üzerine Rusya tepkisini koyar ve Bulgarlar bir uçağımızı düşürür vs vs olaylar uzar gider,radyolarda millete piyano konçertoları,Mozartın bilmem kaçıncı senfonileri sabah sabah millete "Atatürkçülük" adı altında dinletilir. Acilen İngiliz'in "Serbest demokratik siyaset" ilkesine sarılır ve Demokrat Parti ve diğerleri kurulmaya başlanır. İsmet paşa Türkiye'si artık "Atatürk Türkiye'si" değildir.Ülkemiz, İngiltere'nin "Amerika Kıtası Şubesi" olan Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere İmparatorluğu'nun güçlü kollarına teslim olmuş,gevşek ****** bir devlet haline gelmiştir. Sevr Antlaşmasında konulan "İslam ve hilafet yasağı"nı tanımayıp,Kuranı Türkçe'ye çevirten,Hadislerin hurafe olanlarını temizletip,Türkçe olarak Hadis kitabı yazdıran,Musul-Kerkük,Dış Türkler gibi "Misak-ı Milli ve OTİ siyaseti güden Atatürk gitmiş,yerine,İngiliz ******,Kürdistan'ın temelinin atan,Kürtleri eğitmek için yurt dışına gönderen,Türk yurtlarını işgal ettiren emperyalist ******* bir korkak,ürkek İsmet İnönü Paşa gelmiştir. II.Dünya savaşının yarattığı bunalım halkı canından bezdirmiştir,halk yeni bir arayışla kendini bu sıkıntılardan kurtaracak diye Menderes'e sarılır. Sarılır da ne olur? İyi olacak diye askerimiz taaa Kore'lere gönderilir sonuç bir çok asker kaybı vs vs ardından 1958 yıllarına gelindiğinde Churchil'in dediği adı NATO olan bu birliğe Kore şehitlerinin kanları üzerine gireriz ve Amerikan askerlerini Rusya'ya karşı "koruyucu" olarak davet ederiz. Ama bu adamların halkımıza,devletimize karşı işleyecekleri suçlara karşı tedbir olarak, hakkımız olan "ülkemizde yargılama hakkını " da anlaşmaya yazmayacaklarını söylemelerine rağmen imza atarız. Anlı şanlı milletimiz Amerikancı İsmet Paşa'dan kaçıp Adnan Menderes'e sığınmış,iktidarda yine Amerika vardır.(1) Amerikan askerleri,"bunlar yecüc mecüc" her gördüklerinde genelevlerini bizim için temizletip, bedava taksilerle geneleve bizi taşıyorlar,bu defa biz gidelim de onları zahmetten kurtaralım" diyerek (belki), İncirlik ve Samsun Radar üssü civarındaki kasabalara bir gece vakti ansızın dalıverirler ve halka toplu tecavüzler yaparlar. İncirlikteki olayda tecavüz edilenler arasında bir bakanın karısı ve üç kızı da olduğu söylenir.Dünya tarihine "bağımsızlık Savaşı" ile nam salan "Türkiye" birden "Tecavüz Mağduru" Türkiye oluverir. Fatura tabii ki Menderes'e kesilir,Menderes ve iki arkadaşı kelleyi verirler.1961 askeri müdahalesi olur.İhtilali yapanların önayak olanı Cemal Gürsel Paşa Cumhurbaşkanı iken ilaçlanır,hemen Amerika'ya gönderilir ve oradan da ölüsü gelir.Milliyetçi-Atatürkçü kadro İsmet tarafından tasfiye edilir. İktidarda gene Amerika vardır.(2) 1971'e kadar sol hareket güçlenir,İsmet paşa bizzat solun güçlenmesinde ön ayak olur.Ama ,plan Rusya'nın değil Amerika'nın planıdır.Muhtıra verilir,solcu birkaç üniversiteli,tahrik edilmiş,ABD ajanlarınca bu işlerde yetiştirilmiş vatansever gençler idam edilir.Ardından iktidarda yine Amerika vardır.(3) Tekrar sol güçlendirilir,önü alınamayacak diye korkudan İslamcı ve Ülkücü gruplar devlet eliyle desteklenir,komando eğitimleri verilir ve solcuların üzerine salınır.Baş edilemez,sol iyice güçlenir ve Amerikan güdümlü generaller yine 12.Eylül 1980 yönetime el koyarlar. Sonuç, iktidarda gene Amerika vardır.(4) "Orduyu Modernizasyon" adı altında PKK terör örgütü yaratılır,örgütün ileri gelenleri ve devletin bazı seçilen bürokratları Amerika'ya gönderilir.Kim bilir,bir odada Öcalan ve arkadaşları "terör nasıl çıkarılır" eğitimi alırken,ileride siyasi parti başkanı bile olacak birileri de "anti terör" eğitimi alırlar.Belki tenefüste birlikte çay kahve bile içmişlerdir. 1991-94 arasında ordu içinde bu hareketin "orduyu modernize etmek" değil de "devleti bölme" siyaseti" olduğunu kavrayan bazı askerler bir direniş başlattıysa o zamanın Kürt kökenli baş komutanı tarafından pasifize edilirler.Şöhretli olan bir kaçı esrarlı cinayetlere kurban giderler.Hatta bir Cumhurbaşkanının da şaibeli ölümü olur. Ardından gelen gene Amerika'dır.(5) Yani Amerika'nın siyasetini güden iktidarlar gelir.O da yıpranır ve koalisyon gelir adı da Refah-Yol'dur.Bunlara karşı da "laiklik elden gidiyor" diye bir yaygara başlar ve birisi çıkar "Amerika da Avrupa da bizi istiyor " der ve Alman dünürü ile görüşüp Amerika'da derin devletten birilerini ikna eder,Ankara'da tanklar yürür ve ardından Alman dünürü olan adam Başbakan olur ve iktidarda yine Amerika vardır. (6) 03 Kasım 2002'ye kadar geçen zamanda Amerika ve Avrupa'nın çok sevdiği bu hükümet de yıpranır,yaptıkları dolandırıcılık ve hırsızlıktan sokağa çıkamazlar,arabalarını tamire götürdükleri sanayi sitelerinden ,esnaflarca kovulurlar. Gelen iktidar AKP'dir iktidarda gene Amerika vardır.(7) Şimdi AKP'de yıpranmış ve aleyhine kampanyalar ABD'nin değişmez işbirlikçisi olan sermaye kurumlarınca desteklenerek yapılmaktadır.AKP'ye alternatif olarak zaten içlerinden ayrılan biri "sigorta parti" olarak kurulmuştur. Ardından gelecek yine Amerika'dır.(8) Bence boşuna uğraşıyoruz.Başında dört tel saçı olan kelin düzelttireyim derken üçünü berbere yoldurmasından sonra "bırak dağınık kalsın" demesi gibi mi desem,"Allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir üzer, sonra buldurup sevindirirmiş" mi desem yoksa,keloğlan filmlerinin değişmez tekerlemesi olan; Al takke ver külah "İktidar = Amerika" mı desem nasıl isterseniz öyle yorumlayın ama hep Amerika çıkıyor be vatandaşlarım. Ben sadece tarihimizden sekiz tane ciddi olayı aldım,aslında her kavgadan galip Amerika çıkıyor vesselam. Koca dayağından baba evine sığınan kadının kocasının kapısına gerisin geriye atılması gibi bizi durmadan Amerikan kapısı önüne atıyor bu iktidarlar ve bürokratlar sayın vatandaşlarım. Dünyanın her yerinde sihirbazlar var.Televizyonlarda,sirklerde seyrediyoruz.Şapkalarından tavşan,güvercin,kurdele gibi farklı şeyler çıkartıyorlar.Hatta adam çıkartanları da var. Bizim siyasi ve askeri sihirbazların şapkasından da "daima Amerika" çıkıyor. Değiştiremeyecek miyiz bu sihirbazları? Aymayacak mıyız hala? Boş işler cumhuriyeti diye boşuna mı yazıyorum ben? Sağ,sol,alevi-sünni,Türk-Kürt,sivil-cunta derkeeeeeeen......... Al takke ver külah, aaaaaaaaaaaaa Amerika!!!!!!! Keykubat -
Tekrar olacak ama, "Gizlide gebe kalan aşikârede doğururmuş." Bahattin Aslan -» CHP Grup Başkanvekili Kılıçdaroğlu, TBMM Bütçe Plan Komisyonu Üyesi Hamzaçebi ve CHP MYK Üyesi Kılıç, Deniz Feneri ile KANAL 7 Hakkındaki Soruşturmalara İlişkin Engellemeleri Açıkladılar.... -"Türkiye'de bu karanlık ilişkiler niçin sorgulanamıyor? Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu karanlık ilişkilerin başında var. Şimdi bu ilişkilerin neresinde?" -"Müslümanlığa ihanet edenleri, Müslümanlığı özel çıkarları için kullananları, yani Allah ile aldatanları halkımızın unutmaması gerekiyor. Bunları yapanlar kesinlikle Müslüman olamazlar" -"Rahmetli Uğur Mumcu katil katildir, katilin sağcısı, solcusu olmaz demişti. Aynı şeyi değiştirerek söylüyorum. Hırsız hırsızdır, hırsızın sağcısı, solcusu, ortacısı olmaz" -"Sağcısı solcusu hangi görevde olursa, hangi inançta olursa olsun. Türkiye'yi, Siyaseti, bürokrasiyi temizlemeliyiz. Türkiye'de etik değerlerin çıtasını yukarıya çıkarmalıyız" -"RTÜK Başkanı Sayın Akman Almanya'ya girer de tekrar çıkabilir mi? Soru işareti budur Yarın Sayın Grupbaşkanvekilimizle birlikte Almanya'ya gidiyoruz, duruşmayı izleyeceğiz. Daha önce olduğu gibi, biz Sayın Akman'a yeniden davette bulunuyoruz" -"Sayın Dengir Fırat'a, uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili, ortağı olduğu bir şirketle bağlantılı olarak soru sormuştum. Sayın Fırat'tan bu sorunun yanıtını bekliyoruz. Sayın Fırat niye suskunluğunu koruyor ki? Korumasın. Hiçbir siyasal partinin yöneticisi eleştirilere suskun kalarak kendisini kurtaramaz. Konuşmak zorundadır" -" Bu arada şunun da altını çizmek isteriz. Kanal 7 emekçilerine saygımız sonsuzdur. Orada çalışan, alınteri döken gazeteci arkadaşlarımızın sakın akıllarına hiçbir şey gelmesin. O insanlar görevlerini yapıyorlar. Bizim sözümüz onların patronlarına" 13-09-2008 -» CHP Genel Başkan Yardımcısı Ateş, AKP'nin kömür yolsuzluğuna dikkat çekti ve "Türkiye tam bir talan dönemi yaşıyor" dedi.... -"AKP'nin gırtlağını temizleme operasyonunu başlatması gerekir. Yedikleri boğazlarından geçen, midelerine akan haramdır, zehirdir." -"Sadece Posof'ta 360 ton kömür birilerine kazanç sağlansın diye alınıyor, taşıttırılıyor, kömür vasfı da olmadığı için kullanılamıyor, dere yatağına atılıyor" -"1,5 milyon aileye kömür dağıtıldığı hükümetin kendi rakamları. Şimdi, acaba çökertilen Türkiye Kömür İşletmelerinde, bu kez de 1,5 milyon adet soba alma hazırlığı var mıdır, yok mudur? Bu soba alma hazırlığı konusunda hangi firmalarla el altından görüşmeler yapılmaktadır. Soba başına 600 milyon lira (600 YTL) gibi bir bedel belirlenmiş midir, belirlenmemiş midir? Bunu kimden, nasıl alacaklardır?" 13-09-2008
-
Dkunulmazlığı kaldıramazlar! En başta Başbakan bunu YAPAMAZ... Bekleyen dava dosyasının sayısını bilen varmı?.. Benim bildiğim sadece D.Perinçek in açtığı 700 civarında dava dosyası var (hukukçu birinin aptalca dava açacağına ihtimak vermiyorum)... Bilinen, kamu ntakibinde olan 70 dava dosyası daha var... Artık başka neler var bilmiyoruz zir müslimbasınımız ser veriyor sır vermiyor... Dokunulmazlığın kaldırılması demek saltanatın akldırılması demektir... Hiç bir sultan bunu kabul etmez! Hele hele 550 sultan hiç kabul etmez... Adama demişler "soğan yeme" diye, "yemiyorum" demiş... "yemiyorsunda ağzın neden soğan kokuyor?".... Varmı o yürek Başbakan da?
