Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SimalyildiziNet

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    462
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SimalyildiziNet tarafından postalanan herşey

  1. Vakit'ten müthiş senaryo!.. Vakit yazarı Abdurrahman Dilipak, Eruygur'un tahliyesi ile ilgili akılalmaz bir senaryo yazdı VAKİT YAZARI KENDİNİ AŞTI Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, inanılmaz bir kompla teorisi yazdı. Dilipak’a göre, Ergenekon sanığı emekli paşa Şener Eruygur, Ergenekoncular tarafından hastanelik edildi! Yine Dilipak’ın iddiasına göre, Eruygur, çok şey bildiği için ortadan kaldırılmak istendi. Böylelikle Eruygur’un ölümünün ardından pek çok suç onun üzerine yıkılacak ve dosya kapatılacak. Dilipak'a göre Eruygur belki de öldü. Eruygur'u öldürenler cenaze törenini de düzenleyecek. Katiller laik oldukları için, arkasından Fatiha bile okumayacaklar!.. İşte Dilipak’ın inanılmaz iddiaları: Şener Eruygur’un beyninde kanama ve boynunun 3 yerinde kırık varmış. Eruygur'un sağ yanağında da çarpma sırasında yırtık meydana gelmiş. Adam komada. -Yok canım oraya bir başkasını getirmişlerdir, bu arada Eruygur pırrr.. Sen sağ ben selamet.. Yarın öldü diye öteki adamı gömerler, bu iş biter. Geçmişte de oldu bu işler. Bir eroin kaçakçısı Gümüşsuyu’nda bir otelden atlayıp intihar ediyor. Savcı geliyor tesbit yapıyor, intihar ettiğine karar veriliyor. Ailesi gelip morgda tesbit yapıyor. Cenaze ailesine mühürlü, çinko bir tabutla teslim ediliyor.. Ailesi cenazeyi alıp memleketine götürüp gömüyor. Bir süre sonra savcıya bir ihbar. İntihar etti denen adam İspanya’da. Araştırıyorlar, adam başka bir kimlikle yaşıyor.. Savcı gidip cesedin gömüldüğü mezarlıktaki mezarı açtırıyor. Tabut boş! Peki o adam yaşıyorsa ölen kim? Ceset nerede? O kişiyi kim öldürdü? Eruygur’un ayağı kayıp düşünce nasıl kafatası hasar görüyor, yetmedi boynunu 3 yerinden kırıyor ve sağ yanağını parçalıyor. Birileri içeri girip, bu çok şey bilen önemli sanığı, tanıklık etmesinden korktukları için ortadan kaldırmış olamaz mı? Böylece birçok işin emrini veren kişi olarak suçlanabilir ve öldüğü için de dosya kapatılabilir.. Yani Ergenekon sanığı, Ergenekon’un kurbanı olabilir mi? Herhalde olay raporu yayınlanacaktır. Ne zaman, nereden, nasıl düşmüş.. Bizim tarihimiz bir sürü cinayetle doludur. 1.70’lik adamı, 1,5 metrelik yerde asılarak intihar ettirirler. Sultan Abdülaziz biliyorsunuz; iki bileğini birden keserek “intihar” etti!? Zaten daha şimdiden bir yandan öldü haberleri geliyor, bir yandan da “Yok, hâlâ komada” deniyor.. Bu adamlar için cinayet işlemek çok sıradan bir şey.. Şimdi içeridekilerin can güvenliğini sağlamak gerek. Düne kadar devrim yapmak için kolları sıvayan şehir şehir dolaşan bir adam, nasıl oluyor da merdivenden düşüp kafasını, boynunu kırıyor? Bir arkadaş, her şeyde bir komplo arayan basının Eruygur konusunda sessiz kalmasının da bir komplo olduğu düşüncesinde.. Hani sokak kapkaççılarını bile MOBESE ile yakalıyoruz, şu kadar tutuklu, gardiyan ve muhtemelen güvenlik kamerası ile izlenen daracık bir yerde bu işin nasıl olduğunun herhalde mantıklı bir izahı olacaktır. Kuşkusuz bunların hiçbiri doğru olmayabilir.. Ama açıklanan gerçek inandırıcı gelmeyince halk bu komploları üretiyor.. Bu senaryolar artık sokakta konuşuluyor.. Göreceksiniz, biraz zaman geçsin daha ne senaryolar üretilecek.. Yani, Eruygur ölmüş de olabilir, yaşıyor da olabilir.. En azından artık tutuklu bulunduğu yerde değil. Sonunda sağlık sebebi ile tahliyesine de karar verildi. Yani en azından artık tutuklu değil.. Eğer gerçekten infaz edildi ise, büyük ihtimalle en çok ağlayan ve görkemli bir cenaze töreni için en çok koşturanlar arasında bu işi tezgahlayanlar da olacaktır. Belki de ailesi sessiz bir defin yapacaktır. Herhalde bu aşamadan sonra top arabası ile taşınacak hali yok. Sonunda “Nasıl bilirsiniz” diye önümüze getirip koyacaklar.. Laikler için ayrı bir mezar, ayrı bir cami yok ki! ADD’lilerin birçoğunun, Eruygur’un arkasından Fatiha okuyacaklarını da sanmıyorum, olsa olsa alkışlarla uğurlarlar! Okkır’dan sonra Eruygur, bu arada İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever’den sonra şimdi de Hurşit Tolon’un tahliyesi gündemde.. İlsever “hasta” çıktı, şimdi sapasağlam, “dava” uğruna koşuyor.. Biliyorsunuz, YARSAV Başkanı da hasta! Bu hastalıklar dikkat çekici. Tolon’un rahatsızlığı belli: Kalp! Hapishaneye girerken kalbi turp gibiydi, ama şimdi hasta raporu ile serbest bırakılması gündemde.. Oysa daha düne kadar durum şöyleydi: “Mevcut Koroner Anjiyografik ve Ventrikülografik bulgular değerlendirildiğinde sonucun birkaç önemsiz plak dışında normal olduğu izlenmiştir. Mevcut haliyle koroner arter hastalığı bulguları için asprin dışında herhangi bir ilaç kullanılmasına gerek yoktur. Sonuçlar tamamen normale yakın olup, günlük ağır efor dahil her türlü faaliyeti yapabilir.”
  2. SimalyildiziNet

    ABD'den Dünya'ya

    Olmak ya da Olmamak Mehmet Bedri Gültekin "Sistemin çöküşü" Başlık bana ait değil. Amerika'da 630 milyar dolarlık Lehman Brothers iflasını istedikten ve Merill-Liynch 50 milyar Dolara, Bank of America tarafından satın alındıktan sonra, basınımızdaki Amerikancı yayın organlarından bazıları olayı bu şekilde değerlendirdiler. Amerikan Merkez Bankasının eski başkanlarından Alan Greenspan'a göre yaşananlar, "yüzyılın en büyük krizi"dir. Gerçekten de artık orta yerde sistemin sahiplerinin bile inkâr edemediği bir gerçek duruyor. Kriz bütün şiddetiyle yaşanıyor. 1980'lerden sonra yeniden kutsallık mevkiine yerleştirilen, Adam Simith'in piyasaları düzene sokacak olan o meşhur "görünmez eli"ne düzülen methiyeler artık duyulmuyor. Özel sektörün burunlarından kıl aldırmayan en büyükleri bile, şimdi devletin müdahalesini bekliyorlar. Ama konumuz bu değil. Yaşanan krizin nedenleri üzerinde durmak istiyoruz: KÖPÜK EKONOMİSİ Tüm dünyada yaratılan toplam hasıla, yıllık 40 trilyon Dolara yaklaşıyor. Ama dünya ekonomisinin; verilen krediler, borsada işlem gören hisse senetleri, defalarca el değiştirerek her seferinde yeni bir değer yarattığı varsayılan kağıtlarla toplam olarak, bir katrilyonluk bir hacme ulaşıldığı tahmin ediliyor. Ortaya çıkan görünüm şudur: Yüz trilyonlarca değerli kâğıt ortalıkta dolaşıyor; alınıyor, satılıyor ama gerçek yaşamda bu kâğıtların karşılığı yok! Bol keseden yaratılan kredi olanaklarıyla şişirilen ekonomiyi sayısal olarak ifade edecek olursak; 1990 yılında krediler toplam hasılanın ancak yüzde 27'si kadar iken, 2006'da bu oran yüzde 772'sine fırlamıştı. Şişirilen kredilerle yaratılan köpüğün sadece bir kısmını, hatta küçük bir kısmını oluşturdu. Menkul Kıymetler Borsaları aracılığı ile yaratılan sanal değerler de gerçek ekonominin dışında, onunla ilgisi olmayan bir hayalet ekonomi yarattı. Gerçek piyasaların yanı sıra bir de "türev piyasalar" var. Dünyanın dört bir yanında yaratılan gerçek değerlerin emperyalist metropollere aktarılmasının bir aracı olarak işlev gördüğü müddetçe bu "sanal ekonomi" yürüdü. GERÇEK DEĞERE YAKLAŞMA Lehman Brothers'ın hisselerinde son on ay içinde yaşanan değer kaybı çok çarpıcıdır. Bu tablo; "sanal ekonomi"den kastettiğimizin ne olduğunu ortaya koyuyor. 14 Kasım 2007 tarihinde şirketin hisseleri 67 Dolardan alınıp satılmış. Bu değer Şubat başında 66 Dolara, 14 Martta 38 Dolara, 11 Temmuz'da 28 Dolara ve iflasını istediği 15 Eylül'de de 20 Cent'e düşmüş. Elbette, çıkmaza giren bir şirketin hisselerinin gerçek değerin altına düşmesi gerçeği de var burada. Ama bunun yanı sıra geçmişteki değerin, gerçek değer olmadığı, yaratılan sanal ekonominin bir parçası olarak değerinin çok çok üzerine çıktığı da bu gelişmelerle birlikte açığa çıkıyor. Sadece Lehman Brothers değil değer kaybeden. Veya başka bir deyişle gerçek yaşamdaki varlığının ifadesi olan fiyatlara yaklaşan. Merrill-Liynch son aylar içinde yüzde 62.2, AIG (American Internatıonal Group) ise yüzde 79,2 değer kaybetmiş. Köpük delindi. Sanal değerlerin buhar olup uçması, dalga dalga sistemin içinde yer alan bütün şirketlere yayılması kaçınılmazdır. Kriz sadece ABD ile sınırlı kalmayacaktır. Bütün kapitalist dünya kaçınılmaz olarak krizden payına düşeni alacaktır. Tıpkı 1929 Büyük Krizi'nde olduğu gibi. Ancak sistemin dışında olan ve kendi bağımsız mekanizmalarına sahip olan ekonomiler yaşanan bu fırtınadan kurtulabilirler. GERİYE DÖNÜŞ Yaşanan kriz, ülkeleri ve insanları sanal ekonomiden gerçek ekonomiye geri getirmektedir. Gelişmeleri değerlendiren ETX Capital adlı Amerikan finans kuruluşunun tespiti son derece gerçekçidir: "Görünen o ki, insanlar paralarını emtia piyasalarına, altına ve gümüşe geri yatırıyor." Peki, son zamanlarda teklese de yaklaşık otuz yıldır işlemekte olan sistem niçin çöktü? ÖLÜME ÇARE YOK Bugüne kadar bu değerli kâğıtlar, esas olarak Amerikan Doları cinsindendi veya Dolara bağlı olarak yaratılıyordu. Amerika'nın, dünya sisteminin hegemonik gücü olarak borusunun öttüğü arkada kalan dönemde bu durum, çok büyük bir sorun olmadan bugüne kadar geldi. Ama artık dengeler değişti. Amerika'nın tek kutuplu Dünya rüyası, Irak çöllerine ve Afganistan dağlarına gömüldü. Hala durumu kavramayanların aklını ise, Gürcistan'da ABD'ye atılan tokat başlarına getirdi. Bu gelişmeler birdenbire olmadı. Amerika'nın dünya ekonomisi içindeki payı yarım yüzyıldır azalıyordu. Uluslar arası rezerv para olarak doların payı 1970'lerde yüzde 80'lere varmıştı. O zamandan bu yana bu oran da düşüyor Ama bütün bunlara karşın ABD'nin devasa askeri gücü, en büyük rakibi Sovyetler Birliği'nin 1990'larla birlikte devreden çıkması; bu ülkenin en azından 2000'li yıllara kadar tartışmasız hegemonyasını sürdürebilmesini sağladı. Büyük Ortadoğu Projesi, Afganistan ve Irak saldırıları, ABD'nin; kaçınılmaz çöküşünü durdurmak için giriştiği hamlelerdi. Ama ölüme çare daha bulunmadı. ABD'nin çırpınışları da kaçınılmaz sonunu daha da yakınlaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmedi.
