Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SimalyildiziNet

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    462
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey

  1. Güncel bir haber... Cumhurbaşkanı mızın atadığı rektörün uygulaması! Açıkça, yine türban rantı ufukta görünmekte! Ne derler "Kavilli döğüş". * * * Üniversiteye girişte başörtüsü imzası ! Boğaziçi Üniversitesi, kampüslere giren türbanlılardan imza alıyor.. Neden mi? Boğaziçi Üniversitesi'nin akademik yılı, türban gerginliğiyle başladı. Daha önce türbanlı öğrencilerin girebildiği üniversitede yeni rektör Prof. Dr. Kadri Özçaldıran tarafından hazırlanan "Başörtülü girdiğim takdirde tüm hukuki sonuçları önceden kabul ediyorum" yazısını imzalayan öğrenciler türbanla içeri alınırken, imzalamayanlar kampusa sokulmadı. Bazı erkek öğrencilerin de destek verdiği türbanlı öğrenciler, daha sonra topluca engellemeye rağmen üniversiteye girdi. Bu sırada kısa süreli bir arbede yaşandı. Öğrenciler daha sonra rektörlük binasına yürüdü. Önceki yıllarda üniversitelerinde başörtüsü ile ilgili bir problem yaşamadıklarını belirten öğrenciler, "Şaşkınlık içindeyiz" diye konuştu. Sabah
  2. Erol MANİSALI - Deniz Feneri yolsuzluklarının gazetelerde yazılması ve televizyonlarda gösterilmesi Tayyip Erdoğan’ı çok kızdırdı. - Özellikle de Aydın Doğan’a ait olan medyada bunların çıkması onu çileden çıkarmış. “Sen bunları nasıl yazarsın? Senin benimle işin var, sonra pişman olursun” anlamına gelecek çok sert açıklamalar yaptı. - Sanki koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bir başbakanla en büyük medya patronu konuşmuyor da Siirt’in bir köyündeki muhtar ile köyün ileri gelen ağası meydanda hesaplaşıyorlar. - Ben bu köyün muhtarıyım, asarım, keserim, her şeyi yaparım. Sana mı düştü benim yaptıklarımı eleştirmek, sağda solda konuşmak? Bir yanda “sınır aşan bir skandal, soygun ve din sömürüsü”, siyasal iktidarın yakın çevresindeki hukuk dışı eylemler, RTÜK’ten siyasilerin yakınlarına kadar uzanan bir çıkar zinciri. Öte yanda iki kişinin köy meydanında restleşen muhtarla eşraf misali kapışmaları. Ne büyük bir çelişki! Ahmet, Mehmet, hükümet, devlet, hukuk, çıkar, uluslararası soygun zincirinde masum ve saf yurttaşların karanlık çağlardaki gibi “din adına soyulup soğana çevrilmeleri”. - Televizyonlarda çok düzgün giyimli, Deniz Feneri’nin pazarlamacıları… “Biz din adına, Allah adına sizi yardıma çağırıyoruz” diyerek “halkı Allah’la aldatıyorlar”. Dekor muhteşem, sözler harika, ofisler lüks içinde, gemiler, binalar, sefahat ve “din adına” yapılan bir soygun. Bir yanda milyarlar, boru hatları, ileri teknoloji; öte yanda köy meydanında kapışan muhtarla eşraftan biri… - Bana biraz da Susurluk’u anımsattı; “devlet adına, din adına” sözlerini duyduğumda tüylerim ürperir, acaba soygun nerede diye düşünmeye başlarım. - Son yıllarda artan soygunlara ve skandallara paralel olarak ortalığı dev bayraklar doldurmaya başladı. Altındaki toprak Arap şeyhine, Cargill’e satılırken, bunlar bayraklarla işi örtmeye mi çalışıyorlar? - Saf ve temiz insanlarımızın “oh, ne güzel, yurdumuzda kendi halkını, köylüsünü, işçisini, memurunu, sanayicisini düşünen hükümetler var, haklı olarak bu dev bayrakları dalgalandırıyorlar” diye düşünmelerini mi istiyorlar? - 12 Eylül döneminde valilik makamındaki kimi yetkililerin masalarına Atatürk heykelcikleri doldurup bazen bağış aldıklarını, kimi zaman da hediye olarak dağıttıklarını gözlerimle gördüm. Din, bayrak ve Atatürk Türkiye’de hep istismar edildi. Atatürk’ü ve bayrağı istismar edenler dincilerin yolunu açtılar. Dinciler de “Ya Allah…” diyerek en büyük istismara başladılar. Demokrasi ve halk düşmanları… - Halkçılığın, demokrasinin ve sömürgeciliğe karşı duruşun kavgasını yapmadığımız zaman kimileri kalkar din adına, bayrak adına, ümmet adına, Atatürk adına deyip emperyalizmle el altından işbirliği yapar. Biz kavganın, “halktan yana olanlarla sömürgecilerle işbirliği yapan soyguncular arasında olduğunu sanırız”. Oysa kavga oligarşinin içindedir. - Kimimiz, “Oh buna da şükür, en azından Deniz Feneri’ndeki istismarcı çeteleri gün ışığına çıkarıyor, iktidarın gerçek yüzünü halka anlatıyor” diye düşünür ve seviniriz. Türkiye’nin sürüklenmekte olduğu uçuruma karşı, “Cephenin genişlemesi için her şeye razıyız” deriz. Evet, bu da şimdilik bir çözümdür. Ama kafamızın içinde “büyük resmi” hep hatırlayarak, katılımcı demokrasinin olmazsa olmazlarını aklımızdan hiç çıkarmadan bunu yapmak zorundayız. Yoksa kuzeye seyreden geminin güvertesinde güneye koşan insanlar durumuna düşeriz. Türban, kapatma davası ve Ergenekon’da olduğu gibi Deniz Feneri davasında da Türkiye ikiye ayrılacak. Bir tarafta Deniz Feneri’ne destek verenler öte yanda karşı çıkanlar saflaşacaklar. Bu saflaşmalarda şöyle bir yanılgıya düşüyoruz; bir tarafta AKP destekçileri, öte yanda AKP karşıtları var zannediyoruz. AKP destekçileri açısından bu saflaşma doğrudur. Ancak AKP karşıtları açısından, “özde karşı çıkanlarla sözde karşı çıkanların” ayrıştırılması gerekir. Bunu yapmadığımız sürece dinci, “göstermelik Atatürkçü” demokrasi ve özgürlük çığırtkanlıkları ile “örtülü faşistler” şu ya da bu biçimde iktidara oturacaklardır. Bugünkü dincileri dünkü 12 Eylül protokol Atatürkçülerinin hazırladıklarını hiçbir zaman unutmayalım. Deniz Feneri’nin (ve işbirlikçi dincilerin) gerçekten karşısındaysak, “en başta ABD ve AB emperyalizminin Ortadoğu’daki, Karadeniz’deki eylemlerine” karşı çıkmamız gerekir. 12 Mart, 12 Eylül, Çekiç Güç, 6 Mart 1995, 3 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 oluşmaktaki bir zincirin halkalarıdır. Yalnızca Deniz Feneri’ne karşı çıkmak, günü kurtarmaktan başka bir işe yaramaz. Bu arada Turhan Selçuk’un 13 Eylül’de Cumhuriyet’teki feneri, bizdeki Deniz Feneri’nin klasik “Jamaica Inn” filmindekinden hiç de farklı olmadığını bir güzel anlatıyor. Meraklıları bilir, o filmde deniz fenerinin ışığını kapatan soyguncular, gemileri batırıp içindekileri yağmalıyorlardı. Aynen Deniz Feneri’nde ve Turhan Selçuk Usta’nın çizgilerinde görüldüğü gibi… Charles Laughton ve Maureen O’hara’nın o muhteşem oyunlarını bugünkü siyasilerimiz, hiç aratmıyorlar…
  3. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    CÜNEYT ARCAYÜREK Ülkenin huzurunu, toplumsal barışı ilgilendiren hemen her önemli tartışmada taraflara gereken uyarıyı yapmıyor. Bekliyor. Ne zaman ki hükümet başkanı konuyla ilgili görüşünü açıklar, o zaman onun koşutunda derde şifa olmayacak bir şeyler söylüyor. Yüzünde yapmacık bir gülümseme… İşine geldi mi siyasetçi kimliğini sergiliyor. AKP’nin izlediği yoldan ay-rılmamaya özen gösteriyor. Bu tutumuyla tarafsız, ülke sorunlarına duyarlı bir cumhurbaşkanı portresi çizdiğini sanıyor. Çankaya’daki; RTE’nin, Müslümanın parasını dolandırarak dinci siyaset yapan yayın organlarına yatıran Müslüman Deniz Feneri olayını örtmek için Doğan grubuna saldırmasını basit bir medya-iktidar kavgası gibi görüyor. Tarafsız bir konumda olduğunu anımsatarak, daha doğrusu tarafsızlık kimliğinin arkasına sığınarak “Olay kurumlar arası olsaydı müdahale ederdim, ama?…” diye bir mazeret üretiyor. RTE’nin Doğan grubuna karşı başlattığı ve haftalarca sürdürdüğü saldırıların basın bağımsızlığına, yayın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olmadığına inandığını ifadeden çekinmeyen bir cumhurbaşkanı var başımızda! RTE-Doğan kavgasını irdelemekten kaçınırken söylediği şu sudan yoruma bakınız; “Bayram barıştırır!” Gizli açık faşizan inançlarla yoğurulan kafalar yönetiyor ülkeyi. *** RTE-Doğan kavgasını yorumlarken Çankaya’daki, basın özgürlüğüne yönelik saldırıların ülkenin temeline konulan bir dinamit olduğunu irdeleyen bir iki cümle söyleyemez miydi? Anayasa, evet cumhurbaşkanlarına kurumlar arasında uyumu sağlamayı emrediyor. Ama aynı anayasa, demokrasinin belli başlı temellerinden olan basın özgürlüğünün korunmasını da emrediyor. Üstelik Çankaya’daki, siyasal gerginlikleri Çankaya Köşkü’nde iktidar ve muhalefet partisi liderlerinin katılacağı Kayseri mantısı sunduğu öğle yemekleriyle ortadan kaldıracağını sanıyor. Batılı bir siyaset adamı olduğunu uçağa binerken eşinin şemsiyesini tutarak kanıtlayan doğulu bir erkek! Sorunları irdelemekten kaçan, bir AKP’li olduğunu hiçbir zaman unutmadığını sözleriyle, hareketleriyle belgeleyen dinci bir cumhurbaşkanı. *** Deniz Feneri sorunu Türkiye’yi ayağa kaldırmış; Müslümanı Müslümanlıkla dolandıran dernekler türemiş. Bu dernekleri yöneten, toplanan milyonlarca Avro’yu dinci siyaset yapan Kanal 7’ye aktaran adamların hemen hepsi AKP’ye kafa itibarıyla bağlı kişiler ve başlarında Zekeriya Karaman, “kardeşi” RTE’nin akrabası. Alman yargıç, Deniz Feneri dolandırıcılığında dört isim söylüyor. Biri de RTÜK Başkanı Zahid Akman. Çankaya’daki, Deniz Feneri dolandırıcılığı ile veya Zahid Akman’ın ortaya dökülen kirli çamaşırlarıyla ilgili soruları yanıtlamak istemiyor. Bu memlekette yargı varmış, ilgilenecek kurumlar varmış! *** Var olmasına var da bu kurumları dikkate alan, örneğin adı Fener’in dışında pek çok olaya karışan Zahid Akman’ı istifaya çağıran -Meclis Başkanı dışında- hükümetten ve iktidar partisinden tek bir AKP’li yok orta yerde. Deniz Feneri olayının Türkiye şubesi henüz yargıya intikal etmedi. Böyle ulusal vicdanı sızlatan uluslararası dolandırıcılık olayı karşısında Çankaya’dakinin hükümeti, yargıyı göreve çağırması gerekmez mi? Hayır, gerekmiyor. Çankaya’daki, gündemdışı konularda yüksek fikirlerini söyleyerek görevini yerine getirdiğini düşünüyor. Kamuoyunun yuttuğu sanısıyla herhalde ıstakozlu makarnayı özleyen eşi Hayrünnisa Hanım’la ABD’ye giderken görev süresi yedi yıldan beş yıla inerse yeniden aday olup olmayacağını uçakta gazetecilerle tartışıyor. Kurtuluşun yolu bir buçuk yıl öncesine kadar birdi; şimdi ikiye çıktı.