-
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Nasıl yani? Mecliste kürtçe konuşacağım diyor! (E.Ayna) Bu ******* kan sizi yakar diyor (Rahmetli Dink) Ne mutlu Türküm demek kafatasçılıktır; BOP eşbaşkanıyım; Sayın... diyor (Başbakan) TSK ya rağmen AB nin silahlı güçlerine ihtiyacımız var diyor (B.Arınç) Bu toprak üzerine yaşayan insanları biri birine saldıran zihniyet vatanını seven ve savunanmı? Yoksa AB-D güdümlü dış detskli olanlarmı? Kim halkı kamplara bölüyor?? -
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Sömürge Dili Olarak Din ve İslam Düşmanlığı Özcan YENİÇERİ Büyük güçler coğrafyaya hâkim olmak için kültürlere hâkim olmanın bir zorunluluk olduğunun hep farkındaydılar. Uzun süreli hâkimiyet peşinde koşanların hedef olarak inançları almalarının nedeni buydu. Bu yüzden papaz, tacir ve asker hep birlikte dünyanın dini, siyasi, ekonomik ve sosyolojik fethine çıkıyorlardı. Coğrafyayı sömürebilmek için o toprak üzerinde yaşayan halkların sömürülmeye uygun hale getirilmesi gerekiyordu. Bunun için de halkların yaşadığı fiziki coğrafyadan daha çok inanç coğrafyaları hedef yapılmıştır.Kapitalizmin ruhunun Protestanlık olduğunu söyleyenler bir bakıma bu stratejiye katkı sağlamış oluyorlardı. Modernleşme, kalkınma, ilerleme, gelişme, insanileşme ve yükselme kapitalizme bağlıdır. ABD'nin Sömürge Siyasetinde Dinin Rolü! Kapitalizm varlığı Hıristiyanlığın bir formunun etkinliği ve yaygınlığıyla ilgilidir. Daha açıkçası onlara göre, çağdaş kapitalizm kaynağını Protestanlığın ruhundan almaktadır. Demek ki bu anlamda sorun modernleşme ve gelişme sorunu değil Protestan ruhuna sahip olmak sorunuydu. Tarihi süreç içerisinde Avrupalı sömürgeciler -bugünde ABD'li neocon'ların yaptığı gibi- kendi gibi inanmayanları kendi gibi inanır hale getirmek için onlarca kanlı savaşa girişmişlerdir. Papaların, Haçlı seferlerini yönetenlerin, sömürge savaşlarının komutanlarının ve büyük kâşiflerin dili hep aynıydı. Günümüzde de tarih aynı düzlemde akmaktadır. Amerikan yayılmacılığı meşru temellerini "Mesihsel" sözleşmeye dayandırır. Amerikalılarca 19. yüzyılda geliştirilen "Manifest Destiny" (Belirlenmiş Yazgı) teorisinde bu durum açıkça ifade edilmiştir. Buna göre "Amerikan tarihinde yer alan ve Amerikalıların seçilmiş ve kutsanmış bir halk olduğu ve dolaysıyla Tanrı tarafından vahşi milletlere uygarlık modeli oluşturmakla görevlendirildirilmişti." Bu algı bir çok ABD Başkanın ve düşünürünün yol haritasını belirlemiştir. William Allen White, Mevcut "Dünyada, dünya fatihleri olarak ilerlemek" Anglo-Saksonların "Apaçık Yazgısıdır" Onlar, yazgının, "denizin tüm adalarına sahip olmak" ve kendilerine boyun eğmeyen halkları "ortadan kaldırmak" görevine atadığı seçkin halktır der. A.J. Beveridge, bu anlayışı daha da ileri taşı*********** seçimi yapan "yazgı" değil, doğrudan doğruya "Tanrı" olduğunu söyler. Ona göre, Tanrı Tötonik halkları, "bu dünyanın kaos egemen olan bölgelerinde sistem kuracak olan efendi örgütleyiciler" olarak yaratmıştı. Onlara "Tüm yeryüzü topraklarında gerici güçleri yenecek" gelişme ruhu vermişti."Vahşi ve bunak halklar" üzerinde etkili bir yönetim gösterebilmeleri için, yönetmekte usta kişiler olarak yaratmıştı. Tüm Töton ırklar içinde Amerikan halkını, "sonunda dünyanın dinçleştirilmesine öncülük etmek üzere" seçilmiş ulus olarak göstermişti. Amerika'nın yüce görevi buydu. Beveridge çeşitli konuşmalarında şöyle diyecektir: "Amerikan Cumhuriyeti, tarihin en üstün ırkının kurduğu bir cumhuriyettir. Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlettir... Bu cumhuriyetin liderleri de yalnızca devlet adamı değil, aynı zamanda Tanrı'nın peygamberleridir". Bugünkü ABD Başkanı Bush'un ifadelerinde de aynı üslup ve inanç hâkimdir. Başkan Bush "yıldızların ötesinden aldığı ilhamla" yönettiğinden söz etmiştir. Mücadelelerini bir çeşit "Haçlı Seferi" olduğunu da açıkça ifade etmiştir. Başkan Bush; ABD'nin "İslamcı faşistlerle savaş halinde olduğu açıkça görüldü" şeklinde sık sık açıklamalar yapmaktadır. Dünyada yaşananlar ABD'nin dış politikasında katı ve mutlak dini figürlerin belirleyici olduğunu gösteren kanıtlarla doludur. Edvar Said şöyle der: "Amerika dünyanın alenen en dinsel ülkesidir. Tanrıya yönelik referanslar, bozuk paralardan binalara kadar ulusal hayatta kullanılan ortak deyimler bu minvalde nüfuz eder. Tanrıya çok şükür, Tanrının ülkesi, Tanrı Amerika'yı korusun ve böyle gider." Soğuk Savaş Döneminde ABD'nin Stratejisi: "Komünizme Karşı Din" İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra, ABD merkezli geliştirilen "soğuk savaş" stratejisinin 1980'li yıllara kadar olan sürece etkileri İslam dini yönünden irdelenmeye değerdir. 1947'de uygulamaya konan "soğuk savaş" planı, SSCB'nin ekonomik, dini, siyasi ve askeri olarak kuşatılarak etkisizleştirilmesini öngörüyordu. Türkiye dahil bütün Ortadoğu'nun siyasi, dini ve tarihi yapısı dikkate alınarak, Sovyetler Birliği'ne karşı kullanılan İslam, "soğuk savaş" sürecinin en önemli ideolojik silahlarından biri oldu. ABD'nin politik stratejisyenlerince belirlenen ve yöneticileri tarafından uygulanmaya konulan 'yeşil kuşak teorisi'temeli de ideolojiye karşı din stratejisine dayanıyordu. Rusya'daki Amerikan Büyükelçisi 1946'da şunları söylemiştir; "Manevi hayatımızı devlet adamlarından ziyade, büyük din adamlarının kılavuzluğuna borçluyuz... Stalin'i durdurmakla iş bitmez. Tanrı'dan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar... Bu mücadelede kullanılacak en meşru silah, manevi bir kuvvet olan dindir... Musa, Buda, Konfiçyus, Muhammed, ayrı ayrı yollardan bizi ışığa çıkardılar. Düşmanımız Komünizm Tanrı'yı inkâr esası üzerine kuruludur. Din, komünist diktatörlüğü yok edecek ilahi kudrete sahiptir..." ABD'nin, Sovyetler Birliği'ne karşı geliştirdiği politikanın merkezinde din faktörü vardır. Dönemin tarihsel özgünlükleri içerisinde oluşturulan politikalarının merkezinde, dünyadaki belli başlı mevcut bütün dinler bulunmaktaydı. İslam'ın Ayarını Düşürmek Fuller, "dine başvurma zorunluluğu" adlı değerlendirmesinde şunları söylüyor; "Dünyada hiçbir lider, ne George Washington, ne Nehru, ne Lenin, ne de Gandi sonsuza kadar yaşayacak ürün vermemişlerdir. Oysa İncil ve Kuran veriyordu. Liderler ölüyor, önce bedenleri, sonra da zaman içinde düşünceleri siliniyordu. Oysa Kur'an ve İncil yaşıyordu..." Brzezinski, SSCB'yekarşı mücadelede İslamcı muhalefetle birlikte hareket edilmesini bir zorunluluk olarak gördüğünü şöyle anlatır: "Bana öyle geliyor ki, şu an en önemli şey Sovyetler'e karşı İslâmi bir ittifak oluşturulmasıdır..." CIA, dini bütünüyle ideolojik mücadelenin en önemli araçlarından birisi haline getirmiştir. Amerikan eski Dışişleri Bakanı Dulles 1956'da Sovyetleri din faktörü ile tehdit etmektedir. "Din ile siyaset birbirinden ayrılmaz. Dünya meselelerini halletmek hususunda seçeceğimiz yol, dini görüştür. Ümit ediyoruz ki Sovyet liderleri iş işten geçmeden Allah fikrine bağlılığın vatanperverliğin beşeri haysiyet ve vakarın daima kalplerde yaşayacağına inansınlar..." Kısacası, ABD'nin devlet politikasının yürütülmesinde 'din'vazgeçilmez bir politik araçtı. ABD, küresel hâkimiyetinin önünde, İslam dinini en büyük engel olarak görmektedir. Bu nedenle Amerika, İslam dinini alternatif olmaktan çıkarılması ve enerji kaynaklarını denetim altına alınmasını stratejisinin odağına yerleştirmiştir. Bu amaçla bir yandan medeniyetler arası çatışma tezi devreye sokulmuş diğer yandan da İslam ülkeleri arasında medeniyet içi çatışmalar da alabildiğine körüklenmiştir. Bugün Irak'lının Iraklıyı vurması ya da Şii/Sünni çatışmalarının bu tür provokasyonların ürünü olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.Soğuk Savaş sonrası Amerika, bütün operasyonlarını, projelerini ve kuvvetlerini İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaştırmıştır. Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi aslında küçük İslam; büyük İsrail Projesi anlamına gelmektedir. Amerikalının nezdinde terörle mücadele de İslam'la mücadeleye eşdeğerdir. Lake, "Savaşmak için yeni bir düşman ideoloji arayan Amerika'nın hâlihazırdaki tek süper güç olması sebebiyle, İslâm üzerine yeni bir ıslah hamlesinde başı çekmeye kendini odaklaması gerektiği" ni vurgulamıştı. Onlara göre Komünizm sonrası İslam "Batı'ya meydan okuyan ve onun güvenliğini tehdit eden ikinci bir tehlike" dir. Nitekim dinler ya da kültürler arası diyalog bu tür amaçların yan ürünü olarak devreye sokulmuştur. Amaç Müslümanların kafalarının karışmasını sağlamaktır. Diyalog çalışmaları, iki farklı medeniyetin insanlığın ortak iyiliği için bir çıkış yolunun bulunması için değil, bir dinin, yani İslam'ın dönüştürülmesi, Batı'nın hazmedebileceği, kontrol edebileceği bir inanç sistemi haline getirilmesi amacına yönelik olduğu açıktır. ABD, böyle bir politika ile bölgedeki egemenliğini pekiştirmek istemektedir. Lake, "bizim hedeflerimizin en önemlilerinden olan serbest pazarın oluşumu, demokratik alanın genişlemesi ve kitle imha silahlarının yayılmasına belli sınırlar getirilmesi gibi konularda bizimle tamamen aynı düşünen ılımlı Ortadoğu devletleri kurmaktadır" diyor. Bunun yolu da İslam'ın sulandırmak, ayarını düşürmek ve ılımlı hale getirmekten geçmektedir. Böylece Müslümanlar "vurana elsiz", soyana dilsiz hale getirilebilecektir. -
Avrupa Birliği'nde derin devlet
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Fesuphanallahh... Bana kaynak göster diyorsunuz! Gösterince başkalarının fikri oluyor.... Birilerinin AB hayranlığı beni ilgilendirmiyor! Ki sizde AB hayranısınız. Sanıyorlar ki herşey AB ye girince bitecek... Öylemi? Peki kimmiş benim etrafımda "evvela AB ye kaçacak olanlar"... * * * Siz 22 Temmuz seçimlerinin gerçek sonuçlarını biliyormusunuz? %47 oya kendileri bile şaşıran bir iktidardan bahsediyoruz... O halk, "BİNdirilmiş kıtalar" AKP ye mi oy verdi sanıyorsunuz? Neden sürekli İstanbul, İzmir, Ankara da seçimler hileli yaygarası kopuyor? İspatlanıyor! Davalar açlıyor... Ve Bakanlık suskun... Neden?... Sonrada "bu millet seçti".... tabi canım millet seçti.. Sokakta küfrederek gezen bu millten değil! Değilmi? -
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Bu ülke insanını soyan ne hükümetlerdir ne de bankalar; AB dir... Başpatron AB dir... minik şeylerle değil, resmin geneline bakın! AB ülkeleri 600 yıl boyunca dünyanın kanını emerek bugün ki zenginliklerine gelmişlerdir. Sömürü ve rant ile ecdanının yolunda gitmeyecekler de ne yapacaklar? Evet bu ülkenin başına bela hep yabancı hayranlığı, hep yabancı peşinde koşmaktır! Ama 70 milyon insan maalesef 550 kişi tarafından aldatılmaktadır! -
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Yazınızdaki AB mi suçlu bölümüne cevap vermiştim... Kendi yazınızdan herbiniz yok galiba! -
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
En azından benim "hayallerim"in olmayacağını sunacak bir kaç satır dökmeniz gerekmezmiydi? Hala sadece "hayalcilik" kelimesiyle tek cevap verip geçiyorsunuz! Hayal olduğunu ispat edin o halde! Eğer size göre hayalse, bunu açık açık yazmanız gerekli ki bende "a evet hayalmiş" diyebileyim.... Yılmaz Özdil in yazısını bir kaç kez okuyun! Ben yanlışım! Be kardeşim herkezmi yanlış? -