  3. Sermaye Piyasası Kurulu'nun incelemeye aldığı 76 İslami holdingin çoğunun 'tabela şirketi' olduğu belirlendi. SPK, 40'ın üzerinde şirketin kâğıt üzerinde kaldığını saptadı Yimpaş olayı ile yeniden gündeme gelen izinsiz halka arz konusunda ağır yaptırımlar öngören Sermaye Piyasası Kanunu'nda değişiklik teklifi yılan hikâyesine döndü. Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) incelemeye aldığı İslami holdinglerin 40'tan fazlasının 'tabela şirketi' olduğu ortaya çıktı. Kurul, kâğıt üzerinde kalan şirketleri ayıkladıktan sonra hazırlayacağı yasa teklifini Başbakanlık'a gönderecek. Devlet Bakanı Abdüllatif Şener'in, "SPK, Yimpaş'ın mallarını bilmiyor" açıklamasının ardından, SPK'nın incelemeye aldığı İslami holdinglerin çoğunun mali durumları ve topladıkları paraları nerelerde kullandıklarına dair belge bulunamadığı ortaya çıktı. Meclis Araştırma Komisyonu'nun İslami Holding raporunda, yurtdışında yaşayan Türklerden para toplayan şirket sahiplerinin "nitelikli dolandırıcılık" ilişkilerine girdikleri vurgulanmıştı. Meclis Genel Kurulu'nda Aralık 2005'te onaylanan raporda, izinsiz halka arz faaliyetinde bulunan şirketler ve sahipleri hakkında ceza davalarının etkinliğinin sağlanması istendi. Bu kapsamda SPK yasasının yeniden yapılandırılması öngörülürken, hazırlanacak olan tasarıyla başta Yimpaş olmak üzere 76 holdingin mal varlıklarına el konulmasının önü açılacak. 'Hükümet ağırdan alıyor' Meclis Araştırma Komisyonu üyesi CHP'li Bihlun Tamaylıgil, SPK Yasası'nın yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirterek, "Bu holdinglere kim ne kadar para yatırmış, ne kadar hisseleri var tespit edilmeli. Ancak hükümet bu konuyu ağırdan alıyor. Çözüm getirecek bir yaklaşım ortaya koymuyor" dedi. Tamaylıgil, bu holdinglerin birçoğunun "tabela şirketi" olduğunu belirterek, "Komisyon görüşmeleri sırasında bu şirketlere çağrıda bulunduk. Davet mektuplarımız geri geldi. Bunlar hakkında suç duyuruları var. Yimpaş'la sınırlı bir olay değil. Seçim yılına girilen bir süreçte bunun üzerine gidileceğini sanmıyorum" diye konuştu. Para yatıranlar umudunu kesti Almanya'da yapılan araştırmaya göre, burada yaşayan Türkler yeşil sermayeli şirketleri "güvenilirlik, ülke özlemi ve maddi getiri"den dolayı tercih etti. Ancak Merkez Bankası'ndaki süper döviz hesabına bir dönem uygulanan yüzde 11-12 faiz yerine döviz bazında yüzde 20-25 kâr garantisi veren şirketlere yatırım yapanların yüzde 90'ı paralarından umudunu kesti.
  4. İslami Holding Mağdurları Yargıya Başvuracak Avrupa’da yaşıyan onbinlerce Türk, geçen yıllarda Jet-Pa, Kombasan, Yimpaş, Endüstri, İtifak, Avantaj.... gibi onlarca sözde holding tarafından dolandırıldı. Yüksek kar vaadiyle Islami holdinglere bazı tahminlere göre 40 milyar Euro kaptıran holdingzedeler haklarını alabilmek ve sorumlularının cezalandırılmasını sağlayabilmek için organize oluyorlar. Bu amaçla kurulan Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği’nin çatısı altında Berlin’de bir araya gelen mağdurlar, kolektif dava açmayı planlıyor. İslam’da yasak olan faiz yerine kar ortaklığı vaad eden ve Avrupa’daki ‘Milli Görüş’ organizasyonuna bağlı camilerde muhafazakar ve dinci kesimden özellikle 90lı yılların sonunda büyük miktarda para toplayan sözde holdingler 2001 ekonomik krizinden sonra zarar göstermeye başladılar yada battılar. Sermaye olarak verdikleri tutarı geri almaları sözkonusu bile olamayan vatandaşlarda onlarla birlikte battı. Yıllarca çalışarak elde ettikleri tasarruflarını, birikimlerini kaptıran mağdurlar uzun bir süre 'kol kırılır yen içinde kalır' mantığı ile Islami holdinglerle ilgili durumlarını gizlediler, yada tek tek kişisel davalar açtılar. Ancak bu davalardan bir sonuç alınamadı. Zira bankaya yatırır gibi Islami holdinglere para yatıranlar, bir gün geldiğinde bu paralarını çekemiyeceklerini bilmiyordu. Ama imza attıkları ortaklık senetleri işte buna göre hazırlanmıştı. Onlar için son bir umut, AKP ve başbakan Erdoğan’dı, ancak Erdoğan son Berlin ziyaretinde mağdurlara ‘yatırırken bana mı sordunuz’ dedi, AKP’li diğer yetkililerin mesajı da aynıydı 'Paranızın üstüne bir bardak soğuk su için!' Holdingzedeler şimdi olayı Avrupa kamuoyuna taşınarak, uluslararası bazda haklarını aramaya ve kaptırdıkları paraya kavuşmaya çalışıyorlar. Kişisel bazda açılan davaların Türkiye’de bir sonuç getirmemesi, kolektif dava seçeneğini gündeme sokuyor. Buna göre mağdurlar, grup halinde önce Türkiye’de ardından da yaşadıkları ülkelerde ve sonuçta Avrupa Mahkemelerinde hak mücadelesi verecekler. Onbinlerce, yüzbinlerce Euro’yu kaybeden mağdurların çoğu şimdi işşizlik parası yada sosyal yardımla yaşam savaşı veriyor. En büyük umutları Avrupa kamuoyunun baskısı sonucu Türkiye’de hükümetin tavrını değiştirerek meselelerine sahip çıkması ve en azından sorumluların cezalandırmasına yeşil ışık yakması.
  5. Haaa, geldik mi şimdi, 20-30 yıl önceki eğitim sistemimizde "öğretmen" kıymeti, hak, hukuk, milletini sevmek, devletini sevmek, vatan hizmeti gibi kavramların var olduğuna; günümüzde ise "hangi cemaate tabisin?" noktasında geldiğimize.... Altta yiyen kim? Dönün bakın; hademelermi yiyor, müstahtemlermi yiyor, evrak taşıyan polislermi yiyor? Sokakları temizleyen çöpçülermi yiyor? Gerçek olan bir şey var! Birinin suçuna göz yummak yada birini bir sepepten kollamakta aslında "yiyicilik"tir değilmi? Mecliste halktan insanları olması gerektiğini konuşuyoruz! Allah aşkına, hiç zengin olmayan birinin meclise girdiğini gördünüzmü? Yüksek tahsilli insanların varlığından konuşuyoruz, ama geri çekilip bakıyorsunuz, sadece belli bir ailenin yada aşiretin okumuşunun mecliste olduğu gün ortaya çıkıyor... yada avrupa menşeili sol görüşlü liboşların meydanları doldurduğu görülüyor... Kim ne anlar marangoz Mustafa Amcanın derdini, kim ne anlar dökümcü Ahmet in derdini? Toplum, kendini, istikbalde mahfedecek ne kadar argüman, şovmen, dendiği gibi türübüne oynayan varsa; onun peşinde koşmaya mecbur hissediyor... Oysa hiç "aykırı" sesi dinlemiyor! Eline seçeceği adamın "cibilliyeti"ni almıyor... sadece vitrine bakıyor! Tarihi geçmiş yada defolu malları almak için!
  6. Hah işte o zaman seyreyle cümbüşü, bakalım bu "demokrasi" çığırtkanlarının elinde "darbeli" matkap nasıl duruyor; göreceğiz!
  7. Size bir kitap tavsiye edeceğim... Ciddiye alırsanız elbette! Bu kitapta ırkçılığı değil, insanların nasıl kullanıldığını ve hangi amaç için uğraştıklarını göreceksiniz! "İsrailin Beka a stratejisi ve kürtler"...
  8. Atsız ın ne olduğunu biliyorum... Ama bu yazısında hata aramak gerek! Kaldı ki "ırk"çılık kadar adi bir şey olamaz... Şu ana kadar beni tanımış olmanız gerekti! Buradaki yazı gelecek dünya siyaseti hakkında bir ipucu niteliğindedir. Peki bu yazıdakiler tek tek sahneye konmuyormu?