  4. SimalyildiziNet

    ABD'den Dünya'ya

    Serbest piyasa çöküyor mu? 'Serbest piyasa'nın çöküp çökmediğini tartışan ekonomistlerin bir kısmına göre, düzmece finansal liberalizmin sonu geldi. Amerikan Hazinesi ve FED, martta Bear Stearns ve JP Morgan'ın birleşmesine 29 milyar dolarlık destekte bulundu. Ardından mortgage devleri Fannie Mae ve Freddie Mac kurtardı. Merrill Lynch'in Bank of America tarafından yaklaşık 50 milyar dolara satın alınmasında 'yönlendirici' oldu. Zor durumdaki AIG'nin FED'den 40 milyar dolarlık kredi istediği henüz karşılanmış değil ancak New York Eyaleti AIG'nin iştiraklerinden 20 milyar dolar kullanmasına izin verdi. Avrupa'da da iflaslara izin verilmedi. İngiltere'de Northern Rock devlet tarafından kurtarıldı. Şimdi finans kuruluşlarının oluşturduğu fonların yanı sıra Amerikan Tasarruf ve Sigorta Mevduatı Fonu FDIC devreye giriyor. Ancak ABD'de 10 büyük bankanın, Lehman iflasının etkilerinin azaltılmak için kurduğu 70-100 milyar dolarlık acil fon havuzu için kredi musluklarını açan FED ve ABD Hazinesi, FDIC'in kredi fon talebini de karşılamak durumunda. Dolayısıyla kamu otoritesi, krizin göbeğinde 'düzenleyici' olmaktan çıkmış, 'kurtarıcı' olmuş durumda. Ancak, teorinin vaazına göre 'serbest piyasa'da 'çürüklerin ayıklanmasına' izin verilmesi gerekiyordu… Türk iktisatçılar ve ekonomi yazarları arasında başlayan bu tartışma aslında dünya ölçeğinde devam ediyor. Kurtarmak için müdahale ediliyor Hürriyet yazarı, iktisatçı Ege Cansen: "Serbest piyasa ekonomisi 'her koyun kendi bacağından asılır' gibi tanımlanıyorsa, bunun içinde devletçi müdahaleler de vardır. Biraz da zorunluluktan ortaya çıkıyor, durup dururken kimse müdahale etmiyor. Bunlara sistemik arızalar da denebilir. Yani sistem kendi kendini tahrip etmesin diye aynen nükleer santrallarda olduğu gibi soğutuluyor. Burada bir çelişki görmüyorum. Amerika daha serbest olduğu için bu tür tehlikelere açık. Avrupa'da zaten devlet kriz olmadan da işin içinde. Demek ki saf bir sistem yok. ABD'deki müdahale kapitalizmin kendi çalışacağı platforma yeniden oturtmaktır. Kapitalizmi ortadan kaldırmak değil, kendisini kurtarmak için bu yapılıyor. Vergi mükelleflerinin yani halkın parasıyla firmalar kurtarılıyor lafları boş. Devlet 'müdahaleyi yapmasam halk daha çok zarar görür, onu kurtarmak için yapıyorum' diyor. Vergi mükellefinin birinin cebinden alıp diğerine koyma gibi birşey görmedik. Böyle sonuçlarda olabilir. Burada halkın daha az zarar görmesi için faizlerin, en azından milli gelir artışından daha düşük olması lazım. Yani zengin parasıyla para kazanamayacak. Faizi azaltırsak halkın sırtına yük binmemiş olur." Kitaba uyacak halleri kalmadı Milliyet yazarı, iktisatçı Güngör Uras: "Güzel bir deyimimiz vardır. Zor, oyunu bozar. Kapitalizm zorlandığında, serbest piyasanın olmazsa olmaz sayılan ilkelerine ters uygulamalar başladı. Serbest piyasada devlet oyunun kaidelerini belirleyecek, sonra hiç müdahale etmeyecekti. Denge bozulduğunda batan batacak, çıkan çıkacak, sistem dengeyi bulacaktı. İyi de acaba bugüne kadar söylenenler mi yanlıştı? Yoksa bugün başta ABD olmak üzere birçok ülkede merkez bankalarının ve hükümetlerin sisteme müdahaleleri mi yanlış? Eski sistemde regülasyonlar merkez bankalarının parasal gücü kontrol edebilecekleri varsayımına dayandırılmıştı. Yeni düzende merkez bankası dışında birçok kuruluş parasal gücü sanal olarak istedikleri ölçüde artırdı. Eski düzene göre belirlenmiş regülasyonlar yeni düzende sanal parayı kontrol edemedi. Piyasa regülasyonsuz bir oyuna yöneldi. Bu tabloda 'merkez bankaları ve hükümetler müdahale etmesin' demeye imkân yok. Çünkü regülasyonu olmayan oyunda gücü gücü yeteni devirmekle kalmıyor, eteklerine yapıştıkları doğru dürüst oyuncuları da peşlerinden sürüklüyor. Merkez bankaları ve hükümetler kitaba göre hareket edecek durumda değiller. Yangını en az hasarla nasıl atlatabileceklerinin telaşındalar." 'Neylerse güzel eyler' demek yanlış CHP Milletvekili, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak: "Kriz bugüne kadar Amerika'nın takip etmiş olduğunu paradigmaların nasıl çöktüğünü gösteriyor. Türkiye'de uzun süre 'paradigmalar değişti, yeni bir düzene geçiyoruz' diye bir türkü dinlettiler bize. Bütün bunlar gösteriyor ki paradigmalar değişmiyor. Amerikalılar 'Piyasalar ne eylerse düzgün eyler, balon olmaz, her şey doğrudur' diyerek gittiler, müdahaleye mecbur kaldılar. Biz de 2000 ve 2001 krizlerinde aşağı yukarı aynı şeyleri yapmıştık. Onlar da bir tane batırdılar, geri kalanının yönetimini devlete aldılar. Yetmedi, bizim TMSF gibi bir varlık yönetim şirketi kuruyorlar, likit olmayan kağıtları likit haline getiriyorlar, karşığılında hazine kâğıdı veriyorlar. Hepimiz o dönemde bankaların likit olmayan kâğıtları yerine götürdük onların yerine hazine kağıtları koyduk. Çok büyük bu tür sistemik finansal piyasalarda böylesine bir balona izin verip olayı patlattıktan sonra, piyasayı iyi regüle edemiyorsanız, iyi denetleyemiyorsanız ki Amerika'daki olay budur, sonucunda bunun bedeli mutlaka ve mutlaka çalışan kesime ve vergi mükelleflerine çıkıyor." Serbest piyasa zaten bir efsaneydi, hiç olmadı Milliyet yazarı, Prof. Dr. Hurşit Güneş: "Cuma günkü yazımızın başlığı 'Amerika Sovyet Sosyalist Birleşik Devletleri'ydi. Malum mali kesim batmaya başladıkça ABD Hazinesi'nin yapabileceği tek şey bu batıkları ayıklayarak üstlenmek. 700 milyar dolarlık paketin işlevi de bu olacak. Ancak bu operasyon devletin serbest piyasa sistemine müdahalesi olduğu için bir hayli tartışılıyor. Tek tek kuruluşlar kamunun eline geçiyor. Gerçekten serbest piyasa sistemi çöküyor mu? Yanıtlayalım: Birincisi, kriz dışında hiç bir kuruluşu kurtarmaya gerek yoktur. Krizlerde de her batan kuruluşu kurtarmaya gerek yoktur. Serbest piyasa sistemi içinde verimsiz kuruluşlar sistemi sıkıntıya sokmadıkça batmasına izin verilir. Ancak, bir kuruluş çok büyükse ve battığı taktirde tüm ekonomiyi sarsacaksa buna izin verilemez. İkincisi, serbest piyasa düzeni zaten bir ütopyadır, bir efsanedir. Piyasa efsanesinin çöktüğü de iddia edilemez. Çünkü bu efsane hiç gerçek olmadı ki? Fakat şu söylenebilir; piyasa ekonomisinin bir aşaması olan küreselleşme çok ağır bir darbe yedi. Hiçbir zaman tam anlamıyla var olamaz. Piyasa sistemi elbette rekabetle beraber ekonomiye bir canlılık kazandırmaktdır. Ama sistemin aksadığı her noktada müdahalelerde bulunarak daha adil ya da sürdürülebilir bir düzeye erişmek mümkündür. Yanlış ekonomi politikalarının diyetini vergi mükellefi öder. ABD'de mali krizin faturasını da Hazine üstlendiğine göre artan kamu borcu artık vergi mükellefinin kucağındadır." İktisat teorisinde revizyon gerekecek Prof. Dr. Erinç Yeldan: "Şu andaki kriz aslında konjoktürel bir dalgalanma, bir iktisadi kaos olmakla beraber, aynı zamanda hakim ideolojinin, hakim iktisat teorisinin de birçok noktada ne kadar yanlış çözümlemelere dayalı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Bu yalnızca bir iktisat krizi değil, aynı zamanda iktisat teorisinin kuramsal bir revizyona ihtiyacı olduğunu gösteren topyekûn bir dönüşüm. Mevcut serbest piyasa öğretisine dayalı iktisat öğretisi de büyük bir olasılıkla revizyona uğrayacak. Ders kitaplarında okutulan iktisat