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Ben, benim dediğim doğrudur demiyorum! Sav larımı sizde okuyorsunuz. Bu savların yanlış olduğunu "yanlış" demekle ispatmış olmuyorsunuz. nedenlerini de yazacakasınız. Eğer yazmazasanız o halde hükmen benim dediğim doğru olur... Oysa siz sürekli "yargı" noktasındasınız. Fikir beyan etmeden sürekli "yanlış", "nereden biliyorsunuz" gibi şeyler söylüyorsunuz... Siz beni anlamk istemiyor, kelimelerimden kelime seçiyorsunuz! Eğer yazılarımı taki ediyor olsaydınız; 3 torba pirince, 5 çuval kömüre oy verenlere tüm bunlar müstehak, oh olsun dediğimide okudurnuz... Ama tüm yazılarınıda tamamen devlet ve orduya tepkili oluşunuz, düşünce anlamında sabit olduğunuzu gösteriyor. eh bu dönemde de bu denli sabit olununca elbtte bilgi kaynaklarını da eleştirtir.... Neyse! Siz yine yazılanlara tek kelime ile cevap verin.... Çünkü nasılsa biz yine okuyacağız, araştıracağız, kafa patlatacağız ama siz yinede "hayır" diyeceksiniz... Saygılarımla Not: Konu gereksiz yere polemikten başka bir fayda sergilemiyor.. Ya bilimsel/teknik konuşalım yazalım tez/karşıtez uygulamasına geçelim. Yada kişiliğime saldırı diye adlettiğim "kafatasçı" gibi yakıştırmalar yapmayalım... rica ederim! -
Avrupa Birliği'nde derin devlet
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Daha önce burada mutlaka yazılmıştır... Ama yeri geldi "müsbet" fikirleri sunmak durumunda kaldım.... 1950 den beri Türkiye zorla/dayatmayla gavur eline bırakıldı.. Bugün bunları söyleyenler; herşeyi mükemmel giden ama nedense son 5-6 yılda ortalık kötüleşmiş sanan insanlar! Oysa, mendersin oğlu Demirel, onun oğlu Özal, onun oğlu Yılmaz, onun oğlu Erdoğan değilmidir? * * * BUDUR! 43 (kırküç) yıldır sorulmayan soru: "AB için referandum yapılsın mı?". Madem millet için AB'ye girmek istiyorsunuz... Yetti artık, emrivaki... Millete sorun: İstiyor mu, istemiyor mu? Çünkü benim bildiğim, AB'nin bir numaralı kriteri, millet ne istiyorsa, onu yapmak.. Aksini değil. Bu nedenle onlar kendi milletlerine sordu... İsteyen girdi, istemeyen girmedi. Mesela, Norveç... Seçilmiş bir hükümet vardı iktidarda. Yani milletten "yetki" almıştı. Ama buna rağmen, referandum yaptı. "Hayır" dedi millet... Girmediler.Bir zarar gördüklerini de, görmedim. Peki ya biz? İlk başvuru, 1959'da. Menderes... Rahmetli... Kimseye başvurdu mu, "başvuralım mı, başvurmayalım mı" diye? Başvurmadı. Başvurmadan başvurdu... Sonra? Hatırlayın... Demirel, Ecevit, Özal, Yılmaz, Çiller... Hepsi birer defa girdi AB'ye... Hepsi, ayrı ayrı kutlama yaptı AB'ye girdiğimiz için. E baktı ki millet, bir yere girdiğimiz falan yok... "N'oluyor" demeye kalmadı... Tayyip Erdoğan iki defa daha girdi. Patlattığımız havai fişeğin haddi hesabı yok, AB'ye girdiğimiz için. En fazla defa biz girdik! Ama hâlâ dışardayız. Hatta, dışarda bi tek biz varız. Bu arada bize giren girene... Ve işte bugünkü soru... Siyasilere değil, size. Herkes kendine soracak. Herkes kendine verecek cevabı... 1963 Ankara Anlaşması'nı milat kabul edersek... Dile kolay, 43 yıldır... Ekonomiden hukuka, tarladan gökyüzüne, aklınıza gelen gelmeyen her konuda "AB'ye uyum için" yasa çıkardık. Hayatınızda olumlu yönde ne değişti? Size ne faydası oldu? Çünkü şöyle bir manzara var. Çıkarılan AB'ye uyum yasaları... Bölücüye yaradı. Apo'ya yaradı. Fehriye'ye yaradı. Köktendinciye yaradı. Takıyyeciye yaradı. Diasporaya yaradı. Rum'a yaradı. Cari açığa yaradı. Kapkaççıya yaradı. Katile, ite, uğursuza yaradı. Peki... Aynı AB'ye uyum yasalarının...Vergisini ödeyen, karıncayı incitmeden hayatını sürdürmeye çalışan, yargıya güvenen, devletini seven, bayrağına saygı gösteren, namuslu, yurtsever vatandaşa nasıl bir faydası oldu? Açalım biraz... Bu nasıl ortak? Sınıflar sardalya kasası gibi... 60'şar 70'şer kişi sığışıyor çocuklarımız. Öğretmenlerimiz, ameleden az kazanıyor. Bu şartlarda AB'ye girmemiz mümkün mü? Değil. Peki siz hiç, bugüne kadar Avrupa Birliği'nin bir defa olsun, "bu sorunu çöz, çözmezsen olmaz" dediğini duydunuz mu? Ben duymadım. Ama eğitimle ilgili ne duyuyoruz hep? "Ruhban Okulu'nu aç." Sabahın 4'ünde giriyoruz hastane kuyruğuna... Kalp ameliyatına bile 6 ay sonraya gün veriliyor... Temel insan hakkımız yok yani! "Al şu fonları, hastane aç" diyor mu? Demiyor... Ne diyor? "Limanları aç." Bayramda 104 kişi daha öldü. Her yıl küçük bir Avrupa kenti kadar insanımız yollarda heba oluyor. "Yollarını düzelt" demesi gerekmez mi? Gerekir... Ama o ne diyor? "Ermenistan' a yol aç." Resmi olarak 2.5 milyon, gayriresmi olarak 10 milyon işsiz var Türkiye'de. Fas'ın Tunus'un Cezayir'in işsizini alıyor. Bize duvar. Bi tek kimi alıyor bizden? PKK'lıyı. İşçi suçlu. Terörist mağdur. Bölücü posteri taşıyana "dokunma" diyor. Atatürk posteri asana "indir onu" diyor. AB üyesi İngiltere, kendi genelkurmay başkanına göre bile, "elalemin ülkesinde işgalci." Çıt çıkmıyor. Bizim asker, "kendi toprakları üzerinde" uçak uçuruyor... Şiddetli itiraz. Kınama. El ele verip, Çanakkale'den Antep'e, İzmir'den Urfa'ya,katlettikleri Türk'ün haddi hesabı yok. "Soykırımcısın" diyor. "Değilim" demek yasak üstelik. Kendi ülkesinin şartlarına göre kanun çıkarmakla yükümlü olan Meclis, "tercüme bürosu"na döndü... Trafik suçu bile işlenmeyen ülkelerin kanunları bire bir Türkçe'ye çevriliyor. Sonra ne oluyor? **, uğursuz kol geziyor. Namuslu vatandaş korku içinde. Farz edelim, Akmerkez'e gittiniz. Üstünüz aranıyor mu? Aranıyor... Çocukların bile aranıyor. Ama polis, şüphelendiği bir kişinin üstünü arayabiliyor mu? Arayamıyor. Neden? Çünkü artık, hakim kararı gerekiyor. Akmerkez'deki güvenlik görevlisinin hakim kararına ihtiyacı yok... Devletin polisinin hakim kararına ihtiyacı var. Buna "AB'ye uyum" deniyor. Tatile gideceksiniz... Mesela, Belçika'ya. Vize vermek için, tapu istiyor, banka cüzdanı istiyor, gidiş-dönüş uçak bileti istiyor, kalacağın otelin rezervasyonunu istiyor, şimdi yeni moda çıktı, kulaklarını gösteren fotoğraf istiyor. Ama Fehriye orada. Hâlâ bir terslik yok mu burada? Cumhuriyet 83 yaşında... AB kaç yaşında? "AB için referandum yapalım" dedik... Ali Kemaller çok kızdı. Devam o zaman... Temel sorun şu aslında... Yıllardır diyorsun ki, "AB, AB..." E görüyorsun ki, iş boka sarıyor. Şimdi çıkıp, nasıl diyeceksin... "Bu iş yanlışmış." Nasıl diyeceksin? İnsanın, yanıldığını kendisine bile itiraf etmesi zordur. Ama yanıldıkları nokta, AB değil. "Türkiye'yi adam edecek" bütün güzelliklerin, ancak ve sadece, "dışardan gelebileceğini" sanıyorlar. "Bizi kurtarsa kurtarsa, yabancılar kurtarır'' zannediyorlar. Yanıldıkları nokta bu. Zihniyetlerinin dedeleri de, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ydi... Amerikan mandacılarıydı. Hatta, başka versiyonlarını da yaşadık, yakın geçmişte... Hatırlayın... Sovyet'e sarılmıştı çoğu. Kendi devrimine dudak büküp, elalemin devrimini alkışlıyorlardı. Gorbaçov çıktı, pardon dedi... Harç bitti, yapı paydos, herkes yoluna... Ayazda kalakaldılar! Savruldular. Kimi "eşitlik meşitlik" falan derken, en vahşi patrondan daha kapitalist oldu... Kimi daha düne kadar Allah'a bile inanmazken, takke taktı kafasına. Nereyi tuttularsa, kurudu! "Yabancıların" becerebileceğine inandılar... Mustafa Kemal'in "kalıcı" olabileceğine inanamadılar bir türlü. Bakar kör çünkü bunlar. Görmüyorlar. Ama dünya görüyor... Geçen yüzyıldan bu yüzyıla "ayakta geçmeyi başaran tek ideoloji" O ufak tefek, sarışın adamın devrimi oldu. İlelebet payidar. Ben de şunu görüyorum naçizane... Ve gurur duyuyorum... Bunlar nereye sarıldıysa, kurudu. Ama özellikle lise ve üniversite gençliğimizin yüreğinde yeşeriyor Kemalizm hergün... Her genç, yeni bir fidan... Kökleri Asya'da, dalları Avrupa'da, yaprakları ABD'de Avustralya'da. Bu gençlerden cesaret alarak, soruyorum... Cumhuriyet 83 yaşında. AB kaç yaşında? Milletlerin ömrüne bakacaksak eğer... Bizim devletimiz varken, bunlar mağarada yaşıyordu, mağarada. Sen kime akıl öğretiyorsun? ********! Asabım bozulduğu için ağzımı bozdum, kusura bakmayın! Yılmaz Özdil -
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Bu ülkeyi benmi yönetiyorum? Bunca iş sıkışmasını nakit darlığını işsizliği benmi yapıyorum? ATO nun açıklamalarını neden görmezden geliyorsunuz? Onca insan maaşının neredeyse 10 yıllığı kart borcunda! Bu insanlar keyfinden mi kredi kartı borçlusu oldu? Hala açlık seviyesi 950 YTL, fakirlik seviyesi 1250 YTL olmuş; benmi yaptım? Özelleştirme adına malı mülkü 40 milyar dolara satıp; 53 milyar dolar dış borç faizini benmi ödedim (AB nin ana geçim kaynağı TEFECİLİKTİR) ? Şeker pancarı, mısır, buğday gibi çiftçinin temel tarım ürünlerine kotaları benmi koydum? %65 elektrik zammını benmi yaptım? İspanya 10 auro dan taban fiyat açıkladığı fındığı geçen yıl 4 YTL, bu yıl 2.5 YTL ye benmi düşürdüm? Tüm bu olumsuzluklar, tarımla geçinen bir ülkenin tüm damarlarını tıkar! Ve mal üretilir (alan yok) nede mal satılır (alan yok)... Sonra da benim işimin yıllara oranla neredeyse heryıl %50 küçülmesi de benim suçummu? Tek hatam legal yolla resmi olarak para kazanmak, bunu biliyorum! Geçen yıl Unakıtan ailesi ile aynı vergiyi verdiğimi biliyormusunuz? Bumudur güzel olan herşey... Hiçmi hırsızın suçu yok? -
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Bilgi kaynağımmı? Ben herkezle konuşurum! Yazılanları okurum! Açıklamaları ve sonraındaki adımları incelerim..... Ama öncelikle "devlet duruşu" ve "askeri siyaset"i çok iyi bilirim ki; çoğu renk açıkça görünür... Hava kapalı, bulutlar koyulaşmış, pis bir basıklık var... Hava birden soğumaya başladı! Yağmur ve dolu her an yağabilir değilmi? Hah işte durum bu! Bu nedenle, sürekli söylüyorum, sizce AB-D bizim karakaşımıza, güzel gözümüzemidir tüm iltifatrları! Yoksa çıkarlarınamıdır? "İngilterenin dostu yoktur, çıkarları vardır" bu yazı nerede yazıyor? İngiltere Avam Kamerası girişinde... Saygıyla! -
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Ben, 2000 yılında yılda 1 milyon dolar ciro yapıyordum, ki krize rağmen... Çalıştıracağım personel bulamıyordum! 2002 yılında 750 bin dolar ciro yapmaya başladım... 2006 yılında 500 bin dolarla ancak geçirdim... 2008 yılında şuana kadar 300 bin dolar ciro yaptım ki yıl sonuna kadar 50 bin dolar daha ciro yaparsam mutlu olacağım... Günde en az 5-6 kişi iş istemeye geliyor. Mailler alıyorum... Eş dost telefon açıp çocuklarına iş vermemi istiyor... Daha 2 yıl öncesinde insanlar TSK hakkında konuşmazken; Bugün TSK ya saldırı için hazır olduklarını söyleyen kürtler ile cemaatçilerle dolu etrafım! Neymiş, eğer müdahale ederse saldıracaklarmış... Dedimya, siz "Taraf", "Birgün", "Zaman", "Vakit", "Radikal" okumaya devam edin... O pencere AB fonlarıyla başka türlü seslenemez... Türkiye gerçeğini okumak için Milli Gazeteye göz atmak bile yeter... Ama biz dedikodu insanlarız! Okumak nedir bilmeyiz.. Değilmi? -
Avrupa Birliği'nde derin devlet
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
1963 ten beri, bu ülkenin köylüsü, işçisi, fakiri fukarası neden rahat feğil? Bunu hiç düşündünüzmü? Onca kota, IMF yaptırımları, ortak pazar adı altında gavura özel gümrük imtiyazları verilir ama senin üreticine, ihracatçına kotalar konur... Tekrar düşünün; AB de olmak adına geldiğimiz nokta bu.. Oysa AB, refah veren bir yer olsaydı, girmeye çalışan yada müzakerelerin başladığı bir ülke böylemi olmalıydı? Neredeyse 50 yıldır daha çok geri giden, ekonomik çöküntüler yaşayan bir ülkenin, daha sözlüyken bu halde olması, evlenince köle olacağının göstergesidir! saygılarımla -
Sonunda beklenen oldu! AB nin yeni Türkiye raporu..