  9. Yazdıklarının tümünün altına imza atarım! Sen de Ali arkadaşta doğru söylüyor ama benim kastım daha başka... Türkiye gerçeğinde yaşayan biri olarak yazıyorum bunları. Üniversitede millet cafelerde fink atarken, uç kuruş elime para geçsin, harcımı, pulumu ödeyeyim, kitaplarımı alayım, yurt taksidimi vereyim diye, fakültenin yemekhanesindeki bulaşıklar ile sınıf arasında geçti öğrenim yıllarım.... * * * Derdim şu! Bizler, vatandaş olarak, sosyal devlet olacak ne yapıyoruz? Düşünün! Son 40 yıldır meclise oturttuğumuz insanları düşünün... Kaç tanesi hukukçu? Kaç tanesinin üniversite doktorası var? Gerçekten vekil maaşıyla geçinen kaç kişi var? Ve partiler vaadini atın klozetinize ve sifonu çekin, kaç tanesi verdiği sözlerden bir tanesini bile adam gibi yaptı? Desem ki, beni vekil seçin, namusum üzerine yemin ederim sadece halk için çalışacağım; tek bir yolsuzluğum olursa herkezin gözü önünde kafama sıkacağım! Kaç kişi bana oy verir? Ya çıksam, dinden, imandan, partilerin yolsuzluklarından bahsetsem; trilyonlarca para harcayıp meydanlarda boy göstersem, kaç kişi oy verir? Devlet, hükümetler ve onların siyasetiyle işler.... Ve biz, adam olmak için, önce adam olmuş insanları meclise göndermeliyiz... Aksi halde devleti suçlayıp bir köşeye çekilmek çok ucuz bir siyaset olur... Devletin suçu yok! Milletin suçu var! Zira, bu sistemi YAPAN millettir.. Saygılarımla
  10. BAĞIMSIZ KÜRT DEVLETİ PROPAGANDASI Atsız; aşağıda okuyacağınız makaleyi yazdığında yıl 1967 idi. Düşmanın son 40 yıl içerisinde nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından ibretlik bir vesikadır. Atsız’ın, -bu makaleyi yazdığı için- ömrünün son 1 yılını hapiste geçirmiş olduğu da hatırlanırsa, Türkçülük düşmanlığının son dönemde artırılmasını da daha iyi anlayabiliriz. TTK Farsların gayet geri ve iptidaî bir kolu olup İran, Türkiye ve Irak’ta yayılmış bulunan Kürtleri bir devlet ve millet durumuna getirmek yolundaki istekler epey eskidir... Bütün iptidaî topluluklarda olduğu gibi Kürtlerde de yabancı devletlerin kışkırtmasıyla başlayan bu hareket Kürt çoğunluğu arasında değil, onların zengin ağa sınıfı ile okumuşları arasında itibar görmüştür. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’tan faydalanacak unsur bunlardır. Kurulacak Kürdistan’da idareci ve yüksek sınıf olacaktır. Birinci Cihan Savaşı sonunda ortaya çıkan “Kürt Teâli Cemiyeti”, Osmanlı Devletinin kendisinden sayarak yüksek makamlara getirdiği Kürtler tarafından kurulmuştu. Dergileri yayınlanıyordu. Mütareke yıllarında Kadıköy Sultanisi’nde okurken Arapça ve Siyer-i Nebî hocamız olan Mihri Efendi, Kürt milliyetçisi olduğu için bize Türklük ve Türkçülük aleyhinde propaganda yapar, Kürt dergileri dağıtırdı. Bir gün: “Sakın Türk’üm demeyin. Öteki unsurları gücendirirsiniz. Osmanlıyım diyin” diye öğüt vermişti. Dağıttığı dergilerin birinde Kürtlerin Asurlular neslinden geldiği yazılıydı. Kürtleri öven bir manzumede de “sularla dağların kibr-i gururundan doğan Kürtler” diye bir mısra vardı. Tabiî bütün bunlar köksüz, iptidaî bir cemaat olmanın verdiği zavallılıktan doğuyordu. Zencilerin, kendilerini eski Mısır medeniyetini yaratan insanların torunları diye görmek istemeleri gibi Kürtler de Asurluların soyundan geldiklerini iddia ederek biraz itibar kazanmaya çalışıyorlardı. Fertlerdeki aşağılık kompleksinin bir takım atıp tutmalara sebep olması gibi bunlar da sularla dağların kibrinden ve gururundan doğduklarını hayal ediyorlardı. Millî zaferden sonra bütün vatan hainleriyle birlikte Kürtçüler de sinmiş, Mihri Efendi de sakalını kazıtarak avukatlığa başlamıştı. Atatürk’ü öven bir yazısını hatırlıyorum. Bugün Kürtçülük safsatası yine hortlamıştır. Yalnız Millî Güvenlik Kurulu’nun değil, herkesin bildiği gibi Türkiye’de bağımsız Kürdistan kurmak isteyen bir güruh vardır. Bunlardan bir takımı Milli birlik Hükümeti zamanında tutuklanmış, sonra delil yetersizliğinden ve aflardan faydalanarak salıverilmiştir. İçlerinden bir tanesi senatör seçilmiş, fakat Amerika’ya kaçarak kürtçülük yapmaya başlamıştır. Kürtçüler, açıkça kürtçülük yapamayacakları için davalarını “Türkiye’nin doğusu davası” haline öne sürmekte ve Türkiye’nin doğusunun da “Türk” olduğunu unutmuş gözükmektedirler. Şimdilik yaptıkları başlıca iş, bir Türk davasının mevcut olduğu hakkındaki yayınlarıdır. Bu yayınla doğunun Kürt ülkesi ve Kürtlerin de mühim bir millet olduğu umumi efkâra kabul ettirmek istemektedir. İstanbul’un mühim gazetelerinden olan Yeni Gazete’nin 1967 Mart sayılarında “Barzani’nin Karargahında” başlığı ile çıkan bir tefrika bu bakımdan dikkate değer. Tefrikayı yazan, Doğan Kılıç Şıhhasananlı adında Alevi bir Kürt’tür. Uzun yıllar Amerika’da kalarak yetiştirildikten sonra Türkiye’ye dönmüş ve kürtçülük yapmaya başlamıştır. Özel konuşmalarında bu propagandaya tanık olanlardan biri Ötüken Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek, biri de Ankara’da Kimyager İsmail Hakkı Gökhun’dur. Doğan Kılıç Şıhhasananlı, son defa Elbistan’daki bir saz şairleri toplantısını kürtçülük ve Alevilik toplantısı haline getirdiği için tutuklanmış olan kişidir. Yeni Gazete’de 8-29 Mart 1967 tarihleri arasında da devam eden tefrika, Barzani’yi ve hareketini anlatmaktan ziyade kürtlük ve kürtçülük yapmak gayesiyle kaleme alınmıştır. Çünkü bu tefrikada “Mareşal (!) Mustafa Barzani” bir devlet başkanı olarak tanıtılmaktadır. Bu devletin valileri, kumandanları, milli emniyet teşkilatı, mahkemeleri, okulları, kanunları ve her şeyi vardır. Hareket tamamiyle milli bir harekettir ve Hırıstiyan Kürtler de bu hareketin içindedir. Barzani’nin yanındaki Kürtler’den bazıları Türkiye Kürtleridir. Tefrika bittikten sonra şu hükme varılabilir ki bunu okuyan Türkiyeli bir Kürt, bu masallara biraz inandığı takdirde kendi devletine hizmet için Barzani’nin yanına gitmek arzusu pekala duyabilir. Doğan Kılıç, kürtçülük düşüncesine kendini o kadar kaptırmıştır ki 8 Mart tarihli tefrikaya kendisinin, iki Kürt muhafızla birlikte çekilmiş bir resmini koymaktan nefsini alamamıştır. Bu resimde Doğan Kılıç da Kürt kılığında ve elinde tomson olduğu halde gözükmektedir. Zaten Barzani gibi komünist ülkesinde yetiştirilerek komünist usulü çetecilik yapan bir adamın dağlardaki karargâhına kadar giderek onunla konuşabilmesinin kerâmeti herhalde Doğan Kılıç’ın şahsiyetinin Barzani’ye güven vermesidir. Bu tefrika her bakımdan bir kürtçülük propagandasıdır demiştik. Delilleri şunlardır: Barzani, Mao-çe-tung kadar büyük bir gerillâcıdır. (8 Mart tefrikası) İran, Irak ve Türkiye’nin bazı parçaları Kürdistan’dır. Mesela Barzani, İran Kürdistanı’nda Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurmuştur... (8 Mart tefrikası). Irak Kürdistanı’nda soyadı yoktur. (17 Mart tefrikası). Türkiye’de Türkmen sülâleleri Kürdistan’ı işgal etmişlerdir (11 Mart tefrikası). Barzani’nin eşkiyalarından İsa Suvar “Zaho kahramanı” (11 Mart tefrikası, İsa Bey “kuzey kolordu kumandanı” (19 Mart tefrikası), Ahmet Salih “Kerkük valisi” (25 Mart tefrikası), Sıddık Emin “Gıleha bölgesi ikinci merkez kumandanı”dır (25 Mart tefrikası). Görülüyor ki, Barzani eşkiyalarının hiçbir zaman yaklaşmadığı bir Türk şehrine Kürt vali(!) tayin etmek gönüllerinde yatan arslanı göstermektedir. Kuzey Kolordusu kumandanı, Milli Emniyeti, mahkemesi olduktan sonra neden Kerkük valisi olmasın? Barzani'nin belki Hakkari, Van, Diyarbakır valileri ve merkez komutanları da vardır ama Doğan Kılıç nezaketinden dolayı onlardan bahsetmemiştir. Ayrıca, yalnız güneylerdeki Irak kuvvetleriyle çarpışan bu Kürtlerin bir de kuzey kolorduları bulunması, kuzeylerdeki Türklere karşı niyet ve maksatlarını açığa vurması bakımından ilgi çekicidir. Bundan başka, sırf Irak ordusunun beceriksizliği yüzünden dağlarda tutunmayı başaran bir eşkıya reisini milli kahraman diye tanıtarak Kürtçülük propagandası yapmak Türkiye’deki Kürtçülüğü körüklemek olacağı için hükümet bunun üzerine eğilmelidir. Çünkü gaye ve karakter bakımından 1967’nin Molla Mustafa Barzani’si ile 1925’in Silvanlı Şeyh Said’i arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bağımsız Kürdistan davası peşindendirler. Şeyh Said’i İngilizler kışkırtmıştı. Molla Barzani’yi de Ruslar kışkırtıyor. Kürt bağımsızlığı, perdenin göstermelik tarafıdır. Perdenin arkasında yabancı devletlerin çıkarı vardır ve Kürtler maşadan başka bir şey değildir. Farzı muhal bağımsız olsalar bile Türk’e ihanet edip de ayrılan Araplar’ın başına gelenlerin daha korkuncu Kürtlerin başına gelecektir. Kürtlere göre çok kalabalık, medeni ve mazisi olan Arapların durum Kürtlerin gözünü açmalıdır. Araplar, Yahudilere yenilseler de ortadan kalkmazlar. İptidaî, mazisiz ve azlık Kürtler ise yarın medeni ve teşkilatı Ermenilerin karşısında yok olup giderler . Doğan Kılıç Şıhhasananlı, Amerika’da kaldığı süre içinde herhalde modern propaganda usullerini iyi öğrenmiş olmalıdır. Çok fakir bir malzemeye dayanmasaydı daha çok başarı sağlayacağı muhakkaktı. 9 Mart 1967 tarihli tefrikada silahlı, güzel bir kız resmi var. Çekik gözleri, çıkık elmacıklarıyla bu kız Orta Asya Türk’ü olduğu derhal anlaşılan bu kız resminin altındaki açıklamalardan Margaret adında Hırıstiyan bir Kürt olduğunu ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterdiğini, adının cihana yayıldığını öğreniyoruz. Hepsi iyi ama bu kızın Kürt olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler yine kimse bu kızın Kürt olduğuna inanmaz. Çünkü o tipik bir Özbek veya Kırgızdır. Böyle Kürt, hele böyle güzel Kürt olmaz. İstanbul’daki on binlerce Kürt vatandaşımızı göre göre Kürtler hakkında görgüye dayanan bir kanaatımız olduğu için Margaret’in Kürt olduğuna inanmakta mazuruz. Olsa olsa Moskoflar tarafından Barzani’ye sekreter diye verilen bir ajan kontrolcu olabilir. Bizim burada Doğan Kılıç’tan öğrendiğimiz en mühim bir husus Şafiî, Şiî ve Hıristiyan Kürtlerin birlikte çalışıp mücadele ettikleridir. Bunu bizim yobazlara ithaf ediyorum. Şamanî, Musevî ve Hıristiyan Türkler şöyle dursun, Şiî Türkleri bile reddeden bu kaba softaların nasıl bir gaflet, cehalet ve hamakat içinde bulundukları bir kere daha ortaya çıkmış oluyor. Şıhhasananlı’nın tefrikası savcılık tarafından ele alınmalıdır. Türkiyeli Kürtlerden bazılarının Barzani’nin yanına gitmesi herhalde şöylece geçiştirilecek bir olay değildir. Barzani’nin elindeki silahların nereden sağlandığı meselesi de ayrı bir konudur. Irak ordusundan alınmıştır diye kestirip atmak büyük bir kavrayışsızlık olur. Son yıllarda Almanya’dan kaçak olarak sokulan silahların Irak sınırına kadar gittiği hakkında bir takım söylentiler duyuldu ve bazı kaçakçılar gazetelere geçti. Bunların üzerinde durulmuyor mu, bilmiyoruz. Duruyorsa yalnız durulmakla mı kalınıyor, yoksa tedbirleri de alınıyor mu? 27 Mayıs 1960’tan sonraki aşırı hürriyetlerin ve idarî gevşekliklerin, Türkiye’yi her hareketin yapılabileceği bir ülke haline soktuğu yolundaki kanaati değiştirmeli. Basın hürriyeti milletin manevîyatını çökertmeye kadar varacak mıdır? Bunların üzerine dikkatle eğilmeli. İmkansız ise Meclis ve Senato harekete geçmelidir. Çünkü hürriyet için hürriyet olmaz. Hürriyet, milletin saadeti içindir. Milleti batırmaya yarayacak bir hürriyet, korunma çaresi olmayan âsumâni bir beladan başka bir şey değildir..