teorileri gözden geçirilecek. Yeniden düzenlemeci dalgayı haklı çıkaracak yeni teoriler, yeni alt başlık, yeni bölümler, iktisat kitaplarına ilave edilecektir. Bizim gibi azgelişmiş ülkelere 'piyasaya kesinlikle müdahale etmeyin, bu bir ahlaki tehlike yaratır. Şirketler aşırı risk alır, aşırı borçlanır ve hakkaniyetli davranamazsınız. Devlet kesinlikle müdahale etmemeli' diyorlardı. Kapitalizm aslında eşitsizlerin hüküm sürdüğü bir sistem. Kapitalizmde güçlü hegemon devletler için gerçekler başka, az gelişmiş ülkeler için öne sürülen politikalar farklı. Şimdi bu çok açıkça görülüyor." Dünya eskisi gibi olmayacak Eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel: "Kapitalizmin tarifinde vardır bunlar, batma olmadan kapitalizm olmaz. Dünya iki şekilde eskisi gibi olmayacak artık. Birincisi, finans sistemi devletin regülasyonu olmadan çalışmayacak. İkincisi, petrol fiyatlarının artmasıyla, Körfez ülkeleri, Rusya, Asya'daki bazı ülkeler önemli bir sermaye biriktirdiler. Fakat bunların tamamına yakını demokrasiyle yönetilmiyor. Sistemlerinde hep müdahale var. Para bunların eline geçince global sistemde de müdahalecilerin hâkimiyeti ortaya çıkacak. Bu iki eğilim yani hem krizin etkileri sonunda ona reaksiyon olarak yeniden düzenlenecek sistem ve denetimi, bir taraftan devletin ağırlığını beraberinde getirecek. Diğer taraftan, son dünya düzeninde değişiklikte parayı elinde bulunduran demokrasi dışı ülkelerdeki gibi müdahaleyi beraberinde getirecek. Sistem eskisi gibi olmayacak. Neoklasik iktisat kuralları özellikle finans sisteminde pek kolay yerini bulamayacak." Bu, serbest piyasanın sonucu değil İktisatçı, yazar Uğur Civelek: "Kapitalizmle, serbest piyasayı birbirinden ayırmak lazım. Kapitalizmin aslında kuralsızlık var. Kuralların güçlülerin isteğine göre değiştiği bir durum var. Ama serbest piyasa güçlü, güçsüz herkesin eşit bilgiye sahip olması, ona göre davranmasını savunuyor. 80 sonrasında küreselleşme adı altında vahşi kapitalizm hortladı, serbest piyasa anlayışı katledildi. Kapitalizm devletleştirmeyi savunur mu? Eğer çıkarı sözkonusuyla savunur. Ama serbest piyasaya aykırıdır. Bugün kim gidecek kavgası var. Bütün yük vergi mükelleflerine. Bir, hadi para verin denilip vergi alınabilir. İki, para basıp enflasyon yaratılabilir. Yani hangi yolda gidilirse gidilsin maliyeti geniş kesimlere çıkar. Deniyor ki 'Sizi kurtarmak için mali sektörü kurtarıyoruz sistem çökerse perişan olursunuz.' Ama bu yapılanlar gelir dağılımı, rekabet koşullarını bozar. 'Güçsüzler için yapıldığı' büyük bir aldatmacadır." Finansal liberalizm düzmecedir Joseph Stiglitz (Nobelli Ekonomist, Columbia): Küreselleşmenin gündemi piyasa köktencilerinin gündemine yani serbest piyasa ve finansal liberalizasyon ideolojisine sıkı bir şekilde bağlı oldu. Ancak krizde en piyasa yanlısı ekonomilerinin en piyasacı kurumları yardım için hükümete koştular. Şimdi dünyada herkes piyasa köktenciliğinin sonu olduğunu söyleyecek. Bu anlamda Berlin Duvarı'nın çökmesi komünistler için ne anlama geldiyse Wall Street'in çökmesi de piyasa köktencileri için aynı anlama gelecek: Kriz dünyaya bu şekilde bir ekonomik modelin sürdürülebilir olmadığını söylüyor. Şu an finansal liberalizmin iddialarının düzmece olduğunun görüldüğü andır. (CNN, 16 Eylül) Görülmemiş bir müdahale oldu Noam Chomsky (Siyaset bilimci, MIT): Finansal kurumların görevi, kendilerine maliyetini hesaba katarak risk almaktır. Ancak bu kurumlar kendi zararlarının toplam ekonomi için sonuçlarını dikkate almazlar. Bu nedenle finansal piyasalar riske olması gerektiğinden daha düşük bir fiyat biçer ve sistematik olarak verimsizdirler. FED'in piyasalara yaptığı daha önce hiç görülmemiş büyüklükteki müdahale devletin kapitalist kurumlarının demokratik olmayan karakterini bir kez daha ortaya koydu. Bu karakteristik özelliğe göre devlet riski ve maliyeti dağıtır, kamulaştırır, kârı ise özelleştirir, birkaç elde toplar. Bu tabii ki sadece finans piyasalarıyla ilgili bir durum değil. Gelişmiş ekonomi, tamamen bu alanlarda aktif kamu sektörüne dayanır. (BBC, 19 Eylül) Eski düşünceler şimdi fark ediliyor Amartya Sen (Nobelli Ekonomist, Harvard): Kriz, sınırlandırılmayan bir piyasanın zararlı olduğuna dair eski düşüncenin yeniden fark edilmesini sağladı. John McCain krizden Wall Street'in açgözlülüğünü sorumlu tutu. Ancak açgözlülük yeni keşfedilmiş bir insan özelliği değil. Asıl mesele ekonomik sistemin iş dünyasına kurnaz bir açgözlülükle kâr etme fırsatı sağlıyor olması. Şirketlerin kötü kararlarının sonuçlarını başkaları sırtlanırsa, aşırılığın ve beceriksizliğin cezası da başkalarına yüklenmiş olur. Piyasaların yaratıcı katkısıyla yapıcı sosyal müdahaleyi birleştirmeye yarayacak, anlamlı bir düzenlemeyi de içeren bir kurumsal reforma ihtiyacımız var. Bu krizin olumlu bir sonucu olacaktır. (Guardian, 20 Eylül) Maliyeti kendileri üstlenmezse… Kenneth Rogoff (Eski IMF Baş ekonomisti) Burada bir adaletsizlik var. Finans sektörü geçtiğimiz dönemde olağanüstü kârlar elde etti. İstatistikler 2006′da finans şirketlerinin kârının ABD'deki tüm şirketlerin kârının üçte birine ulaştığını gösteriyor. Wall Street'te ve Londra'da milyonlarca dolarlık ikramiyeler artık bir rutin oldu. Ayrıca 2008 başkanlık seçimlerinde politikacıların bağış listesinde finans şirketlerinin hâkimiyetini görüyoruz. O halde neden sıradan vatandaş vergileriyle finans sektörünü kurtarmanın faturasını ödesin? Neden geçen yıl tepetakla aşağı giden otomobil, çelik sektörü ya da başka herhangi bir sektör kurtarılmasın? Finans şirketlerinin hisselerini ve tahvillerini elinde tutanlar büyük maliyeti sırtlanmalı yoksa ilerde onların daha sorumlu davranacağına dair çok az umudumuz olacak. (Guardian, 8 Eylül) Kaynak: Milliyet
  5. Sayın Gökyüzü; Yazılarınızın bir kaç önemli noktası hariç tamamı doğru! O noktalarda yalan değil, sadece eksik.. Bakın altını çizerek söylüyorum, biz zaten oradaki insanların perişanlığını görmezden filan gelmiyoruz. Amacımız o insanları yok saymak falan da değil! Aynı şeyleri konuşmayalım, hani kürtlerin kullandığı bir deyim vardır "yedi keçi kesmişiz"... Öyle bir noktadayız ki, elimize en gelişmiş tıp araçlarını alsak, tek tek DNA örneklerimizle insanları ayırmaya kalksak bile mümkün değil ayıramayız.. Karışmışız!! Şimalyıldızı, o bölgede uzun süre kaldı! Güvenlik gücü olarak, öğretmen olarak, ticaret yaparak! Sizin bu anlattıklarınızın çoğu benzerine şahit oldum. Ancak, yaşadığınız sitede aranmakta olan bir hırsız yada katil varsa, polis tamamen o siteyi abluka altına almak zorundadır. Aranan dışında yardım ve yataklık yapanları da bulmak için. Yani kusura bakmayın ama, emniyet görevlilerinin elinde her hangi bir cihaz yok, “bu masum”, “bu suçlu” diye ayırt edebilecek… Dolayısıyla yapılan bir operasyon, o bölgedeki herkezi potansiyel suçlu yapar! Amaç, zaten suçlu ile masumu ayırmak… Siz otoyolda gidiyorsunuz. Polis alkol kontrolü yapıyor. Diyor ki “cihaza üfleyin”. Siz ömrünüzde hiç alkol almamış bile olsanız, ancak üfleyerek masumiyetinizi kanıtlarsınız. “Ben neden kontrol ediliyorum” diyerek sıyrılamazsınız. Bunun dünya üzerinde olması ihtimali bile yoktur. Bence siz çok fazla taraflı bakıyorsunuz. Empati yapın! Ben görevdeyken empati yapıyordum, çoğu kez suistimal edilmiş olsada; benim doğam ısrarla böyle davranmaya mecbur ediyordu. Ancak herkes aynı olamaz, doz ve dozaj bireyin yaşadığı olaylar, aldığı eğitim ve görev baskıları ile değişebiliyor… Kapınız çalınıyor! Polis sizi yaka paça alıyor. Zanlısın diyor. Eğer masumsan neden direniyorsun ki? “Tamam” dersin ve uyum sağlarsın. Aksi durum, zaten güvenlik güçlerinin gözünde sizi “potansiyel suçlu” olarak gösterecektir. Ki durumun aile yada çocukların gözü önünde olması bir şey ifade etmez. (Bkz: Kürtçülüğü destekleyen ABD nin Irak ta yaptığı direnişçi avı). Dünya üzerinde suç savaş sistemi budur! Daha iyi bir formülünüz varsa benle paylaşın, inanın bu paylaşımınız gerekli yerlere iletilecektir. Hemde ısrarla… * * * O bölgede hala can ciğer görüştüğüm arkadaşlarım var. Benle görüştükleri için sıkıntı yaşayanlar da var. Daha 2 yıl öncesinden başlayarak Midyat lı bir elemanım oldu. Personel ihtiyacım var, mail ile ilanda bulundum. 