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
TSK, ABD den izin almadan operasyon bile yapamıyor öğlemi? Mesela? Son olarak K.Irak harekatından bahsediyorsanız, gerçekleri bilmediğinizden, malum basının lafına inanmış oluyorsunu.. kusura bakmayın! Siyasiler, (hükümet) ABD ile istihbarat paylaşımı ve ortak operasyon kararı aldı, bunu hepiniz biliyorsunuz. Bilmediğiniz nokta ise, K.Irak harekatının çerçevesi... Hükümet, 3.000 askeri personel ile K.Irak ta operasyon yapacağına dair ABD den İZİN aldı.... ABD bekliyordu ki, TSK bu personel, olumsuz kış şartlarında en az yarı yarıya zaiyatla, operasyonu elini yüzüne bulaştıracak, Türk Halkının gözünde madara olacaktı... Ama TSK ince bir strateji sergiledi. Evet gerçekten 3.000 asker operasyona katıldı ama hiç bir personel 12 saatten fazla K.Irakta kalmadı. Toplamda 10.000 den fazla personel operasyona katılmış, tek bir zaiyat dahi verilmemiş, üstüne üstlük çapulculara da çok büyük darbe vurulmuştu... ABD bu ince lojistik desteği beklemediğinden ve 3.000 den fazla personelle operasyon yapılmasından dolayı sinirlendi ve basına bazı açıklamar yaptı... Neydi bu açıklamalar. Tam operasyon bitmesine 1 gün kala "çık oradan" dedi.. Oysa zaten operasyonun başlangıç ve bitiş tarihleri ABD ye bildirilmişti. Başarılı operasyonla leke atamadığı TSK yı böyle bir oyunla mat etmek istedi... Vahim olan, Bahçeli ve Baykal ayakta uyudu, ABD nin açıklamlarına inandı (ABD cilerden bir demek daha)... Devlet yada TSK, ABD güdümlü değildir... Eğer oluşan darbelerden bahsediyorsanız; burada darbeyi hazırlayanlar ABD cidir, asker değil... Ama bana desenizki "Türkiye deki hükümetler ABD ci" hah evet bunda çok haklısınız; ABD den icazet almadan başa geçen hükümet görmedim... Kaldı ki Büyükanıt emperyalizmin merkezinde, tehdidin merkezinde bir açıklama yaptı! "Türkiyeyi hangi güç bölebilir???"... İzledinizmi? İşte bu nedenle ABD nin ve YANDAŞLARInın her fırsatta saldırdığı kurum TSK dır... İyiki varlar... Bu sayede bile TSK nın ABD ci olmadığını anlayabiliriz! -
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
AKP'nin, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden de tek başına iktidar olarak çıkması, İslami tarikat ve cemaatleri yeniden gündeme getirdi. Doğal olarak da AKP iktidarının, tarikat ve cemaatlerle arasındaki ilişki, meclise, oradan da tüm Başkente yansıdı. Son günlerde yoğun bir kadrolaşma suçlamasıyla karşı karşıya kalan AKP'nin, devlet bürokrasisini cemaat ilişkilerine dayanarak oluşturduğu ısrarla vurgulanıyor. Gelelim bu iddiaların Ankara üzerindeki yansımasına. Yapılan araştırmalar, Ankara'nın tarikatlar bakımından oldukça zengin bir portföye sahip olduğunu gösteriyor. Öyle ki, artık bir çok semtin adı, bünyesinde barındırdığı tarikatların ismiyle özdeşleşiyor. İşte, bu özdeşleşmeden yola çıkarak, semt semt hangi tarikatın, nerede etkin olduğuna, daha doğrusu "Tarikat Gettoları"na değineceğim. Başvuru kaynağım ise meslektaşım Okan Konuralp'in Tempo Dergisi için hazırladığı araştırma dosyası oldu. KUZEY KAPISI PURSAKLAR'DAKİ YAPILANMA Pursaklar beldesi, Ankara tarikat ve cemaat haritasının en önemli parçasını oluşturuyor. Havaalanı yolu üzerindeki Pursaklar bir çok tarikatı bünyesinde barındırırken, Menzilciler ve Muradiye Vakfı faaliyetleri bakımından öne çıkıyor. Nakşibendi Tarikatı'nın bir kolu olan Menzilciler, resmi adı Kasrı Şirin olan, ancak kamuoyunda Menzil Dergahı olarak bilinen camisiyle Pursaklar'a damgasını vuruyor. Cemaatin yalnızca Ankara'da 4 bin dolaylarında müridi olduğu tahmin ediliyor. Cemaatin Şeyh'i Raşit Erol'un Ankara'ya her gelişinde dergahta kalması, hayatını da burada kaybetmesi, Menzilciler için Pursakları önemli bir merkez haline getiriyor. Cemaat, ekonomik gücünü özellikle kendilerine derviş adını veren müritlerin kurduğu şirketlerin belediyelerden aldığı ihalelerle arttırıyor. Muradiye Vakfı, Melih Gökçek'in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazanmasının ardından kamuoyunda daha çok duyulmaya başladı. Özellikle, Büyükşehir belediyesinden aldığı ihalelerle adını duyuran Nakşibendi kökenli cemaat, Ankara'da siyasi gücü elinde bulunduran grupların başında geliyor. YENİMAHALLE'YE KONUŞLANAN TİLLOCULAR Kadiri Tarikatı'nın Tillo kolu, Yenimahalle'de bulunan Yoksullara Yardım Derneği adı altında sürdürüyor. Yaklaşık 3 bin müride sahip cemaat, Kadiri tarikatına uygun olarak bazı akşamlar zikir töreni gerçekleştiriyor. HACIBAYRAM'IN HAKİKATÇILARI Refahyol dönemine damgasını vuran 28 Şubat süreci, İslami cemaatlerin çalışma tarzlarında temel stratejik değişiklikler yapmalarına neden oldu. Bu stratejik değişiklik, cemaatlerin kitapevlerine verdikleri önemin artmasına, mensup ve sempatizanlarıyla iletişim konusunda kitapevlerinden yararlanma yolunu seçmelerine neden oldu. Kitapevlerinin altın çağını yaşadığı yerlerin başında Ankara Hacıbayram Cami geliyor. Hemen hemen tüm cemaatlere karşı yürüttüğü mücadele ile tanınan Hakikatçılar da, Hacıbayram Cami Çarşısı'nda açtıkları Hakikat Neşriyat yoluyla çalışmalarını sürdürüyor. Mamak ve Keçiören Bölgesi'nde önemli sayıda mürite sahip olduğu bilinen Hakikatçılar, şeyhleri Ömer Öngüt'e "mutlak itaat" ilkesiyle bağlı bir yaşam sürüyor. SEMTE SIĞMAYIP, TÜM KENTE YAYILAN SÜLEYMANCILAR Süleymancılar, faaliyetlerini çoğunu "Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri" adı altında yürüten bir cemaat. Bu topluluğun temellerini atan Süleyman Hilmi Tunahan'ın mehdiliğine inanıyorlar. Türkiye çapında yaklaşık bin 500 civarında Kuran kursu ve öğrenci yurdu olduğu tahmin edilen cemaat, Ankara'nın da hemen hemen her yerinde en az bir yurt binasıyla boy gösteriyor. Süleymancıların, Demetveler, Ayrancı ve Etimesgut bölgelerinde açtıkları yurtlar Ankara'nın en büyük özel statülü öğrenci yurtları olmasıyla dikkat çekiyor. GÜLENCİLER HER YERDE Fethullan Gülen cemaati de Ankara'nın pek çok yerinde açtıkları okul, öğrenci yurtları ve "Işık Evleri" aracılığıyla faaliyet yütürüyor. İstihbarat raporlarına göre Gülen cemaati Ankara'daki en etkin cemaat olarak gösteriliyor. ETLİK HİCRETÇİLERDEN SORULUYOR Hicret Cami İlim ve Hizmet Vakfı Genel Merkezi'nin aynı adı taşıyan cami, Ankara'daki en önemli Nakşibendi Tarikatı kollarında biri. İsmailağa geleneğinden gelen Hicret Cemaati, Şeyh Münir Hoca öncülüğünde faaliyetlerini sürdürüyor. Fıkıh ağırlıklı bir üslup benimseyen cemaat; inşaat, taşımacılık, marketçilik gibi alanlarda faaliyet yürüten ticari organizasyonlara sahip. Organizasyonların çoğunluğunda 'Hicret' ön adı kullanılıyor. Sünnete uygun olarak giyindiklerine inanan cemaatin erkekleri şalvar ve sarık; kadınları ise çarşafı kıyafet olarak benimsemiş durumda. TANK SESİNE RAĞMEN SİNCAN ONLARLA ANILIYOR Kamuoyu, İslami kesimin önemli merkezlerinden biri olan Sincan'ı askerin tank sesiyle bütünleştirdiği "Balans Ayarı" operasyonuyla tanıdı. Radikal İslamcı Hizbul Tahrir örgütü, Ankara ve çevresindeki tüm çalışmalarını Sincan merkezli olarak halen yürütüyor. İstihbarat raporlarına göre, Sincan'da önemli sayıda üye ve sempatizan potansiyeline sahip. Örgüt yayınlarında amaçlarını, "Hiláfet Devleti olan İslám Devleti'nin gölgesinde bir İslami yaşantıyı yaşamaya Müslümanları tekrar döndürmektir." olarak açıklıyor. DİKMEN'DEKİ SEMBOLİK NAKŞİ MERKEZİ Melih Gökçek, Dikmen Vadisi Projesi bünyesinde yapılan caminin adını Nakşibendi Şeyhi Mehmez Zait Kotku koymasıyla Nakşibendilerin sembolik merkezi de ortaya çıkmış oldu. Recep Tayyip Erdoğan 3 Kasım Seçimleri sonrasındaki ilk cumasını bu camide kıldı. Daha sonra da sık sık bu camiye gelen Erdoğan'ı diğer AKP'li milletvekileri de yalnız bırakmıyor. Cami, Ankara'da yaşayan Nakşibendiler için, sembolik de olsa önemli bir buluşma noktası olmaya doğru hızla ilerliyor. Camiye adını veren Mehmet Zait Kotku, ölümüne kadar Nakşibendi tarikatının kollarından İskender Paşa Cemaati'nin şeyhliğini yaptı. ÇUBUK'UN TİCANİLERİ TÜKENİYOR Ticaniler, Atatürk'ü Koruma Kanunu'nun çıkmasına neden olan cemaat olarak bilinir. Ankara'nın tarikat ve cemaat haritasında artık yer alamayan Ticaniler ilk olarak, Çubuk ilçesinde ortaya çıktı. Tarikatın lideri Ahmet Ticani'dir. Ticaniler, Atatürk HÜSEYİNGAZİ VE SİTELER'İ KAPSIYOR Ankara'ya özgü en önemli tarikat örgütlenmesi ise Galibi tarikatı. Cemaatin liderliğini Hasan Galip Kuşçuoğlu yapıyor. Ankara Hüseyingazi'deki cemaate ait camide perşembe günü düzenli olarak zikir töreni yapan cemaatin tüm Türkiye çapında yaklaşık 5 bin müridi bulunuyor. Cemaatin ağırlıklı olarak Siteler esnafı içinde örgütlendiği biliniyor. Arkadaşımın dinini 20 yıl sonra tesadüfen öğrendim Arjantin Ankara Büyükelçisi Sebastian Brugo Marco, Buket Güler'e Hello Dergisi'nde verdiği özel röportajda çarpıcı yorumlarda bulunmuş. Türkiye'nin, özellikle de Ankara'nın ulaştığı nokta açısından büyükelçinin söyledikleri dikkatimi çekti. Ülkemize ilk kez 1975 yılında geldiğini ve Türk kadınlarını 30 yıldan beri tanıdığını belirtirken, "Türkiye'de kadınlar artık çok daha özgür" demiş ve başörtüsü hakkında ilginç bir tespitte bulunmuş. Büyükelçi Sebastian Brugo Marco, "Bundan 30 sene önce Ankara sokaklarında yürüyen başı kapalı bir kadın asla görmezdim. Anadolu'nun tüm köylerinde vardı, ama şimdi her yerdeler. Bu iyi mi kötü mü, bilmiyorum" demiş. Bunun çok kişisel bir tercih olduğunu da sözlerine ekleyen büyükelçi, artışın sebebini ise bilmediğini söylemiş. Müslüman kadınları suçlamadığını ve onlara saygı duyduğunu dile getiren Büyükelçi Marco, "Bazı kadınlar başlarını sıkı sıkı kapatıyorlar, ama bunun yanı sıra çok ağır makyajlar da yapıyorlar" şeklinde konuşurken, bunu bir din özgürlüğü olarak kabul ettiğini vurgulamış ve şöyle devam etmiş: "Eğer kendi dininizi seçmekte özgürlüğünüz varsa, tamam. Ama Türkiye'de maalesef bu özgürlükten bahsetmek de mümkün değil. Sizin kimliğinizde din kısmı var ve orada İslam yazılıyor. Benim ülkemde böyle değil. Ben arkadaşlarımın dinini 20 yıl beraber çalıştıktan sonra tesadüfen öğreniyorum. " 30 yıl öncesinde Türkiye'de insan ilişkilerinin daha iyi olduğunu da belirten büyükelçi, bu tespitlerinin yanı sıra Hello Dergisi'ne özel yaşamı ile ilgili özel açıklamalarda da bulunmuş. 