  11. BİR NUMARA ÖRGÜTÜ 6 HÜCREDEN YÖNETİYOR Flaş - İşte Ergenekon'un ŞEMASI Ergenekon terör örgütünün, mahkemeye sunulan şemasını SABAH ele geçirdi. İşte o şema.... "Bir numara" deşifre edilemedi. "Gizli" ve "Sivil" yapılanmalar arası köprü ise Veli Küçük ve Muzaffer Tekin oldu.. Ergenekon Terör Örgütü'nün savcı tarafından hazırlanan şemasını SABAH ele geçirdi. Şemada örgütün bir numarası deşifre edilemedi. Ancak örgütün "Ergenekon Gizli Yapılanması" ve sivil kanadı oluşturan "Lobi" isimli 2 ayrı yapılanmadan oluştuğu ortaya çıkartıldı. Biri deşifre edilebilen 6 gizli birimin yer aldığı örgütün, 5 suikast timi de tek tek deşifre edildi. Gizli ve sivil yapılanmalar arasında ise "Köprü" olarak isimlendirilen Veli Küçük ile Muzaffer Tekin'in yaptığı belirlendi. Soruşturma tamamlanıp eksikleri giderildikten sonra şema tekrar düzenlenecek. İşte, binlerce sayfa belgenin incelenmesi sonucu oluşturulan ve yargılamanın yapılacağı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulan şemanın detayları: BİNBAŞI EMEK DİREKT BİR NUMARA'YA BAĞLI * Örgütün tepesinde kimliği deşifre edilemeyen "bir numara" bulunuyor. Aynı sırada bir numaraya bağlı olarak çalışan Emekli Binbaşı Fikret Emek yer alıyor. Eskişehir'deki evinde 11 milo plastik paklayıcı çıkan Emek şemada "kontrol daire başkanı" olarak geçiyor. Emek'in liderle "aynı" sırada yer alması konumunun "çok özel" olduğunu ortaya koyuyor. Bir numaraya ise iki ayrı yapılanma bağlı: "Ergenekon Gizli Yapılanması" Kaynak: Mefkure diye bir yerdeki demokrat...
  12. Eğer olaylara bu mantıkla yaklaşırsak, zaten suçların oluşma nedenini de, sonucunda da, daha çok suçun oluşacağını keşfetmiş oluruz. Devlet her "hergeleye" bir polis dikecek değil ya? Evvela insan olmak varken; insan olmaya çalışmayıp hala devleti suçlu çıkarmak, bir anlamda bu hırsızlara yardım ve yataklık etmek değilmidir?
  13. Cehennemi görmeyen cennete giremez... Bu millet tüm iç pisliklerinden sıyrılmadan, temizlenmeden, ak ve kara ayrılmadan; asla bir yere varamaz. Hatta ülke içinde iç çatışmaların bile hemen çıkmasından yanayım. Bu sayede Türkiye çok çok daha erken refaha ulaşacaktır... Zira bu pisliklern üstünü örttükçe ortadan kaldırmış olmuyoruz, onların daha iyi gelişmesi için imkan yaratmış oluyoruz!!!
  14. Sayın Gökyüzü; Alıntılamış olduğunuz bu yazı, bilimsel ispatlar, global dünyanın gerçeği ve ulus-devlet modellemesindeki hataları kapsasa da eksiktir. Yön ve bilinç aktarmaktan çok, belli bir noktada kilitlenmiş bir yaşam sağlayıp, tek yolun ayrılıkçılıktan geçtiğine işaret etmektedir... Ki objektir bir anlatım değildir! Hangi ülke yada ırk içinde olursa olsun, "milli burjuvazi" oluşmadığı sürece, o ülke mutlaka içinde bulunan ve dış destekli "satılmış burjuvazi" nin yönetiminde olacaktır. Bizler, bugün, Sabancıları, Koçları, Uzanları "dıi güdümlü burjuvazi" görmekteyken; aynı şekilde feodal sistem argümanları da aslında satılmış burjuvazinin bilimsel tanımı yapılmamış şeklidir.... Örnek, kürt burjuvazisinin yaşadğı yer batıdır, yatırımları da batıdadır! Bilinen asıl Türkiye gerçeği (Rahmetli Kemal Sunal filmleri net örnektir); toprak reformunun geciktirilmesi ve bunun sonucunda da "para"nın birikimi yada hükmedilmesi azınlıkta kalan kapitalist burjuvazisinin eline geçmesidir... Ne 1950 lerde İsmet İnönü, ne de 1960 larda Menderes hükümeti; bu sorunu çok iyi bildiği halde asla dile getirmemişlerdir. Bugün, 1980 başröl oyuncularının hala federasyondan bahsetmesi ama ısrarla "toprak reformu" yapmamasındaki asıl neden, ne kürt halkını düşünmektir, ne de başka birşey; sadece ve sadece ağababalarının top yekün sömüreceği geniş arazi taleğlerini dile getirmeleridir.. Bahsedilen "çözüm" argümanlarında, demokratik denilen ama asla demokratik olmayan talepler, yine çözümsüzlük getirecektir. Ki çözüm isteyen kürtlerin aslında çözümsülük talep ettiklerinin en açık örneğide budur. Toprak reformu neler sağlayacaktır? En başta, birey olarak, taşra insanlarının ana mesleği olan tarım işini birilerine kul-köle olmadan yapmasını sağlayacaktır. Bu, aynı zamanda insanlarının toprak köklerine daha çok sarılmalarını, dolayısıylede çalışan-kazanan bir gurubun daha çok kazanmak adına kendini geliştirmesine ön ayak olacaktır. Hatta "sorun" denilen şeyle uğraşan bile olmayacaktır. Türkiye nin sorunlarından bir tanesi "toprak reformu"dur! Ancak, açıkça itiraf etmek gerekirse, ne üreten ne de tüketen değildir kazanan... Tamamen her türlü rantın, sömürünün, kazancın biriktiği asıl argüman "komüsyoncular"dır. Halk devrimini bu ülke zaten yaptı! Ancak, bir devrimi yapmak ile bu devrimi yaşatmak çok farklı şeylerdir. Bizler hala şekilcilikle yoğrulmaya devam ettiğimiz sürece, isimler altında ezildiğimiz sürece, aslında elimize bu "çelik çomak oyunu"nu verenler hala en üst düzeyde rantlarını kalkındırmaktayız... Ben açıkça kürtlerin istikbal için gerçek manada çözüm üretme derdinde olduklarını sanmıyorum... Eğer amaç bölge kalkınması ve bölge gelirinin artması olsaydı; Diyabakır/Bismil7Cumhuriyet Köyü zaferinin peşine düşer, bu zaferin diğer köylerde de kazanılmasını sağlarlardı! Kaldıki "zafer" diye tanımladığım bu "halk özgürlüğü", "kendi kazancına sahip olma" gibi baş kaldırıları, Cumhuriyet Tarihininde örnek olacak bir çabasıdır... Kim bu zaferin peşine düştü? Neden bu zafer dalga dalga büyümedi? Ne tür bilimsel açılımlar yaparsanız yapın, doğanın kanunu, tür kendi varlığını sürdürmek için illede en güçlü olma noktasında savaş verecektir. Zaten kapitalizmin ana çıkış noktasıda budur. Güçlünün kazandığı ama türün devamının sağlandığı bir sistem... Bugün çoğu devrimci geçinenin hayranlıkla izlediği Çin yükselişinde de, aslında kendi insanının kanının ve emeğinin son derece katı yöntemlerle sömürülmesiyle ortaya çıktığı hiç gündeme getirilmez. Sonuçta tüm "izm"le biten oluşumlar, fikirler, sistemler; tamamen dünya isanının sömürülmesi üzerinedir. Bence tümüde özetle "emperyalizm"dir. Sorunların ötelenmesi, görmezden gelinmesi yada bastırılması, sadece belli bir zümreye yapılan yaptırımlar değildir. Bu tespit tamamen yanlı bir anlatım olduğunun zaten açık göstergesidir. Anlatılan tüm uygulamalar tüm Türkiye için geçerlidir. Tüm halkın sorunları ötelenmektedir. Bugün demokrasi türküsü çalanların, gerçek anlamda bireyin hak, hukuk ve özgürlüğünü mü hayal etmektedir? Aynı şekilde kürtlerin önder seçtiği ve çözüm haritası çizenlerde tamamen kürtleri sömürme üzerine bir oyun sahneye koymuyorlarmı? O halde problem nasıl aşılır! Bu mantıkla, ortada zaten aşılmaması şeklinde üretilmiş bir problem vardır. Bu taleplerle herhangi bir problemin çözülmesi de mümkün değildir. Dünya gerçeği böyledir. Federe devlet sistemlerinde dil, hukuk, devlet hizmeti "denk"tir. Özerklik sadece belli bir bölgenin yerel yada kamu yönetimlerinde yine o bölge insanının söz sahibi olmasından geçer. Başka her hangi bir özerk tanımlamada yoktur. olması da mümkün olmaz. Bkz:Alman Federe Devleti... Hem geç kalmışlıktan bahsedip, hemde eldeki mevcut örnekleri görmezden gelerek olmayacak taleplerde bulunmak; zaten emperyalist ve sömürücü zihniyetlere hizmet etmek demektir... Saygılarımla
  15. Saçan bazı isimlerin 'Fethullahçı'lar tarafından karalanacağını rapor etmiş... Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Organize Suçlar Şubesi eski Müdürü Adil Serdar Saçan'ın 2002 yılında çeşitli kurumlara yazdığı yazıda aralarında önceki gün gözaltına alınan Askeri Yargıtay Üyesi Albay Tanju Güvendiren'in de olduğu devlet görevlilerinin "Fethullahçı" grup tarafından asılsız ihbarlarla karalanacağı iddialarını bildirdiği öğrenildi. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Adil Serdar Saçan'ın Organize Suçlar Şube Müdürü olduğu 22 Temmuz 2002'de İstanbul ve Ankara Devlet Güvenlik Mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılıklarına ve Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanlığı'na yazdığı yazı Fethullah Gülen ve grubunun İstanbul'daki faaliyetlerinin izlenmesi için proje çalışma grubu oluşturulduğu belirtildi. Yazıda, "Ancak, Fethullahçı grubun ileri gelenlerinin, örgüt lideri Fethullah Gülen'in talimatıyla almış oldukları karar gereği önümüzdeki günlerde, bu grubun emniyet içerisindeki işbirlikçileri ile birlikte eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, eski 2. Ordu Komutanı Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel, Askeri Yargıtay Üyesi Albay Tanju Güvendiren, Ankara 2 No'lu DGM Başkanı Cumhuriyet Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'e karşı devletin çeşitli makamlarıyla, basın ve yayın organlarına isimsiz ve asılsız ihbar mektupları gönderecekleri, ayrıca şantaj amaçlı olarak hazırlanmış montaj kasetlerin televizyon ve basın kurumlarına gönderilerek yukarıda adı geçen devlet görevlilerinin karalanması, sindirilmesi yoluyla görevlerinden uzaklaştırılmaya çalıştıkları, X şahıs ile yapılan görüşme sonucu tespit edilmiştir" dendi. "TELEFON DİNLEMELERİNDEN HABERLERİ OLUYOR" Saçan'ın 26 Ağustos 2002'de Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'e yazdığı yazıda ise şöyle denildiği belirtiliyor: "Bu grubun faaliyetlerinin izlenebilmesi amacıyla çalışmalar yapılmakta iken, bu grubun emniyet ve özellikle de İstihbarat ve Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlıkları'nda yuvalanmış işbirlikçileri nedeniyle çalışmalar neticelendirilememiş ve GSM telefon dinlemelerinde ancak Ankara'da bulunan bu Daire Başkanlıkları aracılığıyla yapıldığından, çalışmaların gizliliği ortadan kalktığı ve bu gruba yönelik GSM telefonlarının, bu grubun üyelerinin haberi olmadan dinleme olanağının mümkün olmadığı belirtilmiş olduğundan, bu suç örgütüne yönelik telefon iletişimlerinin tespitinin Ankara İl Jandarma Komutanlığı'nca yürütüleceği bildirildiğinden, yukarıda bahsedildiği üzere bu örgütün emniyet içerisindeki uzantıları ile yine bu şahıslarla irtibatlı olan x gazetesi İstanbul Haber Müdürü F. M isimli şahsın telefonları aşağıda belirtilmiş olup gereğini arz ederim." vatan Demekki neymiş? Ergenekon Hayal ürünüymüş, ülkede tüm gayri meşru işleri "F" tipi örgütlenme yapıyormuş...