50 ye yakın iş başvurusu oldu. Bir çocuk çıktı geldi. Bozuk bir Türkçe ile iş istedi. "İstanbul a yeni gelmişem, iş lazımdır!" dedi. Onca insan içinde bu çocuğu tercih ettim. Hatta tamam hadi kalk işinin başına geç dedim... Eğer o bölge insanına karşı önyargılı olsam; o çocuk kapımdan bile giremez!! Net olan birşey var. Yeni gelmiş. Bozulmamış. Hala MERT! Böyle bir durumdaki çocuğu itmek, o hep şikayet ettiğimiz pisliklerin içine bir insanı da itmek olacaktı. Beni hiç mahcup etmedi. Her yaz 3 ay gibi bir süre bizim yanımızda çalışır, sonra köyüne dönüp öğrenimine devam eder. Benim ısrarla söylemeye çalıştığım, bireylerin yerel dil yada şivelerinin her insana özerk olacak şekilde, eğitim/öğretim sistemi ve resmi kurumların içinde olamayacağıdır. Siz Türkiye de yaşayan İngilizlere yada Almanlara göre resmi evrak tanzimini gördünüz mü? Tüm yazışmalar, kararlar, mahkeme kararları Türkçe çıkar, yeminli tercümanlık büroları bunları gerekli olan dile çevirir ki devlet o tercümelerin altını bile imza etmez. Tüm yükümlülük bu bürolara aittir. Bir devletin (eğer köklü ise) tek bir dili olur. 2-3 dili resmi dil ilan eden devlet zaten KUKLA dır.. Devlet olamayacağı gibi, refah, huzur yada başarıda sağlayamayacaktır. * * * Sorunun kaynağına siyasi bakmayın demişsiniz ama sorunun temel kaynağı zaten siyasi hatalar değil mi? Aksi bir durumda o bölgede terör olmazdı. Sürekli örneklerimde size bazı ilçe isimleri veriyorum. Yunak, Cihanbeyli, Kulu, Yeniceoba... nüfus yoğunluğunda %70-80 lere varan kürt çoğunluğu var buralarda. Hala kendi içlerinde sürekli kürtçe konuşurlar. Hiçte yasak falan uygulanmamıştır. O ilçelerde olan suçlar, her yerde olan bilindik klasik suçlardır. Aydın, Denizli gibi illerin içinde görev yapmış Jandarma, polis veya adli görevli personel, gördükleri tüm işlenmiş "suç" kapsamında ne yaşamışlara, aynen bu ilçelerde bunları görürler... Sadece bölücü, ayrılıkçı yada devlet düşmanlığı suçları bu bölgede yoktur! Hatta halk oluşmasına izin bile vermez. Cihanbeyli nin 2 tane mimli köyü hariç ki bu köylerde cami bile yoktur... Şimdi, aynı ırk tan ve dilden olan ama farklı muamele gören bir halktan bahsediyoruz... Sizinle kavga etmeye başlasak. Yumruklaşmaya başlasak... bu yıllarca sürse! Kimin daha önce ne yaptığı yada kimin haklı/haksız olduğu kaybolup gidecektir. Eğer Türkiye de kürtleri yok etme planları olsaydı, kürt sait ayaklanması bunun için yeterli bir sebep olur, çoktan kürt diye tek kelime kalmazdı.. buna inanın yapılırdı. İnsan olmanın sınırları, başka insanların birliği olan devletinin bekasını zorlayınca BİTER! Bu defa başka şeyler gündeme gelir... Daha önce yapılan ermeni tehcirini düşünün. Aynı şeyle muhatap edilmemeleri, bizim için, sizin öneminizden kaynaklanmaktadır. * * * Doğuya her gidişimde, sürekli gözlerim! İnsanların (EVDEYOKUZ un yaptığı gibi kasti bayrak açmaları), ezikliklerinin ve ezilmişliklerinin tepkisi olarak taktıkları yaftaları incelerim. Gözlem yaptığım yerde insanlarla konuşurum. Siyasi, dini, ekonomik konularda özel(!) sorular sorarım. Bu bana, verilen empozelerin niteliğini ve dozajını gösterir. Elbette bu ölçütlere, Adana ABD Büyük Elçisi nin bölgedeki ziyaret zamanları, gönderdiği yardım(!) elemanlarının ziyaret zamanları, seçimler, AB fonu ile ilgili gelişmeler, devlet içinde büyük görev değişikliklerinin olduğu zamanlardaki değişikliklerin yansımasını da gösterir… Elimde iki prototip var. Mardin, Hakkari ve Diyarbakır illeri ve ilçeleri ile, Konya nın Yunak, Cihanbeyli, Kulu ve Yeniceoba ilçeleri… Nufüs oranları neredeyse aynı! Tarım arazisi neredeyse aynı! Sanayi yatırımı neredeyse aynı! Bölge dışı iş bulma (yurt dışı veya batıya göç) oranları aynı! Eğitim, sağlık hizmeti, yol v.b. yatırımlar; doğuya göre Konya ilçelerine çok çok az! Devletle ilişki, ticaret, halk içinde girift ve ezik olmadan yaşama olarak Konya ilçeleri %95 e yakın daha önde! Ama şikayetleri! Tıpkı Kayseri/Develi insanı, Malatya/Pötürge insanı, Niğde/Bor insanı, Mersin/Mut insanı, Konya/Ermenek isanı, Denizli/Çat insanı.. gibi.. Hiç farkları yok inanın. Tümü de daha fazla yaşamsal kolaylık, daha fazla devlet desteği, daha fazla rahat hayat istemekte. Hepimiz istemekteyiz… Bunlar yani anlattıklarım çok yüzeysel şeyler. Tek başıma, sadece zamana bağlı gözlemlerim. Ama turist gibi değil. 2 günlük seyahatler değil bunlar. * * * İşte can alıcı soru(lar) budur… Önce DTP acaba o bölge insanının sorunlarını mı çözecek, yoksa mevcut sorunları daha çözümsüz kılacak bir noktaya mı taşıyacak? Diye sormak istiyorum… Bölge halkı için faydalı bir parti yada vekil aramaktansa, bence, “Türkiye için faydalı ve verimlisi var mı?” diye sormak gerek! Hepimiz aynı şeyden şikayetçiyiz. Hepimiz VAROLMA MÜCADELESİ veriyoruz. Ama bunun yolu ÖZERK yada AYRILIKÇI fikirden geçmez. Zira birliktir, güce güç katan… Sizi alıp, Fransa da polis yada jandarma yapmak isterdim. Öylece salıp, Fransa nın varoşlarında suçlu avına çıkmanızı isterdim. Ne demek istediğimi ancak o zaman anlardınız! Zira, onca ülkeden onca farklı dilde insanlarla ve kültürlerle kaynaşmak bir yana ayırt etme şansınız bile olmaz. Burada (haklı olarak) beklentiniz, suçlu avında, bu insanlar içindeki masumların yardım ve destek vermeleridir.. Değimli? Saygılarımla
  6. Yok.. buna hiç gerek yok... Zaten kurula(n)cak olan kürdistan şimdiden iç çatışmalar noktasına doğru gidiyor. Destekleyen aşiret reisleri kendilerinin sonunun geldiğini anlamaya başladılar ve zeminden, derinden barzani-talabani çiftine karşı hazırlanıyorlar. Bir yanda ABD ci kürtlerle, diğer yanda sonlarının geldiğini bilen kürtler arasında gerginlik tırmanıyor... Biz, zaman içinde yaşancak olan (kesin) k.ırak iç hesaplaşmalarının sonunda, kendilerini Türkiye ye bağlamak isteyen ve ilhak olmak isteyen kürtlerin oluşmasını bekliyoruz.. hem öyle uzun soluklu filan değil, çok az zaman sonra en çok 2-3 yıl içinde bu sonuca varacağız.. Nasılmı? Bugüne kadar ABD mali destekli proğram, zaman içinde BD nin düştüğü mali sıkıntılardan dolayı bir kenara itilecek... para msluğu kapanınca zaten fitil ateşlenmiş olacak... * * * Bu arada burası Türkiye Cumhuriyeti, Irak değil... Resmi dil kavramına gelince; Ahmedi kürtçesi K.Irak kürtçesimidir??? Önce "hangi kürtçe" sorusuna da cevap vermekte fayda var değilmi?