5 yıldızlı saltanatın unutulanları Geçen hafta Başkentli yatırımcıların turizme sektörüne damgasını vurduğu yazıp, Ege, Akdeniz ve KKTC sahillerinde boy gösteren birinci sınıf turistik tesislerin listesini vermiştim. Bu tesislerin hem inşasını, hem de işletmesini yapan devler arasında Ankara'nın müteahhitlerin başı çektiğini vurgulayıp, tüm ülkedeki 5 yıldızlı otellerin yüzde 40'ının Ankaralı yatırımcılara ait olduğunu yazmıştım. Bu yazım büyük ilgi çekti ve e-mail adresime bir çok e-posta geldi. İçlerinden bir kaçı ise haklı eleştirilerini aktardı. En önemli eleştiri ise yaptığım listede Üç önemli grupla, bir Ankaralı yatırımcıyı koymamam üzerineydi. Bu hafta eksiğimi gidermek üzere, yeniden bir yazı yazmam kaçınılmaz oldu. Ancak, enformasyon eksikliğimde bu turistik tesisler de kendinde hata aramalı. Otellerini daha aktif bir şekilde tanıtıp, akılda kalıcı olabilirler. Nasıl mı? Bir fıkra ile sözlerime açıklık getireyim. CENNETİN KAPISI YUMRUKLANIR VE ... Cennet'in kapıları şiddetli bir şekilde yumruklanmış. "Güm güm güm" sesleri arasında içeriden seslenmişler... -Kim o? Dışarıdan gök gürültüsü gibi tok bir ses: "Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!" diye cevap vermiş. Bu cevap üzerine de içeriden "hoş geldiniz" diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri içeriye buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış: "Güm Güm Güm!" İçeriden sormuşlar: -Kim o? Dışarıdan gök gürültüsü gibi tok bir ses: "Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!" İçeriden hemen cevaplamışlar: "Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi!" Dışarıdan yine ses gelmiş: "Ama biz mehter takımıyız, ancak geldik!" UNUTULAN TURİZM YİĞİTLERİ Unutulan yatırımcılardan biri, iş adamı Erdal Tontu idi. Beldibi'ndeki 5 yıldızlı oteli Katamaran ile listeye girmemişti. Üstelik unuttuğum bu kişi Türkiye'de, turizmi iyi bilen yatırımcıların başında geliyordu. Üç kardeşiyle birlikte kurdukları Dörtel Tekstil'in bir yatırımı olan Belek'teki Adora Otel'in yapımında ve bugünlere gelmesinde büyük katkısı olmuştu. Daha sonra kardeşleriyle anlaşmazlığa düşüp ortaklığı bitirerek, tek başına gemi şeklindeki temasıyla büyük ilgi toplayan Katamaran'ı kurmuştu. Listeye girmeyen zincir otellere gelecek olursak... Bunlardan en önemlisi Öztaş Şirketler Grubu'na ait 7 otelli Pegasos zinciriydi. Ege ve Akdeniz'e yayılan, toplam 12 bin yatak kapasiteli Pegasos zincirinin hiç kuşku yok ki amiral gemisi, Muğla Sarıgerme'de 300 dönüm üzerine kurulu Pegasos Tropical Place oteliydi. Bir diğer grup ise Ankaralı iş adamı (Şimdi Antalya'ya yerleşti) Akın Yılmaz'a ait Joy Grup'tu. Antalya, Marmaris Tekirova ve Bodrum başta olmak üzere bir çok sahil beldemizde 12 adet beş yıldızlı tesise sahipti. Bu zincirin lokomotifi ise Kemer'deki Kiriş World Otel'di. Aynı zamanda Büyük kolej'in Yönetim Kurulu Başkanı olan Rumi Doğay ve ailesinin Kuşadası'daki 5 yıldızlı tesisleri AquaFantasy Otel ise unuttuğum üçüncü grubu oluşturuyor. Fantasy Otel, 3 bin 500 rakamını bulan yatak kapasitesi ve Türkiye'nin en büyük Aquapark alanıyla devasa bir yatırım. heykellerine saldırarak ve Ankara'nın çeşitli camilerinde ve mecliste Arapça ezan okuma eylemleriyle adlarını duyurdu. Çubuk ve Çorum Şabanözü'nde az sayıda Ticani, tarikatın varlığını sürdürüyor. Erdal İPEKEŞEN Hürriyet,9.12.2007 -
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Biraz sinir bozucu olabilir ama bir adım geri çekilip, objektif olarak okuyun! Sizce yanlışmı?... * * * Tarikat 'sapma'dır, sivil toplum örgütü değildir BUGÜN bir katmerli yanlışı düzelteceğiz: "Paradigma", "empati" gibi fiyakalı sözcükleri seven İslamcı münevveran, gazeteci ve yazarlar sınıfı, bin yıllık tarikatlara "Sivil Toplum Örgütü" (STÖ) kılıfı giydirmeye bayılıyor. Sivil Toplum Örgütleri'ne bayıldıklarından değil, en iyi tebdil-i kıyafet olanağı olduğu için. Siz hiç Nakşibendi tarikatının Yatağan Santralı'yla, barajlarla, nükleer artıklarla, vb. ilgilendiğini duydunuz mu? * * * Keşke Sivil Toplum Örgütü olsalar da Cumhuriyet'le barışsalar, ya da keşke Cumhuriyet'le barışsalar da Sivil Toplum Örgütü olsalar. Ne yazık ki durum böyle değil. Temeli dünya nimetlerini terk etmeye, yani "zühd"e dayanan tasavvufun İslam dünyasında ortaya çıkışının temelinde, Hz. Muhammed'in ölümünü izleyen yıllarda İslam fetihlerinin yol açtığı aşırı zenginleşme yatar. Dünya nimetlerinden kaçmak için kuruldular, kısa süre içinde "kara şirket" oldular. * * * Arapça'da yol anlamına gelen tarikat sözcüğü, başlangıçta sufinin Allah'a ulaşmak için izlediği mistik yolu ifade ediyordu. XI. yüzyıldan başlayarak, bir tasavvuf büyüğünün adı etrafında örgütlenmiş topluluklar ortaya çıkmaya başladı. Başlangıçta sufinin isteğine bağlı olan gönüllü ibadet, evrad ve zikirler belirli kurallara bağlandı ve şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan manevi makamlar ortaya çıktı. Başlangıçta kendi yollarını kendileri seçen sufiler, daha sonra bir tarikata girmek ve mürşide bağlanmak zorunda kaldılar. Zamanla her tarikatın "adap-erkán" denilen kendi iç kuralları oluştu ve aralarındaki farklılıklar belirginleşti. Ve bireysellik de, özgür irade de sona erdi, köle düzeni başladı. Sufi ile Allah ve Kuran-ı Kerim arasına şeyhler, mürşitler ve rehberler girdiği andan itibaren yozlaşma ve sapma başlamıştır. Bütün tarikatlar tasavvufun yozlaşmış hallerinden biridir. Yüzlerce tarikat arasında ancak biri kaynağa sadık olabilir, onun dışında kalan bütün tarikatlar gerçek kaynaktan sapmadır. Ama hangisi sadık? Tarikatların Kuran ve sünnetten sapma olduğunu ileri süren İslam bilginleri var. Şu anda tasavvuf ile tarikat aynı şey değil artık. Günümüzde gerçek İslam'ı temsil etmeyen tarikatların çevirdiği siyasi ve ekonomik fesatlar, bu yazının konusu değil. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, TBMM'nin bir tarikatlar konfederasyonu olduğunu söylüyor. * * * Bu yazının konusu, tarikatların birer Sivil Toplum Örgütü olmadığı. İş sadece İslamcı çevrelerde kalsaydı bu yazıyı yazmazdım. Dolap çevirmek onların en doğal hakkı. Tarikatların, tarikatların içinde yer alan cemaatlerin birer Sivil Toplum Örgütü olduğunu sanan; tarikatlar, cemaatler ile demokrasi arasında ilişki kuran üniversite hocaları, gazete yazarları ve politikacılar var. Bu nedenle bu "kara balon"un patlatılması gerekiyor. STÖ'lerin İngilizce karşılığı NGO'lardır, yani Non-Governmental Organization. Hükümet dışı, hükümetlere karşı bağımsız örgütler. Türkçe'deki "sivil" sözcüğü de "İslami örgüt"ü içermez. Bir İslami örgüt, en azından bir piyade alayı kadar sivillikten uzaktır. Öte yandan şeyh-mürit ilişkisinin olduğu yerde eşitlik ve özgürlük olmadığı gibi müridin özgür iradesinden de söz edilemez. Kestirmeden söylemek gerekirse, tarikatlarda demokrasinin "D"si bile söz konusu değildir. Durum böyle olduğu için ancak tarikat mensubu üniversite hocaları ve şeyh müridi gazete yazarları, tarikatların STÖ olduğunu söyleyebilir. Tarikatlar ve devrim yasaları ÇOK bilmişler tayfası, CHP'nin 14 Mayıs 1950'den itibaren halkın teveccühünü kazanamadığını söylerler ve kestirmeden "sol"u da mahkûm ederler. Bu bilmişlik karşısında CHP de, "sol" da mahcup mahcup boyun büker. Ne yapsınlar, tarikatlardan mı, yoksa şeyhlerden mi, düğünlerde gelinin boynuna 20 kilo altın takan, damadı dolarlarla dekore eden feodalite kalıntısı aşiretlerden mi şikáyet edecekler, yoksa onlara mı sığınacaklar? Hele karşılarına sabuklamayla karışık İdris Küçükömer ve Kemal Tahir yorumları da çevik kuvvet olarak çıkartılmışsa ne yapsın zavallılar? * * * 17 Eylül 2006 tarihli Hürriyet Pazar'da yayınlanan "Türkiye'nin tarikat ve cemaat haritası"nı gördünüz mü? Bir de ana nitelikli, horanta sahibi tarikatlar var: Nakşibendilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Bayramilik, Rıfailik, Melamilik, Kadirilik, Halvetilik... Bunların yanı sıra zaman zaman batıp çıkan tarikatlar da vardır. Örneğin, 1950'lerde Ticanilik ünlüydü. Atatürk'ün heykel ve büstlerine saldırırlardı. * * * İsmailağa cemaati kuburunun patlaması üzerine yapılan yorumlar, sorunun artık bir dönüm noktasına geldiğini, bıçağın kemiğe dayandığını gösteriyor. Gazetelerde okuyoruz, televizyonlarda izliyoruz, radyolarda dinliyoruz: Tarikatlar aslına bakarsanız barış içinde Allah'ı arama yolları imiş; Cumhuriyet tarikatları, tekke ve zaviyeleri kapatarak büyük bir suç işlemiş; tarikat ve cemaatlerin bugünkü durumu yasaklamanın, cart curt etmenin etkili olamadığını, olamayacağını gösteriyormuş... Peki ne yapılacakmış? Cumhuriyet'in yaptığının tersini yapmak ve tarikatlarla iyi geçinmek gerekiyormuş. İslamcılar, tarikatçılar, Cumhuriyet karşıtları böyle fetvalar veriyorlar ve Emre Kongar dışında kalan aydınlarımız, bu muhteremlerin karşısında, "Biz ettik siz etmeyin" tarzıyla el ovuşturuyorlar. Ayıptır! Mademki Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları'nı yanınıza almak ve gerektiğinde haziruna hatırlatmak aklınıza ve işinize gelmiyor, bari Cumhuriyet'i rahat bırakın. Cumhuriyet'e karşı öylesine bir psikolojik savaş açılmış ki Anayasa'nın "İnkılap kanunlarının korunması" ile ilgili 174. maddesini ve bu maddede sayılan 8 adet devrim kanununu kimse anımsamıyor, anımsamak istemiyor. Anımsamak utandırıyor ve korkutuyor. Efendim, tarikatlar sosyal nitelikli imiş! Peki Cumhuriyet ne nitelikli? Ayıptır! 