  16. Neden tiksinesin ki? İnsan olan sensin ama bunların insan olduğundan şüpheliyim. Daha 3-5 gün önce "deniz feneri" konusunda yapanları aklayıp, "yaparız yapmayız kime ne?" diyebilen bir zihniyetten ifşa olacak kelimelerin vatana millete hayırlı olmasını bekleyecek değiliz ya... Onlar tezgahlarını kursun! Senaryolar yazsın! Yarış var, sizin haberiniz yok! Hükümeti kurtaracak en iyi senaryo yazana 10 milyon dolar pirim var.... Herkezin bir hesabı var... Cenab-ı Hakkın bile bir hesabı var... Bakalım Cenab-ı Hak onların müslümanlığını ne kadar tastik edecek!!! Sabır, az daha sabır!
  17. Yani kısaca suç gene DEVLETİN oldu öylemi?
  18. Yılmaz ÖZDİL Düzeltme ve özür... 2007... Isparta'da bir öğretmen, öğrencilerine "Atatürk portreli" tişörtler giydirip, Cumhuriyet mitingine götürdüğü için suçlu bulundu, maaşı kesildi. 2008... İzmir Atatürk Lisesi'ne yapılan baskında, 3 Atatürk büstü, 2 Gençliğe Hitabe, 8 Nutuk ele geçirildi. Öğrencilerin beynini yıkamaya çalışan 9 "Atatürkçü yobaz" öğretmen derhal açığa alındı. 2009... Kadıköy Anadolu Lisesi'nde gizli gizli "Atatürk'ü anma töreni" yapıldığı duyumları alan Milli Eğitim Müfettişleri, operasyon düzenledi. 200 öğrenci ve 11 öğretmen, İstiklal Marşı söylerken suçüstü yakalandı. Pencereden kaçmayı başaran "elebaşı" fizik öğretmeni aranıyor. 2010... Milli Eğitim Şûrası'na yakasında Atatürk rozetiyle katılıp, "Burası şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz" diye slogan atan 3 "meczup" öğretmen, dövülerek salondan atıldı. 2011... Galatasaray Lisesi'nin yatakhanesinde yapılan aramada, yastıkların arasına gizlenmiş halde, 71 Türk bayrağı, 28 Atatürk posteri bulundu. Yatakhane mühürlenip, ilaçlandı... Vefa ve Haydarpaşa liselerinde, iPod'larına "10'uncu Yıl Marşı" yükleten 129 öğrenci, ibret-i alem için falakaya yatırıldı. Bahariye İlköğretim Okulu'nda "Andımız"ı okuduğu saptanan 7 ila 11 yaş arasındaki 90 öğrenci ise psikolojik tedavi altına alındı. 2012... Gece saat 04.00 sularında ellerinde çiçeklerle duvardan atlayarak Anıtkabir'e girmeye çalışan 3 öğretmen ve 14 öğrenci, belediye zabıtaları tarafından coplandı. Zabıtaları protesto için toplanan Gazi Üniversitesi öğrencileri, tazyikli su ve göz yaşartıcı bombayla dağıtıldı. 2013... "Şerefli gazeteci Ali Kemal'e iade-i itibar gecesi"nde olay çıktı. Hasan Tahsin posteri açan Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesi'nin "gerici" doçentleri, linç edildi. 2014... Kemalistler, Makedonya'dan TV yayınına başladı. Programlara katılan 8'i rektör 17 profesör, meslekten tart edildi. Makedonya'ya nota verildi. Milli Eğitim Bakanlığı, Makedonya'nın Ankara Büyükelçiliği'ne siyah çelenk bıraktı. 2015... Florya sahilinde "Atatürk yuvası" ortaya çıkarıldı. İzinsiz kamp kuran ve çadırlarında "Atatürk ilkeleri" eğitimi vermeye çalışan 5 öğretmen ve 78 öğrenci, "kıyı kanununa muhalefet" ve "fuhuş"tan savcılığa çıkarıldı. Çadırlar yıkıldı. 2016... Dolmabahçe'de İngiliz firkateyninde kutlanan "19 Mayıs Vahdettin Efendimize Saygı ve Gençlik Bayramı" törenlerine gölge düştü... Samsun'da korsan gösteri yapmaya kalkışan 19 Mayıs, 18 Mart, Karaelmas ve Karadeniz Teknik öğrencilerine ateş açıldı. 2017... Avrupa Birliği, Atatürkçü Düşünce Derneği'ni terör örgütleri listesine aldı. ODTÜ ve İTÜ'de derneğe bağış toplayan 38 örgüt mensubu genç, tutuklandı. Gençlerin ana-babalarının da, 10 yıl önce Tandoğan mitingine katıldıkları, hatta 12'sinin Çağlayan mitingine de gittiği tespit edildi. 2018... ABD, Fransa'dan Malta'ya geçmeye çalışan Erdoğan Teziç'i paketledi... Yıkıcı faaliyetlerde bulunan eski YÖK Başkanı, Paris'teki Bosna Büyükelçiliği'ne sığınmıştı. Bosna'ya nota verildi. Boliç dövüldü. 2019... Birleşmiş Milletler, Atatürkçülerin "mülteci" kapsamına alınamayacağını açıkladı. Bu arada Türkiye, Almanya'da tutuklu bulunan eski Başsavcı Vural Savaş'ın yargılanmak üzere iadesini istedi. 2020... Atatürkçüler, Toroslar'da kıskaca alındı. Stratejik ortağımız ABD, Atatürkçülerin imhası için, insansız uçaklarla anında istihbarat vereceğini açıkladı. * Geçen sene yazmıştım bunu. Düzeltir, özür dilerim... 2020'ye kalmaz çünkü.
  19. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    RTÜK Başkanı Akman'ın '41 bin YTL' dediği hisseler için Armada açıklama yaptı: 'Şirketlerinin toplam payı 905 bin 597 YTL'. Akman, bunun üzerine rakamı değiştirdi ANKARA - Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Zahid Akman, bu kez kendi açıklamasıyla ters düştü. Önceki gün Armada'da şahsına düşen yüzde 1.07 pay için 2003 yılında 41 bin YTL ödediğini söyleyen Akman, dün Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Yıldır Ertem'in, Akman'ın ortağı olduğu Hayat Yapı'nın kendilerinden 905 bin 597 YTL karşılığı hisse satın aldığını açıklamasının ardından "Yanlış anlaşıldım" diyerek farklı rakam verdi. Ertem'in açıklamasına göre, Akman'ın payına düşen hisseler için ödenen para 292 bin 55 YTL'yi buluyor. Hakkındaki iddialarla ilgili sürekli çelişkili açıklamalarda bulunan Zahid Akman'ı bu kez de ortağı olduğu Armada'nın genel müdürü yalanladı. Akman önceki gün NTV ekranında Murat Akgün'ün sorularını yanıtlarken, Armada'ya ortak olurken 41 bin YTL yatırdığını söyledi. Söz Armada'da Ancak Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Yıldır Ertem, dün konuyla ilgili bir yazılı açıklama yaparak, Akman'ı düzeltti. Ertem, Armada Alışveriş Merkezine halen 31 gerçek ve iki tüzelkişinin ortak olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: "Son dönemde medyada adı geçen hissedarlarımızdan Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Ltd. Şirketi'ni temsilen Turgut Akman (Zahid Akman'ın kardeşi), yatırımcı ortaklarımızdan 511 bin 27 YTL değerinde, yatırımcı şirketimizden 394 bin 560 YTL olmak üzere toplam 905 bin 597 YTL karşılığı yüzde 3.3'e ulaşacak şekilde hisse satın almıştır. Bu satın almanın gerçekleştiği 2003 yılında Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Ltd. Şti'nin ortakları Turgut Akman, Hamide Ceylan ve Mehmet Habib Karaman'dan oluşmaktadır. Alışveriş merkezimiz ile ilgili yukarıda belirttiğimiz tüm bilgiler resmi kayıtlarda mevcuttur." Armada Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Ertem'in açıklamasının ardından avukatı Ali Yıldız aracılığıyla akşam saatlerinde yeni bir açıklama yapan Zahid Akman, önceki gün televizyonda söylediği, Armada'ya 41 bin YTL'ye ortak olduğuna ilişkin sözlerinin yanlış anlaşıldığını savundu. Akman adına açıklama yapan Ali Yıldız, şu ifadelere yer verdi: "Müvekkilim bu hisseleri 26 Ağustos 2003 tarihinde arsa değeri üzerinden birikimini ortaya koyarak satın almıştır. Müvekkilimin paydaşı olduğu Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Limited Şirketi'nin, şirket olarak tüm hisseler için ödediği toplam tutar yüzde 3.3 paya karşılık olarak 905 bin 597 YTL'dir. Bu husustaki bir yanlış anlaşılmaya ve haksız yorumlara sebep olmamak için bilgi verme gereği doğmuştur." Niye 41 bin dedi? Akman'ın, Armada'nın yüzde 3.3 hissesini elinde bulunduran Hayat Yapı'daki hisseleri yüzde 32.25'i buluyor. Bu durumda Akman'ın 905 bin 597 YTL'den payına 292 bin 55 YTL düşüyor. Oysa Akman NTV'de önceki gün elinde bir tapu belgesi sallayarak Armada için 41 bin YTL ödediğini ileri sürdü. Şimdi kamuoyu Akman'ın önce 41 bin YTL'ye aldığını belirtip, Armada Genel Müdürü'nün açıklaması üzerine de neden kendini tekzip etmek zorunda kaldığını merak ediyor. 'Ucuzluk' ortaya çıkacaktı Akman'ın başkentteki ünlü alışveriş merkezi Armada'nın yüzde 1.07 hissesine beş yıl önce 41 bin YTL (yaklaşık 25 bin dolar) ödeyerek sahip olduğu ifadesinin gerçek kabul edilmesi durumunda, "Piyasa değeri 350-450 milyon dolar olarak hesaplanan bir şirketin yüzde 1.07'sini kim kime neden 41 bin YTL'ye verir?" sorusu sorulacaktı. Dün yapılan açıklamalarla bu sorunun önü kesilmiş oldu. (Radikal) 'Çocuklarımın geleceğini hazırlıyorum' Zahid Akman, önceki gün NTV'ye konuşurken, RTÜK Üyesi ve Başkanı olduktan sonra ortak veya yönetici olduğu bir kısım şirketlerden hemen ayrıldığını, bir kısmının da zaman aldığını söyleyip, "Şu anda iki ortaklığım var, ikisi de yatırım ortaklığıdır. Birlikte bir gayrimenkul alınmıştır, gayrimenkul adına yapılan şirket faaliyetidir ve limited şirketidir. Bu zaten benim mal beyanımda da ilk günden belirtilmiştir" demişti. Armada'da '7 milyon dolarlık hisse'si olduğuyla ilgili haberlerin hatırlatılması üzerine Akman, tapuyu göstererek, hissenin 2003 yılında alındığını, değer olarak '41 milyar lira' göründüğünü açıklamıştı. Akman, Hayat şirketindeki hissesinin de yüzde 1'e denk geldiğini söylerken gayrimenkulden kira almanın ticari faaliyet olmadığını şu sözlerle savunmuştu: "Beş çocuk babasıyım, haysiyetli, şerefli bir insanım, alnımın teriyle, bileğimin hakkıyla, kuruşu kuruşuna hesabını vererek bu parayı kazandım. Çocuklarımın geleceğini hazırlıyorum."