  7. Burada ince bir siyasi ayak oyunu var. Biz Irak ı tanıdık ama tanımamızın peşinde de böyle bir karar alındı! Kim tarafından? ABD nin atadığı kürt yöneticiler tarafından. Ha eğer bu şekilde kürtçeyi legal hale getireceksek, o halde aşağıdaki habere göre de kürtistan zaten kurulmuş durumda... Eh o halde madem bu ülke kürtçeye ve kürdistana izin vermiyor; derim ki "hadi, doğruuu k.ıraka" * * * Irak Anayasası Kürtçe’yi terfi ettirdi Irak’ta 8 Mart’ta kabul edilen geçici Anayasa, Kürtçe’yi eskisinden çok daha güçlü bir statü ile resmi dil statüsüne taşıdı. NTV-MSNBC 11 Mart 2004— ‘Kürdistan’ adıyla resmen bir bölge kurulmasının yanısıra, Kürtçe artık güney komşumuz Irak’ın Arapça ile eşdeğer resmi dili oldu. Böylelikle “Türkiye’nin tanıdığı ülkelerin birinci resmi dilleri” arasına Kürtçe de giriyor Faik Uynaık - NTV-MSNBC
  8. 1. sözüm; Cenab-ı Peygamber Efendimiz hakkında: Efendimizi "arap" kavminden görmek, yada araplar için bir peygamber olarak görmek büyük bir hatadır... "....kendimden kendime muhabbet ettim, Muhammed in ruhu zuhur etti, O nu öyle sevdim öyle sevdim ki 18 bin alemi halk ettim...." Efendimiz alemlere rahmettir. Tüm bu bilinen yada bilinmeyen alemlerin yaratılma sebebi, diğer bir değişle Efendisi Cenab-ı Peygamber Efendimiz in insanlığa sunduğu "din" tamamen güzel ahlak şiarı üzredir. Öyle ki, Ebu Cehil e bile tek bir kötülüğü bırakın, kinli bile bakmamıştır. Eğer Din-i İslam ın bekasına bir tehdit olmasaydı, Efendimiz ne savaş yapardı, ne de insanların ölmesine izin verirdi. O'nun gözünde, tüm görünen canlar, O nun canıdır... Gayrimüslim olsalar bile. İslam da şeriat (pisliklerden arınma), tamamen nefsin temizlenip, arınıp, Cenab-ı Hakka layık bir hale gelmesi üzerinedir. "Güzel Ahlak" tanımlaması da tamda bunun içindir. Ancak, nefsin aşamalarında yani "nefs-i emvare" hallerinde, öğrenebilmesi, eğilebilmesi ve cenab-ı hakka tabi olması için elbette uygulaması gereken kurallar da var. Bu kurallar tıpkı bir çocuğun üniversite okuyabilmesi için anaokulundan diğer sınıflara kadar belli bir disiplin içinde çalışıp; tüm okullardan mezun olması gibidir. Mezuniyetin sonunda alınacak ödül; diğerlerini yetiştirecek ve örnek olacak öğretiler olabilmektedir... Aksini düşünmek, yani birşeylerin karşılığında birşeylerle uğraşmak; açıkça şirktir... 2.sözüm; Türk ler hakkında: Başka bir yerde kısmen bahsettiğim Türk Kült ü; 16.000 yıl önce doğmuştur. Kadim ilimlerden biri olan şaman ilmi (dini değil), toplumsal ve bireysel yaşam kuralları üzerine kurulmuştur. Tüm ritüeller, toplumun huzuru ve ferahı içindir. Türk Kült ünün doğuşu, 600 şaman rahibinden 1 tanesinin sunduğu ilimlerle ortaya çıkmıştır... Bu rahibin ismi bugünkü manada Türk tür.... Basit çe; aman dileyene el kaldırma, adil paylaş, klan yada boya sahip çık, birlikte avlan, savaştan kaçma, toplumun her bireyine sahip çık, kadınları koru ve gözet, ailene değer ver... şeklinde devam eder gider. Cenab-ı Peygamber Efendimiz in; ilim anlamında varisleri, kendisinden sonra Veysel Karani Hz. ile Hz.Ali Efendimiz dir. Efendimiz dışında, Veysel Karani ile Ali Efendimizi mercek altına aldığımızda; aslında toplumsal öğretilerinin aynı olduğunu görürsünüz. Allah birdir... Bu dünya var olduğundan beri binlerce peygamber göndermiştir. İnsanlara verdiği yol haritalarını insanlar bozmuştur. Bu nedenle, Şamanizmin aslında da, budistliğin aslında da, yada akılınıza gelen her dinin aslında da İslam ı görmeniz mümkündür. Ama gerçeklerinde! Yoksa bugün ki gibi, Hz.İsa Efendimiz in elinden tek bir harf yazıt kalmadığı halde uydurulmuş incili HAK görmek yanlış olur! Kısaca anlatmak istedim. Eğer bu profilden bakarak analiz edersek; Türklerin zaten İslam ahlakı üzerine yaşadığını ve tanır tanımaz İslamı kabül ettiğini görürüz.. Zira, İslam, Türklerle tanıştıktan sonra, ilim-bilim ve kültür anlamında atağa geçmiş; diğer din yada ırkta olan insanlarca anlışılabilmiştir... saygılarımla
  9. DoğrucuDavut un, aşiretler ve feodal yapı ile alakalı yazısını okursanız; bu sistemin altından kaçabilenlere, diğer kalanların "Türk" dediğini; ve sistemin içinde yer alan bireyin, istesede istemesede yaşadığı sürece pekakaya yardım ve yataklık (dolaylıda olsa) ettiğini göreceksiniz... kürtçe resmi olarak bir dil değildir, kült olarak tanınmıştır... Tıpkı Uşak bölge ağzı gibi.. * * * Sürekli karşılıklı soru yerien, yazılanlarda gördüğünüz yanlış/hata üzerine alıntılayıp; bu doğru değildir demenizi beklerdim. Aksi halde bu yazılanları doğru kabül etmiş olmuyormusunuz?
  10. Yazı için teşekkürler DoğrucuDavut... Bazı arkadaşlar hop oturup hop kalktılar! "Her kürt pekakalıdır" dedik diye... Eh işte, kast-ı kelamımız neye işaretmiş açıkça yazmışsın, (taşısanda) emeğine sağlık, tekrar teşekkürler.... * * * DKP sini (Demokratik Kuşdili Partisi) kurmadan önce tavsiyem şudur, biriniz avrupayı arşınlasın. Ayrılıkçı düşüncenizi paylaşın. Onlar sizi ABFONU adı altında bi güzel fonlarlar... Bu sayede gönüllü bulamazsanızda, parayla, olmadı dayak zoruyla epeyce bir yandaş bulursunuz... Eh işte ses duyurmak içinde biray eylem yapmak şarttır... Hele hele "kedi severler" derneğine yapılacak olan saldırı kesin kez ses getirecektir... Sonrada bir elinizde para, diğer elinizde zopa, "seçin uleyn bizi" dersiniz, dediğiniz gibin doğruca meclise! Sonra?... Yav salla kuşdilini milini, oturmuşsun yerine, yap ithalatı-ihracatı, ver ihaleyi, süpür parsayı... değilmi?
  11. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Peşpeşe gelen tutuklama dalgaları ile gündem değiştirme çırpınışları bile kar etmedi... Bu davadan kaçış yok! Ama dava açılır ve kendi elleri ile aklarsa; üzerine de Almanya mahkum ederse, seyreyle komediyi ozaman!
  12. Gittiğimiz yer, 14 masum yavrunun, tüm istismarlara karşı, "şampanya içerken ölmediya" söylemleri arasında BOŞU BOŞUNA ölmesine gidiyoruz... Tıpkı, hızlandırılmış(!) tren vakaasında olduğu gibi... Tıpkı kene için pantolon ve paça icadımız gibi... Nereyemi gidiyoruz! Elalem fezayla uğraşırken, biz BEZ TÜCCARLARINA hizmete gidiyoruz...