1946'dan itibaren Adnan Menderes ve Demokrat Parti tarafından başlatılan ihanet, Cumhuriyet ve demokrasiyi teslim almış durumda ama hálá yasakçı(!) ve jakoben(!) Cumhuriyet suçlanmakta... Ah, ah! Şu AB, TSK'yı iyice bir iğdiş etse, iş tamam olacak!.. * * * Trajikomik olan şu ki 30.11.1925 tarihinde kabul edilen 677 sayılı kanun tasarısı, Demokrat Parti'nin dört kurucusundan biri olan Refik Koraltan (ötekiler: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü) ve beş arkadaşı tarafından hazırlanıp önerilmişti. Yasanın adı "Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Önlenmesi ve Kaldırılmasına Dair Yasa" idi. Şimdi millet kuyruğa girmiş, tarikat şeyhlerinden, cemaat hocalarından bu yasadan dolayı özür dilemek için yarışmakta. Güya tarikatlar sivil toplum örgütleri imiş! 1925 öncesinde ve sonrasında fesat yuvaları olan tarikatlar ancak "sefil toplum örgütü" olabilirler. Tarikatların kan davasının nedeni TARİKATÇI ağızlara bakacak olursak Kurtuluş Savaşı'nı tarikatlar kazanmıştır. İslamcılara inanacak olursak birinci Meclis şeyh ve hocalarla dolu olduğu için demokrasinin doruklarında dolaşmaktadır. Ancak Kemalizm tarikatlara ihanet etmiş, onları kapatmıştır! * * * 30 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı tekke ve zaviyeleri kaldıran yasa durup dururken ortaya çıkmamıştır. Bu yasa Şeyh Said İsyanı'yla, Şeyh Said İsyanı da hilafetin kaldırılmasıyla ve Musul sorunuyla ilgilidir. Musul sorunu ile Şeyh Said İsyanı'nın gerisinde Musul petrollerine el koymak isteyen İngiltere vardır: 3 Mart 1924: Hilafetin kaldırılmasını ve Osmanoğulları hanedanının yurtdışına çıkartılmasını öngören 431 sayılı yasa. 20 Eylül 1924: Musul Sorunu Milletler Cemiyeti'nde görüşülmeye başlandı. Sınırda Türk ve İngiliz askerleri arasında gerginlik çıkması üzerine Cemiyet 29 Ekim'de geçici bir sınır belirledi. 17 Kasım 1924: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 13 Şubat 1925: Şeyh Said ayaklanması, Genç sancağının Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde Şeyh Said'in himayesine sığınan kanun kaçaklarının jandarmalara ateş açmasıyla başladı. 4 Mart 1925: Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edildi. 15 Nisan 1925: Şeyh Said Varto yakınlarındaki Carpuh Köprüsü'nde yakalandı. 14 Mayıs 1925: Yakalanan isyancıların yargılanmasına Şark İstiklal Mahkemesi'nde başlandı. 29 Haziran 1925: Ölüm cezasına çarptırılan Şeyh Said ve 47 asi lider idam edildi. * * * Resmi Tarih'in yazdığına göre, siyasal etkinliklerde rol oynayan, toplumda her türlü yeniliğe karşı çıkan tarikatların, Cumhuriyet yönetiminde bir yeri ve etkinliği olmamalı idi. Doğu illerinde patlak veren Şeyh Said İsyanı'nın gerisinde İngilizlerin kışkırttığı tarikatlar yer almaktaydı. (Gayri Resmi Tarihler ne yazıyor acaba?) Mustafa Kemal, 30 Haziran 1925 tarihinde şöyle konuşuyordu: "Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat (yol) uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat başkanları bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile algılayacak ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin bundan böyle olgunluğa eriştiklerini kabul edeceklerdir." * * * Mustafa Kemal, Ankara'ya döndükten sonra ilk olarak bu konuda bir hükümet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması karar altına alındı. Ancak, doğuda kurulan İstiklal Mahkemesi kendi bölgesindeki tekke ve zaviyeleri kapattığı için 677 sayılı yasanın artık çıkartılması gerekiyordu. Yasa Konya milletvekili Refik Koraltan ve beş arkadaşının önerisiyle 30 Ekim 1925 tarihinde çıkartıldı. Günümüzde Şeyh Said İsyanı'na merhametle yaklaşanlar, Takrir-i Sükûn Kanunu'nu yerden yere vuranlar, 677 sayılı yasanın çıkartılmasını aymazlık olarak görenler ve bu nedenle kendi resmi tarihlerini yazanlar, artık tarikatların TÜSİAD gibi, Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği gibi, TÜRK-İŞ gibi tüzel kişilik olarak tescil edilmesini istiyorlar. 1950’den bu yana tarikatların intikamı 14 Mayıs 1950’den sonrasının "Karşı Devrim Dönemi" olarak adlandırılmasına sağcı yazarlar ile II. Cumhuriyetçiler pek bozuluyorlar. Demokrat Parti iktidarı güya statükoya karşı çıkmış, demokrasiyi getirmiş. Demokrat Parti için söylediklerim, tuhaftır, bu parti için ciddi bir inceleme yazılmadığı için kimilerine abartılı geliyor. Avukat dostum Şevket Çizmeli’nin incelemeleri yayınlandığı zaman, Demokrat Parti ve Adnan Menderes konusunda yazılmış bütün haciyografi kitaplarının ipliği pazara çıkacak. * * * 30 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı yasanın günümüz Türkçesi ile metni şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti içinde, gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhin yönetimi altında, gerek başka şekillerde kurulmuş bulunan tüm tekke ve zaviyeler; sahiplerinin, diğer şekillerde haklarını kullanarak sahiplenmeleri devam etmek üzere tamamı kapatılmıştır. Bunlardan; yasal düzenlemelere uygun olarak, cami veya mescit şeklinde kullanılanların faaliyeti sürer." "Genel olarak tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, naiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve bilinmeyenden haber verme ve isteğine kavuşturmak amacı ile nishacılık (muskacılık) gibi unvan ve sıfatların kullanılması ile bu unvan ve sıfatlara hizmet görmek ve/veya kıyafeti giymek yasaktır." "Türkiye Cumhuriyeti içinde, padişahlara ait ya da bir tarikata veyahut çıkar sağlamaya yönelik olanlarla tüm sair türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Kapatılmış olan tekke ve zaviyeleri ya da türbeleri açanlar veyahut bunları yeniden kuranlar veya tarikat ayini yapmak için geçici bile olsa yer verenler ve yukarıdaki unvanları taşıyanlar ya da bunlarla ilgili hizmetleri yapanlar veyahut kıyafetleri giyenler, üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan az olmamak üzere para cezası ile cezalandırılır." İslamcıların, şeriatçıların ve daha genel olarak bütün sağcı partilerin "Dini yasakladılar, camileri kapattılar, dindarları taciz ettiler" safsatasıyla karşı çıktıkları yasayı okudunuz. Yasanın iddia ve yalanlarla herhangi bir ilişkisi var mı? Yasa 1950’ye kadar titizlikle uygulandı. Günümüz İslamcı alimleri ile saf laik bilginlerinin yorumlarına göre bu yasaklamalar, tarikatların yeraltına girmesine yol açtı. Doğaldır, yasaklamalar bütün fesatların yeraltına inmesine yol açar. Demek ki tarikatlar 1925-1950 arasında yeraltında yaşamışlar. İslamcılığın karanlık-aydınlık dönemi! Ancak Demokrat Parti’nin kuruluş yılı olan 1946’dan itibaren Adnan Menderes ve arkadaşları, başta Nakşbendiyye (Nakşibendilik) tarikatı olmak üzere ileri gelen tarikat şeyhleriyle ilişki kurdular, vaatlerde bulundular. İktidara gelir gelmez Arapça ezanı serbest bırakmalarının, 677 sayılı yasanın uygulamalarını rafa kaldırmalarının nedeni budur. * * * 677 sayılı yasayı uygulattırmamalarının bedeli olarak, tarikatlar 1950’den bu yana muhafazakár ve İslamcı partilere oy vermekte ve böylece Cumhuriyet’ten intikam almaktadırlar. Yasaların uygulanmaları önemlidir. Şu anda 677 sayılı yasa fiilen "yok"tur. Bunun en büyük kanıtı ise İstanbul’daki Fatih/Çarşamba bataklığıdır. Yüzde yirmi beşlik oy kitlesinin birkaç ay içinde yüzde ikiye düşebilmesinin nedenini hiç düşündünüz mü? Karpuz gibi bir kamyondan öteki kamyona göçmesini?.. Özdemir İNCE Hürriyet,22-23-24-26.08.2008 __._,_.___ -