  20. Şamil Tayyara sormak lazım; "neden aşağıdaki haberler senden çıkmaz?" Zira çıkamaz, patronun öper seni... CHP, sanırım, "Darbe Hükümeti"nin saldırdığı mazlumların avukatı olmak zorund kalmış! Zor misyon yani.. Allah kolaylık versin. * * * Başbakan Erdoğan'ın 3 kuruşluk tazminat ödemesine karar veren yargıcın odası başka bir davayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında 6 müfettiş tarafından arandı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Avustralya'da yapmış olduğu bir radyo konuşmasında Abdullah Öcalan için "sayın"şehitler için de "kelle" sözcüğünü kullandığı için şehit aileleri tarafından açılan davada tazminat kararı veren 2. Sulh Hukuk Mahkemesi hâkimi Sevgi Övüç'ün odası 6 müffettiş tarafından arandı. Başbakan Erdoğanşehit askerler için 2000 yılında bir radyo kanalında kullandığı "kelle" ifadesinden mahkûm oldu. Kartal 2. Sulh Hukuk Mahkemesi hâkimi Sevgi Övüç ölen askerlerin ailelerinin açtığı davada Erdoğan'ın ailelere üçer yeni kuruş tazminat ödemesine karar verdi. Bu davanın ardındanbir başka davada gerekçeli kararı geç yazdığı için hakkında dava açılan Övüç'ün odası dün 6 adli müfettişin baskınına uğradı. CHP'den destek ziyareti Övüç'ü ziyaret ederek baskı altında kalmasını engellemek istediklerini belirten CHP Kartal İlçe Başkanı Yüksel Çifçi"Müfet-tişlerin adli makam odasına gelip de bir baskın yaparcasına Övüç'ün ifadesini almaya çalışmaları açıkçası yargı sistemine yakışmayacak bir olaydır. Yargıya müdahaledir" diye konuştu. Ergenekon soruşturması kapsamında cezaevinde bir yılı aşkın süredir insanların 'neyle suçlandıklarını' bilmeden tutulduklarını kaydeden Çifçi"Övüç hakkında gerekçeli kararın gecikmesi neticesinde hemen müfettişler görevlendirildi. Ergenekon davasını yürüten savcı için de müfettişler görevlendirilsin. Onunla ilgili gerekli merciler çalıştırılsın" dedi. 23.09.2008
  21. Şebnem Arkadaşım bilgi öbeğinde yazılarını çok sıkı takip ettiğim değerli bir kalemdir. Her zaman ders alacağımız kelimeler sarfeder; ki aşağıdaki kopyelediğim yazısında da olanca açıklığıyla çok düşündürücü dersler vermiş.... Ya devlet başa, ya kuzgun leşe... * * * TÜRK-KÜRT FEDERE DEVLETİ 1960'lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi; Ortadoğu ülkelerinde de ulusalcı akımlar yükselmiş, ulusal bağımsızlıktan yana olan yönetimler, halkın desteğiyle başa gelmiştir. Bu yönetimlerin ilk işi; Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerini topraklarından kovmak olmuştur. Petrol üreten Arap ülkelerinin Amerika ve İngiliz güdümünden çıkıp, kendi başlarına hareket etmeleri ise; bu iki emperyalist ülke için kabul edilemez bir durumdur. Bu yüzden yüzyıllardır oynadıkları oyunu tekrar hayata geçirme kararı aldılar. Etnik ve dini karışıklıklar çıkartmak. Gerek Amerika gerekse İngiltere; Türkiye'yi Osmanlı hayaline ikna edebilirlerse, bu konuda atacakları adımlarda başarılı olacaklarının bilincindeydiler. Bu amaçla Ortadoğu'da Türkiye'nin desteğiyle, Kürtleri ayaklandıracak ve ulusalcı yönetimleri devirebileceklerdi. Amerika'nın yardımıyla iktidar koltuğuna oturan S. Demirel; kendisine verilen ulus devleti yıkıp, Türk-Kürt Federasyonu kurma görevini; Genel Kurmay tarafından Hükümete verilen bir brifingde dile getirince, ordunun tepkisi çok sert olmuş ve Demirel bu yüzden Amerika'nın planlarını uygulayamamıştır. O günleri; bir dönem Başbakan Yardımcılığı ve MİT Müsteşarlığı görevlerini de üstlenmiş olan Sadi Koçaş; anılarında şu şekilde dile getirmiştir: "Amerika CIA'in klasik yöntemleriyle başa getirdiği, S. Demirel'den buna karşılık; İran, Irak ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet halinde Türkiye'ye bağlama hedefleri için, çalışması isteğinde bulunmuştur. Başbakan Demirel; bu teklifi brifingde –hem de topraklarımız muazzam bir şekilde büyüyecek- diye dile getirdiğinde; askerin şiddetli reaksiyonu karşısında teklifi reddetmek zorunda kalmıştı."(Cengiz Özakıncı) Amerika'nın Türkiye'den istediği; Irak'a girip K. Irak'ı, İran'a girip K. İran'ı işgal etmesi ve kendi topraklarına katması idi. Buna karşılık ulus devlet yapısından vazgeçmeli ve federasyona yönelmeliydi. Federasyon ise; zayıf ve Amerika'ya tamamen bağımlı bir merkezi yönetime emanet edilecekti. Ayrıca; Kürt nüfusunu ve Türk Ordusunu kullanılarak Ortadoğu'ya tekrar hakim olacaklardı. 1980'lere geldiğimiz zaman da emperyalist ülkelerin; Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler hakkındaki düşüncelerinde bir değişme olmamıştır. 1982 yılında Amerikalı Yahudi düşünür Oded Yinon'un planı çerçevesinde, Ortadoğu'nun; Türkiye desteğiyle etnik ve dini yönden parçalanmasının, eyaletlere bölünmesinin; İsrail için hayati önem taşıdığından söz edilmektedir. 1982 yılında Dünya Siyonist Örgütüne bağlı Enformasyon Dairesi tarafından basılan raporda; istenilen bölünmüşlük şu şekilde yazılmıştır: "Irak'ın güneyinde bir Şii devleti, Kuzeyde Musul civarında Kürt devleti, Bağdat civarındaysa bir Sünni devlet kurulmalı. İsrail için; Irak'ın bölünmesi, Suriye'nin bölünmesinden çok daha ivedidir." Bu raporun 2003 yılında Amerika tarafından hayata geçirildiğini sanırım söylememe gerek yok. Yahudi Dilbilimci Naom Chomsky'nin 2002 yılında İstanbul ve Diyarbakır (Diyarbakır saplantısı sadece AB üyelerinde yok anlaşılan) verdiği konferansta dile getirdiği; "Ulus devlet modeli tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de baskılara ve dayatmalara neden olmuştur. Bunu özerklik ile kırabiliriz. Kürtlerin yaşadığı bölgelerin özerklik statüsü kazanması gerekmektedir." söylemi ile; İsrail'in 1982 yılında; kendi varoluşunu güvenceye almak için rapor haline getirdiği ve 2003 yılında hayata geçirdiği Irak işgali aynıdır. Türkiye'deki ulus devleti yıkmak ve Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek için; gerek Amerika gerekse onun tüm politikalarını destekleyen Avrupa Birliği sürekli olarak Kürt nüfusu ve sözde önderlerini kullanmıştır. Bu amaçla 1979 yılından beri özellikle İsrail tarafından Türkiye'de etnik incelemeler yapılmakta ve Türkiye'nin İsrail ve Amerika müttefikliğinden vazgeçmesi durumunda, ellerinin altında sorun çıkartacak bir güç olarak bulundurmak amacıyla Kürtlere yakınlık göstermektedirler. S. Demirel'in, T. Özal'ın hatta K. Evren'in dile getirdiği; "eyalet düzenine geçiş" söylemlerine -12 Eylül askeri yönetimi dönemi de dahil- her zaman karşı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı; bu sefer PKK kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin; S. Demirel'in Amerika'nın dayatması ile "Türk-Kürt Federe Cumhuriyeti" isteği ile; A. Öcalan'ın dile getirdiği; "Türkiye'de Kürt sorununa çözüm; Osmanlı Eyalet Sistemidir" söylemi aynıdır. A. Öcalan ve PKK; Amerika tarafından sosyalist söylemlerden vazgeçmeleri, Ortadoğu'ya ve Türkiye'ye hakim olan "din" motifine sarılmaları karşılığı, destekleneceklerinin sözünü almalarının akabinde, A. Öcalan; kendisini Anadolu Federe İslam Devleti Başkanı ve Halife olarak ilan eden Cemalettin Kaplan'dan destek aramış, hatta işi "Bizim mücadelemiz Müslümanların aradığı Asr-ı Saadet'e yakın bir biçim ortaya çıkarabilir. İslam'a en yakın hareket biziz." demeci bile vermiştir.(19 Temmuz 1994 Milliyet) 1965 yılında S. Demirel'in dile getirdiği Türk-Kürt Federe Cumhuriyeti, I. Körfez savaşında T. Özal tarafından hayata geçirilmek istenmiştir. Kendisi de Kürt kökenli olan Özal'ın amacı; K. Irak'a girip Kürt bölgelerini işgal etmek ve Türkiye topraklarına katarak ulus devleti yok edip iki milletli federasyona geçmekti. Türkler ve Kürtler arasında yıllarca sürecek bu savaşı engellemek uğruna; dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etmek zorunda kalmıştır. Güneri Civaoğlu 1991 Körfez Savaşında Amerikalı bir yarbayla Ortadoğu haritasının önünde yaptığı söyleşiyi Milliyet gazetesinde şöyle yazmış: "Musul ve Kerkük Vilayetlerinin olduğu bölgeyi gösteren yarbay; savaşın biteceğini, Saddam'ın çökeceğini, bölgedeki başıbozukluktan yararlanacak Kürtlere, bu bölgede devlet kurdurulacağını, Türkiye Amerika'nın müttefiki olmaktan vazgeçerse, Türkiye'den de toprak taleplerinin olacağını dile getirdi. Kürtlerin silahı yok ki dediğimde; Saddam'ın silahları onların olacak dedi." 1991 Körfez Savaşında değil ama 2003 yılındaki Irak işgalinde yarbayın söylediği her şey gerçekleşti. Türkiye teskereyi geçiremeyince PKK devreye alındı ve K. Irak'ta üslenmelerine ve Türkiye'de terör eylemleri gerçekleştirmelerine izin verildi. Başbakan Erdoğan'da daha 1993 yılında Osmanlı Eyalet sistemi ve Kürtlere özerklik verilmesine sıcak baktığını dile getirmiştir. "II. Cumhuriyet Tartışmaları" isimli kitapta kendisine sorulan "ülkede yaşayan bazı gruplar milli yapı içinde olmak istemezse ne olur sorusuna; kararı halkın vereceğini, Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz, bağımsızlık istiyoruz derlerse ne olacak sorusuna ise; Osmanlı Eyalet sistemi benzeri bir şey yapılabilir" diye cevap vermiştir. Ulus devlet yerine; eyalet sistemini tercih eden Başbakan Erdoğan'ın Emniyet Müdürü; bir bilgilendirme toplantısında ulusalcılığı terör kapsamına alarak, ulus devleti yıkma girişimlerinde, Amerika'nın devlet içindeki yapılanmada ne kadar yol aldığını göstermiştir. Bugün Amerika'yı ve Avrupa Birliğini; kurtarıcı ve bir çeşit -özgürlük savaşlarına destekçi- olarak görenlerin ne büyük bir yanılgı içinde olduğunu görüyorsunuz. Emperyalizme hizmet için; demokrasi maskesi takan bu kişi ve kuruluşlar da çok iyi bilmektedir ki; bağımsız ve özgür bir Kürdistan hayalden öte bir şey değildir. Bu hayallerine engel olarak gördükleri ve nefretle andıkları, terörist saldırılarla kayıplar verdirdikleri Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde, Amerika güdümlü Türk-Kürt savaş yaşanmamıştır. Amerika'nın, İsrail'in ve Avrupa Birliği ülkelerinin; Kürtlerin özgür ve bağımsız bir devlet kurmalarını desteklemek gibi bir niyetleri yoktur. Onlar maalesef Kürtleri; Ortadoğu'da petrol yataklarına bekçi, Türkiye'de ise istedikleri her an küçük bir kıvılcımla iç çatışmalar yaratabilecekleri ve sürekli bir kaosun hakim olduğu federasyona dönüştürmek için kullanmaktadır. Ülkemizde bir takım yanlışlıklar yapılmış olabilir. Ancak şurası da bir gerçek ki; Ortadoğu'da hiçbir Kürt; Türkiye'de olduğu kadar özgür değildir. Federasyon ya da özerklik; Kürtlere bugün olduğundan daha fazla özgürlük sağlamayacaktır. İşte bu yüzden emperyalistlerin bu isteklerine karşılık; Türklerin ve Kürtlerin; federasyon ya da eyalet sistemini değil; aksine ulus devlet modelinin devam etmesi gerektiğini, birlik ve bütünlüğümüzü bozmalarına izin vermeyeceğimizi dile getirmesi gerekmektedir. ŞEBNEM ÖZBEK