  13. Görünmez savaş gemisi denize iniyor Türk Deniz Kuvvetleri'nin yerli yapım görünmez gemisi bu hafta denize iniyor. Yerli üretim sayesinde yapılan tasarrufun boyutları da yüksek. İŞTE 'GÖRÜNMEZ GEMİ'NİN FOTOĞRAFLARI Yerli imkanlarla üretilen ilk milli savaş gemisi Heybeliada gelecek hafta denize inecek. Toplam 260 milyon dolara mal olması beklenen gemiyi Türkiye yurt dışından hazır satın almaya kalksa en az 500 milyon dolar ödeyecekti. Türkiye bu gemilerden toplam 12 tane üretecek ve 5 gemi bedavaya gelmiş olacak. Proje çizimine 2004 yılında başlanan, ilk kaynağı 2007 yılında yapılan Heybeliada F 511 Korvetinin dizaynı Türk uzmanları tarafından yapıldığı için türünün ilk örneği oldu. Gövde inşaası tamamlanan Heybeliada Korveti 2011 yılında Deniz Kuvvetlerine teslim edilecek. Kara bombardırmanı yapacak, su üstü, su altı, hava savunma sistemleriyle donatılacak gemi terörist saldırılara yanıt verecek özelliklere sahip olacak. Malzemenin yüzde sekseni yerli Gemide kullanılan malzemenin yüzde sekseni yerli üreticilerden elde edildi. Yerli ürün toplam maliyetin yüzde 63'ünü oluşturuyor. Deniz Kuvvetlerinin yerli sektöre verdiği katkı sayesinde bu ürünlerin yurt dışı piyasalara açılması da desteklenmiş oluyor. Önce denize inecek, motor sonra takılacak Prezeve Deniz Zaferinin yıldönümünde törenle denize indirilecek olan Heybeliada'nın motor, yönlendirme, elektronik aksam, savunma sistemleri gibi unsurları zaman içinde parça parça takılacak. Geminin denize motorsuz indirilmesi hakkında eleştiriler olsa da Milgem Proje Ofisi Müdürü Yüksek Mühendis Kıdemli Albay Ahmet Çakır bunun bir önlem olduğunu belirtiyor. Bu sayede geminin denize indirilmesi sırasında motor dairesi ve şaftta meydana gelebilecek hasarların önüne geçilmiş oluyor. Denize indirilen gemi kısa zaman sonra kuru havuza alınacak ve motoru takılacak. Türk Tipi görünmez gemi 2 bin ton ağırlığa, 99 metre uzunluğa sahip olan geminin düşman radarlarında görülmemesi için fiziksel pek çok önlem alındı. Gemi bu sayede ya düşman radarlarına görülmeyecek ya da 50 metre boyunda bir hücumbot gibi görünecek. Düşman gemi böylece hazırlıksız yakalanacak. Öncelik vurulmamak Geminin savaş durumunda uzun sure mücadele edebilmesi için öncelik vurulmamaya verildi. Bu amaçla elektromanyetik ve kızılötesi iz salınımı kısıtlandı. Geminin su içinde hareket ederken yaydığı motorun hareket ve suyun yarılma sesi en az seviyeye indirildi. Gemiye uzun hareket menzili ve yüksek sürat yeteneği sağlandı. Hedef olunması halinde ise geminin dümeninin her türlü patlamaya dayanıklı olmasına, kaptan köşkünün balistik koruma altına alınmasına, motorların ve kritik sistemlerin yedekli olmasına dikkat edildi. Dünyada ikinci Türkiye'de ilk Dünyada sadece Alman F 124 Fırkateyninde kullanılan 'Cross Connection' güç aktarımı sistemi Heybeliada'da da uygulanacak. Bu sayede gemide gücü üreten bir gaz, iki dizel tribünü birbiri ile uyum içinde çalışacak. Gemi hem uzun menzilli hem de kolay hızlanır olacak. Motorların bakım maliyeti de benzerlerinden düşük olacak. Kapı kolu özel tasarlandı Geminin radar izdüşümünün bir hücumbotunki kadar düşük olması için en önemsiz görünen detaylar bile ele alındı. Bu nedenle geminin dış kapı kolları dahi yeniden tasarlandı. Kapı mandalının yüzeyde neden olduğu şekil bozukluğu kaportanın altına gizlendi. Gemi hücrelere ayrıldı Tamamıyla yerli tasarım olan kaportanın sahip olduğu özellikler gizli tutuluyor. Kaporta patlama, yangın gibi durumlarda sızdırmazlık özelliğini hep koruyacak. Bu sayede hem 100 kişilik gemi personeli zarar görmeyecek hem de bir yerde yangın çıkarsa bu başka bir Alana taşınmayacak. Bu sisteme hücre sistemi adı veriliyor ve başarısı kaportanın içinde gizli tutuluyor. Camlar Trakya Cam'dan Kaptan Köşkünde bulunan camlar Trakya Cam'a özel olarak ürettirildi. Camların radar dalgalarına gemi kaportası gibi cevap vermesini sağlayan bu camlar kaptan köşkündeki elektromanyetik dalgaların dışarıya çıkmasına izin vermeyecek. Camlar gemi denize indirildikten sonra takılacak. Özgür EKŞİ –ANKARA HÜRRİYET
  14. SimalyildiziNet

    ABD'den Dünya'ya

    Bu süreç Türkiye için fırsata dönüşecek evet dönüşecek! Tıpkı 2000 krizinde olduğu gibi. 20 bin liraya aldığın evi 7 binliraya müşteri bulamamak gibi... Kimin için fırsat olacak? Cebinde parası olan için! Yandaş için! Yoldaş için! Yabancı için! Ama Türkiye için değil... Altınını üç pul tenekeye satmak zorunda kalanlar için değil... Benim şahsi düşüncem, neredeyse birey başına kredi kartı borcu maaşının 10 mislinden aşağı olmayan, açlık sınırının 1000 dolar civarında seyrettiği bir ülkede zaten likidite yokluğu çekilmiyormu? Tüm temel ihtiyaç maddeleri %300 lere varan zam yemişken; ve gelirimizdeki artış %7.5 larda seyrederken, bu milletin krizi nasıl aşacağının reçetesini vermek, öğüt vermekten daha iyi olmazmıydı?.... Mesela garanti bankası çıkıp, "kredi kartı borçlarınızı dondurduk, 3 yıl tek kuruş ödemeyeceksiniz, kriz geliyor, cebinizde para olsun" diyebilirdi....dermiydi?
  15. Abi dur Allah Aşkına filmi geri sarma; zaten konu "kürtçe" değil... Konu daha başka birşey! Yani arada kürtçe filan sadece argüman... Aman diyim dur abi!
  16. Konu eskimiş biraz ama linkten linke gezerken yukarıdaki yazılana suskun kalmak beni rahatsız ederdi! Etti de zaten * * * Volkan Gazetesi 31 Mart irtica olayında da Derviş Vahdeti'nin ve Melanzade Rıfat'ların iplerini elinde tutan gerçek güç emperyalizmdir. Aynı gazetenin Yazarlarından Saidi Nursi. 15 Aralık 1908 tarihli Volkan, İngilizlerin adem-i merkeziyetçiliği sayesinde Kıbrıs'ın "küçük bir İsviçre" haline geldiğini ileri sürmektedirler. Oysa ki Kıbrıs İngiltere hükümetinin Osmanlı'dan alacaklarına akrşılık rehin aldığı fakat ilk bahaneyle el koyduğu veişgal ettiği, nüfusunun da Yarıya yakınının Türk olduğu bir topraktır. İngilizlerin burayı tek kurşun bile sıkmadan dalavereyle ele geçirmesini ve sömürge kurmasını Volkan gazetesi alkışlamaktadır. 8 Nisan 1909 tarihli Volkan: "İngiliz Hükümetinden, kuvvetli, mütefennin, her surette müterakki, hami-i insaniyet bir hükümetin mevcudiyetini hala mutasavver mir?" diyerek bugünkü Amerikan dalkavukluğuna andırır biçimde İngiltere'nin her yönden propagandasını yapmaktadır. İşta 31 Mart olayının başkahramanı Derviş Vahdeti dahi, günümüz Amerikan şeriatçılarına benzer biçimde koyu bir İngliz İngiliz şeriatçısıdır. 31 Mart yobazları önlerine çıkan ilerici subayları şehit ettikleri halde hristiyan kafirlere karşı davranışlarında son derece "centilmen"dirler. Yobazlara 31 Mart günü yollarda rastladıkları hristiyanlara korkmamaları için teminat vermişler, yabancı elçiliklerin kapılarına da nöbetçiler dikmişlerdir. İsyandan sonra hükümet 31 Mart olayında ünlü "Intelligence Service"e mensup İngiltere elçiliği baştercümanı Fitz Maurice ile onun ihzmetindeki yerli işbirlikçilerin marifetlerini saptamışlar ama bu konuyu kurcalamaktan kaçınmışlardır. Peki Kıbrıs olayları , isyan sonrası ne olmuştur ? Sultan Abdulhamit Saidi -Nursi nin Ingiliz Kraliyet ailesinin gizli müslüman olduklarını öne süren yazılarını görür. Onu sürgün yerine inananlarına ibret olsun diye tımarhane ye attırır. Ama nafile. Saidi Nursi bu sefer de 1950 lerde çıkacaktır. İsrail kurulurken , İslam ordular ve mücahitleri bu işgale direnmektedir. Bu olaylar özellikle Müslümanlara karşı katliamlar Türk Müslüman toplumunda derin bir infial uyandırmaktadır. Fakat ne hikmet IRAK ta Naksi BENDİ BARZANİ liderliğinde bir isyan çıkar. Bizde Saidi Nursi altında ABD arabasi ile köy köy dolaşarak şu sözleri sarf eder. Emidag Lahikası ; "Amerika gibi, din lehindeki ciddi çalışan muazzam bir devleti, kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslamiyetle olabilir... Biz bütün Nurcular ve Kur'an Hizmetkarları onlara hem haber veriyoruz, hem İslamiyet'e hizmette muaffakiyetlerine dua ediyoruz " Said-i Nursi 'E.L. 2:177-s.104' * * * Bu yazı ile Cumhuriyet ve Bağımsızlık ruhuna ne denli hizmet verildiği az da olsa anlaşılmıştır sanırım! Ama dileyene 40 merkep yükü belgeyle daha çooook cevaplarda verebilirim... Saygılarımla
  17. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Aslında üzülünmesi gereken konu, birilerinin fenerle yatıp fenerle kalkması değildir.. Yada birilerinin kozu ele aldık diye sevinmesine kızmakta değildir... Hadi dürüst olalım. Yıllarca olup biten ve tamı tamına 40 MİLYAR DOLAR ı bulan gurbetçi sömürüsüde hakmı yani?... Denir Feneri 1 kişinin hayallerini gerçekleştirdiği bir yer olabilir. Hatta O bir kişi evine ekmeğini bu çalışma sayesinde de yapmış olabilir... Ama tüm MÜSLÜMANların ve müslüman geçinenlerin; 10 alınanın 1 ini ihtiyacı olana verip, 9 unu cepe atmaları hakmıdır? Yada bunun tam tersi bile olsa, bu zihniyeti savunmak hakmıdır... Birilerinin tefe koyması sizi üzmesin arkadaşım; BİZ NEDEN GERÇEKETEN DÜRÜST İŞLER YAPMIYORUZ, MÜSLÜMANA BU YAKIŞIYORMU? üzsün!!! Saygılarımla
  18. Bu konuda yazacaklarım var ama bugün fazla ders çalıştım, yorgunum, istirahate çekilmem gerek... Ama , Türkler hakkında da, Efendimiz hakkında yanlış bilgileriniz var... Anlatacağım elbette! Sevgiler
  19. Ümmetçiliğin şiarı, herşeyini dindaşı ile paylaşmaktır... Aykırı soru : Onca "yeşil" parayı bizimle ne zaman paylaşacaklar? Biz aynı ümmetten değilmiyiz? olmasakta "dinler arası diyalog" damı yetmez?
  20. DİĞERLERİNİN TAHLİYESİ İÇİN HAYATİ TEHLİKE GEÇİRMELERİNİ Mİ BEKLEYECEKLER? Eruygur'a tahliye kararı 21 Eylül 2008 A.A İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklu bulunduğu Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde düşerek beyin kanaması geçirdiği için hastane ortamında tutulan Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un tahliyesine karar verdi. “Ergenekon” soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcılığı, nöbetçi İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak, halen Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'nde tedavi altında bulunan emekli Orgeneral Eruygur'un, sağlık sorunları nedeniyle tahliyesini istedi. Talebi değerlendiren mahkeme, emekli Orgeneral Eruygur'un tahliyesini kararlaştırdı. “Ergenekon” soruşturması kapsamında 6 Temmuz 2008 tarihinde tutuklanarak Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'ne konulan Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı emekli orgeneral Orgeneral Şener Eruygur, 17 Eylül'de hipertansiyon nedeniyle koğuşunda düşerek beyin kanaması geçirdiği için KOÜ Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'ne kaldırılmıştı.