Aslında neler oluyor? ADALET-NAMUS-YARDIMLAŞMA/DAYANIŞMA- ÇAĞDAŞLAŞMA ADALET Binlerce yıllık Türk tarihine bakıldığında "Adalet"in hakim olduğu dönemlerin Türklerin altın çağı olduğu görülecektir. Adaletten her uzaklaştığımızda da çöküş kaçınılmaz hale gelmiştir. Türkler bu özellikleri ile İslam'ın içinde müstesna bir yere sahip olmuş ve "Ben adalet üzere gönderildim" diyen Hazreti Muhammed Mustafa (SAV) ile adeta bütünleşmişlerdir. Türkler ve adalet kavramları "toplum mühendisleri"nin hedefi olan alanların başında gelmektedir. Çünkü, devlete ve devlet yönetimine hakim olamasa da Türklerin adalet duygusu ve inancı öyle garip durumlarda ortaya çıkmaktadır ki, "toplum mühendisleri" o güne kadar yaptıklarının boşa gittiğine dövünmekte ve yeni yöntemler arayışına girmektedirler. Örneğin; ne yaptığını ve ne söylediğini bilmeyenlerle "ayranı" o an için kabarmış olanların horlamaları bir yana, 1974'ten bu güne kadar yapılan Eurovision şarkı yarışmalarında Türklerin verdiği puanlara bakıldığında, "TEK" olduğumuz görülür. Genellikle "adalet" duygularımız bu yarışmanın değerlendirmesinde ayaklanır ve tüm dünyanın karşısına bir "adalet dersi" olarak dikiliverir. Bizler o yarışmalarda puan verirken soy ve din bağlarımızı diğer ülke insanları gibi ön plana almaz, gerektiğinde "can düşmanı" olarak kabul ettiğimiz bir ülkenin insanlarına, hakettikleri en yüksek puanı veriveririz. Pek çoğumuz için "puan"dan öte bir anlamı olmayan bu sonuçların "toplum mühendisleri" tarafından çok farklı olarak ele alındığının toplumumuz tarafından bilinmesinde fayda olduğunu düşünenlerdenim. GÜNEY KORE Yurtdışı gezilerimde gittiğim ülkelerin farklı kuşaklarının olaylara bakışlarını mümkün olduğunca ayrı ayrı ele almaya çalışır ve o ülkede kuşaklar arası "iletişim"in ne kadar etkin olduğunu analiz etmeye çalışırım. Kuşaklar arası "iletişim"in en iyi olduğunu düşündüğüm ülkelerden biri de Güney Kore'dir. Güney Koreliler hakkında merak ettiğim en temel oluşum, biz Türklere karşı olan muhabbetlerinin sebebidir. Bu muhabbetin kaynağı, Türk Askeri'nin Güney Kore için kahramanca çarpışması mıdır, yoksa başka bir sebebi daha var mıdır? Farklı kuşaklardan aldığım yanıtlar; biz Türklerin başka bir vasfını daha ortaya koymaktadır ki bu vasıf, aynı zamanda Türklerin yumuşak karnıdır. Korelilerin ortak cevabı neredeyse şudur: 'Sizler, buraya geldiğinizde diğer ülkelerin askerlerinden çok farklı davranıyordunuz. Bu davranışlarınızdan özellikle biri, bizleri çok etkilemiştir. Amerikalı askerlerin zorla, kandırarak ya da içinde bulundukları zor durumu kullanarak gemilerine götürüp tecavüz etmek, oynaşmak istedikleri kızlarımızın pek çoğunu, onların elinden Türk askerleri almış ve kurtarmıştır. Türkler bizim için "namusumuzu" emanet edebileceğimiz insanlar olarak başımızın tacıdır.' YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA Bütün dünyada yaşanan ekonomik krizler, bizim ülke olarak üst üste yaşadıklarımız yanında masum kalır. Bütün bu krizlerin başka ülkelerin başına gelmiş olsaydı acaba kaç tanesi ayakta kalırdı? Bu durum, yabancı sosyologların, ekonomistlerin de dikkatinden kaçmamaktadır. Onlara göre, Türklerin bu krizlerden diğer ülkelerin vatandaşlarına göre, daha az yara ile çıkmalarının temelinde "yardımlaşma ve dayanışma duygularının ve eylemlerinin" olduğudur. Bu tespit oldukça doğrudur. İşte bütün bu belirlemeler, iç ve dış "toplum mühendisleri"nin en önemli ilgi alanlarıdır. DENİZ FENERİ Deniz Feneri, Almanya'da bir takım siyasi gurupların bulaştığı ne ilk ne de son pisliktir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken Alman Yargısı'nın Almanya'nın Milli Hedef ve Menfaatleri yönünde, bir "emir eri" gibi davranmasıdır. Alman Yargısı'nın kararlarına, uygulamalarına ve olayın "kamuoyuna" duyuruluş şekillerine dikkatle bakıldığında, işin içinde BND'nin (Almanya Gizli Servisi) olup olmadığı kolayca anlaşılır. "Deniz Feneri" davasının ulaştığı nokta, ciddi ahlaksızlıkların yapıldığını ortaya koymaktadır. Ancak, Alman Hükümeti'nin ve Yargısı'nın konu hakkında sergiledikleri tutum, Almanların Türk Siyaseti'ne yaptıkları müdahalenin ne kadar sert olduğunu da ortaya koymuştur. AKP'nin kuruluşundan kısa bir süre önce aynı Almanya, BND'nin maaşlı yazarlarından birine "Milli Görüş"ün Avrupa ve dünya bağlantıları konusunda bir kitap yazdırmış ve değişik dillere çevirip, piyasaya sunmuştu. O kitapla, ERBAKAN ve taifesini tasfiye etmiş, yeni kurulan AKP'yi dolaylı olarak desteklemişti. Şimdi ise, AKP, ERBAKAN'ın durumuna düşmüştür. Peki, Almanya şimdi kimi destekleyecektir ya da desteklemektedir? SONUÇ Gerek "ERGENEKON", gerek "DENİZ FENERİ" olayları yaşanmışların farklı bir hale büründürülerek "emperyal devletlerin" Türkiye'nin iç işlerine, bizdeki kuklalarını da kullanarak müdahale ettikleri ciddi operasyonlardır. Bu operasyonlara sebebiyet verenler bizden olduğu gibi, bu konuları yapılan "dış operasyonlara" destek vermek pahasına kendi menfaatlerine kullanmak isteyenler de bizdendir. Bu en hafif ifade ile aymazlıktır… Ben dahil hemen herkesin, dönüp dönüp "Cumhuriyet Savcıları"na bakması da beyhudedir. Hiçbir Cumhuriyet Savcısı, "mahallenin safı" olmak, en azından YARSAV Başkanı'nın başına örülmek istenen çorap türü bir operasyona, kendileri de muhatap olmak istememektedirler. Daha da açık bir ifade ile, kumar borcu olmayan o kadar az "hakim" ve "savcı" vardır ki… Kumar borcu sadece "hakim" ve "savcılar" için mi geçerlidir? HAYIR, "generaller", "subaylar", "emniyet mensupları", "bürokratlar" hatta "din adamları ve dahası… Tabiidir ki Türkiye'de bir başka husus, çok dikkat çekicidir. Resmi ideolojinin insanı ya "kirleterek", ya da "öldürerek" kullanması… Aksi taktirde ve büyük bir genellemeyle, o kişi asla yükselemez, abad olamaz. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Önüne Geçmesi" ülküsünün gerçekleşmesi için ilk önce bu engelin açılması gerekir; diye düşünüyorum. Cem Yaren (İnternetten alıntıdır)
-
Ohhh ne âlâ! AKP ile beraber Deniz Feneri dolaylı olarak mükelleflerin vergilerini topluyor ve bu paraları kasasına koyuyor. Olur mu öyle şey demeyin, AKP iktidarında bal gibi oluyor. Peki sistem nasıl mı kuruldu? HÜKÜMET TEŞVİK ETTİ SİZ bir müteşebbissiniz ve kural gereği ödemeniz gereken vergiler var. Bunun için eskiden olduğu gibi vergi dairesine gitmeye gerek yok. Peki vergiyi yatırmanın başka adresi neresi mi? Deniz Feneri Derneği. MEHMETÇİK ÜVEY EVLAT Şaşırmayın; gidin Deniz Feneri’ne, bağış diye bastırın parayı, yatırdığınız miktar verginizden muaftır. Mehmetçik Vakfı’na bile bu imkan sağlanmadı. Nedir bunun adı? SEÇMENE KÖMÜR, NOHUT YapIlan, devlete gitmesi gereken vergilere el konması ve bu paraların bir bölümüyle alınan gıda ve kömürlerle seçmeni AKP’ye kanalize etme çabası değil midir? Ohhh ne âlâ... Başbakan, Deniz Feneri’ne adeta vergi dairesi statüsü verdi ve vergi toplattı! Övünmeyeceğim ama hatırlatayım sadaka hortumculuğu sanığı Deniz Feneri Derneği yaklaşık iki ay önce Türk medyasında ilk kez bu sütunda afişe edilmişti. 17 Haziran tarihli yazımın başlığı şuydu: - “AKP’nin 17 milyar dolarlık gıda bankaları rezaleti.” Yazımda Deniz Feneri Derneği’nin bu rezaletin baş aktörü olduğu ısrarla vurgulanmıştı. Çok satan gazetelerimizin yazarları tarafından da alıntılanan yazımda, Deniz Feneri’nin topladığı büyük yardım artı vergilerle(!) seçim süreçlerinde AKP’ye lojistik destek verdiği ortaya konmuştu. İki aydır tekzip yemeyen ve açıklama almayan yazımdaki en ilginç ayrıntı, Deniz Feneri’nin yüzde yüz vergiden muaf olması ve de bunun altını kalın çizgilerle çiziyorum, bu derneğe adeta vergi dairesi statüsünün verilmesiydi. Tekrar ediyorum yanlış okumadınız, AKP ile beraber Deniz Feneri dolaylı olarak mükelleflerin vergilerini topluyor ve bu paraları kasasına koyuyor. Olur mu öyle şey demeyin, AKP iktidarında bal gibi oluyor. Peki sistem nasıl mı kuruldu? Siz bir müteşebbissiniz ve kural gereği ödemeniz gereken vergiler var. Bunun için eskiden olduğu gibi vergi dairesine gitmeye gerek yok. Peki vergiyi yatırmanın başka adresi neresi mi? Deniz Feneri Derneği. Şaşırmayın; gidin Deniz Feneri’ne, bağış diye bastırın parayı, yatırdığınız miktar verginizden muaftır... Diyelim ki bağış fazla oldu, vergi az. Endişelenmeyin AKP onu da düşündü. Siz yeter ki parayı devletin vergi dairelerine değil de Deniz Feneri’ne yatırın. Yapılan bağış eğer vergiden fazla olursa,o fazlalık kısım bir sonraki seneye mahsup ediliyor. Bir başka rezalet ya da komedi bu işin bile istismara açık olmasıdır. Diyelim ki siz Deniz Feneri’ne 100 milyar verdiniz, ama karşılığında 500 milyarlık bir makbuz istediniz ve aldınız ya da bağışı o şartta yaptınız! Ohhh ne âlâ! Devlete ödemeniz gereken 500 milyardan güya Deniz Feneri’ne bağış yaptığınız için muafsınız! Olamaz. Deniz Feneri aldığı vergilerin, pardon topladığı yardımların vergisini verir demeyin, zira öyle bir şey de yok. Deniz Feneri vergiden yüzde yüz muaf. Heyhaaaat, ülke adına ölenler ve sakat kalanlar için kurulan Mehmetçik Vakfı’na böyle bir muafiyet yok. Ama Deniz Feneri’ne var. Söyler misiniz nedir bunun adı? Yapılan, devlete gitmesi gereken vergilere el konması ve bu paraların bir bölümüyle alınan gıda ve kömürlerle seçmeni AKP’ye kanalize etme çabası değil midir? Bize göre sadece bu dolaylı vergi toplama yetkisini vermek bile AKP’yi Yüce Divan’a gönderir. Eyyy muhalefet neredesin! Ayda 9 milyar maaşa az diyen ey milletin vekilleri neredesiniz! Her şeyi liderler mi yapacak, siz ne işe yararsınız, ne için oradasınız? Sizin işiniz sadece lidere bendelik mi; neden bir araştırma yapmazsınız? Bak Kemal Kılıçdaroğlu diye biri var, onu örnek alın! Bu pısırıklığınızla AKP’nin Truva atısınız haberiniz ola! Ortalık pislikten geçilmiyor siz hâlâ oyunda oynaştasınız? Yazıklar olsun size!