  22. SimalyildiziNet

    işte deniz feneri

    Bence çok rahat bir şekilde "hakettiklerini yaşıyorlar" diyebilirsin... Alman Devleti, mevduata %0.5 faiz veriyordu. Türkiye Devleti %1.5 faiz veriyordu. O dönem özel bankalarımız da %3.25 faiz veriyordu... Aç gözlülük ettiler. Kalktılar %25 "kar payı" adı altındaki faizin peşine düştüler. Yetmedi, Almanya bankalarından kredi çekip yine organizayonlara verdiler. Amaçları, %25 faizi cukka ederken, diğer yandan Cumhuriyetin yıkılması için güçlü olması gereken islami sermayeye destek vermekti.. Hey hat... İşte ilahi adalet... işte Cenab-ı Hakkın adaleti. Aç gözlünün defterini öyle bir dürdü ki "İslam adına bir haltlar yemeye kalkışmayın" dedi. Eğer anlayan olduysa... Allahın elide var, parmağıda var, adamın gözünü de çıkarıverir... Zira "paranın dini imanı olmaz" şiarında olan insanlarda ne iman, ne vicdan ne de adalet var olamaz... Bazı insanlar, emekle para kazanır. Bazıları komisyonla. Bazıları kaçakçılıkla, uyuşturucuyla, kumarla kazanır... Ahlaklı evlat, helal yolla, alın teriyle kazanılmış para ile yetişir.... Demekki neymiş, paranın dini imanı varmış... Paranın dini imanı olmadığında karşımıza böyle ne idüğü belirsiz bir guruh çıkıverir.... ki haram haramı doğurmaya başlar!! Başımıza gelen de bundadır... Öğretmen parayla not verir öğrenci kayırırsa... Polis rüşvet alır suça göz yumarsa... İşçi vazifesini ağırdan alır, aldığı maaşı hakedecek düzeyde çalışmazsa... Memur mesaisini layık-i veçh ile yapmazsa... Esnaf, tüccar, sanayici vergi kaçırır yani devletten çalarsa... Bürokratlar, seçilmişler devlet malını, parasını, halkın vicdanını sömürürse.... Ve kazanılan tüm bu paraları evlatlarına yedirirlerse!!! Türkiye tablosuna baktığımızda başka birşey görmemiz zaten mümkün olamazdı! BİZ BU HALE GELMEYİ HAKETTİK!!! ZİRA HARAM HARAMI, GÖZ YUMULAN SUÇ DAHA BÜYÜK SUÇLARI DOĞURDU. Osmanlı, rüşvet yiyen memurunu ve ailesini top yekün sürermiş! "Artık haram yediler, onlardan hiç bir hayır gelmez!" diye.. Saygılarımla
  23. Özümsenmesi gereken bir yazı... Bizimle, konumuzla, sorunlarımızla direk alakalı... ATAM ın nasihatlerini hatırlamak ve uygulamak, bizi bu keşmekeşlikten çıkarmaya yetecektir. Saygılarımla * * * ATATÜRK'ÜN DEMOKRASİ ÜZERİNE SÖZLERİ - Bizim İdare şeklimize bir ad koymamış bulunmamızı, içimizden eleştirenler var!..Bunlar "Bu idare, demokrat bir idare midir, sosyalist bir idare midir, yani şimdiye kadar okuduğumuz kitaplarda adı konmuş, tanımı yapılmış idare şekillerinden hangisine girer?" buyurdular... DOĞRU!.. Kitaplarda adı konmuş, tanımı verilmiş yönetimlerden hiç birine benzemez bir idaredir!. Gelgelelim, MİLLİ HAKİMİYET'i, MİLLİ İRADE'yi gerçekleştiren biricik İDARE de budur!.. Bu nitelikte bir yönetimdir!. İDARE şeklimizi adlandırmamız gerekirse, HALK İDARESİ diyebiliriz!.. HALK HAKİMİYETİ deriz!.. Söyleyin efendiler, çekinmeden!.. HALKÇILIK deyin!.. DEMOKRASİ'ye benzemiyormuş!... SOSYALİZM'e benzemiyormuş!.. Efendiler!.. Biz, BENZEMEMEK'le, BENZETMEMEK'le gurur duyarız!.. Çünkü BİZ BİZE BENZERİZ, efendiler!.. (1.12.1921) - (İDARE SİSTEMİMİZ) HAKİMİYET'İ KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLET'İN ELİNE VEREN BİR İDAREDİR, dedim.. Gerçekten bugün DÜNYA yüzünde MİLLET HAKİMİYETİ'ni bu kadar kesin sağlayıp, böyle açık belirten başka bir idare yoktur!.. (27.1.23) Başka idareler ne kadar ilerlemiş, gelişmiş olursa olsun eksikleri ve boşlukları o kadar çoktur ki!...Günün birinde bizimkine benzer bir idareye ulaşabilmek için yeni ve önemli değişiklik yapmak zorunda kalacaklardır!.. (27.1.23) - DEMOKRASİ prensibinin en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli, CUMHURİYET'tir!.. HÜKÜMET'in nasıl olması mevzuubahs olabilir. DİN'İN ESASLARI'nda İDARE'nin ne gibi noktaları intiva etmesi lazım geleceği musarrahtır: ADALET, MEŞVERET, ULÜLEMRE İTAAT!.. Bizim HÜKÜMETİMİZ tamamen BU ESASLARI İHTİVA EDİYOR!..(16.1.23) (1) İdare usulümüz KAYITSIZ ŞARTSIZ HAKİMİYET'ine sahip olan halkın, mukadderatına bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir... TÜRKİYE DEVLETİ bir HALK DEVLETİ'dir, HALKIN DEVLETİ'dir!.. İDARE ve HAKİMİYET MİLLET'in tümüne aittir ve ait olmalıdır!. DEMOKRASİ prensibi MİLLİ HAKİMİYET şekline dönüşmüştür!.. DEMOKRASİ esasına müstenit hükümetlerde HAKİMİYET halka, halkın çoğunluğuna aittir... DEMOKRASİ fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. DEMOKRASİ fikri mukavemet edilemez bir kuvvet ve cereyan halini almıştır... (2) DEMOKRASİ esas itibariyle SİYASİ MAHİYETTE'dir!.. DEMOKRASİ bir SOSYAL YARDIM, veya İKTİSADİ TEŞKİLAT sistemi DEĞİLDİR!.. DEMOKRASİ MADDİ REFAH meselesi de DEĞİLDİR!.. Böyle bir nazariye, vatandaşların SİYASİ HÜRRİYET ihtiyacını uyutmayı amaçlar!.. BİZİM BİLDİĞİMİZ DEMOKRASİ, BİLHASSA SİYASİDİR!.. HEDEFİ, MİLLETİN İDARE EDENLER ÜZERİNDEKİ MURAKABESİ SAYESİNDE, SİYASİ HÜRRİYETİ TEMİN ETMEKTİR!.. (3) - BOLŞEVİZM'e gelince, yurdumuzda bu doktrin için her halde bir zemin mevcut değildir... Çünkü gerek DİNİMİZ ve ADETLERİMİZ, gerekse SOSYAL TEŞKİLATIMIZ onun bize mal edilmesine tamamen ELVERİŞSİZDİR... TÜRKİYE'DE NE büyük KAPİTALİSTLER VARDIR, NE DE milyonlarca SANATKAR VE İŞÇİ!.. Diğer taraftan bir TOPRAK davası ile karşı karşıya değiliz... Nihayet sosyal bakımdan DİNİ PRENSİPLERİMİZ bizi BOLŞEVİZM'in kabulüne mecbur bırakacak şekilde değildir... TÜRK MİLLETİ eğer icab ederse onunla mücadeleye hazırdır. (4) (1919) Bütün RUS milleti içinden işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık, ekonomik esaslara dayanan KOMÜNİST PARTİSİ adı altında birleşerek bir diktatörlük vücuda getirmişlerdir... Gayelerinde MİLLİ değildirler... Kişisel HÜRRİYET ve EŞİTLİK tanımazlar. HALK EGEMENLİĞİ'ne saygı göstermezler... İçte çoğunluğu zor ve baskı ile görüşlerine itaate mecbur ederler... Dışta kendi prensiplerini yaymaya çalışırlar. Halbuki HÜKÜMET kurmaktan amaç, evvela FERDİ HÜRRİYET'in teminidir!.. BOLŞEVİK hükümet şeklinde İSTİBDAT mahiyeti görülmektedir... Bir cemiyeti, bir kısım insanların görüşlerinin zorla esiri ve zebunu yaşatmak şekline TABİİ ve MAKUL bir hükümet sistemi nazarıyla bakılamaz. - İHTİLALCİ SİYASİ SENDİKALİZM teorisyenleri her türlü siyasal kuruluşları yalnız kendi menfaatleri lehine çalıştırmak ve nihayet siyasi kuvvet ve hakimiyeti ellerine geçirmek isteyen İŞÇİ gruplarıdır... Bunlar amaçlarını zorla elde etme fırsatını beklerken, zaman zaman GENEL GREVLER yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar. (5) Bu takdirde seçim MİLLET fertleri tarafından DEĞİL, GRUPLAR tarafından ve bu grupların sahip oldukları MENFAAT oranında vuku bulacaktır... MECLİS'te bu gruplardan bir kaçı birleşip İKTİDAR mevkiine geçince, yalnız kendi menfatlerini temine çalışacaklardır... Buna kim mani olacaktır?.. - Bizim HALKIMIZ MENFAATLERİ BİRBİRİNDEN AYRILIR SINIFLAR halinde DEĞİL, aksine VARLIKLARI ve çalışmalarının sonucu BİRBİRİNE LAZIM OLAN SINIFLARDAN İBARETTİR!.. Bu dakikada dinleyicilerim ÇİFTÇİLER'dir, SANATKARLAR'dır, TÜCCARLAR'dır ve İŞÇİLER'dir... Bunların hangisi bir diğerine karşı olabilir?.. Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye, çiftçinin tüccar ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muntaç olduğunu kim inkar edebilir?.. Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmaktadır. Refah içinde ve memnun olarak çalışmaktadır... Ve BÜTÜN BU saydığımız SINIFLAR aynı zamanda zengin olmalıdır... Ve HAYATIN GERÇEK TADINI TADABİLMELİDİR Kİ, ÇALIŞMAK İÇİN bir KUDRET VE KUVVET BULABİLSİN! (6) - Bir MİLLET'te güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kaabiliyetli kahramanlar bulunabilir... Ne var ki, öyle insanlar yalnız başına hiç bir şey olamazlar!.. Bunların bir DEĞER ifade edebilmeleri için HALKIN bir DUYGUSUNUN, halkın bir İRADESİNİN YAPICISI, SÖZCÜSÜ, TEMSİLCİSİ olmaları gerekir!.. (7)