  21. Sayın Gökyüzü; Aziz Nesin hayran olduğum yazarlardan biridir!(Seyis Atı, gülmekten öldüğüm bir hikayedir).. Yaşar Kemal için, kaleminin marifeti anlamında "Ulu Çınar" deyimi kullanılır... Bizler bu insanların, toplum olarak, yapılan hataların, dayatmaların ve 1900 yıllarından 2000 li yıllara evrilişimizi açıkça öğrendik... Bazı şeyleri ortaya koyarken, objektif olmak zorunluluğumuz var. İlle de biri birimizin işine gelen açıklamalar yapılmasını beklemek çok yanlış. Zaten bu durumda asla orta nokta bulunmaz, bulunamaz! Hadiselere, olaylara, daima temel bazda "insan olmak" şiarında baktığımızda, kazanan HEPİMİZ oluruz. Bizler 40 yıl, 50 yıl önceki hükümet siyasetinin verdiği sonuçlara baş kaldırıyoruz... Nedir bunlar? İktidara gelmenin en kolay yolu, belli bir zümre, cemaat yada aşiretleri etrafında toplamaktır... değil mi? Bugün yaşanan doğu gerçeğinin perde arkası da işte bu yatmaktadır. Ama aynı durum, Anadolu nun her yerinde de geçerlidir! Öncelikle, şikayet edilen konuların tamamının Türkiye gerçeği olduğundan hem fikir olmamız gerekli. Türkiye televizyonla 1970 ler de tanıştı. 1985 lere kadar da tek kanal yayın izledi. 1980 lere kadar da bu yayın akşam 17 ile gece 24 saatleri arasındaydı… Sonra çoklu kanal sistemi başladı. 3-5-10 derken, irili ufaklı yüzlerce tv kanalımız oldu. Ve 1995 ler de tüm dünya ile birlikte internetle tanıştık… Şuan, yüzlerce km uzaklıktaki insanlar, online mektuplaşıp bikirlerini her yere ulaştırma imkanına sahibiz… Geçirdiğimiz evreleri, tüm millet olarak hep birlikte yaşadık/yaşıyoruz. Birçok yazarımız, bir çok insanımız yaşadığı sıkıntıları kaleme aldı. Bunlarla ilgili zaman içinde ülke yönetiminde yeni yasalar çıkartıldı/çıkartılıyor. Ama tüm bunlar yapılırken, kanunlar konurken, bir vatandaşı diğer bir vatandaştan ayırt etmeden, tüm milletin menfaatine yapılması asıl temel alınması gereken şeydir… * * * Hala, OHAL bölgesinde, üstelikte sivil halkı katledenlere karşı, uygulanan dikta rejiminden şikayet etmek ve o dönemim baskılarını gündeme getirmek ne kadar gerçekçi. 1974 sonrasında kurulan apocular çetesi, dikkat edin sadece sivil halka zülüm veriyordu. Bu çetenin kuruluş nedeni, çok daha büyük bir oyunun ilk adımlarıydı. Hedef GAP bölgesinin boşaltılması, arazilerin üç kuruş paraya talan edilmesiydi. 1978 den sonra bu çeteyi bazı dış güçler keşfetti. Bir dönem Ermeniler, Rumlar, Yunanlılar, Türkiye düşmanlıkları için bu çeteyi kullandı. Para ve itibar kazanan çete, hayatiyetinin devamı için yaşayacağı yer açması gerekiyordu. Artık ağaların verdiği işler (cinayetler) onu kesmemeye başladı. Daha büyük platformlarda boy göstermesi gerekiyordu. Bunun için sürekli o bölge halkına baskı kurdu… Burayı lütfen dikkatli okuyun! Bir bölgede, kanunsuz işleri rahat rahat yapmanın en kolay yolu, o bölgede terör estirmekten geçer. Halk, ortada olan illegal şeyleri konuşmaz, şikayet edemez. Can ve mal güvenliği tehdidinde bunu yapmak intihar demektir. İşte pekaka bu düşünce ile o bölgede 14 yıl boyunca halkın canına okudu. Bir yanda terörle mücadele eden güvenlik güçleri, diğer yanda, kendilerinin tüm soy sop ağacını bilen, her an ailelerini, sülalelerini, köylerini ortadan kaldırabilecek teröristler…. Üstelik işin başka tehlikeli bir boyutu daha var! 1980 doğumlu vatandaşlar, 10 yaşlarına geldiklerinde, pekakanın emir ve görüşleri doğrultusunda bir ideoloji ile donanmış oluyorlar. Bugün, meydanlarda teröristi meşru kılanlar, geçmişte kendi canlarından, kanlarında, insanlarından katliamlar yapmış bu teröristin ne olduğunu bilmeden, onun dikte ettiği ideoloji ile yetişmişlerdir… Sanki pekaka kürt hakları uğruna çarpışan bir örgütmüş gibi öğretilmiştir….. O bölgede, aklı başında, 30 yaş üstü insanlar tüm bu gelişmelerde bir köşeye çekilip susmuşlardır/susturulmuşlardır. Zira asıl gerçeği sadece o dönemleri görmüş insanlar bilir. Ki şu ortamda bu insanların gençlere yanlış yolda olduklarını anlatmaları intihar etmeleri demektir. Arkadaşlarımız yazılarında halka yapılan zulümden bahsetmişler… kendi pisliğini yedirdiler, dövdüler falan filan! Okuyanda o bölgedeki her kese sürekli bu tip insanlık dışı şeyler yapıldı zanneder ki zaten bu propagandanın da asıl amacı, başa çıkamadıkları güvenlik güçlerini ve devleti suçlu çıkarmaktır… Teröre yardım ve yataklık yapan, üstelik bunca can kaybına rağmen güvenlik güçlerine karşı duran herkes, şu yada bu şekilde ölen insanlarının kan diyetini ödemek zorundadır… Ne yani teröristi sorgularken, iltifat mı edilecek? Tunceli/Ovacık/Pülümür bölgesi… Yıl 1994… Mezra adını yazmayacağım. Vatandaş diyor ki “söyleyemem, gelir bizi kurşuna dizerler”… Evindeki namuslarına tecavüz edildiği halde can korkusuna söyliyemiyor… Ama inansa, güvense, söylese, en çok 12 saat içinde o bölgedeki teröristler yok edilecek… Ama kimseye güvenmiyor… Dahası, sözde dini lider geçinenler Türk Askeri ni "şeytan" ilan ediyor... Konuşan cehennemliktir diyor.. Bizatihi yaşadığım şeyler bunlar!!! Tüm bu alttan ve üstten gelen baskılardan sonra; kısa yoldan suçu devlete atıp ayaklanmak.... İşte gelinen nokta bu! Oysa Hak mı? . Takkelerimizi önümüze koyup düşünelim… Trafikte araçların camlarını silen ve para kazanan çocuklar var. Eğer camları sildirmesek ve para vermesek ne olur? Zaman içinde böyle bir kapıdan gelir olmayacağını anlayıp, bu sektörden uzak kalırlar. Oysa şimdi, “silme kardeşim istemiyorum” diyorsun, utanmadan, yüzsüzce “silsem de silmesem de nasılsa para vereceksin” diyorlar. Yakında neredeyse trafik ışıklarının haracını kesecekler…. İşte olaylar bu şekilde başladı. Önce uğraşmamak için ne isteniyorsa verildi. Susuldu. Karışılmadı. Meydan boş olunca daha ileri ve daha ileri gidilerek, artık istense de yok edilemez bir güce ulaşıldı. Şimdi, o bölge insanı, elbette onların istediği düdüğü öttürmek zorundalar. Aksi halde bir dönem olduğu gibi insanları öldürmeye tekrar başlarlar… Hele birde meclitse vekilleri olan aşiret reisleri varsa, değme gitsin! Siz bir vekile “hayır” diyen devlet memurunun başına gelenleri biliyormusunuz? Ben DTP den bahsetmiyorum. 1980 den beri başa geçen hükümetlerin vekillerinden bahsediyorum… Hatta açıkça pekaka ya “şöyle şöyle yap” diye talimat verenlerden bahsediyorum. Onca insan kıyımı kürtleri yok etmek için yapılmadı; hizaya sokmak, devlet düşmanı yapmak, kendi isteklerinin haklarıymış gibi konuşmalarını sağlamak için yapılmıştır. Terörle mücadele ederken bile bu feodal sistem kendine fayda çıkarmıştır. Güya korucular vermiş ama o korucular da pekaka nın yapamadığı işlerde güvenlik kuvvetlerinin gölgesinde bir çok pislikler yapmıştır. Yakalananlar cezalandırılmıştır. Ama neye yarar. Bir kere her olan kötü olay, halkın gözünde devlete karşı eksi puan olarak yazılmıştır…. Terörsiti yakalamak için yapılan sorgular bile güya devlet tarafından Kürtlere yapılan zulüm gibi gösterilmiştir… Ne yazık! Buna inanların olması bile çok acı!!! * * * Anadolu nun bir çok yerinde kendini güçlü kılan bazı guruplar, kafalarına göre çiftçinin tarladaki mahsülünü kaldırıyordu. Malını çalıyordu. Hayvanlarını elinden alıyordu. Ortaya çıkan suçun şikayet edilmesi bile büyük cezalar ortaya koyuyordu. Biz aynı şeyleri yaşamadık mı sanıyorsunuz? Köye mera olarak verilen araziyi ekip biçmeye kalkışan büyük ailelerle başımız belaya girmedi mi sanıyorsunuz? Kafa tutanın ertesi gece ya ahırı yandı, ya samanı yandı, ya da evi yandı…Yada kurşunlandılar!.. Ama inatla, ısrarla, can pahasına karşı durmanın bedelini şimdi rahat ederek alıyoruz. Artık o aileden eser kalmadı. Devletle millet kolkola girdiğinde başlarındaki her belayı savacaklardır… Savmıştır da… * * * Malum gurup pekaka bunca olup bitenden sonra, artık yeni bir strateji geliştirmiştir. İdeolojisini silah zoruyla kabül ettirdiği halkın üzerinde egemen bir devlet olabilmesi için, bu halkın güya insanı yada legal yollarla devletten koparılması