-
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
SimalyildiziNet şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Sayın Gökyüzü; Bir ülkede darbeler ve darbe olmasını sağlayan hükümetler kesinlikle dış güdümlüdür! Halkın her birini gelip satın alamayacakları için, önce sağ-sol, ak-kara, falan filan gibi şeyler ekecek liderler yetiştirirler. Sonra onların provake etmesini sağlarlar. (Sözde müslüman-laik çatışması da yeni versiyondur). Sonra kalkar, tıpkı Irak ta olduğu gibi, bir şii şeyhinden, bir suni şeyhinden, bir şii şeyhinden, bir suni şeyhin birilerini sürekli vurarak; iki gurup arasında gerginliği tırmandırıp çatışma ortamını sağlarlar! Bu klasik bir oyundur! hatırlayın, aynı silah ile hem sağcı hemde solcu insanlarımız öldürülmüştü... İş bir noktaya kadar geldiğinde asker müdahale eder ki burada suçlu asker değildir! Askere meydan verendir... Darbeye zemin hazırlayanlardır! Bu anlattıklarım geçmişle ilgili olan darbe senaryolarıydı, oynandı, alkışlandı, yeni oyun perdeye hazırlanıyor... Şuana kadar AKP hükümeti, sürekli anayasa ve kurumlarla mücadele etmekten, çoğu kanunları -ki bunlar içinde vatana ihanet yasaları da vardır- delik deşik edip, devletin tüm kuruluş temellerini sarsmış, direk rejimi değiştirmeyi hedeflemiştir... Haklımıdır? Eğer siz layıkı ile işletin 1923 yasaları bile bizi idare etmeye yeterli olacaktır... Kokuşan bişiler yok! İşletilmemesi için eğilen, bükülen, sündürülen; bile bile alt maddelerle salak-saçma hale getirilen kanunlar, bir noktadan sonra elbetteki halk nezdinde de rahatsızlık uyandıracaktır ki amaçta budur.. Şuan, askerin darbe yapması için, Anayasamızın ilk 4 maddesi üzerine gidilmektedir... Amaç, askerin darbe yapmasını sağlamaktır! Neden? Küresel kriz hem ABD yi hem AB yi hemde ülkemizi vurmuştur. Şuan krizin en yüksek seviyelerine geldik. Kafanızı kaldırıp dışarı bakın.. Ne borcunuzu ödeyebiliyorsunuz, nede alacağınızı alabiliyorsunuz. Elde ikinci bir proğram varmı? Yok! Ve bu ülke içinde güya "din" eksenli iktidar başarılı olmuş ama asker izin vermemiş gibi bir tezgahla, krizden sonra tekrar sahne almak ve bunu yaparkende neredeyse %80 oya sahip olmak için bu oyuna başvurmuşlardır... Onca bakan, millet vekili, bilmiyormu nerede ne konuşursa nasıl algılanır diye... Elbette biliyor ve sürekli askeri tahrik edecek açıklamalar yapıyor. (Bkz:e-mıhtıralar) Onlar için ne sizin evladınız canı, ne paranız, ne onurunuz öenmli değildir... Varsa yoksa iktidar hedeflidirler! Ve AB-D ye verilmiş sözler var. Bu sözler güzel güzel yerine getirilemiyor (Bkz: 2 sayfa 9 madde Powwel anlaşması). AB-D sabırsız! Artık ülkenin bir şekilde bölünmesi gerekli. Bunun içinde 3 ana temel üzerine cephe açılmalı. 1.si Cumhuriyetçi ve ulusalcı olanların cephesi (ki ben buradayım), 2.din eksenli devlet rejimi yanlıları, 3.ırksal faşistlik (kürt) ayaklanması!!! Eğer asker darbe yaparsa, bu darbeden sonrada parti liderleri tutuklanmazsa, ortaya atılacak anayasa atlantik ötesinden gelmiş olacak (1980 gibi). Bu durumda iç savaş çıkmayacak ama rejim ilelebet değişmiş olacak... Eğer asker darbe yaparsa, parti liderleri içeri alınırsa, AB-D nin türkiye üzerindeki varlığına rest çekilirse, bu durumda AB-D iç savaş düğmesine basacaktır... 3.bir adım daha var. Bu da darbe ama bunun darbe olduğunu kimse anlayamayacak bile! Çok açık ve çok net... Darbe geliyor.... Ama bu kez, darbeden önce kan dökülürken, darbeden sonra kan dökülecek! Zira artık halkta AB-D nin varlığından huzursuz. Sindirmek ve yıldırmak için iç savaş çıkmalı ki, ne Kıbrıs, ne Musul-Kerkük, ne de Güneydoğu Anadolu elimiz güçlü kalmasın... Saygılarımla -
Sayın Dipnot; Evet, kurulmuş, kurumsallaşmış bir çok vakıf ve derneğimiz var. Bunlar resmi elden takip edilen kurumlar. Ama bakın o kurumlar halkın içinde nasıl tanınıyor... Kısa bir örnek; Üyesi olduğum ve gönül bağım olan havacılık tutkumun kapısı THK hakkında 5-6 ay kadar önce Vakit Gazetesinde dev manşetler... Kurumda 80 tane yolsuzluk varrrrr.... Kurban derileriyle içki içiyorlarrrrrr... falan filan. İşin aslı, kurum içinde çalışan hiç kimse maaş almıyor. Sadece mutemetler maaş alıyor ki yasa gereği onlarda asgari ücretle çalışıyor. Kurum içinde çalışanlar gönüllü insanlar. Elbette onların eğitilmesi, mevzuat hakkında bilgilendirilmeleri çok zor, zira sürekli gönüllüler değişiyor. Adam kurban derisi almış. Makbuzunu kesmiş. Teslimatını yapmış. Ama yövmiyeye işlerken tutmuş aldığınıda çıkışa yazmış, verdiğinide çıkışa yazmış. olmayan 1 deri daha ilave edip 2 deri teslim etmiş gibi olmuş. Bu durumda elde 1 deri olmasına rağmen kayıtlarda 2 deri gözükmesi olmuş... Tamamen sehven ve bilgisizlikten yapılan kayıt hataları. Müfettiş denetlemesi sonucu tüm bu hatalar farkedilmiş, kuruma bilgi verilmiş, kurul komisyon kurup tek tek bu hataların nereden geldiğini tespit etmiş, yetmemiş ifadeleri almış, tutanak karşılığıda bu hataları düzenlemiş... Ama ortada olan tek bir yolsuzluk yok! Zimmete geçirme yok! Ve bakıyorsunuz malum çevrenin gazetesi (lütfen samimi arkadaşlar üzerine alınmasın) bunu hak nimet bilip çarşaf çarşaf yazılar yazmış... Elbette kurum mahkemeye başvurdu. Mahkeme "tekzip" kararı verdiği halde gazete hiç oralı olmadı... İnsanlarımızı bu şekilde zehirliyorlar. Kurum içinde olan ve bir şekilde kanunlar nezdinde sonucuna gidilen tüm olaylar, sanki büyük yolsuzluk var gibi lanse ediliyor ve halkta buna inanıyor... Adana, Düziçi; Hava Kuvvetlerimiz, K.Irak ı bombalarken, tv de bunları izleyen halk toplanmış, tüm kurban derilerini THK na bağışlamış... Bu o kadar büyük olay oldu ki anlatamam. Çok yanlış yerlere çekilde, halk garip davranışlarla muhatap oldu! Detaylarını bilmek isteyen oradan insanlarla görüşsün; ben buradan yazmayacağım, zira hadiseler mahkemelik... * * * Ama bunların yanında şahsen bildiğim bazı derneklerde var. Mesela "Dost Eli" Yardımlaşma Derneği. Hiç kimsenin kapısından yardım dilenmez. Kurucuları ve çalışanları tek kuruş maaş almaz. Zaten kurucuları, verdikleri paraların bu şekilde yok edilmelerinden rahatsız olduklarından kendileri dernek kurmaya karar verip yola çıkmışlar... Hepside oldukça zengin; tanırım, ana-babadan kalan zenginlerdir. Hatırladığım kadarıyla, 1999 yıllarında her birinin derneğe ödediği yıllık para 250 bin YTL civarındaydı. İsteyen sırtına pirinç çuvalını vurup getirip derneğe verebilir. Makbuzsuz ne birşey girer, nede çıkar! Sürekli kendilerini ihbar edip denetletirler! Tek denetleyemedikleri şey, muhtarlarca bildirilen ihtiyaç sahiplerinin listesi. Zira, gönderilen yiyecek, giyecek, para ve benzeri yardımları kendileri de vermez; araya muhtarları koyarlar. Verilen yardımlar kimlere gider ancak isimlerinin listesi vardır ama şahıs olarak hiç birini görmezler... (2000 yılından beri, artık orada yaşamadığımda, şuan dernek ne durumda bilmiyorum) Deniz feneri gibi alçaklık yapan derneklerden dolayı, maalesef gerçekten "layık-i Veçh" ile bu işi yapan insanlar lekelenmekte... Saygılarımla
-
Avrupa Birliği'nde derin devlet
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: SimalyildiziNet başlık Güncel Konular
Bizi bizden daha iyi koruyacak ve kollayacak başka hiç kimse yok... Tüm vaatler yalan, tüm anlatılanlar uydurma... Bizler, o şaşalı merkeze girmek için değil, o merkezin yaşaması için kullanılıyoruz. Bu nedenle kendi içimize dönüp, onca yanlışların içinde bile, birey olarak tek tek güzel şeyler yaparak, mutlaka gücümüzü toplamalıyız... Ne kadar didişirsek didişelim, farklı fikirlerde olursak olalım, hiç bir vatandaşımın tek bir telini gavurun puluna değişmem.... Saygılarımla -
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
SimalyildiziNet şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
Değerli Arkadaşım; Evet haklısın çok etkileyici bir yakarış... Moralini bozduysa özür dilerim! Ama SALATANAT içinde olanlarla, SAMİMİ MÜSLÜMAN olanların arasındaki fark işte bu kadar açık... Ve "İslam kimsenin tapulu malı değil.." dediğiniz yazınızı ayakta alkışlıyorum. Bir çok arkadaşıma bunu anlatmaya çalışıyorum. Ama siz çok güzel kelimelere dökmüşsünüz... İşte biz kendi inancımıza kendimizin sarılmayıp, birilerinin yorumlarına bıraktığımız sürece, kendi içmizde sürtüşmeye devam eder dururuz.. Tüm bu örtünme/örtünmeme durumlarında asıl zararı çeken kimdir? Samimi müslümanlardır! Bu nedenle türbanla siyaset yapana DUR diyecek insanlar aslında samimi olanlar olmalıdır! Türban bahsinin islamda tarifinin varlığı/yokluğu yada ne derece olduğu bambaşka bir konu. Acı olan, inancımız üzerine tezgahlar kurulup, MÜSLÜMANI MÜSLÜMANA KIRDIRMALARIdır... İslam aleminin günümüzdeki en büyük sorunu budur... İnsanlar bu "DİNSİMSARI" düzenbazlara dur dediğinde, kazanan biz olacağız! Saygılarımla -
Avrupa Birliği’nin hükümet konumundaki kurumunun adı, Avrupa Komisyonu’dur. Avrupa Komisyonu, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşmaktadır. AB’de yasaları, Avrupa Komisyonu yapar. Yani AB’de yasaları yapan organ, seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşmaktadır. Yasaları, seçilmişlerin değil de atanmışların yaptığı rejimin adı, demokrasi olamaz! Bu nedenle, AB demokratik bir kuruluş değildir. Türkiye’deki demokrasi bülbülleri, bu konuya kıyısından köşesinden bile değinmemektedirler. AB’nin elbette bir parlamentosu vardır. Ancak Avrupa Parlamentosundaki parlamenterler, yasa tasarısı sunamazlar! Sadece önlerine gelen yasa tasarılarına evet, ya da hayır deme hakları vardır. Hayır, dediklerine pek rastlanmamıştır. Yüksek aylıklarını ve ödenekleri ceplerine indirip, demokrasi mankenliği yaparlar! 2006’dan beri Avrupa Parlamentosu’nda bağımsız İngiliz parlamenter olarak görev yapan Ashley Mote, Ocak 2008’de çok sarsıcı bir açıklamada bulundu. Avrupa Komisyonu’nun kurmuş olduğu 3,000 (üç bin) gizli komisyonun, Avrupa Parlamentosu’na ve üye devletlerin meclislerine ve hükümetlerine sızmış olduğunu duyurdu. Çok büyük siyasi güce sahip olan bu gizli komisyonlar, üye devletlerdeki hükümetlerin yerlerini almışlardır. AB’de artık kararları ulusal hükümetler değil, bu gizli komisyonlar vermektedir! AB’nin kurnaz mimar ve yöneticileri, her zaman kaleyi içten ele geçirme yöntemini uygulamışlardır. Ulusal kurumları yerlerinde bırakmış, ama bunları içten ele geçirmişlerdir. Böylece Brüksel’de alınan AB kararları, Avrupa halklarının olan bitenden haberi olmadan uygulanmıştır. Çarpıcı gerçek şudur: AB ülkelerinde 3,000 gizli komisyondan oluşan ‘derin devlet’ her konuda dizginleri elinde tutmaktadır. Derin Devlet’in nasıl işlediğini göstermek için, küçük bir örnek verelim. AB’nin Ortak Tarım Politikası gereğince, Yunanlı zeytin üreticilerine parasal destek verilmektedir. Ancak bu desteğin denetimi bağımsız bir organ tarafından değil, Yunan hükümeti tarafından yapılmaktadır. Yunan hükümetinin içine de AB’nin derin devleti sızmış olduğundan, parasal desteği verenle denetleyenler aynı örgütün elemanları olmaktadır. Bu sistem, AB’de yaşanan büyük çaplı yolsuzluklara ve vurgunlara yol açmaktadır. Bu durum yalnız Yunanistan için değil, başta İtalya ve İspanya olmak üzere AB’nin tüm ülkeleri için de geçerlidir. Avrupa Birliği’nin faşist bir kuruluş olduğunu söyleyenler, AB’deki derin devletinin işleyişiyle, eski Sovyetler Birliği’ndeki sistemin işleyişi arasında benzerlikler olduğunu ortaya koymaktadırlar. Türkiye’de bir ‘derin devlet’in varlığını dillerinden düşürmeyenlerin, bir gün olsun AB’deki derin devletten söz ettiğine tanık oldunuz mu? Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Baş Müzakereci Ali Babacan, AKP hükümetinin tüm bakanları, TBMM’deki tüm AKP’li milletvekilleri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, CHP’nin ağır topları olarak bilinen Şükrü Elekdağ, Onur Öymen ve tüm CHP milletvekilleri, tüm MHP milletvekilleri, kısaca TBMM’de bulunan milletvekillerinin hepsi, Avrupa Birliği konusunda halkımızı aldatmakta, kandırmakta, düpedüz yalan söylemektedirler. Ne yazık ki; işçi sendikaları, medya, üniversiteler ve medyanın tamamına yakını da bu yalancılar kervanına katılmaktadırlar. Daha da acısı, Şanlı Türk Ordusu’nun yüksek komutanlarının da AB yanlısı olmalarıdır! AB yanlısı olmak demek, Ulusal Egemenliğimizi, faşist AB’ye devretmek demektir! Onurlu ve şerefli yaşamayı temel ilke edinmiş olan Türk Ulusu, kimler dayatırsa dayatsın, hiçbir koşulda AB Mandasını asla kabul etmeyecektir! Yılmaz Dikbaş 10 Ağustos 2008