  24. Bel hareketleriyle on derste darbe "Ergenekon iddianamesinin eklerinden 'bel egzersizi' şemaları çıktı." 14 Eylül 2008 tarihli gazeteler Yukarıdaki haberi okuyunca zihnimde bir hayal ülke canlandı. Adıyla birlikte: "Tarabya. Ve Tarabya'yı karıştırmak isteyen bir hayal çete." Son yıllarda Tarabya görülmemiş bir hamle içine girmişti. Varlıkları durmadan artıyor, ülke zenginleştikçe zenginleşiyordu. Bu yükseliş karşısında küresel sermayenin bile ağzı açık kalmıştı. Hiçbir ülkede, Tarabya'daki gibi yüzde 20 faiz uygulanmıyordu. Yabancı yatırımcı da kendisini çabucak toparlamış ve bu zenginliklerden pay alma yarışına girmişti. Paralarını zengin Tarabya'nın bankalarına cömertçe yatırıyor, birkaç ayda milyonlar kazanmanın mutluluğunu onlar da yaşıyordu. Birçoğu bununla yetinmeyip bankaları da satın almıştı. Ülkenin zenginliği o kadar artmıştı ki yabancı yatırımcının da varlığına varlık katmaya başlamıştı. Ülke; limanlarını, sahillerini, bankalarını, köprülerini satarak yabancıları bile zengin eder hâle gelmişti. Yöneticiler, içerdeki artı parayı nereye harcayacaklarını ise bilemez olmuşlardı. Belediyeler kamyon kamyon pirinç, fasulye, et alıp zengin halka dağıtıyordu. Bazı belediyeler de zengin mahallelere kamyonlarla kömür taşıyordu. Tarabya'nın zenginliğinin en büyük simgesi, başbayanların parmakları ve gerdanlarıydı. Hiçbir "first lady" nin gerdan ve parmakları bu kadar parlak değildi. Başbayanları süsleyen inciler, yakutlar ve zümrütlerle hiçbir ülke yarışamazdı. Yalnız başbayanlar değil, başoğlanlar da Tarabya'nın zenginliğini çok iyi temsil ediyorlardı. Başoğlanlardan biri gemiciklerden bir filo kurmuş, armatör olmuştu. Bir başka başoğlan daha on yedisinde ticarete atılmıştı. Hele biri vardı ki bütün milleti mısıra ve yumurtaya doyurmuştu. Zenginlikler başbayan ve başoğlanlardan başdamatlara, başdünürlere de yansımıştı. Kâğıt fabrikaları başdünürlere, rafineriler ve medya kuruluşları başdamatlara satılmıştı. Onlar da, aziz millet de mutluydu. Yoksullar varsıl, borçlular alacaklı, hastalar sağlıklı olmuşlardı. Paralarını koyacak yer bulamıyorlardı. Herkesi bir bağış tutkusu sarmıştı. Bağış, bağış, bağış\'85 Yöneticiler hemen organize olmuşlar ve milletin bağış tutkusunu da en olumlu kanallara kaydırmasını bilmişlerdi. Fenerlerle aydınlanan ülkenin ufuklarında yeni yeni şafaklar sökmüş, güneşin yedi rengi yedi kanaldan dört bir yanı ışıklara boğmuştu. Ülke ışıklar içindeydi; her köşede ışık evleri vardı; insanların yüzleri ışıl ışıldı. Gelin görün ki aziz millet, bunu da çekemeyenler çıktı. Tarabya'nın zenginliğinin yabancılara bile yararı dokunmasını ülkeyi satmak olarak nitelemeye başladılar. Başbayanların, başoğlanların zenginliklerini çekemeyip onları çıkarcılıkla suçladılar. Zengini zengin eden belediyeler ise onlara göre halkı kandırıyordu. Ülkenin zenginliğini, halkın mutluluğunu çekemeyen bu mel'unlar sonunda bir çete bile kurdular. Burada sözü Tarabya'nın başyöneticisine bırakalım: Güzel ülkemin güzel hükümetini bir darbeyle devirmeye kalktılar benim aziz milletim! Şimdi size bu millî irade cellatlarının darbe planlarını anlatayım da biz nelerle uğraşıyoruz, siz de görün. Milletin mutluluğunu anlamayan bu gafiller, sevinçten sokaklarda bile misket oynayan insanların bellerini dimdik tuttuklarını görünce herkesin bel fıtığına yakalandığını düşündüler. Onlara göre milletin tamamı bel fıtığı olmuştu; bu yüzden kımıldayamıyor ve hain olarak niteledikleri hükümete karşı darbe yapamıyordu. Öyleyse ilk iş bel fıtığını tedavi etmekti. Bunun için çetenin bütün elemanları birer bel hareketleri şeması edindi. Önce sırt üstü yatıp sağ ayağı, sonra sol ayağı, daha sonra da iki ayağı hareket ettirmek lâzımdı. Ayağa kalktıktan sonra omuzları sağa ve sola hareket ettirmeli, boynu da 360 derece çevirerek başa hareket kabiliyeti sağlamalıydılar. Omuz hareketlerinin amacı, bakanlık kapılarını omuz darbeleriyle yıkabilmekti. Ayak hareketlerinin amacı, sert tekmelerle koltuklarımızı devirebilmek ve hain dedikleri bizlerin bir daha o koltuklara oturmamamızı sağlamaktı. Boyun ve baş ise sağlam olmalıydı ki bir, olmazsa iki kafa darbesiyle başarılı bakanlarımızı yere sersinler. İşte böyle, benim aziz milletim! Ama gördüğünüz gibi bizim elimizden hiç kimse kurtulamaz. Bütün çeteyi kıskıvrak yakaladık ve en önemli darbe delili olan bel hareketleri şemasını da ele geçirdik. Ben bu davanın sonuna kadar davacısıyım. Davacı olmam kâr etmezse ben bu davanın savcısıyım. O da yetmezse yargıcıyım. Hiç kimse beni yolumdan döndüremez. Ne çeteler, ne medya patronları, ne de Nemçe'nin bilmem neleri! Beraber yürüdük biz bu yollarda; milletimle kol kola; incilerle, yakutlarla... Ahmet B. ERCİLASUN
  25. SimalyildiziNet

    Ger ve Yönet

    Bölerek, ayrıştırarak, gerginlik çıkararak yönetmek bir İngiliz yöntemidir. İngilizler bunu bir dünya siyaseti olarak geliştirmiş ve uygulamışlardır. Tarih bu yöntemin hazin örnekleriyle doludur.Kendi içinde gerilen ve bölünenlerin günü kurtarmaktan, varlığını devam ettirmekten başka bir düşüncesi ve hedefi olamaz. Küçük şeylerle uğraşmaktan büyük resmi göremezler ve asıl meseleyi kaçırırlar. Birlik ve beraberlik halinde çok kolay olacak şeyler, bölünmüşlük içinde imkansızlaşır. Bizden olanlar ve olmayanlar Bu ince İngiliz siyasetini kendi içinde, kendi milletine uygulayan tek iktidar AKP'dir. 6 yılda milleti, "bizden olanlar ve olmayanlar" diye ayrıştırmış ve gerginliği bir yönetim biçimine dönüştürmüşlerdir. Bu tespit sadece bana ait değildir. AKP'nin kurucusu ve bir zamanlar ikinci adamı olan Abdüllatif Şener'de bugün benzer şeyler söylemektedir. Ayrıca birisinin söylemesine de gerek yoktur. Bu ülkede yaşayan herkes zaten bu durumu bizzat yaşıyor. AKP ile geçen 6 yılda gerginliğin olmadığı, milletin ayrıştırılmadığı tek bir gün hatırlayabilen var mı? Başörtüsü ve laiklik Geldikleri ilk günden itibaren, Türk milletinin inançları üzerinden bir gerginlik politikası yürüttüler. Başörtüsü ve laiklik ana malzemeleri oldu. Yalan ve talanı başörtüsünün altına saklayarak, laikliği maske yaparak Türk milletini yıllarca maniple ettiler. CHP ve Deniz Baykal'ın da bu cepheleşmenin karşı tarafını oluşturarak AKP'nin işini çok kolaylaştırdığını söylemeliyiz. Sıkıştıkları, yetersiz kaldıkları her yerde zaten var olan gerginliği biraz kaşıdılar ve milleti yıllarca oyaladılar. Duruma göre vaziyet aldılar ve renkten renge girdiler. Bazen demokrat oldular, bazen şeriatı savundular. Bazen Sosyalist kurumlara girmeyi denediler, bazen milliyetçiliği kimseye bırakmadılar. Nerede ne prim yapıyorsa onun arkasına geçti ve meydanı kimseye bırakmadılar. Şerefli Türk medyası da küçük menfaat hesaplarıyla işlerini son derece kolaylaştırdı. Yeni malzeme Bu dehşet dengesi Anayasa Mahkemesi'nde açılan kapatma davası ile birlikte bozuldu. Mahkeme, AKP'nin laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğuna ezici bir çoğunlukla karar verdi. Laiklik ve inançlar üzerinden germek bu karardan sonra çok riskli hale geldi. Verilecek en küçük bir açığın yeni bir kapatma davası getireceği ortaya çıktı. Bu kesin gerçeğe rağmen, Bay Tayyip'in daha bir gün önce çıkıp, "bu ülkede laikliğin teminatı biziz" demesi, akıl ve mantık sınırlarını zorlamanın ötesinde, gerektiğinde bu malzemenin hala kullanılabileceğini de gösterdi. İfşa oldular Ana malzemelerinin ellerinden alınması, "ger ve yönet" anlayışında fazla birşeyi değiştirmedi. Ortaya çıkan hırsızlıklar karşısında sıkışınca, hemen yeni bir malzeme buldu ve vizyona soktular. Yeni malzeme medya oldu. Daha düne kadar her türlü işbirliği yaptıkları medyayı, rol gereği ayrıştırdı ve hücuma geçtiler. CHP burada da işlerini kolaylaştırdı ve karşı cephe açarak gerginliği tırmandırdı. Ancak, bu defa millet işin dışında kaldı. Bu durum gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasına ve bugüne kadar büyük bir ustalıkla sakladıkları bir çok talanın ifşa olmasına yol açtı. Utanıp geri adım atacaklarına, hiçbir ölçü ve kural tanımadan daha çok saldırmaya başladılar. Gerginliğe hakareti eklediler. Yalanla gerçeği, iftira ile belgeyi birbirine karıştırmak durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Şaban Dişli ve Deniz Feneri rezaletlerini unutturmaya uğraşıyorlar. Gereğini yapın Medyaya saldırmak, tehdit ve şantajla kafa karıştırmak, Deniz Baykal'ı hedefe oturtmak çok akıllı taktikler gibi görünebilir. Ancak adama sormazlar mı iktidar kimin elinde? Bu ülkeyi 6 yıldır kim yönetiyor? İktidarlar tehdit ve şantaj yerleri midir? Şikayet etmek yerine çözüm bulmak ve gereğini yapmak gerekmez mi? Aydın Doğan yanlış işler yapıyorsa, niçin gereğini yapmıyorsunuz? Deniz Baykal ve eşinin haksız ve kanunsuz mal edindiğini söylüyorsanız neden harekete geçmiyorsunuz? İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Polis, Jandarma, Teftiş Kurulları, Denetleme Kurulları ve elinizdeki çoğunluğa dayalı olarak Meclis Soruşturma Komisyonları sizin elinizde değil mi? Neyi bekliyorsunuz? Kaldı ki, önümüzde bir örnek var. Haklı ve doğru bilgi ve belgelerle gereğinin yapılabileceğini Uzan grubu ile birlikte bütün Türkiye gördü. Dokunulmazlıkları kaldırın "Şeref ve haysiyet" sınırına dayanan karşılıklı suçlamalarla gerginlik çıkarmak ve kafa karıştırmak artık prim yapmıyor. Boşuna uğraşıyorsunuz. Gerçek yüzünüz ortaya çıkmıştır. Bu politika artık iflas etmiştir. Gererek, bölerek yönetme oyunu artık bozulmuştur. Zerre kadar iyi niyetiniz ve cesaretiniz varsa yapılması gereken bellidir. Dokunulmazlıklar derhal kaldırılmalıdır. Bu konuda Deniz Baykal'ın bir çağrısı var. Dokunulmazlıkların karşılıklı kaldırılmasını talep ediyor. Bu da olmazsa kendi dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyor. İşinize gelince her sözden bir anlam çıkarıyor ve kıyameti koparıyorsunuz. Baykal'ın sayısız defa yaptığı bu çağrıyı niye duymazdan geliyorsunuz? Eğer kendinize güveniniz varsa, eğer söylediklerinizin bir ciddiyeti bulnuyorsa kaldırırsınız dokunulmazlıkları ve iddialarınızla birlikte çıkarsınız mahkeme önüne. Partiniz ak mı, kara mı çıkar ortaya.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.