gerekmektedir. Bunun için formül hazırdır. Hatta bu formülü düşünemeyecek kafada olduklarından AB deki ağabeyleri duruma el atmışlardır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, bir gece köyü basılan, beşikteki bebeğe kadar katledilen insanlar için geçerli değildir. Zira onlar devletle birlik olup teröre hayır demiştir. Arazileri ağalar tarafından talan edilenlerinde böyle bir hakkı yoktur. Büyük şehirlerde pekakaya para ödemeyenlerinde böyle bir hakkı yoktur!! Bu hak ancak ve ancak pekakanın ideolojisinde olanlara tanınmalıdır…. Öylemi? Ortaya konan oyunun 1.adımı yani halkı sindirme operasyonu ve 2.adımı ideolojilerinin empoze edilmesi evreleri tamamlanmıştır… Bu işte hükümetlerin büyük parmağı vardır. Bazı vekilleri IRKÇILIK adına bazı vekiller sadece ağababalarının rantı adına bu işlere çanak tutmuşlardır… Her yeni kurulan siyasi parti evvela bu insanlara yanaşmıştır. Biliyorsunuz, Doğu Perinçek gazeteci olarak pekaka inine gitmişti. Yani halkın bildiği tek isim buydu. Oysa daha başka kimler gitmedi kimler? Bu isimleri, formun selahiyeti adına yazmıyorum. Bu isimlerden dolayı formu kapatma cezasına tabi tutabilirler. Zira hala siyasi hayat içinde dokunulmaz zırhında olanlar var. Ki hala DTP den bahsetmiyorum. Sıra 3.adıma geldi… O bölge insanının zaten feodalizmden dolayı bir söz hakkı yoktur! Hala hangi sandıktan kime kaç oy çıkacağı bile çok net bilinmektedir. Seçme veya seçilme özgürlüğü diye bir şey görmek mümkün değildir. Hani şuan “mahalle baskısı” denilen kavram varsa; hah, o bölgede “aşiret baskısı” vardır… Amaç, yine o bölgede hakim olmak isteyen güçlerin, yine güya o bölge halkının haklarını korumak adına, kendilerini T.C. Kanunlarının herkese eşit olan yaklaşımından sıyrılıp; kendi ÖZERK yönetimleri altında, yine kendilerini koruyan, yine halkı sömüren kanunlarla yönetme çabalarıdır… Siz bugünlerden daha iyi günlere kavuşacağınızı mı sanıyorsunuz? Bugüne kadar olup biten bu feodal baskılar, daha kötü günlere koşulduğunu göstermiyor mu? Bölge isnat mahkemesine harcanan paraya kaç okul, kaç hastane, yada bölge kalkınmasını sağlayacak fabrika yapılırdı biliyormusunuz? Neden sosyal faydalı şeyler değilde mahkeme binası?? iyi düşünün... Oynanan oyunu kendiniz görün! Deniyor ki, okullarda Kürtçe eğitim olsun, Kürtçe üniveriteler okunsun! Buradan mezun olan insanlar nerede çalışacaklar? Kurulması hayal edilen kürdistanda mı? Bana şunu söyleyin! Doğu insanından hangisi kalkıpta, biz şeker fabrşkası isteriz, çimento fabrikası isteriz, demir-çelik fabrikası isteriz, otomobil fabrikası isteriz diyor? Neden tüm bu cahilliğin kaynağı olan ekonomik zorlukların altından kalkılacak talepler yok? Zira onlara bu konuları dile getirmek yasaklanmıştır!!! Diyarbakır belediye başkanı olduğunu iddia eden ama Diyarbakır dan çok avrupada yaşayan zat-ı muhterem, o bölgenin kaynaklarının gelirirnin orada kalmasını istiyormuş. Ne için? Halka dağıtmak içinmi? Bugüne kadar Diyarbakır da yaşayan insanlar için ne yapmış? O bölge insanının ekmeğini çıkaracağı fabrikaları kurmak için hangi işadamının kapısını çalmış? Varsa yoksa avrupada naralar atıyor “burada kürtler katlediliyor neden uyuyorsunuz, gelinnnn”…. Talepleri, tıpkı bugün Barzani-Talabani çiftinin ABD den aldığı memur maaşlarının büyük bölümünü cebe atmak içindir… Bunun altını kalınca çiziyorum… Terör, eğer bölge halkını kurtarmak için yapılıyor olsaydı, bugüne kadar DTP li vekillerde dahil, pekaka da dahil, feodalizmin tüm argümanları, o bölgelerde halkın faydalanacağı şeyler yaparlardı ve derlerdi ki “bakın devlet size bakmıyor, biz bakıyoruz”… Varmı böyle bir şey? Hala, okuldan hastaneye her şey kimin verdiği hizmet; devletmizin! E be kardeşim hala gözünüze baka baka yalan söyleyen bu RANTİYEcilerin peşinden gitmek, göz göre göre kendiniz ateşe atmak değimlidir? 4. adım da ise, bir kürt devleti kurmak var… Halkına tek kuruş gelir sağlayacak imkan veremeyen, halkını batıya sürgün eden, sömüren bir zihniyetin devlet olma talepleri çok çok komik geliyor… Arkadaşlarımdan biriside diyor ki “kürtler burada Türklerden daha eskidenvardı”… Cehalet yani!! Anadolu da Türk izleri 4.000 yıl öncesine kadar gidiyor… Ve Türk denen şeyin ırk olmadığını hala anlayamadınız mı? 16.000 yıl önce, 600 şaman rahibinin birinin ismi Türk tü… Ve onun insanlık adına verdiği öğretilere Türk ismi verildi… Ve bu inanç/kültür tabiyetinde olanlara da Türk dendi…. Saygılarımla
  22. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Asıl dokunulmazlıkları bir kaldırsınlar, bak düşen bombalara!!! Onların tüm kirli işlerini kapatan bu zırh; aynı zamanda onları halka masum göstermekte... Hadi avrupa kriterine evet diyelim ve kaldıralım dokunulmazlıkları! VARSA CESARET
  23. Yani el insaf be kardeşim... Bu kadar da gözümüze baka baka bazı şeyleri görmezden gelip, kendi düşüncenizi ön plana çıkarmanız hakıslıktır.. El insaf!! Bırak yerel yönetimi falan tüm Türkiye nin devlet idaresinin her basamağında, ırk ayrımı yapılmadan herkez görev yapmıyormu? Pes arkadaş pes... Kürtçe konuşmak yasak diyosunuz... O yüzdenmi tüm kürtler kürtçe bilmediği için okullarda yabancı dil olmasını istiyorsunuz? Bence siz anlamak istemeyin anlamıyorsunuz! Şöyle ki, eğer, gelecek nesiller kürtçeden bi haber yetişiyor olsa ve burada dil ve kültür asimilasyonu tehlikesi oluşsa bu dediğinize katılır, evet okullarda ek bir ders olarak öğretilsin derim... Bunu diğer diller içinde aynen düşünürüm. Mesela Tatarca yı konuşmasını da dinlemesini çok severim... Ama tüm Tatarlar tıpkı diğer kültürler gibi okul çağına gelinceye kadar zaten çocuklarına ana dillerini ve kültürlerini öğretmektedir.. Ki doğrusuda budur! Haz duyulan da budur. Birlikte yaşatmaktır....Tıpkı kürtler gibi?.. Hala anlamadıysanız kasıt arayacağım haberiniz olsun
  24. Bu ülkenin insanı olduğunuzu iddia ediyorsunuz ama bu ülkenin insanı değilmiş gibi davranıyorsunuz! Neden? Kürtçe konuşmak yasak diyosunuz... O yüzdenmi tüm kürtler kürtçe bilmediği için okullarda yabancı dil olmasını istiyorsunuz? Yoksa; tıpkı türban oyununda olduğu gibi, türbanı kabül ettirirsek arkasından devrimide yaparız benzeri bir düşüncedemisiniz*
  25. Yılmaz ÖZDİL Kalabalık içinde yalnız bir adam... "Yaşlı bu, dizleri ağrıyor, günah" diyerek, 1 trilyon lirayı buhar ettiği mahkeme kararıyla tescillendiği için hapse mahkûm olan Erbakan’ı, önce "romatizma olur, yaşı da var, günah" diyerek, Altınoluk’taki havuzlu tripleks yazlığına göndereceksin, sonra "yaşlı zaten, cumaya gidemediği için morali bozuk, günah" diyerek, Cumhurbaşkanı marifetiyle affedeceksin; buna mukabil, 67 yaşındaki Şener Eruygur’u sabahın kör karanlığında polis baskınıyla pijama terlik gözaltına alıp, tansiyon hastası olduğu için sorgusunda bayılıp hastaneye kaldırıldığı halde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmayıp, içeri tıkacaksın, henüz iddianamesi bile olmadığı halde yandaş medyanın manşetlerinde hunharca linç edeceksin, hırsızlar dolandırıcılar hainler pişmiş kelle gibi sırıtarak aramızda dolaşırken, her namuslu onurlu insan gibi, içine ata ata, kendini yiye yiye, kendine zarar verecek, beyin kanaması geçirecek, koma halinde hastaneye kaldırılacak, ölümle yaşam arasında çizgi o kadar yakın ki, GATA’ya bile götüremeyeceksin... Ve, gık çıkarmayacaksın. * Birine öyle. Birine böyle. * Belki izlemişsinizdir... Beyin tomografisi çekildi. Paravanla getirdiler. Kameralarla arasına perde çektiler. Niye biliyor musunuz? Görmeyelim de... Utancımız katlanmasın diye. * Hadise hepimizin ülkesinde yaşandığına göre... Sadece yandaş medya değil; siyasiler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, polis, asker, laik olduğunu iddia eden, Atatürkçü ama mütedeyyin olduğunu iddia eden vatandaşlar, hepimiz, hiç yüzünü çevirme başka tarafa, bu ayıpla yaşayacağız bundan sonra.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.